Adalet Birgün Herkese Lazım Olabilir!
Ergenekon davası sonuçlandıktan sonra twitterde birçok arkadaşla tartışmalarım oldu. Onlara adil olmanın ne kadar elzem bir şey olduğunu, adaletin bir eczacı terazisinden bile daha hassas olması gerektiğini, kasap bıçaklarıyla adaletin sağlanamayacağını anlatmaya çalıştım. Eski arkadaşım Roni Margilues’in, daha da eski arkadaşım Doğu Perinçek’in aldığı ceza karşısında attığı, “Perinçek’e ağırlaştırılmış müebbet ve ayrıca 34 yıl hapis. Herif öldükten sonra, ben hâlâ sağsam, 34 yılı da yatması için ısrar edeceğim” sözlerini içeren twitini okuyunca onun adına utandım ve neredeyse yirmi yıl önce çevirdiğim Eugene Ginzburg’un Anafora Doğru (çev: G. Zileli, 1996, Pencere Yayınları) adlı anılarının sayfalarına gömüldüm yeniden.
E. Ginzburg, diğer iki kadın tutukluyla birlikte, Kazan-NKVD’nin bodrumlarındaki hücrededir. Duvar haberleşmesinden, komşu hücreye yeni bir tutuklunun getirildiğini öğrenirler. Bu, Parti Bölge Komitesi ikinci sekreteri Bari Abdullin’dindir.
“Partiden atılmadan önce, üyelik aidatımın reddedilmesini şikâyet etmeye gittiğim zaman onunla bir tartışmamız olmuştu: Kuşku altında olduğumdan parti organımın sekreteri aidatları kabul etmeye korkmuştu, ben ise henüz partiden atılmadığıma ve bu aidatları ödemekle yükümlü olduğuma, ödememenin benim için iyi olmayacağına dikkat çekmiştim. Abdullin’e ne yapmam gerektiğini sormuştum: Parti aidatımın alınması reddedilse de partide kalmak mı, yoksa parti kartımı geri gönderip yeni suçlamaları davet etmek mi… Kafasını önündeki kâğıtlardan kaldırmadan ve başka bir soru sorulmasını olanaksız kılan bir tonda şöyle demişti:
‘Partinin sana güvenmemesi için çok sebep var, özellikle hatalarını kabul etmeyi reddettiğinden beri.’
“Eskiden beri arkadaştık ve zaman zaman bitişik yazlık villalarda kalırdık. Ve şimdi Siyah Göl’de bitişik hücrelerdeydik, üstüne üstlük adını her zaman dindarca bir korkuyla ağzına aldığı Sagidullin’le aynı hücreyi paylaşıyordu.”
Bir akşam vakti, duvar haberleşmesi yoluyla Sagidullin onlara, Abdullin’in işkenceden çok bitkin bir vaziyette döndüğünü bildirir. Ginzburg ve diğer kadınlar, bir yolunu bulup, yanlarındaki yiyecekleri, Sagidullin aracılığıyla Abdullin’e ulaştırırlar.
“Akşama doğru duvardan alışılmadık bir ses geldi. Yavaş, ihtiyatlı, deneyimsiz vuruşlar.
“’Jen-ny! Jen-ny!’ dedi duvar.
“Abdullin’di, yalnızca benim anlayabileceğim bir cümleyi beceriksizce vurdu duvara:
“’Beni affedebilecek misin?’” (s.72-76)
E. Ginzburg, NKVD bodrumlarından cezaevine sevk edilir. Orada yepyeni insanlarla karşılaşacaktır.
“Kapı arkamdan kilitlendi. Çevreme bakındım. Ne çok kişi vardı burada! Derhal soru bombardımanına tutuldum. Köşeden zafer dolu tuhaf bir ses geldi:
“’İyi! İyi! Aksyonov’un karısı gelmiş!’
“Zayıf, öne eğik, beyaz saçlı kadın belli ki, hapiste olmama sevinmişti, ağzının kenarında sigara, ayağa kalktı ve elini uzatmaksızın:
“’Derkovskaya’ diye tanıttı kendini, ‘Sosyal Devrimci Parti üyesi ve devam etti, ‘kocanı tanırım. Onun ofisine bir kere gitmiştim. Birkaç ay içinde karısının benimle aynı hücreyi paylaşacağını hiç aklına getirir miydi? Eh, samimi olarak söyleyeyim ki, sonunda senin gibi bazı komünistlerin hapsedilmesinden son derece memnunum. Teoride anlayamadıklarınızı belki pratikte öğrenirsiniz. Ama şimdi yerleşsen daha iyi olur. Sonra konuşuruz.’” (s. 93-94)
Büyük tasfiyeler sırasında Stalinist suçlama kampanyası tüm toplumu sarmıştır. Herkes, hatta bizzat Stalinistler bile suçlama altındadır. E. Ginzburg, getirildiği hapishanede tutuklu bir partiliye rastlar ve ona son haberleri sorar:
“ ‘Taşradan geliyorum, altı aydır hapisteyim. Ülkede neler olduğundan sizin haberiniz var mı?’
“ ‘İhanet! Parti ve hükümet aygıtının her halkasına sızmış bir ihanet. Bölge komiteleri sekreterlerinin, ulusal azınlık komünist partilerinin sekreterlerinin ihanet içinde oldukları kanıtlandı – Postyshev, Khatayevich, Eiche, Razumov, İvanov, Antipov, Sovyet Kontrol Komisyonunun başkanı ve çok sayıda subay…’
“ ‘Fakat herkesin bir adama ihanet ettiğini düşünmektense, o tek adamın herkese ihanet ettiğini düşünmek daha akla uygun değil mi?’
“Julia bembeyaz oldu ve kısa bir an durakladıktan sonra:
“ ‘Afedersiniz. Yanılmışım’ diyerek uzaklaştı.” (s.134-135)
E.Ginzburg, sonunda mahkemeye çıkarılır. Duruşma sadece yedi dakika sürer ve sonuçlanır.
“Yedi dakika! Ne fazla ne eksik. Bu süre içinde traji-komik bir oyun kondu sahneye. Başkanın – Halk Mahkemesi Komiseri Dmitriev – sesi de yüzünden farksızdı. Eğer bir donmuş balık konuşabilseydi sesi tam da böyle olurdu. Sesinde ne bir heyecan ne de sorgucuların, adımlarını onaylatmaktan duydukları zevk vardı. Hâkimler yalnızca görevlerini yapıyor ve ceza kesiyorlardı. Belki de üretim kotaları vardı ve bütün güçleriyle onu aşmaya çalışıyorlardı.
“ ‘İddianameyi okudunuz mu?’ diye sordu başkan, ‘anlatılmaz ölçüde sıkıntılı bir sesle. ‘Suçlu olduğunuzu kabul ediyor musunuz? Hayır mı? Fakat deliller gösteriyor ki…’
“Kalın dosyayı göstererek mırıldandı: ‘Örneğin tanık Kozlov…’
“ ‘Kozlov değil – Kozlova, bir kadın. Üstelik değersiz bir kadın.’
“ ‘Kozlova, evet. Ve Dyachenko.’
“ ‘Dyakonov.’
“ ‘Evet. Her ikisi de ifadelerinde…’ Onların ifadelerinin büyük bir baskı altında alındığını söyledim yargıca. Sözümü keserek sordu:
“ ‘Mahkemeye sormak istediğiniz herhangi bir şey var mı?’
“ ‘Evet var. 58. maddenin 8. fıkrasından suçlanıyorum. Bu, terörizm suçlaması demektir. Lütfen, öldürmeye teşebbüs ettiğime inandığınız politik liderin adını verir misiniz?’
“Bu akıl almaz soruyla iyiden iyiye rahatsız olan yargıç hiçbir şey söylemedi. Yargıçlar, çalışmalarını aksatan bu sıkıcı, meraklı kadına sitemkâr bir yorgunlukla baktılar. Sonunda beyaz saçlı olanı mırıldandı.
“ ‘Leningrad’da yoldaş Kirov’un öldürüldüğünü bilmiyor musunuz?’
“ ‘Evet. Fakat onu öldüren ben değilim. Nikoleyev adında birisi. Ve hayatımda hiç Leningrad’a gitmedim. Bu, olay yerinde bulunmadığımı göstermeye yetmez mi?’
“ ‘Avukat falan mısınız yoksa?’ diye şakırdadı yargıç.
“ ‘Hayır. Öğretmenim.’
“ ‘Kılı kırk yarmanın alemi yok. Tamam, Leningrad’a hiçbir zaman gitmediniz. Fakat o, fikirlerinizi paylaşan kişiler tarafından öldürüldü. Suçun ahlaki sorumluluğunu paylaşıyorsunuz.’ “ (s. 147-148)
Yedi dakikanın sonunda mahkeme heyeti “görüşmeye çekilir” ve iki dakikada yerine dönüp on yıllık cezayı Ginzburg’un yüzüne okur.
Şimdi Ginzburg, Kuzey Kutbuna yakın Magadan’daki toplama kamplarındadır. Kampın mutfağında karavana dağıtıcısı ve bulaşıkçı olarak çalışmaktadır. Açlığın hüküm sürdüğü, insanların iskorpitten sapır sapır öldüğü koşullarda mutfağa yakın böyle bir görev bile ayrıcalık sayılmaktadır.
“Lavaboya eğilmiş çalışırken, servis penceresinden, başındaki yarayı kirli bir havluyla sarmış bir adam uzandı.
“ ‘Kim burada Kazanlı olan?’ diye sordu kısık bir sesle.
“Bir olasılığı düşünerek titremeye başladım. Ölen adamlardan biri de kocam olabilir miydi? Bir arkadaşımdan yollanmış bir mesaj mı söz konusuydu, eğer öyleyse kimdendi?
“ ‘Burada Kazan’dan bir adam var. Sonuna yaklaştı. Geceye çıkmaz. Burada Kazan’dan bir kadının olduğunu duymuş ve son yemeği için ona bir lokma doğru dürüst bir şey getirmem için bunun son bir şans olduğunu ve bunu sizden istememi söyledi. Hemşeriniz için bir parça bir şeyler ayırabilir misiniz, ne de olsa yemek olan bir yerde çalışıyorsunuz… ‘Yarısını bana vereceğine söz verdi’ diye devam etti, gömleğinin kirli koluyla buhardan terleyen alnını ve yanaklarını sildi.
“ ‘Buyrun’ dedim yemeği uzatırken, ‘ona benim sağlık dileklerimi iletin. Fakat bir dakika, gitmeden önce, ismi nedir onun?’
“ ‘Binbaşı Elshin. Kazan’daki NKVD’de çalışmış.’
“Ekmeği elimden düşürdüm. Sanki o konforlu ofis, Siyah Göl Bulvarını gören geniş pencere önümdeydi. Binbaşının kadife tonundaki sesini duyuyordum: ‘Tamamiyle itiraf etmelisiniz… Sizin gibi heyecanlı tabiata sahip birisi… ahlaksız bir güruhun aldatmacası.’ … Ve o sandviçler! Unutabilir miyim o ince kıyılmış, güzel kokulu, pembe salamlarla kaplı Fransız sandviçlerini ve onun önüme tabağı nasıl ittiğini, mahzenlerden getirilmiş aç bir mahkûmdum ve sözleriyle beni baştan çıkarıyordu: ‘Yalnızca imzalayacaksın ve o zaman bunlardan istediğin kadar yiyebilirsin.’ ”
Adalet bir gün herkese lazım olabilir.
Gün Zileli
10 Ağustos 2013
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Uzun yıllar cezaevinde yatmış, kardeşi cezaevinde kurşunlanarak katledilmiş Mehmet Ördekçi’nin facebook hesabından kopya.
“Ergenekoncular vaktiyle hazırlattıkları anti-terör yasalarıyla yargılandı ve vaktiyle yaptırdıkları F Tipi cezaevlerinde yatacaklar. Sorun ne?
Türkiye’de hapishaneler olduğunu ve içinde insanların yattığını yeni mi duydunuz da viyaklıyorsunuz?
Benim yargılandığım dava Ergenekon davasından daha mı hukukîydi aq? Hangisi hukuka ve insan haklarına uygundu?”
Müthiş bir yazı. Adam olan ders/ler çıkartır.
adalet diye birsey yoktur, ….iktidarin fahisesi olan bir seyin ruhu ve icerigi ne olaki, kime yariya ki,, ben ezilen siniflarin(tümünun) yari bilincli , halleri ile , ezilen(yasamlarini surdurmek icin maaas a bagli olanlar) fahise olarak adlandirdigimiz hukuk, soyut olarak hepimizde oldugu varsayilan ADALET duygusu degilmi. adalet herkese lazim… adalet adi altinda bir esitlik yoktur, yasasin ezilenlerin adaletsizce, haksizca, ezen siniflara uyguladigi ADALETSIZ eylemler, ezilen siniflar henuz hazir degillermi??? ok, onlar adina iktiar olmayiz , ama onlar adina , ezilenlerin orantisiz SIDDETINI uygulamaktan bizi kimse moral olarak ali koyamaz——-SOSYAL DEVRIMCI BIRLIK/ HALKIN IRADESI..
Anonim 3 Ağustos 13 / 9am
“Adalet mi? Bana adaletten bahsetmeyin! Elimizde silahlarimiz ve onlari kullanma ozgurlugumuz oldugu surece, adaleti zaten biz saglariz.”
Artreides Duku Leto – Col Gezegeni Dune
Kısa bir not: Roni Marguiles ve benzeri tepki gösterenler, bazı aydınların ufuklarının darlığı ile birlikte yaşadığımız toplumun içinde bulunduğu çıkmazlardan birine işaret ediyor: Haklı davaların savunucuları adaletsiz bir sistemin dili ve uygulamalarını assimile edip kendilerini haksız bir konuma düşürüyorlar. Derin devletin yargılanması ve ifşa edilmesi gerekiyor ancak bu artık evrensel bir nitelik kazanan savunma hakları bir tarafa itilerek yapıldığı zaman, söz konusu olan, derin devletin kanun dışı yöntemlerinin yaşallaşmasından başka bir şey değildir.
Bir sonuca varılsın da nasıl varılırsa varılsın şeklinde ki prakmatizm, ne yazık ki toplumun iliklerine işlemiş, toplum her yerde fırsat arayan insanlarla dolu. Bu nedenledir ki, Ergenekon davasını adaletin yerine gelmesi için değil de bazılarının cezalandırılması için bir fırsat olarak görüp, sevinenlere şaşırmamak gerekiyor.
adalet (özgürlük, eşitlik, devrim, sosyalizm, komünizm , dayanışma, mutluluk, tanrı vb. tüm diğerleri gibi) “ideal” bir kavramdır. bu “idealar” olmasa, biz gerçekliği kavrayamayız. örneğin, adaletsizliğin, köleliğin, sömürü, mutsuzluk ya da tahakkümün ayırdına varmak, farkında olmak ve giderek bunu bilince çıkarmak için bu kavramlardan yola çıkarız. adalet diye kavramımız yoksa, “adaletsizlikten” nasıl bahsedicez?
ancak bu ideal kavramın içeriklenmesi “tarihseldir”. belli bir zamanda, belli bir mekanda, belli ilişkiler (mülkiyet ilişkileri) bağlamında, sınıfsal bir içerik ve mahiyet kazanırlar.
itiraz kavramın kendisinin varlığına değil, onun içeriğine yapılabilir. kapitalist modernitenin adalet kavramı, mülkiyetin kutsallığının ve dokunulmazlığının kabulü şartına bağlanır. bu da mülkiyetin garantörü ve bekçisi olan “devlet”le olanaklıdır. bu yüzden de mahkeme salonlarını hep aynı klişe ile süslenmiştir:
“adalet mülkün temelidir”.
aslında, dilin hep ağrıyan dişe değmesi gibi, bu üç kelimede gizlidir her şey… sadece sıralama kasten yanlış yapılmıştır.
hakikatte ise:
“mülk adaletsizliklerin temelidir.”
Gün olur insan hakları herkese lazım olur. / kendine güvenen kendini seven bir insanın başkalarından kuşkulanmak en son yapacağı şeydir…Evet. Biz birbirimizi biliyoruz… Her neyse kasıtlı sansasyonel yazılar hariç, güzellikler de oluyor. Gün Zileli yazıları gibi, seviyorum bu güzel insanı.
Hikayeler güzel ancak konuya örnek olmaktan biraz uzak olmuş gibi. Anlatılanlar, bir zamanlar güç ellerindeyken adaletsiz davranan fakat daha sonra güçlerini kaybettikleri anda adaletsiz davranışlara maruz kalanlara yönelik. Bir nevi etme bulma gibi. Muhatabi bizler değiliz. Ancak bazı dersler çıkarabilirz, o kadar; “velevki birgün iktidara gelecek olursak….”
Bu romanı Perinçeğin kendisi okumalı ve dersler çıkarmalıydı diye düşünüyorum. Ve diğer erk sahipleri ve bu erklerini adaletsiz uygulamalarıyla “sağlama” alma çabasında olanlar okumalıydı. Ki -belirtmekte fayda var, altını çizerek söylüyorum- erk sahibi olmanın, buna ulaşmanın, bunu koruyup kollamanın yegane koşuludur adeletsiz olmak. Aksi mümkün değildir.
Perinçek diyorum, çünkü yazının konusu Perinçek, yoksa bu dediklerim Başbuğ vs dahil başka yargılananlar için de geçerli.
Perinçek de halen çapı şu an iktidarda olanlarla eşit olmasa da kendi çapında bir erke sahipti ve dışarıdan görebildiğimiz kadarıyla da sanki dünyaya gözünü açar açmaz, her yol mübağ anlayışı ile bu gücün çapını büyütebilme ateşi ile de yanıp tutuşuyordu. (halen de öyle, bknz, Gezi açıklamaları, adam bizi askerleri olarak görüyor:)
Siz iyi bilmez misiziniz ki, Perinçek, bu güce ulaşmak için adaleti her yerinden çiğnemiştir. Ya bu güce ulaşsaydı? Nasıl bir adil adam olacaktı?
Bana bu cezalandırma da koyan şeyler farklı, bu adamı ve diğerlerini ve daha başkalarını yargılayacak olanlar bizler olmalıydık, yani hiç bir zaman iktidar sahibi olmamış ve daha kimseye adeletsiz davranmamışlar. İşte o zaman hem yargılama konusu böyle “ergenekon”, darbe müteşebbisi gibi sulandırılmamış olurdu hem de gerçek suçlar sorgulanır, tarihe notlar alınır ve gerçek cezalar uygulanırdı. Hemi de bu tip kişiler nezdinde iktidar denilen boktan şey sorgulanırdı.
Bu yargılamadan adalet beklenemeyeceği zaten bu kadar faili meçhulden, köy yakmalardan vs vs bir kişinin bile adının geçmemesinden belli değil miydi? Suçlamalardaki “konu” seçimi adaletsizdi ve mazlumlara yapılanlar hasır altı etmeye, tarihten silmeye yönelikti.
Adaletsiz bir sistemde, adaletsiz (halklara karşı işlenen suçların, açığa çıkarılması konusunda adaletsiz) bir yargılamanın sonucunu görünce mi şaşırıyorsunuz? Eğer Perinçek buradan serbest bırakılsaydı, yada 2-5 sene ile yırtsaydı, karar adil mi olacaktı?
Bir de tabii, daha önceki yazılarınızdaki katleden ile teşvik eden aynı kefeye konulabilir mi gibi bir savınız var ki bu tartışmalar çoktan yapıldı. Bknz Nüremberg mahkemelerinde cezalandırılan 3-5 idareci faşistin tüm alman ordusunun, gestapodaki polislerin vs günahlarını sırtlarına almaları, alman mahkemelrinde bir önceki nazi dönemlerinde mahkemelerde hakimlik yapanların, “yeni” almanyadaki mahkemelerde de aynı görevlerini bu sefer demokrasi için ifa etmeye devam etmeleri gibi.
Gün, bence düşünce sistematiğini yeniden gözden geçirmelisin. Anarşizmden sapmalar görüyorum sende 🙂 İnan bunu istemem, bir nefer bir neferdir, aman kaybolma ortalıktan.
selamlar
Eklemeden geçemiyeceğim;
“Adalet bir gün herkese lazım olabilir. ” diye bitimişsin.
Adalet bize her allahın günü lazım oldu be abi.
Teşekkürler ama anarşizmden ne anlıyoruz o önemli. Bir anarşist siyasi ayrım yapmadan her türlü haksızlığa karşı çıkan kişidir.
tabii ki öyle ama bu sadece sitemkâr bir deyiş.
nasıl ki idam cezasına ve ölüme karşıysam adaletsiz yargılamaların da karşısındayım.Ama bu uygulamalar bütün cumhuriyet tarihi boyunca halklarımız ve devrimci güçler üzerinde hep süre gelmedi mi?Adaletin lazım olmadığı bir günümüz oldu mu hiç?Şiir okuduğu için Pınarhisar ceza evinde mahpus olan Recep Tayyip,mazlumken zalim bir diktatöre dönüştü.Eminim Ergenekon davası mahkumları Gün Zileliyi yargılayan bir mahkeme kursaydı sonuçları şimdikinden hafif olmazdı.Belki de Stalinist yargılamalarda ki gibi ‘devrimin demir yumruğu’ olurdu idamın adı.
Devlet içindeki derin yapılanmanın üzerine gitmekten aciz bir yargılama olan Ergenekon davası muhalif düşünen insanların ağır mahkumiyetlerle cezalandırılması sonucu hukuk sisteminde de toplum vicdanında da derin yaralar açmıştır.Aynı uygulamalar KCK davasında ‘tutsak’ alınan binlerce kürt yurtseveri üzerinde sürmekte ve yaramız kanamaya devam etmektedir.
“Her türlü haksızlığa karşı çıkandır” bence tüm bu söylediklerime cevap vermeyen, geçiştiren, yuvarlak bir söylem.
Bunların birbirlerine yaptıkları ayak oyunlarına ve her türlü haksızlığa karşı çıkmaya kalkışsak, bize 7/24 yapılan HER TÜRLÜ haksızlığa karşı çıkmaya vaktimiz kalmaz. O anlamda “adalet bize her yerde ve her allahın günü lazım” demek, sitemkar değil talepkar bir “deyiş”.
O yüzden yukarıda da dediğim gibi, bize haksızlıklar yapılmıştır ve halen yapılmaktadır. Başbuğun, perinçeğin, veli küçüğün, kerinçsizin, tuncay özkanın, sedat pekerin, adil serdar saçanın tek kelimesi olmuş mudur bunlar hakkında? Bilakis, o haksızlıkların maşaları, köpekleri bunlar olmuştur.
Hele böyle kendinden menkül güç hastalarının; “bana bırak, sen değil, ben daha iyi yönetirim” diye birbirlerine düşerken karşılıklı attıkları çelmelerle uğraşmak, tam da onların ekmeğine yağ sürmektir. Düzen medyasının yürüttüğü adalet üzerine “tartışmalarla” vakit kaybetmektir.
Bırakalım birbirlerini yesinler, doyuncaya.
Madem, yargılamanın adaletsizliği üzerine teorik tartışmalar yürütmek istiyoruz, o halde oturalım sabah akşam Perinçeğe yazık oldu diye laf tüketeceğimize, ölen işçilerin, kayıpların, işkencelerin, yolsuzlukların, zorla ev boşaltmaların, işten çıkarılmaların, Heslerin, kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin, tacizlerin, ensestlerin, çalışma koşullarının vs görüldüğü davalarda yaşananlara odaklanalım. Hatta illa karşı çıkılacak haksızlık arıyorsak bunu davası açılmamış vede hiç açılmayacak haksızlıklarda bulalım, bunları dile getirelim. Teorimizi ve söylemlerimizi bunlar üzerinden kuralım.
Bizim işimiz, başbakanın, cumhurbaşkanın, bakanların, diğer meclis partilerinin üye ve yöneticilerinin, düzen gazeteleri köşelerinde yazanların, televizyonlarda dakika hesabı para kopartan yorumcuların yürüttüğü tartışmalarda taraf olmak, ona hak vermek, bunu haksız görmek değil. Kendi adalet tartışmalarımızı, kendi meselemizde yürütmenin yollarını açmaktır.
Bu it dalaşından çıkartacağım tek bir sonuç olabilir, o da itlerin nasıl dalaştığını anlamaya çalışmak, itin doğasını daha yakından görebilmektir.
Kısa bir cevap vereceğini sanıyorum, garantiye alayım da soruyu ben sorayım;
Peki, sen nasıl bir karar çıksaydı, “ha işte bu oldu” derdin? Nasıl bir karar seni tatmin ederdi?
Eski aydinlikci eski bizim sfk li gülay göktürkten yetmez ama akp daha siddetli olmali yazisi
Başbuğ ve dava arkadaşları, teröristle darbeci arasında özde hiçbir fark olmadığını, bir tanesi demokratik rejimi uyuşturucu parasıyla silah alıp dağa çıkarak yıkmaya çalışırken, ötekinin de aynı şeyi halkın kendisini korusun diye eline verdiği silahın gücüyle yaptığını; sonuçta her ikisinin de çoğunluğun iradesini silah zoruyla bastırma noktasında birleştiğini belki hiçbir zaman anlayamayacaklar. Anlamaları da kolay değil.
Ama hiç değilse siyaset sınıfının bu benzerliği derinden kavraması gerekmez mi?
Sevgili Gün Agabey,
Ne yalan söyleyeyim, bircok kitabini zevkle okumus, burdaki yazilarini da okuma gayretinde olan biri olarak Roni´nin söyledigine aynen katildigimi söylemek istiyorum. Perincek´in agzi salyalar akarak söyledikleri, irkcilikta MHP´yi coktaaan sollayan söylemi bende mide bulantisina sebep olmakta. Hukuken söylediklerinin, yapip ettiklerinin karsiligi tam olarak aldigi ceza olmayabilir, ama kendisi öyle bir bok cukurunda ki ona acimak icin en ufak bir kipirti bende olmuyor. “O zaman her sevmedigin böyle cezalandirilsin mi” diye soracak olursan cok tatminkar bir cevabim olmayacak ama O´nun politik serüvenini az cok bilen biri olark bende ona dair “insani en ufak bir his” kalmadi. Tutturmus oldugu insanlik disi cizgi ne yazikki kendi karsitini da yaratmis demekki… Bizde bu nefreti yaratan bizzatihi kendisi..
ben mahkemelere ve tüm kararlarına karşıyım.
Hristiyanca olacak belki ama düşmanından bile nefret etme. Nefret düşünceyi dumura uğratır.
“NEFRET DÜŞÜNCEYİ DUMURA UĞRATIR.” Çok doğru… Yorumların çoğunluğunda, bu gerçek apaçık görülüyor…
Beğenelim ya da beğenmeyelim. Mevut hukuk kültüründe… ‘insan hakları’, ‘hukukun üstünlüğü”, ‘adalet’ gibi kavramlarının da içi boşaltılmıştır ama “Sol” veya “Sağ” tarafından, bu kavramların içinin boşaltılmış olması, bu kavramların değersiz olduğunu göstermez.
Bu kavramların, soyut olarak bilince yansıması nasıl mümkün olmuştur? Bunu anlayabilmek, geçmişte ne acılar çekildiğini hatırlamak için, tarihçi yahut hukukçu olmak gerekmez…
Toplumsal mücadeleye taraf olanlar, diktatörlüklerde dahi, herhangi bir cezanın, kime verildiğine bakmadan önce… bir cezanın; nasıl ve niçin verildiğine bakmalı…
Bir cezanın, “nasıl verildiği” yargılama hukukunu, “niçin verildiği” de ceza hukukunu ilgilendirir.
“BUNLAR BENİM İÇİN ÖNEMLİ DEĞİL, BEN CEZANIN KİME VERİLDİĞİNE BAKARIM” demek… çocukça bir öfke değilse, en azından iyiniyetli olmayan bir yaklaşımdır.
Bir de su var ki; ya Perincek iktidarda olmus olsaydi? Düsünebiliyor musunuz? Sadece bir düsünün diye yaziyorum, yoksa yazilanlara cevap olsun diye yaziyor degilim su son yorumu…
Onu biliyoruz zaten, düşünmeye bile gerek yok. Karl Popper, “benim özgürlüğümü kaldıracak olana özgürlük tanımam” der. İşte otoriter-liberallerin özgürlükçülüğü buraya kadardır. Ben tersini iddia edeceğim: “Gerçek Özgürlükçülük, kendi özgürlüğünü kaldıracak olanların özgürlüğünü de savunabilmektir.” Thomas More, başbakanken karısı ona, danışmanının arkasından kuyusunu kazdığını, onu bir an önce tutuklatması gerektiğini söyler. Thomas More’un cevabı şudur: “Bunu yaparsam benim de ondan farkım kalmaz.”
Haftalardir sevincten zivanadan cikmisti.Nerdeyse tek basina devrim yapacakti. simdide kuyuya düsmüs gibi öfkeden zivanaya düstü..
Kimseyi anlamiyor.. Dogal olarakta en yakinina öfkeleniyor.Kendine kizacak olursa tehlikeli boyuta erisir onada sükür…
Halbuki kendisi ve kendilerinin 70 lerden beri böyle igrenc örgütlerle iliskisi var oldugunu belirtirlerdi gururla..
Simdi birden yazi yazan,iftiraya ugrayan masum cocuklar gibi viziltiyorlar..
Evet iliskileri var oldugunu biliyordukta devletin en gerici en anti devrimci en irkci en devletci takimiyla iliskilerinin olacaginida düsünen yok gibiydi!!
Solun VICDANI varsa en azindan bir ohh cekmeli!
Darbeciler cezalandirilmasi sevindiricidir.. Artik kimsenin Askeri Darbe olacak diye korkmasina gerek kalmadi.. Kimsenin Asker arti Mit karisimi derin devlet vb. örgüt,cetelerden korkmayacak..
Elbette davada yanlisliklar var vede dava süreci devam etmektedir.. Basbugun bunlarla iliski olacagini sahsen bende inanmam.. Sizinki Dogistan Imparatorlugunu Ilan ederdi oda icinde olsaydi..
Bazi generallerinde affedilecegini saniyorum..Ama darbeci asker yalakalarini hic sanmam..Solun vicdanida hicbir zaman affetmezzz!
Askerler biz vatan,devlet icin yaptik..Bu TCnin kurulusundan beri gelenekti deyip ilerde affedeceklerdir.. Sizinkinleri ise sol asla asla affetmiyecektir.. Devlet zaten yapmaz..
Gün tekbasina herkese karsi Ergenekoncularin avukatligini solun icinde yapmaga calismasi tamda salyangoz satmaga calismasi gibi oluyor.. Kimseyi ikna edemiyor..
“Bir anarşist siyasi ayrım yapmadan her türlü haksızlığa karşı çıkan kişidir.” Gün
Haksızlığa karşı çıkmak iyi de, işini gücünü, yani politikayı bırakıp, haydi o lafı sevmiyorsunuz, mücadeleyi bırakıp, sürekli haksızlığa uğrayanların hukuk bürosu olmaya başlarsak anarşist değil, doğuvelikemalperinçsizgiller’in sivil yardım kuruluşu olmaya başlarız.
Mısır’daki darbe ve katliamları hakkında bir itirazınızı henüz okumadım bu arada.
Ayrıca eski Doğu bloku yargısıyla şimdiki yargıyı eş saymanız doğru değil. Başbuğ’un cezası için neredeyse ağlayacak duruma gelmiş hükümet yetkilileri ve cumhurbaşkanı. Bu ne kaden de şefkatli bir hükümet canıım… 🙂
Mısır’daki askeri darbeye karşı çıkan satırlarımı Nil Devrimi bölümündeki yazılarda bulabilirsin arkadaşım.
“Chancellor” olmali. http://www.bbc.co.uk/history/historic_figures/more_sir_thomas.shtml
Eski kullaniminda haklisin, T. More hukumetin de basidir Kral 8. Henry doneminde. Bugunku kullanimi ise Ingiltere hukumetlerinde Maliye ve Hazine sorumluluguna karsiliktir.
düzeltme için teşekkürler.
yuh artık perinçek,veli küçük,kerinçsiz,m.tekin,tuncay özkan ve bilumum ırkçı darbeci faşist halk ve insanlık düşmanı katilleri ve savunucularını aklayabilmek için eguene ginzburg gibi bolşevik devrimcinin yaşadıklarını kullanmak tam sana yakışırdı zileli hazır geçmiş örnekleri verirken anarşist siteye bokchin in devrimci halk hareketleri tarihinden alıntı yapta bilmediğimiz bir şeyi öğrenelim siyasi tarihin çöp kutusuna gitmiş olup ne siyaset nede pratik hiç bir değeri olmayan eski devlet ve efendi yalakalarını aklamaya çalışıp asıl toplumsal devrimcileri ve dostlarını itibarsızlaştırmak(r.marguliez) işini sana hangi efendilerin verdiğini yakında öğrendiğimizde anarşizmin yakasından düştüğün günleri görürüz inşallah
iktidar mücadelesi içinde olanların fikirsel olanı ile zoru kullananı aynı terazide tartmanın adalet duygumu zedeleyeceğini belirtmiştim.
ikincilere en uygun ibare bence “terörist” olabilir çünkü “terör” zalimin gücünün yettiği mazluma uyguladığı şiddet diye tanımlanırsa, sonuç başka bir şey olmaz.
o anlamda varsın, yesin biri birini teröristler… beni alakadar eden bir durum yok ortada, diye düşünüyorum.
ama işin fikir yönüne gelince, bu alanda yeterli mücadeleyi veremediğimi(zi) düşünerek, sorumluluğu üstleniyoru(m-uz):
bütün devletler katildir. diren mısır halkı..
çok güzel bir yazı. dikkatle ve bazı yerleri ikinci kez okudum. elinize sağlık.
roninin yazısı kişilik ve vicdan problemlerine işaret ediyor. hayatım boyunca hiçbir cezaya sevinmedim. “ohh ne güzel ömür boyu yatacak, hihahah” gibi canavarca hislere kapılmadım. bu tür hislere yol açabilecek durumlarda her zaman kendi nefsimi hesaba çekme çabası gösterdim.
roni ya da perinçek gibi adamların abdullin ve NKVD subayından farkı yok gözümde. iktidar arzularını, nefretlerini, hınçlarını çıkarabilecekleri kurban arayan insanlar devrimci, komünist, islamcı, demokrat, hatta anarşist türlü çeşit kisve altında karşımızı tarih boyunca çıkmışlardır. mesele öncelikle kişisel ve etik üzerinedir.
stalinist, faşist bütün totaliter temizlik hareketleri insanlar arasındaki bunun gibi husumet ve hınçları kullanarak ilerlerler. biri, ötekine düşmandır, bir diğeri diğer ikisine karşı yıllardır içinde bir içerleme taşımaktadır, vs vs.. iktidar bu çelişkileri keskinleştirip, bireyleri atomize ederek, birbirlerine karşı güvensiz insan topluluklarını birbirlerini ihbar etmeye teşvik eder. ama sonun sorgulanma sırası sorgulayıcılara da gelecektir.