K. Arslanoğlu “En son önerim sosyalist partilerin İslami kanat örgütlenmelerine gitmesi… İnsanın aklında genetik olarak Tanrı modülü var. Dini siyasetin dışına çıkaralım, ilkesi bir intihar ilkesidir özellikle İslam toplumlarında… Din başlı başına bir siyaset. Böyle saçma bir ilke kimin işine yaradı? Dini siyasetin dışına çıkarmaya çalışan kendini siyasetin dışında bulur. Türkiye’de sosyalistlerin 80 yıldır milyonları kucaklayan siyasetin dışında kaldıkları gibi… Öneri şu: Sosyalist partiler bünyelerinde Müslüman kanat örgütlenmelere gitmeli…” diye yazıyor.
İtiraf etmeli; bu tür “önerilerin” bu denli kolay konuşulabileceğini sanmazdım. Bu savlar, öneriler bir “ölüm-kalım” sorunudur; çünkü Tin meselesi, bir ölüm kalım sorunudur!
*
1996 yılında, Ayrıntı yayınları tarafından yayınlanmış, Joel Kovel’in Tarih ve Tin kitabı, Türkiye “Sol” hareketi tarafından zamanında ciddiye alınarak tartışılsaydı, bugün Din ve Tin meselesinde, 18 yıl sonra çok daha başka düzeylerde konuşuyor olabilirdik. Belki Sosyalist hareketin önünü tıkayan önemli sorunlardan biri de bu, Din-Tin meselesindeki umursamazlıktır. Bu tartışma er ya da geç yapılacaktır. Marksizm-Leninizm’in aşırı pozitivizmi ile yüzleşme kaçınılmazdır! Bu “yüzleşme” bir türlü gerçekleşmediği için de Sosyalist hareketin empatisiz “Tinsel zayıflığı” işte onu böyle zaman, zaman bir çaresizlik içinde onu Din-İslamiyet’ten bile medet umar hale getirmektedir.
Tarih bir hikayedir de. Her “öykücü” farklı yazar…
19. yy. başladığında 5-6 bin yıllık neolitik dönem sona ermişti. (G. Childe) Yüz elli-iki yüz bin yıllık doğa-insanlık tarihi sonunda, insan kendini de bir araştırma objesi olarak görebildi. On binlerce yıldır egemen “doğa üstü” güçlerin, üç bin yıllık “İbrahim’i Din’in” toplumsal-siyasal egemenliği parçalandı. Bilimsel keşifler ve teknolojik atılımla içinde yaşanılan Dünya tanınmaya başlandı. Sosyal siyasi mücadelenin sınıfsal-ideolojik zemini keşfedildi. “Dinsel Tinselliğin” yerini, “Milliyetçilik Tin’ine” bıraktı. “Akıl” ile hayata “hükmeden” insanın kul’luğu reddederek, insana ve dünyaya ait “insan” Birey dünyaya geldi.
Marx , Lenin de bu dönemin her birey-dahi için de yaşanılan tarihle belirlenmiş “varlıklarıydı.” Gördükleri-yaşadıkları dünya, öyle olağan üstü, müthiş, yaratıcıydı ki, “gerçek yaratıcıyı” unuttular! Ellerinden ve dehalarından geleni yaptılar! Yetmedi; biliyorlardı ama görmek istemiyorlardı! “Hiçbir sosyal düzen YETERLİ üretici güçler gelişmeden asla yıkılmaz ve YENİ ÜSTÜN üretim ilişkileri, varlıkları için gerekli maddi koşullar eski toplumun içinde OLGUNLAŞMADIKÇA asla eskinin yerini alamaz…”hayat izin vermedi; çünkü hayatın-dünyanın cenneti sosyalizm-komünizm için “üretici güçler yeterince olgunlaşmamıştı!”
daha alınması gerekli karmaşık labirentler, çetin yollar vardı! ” Özgürlükçü Sosyalizm artık günümüzün imkan taşıyan bir gerçeği olsa da, o zamanın hayaliydi; hayallerindeki yanılgı yalnızca zaman aitti!
Son 200 yıldır kapitalist emperyalizmin egemenliğindeki dünya, son yirmi yıl, “ölmüş” bir sosyalizm algısı ile “arkaik” umutlara sarıldı. Bencil, hazcı, sömürücü, kar hırsı ile dünyayı, tabiatı, milyarlarca insanı mahveden kapitalist emperyalist egemenliğin en çok zarar verdiği İslam coğrafyası, emperyalizme, kapitalist modernizme karşı “çare” ümidiyle kadim Dinsel Tinselliğe yeniden sarılıyor; iki yüz yıl önce ve aynı nedenlerle kaybettiği savaşı, bugün hem de aynı donanımla ama “düşman” daha güçlü iken yenebileceği ümidini taşıması, yalnızca “insan aklının nisyanla malul” olduğu gerçeğini doğrulayabilir!
Korkunç bir “yan” olgu da, “Dincilerin”, “emperyalizmle” uzlaşmaya hazır oluşu; aşırı çoğalmış “kabilesine” yeni hayat alanları açmak için sonunda “Batı’dan” destek alabileceği ümidiyle yürüttüğü bir egemenlik savaşında da “Kutsal Din’ini” kullanması, “Reel Din’in” artık yalnızca bir siyaset aracı olduğunu da göstermektedir.
Siyasal İslam ile halkın İslam’ı aynı değildir! İslam inancı ile yaşamak isteyenlerle, siyasal İslamcıların “programları” aynı değildir!
*
İslamik inanç, belirli bir coğrafyada, tinsel ihtiyaca “kalpsiz dünyanın kalbi olarak” yanıt veriyor gibi görünse de “Batı” karşısında özgüvenini kaybetmiş durumda. Batıya karşı “top yekun” bir stratejiden yoksun, “batılı hayat tarzı karşısında” 1500 yıl öncenin değerleri-kültürünü savunarak, daha ne kadar ayakta kalabilir? Kaçınılmaz yenilginin kaderine öfkesi öyle büyük ki, kendi gibi inanmayan herkesi yok etmeyi “sevap” bilen, acımasız intihar-bombalı toplu katliamlar gerçekleştirebiliyor. Bu “dinselliğe” inanır görünen kitleler çok geçmeden sığındıkları o Dinci Fanatiklerin “kalbinin” nasıl da taştan olduğunu anlayacak ama bu ancak bir sonraki kuşağın işine yarayacak!
İslam coğrafyası, içine düştüğü maddi, manevi derin yoksulluk içinde, sanki bu dünyadan umudunu tümüyle kesmiş! Hayata ait neşe ve coşkunun yalnızca “öte tarafta” olduğuna inanan bir tinsellikle, yeryüzünü “cehenneme çevirmek” için elinden geleni yapıyor. İslam Dünyasında büyük alt üst oluşlar yaşanıyor. Mezhep farklılığı, “batılı” giyim tarzı nedenleriyle veya okula gittikleri için çocuk yaştaki kızlar katlediliyor; acı olan küçümsenemeyecek sayıda “sıradan Müslüman” bu tür cinayetlere karşı etkin tavır almıyor; “suç ortağı” edildiklerini anlamak, görmek istemiyor…
Bu kaostan Siyasal İslam kaybederek çıkacak! Ama Tinsel İslamcılık güçlenecektir; asıl ihtiyaç da budur zaten!
İslam dünyevi gücünü de kaybedecek! Zaten Din’lerin gücü de “dünyaya” ait olmamalı! Güzellikleri de buradadır!
*
Hıristiyanlık, dünyevi gücünü nasıl kaybetti? Engisizyon, Krallarla olan çelişkisi v.b. çok şey söylenebilir ama zamanımızın en ‘bilge’ Marksist tarihçisi sayılabilecek E. Hobsbawm bu konuda çok önemli bir açıklama yapıyor. Katolik dini “kendi teolojisinin gönüllü kabulüne dayanmaktadır. Katolik Avrupa’da kadınların Katolik Kilisesinin ahlaki öğretilerini ya da buyruklarını otomatik olarak kabul etmekten vazgeçtikleri andan beri, tüm bir Hıristiyan dünyasını yönetme olasılığının ağır bir darbe yediğine ve bunun ileride gelişmiş ülkelerden Üçüncü Dünya’ya transfer edilmek durumunda kalınacağına inanıyorum.” (E.Hobsbawm Yeni Yüzyılın Eşiğinde)
Meğer, Dincilerin kadın üzerinden yapılan din siyaseti ne kadar da önemliymiş! Bir inancın “ötekileştirdiği” insanlar-kadınlar, “erkeklerden bir derece aşağıdaki” insanlar bile, o inanca gönüllü, severek, isteyerek boyun eğiyorsa, herkes boyun eğebilir. Eğmelidir! Bu yüzdenmiş kadınlar üzerindeki bu “anormal” hassasiyet! Pakistan ve Afganistan’da okula giden kız çocuklarının toplu katliamlarının, kadın cinayetlerinin, kadınları sindirmek için devlet eliyle yürütülen terörün, verilen fetvaların –bir yaşındaki kız nikahlanabilir, menstrüasyon gördüğünde evlenmek üzere…- kendi içinde “haklı” bir mantığı varmış!
Biliyorlar; kadınları kaybedersen, her şeyi kaybedersin! Musul’u “fetheden IŞİD’in ilk “fetvasında” kadınların nasıl yaşayacağına dair talimatlar “acil alınacak önlemler” arasında…
*
İnsani, Özgürlükçü Sosyalist Tinsellik elbette insanların-kadınların her hangi bir dine “gönüllü” boyun eğmesine, kadınların-insanların kişisel inançları, hayat tarzı seçimlerine saygı göstermeli. Hiçbir dinsel inancı aşağılamamalı. Her hangi bir hayat tarzını kimseye dayatmamalı! Ama düşünce, ideoloji ve davranış düzeyinde kadını dışlamayan, ötekileştirmeyen bir insanlık kültürü, bir hayat tarzı hayalinden vazgeçebilir mi? Bu hayali umursamayan, aşağılayan, önlemeye kalkışan Dinsel veya dünyevi kaynaklı sözel ve fiziksel terörü hoş görebilir mi? Hem de bu topraklarda bu dinsel Tinselliği kadınların-insanların lehine geriletmek için ciddi olanakları varken! Azımsanmayacak sayıda ve nitelikte güçlü karakterli laik, demokrat; alevi kökenli aydınlanmış ve Kürt isyan hareketinde pişmiş yiğit kadınlar yanı başında yaşıyorken.
Hiç bir düşünce külliyen reddedilemez; bu bağlamda Dinsel Tinsellik de diğer inançlara saygı (Alevilik, Hıristiyanlık, Ateist v.b) duyarak, “ötekileştirdiği” kadını insan sayarak, ücretli emeğin-sömürünün-kapitalizmin adaletsizliği konularında gelişme kaydetmek zorundadır! “Dünya malına önem vermeyen” gerçek dindarların önlerinde “küçük” bir engel vardır; kadınlar da bir dünya malı değildir! “Kalp’leri olan” birer insandır! Merhametli, iyilik dolu bir yürek taşıyan sahici dindarlar için, gerçekten de bu “küçücük” bir engeldir ve kolayca da aşarlar!
yazının sonraki bölümünde tin ile din kavramları tanımlanana kadar yorum ve değerlendirme yapılamaz, diye düşünüyorum.
ikinci bir konu da, HDK- HDP hareketinde bir “DEMOKRATİK İSLAM HAREKETİ” ile keza “DEMOKRATİK ALEVİ HAREKETİ” hatta giderek tüm inanç grupları ve ateistler için de örgütlenme imkanları hatta gerekirse partiler de kurulması yararlı olabilir… bu iş giderek ortadoğunun topyekun boğazlaşma alanına dönüş-türülme ihtimalini güçlendireceğe benzer. bu açıdan inançların demokratikleşmesi ve bu konuda bilinçlenme önem arzedecek gibi görünüyor…
bununla her adımı SADECE HDK-P ÇİZGİSİNDEN BEKLEMEK SONUCU UMARIM ÇIKARILMAZ. kendini sorumlu hisseden her kesin elinden geleni yapması gerekeceği açık… bunun için içindeen geçilen süreç yeterince açık.
BU CİNAYET ŞEBEKERİ KARŞISINDA
ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN
bu sorunun sosyalizmde bir çözümü yoktur.
batı’da “isteyen istediğiyle düzüşsün” şeklinde anlaşılıyordu marx’ın yazdıkları. doğuda ise “yarin yanağı” “nikah ahlakı” felan işin içine karışmak zorunda kalıyordu. bir süre böyle nerede kimin sesi yüksek çıkarsa onun peşinden gidildi. ama bir süre sonra, artık o da kesmez oldu.
kadın erkek ilişkisinde burjuva ahlakı nerede biter, sosyalist ahlak nerede başlar, böyle şeylerin cevabı yoktur marksizmde. marx’ın en baştansavma ele aldığı konu, kadın ve aile konusudur. tek şey öğrenirsiniz buradan:
– kadının ezilmesine karşıyız!
evet, biz de öyle.
https://eksisozluk.com/entry/43549345
fazla uzatmayi sevmiyorum;
Butun mesele budur: İnsan olabiliyor muyuz.?
Allahu ekber diyerek kelle kesenden insan olmaz.!
Ünlü müslüman yazar Şehristâni (1076-1153), daha 12. yüzyılda, yaşam karşısında dinsel kuralların yetersizliğini ortaya koyan görüşe yer verip bu görüşü savunmuştur. “Dinsel kuralların sonlu olduğunu”, buna karşılık yaşam ve gereksinimlerin sonsuz bulunduğunu, “sonlu olan birşeyin ise, sonsuz olanı kavrayıp içine alamayacağını” savunur bu görüş.
Anti Balistik Müslümanlar
Mustafa Siel
Anti Balistik Füzelerin Fonksiyonu
Anti-balistik füzeler, nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar veya konvansiyonel savaş başlıkları atmak için kullanılan balistik füzelere karşı, onları hedefine varmadan havada imha etmek için tasarlanmış füzelerdir.
Kısa bir süre öncesine kadar bizimle beraber olan bazı Müslümanlarda, anti kapitalist Müslümanlar sıfatı altında, karşı mahalleyi bizim (fikri) balistik füzelerimizden korumak üzere göğüslerini siper eden anti balistik füzelere dönüştüler maalesef.
Öyle ki, artık karşı mahalle kendini bizim saldırılarımıza karşı, İsrail’in demir tavan projesi ile Filistinli Müslümanların füzelerinden korunmaya çalışması gibi korunmaya çalışmakta; bizim balistik füzelerimize cansiperane bir şekilde karşı koyan ve kendilerini feda eden bu anti balistik Müslümanları keyifle izlemekte, gülücükler saçıp sırtlarını sıvazlamakta ve aferinlere boğmaktadır.
Mesela, aslında İslam’a karşı bir saldırı olan Gezi olaylarında sarsıntı geçiren İslam düşmanlarına dini destek mi lazım, hemen en antikapitalist hocamız arzı endam ederek; İslam’la tek ilgileri düşmanlık ve istihza olan gezi eylemcilerine dinsel soslar bocalar ve bu sosun altındaki zehri kamufle etmeye koyulur.
Bu şekilde bizim gezicilere attığımız balistik fikir füzelerine karşı anti balistik bir koruma kalkanı kurulur ve gezi saldırılarının İslam’a değil diktatör Erdoğan’a karşı masum ve haklı bir eylem olduğu yutturulmaya çalışılır. Bu yapılırken de, Erdoğan ve ekibi kapitalist olarak kıyasıya eleştirilirken, kapitalistlerin babası Koç ve Boyner’lerle aynı karede görünmenin garabeti üzerinde düşünülmez bile.
Müslüman Anti Kapitalist Olamaz mı?
Müslüman tabiatı itibarıyla antikapitalist olmak durumundadır. Lakin aynı zamanda antikomünist, anti feminist, anti fuhuşperestist, anti müstehcenist, anti kemalist, anti laik, anti sekülerist, anti sünnist, anti şiist, anti türkist, anti kürdist vs. vs. vs. olmak zorundadır.
Gel gör ki bu arkadaşlara göre tek sorun mülkiyet adaletsizliği sorunu olup, tevhit mülkiyetin tüm insanlara adaletçe dağıtımından, şirk ise mülkiyetin insanlar arasında adaletsiz dağıtımından ibarettir. Bu adalet sağlanırsa tüm sorunlar hal olur, dünya süt liman bir cennet olur. Bu nedenle fuhuşperestlerle, fenimistlerle, homoperistlerle, kemalistlerle, laiklerle vs. bir sorunları yoktur. Adete mesele mülkiyetse gerisi teferruattır demektedirler tutum ve tavırlarıyla.
Elbette mülkiyet sorunu önemlidir ve 107. Maun Suresinde işaret edildiği gibi, sosyal adalet dinin çok önemli ve vazgeçilmez bir unsuru – alanıdır. Bu nedenle ilk inen ayetlerden itibaren (kalem suresi gibi) infak ve zekata, sosyal adalete vurgu yapılmıştır. Ve elbette günümüzde muhafazakarların ve bilhassa bazı İslamcıların kapitalistleşmesi elbette sorgulanmalı ve gereğince eleştirilmelidir. Lakin bu arada laik ve ulusolcu kapitalistler es geçilmemeli değil midir?
Lakin din sadece mülkiyet ve sosyal adalet değildir. Tevhid ve şirk (yatırlar, putlar vs.) ve ahirete iman dinin temelini teşkil eder ve son inen ayetlere kadar defalarca gündeme getirilirken, ilk inen ayetlerden itibaren cinsel ahlaka ve ahde vefaya (mearic) dikkat çekildiği gibi, Lut kavminin helakinin ana sebebinin de homoseksüellik olduğu pek çok ayette dile getirilmiştir.
Oysa Antikapitalist Müslümanların öykündükleri solcu taife hayat kadınlarını emekçi saymakta ve ücretlerini kutsamakta, eşcinselliği ise tabi bir hak saymaktadırlar, bizimkiler bu konudalar da ne buyururlar acaba?
Devlet Herkese Beşbin Lira Maaş Versin, Ama Hes Yapıp Tabiatı Bozmasın
Bu arkadaşların anti kapitalistlikleri de çok gerçekçidir hani. İsterler ki devlet herkese iş versin, herkese en az 5 bin lira aylık maaş versin, ama nehirlere Hes (Hidroelektirik Santralı) kurarak tabiatı bozmasın. Bu arada zinhar nükleer enerji santralı falanda inşa etmesin. Haydar Baş’ın herkese iş, eş, aş sloganı kadar gerçekçidir bunların ekonomi projeleri.
İyi ama devlet kaynağı nerede bulup her vatandaşa iş ve asgari 5 bin lira maaş verecek diye sorarsanız gerçekçi bir cevapları da yoktur, zaten düşünmezler bu konu üzerinde. Çünkü onların derdi, öykündükleri ulusolcular gibi, üretim değil tüketimdir. Kim nasıl üretecek değil, üretilmemiş olanın nasıl tüketileceğidir? Klasik –bayat solcu söylemlerinin, üretmeden tüketmeye meraklı Kemalist ulusolcuların papağan gibi tekrarladıkları şeylerin ısıtılıp üzerine yeşillikler konularak yeniden servis edilmesinden başka bir şey değil yaptıkları.
Keşke istedikleri şey gerçekleşebilse, devlet herkese aş ve iş verebilse. Ama almadan vermek sadece Allah’a mahsus. Batı halkından almadan vermenin yolunu doğuyu sömürerek bulmuş, kendi halkı için ciddi bir sosyal adalet ve refah toplumu tesis etmiş. Lakin batının halkı buna rağmen ciddi olarak çalışıyor, 60 yaşından önce emekli olamıyor, devlet ekmek kapısı değil. Batıda ciddi bir sermayeder (kapitalist) kesim olup, bu iş imkanlarını bu grup sağlıyor.
Sizler (Koç ve Boyner istisna) sermayederlere karşısınız, devletiniz başka halkları sömürmek bir yana batılılarca sömürülüyor. Bu durumda nasıl herkese iş ve yeterli aş versin? El cevap, antikapitalist İslam gelecek, tüm sorunlar çözülecek. Hayırlı ütopyalar.
Biraz Das Kapital, Biraz Şeriati, Eşittir Müslüman – ı Anti
Osmanlının son zamanında ipi kıran yeniçerilerden birisi bir meyhane sohbetinde Yahudilerin İsa (as)’ı çarmıha gerdiklerini işitir ve Yahudilere karşı hışımlanır. Meyhaneden çıkınca önüne çıkan ilk Yahudi’yi gözüne kestirip pataklamaya başlar. Yahudi yalvar yakar kendisini niye dövdüğünü sorunca da, siz İsa (as) efendimizi asmadınız mı? Onun intikamını alıyorum senden der. Yahudi, iyi ama efendim bu dediğin olalı neredeyse 2000 yıl geçti, benim ne suçum var deyince de, olsun benim daha yeni haberim oldu der.
80’ler sonrası yıllarda da bazı radikal arkadaşlarımızın ellerinde das kapital görünür, bu arkadaşlarca Ali Şeriatı baş imam olarak algılanırdı. Geçen süreçte ne dünyada kominizim kaldı, ne İran’da Şeraiti’nin İslam – kominizim- Şia sentezi, nede bu arkadaşlarımız aramızda.
Ama bu anti kapitalist arkadaşlarımız anlaşılan İsa (as)’a Yahudilerin yaptığını yeni işitmişler de, Amerika’yı yeniden keşfetmeye, aramızdan savrulup giden bu arkadaşlarımızın yolundan gitmeye kararlılar. Bunlar ellerine das kapital yeni geçmiş gecikmiş birer Ali Şeriati özentisinden başka bir şey değil. Ne diyelim, akıbetiniz hayrolsun.
Yavur Kayırıcılar
Bu anti balistik Müslüman arkadaşlar sadece antikapitalist olup, kendi özel ve özgün duruşlarını koysalar neyse derdik. Lakin bu arkadaşlarımız maalesef antikapitalist oldukları kadar anti İslamcı ve solcu sever oldular. Ulusolculardan çektiğimiz yetmezmiş gibi, birde dinisolcular musallat oldu başımıza.
Kendilerini şu anda İslamcılardan ziyade solculara yakın hissediyor, onları veli – evliya (yoldaş ve yol gösterici) ediniyorlar. İslamcılar mahallesini terk edip, karşı mahalleye, bu mahallenin de İslam’a en fazla düşman olan kesimine yanaşma olarak kapılanmaya, oralarda birer gecekondu kondurmaya çalışıyorlar.
Bunun içinde onların gözünün içine bakıyor, onlardan bir aferin ve tebessüm olmak üzere olmadık şirinlikler yapmaya, eski mahalle arkadaşlarına her fırsatta çakmaya can atıyorlar. Karşı mahallede izzet arıyor, onların rızası için eski mahallelerini satmaktan, bu mahallede edindikleri birikimi yok pahasına satmaktan kaçınmıyorlar.
Bunlara göre artık Y nesli gelmiş, bu ulusolcu nesil laik ama laikperest ve jakoben değilmiş. Dolayısıyla bunlarla diyalog kurulursa, bunlar gerçek İslam’ı (tabi ki antikapitalist) İslam’ı görecek ve hidayete ereceklermiş. Tabi bu saflığa sadece ben değil, o kurt solcular da bıyık altından gülüyor, pos bıyıklarını sıvazlayarak içlerinden, göreceğiz kim kimi hidayet eriştirecekmiş diyorlar muhtemelen.
Ne Önceden Solcuydular Ne Şimdi Liberal, Daimen Kemalist Jakoben
Bir zamanlar Şeriati’nin gündeme getirdiği, bizim kesimde de ciddi bir kabul görmüş iken 1993 sonrasında ulusolcuların derin devletle dansını görünce (tıpkı şimdilerde derin cemaat konusunda olduğu gibi) saflığımızın farkına vararak terk ettiğimiz bir sakızı tekrar çiğnemeye başladı bu arkadaşlar.
Sakız özetle şöyle. “Bu solcular aslında vicdanlı ve asil insanlar, dine ve İslam’a değil, mülkiyet adaletsizliğine düşmanlar. Dolayısıyla gerçek İslam’la (antikapitalist İslam) bir tanışsalar İslam’a düşmanlıktan vaz geçecek, hatta hidayete erip İslamcı (tabi antikapitalist İslamcı) olacaklar.”
Arkadaşların hala anlayamadığı can alıcı bir nokta var. Yanaşmaya çalıştıkları karşı mahalle solcularının en temel ve değişmez tek bir özelliği var. İslam düşmanlığı. Bunlar din düşmanı değil, sadece İslam’a düşmanlar. Aleviliği yere göğe sığdıramaz, Hristiyanlıkla uğraşmaz, Budizm gibi gizemli dinlere özel ilgi duyar, ama İslam’a her halükarda ve her daim düşmanlık ederler.
Üstelik bu öyle bir düşmanlık ki, Bunlar İslam’ın hurafesine de, gerçeğine de düşmanlar. 3.Ali İmran Suresi 118. ayette açıklanan, Medine Yahudilerinin Müslümanlara olan tutumları gibi tutumları, ağızlarından taşıyor öfkeleri, (takiyyeten) göğüslerinde sakladıkları ise çok çok büyük, ağızlarından taşandan.
Anlamıyor musunuz Mesele İşçi Hakları Değil
Bu ulusolcuların solculukla, işçi hakları ile, gelir adaletsizliği ile en ufak bir alakaları yok. Zaten çoğu ya tuzu kuru kesimlerden, yada İslam düşmanlığını solculuk yada alevicilik maskesi altında gizleyenlerden. Bunların abileri bir zamanlar sıkı solcu iken, sonradan sıkı liberal oldular, şimdi de sıkı Erdoğan düşmanı.
Aslında bunlar ne eskiden solcuydular, ne sonradan liberal olmuşlardı, ne de şimdi Erdoğan (şahsına) düşmanılar. Her daim – daimen İslam düşmanı idi bu abiler ve onları takip edenlerinde onlardan hiçbir farkı yok.
Zaten Türkiye’de laik, liberal, solcu vs. yoktur; iflah olmaz İslam düşmanları vardır ve en az 100 yıldır İslam’ın kökünü kurutmaya yönelik yeminli ve kesintisiz bir mücadele söz konusudur bu kesimce yürütülen.
Katranı Ne Kadar Kaynatırsan Kaynat Şeker Olmaz
Katranı ne kadar kaynatırsan olur mu şeker demişler atalar. Bizim ulusolcularımızda İslam düşmanlığında katran kadar kara ve kavi. Her şeyden ödün verir, her şeyden vaz geçerler, ama İslam düşmanlığından asla. Çünkü tek ve esas varlık sebepleri bu.
Mümin aynı yılan deliğinden iki defa sokulmazdı hani? Bunların atalarının 1920’lerdeki takiyyesini ne çabuk unuttunuz ey antici arkadaşlarımız! Hatırlasanıza, bu ulusolcuların ulu, ezeli ve ebedi lideri, hidayet ermiş, tam bir İslamcı gibiydi o günlerde.
Öyle ki Meclisi Cuma namazı ardından mevlütlerle açtırıyor, camilerde hutbe veriyor, kendini adeta evliya gibi gösteriyordu. Sonrasını size anlatmaya gerek yok ki, hepimizden çok okumuş yazmış çocuklarsınız, sonrasını bizden iyi biliyorsunuz elbette.
Kürt Ulusolcularıda Türk Ulusolcularının İzinde Yürüyor
Epey geçte olsa Kürt Ulusolcuları da uyandı nihayet ve Türk Ulusolcularının atalarının yolundan gitmeye başladılar. En son Demokratik İslam Kongresi düzenlediler ve İslam’a övgüler düzdüler. Biz bu filmin Türki versiyonunu 1920’lerde görmüştük, siz geç kaldınız, atı alan Üsküdar’ı geçti çünkü ey Kürdiler.
Öcalan Türk Ulusolcuların atasını takip ederek, Kürt Ulusolcularının atası olmaya gayret ediyor. Gördüğümüz kadarıyla Kürt Ulusolcularının bu projesine en önemli entelektüel desteği de, geçmişte beraber olduğumuz antikapitalist Müslümanlarla Kürt İslamcılar sunuyor.
Hani 1923’te hilafet kaldırılırken, hilafetin İslami bir kurum olmadığını, hem de İslami argümanlarla savunan bir Seyyid bey vardı, işi bitince buruşturulup çöp kutusuna atılan. Kürt Ulusolcularının bu projesine katkı veren Kürt İslamcılarının da akıbeti farklı olmayacak büyük ihtimal.
Çünkü tıpkı Türk Ulusolcuları ve ataları gibi, Kürt Ulusolcuları ve atalarının en temel dinamiği İslam düşmanlığı. Lakin köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek gerektiğini, aksi halde köprüyü geçemeyeceklerini Kürt Ulusolcularının müstakbel atası ancak 100 yıl sonra anlayabilmiş anlaşılan.
Mü’minlerden Başkasını Veli Edinenlerin Akibeti
Mü’minlerin Velisi Allah ve diğer gerçek mü’minlerdir ancak. İman ve cihad iddiasında bulunmakla beraber, iman ve cihad anlayışı Kur’ani açıdan sorunlu olanların veli edinilip edilemeyeceği tartışılabilir ama, iman ve cihad iddiasında bulunmayanların, hele ulusolcular gibi tescilli İslam düşmanlarının veli edinilemeyeceği hususu, 3.Ali İmran Suresi 28. Ayet ve konuyla alakalı pek çok ayetten açıkça anlaşılan, asla tartışılamayacak açık ve kesin bir Kur’ani hükümdür.
Yüce Allah sadıklarla beraber olun diye emrediyor Müslümanlara. Müslümanlarla beraber olabilmek için bile sadıklık şartsa, İslam düşmanlığını ulusolculuk maskesi altında gizleyen hainlerle beraberlik neyle izah edilebilir.
Akreple dost olan kurbağanın hikayesini bir daha okuyun. Suyu geçinceye kadar sırtınıza binen o akrepler, suyu geçtikten sonra mutlaka ama, belki suyu geçmeden bile sizi sokabilirler, çünkü tabiatları öyle.
Körle oturan şaşı kalkar demişler. Bunlarla otura otura şaşı olduğunuz ortada, hiç olmazsa kör olmadan uzaklaşın bunlardan. Yoksa sizde bunlar gibi kör olacaksınız.
İzzet ancak Allah’a, peygamberine ve gerçek Mü’minlere aittir. Başka yerlerde izzet arayanlar, gittikleri yerlerin gerçek sahiplerinin zilleti altında kalmaya mahkumdurlar. Malum ne demiş atalar, her horoz kendi çöplüğünde öter. Ey antici arkadaşlar, sizi o çöplüklerde öttürmezler.
http://www.haksozhaber.net/anti-balistik-muslumanlar-28656yy.htm