Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Foti Benlisoy/”Ne zaman savaşıp ne zaman savaşamayacağını bilen kazanır”

Direnişler, Duyurular, Konuk Yazılar

 

Kendi kendimize yalan söylemek, kendimizi kandırmak düşeceğimiz belki de en ciddi hata. Dalga geri çekiliyor. Geçen sene bu zamanlarda sokakta olan milyonlardan (dile kolay, resmi makamlar dahi dört küsür milyon insandan bahsediyordu) eser yok bugün. Berkin Elvan’ın cenazesinin ardından bir daha büyük kalabalıkların toplandığı eylemler gerçekleşmedi, gerçekleşemedi. Hepimiz gördük; 1 Mayıs geçen senekinden de cılızdı. Soma’daki katliam, sokağa da taşan bir öfkeye neden olduysa da şimdilik yeni bir kabarışa dönüşmeyen kısmi bir parantez olarak kalıverdi.

Bu geriye çekilişi sadece korkuyla, polisin dün bir kez daha şahidi olduğumuz amansız terörüyle açıklamak mümkün değil. Şiddet muhakkak hesaba katılması gereken bir neden elbette. Polisin sokağı sindirmek için bilinçli bir biçimde şiddeti seferber ettiği, kitleleri terörize etmeye, zaten mevcut olan geri çekilişi tam bir ricata dönüştürecek bir panik havası yaratmaya çalıştığı açık. Geçen sene hep birlikte aştığımız korku duvarında açılan gedikler hızla onarılıyor, duvar daha da yükseltilip iyice berkitiliyor. Ancak korku tek, belirleyici neden değil. Kitle hareketinin mevcut iktidara karşı bir güç odağı oluşturamaması, belirgin bir seçenek inşa edememesi, sandığa dönük oluşan umutların boşa çıkması, hızlı bir çözüm arayışında olan geniş kitlelerde hayal kırıklığının ve dolayısıyla yorgunluğun hâkim olmasına ister istemez neden oldu, oluyor. Bu dönemde genel hatlarıyla sol da sokağı örgütlemek, direnişi toplumsal hareketler içerisinde süreğen hale getirmekte pek de başarılı olamadı. Sokak muhalefeti bir siyasal-sosyal dönüşüm stratejisinin belirleyici momenti olarak tanımlanamayınca sokakta olmak kendisini ancak kendisiyle açıklayabilen bir mahiyet (sokakta olmak için sokakta olmak) edindi. Böyle olunca da yukarıda anılan atalet ve umutsuzluk, geniş kitleler nezdinde, sistem içi seçenekler arasındaki kavgaya, muhtemel bir “saray darbesine” ve elbet seçimlerle gelecek kolay bir çözüme bel bağlamaya götürdü.

Açıkçası bu geri çekiliş eğiliminin öyle yakın zamanda ve kolayca tersine çevrilmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Yapılabilecek tek şey geri çekilişi “düzenli” hale getirmek, onun topyekûn bir ricat ve dağılmaya dönüşmesini engellemek.  Bunun için evvel emirde yapmamız lazım gelen şey, her şey sanki Gezi günlerindeymiş, sol ve sokak muhalefeti almış başını gidiyormuş gibi davranmaya son vermek. Yüz binler bir çağrıyla harekete geçmek için tetikte bekliyor değil. Sosyal medya üzerinden yapılan merkezi toplanma çağrılarının vadesi çoktan doldu. “Meydanları özgürleştirme” lafzı mevcut güç dengelerini hiç dikkate almayan içi boş “devrimci verbalizme”, amiyane tabirle lafazanlığa dönüşmüş durumda. Dünkü Taksim çağrısını düşünelim. Hareketin (biz anlamadıysak da devlet erkânının çoktan anladığı) gerileyişinin aşikâr olduğu koşullarda “düşman” güçlerinin en yoğun olduğu, onun en hazırlıklı olduğu alanda bir meydan okumaya girişmek yenilgiye davet çıkarmak değilse neydi?

Dün akşam Taksim’de kurbanlık koyun misali dolanırken aklıma zamanında Mao’dan okuduğum bir cümle geldi: “Kazançtan çok kayba uğrayacağımız ya da berabere kalacağımız yıpranma çarpışmalarından kaçının” diyordu Mao. Biraz açmaya çalışayım. Malum, Mao Zedong, gerilla savaşını, daha güçlü bir ordu karşısında başvurulan konjonktürel bir taktik zorunluluk olmaktan çıkartıp ona stratejik bir derinlik kazandırmış, siyasal ve askeri araçların özgün bir kombinasyonu olarak ele almıştı. 1930’ların başında ÇKP saflarında hâkim olan Sovyet destekli ultra sol askeri maceracılığa karşı Mao, hazırlıksız hiçbir çarpışmaya girmemenin ve kazanılacağına güvenilmeyen hiçbir çarpışmayı kabul etmemenin temel önemini vurguluyordu. Hareket ve inisiyatif Mao açısından temel önemdeydi. Bir muharebenin kaderini belirleyen temel faktör, askeri karşılaşmanın yeri ve zamanını kimin seçtiği, kimin tayin ettiğiydi. İnisiyatif her zaman devrimci saflarda olmalı, düşmanın güçlü değil zayıf yanlarına vurulmalı, güçlü düşman karşısında taktik geri çekilişlerden imtina edilmemeliydi. Mao’nun bir slogana dönüşen ifadesiyle, “düşman ilerler biz çekiliriz, düşman konaklar biz rahat vermeyiz, düşman yorulur biz saldırıya geçeriz, düşman çekilir biz kovalarız.” Aslında bu görüşleriyle Mao, “ne zaman savaşıp ne zaman savaşamayacağını bilen komutan muzaffer olur” diyen (MÖ 6. yüzyılda yaşamış) Sun Tzu’nun izinden gidiyordu bir bakıma.

Uzatmayayım. Taksim’den Çin’e uzanan yol yanıltmasın. Mao’ya referans uzatmalı halk savaşıyla ilgili değil elbette. Amaç onun askeri düşüncesini bağlamından kopartıp bir siyasal metafor olarak kullanmak. İşte Mao’nun yukarıda andığım cümlesini aklımda evirir çevirirken, Gezi’nin “yıldönümünde” düşmanın karşısına onun en güçlü olduğu yerde çıkmamızın nasıl hesapsız bir iş olduğunu düşündüm belli belirsiz. Gecenin bir vakti eve gelince Mao’nun (sonradan araları açılmış olsa da) yoldaşı ve silah arkadaşı Lin Biao’nun bizde zamanında çok meşhur olan “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” kitabını karıştırayım dedim. Lin Biao yukarıda aktarılan hususta Mao’nun izinde gidiyordu elbette. Ona göre devrimci güçler, “heybetli bir düşmanı yenmek istiyorlarsa, kendi gücüyle düşmanınki arasında büyük bir oransızlık olduğu durumlarda, sonuçları umursamadan çarpışmalara girmemelidirler. Böyle yapmazlarsa, ciddi kayıplar verecekler ve devrimi ağır gerilemelere uğratacaklardır.” Lin Biao buradan hareketle şu formülasyonu ortaya atıyordu:  “Yenebilecekken savaşmamak oportünizmdir. Kazanamayacakken savaşmakta diretmek maceracılıktır.”

Çin’i bir tarafa bırakalım, Gezi’nin yıldönümüne, Taksim’e dönelim. Mao ve Lin Biao’nun yukarıda aktarılan satırları düşünüldüğünde, dünkü eylem çağrısının ne vahim bir hata olduğu açık. Dün tam da kendi gücümüzle düşmanınki arasında büyük bir oransızlık olduğu bir durumda, sonuçları umursamadan çarpışmaya girdik. Sonuç ciddi bir demoralizasyon, muhtemelen sokaktan çekilişin daha sürat kazanması olacak. Peki bu çarpışmadan kaçınamaz mıydık? Böyle elverişsiz koşullarda, nasıl sonuçlanacağı belli olan bir çağrı yerine mevcut güçleri derleyecek bir anlayışla hareket edemez miydik? Bir önceki sene sokağa çıkmış insanları bir biçimde seferber edebilecek, onlardan nispeten daha düşük bir angajman düzeyi talep etmekle beraber onlara gerçekten ulaşmayı hedefleyecek farklı tarzda bir çalışma yürütemez miydik?

Yukarıda adı geçen Sun Tzu, “düşmanı aldatmak için zayıf olduğunuzda güçlü, güçlü olduğunuzda zayıf görünün” der.  Biz dün, bırakın şaşırtmayı, hükümet ve polisin tam da bizden beklediği hamleyi yaptık ve olduğumuzdan da zayıf göründük. Oysa mevcut koşullarda demoralizasyona yol açacak bir yenilginin kesin olduğu Taksim çağrısı yerine, daha düşük profilli (ve olabildiğince az riskli) eylemlilik biçimlerini içerecek ve belki bir hafta, on güne yayılabilecek bir kampanyayla Gezi’nin moral itibar ve meşruiyetini arkamıza alabilirdik. Bu, Gezi’yle birlikte sokak siyasetiyle tanışmış insanlarla (Taksim’i zorlamaktan belki daha az spektaküler ama kuşkusuz daha sahici) bir yeniden buluşma imkânı sağlayabilirdi. Olmadı.

Gezi toplumsal muhalefet güçleri açısından muazzam bir sıçramaydı. Nefesimiz bu sıçrayışın devamını getirmeye şimdilik yetmedi. Ancak yine de Gezi öncesiyle kıyaslanamayacak derecede olumlu bir konumdayız. Bu son bir yılda yüz binlerce insan şu ya da bu düzeyde sokak siyasetiyle tanıştı, binlercesi militan mücadele deneyimleri edindi. Solun mücadele araç ve yöntemleri, sloganları büyük bir toplumsal itibar ve meşruiyet kazandı. Hepimiz yeni şeyler öğrendik, bir senede belki de şu son on yılın toplamından daha fazla deneyim kazandık. Direniş popüler kültürde yankı bulan bir temaya dönüştü. Bu “uzun” bir yılda biriktirdiklerimiz saymakla bitmez. Çok zengin bir miras edindik. Ama dikkat. Ne kadar büyük olsa da her mirasın bir sonu var. Mevcut olanla, “mış gibi” yapmakla yetinir, reel güçler dengesiyle hiçbir rabıtası olmayan devrimci tınılı pozları siyaset sanarsak hepsi gibi bu mirasın da elbet sonu gelecek.

10 Comments

  1. Anonim

    Yukarıda yazılanların aşağı yukarı aynısını İP/Aydınlık çevreleri de söylüyor. Onlara neden kızıyorsun ki?

  2. Gün Zileli

    Onlara bu konuda kızdığımı hatırlamıyorum.

  3. Gün Zileli

    Ayrıca burada yayınladığım her yazı ona katıldığım anlamına gelmez. Belki de birkaç gün sonra bu görüşle tartışmak için yayınladım, nereden biliyorsun?

  4. soruYorum

    Taksim ve Gezi parkının sembolik öneminden vaz geçmek, bu eylemsellik sürecinin tüm anlamını belirsizleştireceği için, mümkün değildi…oradaki ünlü simaların , sanatçı ve aydınların bu olmazsa olmaz sembolik anlama uygun bir şekilde, oturma eylemi benzeri pasif ve kararlı-inatçı bir ısrarla sürdürmeleri, bence yerinde olmuştur.

    ancak, devlet en az 25 bin polisini oraya yığmışken, “her yer taksim, her yer direniş ” şiarına uygun olarak, tüm mahalle araları, sokaklar, caddeler eylem alanı olarak görülmeli ve değerlendirilmeliydi…bilhassa işçi – kürt ve alevi semtlerindeki fırsat ve imkanlar kullanılabilirdi, diye düşünüyorum.

  5. Gün Zileli

    Bu durumda gecikmeden yazıyla ilgili yorumumu yazmam gerekiyor sanırım. Mao da Lin Biao da büyük savaş ustalarıdır. Ne var ki ordu ya da gerilla savaş taktiklerini sokak hareketlerine birebir uygulayamazsınız. Uygulamaya kalkarsanız tamamen tersi sonuçlar alırsınız. Kaldı ki, bugünkü sokak hareketi geçmiştekilerden de önemli bir farklılık göstermektedir. Çünkü bugünkü sokak hareketleri tamamen çok parçalıdır ve hiçbir örgütün komutası altında değildir. Buna en başta Taksim Dayanışması da dahildir, Taksim Dayanışmasının rolü tamamen semboliktir. Yani Taksim Dayanışması Taksim’e gitmeyin çağrısı da yapsa insanlar oraya yine gidecekti. Bu karar tamamen bireysel iradelerle ilgilidir. Bugün kimseye şuraya git buraya gitme denebilecek bir durum yoktur. Sokak hareketi tamamen böyle bir kendiliğindencilikle yaşanacaktır. Kendisi çok yıpranacak ama çok da yıpratacaktır.

  6. O.Gürsel

    Bu yazıya hiç bir şekilde katılmıyorum.
    Birincisi “elmalarla armutlar toplanmaz!” Silahlı savaş için geçerli olabilecek taktikleri “protesto mitingleri” ile aynı kefeye koymak saçma bir yaklaşım. Okuduklarından bir şey anlamamış!
    İkincisi, hiç kimse milyonların sokağa çıkacağını düşünmedi; düşünen Gezi İsyanın anlamamış olandır. Gezi isyanı bundan sonraki “planlı” kitlesel hareketlerin ölçüsü değildir; bu isyanın özgünlüğü “plansızlığı’dır!” Gücü de buradan gelir… Ve bu en büyük tehdittir!
    1 Mayıs da, 31 Mayıs 2014 de “protesto” den kitlelerin “aysbergin görüneni” olduğu kabul edilmeli… Kuşkusuz RTE böyle görüyor; ama yazar görmek istemiyor… Bu iki demokratik mitingin de AKP-RTE’nin meşruiyetini kemirdiği görülmüyor mu? Bu iki miting de Korku’yu ne tarafın taşıyacağını anlatmıyor mu?
    Gezi isyanı ve sonraki mücadele bir iktidar mücadelesi değil ki; Diktatörlüğü yola getirmek! Gezi İsyanının ne amacı vardı ki, bu amaçtan daha geriye çekildiği iddia ediliyor… Ne korkunç! Aksine 31 Mayıs 2014 protesto mitingleri olmasaydı RTE insanları sindirdiğini düşünecekti… Ve ne güzel; kimse ölmedi! Ölseydi belki yazarın istediği keskinlikte bazı şeyler olabilirdi!
    Bu isyanların kendisinin bilincinde olmadığı ama bir şekilde arzuladığı bu Diktatörün gitmesi! Ve bu isyanların bunu doğrudan yapma şansı olmadığını biliyoruz; o zaman başarısızlık ne ki? Beceriksiz, kişiliksiz, zeka ve irade yoksunluğu ile malul CHP (Soma katliamı için bile İLO sözleşmeleri, sendikal özgürlüklerle ilgili vb. yasaları getiremeyen CHP) ortada iken salt sokak hareketleri ile RTE’nin Diktatörlüğünün deşifre edilmesi neden başarısızlık olsun ki?
    RTE’nin acımasızlığının, yalnızca belli bir kesim dayanarak vahşice bir yürütme gücü olduğunun teşhiri neden başarısızlık olsun ki?
    Ne yazık, Mao ve arkadaşları konusunda anlattığı hikayelerle Gezi İsyanına ait benzetmeler bir malumatfuruşluktan başka anlam taşımıyor… Zaten “sol’cuların” bu ezberlediği “dinsel hikayeler”; “peygamber Uhud savaşında vb…” anlatılardan ne kadar da farksız… Zafer-İktidar isteyen savaşlarla, Gezi İsyanını bir arada anabilmek ancak “tahsil” ile mümkündür…
    Sokak muhalefeti için Diktatöre karşı mücadele onun gerçek yüzünün, yalanlarının teşhiridir. AKP’den iktidarı devralmak bu muhalefetin işi değildir… Bu hayalleri kuranlar için son 1 yıl bir “başarısızlık” olabilir! Bu onların sorunu!
    Her ne olursa olsun 30 mayıs 2013’den çok daha öndeyiz…
    Diktatör gerçek meşruiyetini kaybetmiştir…
    İktidar bir zor aygıtı olsa da ekonomik-kültürel “ikna” ile ayakta kalır…. RTE açıkça “yemlediği” yığınların yalancı oyları ve çıplak şiddet ile ayakta duruyor… Kültürel ikna % 20 yi geçmez! Kalan % 20 yi yemleyerek, suç ortağı yaparak orada kalabiliyor… Nasılsa bir özgürlükçü sosyalist yapı alternatif olmadığına göre var olan “dengenin” kötü olduğunu iddia etmek gerçekçi değil!
    ***
    RTE’nin ne korkunç yalanlarla iktidarı gasp ettiğinin kanıtı olarak değerlendirilmeli aşağıda yazılanlar…
    ” AKP de, iktidara gelmeden yaklaşık 1,5 yıl önce 14 Ağustos 2001’de kurulurken “AK Parti Programı”nı ilan etti.
    Bakın şu satırlar; eğer iktidara gelemeyip de muhalefette kalsaydı adeta bugün AKP’nin de Gezi Parkı’nda çadır kuracağını düşündüren AK Parti Programı’ndan:

    ‘Herkes özgür değilse kimse özgür değil’
    – Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir, özdeyişi, partimizin temel ilkelerindendir. Partimiz, bireyi bütün politikaların merkezine alarak demokratikleşmenin sağlanmasını, temel insan hak ve özgürlüklerini temin etmeyi ve korumayı en önemli ödevleri arasında sayar. Partimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin, sivilleşmenin, demokratikleşmenin, inanç özgürlüğünün ve fırsat eşitliğinin esas kabul edildiği bir zemindir.

    – Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır. Bu inanç tüm sosyal ve iktisadi dinamikleri harekete geçiren temel güçtür. Ayrıca bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
    ‘İktidar, çoğunluk iradesini mutlaklaştırmaz’
    – Demokrasi hoşgörüye dayanan bir sistemdir. Demokrasilerde vatandaşlardan bir kısmının daha üstün hak ve özgürlüklerden ya da ayrıcalıklardan yararlanması mümkün değildir. Demokrasilerde vatandaşlar, yasaların eşit koruyuculuğu altında özgürce yaşarlar. Farklı tercihlerin rekabeti, sağlıklı bir demokratik sistemin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yarışta çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler. Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz…
    ….
    – Çağdaş demokrasinin en çok önemsenen niteliklerinden biri çoğunluğun hiçbir şart altında temel hak ve hürriyetleri tartışma konusu yapmaması ve azınlıkta bulunanların hak ve özgürlüklerine saygılı olmasıdır… Azınlıkta kalan görüşlerin ve muhalefet hakkının anayasa ile güvence altına alınması demokrasinin çoğulcu niteliğini pekiştiren bir unsur olarak kabul edilmektedir.
    ‘Evrensel insan hakları uygulanacak’
    – Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir… İnsan hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacak, devlet organları ile bu kuruluşlar arasında sıkı bir işbirliği oluşturulacaktır. İnsan hakları ihlallerinin tespiti, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, insan hakları eğitimi ve kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir…
    ….
    Programda bir Gezi sözü
    – Vatandaşların kendi köyleri, mahalleleri, şehirleri, hizmetlerinden yararlandıkları ve çalıştıkları kurumları ile ilgili konulardaki görüşlerini, şikâyetlerini ve çözüm önerilerini değerlendirecek ve işleme koyacak mekanizmalar oluşturacaktır.
    – Partimiz, çevre ile ilgili planlarını merkezden değil, yerinden yönetimler aracılığıyla gerçekleştirmeyi ve politikalarını katılımcı demokrasi anlayışı ile bütünleştirerek uygulamayı esas alacaktır. Bunu temin için yerel yönetim ağırlıklı bir ‘Çevre Yönetim Sistemi’ geliştirilecektir… Çevre konusunda vatandaşlardan gelen her türlü şikâyet dikkatle incelenecektir. Çevre konularında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ile işbirliğine gidilecek, çevre sorunlarının çözümünde vatandaşların inisiyatif alması teşvik edilecektir.
    ‘Özgür medyadan vazgeçilemez’
    – Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır.
    – Sansür ve benzeri kavramların tanımı, şüpheye mahal bırakılmaksızın ve tamamen sivil inisiyatif tarafından belirlenecek ve önlemler de yine siyasi iradenin dışında alınacaktır.
    ‘Toplantı ve gösteri hakkı etkili kullanılacak’
    – Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri gerçekleştirecektir. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı bütün unsurlarıyla gerçekleştirilecektir. Tüm bireylerin hak arama yolları kolaylaştırılacaktır.
    – Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir.
    – Başta düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere bütün sivil ve siyasi özgürlükleri, çoğulculuğun, barış ve uzlaşmanın temel şartı olarak görüyoruz.
    ‘Gençler bastırılmayacak,
    söz hakkı engellenmeyecek’
    – Özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur. Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
    – Ülkemizde gençler iyi eğitilmemiş, işsiz bırakılmış, enerjileri bastırılmak istenmiş, söz hakkı verilmemiş, güvenilmemiş ve hatta zaman zaman bir tehlike unsuru olarak görülmüştür. Bu nedenle partimiz, toplumun gençlere, gençlerin de Türkiye’ye güvenini sağlamayı temel hedefleri arasında görmektedir… Partimiz; özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel anlayışın doğrularından haberdar olan ve hayatın güçlükleri ile baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençler yetiştirmeyi hedeflemektedir.
    – Burada (AK Parti’de) katı yargılar değil, ilkeler; tekelci akıl değil, kolektif akıl hakimdir. Bu programın en önemli tarafı, eyleme dönüştürülemeyecek söylemlere yer vermemiş olmasıdır. Doğru, gerçekçi ve uygulanabilir olması, parti politikalarımızın tanımlayıcı özelliğidir. Sözümüzle özümüzün bir olduğunu en iyi halkımız bilmektedir.”

  7. Yusuf Cemal

    Yazı inanılmaz korkunç. Bu tahlil için inanılmaz geç bir zaman. Aylar önce yapılmalıydı bu. Aylar önce, saf sokak gösterileri çıkmaz sokağa girdiğinde yapılmalıydı bu tahlil. Her gösteriden sonra en dıştaki katmanlardaki insanlar “biz ne yapıyoruz?” diye sormaya başladıklarında yapılmalıydı. Şu anda hedefin ne olması gerektiğini bile saptayamayan bir yaz. Demek Taksim’i alınabileceğini gerçekten düşünmüş ha? Nasıl bir camdan fanus içinde yaşıyor acep?

    Ama O. Gürsel’in “kemirme” formülünün yanlış olduğunu, onun ikinci formülünün yani diri durma formülünün daha doğru olduğunu düşünüyorum. Diri durduk. Keşke şu Soma mitinginde de diri durmayı başarabilseydik.

    Ve sonuçta, bize taktik öğretme Foti kardeş. Eğer varsa fikrin, yolu göster. Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Öner ki, yolu göster ki,seninkiler ve bizimkiler çarpışsın. Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın. Bakalım saf sokak edebiyatı mı, yoksa çalışan sınıfın öz örgütlülüğü mü kazanacak…

  8. Nazife Kaya

    Foti arkadasin yazisini biraz geçte olsa bu gece yarisi okuyabildim.Gezi özelinde ve yildönümü vesilesi ile evlerinden sokaga cikamaz hale geldigini iddia ettigi milyonlarin ´´yilginligini ve yorgunlugunu´´ siyasal diyemeyecegim ama ´´psikolojik´´bir analiz den gecirmis.Zira sinif perspektifli siyasal bir degerlendirme ile ele alinacak olsa:1-Mao´nun önderligi altindaki partizan – halk savasi ordusuna/gerillasina ögütledigi savas taktikleri ile “gezi gerillalari´´ni birbirinden ayird edebilmeliydi,
    2-Gezi, plansiz , örgütsüz ve randevusuz bir isyanla basladi, dogal ve meşru bir direnisle devam etti. Haziran direnisi neyi istemediginin mesajini cok acik kendi humoruyla dile getirdi. Foti BenlisoyTaksim de israr yönelimindeki anlami ve siyasal mesaji göremeceyecek kadar yilginliga ve umutsuzluga kapilmis.Devlet bile ne yazikki Taksimi Fotiden daha cok önemsedi,cünkü onlar bu alanin siyasal anlamini cok iyi biliyor.Bir yil sonrasina kalan nicelik+nitelik bilesimi olmustur.
    3-Avrupanin gözü Gezi yildönümünde Taksim üzerindeydi ama gezicilerin degil devletin üzerindeydi,Taksimi nasil bir ablukaya alacagini,eylemcilere yine nasil saldiracaklarini konustular ve ne olursa olsun yildönümünde taksimde olunmasi gerektigi dogalligini konustular.Bizim Foti arkadas´a Taksim neden dogal gelmedi?Yilgin ve yorgun olan kendisi mi acaba?
    4-Kitle hareketindeki bu yükselisten hemen yarin devrim olacakmis gibi bir beklentisi olduysa ve böyle bir hayal kurduysa-haziran direnisi özelinde- görece durağanlik durumunda da hayal kirikligi,pasifist egilimler , yorgunluklar ve ögrenilmiş yilginlik yaymakla amaclanan ne ola ki?

  9. Dogan Demir

    Bir kisi bile kalsak, dogru olan, Taksim’e gitmektir. Biz savasa gitmiyoruz! Diktatöre ve usaklarina asla pes etmeyecegimizi haykirmaya gidiyoruz. Amac budur ve her zaman dogru adres Taksimdir. Yakin gelecekte o meydani milyonlar özgürlük sarkilariyla inletirken, bunun, bu sene Taksim’e cikmayi göze alanlarin cesaretiyle gerceklestigini hep hatirlayacagiz…

    Bu daha baslangic!..

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑