Ben pek izleyemiyorum, bir arkadaşım “Ergenekon davası”yla ilgili bir duruşmanın haberini göndermiş. Bir “gizli” tanık kalkıp Doğu Perinçek’in aleyhinde ifade vermiş. Bu “gizli” tanığın söylediklerinin afakiliğini bir yana bırakarak “gizli tanıklık” denen şeyin üzerinde durmak istiyorum bu yazıda.
Bu tanık efendi neden gizlidir acaba? Neyini gizlemektedir. Devletin bütün gücü arkasındadır, bütün polis gücü de öyle. Eğer bildiği bir şey varsa çıksın, açık açık söylesin, neyse o bildiği şey. Aleyhinde tanıklık ettiği kişiler içerdedir, kimse ona bir şey yapamaz.
Sakın bu “gizli” tanık yaptığı rezilce işten utanıp saklanıyor olmasın. Benim aklıma en mantıki izah olarak bu geldi. Evet evet, eli kolu bağlı insanlar aleyhinde kalkıp ifade vermek gerçekten utanılacak bir şeydir.
Öte yandan, bu “gizli” tanık hokkabazlığına alet olan mahkemelere ne demeli? Bu tür “tanıklıkların” hiçbir inandırıcılığı olmayacağını nasıl bilmezler? Ben ne bileyim toplumun önüne çıkmaya korkan bu korkağın satılmış biri olmadığını, bu işi para ya da herhangi bir çıkar için yapmadığını? Toplumun önüne çıkmaya cesareti olmayan bir müptezelin ifadesinin ne değeri olabilir ki?
12 Mart döneminde yargılandım. O zaman bizi yargılayan sıkıyönetim yargıçlarına “faşist diktatörlüğün aletleri” diye hitap ederdik. Şimdi düşünüyorum da, haksızlık etmişiz. O yargıçlar hiçbir zaman karşımıza “gizli” tanık falan çıkartmaya tevessül etmemişlerdi. Hatta 12 Eylül dönemindeki yargılamalarda bile böyle bir rezaleti duymadım. Ne oluyoruz yahu!
Sanırım Oral Çalışlar, olup bitenin farkına varmaya başladı. Bir süredir yazılarında operasyonları eleştiriyor, bugünkü yazısında da bu konuda iyi şeyler yazmış. İyi şeylerin kıymetini bilmek, şu yaşadığımız karanlık dönemde en ufak bir ışığı bile selamlamak gerek. Baksanıza, karanlıkta “gizli” tanıklar dolanıp duruyor. Bu yüzden, politik ya da ideolojik nedenlerle olumlu şeylere burun kıvırma lüksüne sahip değiliz. Toplumsal mücadelede mirasyedi tavrı, sadece keskin konformizme işaret eder.
Bu konuya girmişken, gizli olmayan, gizlenmeye bile gerek görmeden müptezelliklerini devam ettiren birkaç basın mensubu ya da organına da değineyim bari.
Ozan Kütahyalı adlı şahıs altı şahıs, bir TV programına bağlanan Bedrettin Dalan’a şöyle demiş: “Yani haksız olduğu için Almanlara sığındınız. Yıllarca ulusalcılık yapan, yıllarca Türkiye dışarıya kapansın diyen Bedreddin Dalan, Almancı oldu.”
O kadar özgürlükçüyümdür, kimsenin ağzının tıkanmasını istemem ama bir an için, “yetkim olsa şu Kütahyalı denen geri zekâlıya bir yıl televizyonlara çıkmama cezası verirdim” diye geçirdim, itiraf edeyim ki. Bir insanın, bir devletin kolluk güçleri tarafından aranması durumunda başka bir ülkeye sığınmasından daha doğal bir hak var mıdır? 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin tanıdığı bir hakkı bu geri zekâlı mı alacak şimdi insanlığın elinden? Aklı sıra “ulusalcılık” falan laflarıyla muhatabını köşeye sıkıştıracak. Bu lafları ederken kendisinin ulusalcıdan da ulusalcı olduğunu itiraf ettiğinin farkında değil. Gerçekte de öyle zaten. Ulusalcı-devletçi bir yuppi.
Son olarak, Taraf gazetesinin aynı konudaki haberine de değineyim de, bugün içimde biriken öfke zehirini atıp rahatlayayım. İnanın, bu yazıyı kendi ruh sağlığımı korumak için yazıyorum biraz da.
“Hans Ergenekon’u seviyor” diye başlık atmışlar, Almanya Bedrettin Dalan’ı iade etmeyi kabul etmedi diye. Yani anlayacağınız, yıllardır “batı demokrasisi” diye yalakalık edenler, bugün de “batı demokrasileri”ne akıl vermeye, hatta tehdit etmeye kalkışıyorlar. “Batı demokrasisi” denen ülkelere eleştirilerimiz ne olursa olsun, bu ülkelerin, sığınmacıları iade etmeme geleneği insanlığın önemli bir kazanımıdır. Taraf , siyasi hırsları nedeniyle bu kazanımı bile inkâr edecek noktaya gelmiş, çok yazık.
“Gizli” tanık kadar bile utanma duyguları kalmamış.
Gün Zileli
16 Aralık 2011
”Toplumsal mücadelede mirasyedi tavrı, sadece keskin konformizme işaret eder.” büyüksün, ama Kütahyalı’ya SADECE 1 yıl ekran uzaklaştırması vermene içerledim hocam.. Hörmetler.
Gülen familyası yupileri diyorum ben bu ozanla nagehana. Bir görmemişlik, bir görgüsüzlük bir aymazlık bir fütursuzluk bir rezillik bir rezillik…
tanık gizliyse bence sanık da gizli olmalı :)kimse kimin tanık oduğunu bilmeyecek ama sanık dımdızlak ortada olacak.aslında derin devlet meseleleri böyle çözmeyi daha çok severdi ama şimdi farklı bir yol, yani sanığın teşhir edilmesi,tanığın da gizli tutulması yöntemi uygulanıyor.
iadenin almanya tarafından reddedilmesinin gerekçesi ağırlaştırılmış müebbet cezası gösterildi bu aklımıza başka bir şey getiriyormu.ozan gibi yalamalara dikkat ettinizmi hiç bu gerekçenin ne anlama geldiği bizde ağırlaştırılmış müebbet cezası kimlere neden verildiği gündem olmamasına dikkat etmeleri neden tartışan iki kesiminde görmemeye çalıştığı dikkatimizi çektimi?
o kütahyalı nefreti öyle ortak bir his ki arada doğu perinçek kaynamış..henüz hiç kimse çıkıp , be hey gün zileli davana ihanet edip cuntacılara mı arka çıkıyorsun vs vs yapmamış…ilginç.
Bu yargılamanın kepazeliği iyice ortaya çıktı. Bazı saflar orada yargılanan kişilerin sefil siyasi kişilikler olmasına takılıp, bu kepazeliği görmüyor ve evrensel ilkelerin o kadar uzağına düşüyorlar ki! Bu gizli tanıklardan birine “Gizli tanık 16” adı verilmiş. (Bir de böyle Zamyatin’in ‘Biz’i gibi, kişiliksizleştiren bir devlet uygulaması bu) Bu 16 numaralı gizli tanık, kimliğini mahkemede açıkladı. Ancak mahkeme kim olduğunu kamuoyundan saklamak kararı aldı. Yani o “tarihin en canavar örgütü” olduğu iddia edilen bu yapının bütün sanıkları artık onun kim olduğunu biliyor. Ama kamuoyundan saklı kim olduğu! “Halka gizli” tanık diyelim biz ona artık!
Bu ulusalcı yuppiler ile Taraf’çıların Almanya hırsı ise Almanya’nın Deniz Feneri davası başlatıp, dinci hırsızların ipliğini pazara çıkarması. Yıllarca saklayıp, beslediler. Politik heapları farklılaştı ve artık himaye etmiyorlar belli ki dincileri ama bunların kuyruk acısı da bu işte.
Fatma arkadaşım, aşağıdaki Bardamu’nun söylediklerine tamamen katılıyorum. Davalar insanların ideolojik ve siyasi tutumlarına göre ele alınmaz; bir kere bu yolu açtınız mı herkes herkesi şu ya da bu ideolojik tutumundan dolayı yargılar ya da yargılamalara destek olur. D.Perinçek’le derin ayrılıklarımı ve ona yönelik eleştirilerimi bu sitedeki çeşitli yazılardan okuyabilirsiniz ama şu kadarını söyleyeyim ki, ideolojik tartışmaların suçlama ve yargılamaya dönüşmesine kesinlikle karşıyım ve ortada bir haksızlık varsa, bu haksızlığa uğrayanları kim olursa olsun savunmakla yükümlü hissederim kendimi. Bu, devrimciliğin ve özgürlükçülüğün abc’sidir. Mirasyedi, keskin konformistlerden hiç hazetmem. İnsanda önce yürek ve adalet duygusu olmalı. İdeolojik ayrılıklar ondan sonra gelir. Evet, insanlığın ortak değerleri vardır ve bunların en güçlü ve tutarlı savunucuları da her türlü zulmü reddeden devrimciler, gerçek anarşistler, gerçek komünistlerdir.
Sn Zileli yine timsahın gözyaşlarını dökmüş.
Zileli,odasında oturuyor.
Devrimciler ise Zileli’yi de susturacak olan gericilikle savaşıyor.
Zileli neden savaşımın kıyısından gazel okuyor?
Bunu düşünmeli.
Perinçek hala aslanlar gibi savaşıyor.
Zileli bu durum karşısında eziliyor.
Toplum olarak, medya olarak ölü seviciyiz biz; yaşayanın düşmanıyız. Yaşarken her türlü eziyet yaptığımıza, ölünce sahip çıkıyoruz, övgü de bu kez sınır tanımıyoruz.
Bunu Prof. Dr. Yalçın Küçük için yazdık…
Marksist felsefeci Alain Badiou geçen hafta Türkiye’deydi. Medya nasıl ağırladı; kimileri tam sayfa röportaj yaptı. 75 yaşındaki Fransız Marksist ülkesine memnun gitti.
Peki…
Bırakın Türkiye’yi dünyada önemli Marksist iktisatçılardan biri olan Prof. Dr. Yalçın Küçük’ü niye sessizliğe, unutuluşa mahkum ediyoruz?
Yalçın Küçük yaşayan en nitelikli sovyetologlardan biri; Sovyetler Birliği tarihini iktisadi/ teknik açıdan ele alan bilim insanlarından.
ABD Yale Üniversitesi, İngiltere Birmingham Üniversitesi’nde araştırmalar yapmış, ODTÜ ve Gazi Üniversitesi’nde dersler vermiş bir öğretmendir.
İngilizce, Fransızca ve Rusçayı çok iyi bilir; konuşur, yazar, yazar. İbranice, Farsça, eski Osmanlıca ve Kürtçeyi okur.
Niye Yalçın Küçük’ten bahsetmez medya?
Deliliğe Övgü’de Erasmus ne diyor; “yaşamda ancak deliliğe yakalanmış olana gerçek anlamda insan denebilir.”
Hangi deha ile yaşadığı çağda alay edilmemiştir ki?
Sürekli teori geliştirmeye çalışan ve yalnız insanlığın mutluluğuna kendini adamış bir “havari”dir o.
Zorbalığa karşı özgür düşüncenin sesidir. Yalnız adamdır.
Evet, sert bir eleştirmendir ama yumuşak bir öğreticidir.
Devrimcidir. Komünisttir.
Mücadelesini hep kalemiyle yürütmüştür.
Gerçeği açıklama biçimine kızgınlığınız olabilir ama Yalçın Küçük nezaketi elden hiç bırakmamıştır.
Yalçın Küçük 75 yaşında bir bilim insanı.
10 aydır terör suçlusu iddiasıyla Silivri Cezaevi’nde.
Haklı olarak Prof. Dr. Büşra Ersanlı için ortalığı yıkanlar niye söz konusu olan Prof. Dr. Yalçın Küçük olunca susuyorlar? Mesele kişisel mi? Herkes ahbabının hukukun mu sağlamaya çalışacak?
Şövalye ruhu bu topraklara hiç uğramadı mı?
Kendi davasını haklı görmeyen biri olabilir mi; ama mesele bu değildir; mesele karşıtın/ ötekinin özgürlüğünü savunabilmektir.
Dogmatik bağnazlığa esir düşmediğini belirten Ayşe Böhürler; iç özgürlüğünü koruduğunu iddia eden Ahmet kekeç ve son günlerde yazdıklarıyla düşünce özgürlüğünü savunan Fehmi Koru; Prof. Dr. Yalçın Küçük’e daha çok sahip çıkmalıdırlar.
Mesele Yalçın Küçük’ü anımsatmak değildir; düşünceye hizmet eden Türkiye aydınına canlı kalkan olmaktır.
Yoksa bu ortak utancı hep birlikte yıllarca yaşarız.
Namık Kemal’den Nazım Hikmet’e kadar yaptıklarımızın henüz utancından kurtulamamuışken “artık yeter” demenin zamanı gelmemiş m
Sevgili lideriniz Kim Jong Il öldü. Ama üzülmeyin yerine oglu geçti. Hep birlikte daha büyük zaferlere dogru ilerlemektesiniz. Devrimci mücadeleniz yükselmekte, düsmanlariniz son çirpinislarini yapmakta, gelecek parlak, zafer yakindir. Kim yoldas ölümsüzdür, kalbinizde yasiyor, Kim yoldasin izindesiniz, Mehmet Perinçek yoldasi Türkiye Kekomalistleri liderligine hazirlayin ne olur ne olmaz.
Küba, Çin, Vietnam, Kore sosyalist mi?
Nasıl ki bürokratik karşı-devrimden sonraki SSCB, yani Stalinist SSCB, sosyalist değildiyse, Küba, Çin, Vietnam, Kore vb. de sosyalist değildir. Yukarıdaki soruda (SSCB’de hiç sosyalizm oldu mu?) Stalinist SSCB’nin niteliğine ilişkin olarak söylediklerimiz esas olarak bu ülkeler için de geçerlidir. Ancak bu ülkelerde Stalinist diktatörlüğün kuruluş süreci SSCB’den temel bir farklılık gösterir. SSCB’de öncelikle muzaffer bir işçi devrimi gerçekleşmiş ve işçi sınıfı Bolşeviklerin önderliğinde kendi gerçek iktidarlarını kurmuştu. Orada bir Stalinist karşı-devrimle işçilerin bu iktidarı son buldu. Oysa yukarıda sayılan ülkelerde başlangıçta dahi bir işçi sınıfı devrimi olmamış, bir işçi sınıfı iktidarı kurulmamış ve dolayısıyla sonrasında da bir karşı-devrimle yıkılmamıştır. Aksine buralarda daha baştan doğrudan Stalinist diktatörlükler kurulmuştur. Bu diktatörlükler temelde bir ulusal kurtuluş mücadelesinin sonucunda, Stalinist SSCB’nin bir süper güç olarak varolduğu dünya şartlarında, onu örnek alma yolunu tutan küçük-burjuva önderlikler tarafından kurulmuşlardır. Ancak sonuç olarak kurulan düzen, ülkeler arasında kimi farklılıklar göstermekle birlikte, belirleyici temel nitelikler açısından aynıdır. Dolayısıyla bu ülkelerdeki düzen de Stalinist bürokratik diktatörlük sınıfına girer.
http://www.marksist.net/sikca_sorulan_sorular
Bektasi’nin biri vaaz dinlemekteymis. Hoca “Allah ne yerdedir, ne göktedir, ne kadindir, ne erkektir, ne yer, ne içer” diye döktürürken, Erenler dayanamamis “kisacasi suna yok diyeceksin Hicam da dilin varmiyor” dire cevabi yapistirmis.
Bu sizin sosyalizm de o hesap; SSCB sosyalist degildi, CHC degil, Vietnam degil, Küba degil, su degil bu degil, bu sosyalizm sizin kafanizda bir vesvese herhalde , komiksiniz.
kim jong ll haberini izlerken 1984 filimini izlemiş gibi oldum bu ne sahtekarlıktır kardeşim bari ölüm üzerinden propaganda yapmayın..
Gün hocam sana bu aralar bi haller oluyo ne içiyon bilimiyom ama şu eski solcu gelegini bırakıp ve yoldaşlarınıda bu suça bulaştıgını inansan iyi olur artık Ozan da gelince cok yerinde ani çıkışlar ve karşınsındaki konuşma uslupu sert olan arkadaş Dalanda gelir gelmez o kendi vicdani meselsidirama burad kendimize sorcagımız soru hans dalan alman hükümetini yetkilerini nasıl ikna etti alman yetkilerin cıkarlarının devletlerinin çıkarlarını arastırmamız lazım ki sonra bu devletlerin basımıza neler açççagımıız bilmeliyiz.HOCAM GERİZEKALI LAFIDA ÇOCUGA FAZL A KAÇMIŞ bence oda bu dünyadafarklı bi dünyanın ugrası ve mücadelesi içinde tamam uslupu sert bi arkadaş ama dalana ve onun gibi darbe planları yapıp ben darbeci degilim diyen sözünün arkasında olmayan insanlardan degill.SAGCIDAN YAR SOLCUDAN YOLDAŞ ERGENEKONDAN DEVLET OLMAZ (ANARŞİZM)
Sol-liberallerden yepyeni bir pespayelik örneği! EDP çevrelerine yakın “turnusol” adlı site, İP’ye (hatta onun da öncesinde komple Aydınlık hareketine) karşı kara-propaganda üretme amacıyla, profesyonel resmi-faşist Mehmet Eymür’ün beyanatlarından yararlanmakta beis görmüyorlar. İbretlik bir vak’a… Bakınız: http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=13219&pid=32&haber=%22Ayd%FDnl%FDk%20%E7evresi%20CIA%20i%E7in%20%E7al%FD%FE%FDyor%22
Takdir edeceğiniz üzere, İP’nin politikalarını eleştirmek başka şeydir; Eymür gibi ne idüğü besbelli olan bir devlet görevlisinin beyanatlarını kullanarak İP’ye çamur atmak başka şeydir.
ama ip zaten çamur bir örgüttür ki…