Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

20. Yüzyıl Bugün Gitti… (Bir Mihri Belli değerlendirmesi)

Değerlendirmeler, Mihri Belli, Portreler, sonsuzluğa uğurladıklarımız

Mihri Belli’yi bugün uğurladık. Yeşil dinsel örtünün üstüne kızıl bir bayrak örtülüydü. Eller üzerinde Şişli Camii’nin kapısından çıkartılırken “20. Yüzyıl şimdi gidiyor işte” dedim kendi kendime. 95 yıllık ömrünün yaklaşık 80 yılı mücadele ile geçmiş bir devrimci. 20. Yüzyılın 1930’larından itibaren her on yılına imzasını atmış, eylemleriyle, girişimleriyle, görüşleriyle yer almış önder bir figür. En kötü koşullarda bile bir şekilde kendini duyurmuş, var etmiş bir insan. Saygıyla ayağa kalkmak gerekir.

1930’larda genç bir komünist olarak, Amerika’daki siyah emekçilerin içinde çalışma yapmış. Nedense bu bana hep, John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga romanında, tarım işçileri içinde grev örgütleyen genç komünisti hatırlatır. 1940’larda illegal TKP saflarında mücadele etmiş. Sonra Yunan iç savaşına katılmış. 1951’deki TKP tevkifatında tutuklanmış. 1950’lerin sonuna kadar hapis yatmış. 1960’larda MDD hareketinin önderi. 12 Mart döneminde Filistin’de bir kaçak. Birkaç kez Türkiye’ye illegal girip çıkmış. Burada da bana nedense İgnazio Silone’nin Ekmek ve Şarap romanında, yüzüne tendürdiyot sürerek kendini ihtiyarlatıp faşizmin ökçesi altındaki İtalya’ya giren roman kahramanını hatırlatır. 1970’lerde Türkiye Emekçi Partisi’nin kurucusu ve lideri. Faşistlerin suikast girişiminden kendi çevikliği ve uyanıklığı sayesinde kurtulmuş. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yine gizlenme ve kaçış. 1980’lerde Avrupa’da sığınmacı. 1990’larda yeniden Türkiye’ye dönmüş. Yeni kurulan ÖDP’nin kurucularından. Kürt hareketine omuz vermiş. 2000’li yıllarda Hadep’ten milletvekili adayı. Yazmayı, çizmeyi hiçbir zaman bırakmamış. Son iki yılda doğaya yenilinceye kadar. 1930’lardan günümüze kadar bütün on yıllarda var. 20. Yüzyılın büyük komünizm serüveninin önde gelen figürlerinden. Komintern’le yoğrulmuş, büyük altüst oluşların tam ortasında yer almış. 20. Yüzyılın bütün devrimci serüvenlerinin ideolojik izlerini üzerinde taşıyan bir tarih.

Bu tarihin, görmezden gelinerek de, anılara boğularak da, abartılarak da, güzellemelere başvurularak da geçiştirilmesi çok yazık olur. Yerli yerince değerlendirilmesi en doğrusu. Gerçekten geleceğe bakanlar geçmişi örtbas edemezler.

Dolayısıyla her tarih gibi, Mihri Belli’nin de olumlu ve olumsuz yönlere sahip olduğunu bilerek dikkatli bir şekilde analiz edilmesi gerekiyor. Tabii ki, her analiz, onu yapanın bakış açısı tarafından şekillenir. Yani birinin olumsuz gördüğü bir şeyi bir diğer olumlu görecektir. Bu gayet doğaldır. Bu yüzden, burada yapacağım analizin, tamamen benim bakış açımla belirlendiğini belirtmeme bilmem gerek var mı?

Mihri Belli’yi üç olumlu, üç olumsuz noktada analiz etmeye çalışacağım.

Önce olumsuzlardan başlayalım:

  1. Mihri Belli, doğal olarak Komintern geleneği içinde yetişmiş bir komünist olarak, ne yazık ki, diğer çağdaşı komünistlerle birlikte, Stalinizmin esaslarını bizim kuşağa ve dolayısıyla Türkiye soluna taşımaktan birinci derecede sorumludur. Türkiye sol hareketi 1960’dan sonra, YÖN ve TİP’le, Stalinizmden görece uzak bir noktadan yola çıkmıştı. Evet, bir Stalin ve Stalinizm sorgulaması söz konusu değildi ama Türkiye solu Stalinist de değildi ve bu olumlu bir şeydi. Erken ‘68’liler çok iyi hatırlar. 1965-66 yıllarına kadar sol, varoluşçuluktan tutun da, Bertrant Russell’cılığa kadar o zamanki birçok geleneksel sol dışı sol ideolojiye açıktı ve bu karmaşıklık solun zenginliğiydi. Mihri Belli’nin önderliğindeki, Komintern geleneğiyle ve Stalinizmle yetişmiş eski solcular, özellikle Sol Yayınları (1965) ve Türk Solu (1967) döneminden itibaren Türkiye sol hareketine, biz genç devrimcilere Stalinizmi taşıdılar. Bugün Türkiye solu esasen hâlâ Stalinist bir sol ise bunun sorumlusu en başta Mihri Belli ve diğer eski solculardır. Zaten sol mücadelenin bir şenlik olmaktan çıkarak 1968’den itibaren katılaşıp militaristleşmesiyle bu ideolojik yönelim tam olarak örtüşür.
  2. Mihri Belli’nin (ve eski solcuların) ikinci olumsuz yönü, Türkiye sol hareketinde zaten var olan Kemalist ve ulusalcı yönü daha da pekiştirmeleri ve bunu Milli Demokratik Devrim (MDD) adıyla teorize etmeleridir. Aslında bu da Stalinist gelenekle bağlantılı bir durumdur. Stalin, ne kadar esip üfürürse üfürsün esaslı bir Menşevikti ve “üretici güçler teorisi”nin en sağ ve Menşevik yorumcusuydu. Çin devrimine 1920’lerde ağır kayıplar verdiren onun bu Menşevik-ulusal burjuvacı çizgisidir. Stalin, “Milli burjuvazi”nin temsilcisi olarak gördüğü Çan Kay-şek’le ÇKP’yi çeşitli dönemlerde uzlaştırmak için elinden geleni ardına koymamıştır. Mao’nun da belirttiği gibi, Çin devrimi, Stalin’e rağmen zafere ulaşmıştır. Keza, 2. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında İtalyan ve Fransız partizanlarının “burjuvaziyle ittifak” adına silah bırakımına gitmelerinin, Yunan partizanlarının “burjuva parlamentarist sisteme katılım” adına zorla yenilgiye sürüklenmelerinin, Filipinler’deki Huk-Balahap gerillarının yenilgisinin ardında hep Stalin’in gölgesi ve onun Menşevik “milli burjuvazi” teorisi bulunmaktadır. Mihri Belli ve eski komünistler, bu Menşevik teoriyi Türkiye’ye uygulayarak MDD denen ucubeyi Türkiye solunun önüne koymuşlardır ve Türkiye solu bu nedenle bugün ulusalcı ve ulusalcı olmayan (kaldı ki ulusalcı olmayanların da bu tür teorilerden tamamen azade olduklarını söylemek hata olur) iki kanada bölünmüş bulunmaktadır.
  3. Mihri Belli’nin önemli bir diğer hatası da Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeki mücadelede MDD’ci kanadın TİP’e bir örgüt olarak fazlasıyla hoyrat ve yıkıcı davranmasını önlememiş, hatta yer yer teşvik etmiş olmasıdır. Bunu söylerken, o günkü koşullarda Mihri Belli’nin biz delişmen gençlere tamamen kumanda ettiğini söylemek istemiyorum elbette. Mihri Belli bizlere itidal tavsiye etseydi belki onunla da çatışırdık ama böyle bir tutum en azından başlangıçta bizleri bir nebze olsun frenlerdi. Çünkü TİP yönetimi, özellikle 1965 yılında parlamentoya girdikten sonra ne kadar tutuk ve tutucu bir yönelim içine girmiş olursa olsun, bir örgüt olarak TİP değerliydi. O zamana kadar bütün sol TİP’in çatısı altındaydı. Bu kadar kıran kırana bir mücadeleye gerek yoktu, elbette eleştiriler gerekliydi ama daha yapıcı olunabilirdi. TİP yönetiminin idari tedbirlerine, partiden atma tehdit ve uygulamalarına rağmen. Çünkü TİP, TİP yönetimiyle özdeşleştirilemezdi. Ona can veren emekçiler vardı fabrikalarda ve köylerde. Hiç unutmam, 1969 seçimlerinde Hüseyin Güzel’in bağımsız adaylığını desteklemek için Söke’ye gittiğimizde TİP’li tarım emekçileriyle karşılaşmıştık. Bizim bağımsız aday çıkarıp TİP’i zayıflatmamıza bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Erdiremiyorlardı, çünkü akıllarını yitirmemişlerdi. Bizim ise aklımızı tamamen yitirdiğimiz kesindi.

Şimdi gelelim Mihri Belli’nin olumlu yanlarına.

  1. Bence Mihri Belli’nin en önemli yanı, Stalinist ideolojiyi Türkiye’ye taşırken bu taşıma işlemini, Stalinizmin bazı dallarını budayarak yapmasıdır. Bu budama işlemenin en önemlisi, Mihri Belli’nin Stalinist ya da Leninist parti modelini bizlere dayatmak ne kelime, önümüze bile getirmemiş olmasıdır. Öyle ki, MDD hareketinin artık kendi içinde bölünmeye doğru evrildiği 1969 yılında biz genç Marksist-Leninistler, Mihri’yi Leninist Partiyi inşa etmemekle, böyle bir girişime önderlik etmemekle eleştirmeye başlamıştık (Bkz. Yarılma). Mihri Belli, Stalinizmi bütün yönleriyle önümüze getirirken Stalinist parti modelini uygulamakta neden ayak sürümüştür? Belki de bunun nedeni, önceliği Kemalist bir cunta iktidarına vermesi olabilir. Belki de “sol” bir askeri cuntanın başarılı bir darbe yapmasından sonra böyle bir parti kurmayı ve bu parti aracılığıyla iktidara ortak olmayı planlıyordu. Türkiye’nin hızla bir askeri darbeye doğru sürüklendiği 12 Mart öncesi günlerde böyle bir parti kurmanın “asker-sivil aydın zümre”yi ürküteceğini düşünmüş olabilir. Sebep her ne olursa olsun Mihri Belli’nin böyle bir parti modelini uygulamaya sokmaması iyi olmuş, böyle bir örgütlenme modelinin dayatılmaması Türkiye solunun her şeye rağmen daha rahat soluk alıp vermesini sağlamıştır. İlginçtir ki, daha sonraki yıllarda (1970’lerde) bu tür parti modelini solun önüne getirip dayatanlar Pekinci ve Moskovacı (düşman kardeşler TİİKP ve TKP) unsurlar olmuştur. Stalinist parti modeli küçük çapta bir devleti henüz devlet olmadan inşa etmek demek olduğundan bu parti modeli, Sovyet ya da Çin devletlerini kendilerine model alan kesimlerce daha kolay benimsenmiştir. Mihri Belli ideolojik olarak ne kadar devletçi olursa olsun, bu iki devletle de “eşit mesafeyi” koruduğundan, onların modellerini benimsemekte de mesafeli davranmıştır.
  2. Mihri Belli’nin bir diğer olumlu özelliği, Türkiye solunun en önemli liderlerinden biri olduğu halde bir partinin başına tüneyip orada borusunu ölünceye kadar öttürmeye kalkışmamış olmasıdır. Yani, özet olarak söyleyecek olursak, Mihri Belli, solun diğer liderlerinden farklı olarak iktidarcı değildi ve dolayısıyla iktidar koltuğuna yapışıp kalmamıştır. İsteseydi, o da tanıdığımız, bildiğimiz liderler gibi bir sol örgütün liderlik koltuğunda ölünceye kadar otururdu. Galiba onun Amerika, Yunanistan, Filistin vb. maceraları da, bir anlamda Che Guevara benzeri “maceracı” bir karakterin koltuğa sarılma hırsından uzak olmasının bir ürünüdür. Bugün uğurladığımız Mihri Belli, herhangi bir örgütün değişmez ve değiştirilemez lideri değil de, cenazesine her türden sol görüşlü insanın geldiği bir insan olarak kalıcı liderliklere zıt bir örnek vermiş, böyle de önder olunabileceğini kanıtlamıştır.
  3. Mihri belli’nin bir diğer olumlu yönü, tüm yurtseverci, “milli burjuvazi”ci, ulusalcı ve Kemalist görüşlerine rağmen ulusal devletle asla uzlaşmamış olmasıdır. Böylesi bir dengeyi tutturmak, daha doğrusu bu kadar ulusalcı olunduktan sonra bu ideolojinin sahibi olan devletle uzlaşmamak, ona teslim olmamak oldukça zor bir iştir, olumsuz örneklerde gördüğümüz gibi. Mihri Belli hiçbir şekilde bu yöne gitmediği gibi, Kürt hareketine omuz vererek nev-i şahsına mahsus bir MDD’ci olduğunu kanıtlamıştır. Bugün cenazesine BDP milletvekillerinin de yoğun bir şekilde katılması bunun göstergesidir.

20. Yüzyıl gitti.

Gelen 21. Yüzyılı hakkıyla karşılamak için, “o dünya yok artık” diye biraz da sevinerek, yitip giden o dünyaya veda öpücüğü yollamak yerine, 20. Yüzyılı her yönüyle, tam anlamıyla tanıyıp değerlendirmek gerekiyor.

Gün Zileli

18 Ağustos 2011

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

36 Comments

  1. Casus Belli

    Can Yücel’in hakkinda “Casus Belli” adli siir yazdigi adam iyi ki basarili olmamis, yoksa Kenan Evren’e rahmet okutacakti. Bir cins Kaddafi/Tito karisimi . Yine de Allah rahmet eylesin.

  2. özgürlükçü

    sayın zileliden son günlerin günceli sistemin sahibinden gelen toplumsal muhalefete açık tehdit ve devamındaki asimilasyonu yeterli bulmayıp imha siyasetinin bombardımanına ilişkin düşüncelerini yazmasını beklerdik.yinede daha güncel mihri belli nin anısına objektif bir yazı olmuş.diğer makaledeki yorumları okumamış olamazdı her seferinde söylediği ilk taşı atın cümlesinden hareketle taşı attık hala mangalda kül bırakmayanlardan tık yok.bombalar kime isabet etti anlamadık nerde anti militarist özgürlükçü barışın dostları demokratlar

  3. Gün Zileli

    Halil İbrahim Özkurt, eski TKP’li muhaliflerden Bilal Şen’in Tüstav’a gönderdiği bir açıklamasını iletti. Aşağıya alıyorum. Bilal Şen’i, sözüne güvenilir, dürüst bir eski komünist olarak tanırım.

    Mihri Belli konusmalarini , yazilarini, eylemlerini Komintern ‘in Turkiye Seksiyonu olan
    TKP’NIN mERKEZ kOMIYESI uyesi oldugunu dusunerek yapmistir..Kendisi bunu soyleyip
    yazamazdi , zira bu, Turkiyede yasakti.

    Mihri Belli’nin , Mehmet Ali Aybar, Behice Boranla tartismalarinda savundugu Milli Demokratik
    Devrim (MDD) tezi, Turkiyenin toplumsal yapisinin analizi sonucu saptanmis bir sonuc degildir..
    Zaten Komintern TKP’ye hic bir zaman, savunacagi tezi belirleme yetkisi vermemistir.. Mihri
    bu tezi , 1960 Kasiminda , Moskovada toplanan Dunya Komunist ve Isci Partileri Cagrisindan almis
    ve savunmustur.O, bu tezi savunmayi, bir numarali gorev olarak bilmistir..Nur icinde yatsin.

    Sevgili ve saygili Sevim Belliye,cocuguna, yakinlarina ve butun arkadaslara bas sagligi dilerim..

    Bilal Sen.

    Not : Kominter formel (seklen) kapandiktan sonra , 1950’lerden sonra , evvelce Komintern’in
    yaptigi islemi, Dunya Komunist ve Isci Partileri Konferanslari yapiyordu. Yani Komunist Partilerinin
    izliyecekleri stratejik politik cizgiyi bu konferanslar belirliyordu.`

  4. anarkocu

    zaten Türkiye’nin toplumsal analizini yapmış olup da tez üreten bir tek Hikmet Kıvılcımlı vardı sanırsam. Devrimci gruplar da genelde onun Türkiye tarihi üzerine araştırmalarından yararlanıyorlardı.

  5. Anonim

    Mehmet Bedri Gültekin’in açıklaması:

    İşçi Partisi, Türkiye’yi savunmaya devam edecek!
    Amerika kaybedecek, F Tipi çete kaybedecek, AKP kaybedecek.
    Biz kazanacağız, Türkiye Kazanacak

    İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin, bugün (20 Ağustos 2011) Avukatı aracılığıyla aşağıdaki metni Türk Milleti’ne açıklamıştır.

    Emperyalizm, F Tipi çete ve AKP iktidarı Türkiyemizi Suriye üzerine sürme çabası içindeyken, yurtseverliğin kalesi İşçi Partisi’ne, Ulusal Kanal’a ve Aydınlık gazetesine yönelik yasa tanımaz saldırılarını da sürdürüyor.
    Anayasal güvence altında olan İşçi Partisi’ne yönelik son polis operasyonu, iktidarın yasa tanımaz tutumunun son örneğidir.
    Bu yasa tanımaz tutumu kabul etmiyoruz. Ben ve arkadaşlarım gözaltına alındığımız andan itibaren açlık grevindeyiz ve polise ifade vermeyeceğiz. Herkesi yasalara uymaya çağırıyoruz.
    Çabaları boşunadır. Dört yıldır her türlü suça batarak sürdürdükleri saldırıdan sonuç alamadılar.
    İşçi Partisi, Türkiye’yi savunmaya devam edecek!
    Amerika kaybedecek, F Tipi çete kaybedecek, AKP kaybedecek.
    Biz kazanacağız, Türkiye Kazanacak

  6. özgürlükçü

    çizmelerimin yurtseverleri dillerinden düşürmedikleri emperyalizm ile birlikte emperyal milli hisleri tavan yapmış iktidar birlikte asimilasyonu yeterli görmeyip kürtleri imha projesini abd,türkiye birlikte uygularken çıtı çıkmayıp tehditten korktuğu yada ırkçılığından işine gelip susanları sistem mağduru halkımız ve toplumsal muhalefet hiç bir zaman affetmeyecektir.zaten bu gün susanlar egemenlerin projesine destek vererek ufak ufak esmeye başlayan toplumsal muhalefetin devrimci isyan rüzgarını engellemek isteyen karşı devrimciler olup tarihteki yerlerini alacaktır.sayın mihri bellinin bu seviyede taktir görmesi bütün eksiklerine rağmen(mdd) her koşulda yerinin toplumsal muhalefetin yanı olabilmesi olduğu gibi özgürlükçü kürt isyanını anlayıp sistem muhalifi devrimci cesareti ile sınıfta kalan türk solunun aksine doğru yerde durabilmeyi başarmasıdır.hala anlamadık bu bombalar bizemi isabet etti yoksa tehdittenmi.milli duygulara uygun düşmediği içinmi kimseden ses çıkamadı anlamadık sayın zileli

  7. Gün Zileli

    Aktüel olaylar üzerine yazan biri değilim. Ancak yeni bir şey söyleyeceksem yazarım. Bu konudaki tutumum belli olduğundan (bu sitedeki çeşitli yazı röportajlarda bulabilirsiniz) tekrarlamamak için yeni bir yazı yazma gereği duymuyorum.

  8. Önder

    Benim bu yazıdan anladığım -yanlış anlamadımsa- Mihri Belli, olumlu yönleri ağır basan birisi değil. [Mücadeleci karakteri müstesna] Olumlu yönleri vurgulanırken bile, olumsuz özelliklerinin içindeki kimi az hatalar belirtilmiş.
    O yılları yaşamış bir yakınımız, “Türkiye’nin sosyalizm imkanını kaybetmesinin baş sorumlusu bunlar” derdi, MDD’cileri kastederek.

  9. anarkocu

    (Aktüel yazı/yorum isteyen arkadaşlar için) yaklaşmakta olan ekonomik krizde Türkiye devletinin ne yapacağıyla ilgili birkaç naçizane öngörüm var. Bunları isterseniz tartışırsınız. Fazla karamsar bulabilirsiniz. Söyleyeceklerim yanlış çıkarsa “tipik komplo teorisi yazarı” diyebilirsiniz, doğru çıkarsa “şom ağızlı” da diyebilirsiniz.
    * Krizden çıkış için AKP-C (AKP, cemaat, tekelci sermaye blokları, yargı, “yeni” ordu, polis, tekelci medya vs koalisyonu) ekonominin militarizasyonuna başvuracak. Emekçi, orta sınıf ve küçük esnaf kesimlerini yeni bir proleterleşme dalgası vuracak (tabi ki zor yoluyla).
    * Savaş ekonomisine (silah ve inşaat sektörü başta olmak üzere) ağırlık verecek. İç savaş (Kürt illerinde) ve dış müdahale (Suriye) konseptine ağırlık verilecek.
    * Arap Baharı’nda yoksul halk isyanlarının zayıf olduğu veya zayıfladığı ülkelerde Müslüman Kardeşler gibi neoliberal islamcı politik örgütlerle “neo-osmanlı enternasyonalizmi” temelinde yeni işbirliği ağları kurulacak. Özellikle MÜSİAD, ılımlı islamcı doku uyuşması sayesinde Ortadoğu’da yeni ticari işbirliği ağları kuracak.
    * Krizden çıkış için devletin göz dikeceği bir diğer coğrafya Irak Kürdistanı. Burada TC’nin gizli işgalinin önündeki pürüzleri gidermek amacıyla Kürt Hareketi’nin düzen-dışı damarı kurutulmaya çalışılacak (Şimdiye kadarki KCK operasyonları bunu hedefliyordu, ancak Hareket daha da kitleselleşerek bu tasfiye dalgasını püskürtmeyi başardı), bunun için hem Hareket’in illegal dinamiklerinin kır kesimi (Kandil ve çevresi) hem de şehir dinamikleri kurutulmaya çalışılacak (yeni tasfiye operasyonunun “sopa” kısmı). Bununla eşgüdümlü olarak devlet eliyle “alternatif” bir Kürt hareketi yaratılacak (operasyonun “havuç” kısmı). Bu konuda beklediğim yıldız karma: HAKPAR, KADEP, GÜNSİAD, Hizbullah/Mustazaf-Der, Mazlum-Der, Nur Cemaati (Kürdistan seksiyonu), İHH ve “bağımsız” liberal Kürt aydınları. Kemal Burkay da bu yıldız karmanın kanaat önderi olarak atanabilir.
    * Her türlü muhalif grup, parti, dergi, gazete vs ya tutuklama yoluyla ya da organik aydınların yarattığı suni gündemler yoluyla oyalanacak. (Örn.: Devrimci Karargah davası kapsamında yapılan operasyonlarda değişik çevrelerden kişilerin aynı torbaya doldurulması, Hopa olaylarından sonraki tutuklama furyası bu konuda iyi birer prova örneği)
    * Polislerin sayısı ve yetkileri artırılacak; olası kendiliğindenci sosyal patlamalara karşı polis psikolojik savaş metodlarına da başvuracak.
    * Batı illerinde Kürtlerin proleterleşmesi hız kazanacak. MHP, BBP, HEPAR öncülüğünde kurulacak sokak çeteleri de Kürt yoksullarına (ve hatta Kürt olmayan muhalefet dinamiklerine ve olası sosyal patlamalara) karşı yedek vurucu güç olarak kullanılacak.

    Bana göre, ne yapmalıyız?
    Yukarda bahsettiğim senaryoları boşa çıkarmak da ezilen halk kesimlerinin elindedir. Arap Baharı kapsamındaki yoksul halk isyanlarını tetikleyen olaylar “kıvılcım” denebilecek nitelikte bireysel başkaldırılarla başladı. Burada diktatörlüklere ve neoliberal politikalara karşı uzun süredir diş bileyen halk kesimleri ufacık bir devlet terörü olayı ile isyan edebilecek potansiyele sahipti. Bu da, o ülkelerde devlet mekanizmasının sadece zor aygıtlarının güçlü olduğunu, fakat rıza üretme aygıtlarının güçlü olmadığını; yani suni dengenin bu ülkelerde zayıf olduğunu gösteriyor. Türkiye’de ise devletin rıza üretme aygıtları (STK’ler, organik aydınlar, sosyal yardımlaşma/sadaka kurumları vs), dolayısıyla suni denge, Arap Baharı’nın oluştuğu ülkelere kıyasla daha güçlüdür. Bana kalırsa Türkiyeli demokrat ve devrimci kesimlerin yapması gereken en yakıcı öneme sahip icraat, AKP-C’nin otoriterleşme eğilimini teşhir etmeleri ve yeni sosyal patlamaların önünü açmalarıdır (veya daha önceleri de bahsettiğim gibi “Halkı isyana teşvik etmek!”). 2010’un başından alacak olursak TEKEL direnişi, HES karşıtı hareket, gecekondu (yıkım karşıtı) direnişleri, Alevi mitingleri, yumurtalı öğrenci protestoları, BDP’nin sivil itaatsizlik eylemleri, YGS kopya skandalı eylemleri, internet sansürü karşıtı eylemler, basın özgürlüğü eylemleri gibi sosyal hareketler tam anlamıyla başarıya ulaşamamış olmalarına rağmen düzenin otoriterliğini teşhir eden ve halkın politizasyonuna katkıda bulunan eylemler olmuştur. Zaman, bu eylemleri çoğaltma ve düzenin dikişlerini her yerinden patlatma zamanıdır!

    (NOT: Bundan sonraki yorumlarımda “çıracı” takma adını kullanacağım.)

  10. çıracı

    Önder arkadaş,
    MDD’ciler hakkındaki fikirlerine katılıyorum. Onlarda gördüğüm tek olumlu yan TİP’in parlamenterizmine, uzlaşmacılığına ve legalciliğine karşı çıkmış olmalarıdır.

  11. Casus Belli: Ne savas ekonomisi?

    Türkiye gibi silah sanayi emekleme asamasinda olan, daha çok dis girdilerle tüketim mallari ihracatina dayanan bir ülke için bu analiz komplo teorisi degilse de hiç gerçekçi degil. Hele “AKP-C” ifadesi tipik etiketleme tutumu ve analizin devami da basmakalip olmaktan ileri gidemiyor. Bugüne dek bu analizleden belki milyon kere yapildi, sonuç? Zaten nereye varilmak isteniyor, ne öneriliyor, o da belli degil.

  12. özgürlükçü

    sistemin sahibi toptan toplumsal muhalefeti açık tehditle yerinizi alın yoksa bedelini ödersiniz derken üstüne alınmayanların yeni bir sözü olmayabilir.anarkocunun gelecek öngörüsüne belli ölçülerde katılıyorum işte tarif ettiğin olabilecekler aslında tükenmiş sistemin hata yapmadan başka yolu kalmadığı hatalardır sistemin alternatifi toplumsal muhalefet sistemin bu bariz hatalarına rağmen alternatif başarı siyasetinin hepimizin projesi diyeceğimiz programı üretemiyorsak asıl bizde sorun olmalı.en önemli sorunda sistem alternatifi mücadeleyi akp karşıtı mücadeleye indirgeyip değişim dinamiğinin asıl dinamiği sistem mağdurları ile buluşmasını engellememiz gibi duruyor.yıllardır kendi varlığımızı inkar ile varlığımızı sistemin ideolojisine armağan etmekten kurtulamadığımız milli duyguların esiri olup kürt sorununda sınıfta kalmaya devam edip bilerek bilmeyerek toplumsal muhalefetin ana dinamiğini engelleyerek sisteme hizmet etmekten kurtulamamak olabilirmi?

  13. özgürlükçü

    casus amirlerinin emperyal milli duygularını ilk fark eden sen olmalıydın işini iyi yapamıyorsun.yakında emperyal hedeflerini tavan yapmış milli duygularda gizleyen amirlerinin yeni saldırıları ile bölgedeki asıl emperyal emellerin kimlerde olduğunu görünce şimdiye kadar abd taşaronu diye suçladıklarının özgürlükçü amirin akp ninde diğer emperyallerin ortağı olduğunu görünce ne yapacaksın senin için farketmez bahçeli ne dedi benim dediklerimi şimdi yapıyorsunuz devam edin dedi 12 eylülde fikirlerim iktidarda demişlerdi faşistler sana uyar değilmi?sen bdp lileri hedef gösteren gazetelere yorum yap buralar sana uymaz önünden ye

  14. çıracı

    * Savaş ekonomisi deyince aklınıza sadece silah sektörü gelmemeli, kapitalizmin krize girdiği evrelerde başvurduğu olağanüstü otoriter ve işgalci/savaşçı sermaye biriktirme yolları anlamında da kullanılabilir.
    * Yazdığım yorumun sonuç kısmı “Bana göre, ne yapmalıyız?” başlıklı paragraftır. Tabi ki halkı kurtaracak bir formül bulamam, ben simyacı falan değilim, sadece belirttiğim olası senaryolara karşı ucu açık çözüm önerileri getirdim.

  15. çıracı

    …getirdiğim çözüm önerilerinin içini dolduracak olan şey ise halkın mücadele pratiği, mücadele deneyimleri ve kendi özörgütlenmeleri olacaktır.

  16. konuyla ilgili ilginç bir yazı

    Mihri Belli; Kemalizm Virüsünün Şırıngacısı
    Nasname – :

    Mihri Belli öldüğünde haber yapma gereği duymadık ama bu ölümün birçok çevrenin gerçek niteliğini bir kez daha ortaya çıkaracağını biliyorduk. Hem Kemalistlerin/faşistlerin, hem sosyalistlerin(!) hem de Kemalist Kürdlerin birlikte sahiplendiği Mihri Belli ile ilgili en sağlıklı değerlendirmenin, Kemalist solun hedef tahtasında olan bir “Lideral”den gelmesi şaşırtıcı olmadı. Çünkü burjuva demokrasisini yaşamayan Türkiye gibi bir ülkede devletçi olmakla övünen sol, aslında Ortaçağ karanlığında/bataklığında çırpındığını gösteriyor. Bu nedenle bırakın sosyalist, devrimci, ilerici olmalarını, statükonun, tutuculuğun, gericiliğin en “tutarlı” temcilcileri oldukları ve Kemalizm gibi ırkçı/militarist bir zihniyetin esiri oldukları tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır.

    Ortaçağ ile hesaplaşmayı, Rönesans – Reform ve Aydınlanma anlayışının temcilcisi olan Burjuvazi yapmıştı.

    Dün, Ortaçağ zihniyetine göre Burjuvazi nasıl ki ilericilik sıfatını hak etmişse, bugün de Kemalist zihniyete karşı eleştirel tutum alan Liberaller de ilerici/demokrat sıfatını hakediyorlar…

    Mihri Belli’yi, “Kemalizm Virüsünü sola ve ‘modern Kürdlere’ bulaştırarak onları çağın gerisinde zihniyetlerin esiri yapan adam” diye tanımlamak en kısa ve en gerçekçi tanım olur.

    Mihri Belli’nin bir başka özelliği ise, devlet-Öcalan ve Kesire arasında ulaklık yapmasıydı. Bu özelliği ile Mihri Belli, devletçi ve karanlık misyonunu da yeteri kadar BELLİ etmişti.

    Yıldıray Oğur’un yazısını aşağıda aktarırken, Mihri Belli’ye kimler hangi gerekçeyle “hangi değeri biçti”ye bakarak birçok kesimin gerçek niteliğini bir kez daha görme olanağını yakalamış oluruz…

    Haber/Yorum

    ………………………………………

    Türk Solu’nun kurucu babası

    CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na göre “Hep aranan, danışılan, görüşlerine değer verilen önder”, BDP Eş Genel Başkanı Hamit Geylani’ye göre ise “Direniş tarihinin sola açılan altın yaprağı. DSP Genel Başkanı Masum Türker ardından yayınladığı mesajda “Bıraktığı mücadele azmi ile anılacak”, TKP “Önünde saygıyla eğiliyoruz” demiş. Silivri’den yazdığı mektubunda ona “Ağabey” diyen Doğu Perinçek için Kemalist devrimi de kapsayan solun “yaşayan geleneği” iken, yazılı açıklamasından bu geleneğin mirasçılarından biri olduğu anlaşılan BDP içinse “Miras bıraktığı mücadele Türk ve Kürt halkının mücadelesiyle sürecek.”

    Ardından Kemalist Hâkimiyeti Milliye gazetesiyle Özgür Gündem’de, Bianet’le OdaTV’de aynı övgü dolu satırlar çıktı. CHP Silivri Milletvekili İsa Gök’le BDP’lileri yan yana getiren cenazesi için ise Cumhuriyet Mitingleri’nin resmî grubu Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları ile Sırrı Süreyya Önder aynı fikirde: Fikir ayrılıkları nedeniyle birçok bölünme yaşamış sosyalistleri ancak onun cenazesi biraraya getirebilirdi.

    Haklılar. Tüm bu birbirine benzemez diye bildiklerimizi birleştiren bir isim Mihri Belli.

    Neredeyse bir zamanlar dergisine verdiği adla Türk Solu’nun kurucu babası. Hikâyesi, fikirleri bu ülkeyi, bu ülkedeki solu, Kemalizm’i şimdilerde üzerine daha çok düşündüğümüz Kürt siyasetini, hatta CHP’yi anlamak için hayati. Bu ortak hayatiyet karşısındaki şaşkınlıklarımızın cevabı ise onun yıllar önce bulduğu ideolojik formüllerde saklı.

    Ölülerin ardından kötü konuşmama erdeminin sınırlarını zorlamak gibi bir derdim yok. Yazabileceklerim bu erdemle, tarihi, düşünce tarihini kötü niyetli bir dedikoduya indirecek bu erdemin aşırı bir yorumu arasında, kötü konuşmaya girmeyecek tesbitler olabilirdi belki. Yine de Kemalizm’le-sol, şiddetle-sol, askerle-sol, milliyetçilikle-sol arasındaki akrabalığın soy kütüğünün bağlandığı bu “ortak ata” hakkında yazmak için erken, ama onun yazdıklarını okumanın ise tam sırası.

    Aşağıdaki alıntılar Mihri Belli’nin çeşitli dönemlerde yazdığı kitap ve makalelerden. Çoğunluğu internet sitesi için seçilen yazılarından. Yıllar önce yazılmış yazılardaki fikirlerini (internet sitesi için seçilse de) değiştirmiş olma ihtimali var tabii ki. Ama burada bizi esas ilgilendiren o yazılarda Kemalizmle-solu, askerle-solu, milliyetçilikle-solu birbiriyle nasıl melezlediğini görmek. Bu akıl yürütmeler Türk Solu’nun mütemmim cüzü olmuş fikri sabiteler ve bugün hala yaşamaktalar.

    İşte DSP, BDP, CHP, TKP’yi Mihri Belli deyince heyecanlandıran ortak duygu bu melez ideolojik örgüden, bu hala yaşayan fikri sabitelerden geliyor. Okuyalım:

    “19 Mayıs’ın Gençlik Bayramı olarak ilk kutlanışı 1935 yılında oldu. Okullar ve spor kulüpleri İstanbul’da Fenerbahçe Stadyumu’nda toplandılar… Kolej jimnastik takımı olarak biz de oradaydık. Kol başında ben vardım ve kocaman bir Türk bayrağı taşıyordum… Geçit resminde bizim yerimiz gerilerdeydi… ‘Bayrağın başta geçmesi gerek, bayrağı ver’ dediler. ‘Bayrağı vermem… Bayrağı biz taşırız’ dedim ve direndim… Sonunda razı oldular. Evet, o ilk gençlik bayramında ayyıldızlı al bayrağı kol başında taşıyan ben oldum.O dönemin ulusal gururunu körükleyen sloganlar, bizim duygularımızı da ifade ediyordu. Okul arkadaşlarım için aynı şeyi söyleyemem ama o ulusal gurur beni derin bir anti-emperyalist görüşe vardırdı. Oradan da Marksizm’e zaten bir adım…”

    “Fikret’in ‘Ruy-i; zemin vatanım, Nev-i beşer. Milletim’ (Yeryüzü vatanım-İnsanlık milletim) mısraını, zamanının şoven tahriklerine karşı şair tarafından öfkeyle söylenmiş bir söz olarak, hoşgörü ve anlayışla değerlendirebiliriz, ama millet gerçeğini atlayan böyle bir enternasyonalizmin bilimsel bir yanı yoktur..”

    “Gerçek milliyetçi, ulusal bağımsızlık, gerçek demokrasi, ümmetçiliği ve kozmopolitliği reddeden ulusal kültür uğruna savaşandır.”

    “Türk mitolojisine dönmenin olumlu, ilerici bir davranış olduğunu belirttik. Ümmetçilikten çıkmağa ve uluslaşmaya başlayan bir halkın, kendi öz kültür kaynaklarına dönmesi tabii bir şeydir. Ve sınıfsız barbar bir toplumun üst-yapısı olan Türk mitolojisi, özünde, emeği ve emekçiyi yücelten unsurlar taşır. Örneğin Ergenekon Destanı’nda topluma kara gününde yol gösteren, bir demircidir. Bey değil han değil, bir emekçi. Ergenekon Destanı özünde devrimci bir destandır, ama ona bugün Türkiye’de sahip çıkanların davranışlarını devrimci olarak nitelendiremeyiz.”

    “Gelmiş geçmiş iktidarların şimdiye kadar Kürt sorununda izledikleri yol uyduluk politikasının paralelindeydi. Barzani, Talabani gibi kıdemli işbirlikçiler el üstünde tutuldu, onurlandırıldı, ama kendi ülkenin insanı olan ve ortak vatan çatısı altında halkların gönüllü birliğini savunan Kürt ezildi.”

    “Yüzyıldan uzun bir süredir Türkiye’nin kaderine hükmetmiş olan asker-sivil bürokrat zümre bir geçmişin, bir geleneğin temsilcisidir ve bu geçmişte bir Çanakkale vardır, bir Kurtuluş Savaşı vardır… Asker-sivil aydın zümrenin ideolojisinin günümüz şartlarına uydurulmuş bir Kemalizm olduğu söylenebilir.. bu zümre kesin olarak demokratik devrimden yanadır.. sosyalist devrime karşı olması için de sınıf açısından bir neden yoktur… Bugün Türkiye’de bir genelkurmay başkanı orgeneral göğsünü gere gere bir buçuk odada oturduğunu söyler ve bunu kimse yadırgamaz, giderek bunu yoksul Türk halkı, milli bir ordu olan Türk ordusunun en yüksek kademesinde bulunmanın bir vecibesi sayar…”

    “Atatürk’ün en büyük çabası, genç kuşaklara Türk milli gururunu telkin etmek olmuştur. Milli gurur iyi şeydir. Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmişlerdir sosyalizme. Bir adamda gerçek milli gurur varsa, korkma. Er geç temel ilkelerde birleşirsin onunla. Er geç dünyada Türk olarak başı dik yaşamanın, kapitalizmin dünya yüzünden silinmesi ile mümkün olabileceğinde anlaşılacaktır. Bunu kendimden bilirim. Bizim delikanlılığımızda biz ‘Bir Türk dünyaya bedeldir,’ ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sloganlarını ciddiye alan kuşaktık.”

    Yıldıray Oğur

    Taraf

    http://www.nasname.com/tr/9661.html

  17. çıracı

    Adi bir fırsatçılık örneği, akbabalarda bile daha çok haysiyet olur.
    AKP karşıtı olan tüm kesimleri Kemalist olarak göstermek de Taraf yazarlarına yakışır.
    Yıldıray Oğur’un alıntı cımbızlama metodunu kullanarak pekala George Bush’u anarşist olarak da gösterebiliriz.

  18. Biraz sogukkanli ol çıracı

    Olayin AKP ile ne ilgisi var? PKK’nin da , bazi sosyalist gruplarin da Kemalist ideolojiye benzer ideolojileri oldugu iddiasina neden bu kadar öfkelendin? Yanlissa , bunu ortaya koy.

  19. konuyla ilgili ilginç bir yazı

    yazıya tamamen katılmıyorum. fakat yanlışları olsa da nasname grubu, öcalan ve pkk’ya karşı durduğu için takdir edilmesi gereken, akp’lilikle de ilgisi olmayan, tam tersi son derece radikal bir gruptur. akp karşıtı herkesi kemalist sanmak gibi, pkk-bdp karşıtı herkesi kemalist veya akp’li sanmak da yanılgıdır.

  20. çıracı

    * “PKK’nin da , bazi sosyalist gruplarin da Kemalist ideolojiye benzer ideolojileri oldugu” iddiasına öfkelenmedim. Bu tarz iddiaları Tayyip sık sık söylüyor zaten; Taraf, Zaman, Vakit, Yeni Şafak çevreleri de sık sık zorlama ispatlarla bu iddiaları doğrulamaya çalışıyor. Benim asıl kızdığım olay, Yıldıray Oğur’un, Mihri Belli’nin ölümünü ahlaksız bir tüccar mantığıyla fırsata çevirmiş olmasıdır (o yüzden “akbabalarda bile daha çok haysiyet olur” dedim). Oğur, Belli’nin siyasi yol haritasını bütüncül bir şekilde ele almaktansa oradan buradan kırparak Belli’yi azılı bir kemalist olarak göstermiş, hatta daha da ileri giderek hiçbir ispat olmadan Kürt Hareketini ve sosyalistleri de kemalist olarak göstermiş. Neymiş? ‘Sosyalistler, BDPliler, CHPliler aynı cenazeye katılmışmış… E zaten bunların kökleri de kemalistmişmiş…’ Bu akıl yürütme tekniğine ve Belli’yi kemalist yaparken kullandığı alıntı cımbızlama metoduna kargalar bile güler. Utanmasalar şöyle manşet atacak Taraf: “Mihri Belli’nin ölümü de Ergenekon tarafından planlandı. Amaç AKP karşıtı statükocu kesimleri bir araya getirmek.”
    * Nasname’ye baktım. Hiç de radikal bir grup değil. Ahmet Altan, Roni Margulies, Barzani sentezi garip bir liberal fikriyata sahipler. Taraf gazetesinden sık sık haber ve röportaj yayınlıyorlar. AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu’nun görüşlerine/röportajlarına da sık sık yer veriyorlar. Referandumda “Yetmez ama evet!” demişler. PKK düşmanı bir tavır içindeler (Not: PKK’nin şiddet düşkünü ve otoriter eğilimlerine ben de karşıyım fakat anti-PKK’ci de değilim) hatta PKK’yi kemalist ve derin devletin uzantısı olarak göstermeye çalışıyorlar.
    * Ben zaten önceki yorumumda Nasname’yi değil Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur’u eleştirmiştim.

  21. çıracı

    (Aşağıdaki yazı bolsevik.org’dan alınmıştır. Mihri Belli hakkında gerçekçi bir yorum olduğunu düşünmekteyim, sadece bir-iki noktada itirazlarım vardır. Hem Yıldıray Oğur’un nefret ve çarpıtmalarla dolu yazısına karşı, hem de Belli’yi göklere çıkaran yazılara karşı iyi bir alternatif yazıdır.)

    Mihri Belli’yi Nasıl Bilirdik?

    Fikret Seyhan-(21.08.11)

    Türkiye sosyalist hareketinin yaşayan en eski simalarından birisi olan, sembol isim Mihri Belli 96 yaşında hayata veda etti. Türkiye solunun bütün dönemeçlerinde izini bırakmış, özellikle de Türkiye solunun geleceğinin belirlendiği 68 sürecinde belirleyici tesirlerde bulunmuş bir insanın ölümü vesilesiyle bir takım değerlendirmelerde bulunmak, tarihi ve oradan doğru bugünü de anlamanın bir aracı olarak elbette önemlidir.

    Mihri Belli’nin ölümüyle birlikte hemen hemen her yerde Belli’nin mücadeleci yaşamı günlerdir övülüyor. İçerisinde yer aldığı olaylar, Mihri Belli’nin bunlar üzerindeki rolü ve değerlendirmelerine hiç değinilmeden ismen zikrediliyor. Mihri Belli 96 yıllık ömrünün büyük çoğunluğunu sosyalist mücadeleye tutunarak geçirdi. Bu nokta, Mihri Belli�yi övenlerin görünürdeki en sağlam dayanağı durumunda. Ancak bizim açımızdan Mihri Belli’nin sosyalist hareketin ilerleyişine etki eden hatalarını, eksiklerini, ideolojik tutumlarını ele almak ve eleştiri süzgecinden geçirmek zorunludur. Ölenin ardından kötü konuşmak, toplumsal değerler bakımından ayıplanacak bir durum olarak algılanır ama mesele devrimci sınıf mücadelesinin çıkarları ile ilgiliyse biz Bolşevikler için durum değişir. Güzellemeler yapanlar nereye kadar nezaket icabı ritüellere uygun davranıyor, nereye kadar Mihri Belli ile aynı tastan su içmişler, orası biraz karışık; ama sanırız çoğu durumda ikisi birlikte geçerli oluyor. Bizlerse ne Mihri Bellilerle aynı tastan su içtik, ne de kökleri orta yolculuğa çıkan uzlaşmacı nezaketçilik ve ritüellerle uyuşabiliriz.

    Mihri Belli mücadeleye atıldığından beri Türkiye sol hareketinin şekillenişinde önemli etkileri olmuştur. Tartışılmaz olan bu durum, O�nun üzerine yazılan bütün değerlendirmelerde giriş noktası oluyor. Ancak şu soruyu da eklemek gerekmektedir: Mihri Belli Türkiye solunun ideolojik ve politik olarak şekillenişine ne getirdi? Bu soru hemen hemen hiç ele alınmamaktadır. Çünkü Türkiye sol hareketinin birçok unsuru halen Mihri Belli’lerin ortaya koyduğu çizgi üzerinde oturmaktadır. Diğer birçoğu da Mihri Belli�nin inşa ettiği gelenekle yakın akrabalık bağları vardır. Bu yüzden Türkiye solunun çok büyük bir çoğunluğu için Mihri Belli’yi eleştirmek kendi kendilerini eleştirmek anlamına geleceği için eleştiri es geçilmektedir. Bir de kendisini devrimci Marksist addeden DİP�in Mihri Belli’yi “enternasyonalist devrimci” olarak selamlaması var ki insana pes dedirtiyor. Mihri Belli �enternasyonalist devrimciliğin� uzağından bile geçmemiştir. Tam tersine hayatının en büyük işleri (MDD gibi), Belli�nin şovenizmin dibine vurduğu işlerdir ki bunlar O�nun tam da enternasyonalist devrimcilik adına şiddetle eleştirilmesini gerekli kılmaktadır. DİP�li yazar herhalde enternasyonalist devrimci derken Belli�nin Yunan İç Savaşı�na katılmasını temel almış. Oysa Yunan İç Savaşı�na katılmak Belli için Stalinist KKE liderliğinin ve bizzat emir aldığı Stalin�in iğrenç ihanetlerine ortak olmak anlamına gelir, o kadar. Mihri Belli hiçbir zaman Yunanistan�da gerçekte ne yaşandığını, olayların iç yüzünü anlatmadı. Tam tersine Stalinizmin korkunç günahlarının üstünü örtmeye çalıştı, bir anlamda en azından Türkiye�de tarihe bu konuda karartma yaptığını söyleyebiliriz.

    Burada bir parantez açarak “Kapetan Kemal”in hikayesine değinilebilir. Mihri Belli Yunan andarte liderlerine verilen “Kapetanios”tan esinlenilerek “Kapetan Kemal” lakabını almıştı. 1947’de Demokratik Ordu saflarında savaşmak için Yunanistan’a gitti. Bu noktada Mihri Belli’nin Yunan İç Savaşı’yla ilgili değerlendirmelerine bakmak gereklidir. Belli, Yunanistan’daki iç savaşın Komintern ve SSCB’den gelen baskılara rağmen Yunanistan Komünist Partisi (KKE) tarafından alınan inisiyatifle başlatıldığını söylüyor, Stalin’in Churchill’le Doğu Avrupa’yı paylaştığı, Yunanistan’ın İngilizlere bırakıldığı anlaşmayı uluslararası koşulların dayattığı bir zorunluluk olarak mazur gösteriyor. Hatta kendi sözcükleriyle aktaracak olursak; “Ve gene, Yalta’da da aynı Stalin’in, Churchill’in anılarında yazdığına göre, gene kendisine, Yunanistan’da Alman işgali döneminin işbirlikçilerini silahlandırarak halka karşı faşist bir terörü kışkırtıp toplumdaki en gerici güçlere dayanan bir kralcı düzen kurma işine soyunmuş olan İngiltere’yi ‘eleştirmeye hiç niyetli olmadığını’ söylemesi ve ardından İngiltere’nin Yunanistan’daki politikasına tam bir güveni olduğunu belirtmesi gibi kraldan fazla kralcı bir tutum bile, bir bakıma aynı biçimde değerlendirilebilir.”(1) ifadeleri Mihri Belli’nin ömrü boyunca Stalinizme karşı takındığı hayırhah tutumun bir özeti gibidir.

    Yunanistan iç savaşının namuslu bir analizinin Stalinizmin mahkum edilmesiyle sonuçlanması kaçınılmazdı. Mihri Belli böyle bir analize girişerek Türkiye�de devrimci hareketin ufkunu ilerisi için büyük niteliksel farklar yaratacak şekilde genişletebilirdi. Ama maalesef Belli bu işlere girişebilecek bir adam değildi.

    Mihri Belli 68�i Domine Ediyor

    1950’li yıllarda artık tek parti diktatörlüğü sona ermiş olsa da DP iktidarı da sosyalistlere göz açtırmamıştı. TKP de bu baskılardan nasibini alırken Mihri Belli�ye hapis ve sürgün yolları gözükmüştü. Meşhur 1951 Tevkifatı’nın ertesinde bir TKP klasiği olarak parti içerisinde Moskova�nın hakemliğinde bir sürü entrika vuku bulacak ve sonunda yine klasik olarak birileri tasfiye edilecekti. Mihri Belli bu dönemde kurban edilenlerden biri olacaktı. Belli TKP�den uzaklaştırılmış olsa da hep �eski� TKPli olarak kaldı ve SBKP çizgisinin sadık bir izleyicisi olmayı sürdürdü. 1960’lardaki büyük etkisi de bu vesileyle olacaktı.

    TKP kitlelerle doğrudan bağ kuramasa da ideolojik etkileri oldukça güçlü olmuştur. TKP�nin Kemalizm�i ilerici ilan etmesi maalesef yeni kuşakların bu konuda büyük zaaflar göstermesine neden olmuştur. TKP�nin taşıyıcısı olduğu resmi Stalinist çizgi Kemalizm ile birçok noktada örtüşmektedir. Milliyetçiliğin beşiğinde “ulusal kalkınmacılık” iki çizginin de aslında özünü oluşturuyordu. “Ulusal kurtuluş mücadelesi”, “antiemperyalizm”, “yurtseverlik” türünden lafazanlıklar bu iki çizginin ortak paydasıydı.

    TKP�nin Stalinizasyonu tamamlandıktan sonra parti programından �işçi ve köylü şuraları hükümeti hedefi� kaldırılmıştı. Kemalizm, Stalinist aşamalı devrim perspektifinin bir basamağı olarak görülüyordu. Bu ideolojik evrim 1960’larda da kendisini fazlasıyla hissettirecekti. Mihri Belli’nin burada sahip olduğu özel anlam ise onun geçmişle gelecek arasında adeta bir köprü oluşturmuş olmasındandır. TKP�nin cılız örgütsel varlığı Avrupa�da uyku halindeyken Mihri Belli TKP çizgisini partinin dışında da olsa yeni kuşağa aktarmayı başarmıştır. SSCB dış politikasını yakinen takip eden Mihri Belli resmi çizginin Ortadoğu ülkelerinde Baas partisi modellerini öngördüğünü biliyordu. Buna uygun olarak Belli tüm enerjisini sol cunta hazırlıklarına harcamaktaydı. Bu yüzden de sözde enternasyonalist devrimci Belli�nin vurguları bağımsızlık, anti amerikanclıkla süslü vatan millet edebiyatlarından öte değildi. Mihri Belli sol cunta ortamını güçlendirmek için milliyetçi söylemi uç noktalarına kadar vardırıyordu.

    Mihri Belli�nin 68 gençlik hareketini büyük oranda etkilemesini mümkün kılan etkenler nelerdi? İlk olarak 27 Mayıs sonrasında ordu bir hayli politikleşmişti. Özellikle genç subaylar ve askeri okul öğrencileri Kemalist solun radikal biçimlerine meylederek sol cunta arayışlarını güçlendiriyorlardı. Mihri Belli gibi eski TKPli olan Hikmet Kıvılcımlı�dan Doğan Avcıoğlu�na, Kemalist aydınlardan kimi gençlik önderlerine kadar geniş kesimler için sol cunta hayali giderek elle tutulur bir hale dönüşüyordu. Mihri Belli bu unsurlar içerisinde süreci uluslararası bağlamlarıyla okuyan ve gençlik hareketiyle organik bağları olan bir isim olması ile öne çıkıyordu. Mihri Belli�nin büyük etki kazanmasının asıl önemli nedeni ise gençlik ile kurduğu temastır. Bunun arkasında ise TİP�in tıkanması yatmaktadır. Parlamenter hedeflere kilitlenmiş TİP liderliği parti tabanındaki gençliğin militanlığını �baskı ortamına gerekçe yaratır� korkusuyla kendisi için bir tehdit olarak görmüştür. Bu doğrultuda radikal gençlik hareketini pasifize etmeye kalktığında devrimci gençliğin TİP�ten kopuş süreci başlamıştır. Kurt politikacı Mihri Belli bu noktada devreye girerek TİP liderliğinin pasifliğini teşhir etmiş, gençliğe antiemperyalist aksiyon önermiştir. Gençliğin bu dönemdeki 6. Filo eylemleri, Mustafa Kemal yürüyüşlerinde Belli’nin etkileri vardır. Soğuk Savaş yıllarında ABD hedeflerine yönelik militan eylemler SSCB tarafından komünist partilere verilen en önemli ödevlerden birisiydi. Mihri Belli, zaten Vietnam Savaşı nedeniyle antiemperyalist duyguları zirvede olan gençliğin radikalliğini okşuyordu.

    Kendisi de, 68 kuşağının diğer birçok temsilcisi gibi Mihri Belli’nin tedrisatından geçmiş olan Ertuğrul Kürkçü “1960’ların ikinci yarısında Mihri Belli’ye çağdaşları arasında özgün bir konum sağlayan ve onu “devrimci gençlik” hareketinin kutup yıldızı kılan da aynı şeydi: Devrimin güncelliği.”(2) derken bu durumu anlatmaktadır. Diğer taraftan Mihri Belli�yi salt bir radikalizm taraftarı olarak görmemek gerekir. Belli, gençliğin eylemciliğini desteklerken bir yandan parlamenter rüyaları sol cuntanın önüne koyan TİP�ten gençliği kopartıyor bir yandan da gençliğin radikalliğini vatan ve bağımsızlık edebiyatları ile Kemalizme ve sol cuntacılığa bağlıyordu. Mihri Belli, 68 gençlik hareketi içerisindeki Kemalizm fenomeninin tartışmasız en önemli yaratıcılarından birisi olmuştur. Onun enternasyonalizmi ideolojik olarak bağlandığı güçlü milliyetçilik karşısında silik bir yafta olarak kalmıştır.

    Ancak Belli’nin eylemci pratiğinde, sokak, Milli Demokratik Devrim’in sol cuntacı perspektifinin adeta yancısı durumundadır, asli bir role sahip değildir. Mücadeleye yeni gözlerini açan ve eski kuşak tarafından şekillendirilen gençlik hareketi, “Ordu işçi-gençlik el ele mücadeleye!” sloganını dillerinden düşürmez. “Bağımsız ve demokratik Türkiye” hedefi artık tüm gençlik hareketinin temel vurgusu olacaktır. “Enternasyonalist” Mihri Belli ise ulusalcı dar bakış açısını bu dönemde daha da fazla sahiplenir olmuştur: “Bugün Rusya’yı yöneten Lenin’in partisi değil de Romanov hanedanından bir Çar olsaydı bile gene de Amerikan üslerinden arınmış bağımsız bir Türkiye’yi gerçekleştirme amacını güden her Türk yurtseveri, Amerika ile Rusya arasındaki çelişkiden kendi milli çıkarı açısından yararlanma gereği duyardı.” (4) Görüldüğü üzere milli çıkarların savunusu, her türlü güçle işbirliğine açık bir pragmatizmle Belli’nin programının temeline yerleşmiştir.

    Mihri Belli’nin MDD yaklaşımı pasifist TİP liderliği karşısında gençliğin akınına uğradı. 68’in neredeyse bütün önemli gençlik liderliği bu hareketin bir parçası oldular. Ancak tıkanma ufukta görünüyordu. Görünüşte “parti sorunu” üzerinden gelişen bir tartışmayla MDD hareketi 60’ların sonu, 70’lerin başında bir yarılmanın içerisine girmişti. Ancak gençliğin MDD saflarından uzaklaşmasının sebebi ne parti sorunu ne de ideolojik herhangi bir yönelimdi. Temelde yatan şey MDD’nin özünde düzene olan bağlılığı, gençliğin radikal mücadelesini sol cunta perspektifinin meşruiyet aracına dönüştürmeyi istemesinde yatmaktaydı. Mahirler, Denizler, İbolar kendi devrimci pratikleri içerisinde sol cunta projelerinin çıkışsızlığını kendilerine dönen her asker süngüsünde rahatlıkla görebiliyorlardı. Che Guevara’nın, Vietnam’da ABD’ye karşı yürütülen direnişin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin devrimci idealizmi bu gençleri de sarmaktaydı ve gençler MDD’nin milli cephesini tam ortadan çökertecek silahlı mücadeleye atılma noktasına varmışlardı. Bu noktadan sonra kimse Stalinizmin ihtiyatlı, düzene zincirle bağlanmış eski tüfeklerini dinlemeyecekti.

    Nitekim olaylar gençliği birçok noktada haklı çıkartırken, Mihri Belli’nin pozisyonunu iflasa mahkum etti. Denizler, Mahirler, İbolar 9 Mart’ta sol cuntanın içinde yer alan, 12 Mart’ta gerici, baskıcı cuntanın içinde yer alan generallerin hedefi oldular. Gençlik eski tüfeklerin yanlışlarını geç de olsa kavrarken, bunun bedeli yaşamları olacaktı.

    68 Sonrası Mihri Belli

    Mihri Belli�nin politik yaşamının en etkili olduğu zaman dilimi 68 dönemi olmuştur. 68 gençlik hareketi belli bir noktadan sonra eski kuşağın pratik ve örgütsel kontrolünden çıkmış ve mücadeleleri daha radikal biçimlere bürünmüştür. Sonuçta, Mihri Belli de radikalleşen gençlik ve sınıf mücadelesinin bir kenara ittiği siyasal figürlerden birisiydi. Onun siyasal kariyeri 1970�lerin kitlesel mücadeleleri içerisinde hiçbir etkiye sahip değildi. Ne bu dönemde başını çektiği Türkiye Emekçi Partisi�nin somut bir gücü vardı, ne de sonrasında yer aldığı ÖDP ve SDP deneyimlerinde belirleyici konumdaydı. Son süreçte ise SDP-Sosyalist Parti ayrışmasında burjuva basına verdiği demeçle hafızalarda kaldı.

    Diğer taraftan Mihri Belli�nin taşıdığı ideolojik çizgi Türkiye solundaki ağırlığını muhafaza etmiştir. Bugün bile bu durum geçerlidir. Menşevik aşamalı devrim anlayışı, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi, yurtseverlik, Kemalizm�e yatkınlık, sınıf uzlaşmacılığı bugün de Türkiye solunu Marksist programdan koparmakta, küçük burjuva bir hatta sokmaktadır. Bugün de bu bileşenler Mihri Belli�yi yere göğe sığdıramamaktadır.

    Mihri Belli Türkiye sosyalist hareketinin geçmiş muhasebesi yapılırken her zaman ele alınacaktır. Ölümü onun politik yaşamı konusunda bin türlü kafa karışıklığının açığa çıkmasına vesile oldu. Ölen kişinin arkasından gösterilen saygı, hiçbir şekilde geçmişte yaşanan olayların muhasebesinin yapılmasının, hataların ortaya serilmesinin, doğruları yeni kuşaklara aktarmanın önüne geçmemelidir.

  22. site-teknik

    bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.

  23. Anonim

    Aydınlık ve Ulusal Kanal’dan açlık grevi

    Aydınlık Gazetesi, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi binalarına geçtiğimiz günlerde yapılan aramaların ardından hem kanal ve gazete çalışanları hem de bir grup İP üyesi açlık grevine başladı.

    İşçi Partisi İstanbul Merkezi, Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal’ın bulunduğu bina önünde başlayan açlık grevi bugün 3. gününe girdi. Önceki günlerde yapılan baskınlar sonucunda gözaltına alınan 10 gazeteci ve parti üyesinin emniyette başladıkları açlık greviyle eş zamanlı olarak greve başladıklarını belirten İP üyesi Mustafa Tunca, grevin arkadaşları serbset bırakılan kadar devam edeceği söyledi. Türkiye’de basın özgürlüğüne çok büyük bir baskı olduğunu dile getiren Tunca, Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek gibi iki ismin yaptığı kirli görüşmeleri deşifre ettiklerini ve bu yüzden böyle bir saldırıya maruz kaldıklarını ifade etti. Basın özgürlüğü üzerindeki baskı dışında yine ülkede çok büyük hukuksuzluklar yapıldığını vurgulayan Tunca, buna karşı mücadele edeceklerini söyledi. Bugün gözaltındaki arkadaşlarının adliyeye çıkarılacağını belirten Tunca, onların serbest bırakılmalarını ve bu tertibe son verilmesini beklediklerini dile getirdi.

    Baskınlar neden gerçekleştirilmişti?
    Aydınlık gazetesi ve Ulusal Kanal’a yapılan baskınlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile eski KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile AKP’li Burhan Kuzu arasında geçen ve yayınlanan telefon konuşmalarından kaynaklanmış ve bunların nasıl elde edildiğine dair belge aranmış, sonucunda 10 kişi gözaltına alınmıştı.

  24. özgürlükçü

    çıracıya,
    pkk nın derin devletin,abd nin,emperyalizmin taşeronu olduğunu şiddet düşkünü olduğunu dilinden düşürmeyenlerin asıl taşeron olup şiddetin asimilasyon(halen çocuklarımızın kendi varlığının olmayıp bütün varlığını türk varlığına armağan etmesi andını içirenler kim)şeklini yeterli bulmayıp toptan imha savaşını kiminle yaptığını (abd elçisi hükümet)açıkça gördük casusun amiri akp şimdi libyada abd ve emperyalistlerle emperyal hedeflerde dizayn yapıyor şiddet düşkünü dilinden hemen şimdi barış deyip defalarca tek taraflı ateşkes yapanlarmı oluyor? taşeron kim olduğunu şimdi daha iyi anladınızmı?bomba ile parçalanmış masum bebek cesetlerini kamuoyundan kim gizliyor? bebek katili kim oluyor?onuda kürtlere yükleyebilecekmisiniz?20 ay sonraki yerel seçimlerde 100 belediyeyi 250 ye çıkarınca bdp bu illeride toptan bombalamakla kürt sorununu çözmüş olacağını sanan mantığın 38 dersimi yapan mantıktan farkı ne?asıl derin devletçi faşist kemalistlerin ve bilumum uzantıları utanmadan bu sitede olup biteni tam tersi göstermeye çalışması çok ayıp.biz bu filmi sürekli izledik hayata dönüşten geçmiş 90 lardaki imha siyasetine aynı kafanın farklı yöntemlerle uygalamasıdır.yani sistemin işi bitmiştir zilelinin dediği gibi ne yapsa var olan statükonun ve hegemonyanın aleyhine işleyecek özgürlükçü isyanın değişim talepleri engellenemiyecektir.işte onun için casus ve amiri akp gibilere ihtiyaç olmayan halkların kendini özgürce gerçekleştirip yöneteceği bir gelecekte işlevi olamıyacakların statükonun devamı için son çırpınışlarıdır bu söylenen yalanlar

  25. pkk nedir? apo kimdir?

    Korkunç bir yalan ve ikiyüzlülük

    Kemal Burkay

    Kürt toplumu ve Türk toplumu şu son 30 yıldan beri, devlet ve PKK eliyle sahnelenen korkunç bir yalan ve ikiyüzlülükle, acımasız bir oyunla karşı karşıya.

    Bu oyunu düzenleyen Türk derin devleti, taşeronu PKK.

    Önce Apo eliyle PKK’yı kurdular, yani Kürdistan’a bir “Marksist-Leninist işçi partisi”! Devrimci kılık altında bir paravan örgüt…

    Apo onların adamıydı. Daha tapu kadastro okulunda okurken, “Komünizmle Mücadele Derneği”ne üye iken, benzeri birçok kişi gibi onu da keşfedip yönlendirdiler. Önce Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydedip öğrenci derneğine soktular. 1971-72 yıllarında, yayınladığı bir bildiri nedeniyle Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) yöneticileri tutuklandı, Apo da içindeydi. Ama sıkıyönetim mahkemesine Milli Emniyet’ten gelen bir yazıda, “bizim adamımızdır” denince Sıkıyönetim Savcılığı tarafından serbest bırakılmıştı.(Bu bilgi o zamanki Ankara Sıkıyönetim Savcısı Binbaşı Baki Tuğ tarafından gazeteci Uğur Mumcu’ya söylenmişti ve Mumcu bunu yazdı).

    Sonra, Karakoçan’da, ta 1925’ten beri devlete ajanlık-muhbirlik yapmakla tanınan birinin, Ali Yıldırım’ın kızı Kesire ile evlendirildi… (Ali Yıldırım, çok sonraları, Hürriyet Gazetesi’nin kendisiyle bu konuda yaptığı bir röportajda, “Ben kızımı devlete verdim!” demişti…)

    1978 yılında Apo’ya PKK kurduruldu. Kurucular arasında “Pilot” lakaplı sözde ordudan ayrılmış bir Türk subayı da vardı. PKK kurulur kurulmaz teröre başladı ve tüm Kürt örgütlerini kendisine düşman ilan etti, onları tasfiyeye girişti. Zaten kuruluş amacının biri, başlıcası buydu.

    Apo daha sonra onlarca kez, “PKK kurulduktan sonra üç yıl süreyle ekmeğimizi ve silahımızı devlet verdi, korumamızı bile o sağladı. Bizden istedikleri diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmaktı ve üç yıl boyunca (1978-1980) ne istedilerse yaptık…” dedi, bunları yazdı, TV programlarında söyledi.

    Apo böyle diyerek övünmekte, Türk devletini oyuna getirdiğini, ona dayanarak PKK gibi güçlü bir örgüt kurduğunu iddia etmektedir.

    PKK’nın ajan olmayan, harekete inanmış veya kanmış merkez kadroları 12 Eylül öncesi derdest ve tasfiye edilirken, darbeden az önce Apo Suriye’ye geçti, ya da geçirildi. Çok geçmeden Suriye istihbaratı ona el attı. Sonra 1984 Ağustosu ve yeniden silahlı eylemlerin başlaması…

    Dostu düşmanı birbirine karıştıran bir terör… Çocuk-kadın demeden korucu ailelerinin, Kürt köylülerinin kıyımı, örgüt içinde eleştiri yöneltenlerin kıyımı, örgüt dışında PKK’nın yöntemlerini eleştirenlerin veya Avrupa’da faşist cuntaya karşı mücadele yürüten Kürt ve Türk devrimcilerinin kıyımı… Sağa sola bombalar, kundaklamalar, elçilikleri, Newroz gecelerini basmalar, otoban yakmalar… Kürt hareketinin adını teröriste çıkarmak için ne gerekiyorsa…

    Güney Kürtlerine karşı savaş, Suriye Kürtlerine karşı terör…

    Sözde kurtarılmış bölgeler, her bahar ve yaz kurulmakta olan Kürt devleti palavraları…

    Bu durumdan yararlanan Cunta’nın Kürdistan’da başlattığı kirli savaş… Koruculaştırma, binlerce köyün, onlarca kasabanın yakılıp yıkılması, milyonların göçü, Kürdistan’ı boşaltma operasyonları …

    Apo’nun Şam’da, en güvenlikli bölgede, Türk askeri ateşesi ile aynı binada kalması (biri 2. katta, diğeri 10. katta…)

    Bir yandan da Türkiye’nin uyuşturucu ticaretine yol olması, Türk devletinin çeteleşmesi, binlerce faili meçhul cinayet… PKK’nın ve Türk Devleti´nin kirli savaşının uyuşturucu parasıyla finanse edilmesi, Suriye’de Esat ailesinin bu işten payını alması…

    Derken 1998… Türkiye’nin artık yeter deyip Suriye’ye yüklenmesi, Apo’nun oradan çıkarılması, Kürdistan’da arkadaşlarının yanına gideceğine Avrupa yollarına düşmesi, sahip olduğu milyonlara dayanarak rahat yaşıyabileceği, hesap vermeyeceği bir ülke araması, derken Amerika tarafından derdest edilip Türkiye’ye teslim edilmesi…

    Ondan sonrası daha da malum: İmralı, pişmanlık ve Türk devletine yeniden kuzu kuzu hizmet sunma dönemi…

    Yine, Türk devletinin çıkarlarına uygun olarak, gerektiğinde “demokratik cumhuriyet”e, üniter devlete, kemalizme övgüler, “barış, demokrasi” filan… Gerektiğinde biraz savaş, biraz terör; bomba, mayın, çat pat…

    Türk devletinin yaptığı açık: Kürt sorununu Apo ve PKK eliyle hem terörize, hem pasifize etmek. Her iki durumda da amaç aynı: Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesini bastırmak, kitleleri sindirmek, Kürt dilini ve kültürünü yok etmek, zorla asimilasyon…

    Bir halkı ve bir kültürü yok etme, yani soykırım.

    Oyun özetle bu, sevgili okurlar. Biz yıllardır bunları yazıp söylüyoruz. Kürt halkına ve Türk halkına onyıllardır korkunç bir şekilde yalan söyleniyor, kitleler aldatılıyor. Ama bu oyunu tezgahlıyanların, yalan ve zulüm korosunun sesi bizimkinden çok güçlü. Elimizde kitleleri aydınlatacak araçlar ne yazık ki yok.

    Türk ve Kürt kesiminde siyasetçi, aydın geçinenlerin çoğu ise ya bunu kavrayamıyacak kadar ufuksuz, ya deşifre etmeyi göze alamıyacak kadar çıkarcı, sorumsuz, ya da düpedüz korkak. (Bu işin sorumluları ve bu oyuna destek verenler, zaten ayrı.)

    Şimdi de çözüm önerileri karşısında, sistemin sahip ve sorumlularının suyu yokuşa sürmek için öne sürdüğü bahanelere bakın:

    “Kürt sorunu yok, PKK sorunu var, terör sorunu var!

    “Teröristler muhatap alınamaz!

    “Teröristlere af çıkarılamaz, siyasal çalışmanın yolu açılamaz!”

    Sizi gidi yalancılar sizi, sizi gidi utanmazlar sizi! Dünya alemi aptal yerine mi koyuyorsunuz? Apo sizin adamınız, PKK sizin güdümünüzde ve terör sizin eseriniz. Bu ülkeyi kana ateşe boğan sizsiniz, siz!

    http://www.kurdistan.nu/psk/psk_bulten/kemal_burkay_korkunc_bir_yalan.htm

  26. Casus Belli: Hayaller ve gerçekler

    Ne BDP elindeki belediyeleri 250’ye çikarabilecek (hayal bile etmezler), ne de kimse bu yöreleri bombalamayi düsünecek (çünkü iktidarda solcu CHP degil, AKP var). Savas agasi PKK yöneticileri sonunda kuzu kuzu görüsme masasina gelecekler, tükürdüklerini yalayacaklar, onlarin pesine takilan andavalli solcular da yine hayal kirikligina ugrayacaklar. Bir samanlik güzeli Ertugrul’u lider sanip da pesine takilanlar, karanlik güçerin tasaronlugunu yapmayi devrimcilik sananlar yine acinacak duruma düsecekler . Bu isler bitti, son kullanma tarihi geçti, devrim, muhalefet, degisim projesi simdi baska yerlerde anlayin artik.

  27. site-teknik

    bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.

  28. özgürlükçü

    ‘savaş ağası pkk yöneticileri kuzu kuzu görüşme masasına gelecek’bu cümleyi utanmadan kurdun casus amirlerin seni işten kovacak sende kabul ettiğin gibi yıllardır kürtler bu sorunu siyaseten görüşme masasında çözelim diyor.senin amirlerin imralıyı ve herkesi kandırıp oyalıyor.görüşmelere sahip çıkıp müzakere ediyoruz bile demedi imralıda neler konuşuldu açıkla?apo bir haftada çözerim dediğinde ne istedide amirlerin kabul etmedi?açıklansın o zaman savaşı asıl isteyen ortaya çıkacak hem görüş sonra inkar et muhatap değil de görüşmeleride itibarsızlaştırmak ve imha amaçların için yap sonrada görüşmek müzakere isteyen kürtler değilmiş gibi katiller de sonra kuzu kuzu masaya geleceklerde hangisi doğru masaya yıllardır gelebilmek için ağır bedeller ödeyenler masadan kaçmaz.zadet elinde çözüm projesi olan tek tarafın kim olduğunu herkes anladı.şimdi mecliste göreceksin kemalist vesayetçilerle,devletçi ırkçılarla akp bir olup toplumsal muhalefetin karşısana sistemin sahipleri ve yedekleri olarak birlikte çıktığı zaman bizi devletçi kemalist diye bu sitedeki suçlamalarından utanıp kendi amirinin kemalizmin devamı olduğunu göreceksin yalama.kullanmaya gelince senin gibi yalamaların işlevi her devirde sonsuzdur hiç bir zaman kullanma tarihiniz geçmez seni devlet kullanır,iktidar,abd,sermaye,kemalizm,gülen gülmeyen,ırkçı milli duygular, hemen hepsi senin gibileri kullanır kullanıla kullanıla yalama olmuşsun ne dediğini bilmiyorsu son yorumunu tekrar oku

  29. çıracı

    özgürlükçü arkadaş,
    Casus Belli’ye olan nefretinizi anlayabiliyorum, ben de fikir olarak neredeyse her zaman onunla ters düşüyorum. Fakat, Casus Belli’ye karşı teorik mücadele verirken (genel olarak herhangi bir kişiye veya gruba karşı teorik mücadele verirken) küfür, hakaret, otoriter ve polemikçi üslup kullanmamanız daha hayırlı olur. Savunduğunuz görüş doğru olsa bile bunu savunurken hakaretamiz üslup kullanmak hem demokratik olmayan bir tavırdır, hem de karşınızdaki kişinin fikirlerinin kamuoyunda meşrulaşmasına istemeden de olsa katkıda bulunur.

  30. özgürlükçü

    solcular andavalıymış son kullanma tarihleri geçmiş gibi hakaretleri edebilecek biri değil casus efendi bizi tahrik edip asıl sorulara cevap vermeden iktidarı meşrulaştırmak için her türlü dalavera yapıyor.biz aslında gerek sola dair gerek toplumsal muhalefet dinamiklerinin geçmişiyle olumlu yüzleşebileceği seviyede öz eleştiriler yaptığımız ortada iken bunu görmemezliğe gelip her türden melaneti bize yıkmaya çalışan sistemin geleneksel yöntemini bu sitede bize kullanması doğrusu hepimizin sinirlerini zıplattığı ortada.bu durum bile adam masadan kasadan derken işlevini yapmış oluyor.

  31. Anonim

    Pkk muhalifi her kesim Akp’li değildir. Akp’ye karşıyız diye Pkk’nın büyük hatalarını görmezden gelemeyiz. Kamer Özkan, Hikmet Fidan, Ramazan Adıgüzel, Resul Altınok ve daha onlarca,yüzlerce insan Pkk tarafından öldürülmedi mi? (Burkay’ın yazısını da Casus değil ben paylaştım. Akp kuyrukçusu olduğu için kendisini sevmem) Evet, sadece Pkk karşıtlığına endekslenmek yanlışsa da, kurunun yanında yaş da yanar diyerek bunlara açıkça karşı çıkmayarak, Pkk kuyrukçuluğu yapmak da yanlıştır. Silahlı mücadele miadını doldurdu diyen Osman Baydemir’e ne oldu? “Buna Kandil bile değil, sadece ben karar veririm” diyen Öcalan tarafından ağzının payı verildi. Öcalan’ın mutlak hegemonyasına karşı çıkmayan insanlar da tabii ki eleştirilecektir.

  32. özgürlükçü

    burkayı sizde anlamadınız burkayın varlığı bile pkk yi meşrulaştırdığını anlamayacak seviyede siyaset bilmiyorsunuz.burkaya akp kuyrukçusu diye sevmemek önemli değil sizin sorununuz akp.asıl soru burkay sılahsız red inkar ve imha siyasetine karşı bir şey yapılabiliyorduda neden yapmayıp yurt dışına gitmiş burkay.nedeni açık sistemin önündeki proje kendi gibi türkleşmeyen bütün kürtleri imha projesi olduğunda burkayın iki barışçı cümlesine bile tahammül edilmeyip cezalandırıldığı için dışarı gitti bu durum bile pkk nin yapabileceği tek yol vardı o gün onu yaparak bu günlere gelindi.mutlak hegemonyaya gelince özgürlükçü kürt siyaseti hakkında hiç bir şey bilmeden sistemin öğrettiğinden hareket olmuş.bende kürt olmayıp laz olduğum halde bu hareketi sistemden değil kendilerinden öğrendiğim kadar şu an ülkedeki hiçbir siyasi organizasyonun yapamadığı ölçüde yerinde doğrudan demokrasiyi uygulayıp her türden iktidarı hayatın bütün çirkefliğini yaşayan asıl iktidar sahibi halka devretmek isteyen organizasyonlar özgürlükçü kürt siyasetindedir.kürt olmadığım halde en az onlar kadar kendimi gerçekleştirebildiğim tek siyasi organizasyona sistemin öğretikleri ile saldırmak etik değildir.şiddete gelince 99 dan beri pkk onurlu eşitlikçi barış yapılacak garantisi ile elimdeki sılahı alın beni siyasi sisteme katın diye defalarca adeta yalvardığı halde her defasında itibarsızlaştırılıp imha edilmesi için her şey yapıldı az buçuk siyaset teorisi bilip pkk yi izleyen herkes bunu anlamıştır asıl barışı isteyip artık şiddetin ve çatışmanın işlevinin kalmadığını hep kürtlerden duyduk.imralı görüşmeleri barıştan yıllar sonra açıklanınca hayata dönüşte yapılanlar gibi bize söylenen her şeyin sistemin yalanı olduğunu anlayınca bu gün sistemin yalanına alet olduğunuz için utanabilirsiniz.yorum yaparken öğretilen yalanlardan değil bilinmedik gerçeklerden öğrenerek yaparsak ilerde utanmayız.anonim geçmişine bakınca kürt sorununda sınıfta kalan türk solunun öz eleştirisini hatırlayıp iyot gibi açığa çıkan toplumsal muhalefetin ana dinamiği özgürlükçü siyasi kürt hareketine saldırarak aslında toplumsal muhalefetin engelleyeni karşı devrimci duruma düştüğünü ilerde farkedetmesinden şimdi anlaması daha hayırlı olacaktır.

  33. Semso

    Kürt çocuklarına,’Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ sloganını dayatanlara cevap verme zamanı geldi: 1 marttan itibaren çocuğunu Türk okuluna gönderme.
    Kürtler olarak hep beraber, Kürtlere mezar haline gelen  Türk okullarını terk edelim!
     
    Kürt değilsiniz. Tek başınıza düşünemezsiniz. Doğruyla yanlışı ayırt edemezsiniz. Tek başınıza karar veremezsiniz. Varlığınızı yüce Türk milletin varlığına katarak, (Türk varlığına armağan ederek) eriyecek ve yok olacaksınız. İşte AKP’ nin de devam ettirmeye çalıştığı Türk-İslam sentezinin Kürtleri imha politikası…
     
    Artık, dostumuzu, düşmanınımızı tanımanın, ideolojik saplantıları bir tarafa bırakmanın zamanı geldi. Bugün için bize sağ-sol, Türk Arap dostluğu-kardeşlikleri gibi saçmalıklar bir fayda getirmez. İslamın bize vereceği bir şey olamaz. Irak devleti yakında 3 parçaya bölünecek, orada ki sahte kardeşlik-birlik dirlik yalanlarının da sonu gelecektir. Müslümanlık adına AKP de 130 Kürd milletvekili var, Müslümanlık adına 9 milyon Kürt kendini Türk olarak görüyor. Ama bu Müslümanlar için, Kürd bir kafirdir ve ona bir nebze de olsa hak verilemez. Yaklaşık 10 senelik AKP iktidarında tek bir Kürt köyünün okulunda Kürtçe serbest bırakılmamıştır. Tek bir Kürt ismine bile hala izin verilememiştir.Türklerin Başbakanı, tarihsel geleneklerine uymaya devam ediyor: 1930’lu yıllardan itibaren regüler devlet politikası haline gelen halka yabani sistem aralıksız devam ediyor…O yıllar Faşizmin dünya çapında zirvede olduğu yıllar. Faşizm gençliğe, gençliğin eğitimine ve endoktrine edilmesine çok önem veriyor. Azınlıkların yokedilmesi bu endoktrinasyonun hedefi olarak görülüyor. İtalya’da anaokullarına kadar inen faşist örgütlenmeler ortaya çıkıyor. Hitler, Mussolini’den öğrendiği kitlesel gösterileri inanılması güç devasa boyutlara çıkartıyor. Mussolini ise Atatürk’ ten çok şey  öğrendiğini açıkça söylüyor. Almanya’da faşizmin ‘ein volk, ein reich’ (tek millet, tek devlet) sloganı, Kemalistlerin attığı bir slogan ve bu politika Kürtlerin sistematik imhasına parallel geliştiriliyor. Kemalistler dünya faşizminin öncülleri olarak Rum ve Ermenleri acımasızca ellemişlerdi ve Kürtlerin sırası gelmişti. Yüzbinlerce aptal, kriminal vahşi insan, bir gösteri alanında tek bir komutla disiplinli ve uyumlu bir şekilde aynı hareketleri yaparak varlıklarını uyduruk bir millete ve Paşa’ya adamış oluyorlar. Bu eylemler, özelliklede Dersim Kürt soykırımı arifesinde bütünüyle kitlesel ve adeta dinî bir havaya büründürülmüş ritüeller oldu. Çünkü Dersim soykırımı ile, baş paşanın dediği gibi ‘çıbanbaşı’ Kürtlerin hak ve hukuk talepleri en az 100 sene geriye atılmıştı.
     
    Türkler kadar cümle başı, ‘baş’  kelimesi kullanan bir millete rastlanamaz. ‘başbuğ’, ‘başhakim, başvekil, ‘başkan’, etc.. etc..İradesiz, şuursuz,soysuz, sopsuz insanların zayıf noktalarına vurgu yapılarak, 10 çocuğu da ölürse, adama ‘ başın sağolsun’ diye ekstra  işkence etmeye gidilir. Burada ‘baş’ diye kastettikleri, ‘çoban’ kılığında, kan döken, baş kesen bir işgalci olması gerek!!
    Dünyada kendi meclisine ‘büyük’  adına takanlar göçebe Türklerdir: neden normal bir millet meclisi değil de ‘büyük millet’  meclisi oluyorlar?
    Kaldi ki ‘büyük’ denilen bir millet bu şekilde göçebe olamaz. İyi milletler doğdukları topraklara sadık ve onu en iyi kullanabilen toplumlardır. Almanlar’ın Amerikaya, Türkiyeye gideni olmuş ama bu Türklerin dakikada bir yaptıkları gibi sürü şeklinde oradan oraya yığınak yapıp onun bunun memleketini bozmaları, yakıp yakmaları şeklinde değildir. ‘Büyük Türk’ denilen Rum+Arap+Fars+Türkmen kırmaları bu defa da Avrupanın ortasına yığılmaya başladı…Türk resmi ideolojisi beşikteki bir çocuğu dahi Orta Asyalı olduğuna ikna etmeye çalışır, 7 göbek sonrasında dahi Anadolu’nun yerlisine, onun Orta asyalı olduğu, Kurt sürüsünü takiplen buraya kadar geldiğini temel alan resmi devlet doktirini, okuldan işe kadar her yerde sistematik uygulanıyor ve  insanların beyinleri çelinerek, kendilerine yabancı, doğdukları yere düşman birileri olduklarına inandırılıyorlar. Dünya üzerinde sadece Türkiye’de, halka oranın yabancısı oldukları devlet okullarında okutulur, sadece Türkiye’de,Türkiye’nin yerlisi olmayan Türklerin, ‘türkiye devleti’ denilen bir oluşuma sahip oldukları kendi resmi olarak doktirine edilir.
    ‘Fert yok cemiyet var, hak yok vazife var’ düsturu bugün bütün okullarda küçük çocukların her sabah söylediği andımızda ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’, ‘ ne mutlu türküm diyene’, ‘bir türk düyaya bedeldir’ sözleriyle tekrarlanıyor. Bugün onbinlerce Kürt okulunda bu ritüeller aralıksız devam ediyor. Kürt çocuklarının beyinleri acımasızca yıkanarak Türkleştirilip kendilerine yabancı, ‘üstün ırk’ denilen Orta asyalı bir kavmin ‘, anadoluyu işgal etmiş fertleriymiş gibi yetiştiriliyorlar. Faşizm, ferdin bağımsız bir kişilik olarak var olmasını reddeder. Aslolan Paşa’nın, başkanın, Şef’in, Führer’in, Duçe’nin, Cadillo’nun liderliğinde, onun gösterdiği istikamette milletin yücelmesi için ferdin her şeyini feda etmesidir. Aslında Atatürkçülük, ‘Ebedî Şef’ kültü etrafında, kalıcı bir faşist tahakküm arayışıdır. Bu kült, bütün katiller, kan emiciler için ayrıcalıklarını sürdürecekleri bir sığınak vazifesi görmektedir.
    Kürt soykırımlarının sonu, AKP tarafından da devam ettirilen bu sistem  ayakta olduğu müddetçe devam edecektir. Esas soykırım Kürdün geleceğini sistematik şekilde yokeden, eğitimiden dine kadar uzanan  Türk-İslam sentezidir. Sahte laiklik adına 5.3 milyon Kürt kandırılp kimliğine yabancılaştırılmış durumda. Alevilik, Kemalizm adına kürtleri kandıran sahte modernistler de, İslamcılardan farklı değildirler. Maoist komünistlerden, Devrimci karargah, Halk kurtuluş cephesine, solcu sendikalardan, masum dinseverler adı altında Kürtlerin beyinlerini yıkayan, özel harb dairesince ayakta tutulan ve göbekten Türk ordusuna bağlı Hizbullah gibi örgütler Kürt çocuklarının asimile edilmesinde birer yan araçtan başka bir şeey deüillerdir. Türk devletinin terör örgütlenmesini, özel harp dairesininin yeni yapılanmalarını, doğal Kürt hareketini bloke etmek, onu saptırıp dünyadaki tabii desteklerinden koparmak için, kendisine bağlı olarak örgütlendirdiği belgelenmiş durumda. Erdoğan kliği bu belgeleri sadece kendisine direkmen karşı olan askerleri tasfiyede -şantaj anlamında- kullanırken bu olşumun devamında ise diretmektedir. Evren-Özal-Demirel-Çiller-Ağar-Ecevit den kalan miras devam ediyor: AKP Kürdistandan tek bir Türk askerini bile geri çekmemiştir, masum köylüleri katleden tek bir köy koruyucusunu bile azaltmamaıştır.
     
    Asker-polis elbiseli Türkler kesilen Kürt kafaları ile fotoğraf çekmeye devam ediyor, imamın ordusu ‘fahişelere’ asker elbisesi giydirerek türkü söylettirmeye devam ediyor.  
    Kürt değilsiniz. Tek başınıza düşünemezsiniz. Doğruyla yanlışı ayırt edemezsiniz. Tek başınıza karar veremezsiniz. Varlığınızı yüce Türk milletin varlığına katarak, (Türk varlığına armağan ederek) eriyecek ve yok olacaksınız. “Ne mutlu Türküm diyene”  “Bir Türk dünyaya bedeldir” “Türk, öğün, çalış güven.” gibi şiarlar, yaygınlaşan bayraklar ve heykeller birlikte, ulusun belleğine bir daha silinmeyecek şekilde yerleşmiştir. Peşpeşe gerçekleşen yenilgilerin yarattığı çöküntüyü ve suskunluğu yaşayan Kürt, kabuğuna çekilmiş, Türklüğüne razı olmak zorunda kalmıştır. Şentürk, hastürk, yıldırımtürk, öztürk, aslantürk, kahramantürk gibi soyadları alan Kürt, köylerinin değişen, Türkleşen isimlerine de pek karşı çıkamamıştır.Koyunlar gibi o basit hareketleri okul ve kışlalarda hep birlikte yaparak kıvama geleceksiniz. İşte o zaman sizin yerinize düşünen, karar veren, sizi yöneten bir azınlığa sorgusuz sualsiz teslim olacaksınız. Bir komut gelecek elinizi kaldıracak, bir başka komutla indireceksiniz. Bir sürü gibi. Anaokulundan başlayarak hazırol ve rahatta durmayı, uygun adım yürümeyi nasıl olsa öğrenmiş bulunuyorsunuz. Çocuklar ve gençler, sizler birer küçük Türk koruyucu askersiniz. Komutanlarınızı dikkatle takip edeceksiniz. Onlara Paşa diye hitap edceksiniz. Sakın düşünmeye, dilinizi konuşmaya, onunla düşünmeye, kendi kendinize karar vermeye kalkmayın. Sadece denileni yapın. Dünyada faşizmin en çiğ ve kaba haliyle varlığını sürdürebildiği yerler Türkiyenin okulları, Türklerin bayrak salladıkları, kendi toprakları diye saydıkları bütün Kürt şehir ve köyleridir.
    Kürdistan’ da koşullandırılan yaklaşık 450 000 i resmi ve 128 000 ni de paramiliter koruyucu, Irkçı, Alevici, Şiici, Maocu Komünist partisi, Devrimci karargah-kurtuluş cephesi, Müslüman Hizbullahçı kılığında örgütlenmiş askeri güç, din adı altında örgütlenmiş Hizbullah-Diyanet-Nurcu-Süleymancı-Bektaşici-Fetullahçı-kontralar bir bütün olarak AKP diktatörlüğü altında da geleneksel süreci devam ettirmektedirler.
    Varlık koşulunu geleneksel bir düşman algısı üzerinden inşa ederek ifade eden Türk kimliğinin 20. yüzyıldan bugüne kadarki en büyük düşmanları, Ermeniler ve Kürtler olmuştur. Bizanslılarla iç içe geçen göçmen Orta asyalılar ve ortadoğulular yeni bir millet oluşumuyla, Anadolu’da geriye kalan toplumlara karşı büyük bir kin ve nefret dalgasının temellinide sağladılar: işte ‘türk’ denilen ucube budur. Zira Mustafa Kemal’in Nutuk’unda, meziyetlerinden (!) ötürü övmekle bitiremediği Nurettin Paşa’nın, “Bu ülkede ‘zo’ diyenleri (Ermeni) temizlediler, ‘lo’ diyenleri (Kürt) de ben temizleyeceğim” sözü, o güne dek yapılmış ve sonrasında yapılacak olanları, devlet ricali ağzıyla özetleyen ciddi bir itiraftır. İttihatçıların, doğrudan veya dolaylı yollardan (deportation) Ermenileri katletmesiyle başlayan bu süreç, Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de Kürtlere karşı giriştiği ilk katliam denemesi (1921) ile sonrasında kurulacak olan Cumhuriyet’e de miras bırakılacaktır. O günden bugüne kadar meydana gelenleri anlatmaya sayfalar kâfi gelmeyeceği için, şimdilik bu tarihi değerlendirmeyi okuyucunun takdirine bırakıyoruz.

    ‘Olağanüstü hal tarihçiliği’
    Egemen olmanın ana çerçevesini ‘olağanüstü hale karar vermekle’ ifade eden Carl Schmitt’in, siyasal literatüre armağan ettiği ‘olağanüstülük’ ya da ‘dışılık’ kavramı, gerek Türk siyasal erkinin gerekse bu erkle organik bağı bulunan ve ‘bilimsellik yalanının çamurunda’ çırpınan Türk tarihçiliğinin acizliğini, ziyadesiyle gözler önüne sermekte. Özellikle de Hrant Dink’e ithafen kaleme aldığı eserinde lafı dolandırmadan gediğine oturtan Oktay Özel’in söyledikleri, bu anlamda oldukça manidar: “Bu resimden çıkarılabilecek yegâne sonuç, bütün uzmanlık alanlarının, dolayısıyla mesleklerin ve bu arada tarihçiliğin elbette doğal kulvarının dışına çıktığı, her şeye hâkim bir gündelik pragmatizmin veya stratejik ‘üst yarar’ın, yani kamusal yararın bütün uzmanlıkları önceden belirlenmiş hedefler (‘milli dava’ ya da ‘ulusal çıkar/yarar’) doğrultusunda yeniden harmanlandığı, araçsallaştırıldığı bir ‘olağanüstü hal tarihçiliği’dir.”

    Ne yalan söyleyeyim, militan Türk tarihçiliğinin Ermeni katliamı karşısındaki yok sayma ve reflekse dayalı tutumu, geçmişte uygulanan vahşetin, bugün dilin aşağılayıcı kelime hazinesinden devşirilen ‘piç’likle meşrulaştırılıyor olmasında da büyük emeği geçmiştir. Bu yüzden de tarihçiliği arşiv belgesi okumakla eşdeğer gören bu garabet zihniyetin, bugün toprağın altından çıkan toplu mezarlar ve süngü zoruyla uçurum boşluklarına itilen insanların yaşadıklarıyla empati kurmasını beklemek, en yalın anlamıyla safdillik olur. Keza Julien Benda’nın Alman felsefecilerinin sefaleti üzerine dile getirdiği, “Tanrıları onurlandıran asil bir bakireyi çocuklarının zaferini haykırmakla meşgul bir canavara dönüştürmek, Alman felsefecilerin ezeli ve ebedi utancı olacaktır” sözü, bugün Türk tarihçiliğinin de içinde bulunduğu durumu özetler bir hal almıştır. Zaferden zafere koşarak tanıtılan bir neslin, bu zaferleri kime karşı ve nasıl elde ettiklerini sorgulamadan dile getirmek, Türk tarihçiliğinin sefaletini de gözler önüne sermekte.

    Dersim’de ve 1925 Şeyh Sait olayındaki Kürtlere yaşatılanları bir arşiv düellosuna çeviren hükümet ve ana muhalefetin, bu topraklarda katledilen halkların gerçeğini dahi kendi tekelinde bulunan arşiv belgeleriyle izah etmesi, acınası bir durum. AKP’ nin Kürt politikası, 1945’te İtalyan ve Alman faşizminin çöküşünden tam 67 yıl sonra, Türk faşizminin sona ermeyeceğini ifade ediyor.
     
    Şimdi artık bu Kürt düşmanı sürece son vermenin, esaret zincirlerini kırarak, özgür bir halk olmak, her halk gibi devlet sahibi olmanın yolunu açmanın zamanı gelmiştir.
     
    İlk olarak, bütün Kürt örgütleri, 1 Mart tarihinden itibaren bütün Kürtlerin çocuklarını Türk okullarına göndermemeleri için bir bildirge yayınlayarak zorunlu adımı atmaları gerekiyor. 14 milyonun üzerinde Kürd hali hazırda Türk yapılmış, adları değiştirilmiş kendilerine düşman bir toplum haline getirilmiştir. Kürtlerin düşmanı AKP nin de devam ettirdiği Türkleştirme politikasıdır… Askeri anlamda Kürtleri yoketmenin imkanı yoktur. TC bunu iyi biliyor ve bu yok etmeyi İslamcılar ve Kemalistlerin ortak paydası olan devlet okullarında devam ettiriyor.
     
    İşte şimdi bu okulları boykot, TC nin Kürd’ü esaret altına almak için yaşam borusu olarak kullandığı bu mezarlara gereken cevabı vermenin zamanı geldi. En az %35 nin üzerinde Kürt vatandaşımız bu çağrıya uyup, çocuğunu asimile etmekten başka bir şey yapmayan bu Türk okullarını protesto ederse TC’ nin bölgedeki bel kemiği kırılacaktır. Böylesine bir olay dünya çapında büyük yankılar yapacak ve AKP nin  sahte maskesi de düşecektir. Kürt özerkliğine giden yol, Kürt halkının ortak iradesi onun gerçek temsilcilerinin böylesine küçük bir çıkışla, aklı selimle işe başlamalarından geçiyor.
     
    Devletin saldırısı büyük olacaktır ama eskisi gibi başarı şansı yoktur.
     
    1 milyon Kürd ayağa kalktığında ise işleri Suriye gibi olacaktır.
     
    Şimdiden biliyoruz ki TC de o gün, PKK adı altında kendi askerlerine karşı vahşiyane bir saldırıda bulunarak, mümkün olduğunca çok askeri öldürerek, geri kalmış cahil halkı ayağa kaldırarak bu haklı eylemi sabote etmeye çalışacaktır. TC’ nin değişmez Kürt politikasını devam ettiren yeni AKP-Asker ittifakı, Kürt Hareketi nezdinde bir kırılmayı amaçlıyor; talep ve istemlerin, Müslüman-Kemalist kırmızı hattının içine çekilmesini, güney Kürtlerini de tehdit ederek, zorunlululuk azmeden Kürt Birliği’nin sağlanmasının önünü almaya her zamanki gibi hedefleyeceklerdir. Benzeri olay en son Kürt özerkliğinin ilan edildiği gün yaşandı, MHP yandaşı yeni patron Necdet Özel’in Jandarma istihbaratından hareketle, PKK adına  askerlerin yaptığı bu provakasyona resmen sahip çıkıldı.
    Kürtler ortak iradeleri ile özerkliği ilan etmiş durumdadır, geriye dönüş olamaz ve bu yeni adım ile de onu gerçek yaşam alanına sokacaklarıdır.
     
     
    1 Mart’ tan itibaren Türkleşmeye son!
     
    Kürdün mezarı olan Türk okulunu değil, anadilde Kürtçe eğitim sağlayacak Kürt okulunu istiyoruz.
     
     
    Kürtler için anadilde eğitim komitesi.
     
    Saygılarla,
     
    Şemso Lazwan Kurmesh
     
     

  34. A. Demir

    CAMİ MİNARELERİ VE ”EZAN OKUMA”!
     
    Cami minarelerinden bağırma ve çağırmalarla yabancı bir dilden yapılan ”ezan okuma” zamana uymuyor! Cami enflasyonundan dolayı birbirine karışıp kuru gürültü şeklini alan ”ezan okuma” ters tepme sürecine girmiştir…Bu kuru gürültüye tabi kılınan şehir sakinleri Müslümanların kendilerinden nefret etmeye başlamışlardır. Belirli bir zamanlama ve sistematiğe tabii omayan çağdışı imamlar gürültüsünün insanları dine çekmekten ziyade piskolojik olarak rahatsız ettiği istatistiklerle ortaya çıktı. Modern hayat şartlarına ayak uydurmayan fanatik örgütlerin propoganda mekanizmasına entegre parazit imamlar sürüsünün, zamanını dolduran bu baskıcı dayatmacı eylemine son vermenin zamanı gelmiştir. Bağırıp çağırarak kimseyi herhangi bir dine çekmek mümkün değildir. ”Ezan okuma”, adı altında, ortaçağ kültürü ile şartlandırılmış yüzbinlerce imamın, hayvan sürüsünü yönlendiriyormuş gibi birbirine karışan haykırışları arasında kalan insanlara yapılan eziyet daha ne kadar sürecek? Anadolu’nun Müslümanlar tarafından işgali döneminde Kilise Çanlarını bastırmak için sistemli şekilde uygulanan ”ezan okuma” bugün saçmalık derecesini almıştır. Çanları çalanlar ortadan kaldırıldığına göre İmamların bu gürültülerine gerek varmı?
    Eğer “ezan okuma” dinsel inanç alanında çözüm olabilseydi, Ortadoğu’da Müslümanlar bu güne kadar birbirlerini boğazlar mıydı?
     
    1980 GENERALLERİNİN “HER KÖYE BİR CAMİ” SLOGANININ YANKILARI ÇAMLICA TEPELERİNE VE TAKSİM’E DAYANDI.

    R.T. Erdoğan:”…Çamlıca Tepesi’nde televizyon vericisinin hemen yanındaki alana İstanbul’un her yerinden gözükecek şekilde dizayn edilecek dev bir camii yapılacaktır. İnşaat çalışmaları, iki ay içinde başlayacaktır. Üsküdar’ın camlarında artık farklı yansımalar olacak.”

    Dünyada, Başbakanı Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı gibi çalışan ikinci bir ülke daha yoktur!

    Minare ve türban fabrikası AKP rejiminin temelleri 1980 lerde atıldı. Generaller, bir ellerinde kamçı, diğer ellerinde İslamcılığın minaresi ile etrafa dehşet sallıyorlardı. Kenan Evren, her köye bir cami, her Türk’e bir imam sloganı ile terör estiriyordu. İslam’ın kara lekesi Diyanet ve diğe envay çeşit tarikat cemaat şürekası bunu fırsat bilip kendi amaçları için gerekli konstrüksiyonu kurmaktan geri kalmadılar. Askerlerin desteğinde her tarafa binlerce cami, imam hatip, Kuran okulları kurularak, Rabıta ve diğer İslamist locaların da desteği ile mezhep ve cemaatlerin kadrolaşmasına süreklilik kazandırıldı. 1990 yıllarından itibaren bütçenin büyük payı bu İslamizasyon ve Mehmetçiğin kirli savaşına aktarılarak bugüne gelindi. Zorunlu din dersi uygulaması Askeri çetelerce sağlandı, İslamcılığın devlet eliyle desteklendiği, Cemaat ve tarikatların ekonomik alanda büyüdüğü, holdingleştiği bu dönem AKP iktidarının öncüllü oldu.
    Orta Çağ Müslümanları baktıkları her yerde görünmez bir düzenin aşikâr işaretlerini görmüştür. Osmanlı halifeliği onlar için dünyadaki kutsal birliği temsil eder. İslam geleneğinde akıncının kılıcı, caminin yüksek minaresi gerçeği simgeler ve buna benzer sembolik ilişkilendirmeler sürer gider. Orta Çağ dinî düşüncesinin bu türden yüksek minareler ve oradan yapılan ezan okumalarla sağlanan sistemli propoganda yoluyla korku ve kasvetin sürekli tekrarlanmasının sağlanması temelinde piskolojik hakimiyetini kurduğu gerçeği, başta AKP olmak üzere Türk islam sentezini savunan güçlere ilham vermeye devam ediyor. Korkunun varlığını sorgulamak bile gereksiz: Bunu görmek için camiler yoluyla sağlanan ürkütücü marşlara bakmak yeter. Erdoğan camisi- Çamlıca camisi- 30 000 kişilik bir kitlenin piskolojik şekillenmesini sağlayacak, bu Himler’in beyin yıkama yerleşkelerinin tümünden daha büyük olacaktır.
    Karanlık Osmanlı Tarihinin sayfalarını dolduran fetihlerin elebaşıları, büyük camiler kuran padişahlar egemenlik sistemlerinin zincirinde ana halka olarak dini kullanmış, köleciliğin, tefeciliğin, sistemli işkencenin, insan kırımcılığın, yağmacılığın ideolojisi olarak da savaşı meşrulaştıran İslam dinini seçmişlerdir.
    İşte Erdoğan’ın sözleri; ”Avrupa yakasında bir Süleymaniye var, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri Şehzadebaşı Camii var. Bir diğer tarafta Sultanahmet ve Fatih camileri var. Fakat bu yakada böyle bir cuma camisi, bir selatin cami mevcut değildi. Arzu ettik ki, bu yakada da birkaç tane selatin cami, cuma camisi olması lazım. Bu kararı verdik…” İstanbul’un Anadolu yakasında, Avrupa yakasında olduğu gibi sultanlara layık bir “Selatin” cami yok, onun için İstanbul’un her yerinden rahatça görülen Büyük Çamlıca Tepesi’ne bir Selatin Camii yaptırayım. Nasıl olsa 2014 yılında Türkiye’nin yeni sultanı olacağım. İnşallah bu cami 2014 yılında biter ve biiznillah sultan olarak ilk cuma namazını da orada kılarım. Hatta kim bilir belki de cuma namazını bizzat kıldırırım. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi.
    Osmanlı padişahlık sistemine yaklaşmaya, başkanlık sistemi ile adım atmaya çalışan R.T. Erdoğan, Taksim ve Çamlıca’da geriye kalan son yeşil alanları da Müslüman betonuna dönüştürmede kararlı görünüyor. “Türk Millî İslamı” hattında ilerleyen AKP “islamcı devlet” kurma sürecinde, Ortadoğu ve Afrıka’ da devletlerin hem dinin sağladığı meşrûiyete, hem de gerginlik stratejisinin bir unsuru olarak İslâmcılığa gerek duyduklarını gerçeğinden hareketle, dünya düzeyindeki hâkimiyet ilişkilerinin ve özellikle de petrol alanlarına hakimiyet kurma alanında İslâm’ın oynadığı rolün önemini görüyor ve stratejisini ona göre uyarlıyor. Bu, sembolik düzeyde “ümmet”in mazlum konumunda olduğu izlenimini uyandırırken, – Erdoğan herzaman ki gibi mağdur rolünü oynamaya devam ediyor- Türkiye’de İslâmın ve İslâmcılığın “millileşmesi”ni, devletleşmesini, askerileştirlmesini de hızlandırmaktadır. 1980 lerde Kemaliz’mi İslam’a entegre etmeye çalışan cuntaya rağmen başgösteren yetersizlik, inşâ halindeki milli Türk islam devleti “milliyetçiliği” dinle meşrûlaştırmaya, dini millî kimliğin bir parçası olarak kabul etmeye, söylem ve pratiklerine dahil etmeye hız vermek için, Türkiye’de islamın baş locası kabul edilen Nakşıbendicilerin diğer sunni tariklatlarla kurdukları iktidara geçme sürecine geçmeye mecbur kaldılar. Bu yolla ümmet, İslâm’ın “millî sınırlar içindeki parçası” haline indirgenirken, millet, mahallî sınırları aşan bir cemaat olarak temsil edilmeye başlandı. Din sınır-tanımaz bir “kardeşlik” ögesi olma niteliğini yitirirken, millet, teorik olarak kendi karşıtı olan bir unsuru içermeyi kabul ederek meşrûiyet kazanabilidi.

    İÇ SAVAŞ DOKTRİNİ OLARAK İSLAMCILIK.

    AKP, İslam ve ümmetçiliği bir iç savaş doktirini olarak benimsemektedir. Dinî referansların ve kurumların meşrûiyet ve kontrol mekanizmaları olarak kullanılması, devletin dinî sahayı tekeline alma teşebbüsleriyle eşanlamlı hale gelmiştir. AKP’ nin başını çektiği post modern Osmanlıcılık, kültürde, sanatta, Osmanlının en güçlü olduğu dönemin sembolleri olan cami, türban ve yüksek minareleri, oradan fışkıran ideoloji ve onu taşıyacak geniş kitleleri reformasyona devam ediyor.  AKP’nin kurtları olan Cuntacılar milli İslam’da diretmişlerdi. Genelkurmay bu şartla Erdoğan’a tam desteğini vermiş durumdadır.
    TC’ nin varisi Askeri kanattan, milli ırkçı dinciliğin, Kürtlerin kendi kaderini tayın etme hakkının kullanılmamasını sağlamada tek çözüm olduğu temelinde islamcılarla yapılan itifak ve geliştirilen yeni devlet doktirinin uygulanmasının AKP çetelerine verilmesi ve generallerin, malum unvanlarla cemaat liderlerinin ellerini öperek, Kürtleri dinle teslim almalarını kutlamaları rastlantı değildir. Kenan Evren cuntasının ilk icraatı Suudi Arabistan Rabıta’dan Türkiye’de İslam’ın kurumlaştırılması için büyük bir meblağda karşılıksız yardım almasıydı. İran’dan yayılan islam’a karşı bir Türk İslamı: devletin hakimiyetindeki “millî din” istikrar unsuru ve Kürtler üzerinde otoriteyi sağlamada önemli bir faktör olarak görüldü. Askeri klikler Musolini’yi örnek alıyorlar ama bu AKP’ye de yarıyor. Erdoğan Berlosconi kardeşliği boşuna değil! Bu “ihtiyaç”ın sadece yönetici kliklerin dünya görüşüyle izah edilemeyeceğini belirtmekte fayda var. Partiler, kendi meşrûiyet kaynakları olarak kullandıkları dinî referansları “millileştirirken”, bu referanslara başvuran kendi dışlarındaki sosyal ve siyasal İslâmî/ İslâmcı aktörlere, doğal olarak, “Beşinci Kol” statüsünü uygun görüyorlar. TC klikleri, İslâmcı Suudi Arabistan Kralı Faisal’ın kuruculuğuna öncelik ettiği İslâm örgütlemelerine katılıyor, Katar ve diğer kukla devletlerin örgütledikleri mezhep çatışmalarına direk katılıyorlar. Suudi Krallığı, İslâmcı ülküsünü, Türkiye Cumhuriyeti’ne benimsetmeye devam ediyor. Öteden beri; “Biz şeriatçıyız elhamdülillah, amacımız Allah, önderimiz Hz.Resullullah, ana yasamız Kur-an, yolumuz cihat, en yüce gayemiz ve arzumuz ise Allah yoluna şehit olmaktır” Söylemlerine hemen hemen bütün siyasi partiler katılıyor… CHP’ cilerin seçim çalışması adına çarşaf ve türban dağıtmaları, kitlelerle alay ederek onların kafalarına çuval giydirmeleri de bu sürecin vahametini göstermektedir.
    Türkiye’de, çağ dışı kurumlar sadece maddi zararlarla kalmıyorlar. Şehir sakinlerine manevi zarar vermekten başka özelliği olmayan bu parazit kurumlar yüzyılların birikimi olan yağma ve talanlarla sağladıkları ayrıcalıklarını gaddarca sürdürüyorlar… Öyle ki; bu ülkede hala insanları sosyo-politik alanda tarikat-aşiret ve cemaatler yönlendirmektedirler. Diyanet denilen kan emici kene bir paramiliter güç olarak ayakta duruyor. İnsanların arasına dini bahanelerle nifak sokar, Televizyon ve gazetelerde her türlü rezillikler yapar,siyasetçilerin çıkarları için suistimal eder ve din maskeli askeri politik bir güç olarak iç savaş doktirinini uygular…
    Maddi açıdan da külfettir Diyanet bu ülkenin sırtına. 2013 yılı bütçesinde devletten aldığı pay bazı bakanlıklardan fazladır. Müftülerin çoğu bugün bezirgân saltanatı misali saltanat sürmektedir. 100 000 lerce parazit imam hacı hocayı besleyen diyanet, İnsanların iyi niyetini suistimal eden Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’nin en gereksiz kurumudur, derhal kaldırılmalıdır.

    Hakkımız Haram olsun
    Cami, imam, hacı hoca takımının kültür depremine hayır demenin, Dünyanın en büyük camisini kurma sevdası ile doğayı yabancılaştıran, eko sistemi yıkan bu sürece dur demenin zamanı gelmiştir.
    Çamlıca’ya ve Taksim’e cami istemiyoruz!

    İmza için buraya klikleyiniz
    https://www.change.org/petitions/%C3%A7aml%C4%B1ca-tepesi-ne-30mart-ta-kazma-vurman%C4%B1za-r%C4%B1zam%C4%B1z-yok-bu-sizi-ilgilendirmiyor-mu-camlica?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Salih Demir
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara

  35. Alihan

    Türk solunun neden kangren olduğunun delili yukarıdaki yazılarda var.Birbirini yiyen bir virus.Kirli, pis ilişkiler.Batılı haberalma örgütlerinin piyonu.Kimliksizlik.Aidiyetsizlik.Türkiye ve dünya gerçeklerinden bihaber.Yahudivari bir yapılanma.Kısaca kanser olmuş bir fikir.Siz hangi alemde yaşıyorsunuz allahaşkına?

  36. Gün Zileli

    Yahudivari mi, o ne?

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑