Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Aman Dikkat! El Ele, Kol Kola!

Gün Zileli, provokasyonlar, Seçimler


Diktatörlerin “demokrasi” kepazelikleri üzerine ağzıma gelen lafları sıralamak istemiyorum. Bunu elbette birçok yazar, sosyal medya katılımcısı layığınca yapmaktadır, yapacaktır.

Ben pratik sorun üzerinde durmaktan yanayım şu anda.

Şimdi ne yapacağız?

Toplumsal mücadele büyük sorumluluk isteyen, çok kritik bir iştir. Öyle anlar vardır ki toplumsal mücadelede, küçük bir yanlış adım her şeyin mahvolmasına yol açabilir. Üstelik karşınızda en hinoğlu hin iktidar haydutları varsa. Bu yüzden sorunlar suhuletle, soğukkanlılıkla ele alınmalı, sloganlar dikkatli atılmalı, muhalefet cephesini gereksiz yere kargaşalığa sürükleyecek, bölecek tutumlardan kaçınılmalıdır. İşte şu anda tam böyle bir noktadayız.

Uzun boylu teorik tahlilleri, ahkâm kesmeleri, laf dokundurmaları, safları bölecek atışmaları, kendi özel partimize adam devşirme gayretlekini bir yana bırakalım.

Evet, net bir şekilde söylüyorum: bu noktada CHP’nin alacağı tutum tayin edici olacaktır.

Diyelim ki CHP radikal bir tutum alıp boykota gitti. Desteklenmeli ve hep birlikte boykota yüklenilmelidir. Unutmayalım ki, boykot da bir oy verme biçimidir.

Diyelim ki, CHP, AKP’yi bir kere daha sandığa gömme tutumu aldı. O zaman bu tutum desteklenmeli ve hep birlikte, iktidarın her türlü provokasyon ihtimaline rağmen seçime yüklenilmelidir.

Şu anda tuhaf ve çelişkili gibi görünen bir durumdayız AKP diktatörlüğü karşıtı cephe olarak: Ya boykot ya seçim. CHP merkezi bu iki alternatiften hangisini seçerse kesinlikle bölünmeden ona yüklenmeliyiz.

Sorulacaktır: boykotla seçim çelişmiyor mu? Evet, çelişiyor ama birinden birine karar verilirse bu çelişme anında ortadan kalkacaktır. Buna karar verecek olan da CHP’dir. Hangisine karar verirse o kabulümüzdür. Bu kuyrukçuluk değil mi? Evet, kuyrukçuluk ama şu anda kuyrukçuluktan daha kötü olan bir şey vardır o da bozgunculuktur. Çünkü karşı cephenin pususuna yattığı tam da budur.

Önerim: Soğukkanlılıkla CHP’nin kararını bekleyelim ve onun aldığı karara göre birlik halinde bu kararı destekleyelim. Şahsen benim eğilimim boykottan yana ama CHP seçim derse o da kabulümdür. O zaman da bütün gücümüzle seçime yükleniriz. Seçim denirse iktidar yeni provokasyonlar yapmayacak, terörü tırmandırmayacak mıdır? Elbette bunların hepsini yapacaktır ama biz kenetlenir, el ele, kol kola verirsek bu provokasyonları da boşa çıkarabiliriz pekâlâ.

Tarih önümüze çok kritik bir momenti getirip koydu. Böyle bir momentte ne şu ne de bu, tayin edici olan bizim birlik halinde hareket etmemiz olacaktır.

Soğukkanlılıkla CHP’nin kararını bekleyelim.

Gün Zileli

6 Mayıs 2019

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

63 Comments

  1. Damla

    Teşekkürler. Yazınız daha iyi hissettirdi.

  2. Anonim

    Seçimin iptali daha büyük hayırlara vesile olabilir.

    Cümbüş ve Zillet ittifaklarının kavgası daha da kızışsın. Egemenler arasında Gezi, 17 Aralık, 15 Temmuz çatırdamalarından daha büyük ve daha sürekli bir iç çatışma, hatta Suriyedeki gibi iç savaş çıksın.

    Akıllı olanlar da kendilerini sömüren iki taraftan birinin kuyruğuna takılmak yerine kendi köşelerine çekilerek kendi özerk yönetimlerini kuran Rojavalıların yaptığını yapsın.

  3. kesinlikle

    CHP, İP, HDP ve SP birlikte boykot kararı almalı..
    Almadılarsa da seçime asılmalı..
    Toplumsal maliyeti azaltan yöntem bu…
    sonuçta bu süreç halkın da siyasal eğitim yapacağı bir süreç olmalı..

  4. Anonim

    Ekrem’e (Kemal’e) “kaç”, Binali’ye (Recep’e) “tut” deyin.

    Yani ne tavşan, ne tazı olun.

    Avcı olun avcı.

  5. Uyan

    Guzel bir yazi ve dogru, bende boykottan yanayim. Secime devam denilirse onada desteke evet, aslinda ekrem imamoglu bu aksam ki konusmazi ille bir cumhurbaskani gibi konusudu ve davrandi! Cesur, umut dolu ve heyecanli ve birlestirici, onu kaybetmemek gerek. Boykott olsa onu guzel bir sekilde saray karsisina cikarip guclu bir rakip olarak hazirlamak, bilmiyorum tekrar olan seçim kazanabilinir Mi??? Bunu chp cok iyi hesap etmesi gerekiyor, evet karali birlesik bir orgutlenme sart. Aslinda Hersey net bir tarafta saray ittifaki(akp, mhp bbp, vatan) diger(chp, iyi, hdp, sp butun sosyalist partiler). Inanmak sartdir! Dogru catisma isteyeceklerdir ona karsin yinede cesur kalip ve fikir olarak kavga etmek. Chp ve hdp nin icinde olan sosyalistlere buyuk bir gorev dusuyor bizlerin kararli ve inanci basari getirecktir.

  6. Hayatın bitimli olması

    Epey zaman önce twitter’da şöyle bir şey yazmıştınız (kelimesi kelimesine hatırlamıyorum):

    “Hayatın bitimli olması güzel bir şey aslında. En azından, faşizmin yükseldiğini görmüyorsun.”

    Bu sözü yazmaktaki gerekçeleriniz nedir ve bu sözünüzü bugün de savunuyor musunuz sayın Zileli?

  7. İbrahim Özkurt

    Mısır’da son referanduma katılım oranı %44.33 olmasına ve %88.83 ile “kazanmasına” karşın ses seda çıkmadı. Boykot’un AKP’ye “kazandıracağını” düşünüyorum.

  8. MS

    Ne yazık ki kaygılarımda haklı çıktım. Muhalefet seçimi başardı fakat seçimden sonraki 1 ay boyunca yine pasif kalarak inisiyatifi tıpkı Haziran 2015 seçimi sonrasında olduğu gibi Tayyip’in psiko-politik operasyonlarına kaptırdı. Yapılması gereken S+S formülü idi yani Sandık+Sokak. YSK üzerinde tek yönlü iktidar baskısına karşı sokakta bir karşı-baskı oluşturulmalıydı. Seçim buna rağmen iptal edilse bile bu bir güç birikimi oluştururdu; kah sokak politikasının yeniden doğması, kah bir boykot örgütlemek, kah yeniden seçimde moral üstünlük ve gayrimeşru iptal kararının aktif teşhiri için…

    Bu yazıdaki perspektife gelirsek, elbette birlik şart, yani yeniden seçime girilecekse de boykot edilecekse de bunu yekvücut yapmak gerekiyor. Fakat bu gerçek, devrimci azınlığın tamamen karakterini yitirip kuyruk konumuna düşmesini getirmemeli. Bunun da yolu doğru taktik ne ise (kah tekrar seçime asılmak, kah boykot) bunu tartışmaya açmak ve esas nihai karar verici konumunda olan CHP/İmamoğlu’na bu yönde baskı yapmaktır. Bu sabah itibariyle boykot seçeneği CHP’nin ilanıyla kapanmış olsa da bunu not düşmek istedim.

  9. Anarşistler bunlara ne der?

    “Patron Ekrem partisi ile Patron Binali partisinin iktidar kavgasından bana ne? Beni ilgilendiren işçi-emekçilerin özyönetimleridir.”
    – Bir işçi-emekçi

    “Ulusalcı-Kemalist Ekrem partisi ile Türk-İslamcı Binali partisinin iktidar kavgasından bana ne? Beni ilgilendiren Kürdlerin sorunlarıdır / Kürdistanın devletleşmesidir.”
    – Bir Kürd / Kürdistanlı

    “Dersim-Koçgiri katliamları geleneğinden gelen Ekrem partisi ile Maraş-Sivas katliamları geleneğinden gelen Binali partisinin iktidar kavgasından bana ne? Beni ilgilendiren Alevilerin sorunlarıdır.”
    – Bir Alevi

    “Gerçek bir laik cumhuriyet kurmamış sözde laikçi Ekrem partisi ile Türk-İslamcı dinci Binali partisinin iktidar kavgasından bana ne? Beni ilgilendiren laiklerin / inançsızların / Sünni İslam dışı inanç mensuplarının sorunlarıdır.”
    – Bir laik / inançsız / Sünni İslam dışı inanç mensubu

    “Ulusalcı-Kemalist bir sözde İslamcılığı dayatan Ekrem partisi ile Türk-İslamcı bir sözde İslamcılığı dayatan Binali partisinin iktidar kavgasından bana ne? Beni ilgilendiren Ulus’un değil Ümmet’in sorunlarıdır.”
    – Bir İslam Ümmeti mensubu

  10. Anonim

    “Hakimiyet-i YSKiye”ye dayanan İkinci Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte “Egemenlik kayıtsız şartsız YSK’nindir” ilkesi benimsenmiştir.

    Bütün mebuslarla birlikte Çamlıca Camiinde kılınan namazın ve kesilen kurbanların ardınan dualarla açılan “İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin kuruluşundan sonraki en büyük bayram bu bayramdır.

    “İkinci Cumhuriyet Bayramı”mız hepimize kutlu olsun!

  11. [CEVAP] Anarşistler bunlara ne der?

    Anarşistler, iktidarda tiranlaşmış yapıyı aşağı indirmek için mücadele etmek gerektiğini söyler ve icra eder.

    “Somut durum”da, lavaboda birikmiş kirli suyun akıp gitmesi için deliği tıkayan bir “RTE-AKP” kütlesi var. Bu kütle gitmeden, kirli suyun akıp, yerine temiz suyun gelmesi mümkün değil.

    “Somut durum”da, işçi-emekçi de, Kürd de / Kürdistanlı da, alevi de, laik de / inançsız da / Sünni İslam dışı inanç mensubu da, İslam ümmeti mensubu da; temiz sudan istifade etmek istiyor. Öyleyse, “RTE-AKP” kütlesinin gitmesi için mücadele etmeliler.

    Hayatta, siyasette, her şey %100 berrak ve %100 uyum içinde değildir.

    Halkların özgürlük idealleri, beklentileri daima uyumlu değildir.

    İstanbul/Beykoz’daki insanın özgürlük beklentisi ile, Diyarbakır/Ergani’deki insanın özgürlük beklentisi aynı olmayabilir, aynı olmak zorunda değil. Fakat, “somut durum”da, “bütün bu insanların özgürlük beklentileri”nin önünü tıkayan devasa boyutta bir “RTE-AKP” kütlesi var. Önce bu kütleye karşı mücadele etmek gerekir. “Sonra”sının gelmesi için, “önce”sinin işinin bitirilmesi şarttır. “Somut durum” budur.

    Odanın içinde pis bir koku var, önce bu pis kokudan kurtulmak gerekir. Eğer bu kokudan kurtulmak için ortak mücadele edilmezse; işçi-emekçi de, Kürd de / Kürdistanlı da, alevi de, laik de / inançsız da / Sünni İslam dışı inanç mensubu da, İslam ümmeti mensubu da özgürlükleri için daha çok bekler. “Somut durum” budur. Anarşistlerin cevabı budur.

  12. Anonim

    Boykot! Sine-i millet! Zincirsiz Kurucu Meclis!

    Devrimci İşçi Partisi
    6 Mayıs 2019, Pazartesi

    Boykot! Sine-i millet! Zincirsiz Kurucu Meclis!

    YSK’nın AKP ve MHP’nin talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini iptal etmesi, istibdadın halk iradesini zincire vurmasının son ve en çarpıcı örneği oldu. YSK’nın aldığı karar seçim hukukuna olduğu kadar kendi içtihatlarına hatta doğrudan 31 Mart seçimleri için almış olduğu emsal kararlara dahi aykırıdır. Ancak alınan kararın hukuki olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur. Seçimlerle ilgili nihai karar mercii olan YSK’nın mühürsüz oy skandalına imza atan üyelerinin görev süresi tam 31 Mart seçimleri öncesi anayasaya aykırı biçimde uzatıldığında zaten seçimin güvenirliği baştan ayaklar altına alınmıştı. Bu gerçeklik, Devrimci İşçi Partisi olarak belediye seçimlerinde aldığımız boykot tutumunun önemli gerekçelerinden biriydi.

    Sadece bu da değil. 31 Mart seçimlerine gelinene kadar yaşadığımız süreç son derece önemlidir. 7 Haziran’dan sonra bombaların gölgesinde yapılan 1 Kasım seçimleri (2015), OHAL koşullarında atı alanın Üsküdar’ı geçtiği mühürsüz 16 Nisan referandumu (2017), seçim kanununun OHAL KHK’ları ile iktidar lehine düzenlendiği, baskın ve baskı altındaki 24 Haziran seçimleri (2018) bir süreklilik içinde istibdadın inşasında rol oynamıştır. İstibdad cephesi halk nezdinde meşruiyet kazanamamış olan bu seçimlerden her defasında düzen partilerinin fiili onayı ile çıkmıştır. Tüm bu silsilenin sonunda bir kez daha tüm partileri yerel seçim arenasına getirerek onlara istibdadın muhalefeti rolünü biçmiştir. Devrimci İşçi Partisi boykot diyerek bu rolü kabul etmemiş, istibdadın olağanlaştırılmış sopalı seçimlerle meşruiyet elde etme çabasına karşı çıkmıştır. İşçi sınıfını ve emekçileri, bu temelde sermayeden, emperyalizmden ve istibdaddan bağımsız bir siyasette, ekmek ve hürriyet kavgasında seferber etmeye yönelmiştir.

    İstanbul Büyükşehir seçimlerinin iptal edilmesine ve yenilenmesine varan sürecin gelişimi bu tutumun ne kadar doğru olduğunu göstermiştir. İstibdad cephesi bir anda düzen muhalefetini Türkiye’deki seçimlerin ne kadar güvenli olduğunu savunur duruma düşürmüştür. Seçimin en güvenilmez kurumu olan ancak aynı zamanda nihai karar mercii olan YSK için İmamoğlu sürekli olarak ne kadar güven duyduğunu söyleyip durmuştur. Bu tutumlar istibdadın kendini meşrulaştırma gayretlerine destek olduğu gibi YSK’nın istibdad cephesinin telkin ve yönlendirmeleri doğrultusunda seçimleri iptal etmesinin yolunu açmıştır.

    Seçimler abluka altında yapılmıştır

    Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştur. Tüm seçim süreci daha önceki seçimlerde olduğu gibi tek yanlı propagandaya izin veren bir baskı ortamında gerçekleşmiştir. Seçim günü bu baskı ortamı siyasi cinayet boyutuna kadar varmıştır. Daha önce olduğu gibi bu seçimlerde de Kürt illerindeki baskı çok daha yoğun olmuştur. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından YSK, Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de bizzat aday olmalarına cevaz verdiği KHK’lı belediye başkanlarının mazbatalarını iptal ettiğinde zaten hukuku hatta bizzat kendi kararlarını bile iktidarın siyasi doğrultusunda hiçe sayacağını göstermiştir. Daha sonra AKP ve MHP devletin tüm olanaklarını kullanarak İstanbul seçimlerine ilişkin tam bir abluka başlatmıştır. Büyükçekmece’den başlayarak polis ve savcılar AKP lehine devreye girmiş, son olarak YSK kararının hemen öncesinde birçok ilçede kamu görevlisi olmadığı söylenen sandık kurulu üyelerine ilişkin yapılan operasyonlar YSK’ya gerekli mesajı iletmiştir.

    Savcıların ve polisin seçimlere müdahalesi meşru görülemez. Eğer konu görevi suistimal ise seçim gecesi bir partinin manipülasyon aygıtı işlevi gören Anadolu Ajansı yöneticilerinin savcılıkta ifadeye çağrılmadığı bir yerde bu operasyonların ve baskıların adaleti sağlamaya yönelik olduğunu kimse söyleyemez. Kaldı ki geçtiğimiz seçimlerde çok daha büyük yolsuzluk iddiaları ortadayken aynı savcılar ve polisler muhalefetin şikayetleri doğrultusunda harekete geçmemiş bunun yerine şikayet edenleri susturmaya yönelik davranmışlardır.

    YSK tehdit edilmiştir

    YSK, kritik kararını vermeden hemen önce bizzat devletin en yetkili kişisi olan Erdoğan tarafından tehdit edilmiştir. Erdoğan alenen YSK’nın aklanması için seçimleri iptal etmesi gerektiğini söylemiştir. Muhalefetin de tersi yönde değerlendirmeleri olmuştur. Ancak kendi aleyhinde karar veren hâkimleri görevden almak, sürmek, FETÖ’cü ilan edip hapse tıkmak kudreti sadece iktidarın elinde vardır. Bu gücü defalarca kullanmıştır. YSK üyeleri seçimleri iptal etmezse şaibe altında kalacağı ve iktidarın şu ya da bu biçimde yaptırımlarına maruz kalacağı korkusuyla karar vermiştir. Zaten YSK Başkanı’nın, cemaatin yargıdaki karargâhı olarak ün salan Türkiye Adalet Akademisi yönetim kurulu üyeliği geçmişi nedeniyle iktidarın rehinesi konumunda olduğu biliniyordu.

    “MİT, Emniyet, İçişleri ve Adalet Bakanlığı”

    Devlet Bahçeli YSK’nın hangi doğrultuda ve hangi etkiler altında karar vereceğini çok önceden şu sözlerle söylemiştir: “YSK bu ağır yükün altından nasıl kalkacaktır? İçişleri ve Adalet Bakanlığıyla, MİT ve emniyet olağanüstü itiraz sürecinin isabetli bir sonuç vermesine katkı sunacak mıdır?” Şimdi iradesi gasp edilen halkın hesap sormak hakkıdır! Bu hukuk dışı kararın alınmasında seçimlere en ufak müdahalesi dahi gayrimeşru olan İçişleri ve Adalet Bakanlığı ile MİT ve emniyetin katkısı ne olmuştur?

    Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu: Bu tablo sizin de eseriniz!

    Elbette ki bu tablonun oluşmasında seçim kampanyasına Erdoğan’ın makamında başlayan, Erdoğan’la iyi bir ikili olacağını vadeden, YSK’ya güvenim sonsuz diyen CHP’li müteahhit İmamoğlu’nun ve 2017 referandumunda mühürsüz oylardan başlamak üzere her türlü adaletsizliği sineye çekerek istibdadın inşasına yol veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun, onunla aynı yolu yürüyen burjuva siyasetçilerinin vebali büyüktür. Suratlarına yedikleri yumruk bile bu düzene bağlılıklarını kopartamamaktadır. YSK’nın kararını verdiği günün sabahında Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret eden Ömer Koç’un zamanlaması manidardır. Türkiye burjuvazisinin kodamanları CHP’ye ve adayına düzen partisi olduğunu hatırlatmıştır.

    Halkın iradesi üzerindeki zincirleri kırmak için!

    Gelinen yerde bir kez daha istibdadın seçimleri halk nezdinde meşruiyet kazanamadığı, istibdadın ekonomik ve siyasi krizler içinde ne kadar büyük zaaflar içinde olduğu görülmektedir. Yeniden ve yeniden aynı hatalara düşme lüksümüz yoktur. Türkiye’nin istibdadın zincirlerinden kurtulması için İstanbul’da yeni bir seçim sürecine değil tüm Türkiye çapında emekçi halkın hürriyet seferberliğine ihtiyacı vardır.

    31 Mart seçimlerinden önce alınması gereken boykot tutumu YSK’nın seçimleri iptal ettiği 6 Mayıs gecesi itibariyle bir zorunluluğa dönüşmüştür. YSK’nın belirlediği 23 Haziran tarihine kadar normal bir seçim süreci yaşanacağını düşünen, hem kendini hem de halkı kandırır. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında sahneye konan oyunun ikinci perdesi açılmaktadır. Şimdi sadece boykot yetmez. Zincire vurulmuş mecliste halkın istibdada karşı hürriyet çığlığına biraz olsun kulak verecek her bir milletvekilinin yapması gereken derhal sine-i millete dönmektir. Türkiye’nin önündeki gündem ne İstanbul’dur ne de erken seçimdir! Emekçi halkın iradesinin ve umudunun yeniden sopalı seçimlerle örselenmesine artık son verilmelidir.

    Halkı istibdada ezdirmeyelim, İstanbul seçimini boykot edelim. Meclis boşalsın. Sadece İstanbul değil tüm Türkiye istibdada karşı seferber olmalıdır. Bunun için işçi sınıfına ve emekçi halka dayanan bağımsız ve birleşik bir cephenin inşası elzemdir. Türkiye’nin geleceği mücadele meydanlarında belirlenecektir. Ancak bu mücadele meydanlarında elde edilen başarıların sonucunda yapılacak yasaksız, barajsız, zincirsiz bir Kurucu Meclis için seçimler emekçi halkın hürriyet isteğine karşılık verebilir!

    DİP Bildirileri

    https://gercekgazetesi.net/dip-bildirileri/boykot-sine-i-millet-zincirsiz-kurucu-meclis

  13. Tekerrür

    Abdülhamid istibdadı altında ve Fransız kültürel etkisiyle yetişmiş, 1908’de meşrutiyet heyecanını yaşamış her genç subay gibi, Mustafa Kemal’in gençlik düşüncesinde “hürriyet” ve “milli hakimiyet” gibi kavramlar önemli bir yer tutarlar. 1920’de Millet Meclisinin kurulmasında, bu düşünsel formasyonun kısmen de olsa etken olduğu muhakkaktır.
    Ancak genç zabitin düşüncesinde belirleyici gözüken boyut bu değil, vatanı kurtaracak ve milleti muasır medeniyet seviyesine çıkaracak bir Halaskâr (kurtarıcı) fikridir. Halaskâr’ın çabalarıyla Millet’in tercihleri birbirine uymadığı, yahut Millet Halaskâr’a sırt çevirdiği zaman ne yapılacağı konularında herhangi bir öneriye rastlanmaz. Muhtemeldir ki Mustafa Kemal bu ihtimal üzerinde yeterince düşünme fırsatını bulamamıştır. Bu ihtimalin gündeme gelmesi için, belki de, Milli Mücadele yıllarında siyasi iktidarın gerçekleriyle tanışması gerekecektir.

    Eylem

    Gazi’ye karşı çıkan herkes hain, ardniyetli ve satılmış olduğuna, üstelik bu “vatansızlar” Meclise kadar girebildiğine göre, milli iradenin temsilcisi olduğu kabul edilen Meclise karşı gerektiğinde nasıl bir tavır takınılacağı da kendiliğinden ortaya çıkar. Çok sayıdaki örnekten, sadece Mustafa Kemal’in bizzat kendi sözleriyle düşünsel yaklaşımını ifade ettiği üçüne değinelim:

    a. Mustafa Kemal’e üç ay süreyle eski Roma’nın dictator kurumunu andıran yetkiler veren Başkumandanlık Kanununun 1922 Mayısında üçüncü kez uzatılması görüşmeleri, muhalefetin yoğun tepkisi üzerine çıkmaza girer; Başkumandanın yetki süresi sona erer. Oysa başkumandan, görevi bırakmayı düşünmez. Nutuk’ta anlattığına göre, milli savunma bakanlığı ve genelkurmayla görüş alışverişinde bulunduktan sonra, “başkumandanlık vazifesini ifaya devam kararını” verir. İnönü’nün bir önceki soruda değindiğimiz anılarından anlaşıldığı kadarıyla, aşağı yukarı bu günlerde, Meclisin kapatılması da gündeme gelir ve bu konuda ordu komutanlarının görüşü sorulur. 6 Mayısta Meclise, “eğer ben orduya kumanda etmeye devam ediyorsam, gayrı kanuni olarak kumanda ediyorum […] Bunun için bırakmadım, bırakmam, bırakmayacağım!” şeklindeki ünlü rest çekilir. Meclis emrivakiyi kabul eder.
    Başkumandan emriyle kurulan ve sadece ona karşı sorumlu olan İstiklal Mahkemelerinin bu sıralarda birkaç bin kişiyi asmış ve kurşuna dizmiş olmaları, Meclisin nihai kararını etkilemiş olabilecek faktörler arasında sayılmalıdır.

    b. 1922 Kasımında saltanatın kaldırılması önerisi, Meclis komisyonlarında yoğun tartışmalara neden olur. Bir süre tartışmaları sessizce izledikten sonra bir sıranın üstüne çıkarak yaptığı konuşmayı, Mustafa Kemal Nutuk’ta şöyle özetler:
    “Efendim, dedim. Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. […] Mevzuubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, meclis ve herkes, meseleyi tabii karşılarsa, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
    Ankara mebuslarından Hoca Mustafa Efendi’nin bu konuşmaya verdiği cevap, siyasi nükte edebiyatının klasikleri arasında sayılmaya değer: “Affedersiniz efendim, biz meseleyi başka noktai nazardan mütalaa ediyorduk; izahınızdan tenevvür ettik [aydınlandık].” Aynı gün Meclis, saltanata oybirliğiyle son verir.

    c. Gazi’nin 1923 Martında Konya Türk Ocaklarına hitaben yaptığı ve “laiklik” siyasetinin ilk ifadelerinden biri olan konuşmada da, aynı yaklaşımın izleri görülür:
    “Hoca kıyafetli sahte alimlerin […] menfi istikamette atacakları bir hatve […] milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Farzı muhal eğer bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek Meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”

    https://nisanyan.com/?s=soru-6

  14. Anonim

    “Anarşistler bunlara ne der?”‘e cevap:

    Ben bir Aleviyim, ama beni ilgilendiren Alevilerin sorunlaridir demiyorum. Sorun, gercek bir demokrasinin kurulmasi sorunudur. Demokrasi tesis edilirse, o saydigin gruplarin hepsinin problemleri cozulur. Demokrasiyi tesis etmenin ilk yolu, ulusun, bir din, dil, mezhep, irk, ortak tarih ve kulturle tanimlanmasini reddetmektir. Ulusu ve dini politik alandan atmak ve bireyleri ozgur birakmak.

  15. Devrim sartdir

    Herseye evet tamam yapalim ama saray ve cevresindeki gucler anayasayi degistirip butun gucleri saraya baglarsa ne yapilacak??? Soylentliler ordada beka dedikleri bu butun gucu saraya baglamak, mhp surekli o konuda israr etiyor.dostlar yoldaslar…… Istanbul turkcu islamci kesim icin bir semboldur ondan vazgecmez secimle! Onlarin icin kimlikdir Istanbul, demek istedim sadece seçim ille bu basari gelmeyebilir, yarim aydinlanmis bir ulkede oncelik aydinlanmaktir……. Maelesef insanlarla altyapi olarak bu yapilmiyor evet cok zor bir is ama bir devrimci geregetir bu! Muhalefet ekonomi konularla isi bitirmeye calisiyorum halbuki bu bir aydinlanma mucadelesdir.

  16. Kılıç Daroğlu

    Kılıç Daroğlu’nun dar kafalılığı boykot yerine katılım kararı aldı. Ona da bu yakışırdı zaten.

  17. Hdp diren

    Hdp dikkat et! Fasizim in yolunu acama! Kürtlere ÖZGÜRLÜK diye butun ÖZGÜRLugu satma! Uyanik ol

  18. Anonim

    Tottenham’ın kara çocukları sen çok yaşa

  19. Anonim

    LÜTFEN! SOMUT ÖRNEKLER
    ʻʻBen pratik sorun üzerinde durmaktan yanayım şu anda.ˮ
    Bu daha önce defalarca savunuldu. Yazınızda ardından gelenler gündemdeki sorunların neler olduğu, sorunlara karşı olası tutumlar, birleşmeye çağırı ve benzeri açıklamalar.
    Bu çeşit ʻşu anda, acil, hemen ʼ gibi çağrıların bazılar başarılı, bazıları çok başarılı oldular.
    Dünyaya ve tarihe bakınca tuhaf bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Sanki asıl başarı ʻşu andaʼ etkinliğine davet çağrısının başarılı olması.
    Tarihten somut başarı örnekleri verebiliriz. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik amacına varma pratik sorunu üzerinde yoğunlaşan iki farklı yandan olanların bir başarısı kapitalist liberal demokrasi, diğeri Marksist komünist.
    Sizin de amacınız hâlâ ʻʻeşitlik, özgürlük, kardeşlikˮ ise buna varan oldu mu? Olduysa, lütfen, kapitalist liberal demokrasi ve/veya Marksist komünist, somut örnekler verebilir misiniz?
    Amacınız farklıysa, sizin amacınız ne? Etkinliğe katılanlar sayısını arttırmaktan başka bir amacınız var mı?

  20. Patronlar için şehit olmak

    Başpatron RTE’nin hizmetindeki Patronlar Klübü TÜSİAD Medyası her zamanki gibi HDP’yi Vatan-Matan-Şehit-Mehit edebiyatıyla hedef göstererek linç etmek istiyor:

    HDP’li belediye şehit yakınlarını işten çıkardı
    Ahmet Türk’ün Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden sonra aralarında şehit yakınlarının da bulunduğu 30 kişi işten çıkarıldı.
    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/hdpli-belediye-sehit-yakinlarini-isten-cikardi-41208503

  21. Anonim

    Seçimi neden iptal etti

    Boş sloganları ve hisli duyguları bırak, olayı anlamaya çalış. Ne yapmaya çalışıyor? Oyun planı ne? Planı tutar veya tutmaz, ayrı mesele. Ama her kıraathane filozofunun bildiklerini RTE bilmiyor sanırsan ancak kendini kandırırsın.
    Açıkça anayasayı ihlal etti. Onunla kalmadı yedi tane hakimi o yönde oy kullanmaya razı etti. Bunlar idamlık suçtur, yarın bir gün hesabı sorulur. Sağlam (ve inandırıcı) bir oyun planı olmasa yapabilir miydi sahiden?
    Yeniden seçim yapılır ve İmamoğlu gene seçilirse rejimin tepetaklak geleceği yeterince açık değil mi? Böyle bir riski alır mı? Alabilir mi? Belli ki foolproof olduğuna inandığı bir oyun planı var. Önce onu anlamaya çalışmak gerekir bence.
    Karşısındaki koalisyon kırılgandır. Bir yanda Kürt nefretini iliklerinde taşıyan yavru Faşist parti. Ortada refleks olarak Kürtleri yok sayan CHP. Öbür yanda kerhen destek veren Kürtler. Pamuk ipliğine bağlı ittifaktır. Elbette onu kırmaya çalışacak.
    İttifakı kırabilir mi? Bilemem. Nasıl kırar? Hangi yöntemleri dener? Ancak tahmin yürütebilirim. Sen de yürüt. Karşı tarafın hamlelerini hesaplamadan oyun alamazsın.
    Rakibinin zekasını küçümseyen peşinen yenilgiye mahkum olur.
    Mantıklı olan iki çatallı strateji. Bir, CHP’yi Kürtleri küstürecek bir pozisyona it. İki, Kürtleri onore et, seçimde en azından çekimser kalmalarını sağla.
    CHP’yi köşeye sıkıştırmak kolay. Teröre karşı mısın, çabuk söyle!! Çubuk’ta galeyana gelen aziz şehit ailelerine yaltaklanacak mısın? Kürt oylarını aldığın için pişman mısın? CHP zihniyetinin bu tuzaktan kaçacak donanımı yoktur. Sıkışınca Atam girer devreye.
    Bunca zulümden sonra Kürtleri tekrar kazanabilir mi? Zor ama imkansız değil.
    Unutma ki Kürtlerin tercihi İyi ile Kötü arasında değil, Kötü ile Kötü arasındadır. Van, Diyarbakır, Şırnak, Muş’ta belediyelerin gasp edilmesine gıkını çıkarmayanlar şimdi dara düşünce neden ve ne kadar acısınlar?
    Hayvan kadar Atatürk posteri önünde poz vermeyi marifet sanan, kendisine oy veren büyük bir kitlenin bunu hakaret olarak algılayacağını kavramaktan aciz adamlara neden sadakat borçlu olsunlar?
    Kürtleri kazanmak için ne yapabilir? Hapisteki binlerce HDP’liyi salmak yeterli midir? Yoksa Öcalan’ın mektubunda belirttiği gibi, asıl çözüm yeri Suriye midir? Suriye’de bir taşla birkaç kuş vurmak, Türk derin devletinin onaylamayacağı bir şey midir?
    Böyle bir makas harekatı karşısında CHP ne yapabilir? Hiçbir şey yapamaz. Kürtleri yok saymaya koşullanmış bir ideolojinin temsilcisi olan partiden, ülkenin en temel siyasi fay hattını tamir etmesi beklenemez. Değil tamir, anlamaları bile mümkün görünmüyor.
    Kemalci Devlet ideolojisi CHP’yi kaçınılmaz bir şekilde tatlı su faşizmine mahkum etmiştir. Sağındaki safkan faşistlerin “vatanmillet, şehit, hain” söylemine karşı çaresiz ve dilsiz bırakmıştır. Usta bir manipülatörün elinde gol üstüne gol yerler.
    Gerçek bir Türk muhalefeti ancak Kemal tabusundan kurtulmuş, “vatanmillet, şehit, hain” söylemine karşı hissiz kalabilen yeni bir siyasi yapılanmayla mümkündür. CHP’nin var olan kadroları buna uygun değildir. Ekrem Bey de maalesef pek uygun görünmüyor.
    Kürt siyasi hareketi halen Türkiye’nin tek gerçek muhalefet dinamiğidir. Ekonomik ve sosyal açıdan da artık göz ardı edilemeyecek bir güçtür. Onlarla dans edebilecek kapasitede bir “Türk” veya “Türkiyeli” siyasi yapılanma doğmadıkça, RTE veya bir benzeri daha sittin sene bu ülkeyi yönetir.
    .
    https://nisanyan1.blogspot.com/2019/05/secimi-neden-iptal-etti.html

  22. Anonim

    YSK: 9 cinayet, 1 intihar

    Emre Kongar
    9 Mayıs 2019

    Hiçbir eleştiri, hiçbir rakip, hiçbir düşman, bir insana veya bir kuruma, o insanın veya o kurumun kendisine verdiği kadar büyük bir zarar veremez!
    Yüksek Seçim Kurulu o kadar uzun süre o kadar çok cinayet işledi ki, sonunda dayanamadı ve son cinayetiyle birlikte intihar etti.

    ***

    YSK’nın nihayet intiharına da yol açan en son cinayeti pek çok kuruma karşı işlenmişti:
    1) Aynı zarftan çıkan dört oyun üçünü kabul edip sadece birini reddetmek, akla, mantığa karşı işlenmiş bir cinayetti.
    2) Zarfa konulan oyları, yani seçmen iradesini etkilemeyecek bir faktörü (seçim kurulları üyelerinin niteliklerini) bahane ederek, dört oydan birini iptal etmek anayasaya, yasalara, yönetmeliklere karşı işlenmiş bir cinayetti.
    3) Karar, anayasa, yasa, yönetmelik ve içtihatlara karşı alındığı için Hukuk Devleti’ne karşı işlenmiş bir cinayetti.
    4) Karar, seçmenin özgür iradesine ipotek koyduğu için sandığa karşı işlenmiş bir cinayetti.
    5) Karar, seçmenin sandığa olan güvenini sarstığı için Demokratik Rejime karşı ilenmiş bir cinayetti.
    6) Karar, Demokratik Hukuk Devleti’ni zedelediği için Türkiye Cumhuriyeti’ni Demokratik ve Hukuk Devleti olarak tanımlayan Anayasa’ya karşı işlenmiş bir cinayetti.
    7) Karar, kamuoyunun her aşaması iktidar tarafından bizzat belirlenmiş, uygulanmış, denetlenmiş seçim sürecini geçersiz kıldığı için iktidara (ve elbette onun organı olan bürokrasiye) karşı bir cinayetti.
    8) Seçim sürecinde uygulama ve denetleme görevi yapan yargı mensuplarına karşı bir cinayetti.
    9) Seçim sürecinde sandıklarda görev almış olan vatandaşlara ve partililere karşı bir cinayetti.
    10) Bütün seçim sürecindeki her türlü karar, uygulama, denetim ve itirazlardan sorumlu merci olarak, kendi düzenlediği, kabul ettiği ve kesinleştirdiği bir seçim sürecindeki sonuçları, üstelik de hem hukuka hem de eski kararlarına/içtihatlarına aykırı olarak iptal ettiği için kendine karşı işlenmiş bir cinayet, yani intihardı.

    ***

    Benim Yüksek Seçim Kurulu’nun demokratik, hukuksal ve manevi açılardan kamuoyu vicdanında intihar etmesine hiçbir itirazım yok…
    Ama intihar ederken, Demokratik Rejimi, Hukuk Devleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı dönemiyle birlikte, iki yüz yılı aşan toplumsal, siyasal, kültürel birikimini de birlikte götürmesine itirazım var!
    Sanıyorum, kamuoyu da YSK’nın bu cinayetlerine ve intiharına itiraz ediyor ve itirazını da reddedilemeyecek bir biçimde 23 Haziran’da ifade edecek.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1384126/YSK__9_cinayet__1_intihar.html

  23. Anonim

    Akp ‘yi olduğundan güçlü kabul etmemiz bu dönemde yapılabilecek en önemli hata olur diye düşünüyorum.
    cumhur ittifakı içerisinde mhp ile ciddi bir çekişme halindeler bu bürokratik kadrolaşmaya da yer yer yansıyor
    mhp ile ittifak Kürt hareketi ile bağlarını da haliyle ciddi oranda zayıflattı
    parti içi bloklar arası çekişme en üst noktasında beratcilar, bilalciler, pelikanlar, binaliciler, soylucular, davutoglucular, babacancilar, çeşitli cemaatler vs geçişken ama kutuplaşmış durumdalar
    Muhalefet Demirtaş ve fiilen İmamoğlu ile güçlü liderlikler oluşturdu
    Ekonomik gidişat ve damat performansı felaket
    Dış politikada hepimizin bildiği açmazlarla karşı karşıyalar s400-f35 falan filan
    Tüm bunlara bakınca bana 17 senelik iktidarının en zor dönemini yaşıyor gibi geliyor.
    İstanbul ise İslamcılar açısından simgesel önemi bir yana 94’ten beri dev bütçesi ve rantı ile tüm akp faaliyetinin en önemli finansman kaynağı.

    Seçime gelirsek, altın yumurtlayan bu tavuğu teslim ederse, rantın kontrolün muhaliflere geçmesiyle akp durdurulamaz bir çöküşe doğru ilerler. Bence Erdoğan bunu görüyor.
    Diğer yandan sandık sonuçlarını kabul etmeyerek demokrasiyi rafa kaldırması durumunda da akp yine durdurulamaz şekilde çöküşe gidecektir. Tek fark bu sürecin çok daha sert bir mücadele sonunda gerçekleşecek olmasıdır. Erdoğan bunun da bir ihtimal olarak elbette farkında ama her diktatör gibi kendi sonunun farklı olacağına inanıyor olsa gerek.
    Kendince ölçtü tarttı biçti. Hile iddiasıyla bir mağduriyet yaratarak sonuçları tanımamanın daha iyi bir ihtimal olacağına karar verdi. Dediğim gibi kendi sonunun farklı olacağına inanıyor olsa gerek. Belki muhalefetin o sert mücadeleden kaçacağına, o cesareti gösteremeyeceğine inanmıştır.

    Yani mutlak gücünden ziyade mutlak güçsüzlüğü ile sorunu çözecek değil sadece öteleyecek bir tercih yaptı.

    Erdoğan hamlesini yaptı ve sıra muhalefete geçti. Karşılığı da bence beklediği gibi geldi. Chp geniş tabanlı bir boykotu örgütleyecek cesareti gösteremedi. Böyle bir geleneği yok. Ve az önce bahsettiğim sert mücadeleden kaçması da şaşırtıcı değil. Bizlerin konumu da mevcut durumumuz göz önünde bulundurulduğunda chp’nin başını çektiği bu geniş cephenin içinde olmak olmalı. Bu gönüllü bir birlikten ziyade mecburiyet. Şimdi chp kazanacağına inandığı kampanyasıyla, Erdoğan’a ılımlı geçiş için bir fırsat daha sunuyor. Sert ve köşeli sözlerden uzak, tencere tava protestolarını içermeyen, büyük mitingler ve yürüyüşlerden ziyade İmamoğlu’nun seçim kampanyası gibi ufak toplantılar, halk arasında etkinliklerden oluşan bir kampanya izleyeceklerdir. Sakin ve düşük bir ses tonuyla mağduriyeti anlattıkları, Erdoğan’ı değil ‘ötekileştirici dili’ eleştirdikleri, ekonomi politikasını değil damat ve ekonomik durumu eleştirdikleri, dinci değil ama dindar, ‘kucaklayıcı’ bir kampanya yürüterek 2. seçime hazırlanacaklar. Biz de cephenin içinde olduğumuz için mecbur bu yönteme kendi taraflarımızdan destek verme pozisyonunda kalacağız / kalmalıyız.
    Bu yöntemle seçim kazanılabilir mi göreceğiz. Ama daha da kritik soru Erdoğan ikinci kez yenilse bile bu kez sonuçları kabul edecek mi? Yani hangi yöntemle düşmeyi seçecek. Belkide şimdiden bu sorunun da olası cevaplarına hazırlanmalıyız.

  24. Anonim

    El Ele Vermek Ne Demek?
    Felsefenin yararsızlığını gösteren çok sayıda felsefeler de var bilimciler de.
    Kuantum fizikte Nobel ödülü kazanan bir fizikçi ʻʻhastaya lazım olan felsefe değil ilaçˮ dedi.
    ʻŞimdi ne yapacağız?ʼ diyen, az çok, aynı şeyi söylemiş gibi.
    Bu soruyu soran ve sayfada yorum yapanların ima ettiği hastalığın teşhis semptomları siyasi partiler ve seçim. İlaç da, ele ele vermek.
    Seçim ve siyasi partilerin en özgür oldukları ʻşimdikiʼ dünyada hastalık, akademik dilde iktisat, sokak diline (evde) geçim. İlaç da, çare vaadi.
    Sanırım bu sitede eskiden iktisada çok daha doğru olan siyasi iktisat denildiğini hatırlatmama gerek yok. Ne var ki ana yazı ve yorumlarda iktisata önemli bir yer verilmemiş. Nedeni ne olabilir diye düşündüm.
    İtisadi baskılar aracılığıyla saldıran veya istedikleri yerde istediklerini yaptırtan dev ülkeler, örneğin ABD ve Çin arasındaki iktisadi didişmeler, geçim derdinin parti-seçimdeki önemini fazlasıyla kanıtlar. İktisadi alanda kurulan egemenlik küresellik ve getirdiği felaketler neden oldu. ʻŞimdiʼden daha da eskiye dönersek, şimdi Avrupa ve ABD’de yaşayan yabancılar oralara parti-seçim özgürlüğü aramaya değil geçim sağlamaya gittiler.
    Hastaya ilaç vermede gittikçe vahimleşen sorunlar çıkması bana bir ipucu oldu. Hasta çok uzun bir süre kalitesiz bir yaşam sürdürse de ilaç üzerine ilaç verilmekte. Hatta her kıstasa göre ölü sayılanlar bile ilaçlarla hastanelerde çürümekte.
    Acaba el ele vermeye çağırı ve özgür ve zengin ülkelerdeki geçim vaatleri, hastaya sunulan sadece şimdilik, gelecek parti-seçime kadar, bir ilaç mı? Neden kimse geçimden söz etmiyor. Erdoğanʼı destekleyenlerin azalmasının asıl nedeni geçim zorluğu değil mi? Nedeni salt Trump becerisi olmasa da, gittikçe bataklığa saplanan Türkiye iktisadının ölüm acısına son veren darbe ondan gelmedi mi? Dünyanın en ünlü dergilerinde biri ʻThe Economistʼ Erdoğanʼın ilk yıllarında Erdoğan ve Türk iktisadi gelişmesini hayli övdü.
    Diktatörlük hüküm süren rejimlerde bile parası çok bol olanlar tıpkı en ileri zengin, özgür ve demokratik ülkelerde olduğu gibi istedikleri hayatı doya doya yaşıyorlar. Fark, hüküm süren siyasi nedenlerden, kapalı kapılar ardında yapmaları. Suudi Arabistan güzel bir örnek.
    Para durumları pek öyle ahım şahım olmayan ama yeteri kadar parası olan bir kesim yeni dünya düzeninin fırsatlarından serbestçe yararlanmak istiyorlar. Bunlar ilhamlarını İnternetʼten alan, İnternet aracılığıyla ticaret, alı-veriş hayatına atılmak isteyenler. Doğal olarak günlük yaşamlarında artık gereksiz olduğu apaçık ama bir türlü sona ermeyen siyasi nedenlerden yumurta üzerinde yürür gibi devamlı tetikte olmak istemiyorlar. Bir türlü sona ermemesi de siyaseti ve iktisadı ne olursa olsun sorunun geçim olması ve verilen vaatler.
    Belki ana yazıyı yazan ve yorum yapanlar iyi tahsilli, iyi meslekli, maddi durumları ahım şahım değil ama fena da değil, atılgan, girişimci, küreselleşmiş dünyaya açık olduklarından dertleri geçim değil, geçici de olsa, siyasi özgürlük.
    Bir arkadaş bu vaat/hayal kırıklığının son iki yüz yıl tekrar ve tekrar edilmesine işaret ederek el ele vermekle neye varılacağı sorusunu sordu, bu yüzden mi cevap yok?

  25. Anonim

    İhanet ve tonga

    Özdemir İnce
    10 Mayıs 2019

    7 Mayıs Salı yazımın son cümlesi, sanki bugünkü yazımın ilk cümlesi olarak yazılmış gibi: “Türkiye’ye gelecek olursak: Tek çare, demokratik yolla Erdoğan’dan kurtulmak!”

    ***

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptal edilmesinin hikâyesini benden daha iyi biliyorsunuz. Seçimi Yüksek Seçim Kurulu iptal etmedi, AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan yaptı o işi. Zaten, 2007’den itibaren yapılan bütün seçimlerin sabıkalısı olan YSK, en geç 2 Mayıs 2019 günü İstanbul yerel seçimlerinin sonuçlarını ilan etmeyerek kendi varlığını iptal etmiş ve R.T. Erdoğan’a esir düşmüştü. Üyelerinin aklı varsa 23 Haziran seçimlerine asla bulaşmayıp toptan istifa ederler.

    ***

    Şöyle bir genelleme vardır: Her sözü yasa olan mutlak hükümdarın çevresinde her zaman dalkavuklar, fırsatçılar, çıkarcılar, sülükler ve asalaklardan oluşan bir çember vardır. Bunlar kişisel çıkarları için baştaki hükümdarı yanlış işlere yönlendirirler.. Bu güruh hükümdarın çevresindeki çemberini daralttıkça hükümdar halktan kopar, dürüst ve yurtsever devlet adamlarından uzaklaşır. R.T. Erdoğan da kuşkusuz bir hükümdar artık. Osmanlı’da, bütün yetkiler padişahın şahsında toplanmıştı ama kuruluş ve yükseliş döneminde padişahın yetkilerini sınırlayan bir ilmiye sınıfı vardı. R.T. Erdoğan’ın çevresinde böyle koruyucu kalkan hiç olmadı. Bunu istemedi. İnsanları kuklacı gibi kullandı: Herkes kuklacının kulu durumunda ve en aşağılık katmanı da (kastı) yandaş havuz medyacıları, yazıcıları doldurmakta. Bu nedenle YSK üyelerinin rolünü büyütmemek gerek. Bu işi yapmaları için oraya getirildiler. İstifa etseler de kurtulmaları olanaksızdı. Özetlersek: YSK’nin başkanı ve CHP temsilcisi olmayan üyelerin tamamı bizzat R.T. Erdoğan idi. Mutlak hükümdarın durumunun aksine, dalkavuklar, fırsatçılar, çıkarcılar, sülükler ve asalaklar Erdoğan’ın çevresinde bir fesat çemberi oluşturmadılar; onları bizzat seçerek bu çemberi Erdoğan elleriyle yarattı.

    ***

    Türkiye’nin R.T. Erdoğan’dan mutlaka kurtulması gerekiyor. Yerel seçimlerden sonra, büyük kentleri kaybettiklerini itiraf ediyor ama kendisinin dört buçuk yıl daha iktidarda kalacağını söylüyordu. Türkiye, bu iç ve dış konjonktür bağlamında, R.T. Erdoğan’ı 4.5 yıl daha kaldıramazdı. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’nın seçimini iptal ettirerek kendi kazdığı kuyuya düştü. Yakın zamanda bunu çok iyi anlayacak ve pişman olacak. Çünkü artık AKP’nin İstanbul adayı Binali Yıldırım değil, bizzat kendisidir. Artık bir daha seçim iptal edemez. 23 Haziran seçiminde bozguna uğrayacak ve Türkiye gerçeğinin, demokrasinin gücü karşısında etkisiz hale gelecektir.

    ***

    R.T. Erdoğan’ın halkın nabzını iyi tuttuğu, düşüncesini iyi okuduğu, çok iyi seçim mühendisi, taktisyen olduğu söylenir ama artık film senaryosunu kendisi yazmıyor. Filmin geçirgen olmayan oyuncuları, figüranları geçirgen hale geldiler; hipnoz sona erdi. Ama bu durumu Erdoğan henüz fark etmedi. Roller değişti: Muhalefet artık savunmada oynamıyor; kendi oyununu oynuyor ve bu oyun Erdoğan’ın oyununu bozuyor.

    ***

    23 Haziran’da, zuladan çıkarılacak din-iman kozu etkili olamayacak. Çünkü alnı secdeye değenlerin hırsızlık yaptığı, haram ve günahtan korkmadığı, zenginleştikçe canavarlaştığı görüldü ve kanıtlandı. Çulsuz Harun’ların on beş yılda Karun haline geldiği görüldü. Cumhuriyetçilerin, alnı secdeye değenlerden çok daha namuslu, çok daha merhametli ve adil olduğu anlaşıldı. Erdoğan, muhalefetin birbirini anlamasına yol açtı. Erdoğan seçimi iptal ederek, ettirerek cumhuriyetçi demokrat dayanışmasına bir zafer fırsatı yarattı. R.T. Erdoğan’dan kurtulmak isteyen AKP’nin gönüllü köleleri de muhalefetin yanında yer alacak.

  26. en doğrusu

    4 partinin ortak boykotuydu. Olmadı. O zaman şimdilik muhalefete destek vermek dışındaki taktikler bence.. Faşizme hizmet eder.
    Bence.. AKP bu kararı ile muhalefeti felç edeceğini, CHP nin ağlak, bağırtlak, aciz isyan edeceğini düşünüyordu.
    Aynı gece İmamoğlunun böylesi moral ve güç aşılayan tavrını öngöremezdi. Hiç bir zaman doğru zamanda doğru tavır almamış CHP den bu beklenemezdi.
    4 partinin de toptan ve sert karşı çıkışı da çok önemli.
    Yazık ki asgari bir Burjuva Demokrasisi peşinde sürükleniyoruz. Ama Faşizmin onbinlerce insanı hapsettiği, yüzbinlerce insanı işsiz aç bıraktığı koşullarda şu anki “düşük profilli” demokrasi arayışı onların hatırına bile savunmaya değer.
    Sonuç bıçak sırtı! Kıl payı kazanılabilir.. ki bu koşullarda kazanmak tanınır mı? Fark olur mu?
    Gün Zilelinin analizine tümüyle katılıyorum. Verili koşullarda siyasal bilinç düzeyi, zamanın ruhu şimdilik 23 Hazirana dek ikirciksiz amasız “Tüm Oylar İmamoğluna” tavrını koşulluyor.
    Sonrası .. sonra..
    Kaybedilse bile artık seçimin ve İktidarın meşruiyeti sorgulanacak. Tsunami gibi gelmekte olan ekonomik kriz muhalefete büyük imkanlar sunacak..
    Ama çok uzun bir yol var önümüzde..

  27. Komplo Teorileri

    “necip’in dünyada olan biteni komplo teorileriyle aciklama giri$imlerine tipik bir örnek; orman’i görmeyip tek tek agaclara bakarak sonuclara/kanaatlere varmaya cali$manin tipik bir örnegi.
    ulusalcilik/milliyetcilik nasil ki jöntürklerin/kemalistlerin icat ettikleri bir$ey degilse, nasil ki tayyip erdogan’in icat ettigi bir$ey degilse, ayni $ekilde pkk’nin de icat ettigi bir$ey degildir. dolayisiyla “pkk hareketini kim kurdu, kim kurdurdu” diye soru sorup, cevap olarak da “komplo senaryolari” uyduran necip gibi insanlar bu dünyaya ne kadar yabanci/fransiz kaldiklarini gözler önüne sermekten ba$ka bir$ey yapmiyorlar.
    pkk hareketini kuran ve destekleyen insanlar her “siradan” ulusalci/milliyetci gibi dünyaya bakiyorlar ve $u kanaate variyorlar: türkün, almanin, fransizin, arabin, acemin devleti var da, bizim niye yok? el ele verelim bir ulusal devlet de biz kuralim, yoksa milli dilimiz, kültürümüz, benligimiz kaybolacak; asimile olup kimimiz “türk”, kimimiz “arap” kimimiz de “acem” olacagiz.
    parantez aciyorum: burda ki “asimile olacagiz, milli benligimizi kaybedecegiz” “kaygi”sinin beslendigi kaynak nedir?
    cevap: “milli” benligin/kimligin, ana dil’in, örf, adet ve törelerin idealize edilmesi; bunlarin “korunmasi” gereken “degerler” olarak görülmesi. parantezi kapatiyorum.
    sonuc: pkk gibi bir ulusal hareketin varligini bir muammaya, bulmacaya dönü$türen, “bu örgütü acep kim kurdurtu” gibi bir soruyu soran insan, bu dünyanin siyasi düzenini anlamadigini; ulusalcilik/milliyetcilk denilen modern akimlarin ve ulusal devletlerin varligini ve kaynagini idrak edemedigini, algilayamadigini gösteriyor.
    pkk hareketi yoktan var olmami$tir; evveli vardir: pkk, jöntürk/türkcülük hareketi ile paralel geli$en kürtcülük hareketinin devamidir; pkk’yi kuranlar, kürtcülük tarihini bilen ve o tarihe sahip cikan; o bilincle hareket eden insanlardir; cesitli sebeplerden dolayi yarim kalmi$, ba$ariya ula$amami$ “kürdistan” adli bir ulusal devlet kurma projesini tamamlamaya cali$an insanlardir.
    ulusal bir devlet neden mümkün mertebe “homojen” bir halka ihtiyac duyar?
    cevap: devletin bekasi icin; devlet denilen üst otoritenin ayakta kalmasi icin vatanda$larin mirin kirin etmeden cali$masi ve devletin kasalarini vergiyle doldurmasi lazim, yoksa devlet polisi, orduyu, memuru, politikaciyi hangi parayla besleyecek?
    ic savas ya da bir baska devletle savas gibi cok “kritik” anlarda devlet, vatanina/milletine yüzde yüz bagli, gözünü kirpmadan vatan/millet icin gönüllü/seve seve ölmeye ve öldürmye hazir vatanda$lara ihtiyac duyar.
    peki böyle vatanda$lar kavun karpuz gibi bostanda yeti$tirilemeyecegine göre, nasil yeti$tirilir?
    cevap: aile egitimi ile; milli egitim ve terbiye ile; okul ve dini egitimle; medya ile, askeri/askerlik egitimi ile.”
    (marxist argüman 16 Kasım 16 / 1am)

  28. Anonim

    Eyvah! RTE diktatörlüğü Belçika’ya da gelmiş:

    Belçika’da yerel seçimlerde usulsüzlük nedeniyle seçim sonuçları iptal edildi

    Belçika’nın 14 Ekim 2018’de de yapılan yerel seçimlerde Limburg eyaletinde yer alan Bilzen şehrinde oy sayımında hata yapıldığı gerekçesiyle yeniden seçim yapılacak.

    http://www.hurriyet.com.tr/dunya/belcikada-yerel-secimlerde-usulsuzluk-nedeniyle-secim-sonuclari-iptal-edildi-41210573

  29. El Ele Kol Kola Camiye!

    Haydi Anarşistler Camiye: “Cami Merkezli Bir Hayatı Özendirmeliyiz”

    Cumhurbaşkanı Erdoğan: Camiler sadece betondan ibaret yapılar değildir

    Erdoğan, Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin inşasından beri İslam toplumlarında camilerin hayatın merkezi, bulunduğu çevrenin kalbi olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
    “Nasıl ki kalp insanı hayatta tutan ana organsa mabetler de ilim, hikmet ve fazilet merkezi olarak toplumu diri tutar, canlı tutar, ayakta tutar. Camilerimizi sadece namaz kılınıp dağılınan ibadet mekanlarına dönüştürmek ona yapılacak en büyük saygısızlıktır. Camilerin süsü cemaatidir, özellikle de gençlerdir. Çocuklarımızın neşesiyle, gençlerimizin heyecanıyla, pirifanilerin tecrübesiyle, kadınlarımızın nezaket ve becerisiyle dolmayan bir cami mahzun ve öksüz kalmış demektir. Çocukların gelmediği, gençlerin uğramadığı, hanımların sahip çıkmadığı camiler ne kadar muhteşem olurlarsa olsun boynu bükük kalmaya mahkumdur. Geçmişte olduğu gibi bugün de cami merkezli bir hayatı özendirmemiz, teşvik etmemiz gerekiyor. ”
    Cumhurbaşkanı Erdoğan, geleceğin teminatı olan genç kuşakla camilerin arasında yapay duvarlar örmemek, gençlerin kalplerini camilere ısındıracak faaliyetler düzenlemek gerektiğini söyledi.
    Erdoğan, “Günde 5 vakit bize kulluğumuzu hatırlatan çağrıya cevap vererek, önce kendimizin sonra evlatlarımızın ayaklarını camilere alıştırmalıyız.” dedi.

    “Camiler inşa edildikleri şehirlere karakter kazandırır”

    Camilerin birer ibadethane olmanın ötesinde mimarisiyle, süslemeleriyle, hüsnühat ve tezhipleriyle bulunduğu mekanla, ismiyle, medeniyetin farklı özelliklerini yansıttığını anlatan Erdoğan, birer mimari eser olan camilerin, inşa edildikleri şehirlere kimlik, kişilik ve karakter kazandırdığına işaret etti.
    Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
    “Medeniyetimizin sembol şehirlerinin hemen hepsi yine sembol bir cami, medrese ve külliyeyle anılır, böyle hatırlanır. İstanbul’u Sultanahmet’siz, Süleymaniye’siz, Edirne’yi Selimiye’siz, Bursa’yı Ulu Cami’siz düşünemeyiz. Mardin denilince, Erzurum, Konya, Kayseri denilince aklımıza önce her biri ayrı güzellikteki medreseleri, camileri gelir. Ankara’yı Hacı Bayram Veli Camisi ve türbesi olmadan anlatmak mümkün değildir. Merhum Turgut Özal’ın gayretleriyle tamamlanan Kocatepe Camisi de yakın dönemde Ankara’yı anlatan sembol eserlerden biridir. Hamdolsun dönemimizde Beştepe Millet Camisi ve Melike Hatun Camimizin de kısa sürede başkentimizin timsalleri arasına katıldığını görüyoruz. Ankaralıların yanı sıra farklı vesilelerle şehrimize gelen vatandaşlarımız da muhakkak buraları ziyaret ediyor.”

    “Şehrimizin kadim kimliğini güçlendirecek”

    Erdoğan, geçen hafta ibadete açılan Büyük Çamlıca Camisi’nin şimdiden İstanbul’un abide eserlerinden biri haline geldiğini vurgulayarak, “Kadını, erkeği, genci, yaşlısıyla milletimizin tüm fertleri sadece mübarek gün ve gecelerde değil sabah namazlarında da Büyük Çamlıca Camisi’ne koşuyor, tam bir muhabbet ikliminde ibadetlerini yerine getiriyor. 60 bini aşkın cemaati kubbenin altında ve avlusunda toparlayabiliyor.” dedi.
    Osmanlı, Selçuklu ve modern mimarinin en güzel özelliklerini barındıran Diyanet Bilim ve Kültür Merkezinin Ankara’ya damgasını vuracağını belirten Erdoğan, “Bu abide eser Cumhuriyetin Ankara’sını Selçuklu’nun, Osmanlı’nın Ankara’sı ile yeniden kucaklaştıracak, şehrimizin yıllardır örselenen kadim kimliğini güçlendirecektir.” değerlendirmesinde bulundu.

  30. Anonim

    Reis haklı beyler!

    İşte bunlar hep anarşizmin ahlaksızlığı!

    Artık camiye giden tek bir tane bile genç kalmamışken istisnasız hepsi onun yerine kızlı-erkekli-içkili-uyuşturuculu seks partilerine gidiyor.

    Neden? Çünkü biz maalesef anarşizmin bilimini, ilericiliğini, devrimciliğini almadık! Onun yerine kültürümüze ters düşen birtakım ahlaksızlıklarını aldık!

    Artık “Batı’nın anarşizmi”ni değil, kendi yerli ve milli ve ahlaklı anarşizmimizi alma vakti geldi de geçiyor bile!

  31. Gün Zileli

    🙂

  32. şehir kültürü

    RTE:

    “Medeniyetimizin sembol şehirlerinin hemen hepsi yine sembol bir cami, medrese ve külliyeyle anılır, böyle hatırlanır. İstanbul’u Sultanahmet’siz, Süleymaniye’siz, Edirne’yi Selimiye’siz, Bursa’yı Ulu Cami’siz düşünemeyiz. Mardin denilince, Erzurum, Konya, Kayseri denilince aklımıza önce her biri ayrı güzellikteki medreseleri, camileri gelir.

    Bu abide eser [Diyanet Bilim ve Kültür Merkezi] Cumhuriyetin Ankara’sını Selçuklu’nun, Osmanlı’nın Ankara’sı ile yeniden kucaklaştıracak, şehrimizin yıllardır örselenen kadim kimliğini güçlendirecektir.”

    Ona öyle demezler peynir ekmek yemezler:

    “Medeniyetimizin sembol şehirlerinin hemen hepsi yine sembol bir meydanla ve alışveriş merkezleriyle anılır, böyle hatırlanır. İstanbul’u Taksim’siz, Ankara’yı Tandoğan’sız, İzmir’i Gündoğdu’suz düşünemeyiz. Nişantaşı denilince, Mavişehir, Balçova denilince aklımıza önce her biri ayrı güzellikteki alışveriş merkezleri gelir.

    Bu abide eser [İstinye Park Alışveriş Merkezi] Cumhuriyetin İzmir’ini Antik Yunan ve Roma’nın, Bizans’ın İzmir’i ile yeniden kucaklaştıracak, şehrimizin yıllardır örselenen kadim kimliğini güçlendirecektir.”

  33. şehir kültürü

    Prof. Ahmet Yaşar Ocak’ın “Türkler, Türkiye ve İslam: Yaklaşım, Yöntem ve Yorum Denemeleri” adlı kitabından;

    “En vahim sonuçlardan biri de, vaktiyle imparatorluk devrinde, kendi siyasi, ekonomik, toplumsal, hukuki, sanatsal (edebiyat, mimari ve musiki ile ilgili) kurum ve değerlerini üreterek şehirli bir yüksek kültür yaratan İslam’ın, Cumhuriyet’le birlikte onu besleyen kurum ve değerlerin ortadan kaldırılmasıyla, yerini daha çok hurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksun popüler İslam’a bırakması ve zaman içinde köylü(arabesk)leşmesi olmuştur.”

  34. Anonim

    İşte milli kültürümüze ters olan kötü adetlerden biri daha! Kontrolü kadınlara vermek ne demek? Bizim kültürümüzde “reis” erkek olduğundan kontrol de onlardadır.

    “İşi, kontrolü kadınlarda olan seks partileri düzenlemek”

    Londra’daki zengin gençler bugünlerde hep sizden ve yaptıklarınızdan bahsediyor. Tam olarak ne yapıyorsunuz?

    – Ortağı olduğum Killing Kittens adlı şirket adına yüksek sosyete için seks partileri düzenliyorum.

    Seks partileri organize etmeye nasıl başladınız?

    – Üniversiteden mezun olduğumdan beri parti düzenliyordum. O sırada çalıştığım halkla ilişkiler şirketi, daha uç ve radikal partiler düzenlemeye karar verdi. Seks partileriydi bunlar. Bir süre bu işi yaptım, hoşuma gitmedi. Çünkü bu partilerin tek amacı erkekleri tatmin etmekti. Sonra kafama uyan partiler düzenlemek için Killing Kittens’la anlaştım.

    Kafanıza uyan partiden kastınız nedir?

    – Düzenlediğim seks partilerinde kontrol kadınların elinde. Biraz da bu fark yüzünden isim yaptı. Erkekler bir gece kulübüne gittiğinde çevresindeki bütün kadınlarla o gece yatma ihtimali olduğunu düşünür. Bu düşünce tahrik eder. Daha doğrusu erkekleri tahrik etmek için bir şey yapmanıza gerek yok. Kadınlar tam tersi. O yüzden partilerim kadınların mutluluğu üstüne kurulu. Onların istediği tipte erkekler gelebilir.

    http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/isi-kontrolu-kadinlarda-olan-seks-partileri-duzenlemek-4599976

    Maazallah Cehape zihniyeti yüzünden bunlar bizim ülkemize de gelmesin!

  35. Çığırtkan Zileli ve Prof. A. Y. Ocak El Ele Vermişler

    Sitede bir ironi göze çarpıyor. Medeniyetʼi savunanların sözleri ona ve anladıkları ölçüde Medeniyet’e karşı olan, Medeniyetʼi savunanlardan çok daha iyi biliyor.
    Not: Yazımda Prof. A. Y. Ocak ile kesip yapıştıran aynı.
    Zileli: ʻʻTürkiye’nin ileri kültürünü temsil eden büyük şehirlerinden, bağrından çıktığı Anadolu Sağcılığı’nın çorak alanlarına gerisin geri kovalanmıştır.ˮ
    A. Y. Ocak: ʻʻCumhuriyet’le birlikte onu besleyen kurum ve değerlerin ortadan kaldırılmasıyla, yerini daha çok hurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksun popüler İslam’a bırakması ve zaman içinde köylü(arabesk)leşmesi olmuştur.”
    Seçim çığırtkanı Zileli’ye sorulur: ʻʻSeçim ve ele ele vermeyle varılan bir başarı örneği verir misiniz?
    Doğuştan politikacı Zileli çoktan cevap vermiş: ʻʻUzun boylu teorik tahlilleri, ahkâm kesmeleri, laf dokundurmaları, safları bölecek atışmaları, kendi özel partimize adam devşirme gayretlekini bir yana bırakalım.ˮ Devrimci narasını atar: ʻʻBüyük şehirliler el ele!ˮ ʻʻYaşasın Temiztaş, Kahrolsun Erdoğan!ˮ
    Bu tutum, malum ucuz seçim politikacı ve diktatör soytarılıkları. Trump, Macron, Guaido vb bir yanda; Putin, Rouhani, Maduro vb diğer yanda.
    Zileli, hayatı boyunca aradığı hep geçici yol gösterenlerden en sonu Temiztaşʼın kuyruğuna yapışmış. Maocu günlerinde ‘köylüler şehirlileri kurtaracak’ telinde oynayan Zileli, diyalektik zıplama yapmış, ikinci telde oynuyor. Şehir/kır çelişkisini Hortlak, S. Savuran, Büyükaydın gibi hâlâ Marksist uzun havaları çeken eski yoldaşlarına bırakmış.
    Prof. A. Y. Ocakʼa sorsak ʻʻPeki, nasıl oldu da ʻşehirli bir yüksek kültür yaratan İslamʼ bütün Müslümanlar arasına yayılmadı? Tarihçiler gerilemede ve yıkılmada iç ve/veya dış nedenler ararlar. Yoksa sizde, farkında olmadan, ʻhurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksunʼ tarihçilik mi yapıyorsunuz? Yani, ʻkendiliğnden oluvermiş, bak şu Allahʼın işineʼ mi diyorsunuz?
    Tabii, ne Temiztaşist seçimci olmuş Zileli, ne de salt görevini yapan devlet memuru Prof. A. Y. Ocakʼtan bu kolay soruya cevap beklenir. Her ikisinin tek amacı kendileri gibi asalakları besleyenleri alkışlamak. Ne var ki şehir mehir yüksek kültürün en büyük temel taşı iş bölümü. O halde bırakalım onları efendilerini alkışlamaya, ʻolanların işine akıl ermezʼ iması gizemli hurafeci ilahilerine.
    Ama bir basit örnek de vermekte de yarar var: günümüzde tarihte olan her şeyi iklim değişmesi, kıta kaymaları vb doğal olaylarla anlatma hayli moda. Orta Doğu’da iklim değişmesiyle tarım devrinin en önemli sorunu olan su ve suyun tuzlulaşması derdi devasa bir boyut kazandı. Zileli ve A. Y. Ocak gibi saray-şehir yüksek kültür yaratan sarayın asalak besleme gücü azaldı falan filan. Her halükârda, beyin kamaştırıcı şehirler gökten yere zembille inmedi. Ne de, amacı, eski gücünü kaybeden İslamʼın, her medeniyet gibi geçtiği tarihsel safhaları, hurafeliğe çevirip enayilere anlatma ve yeni düzenlere dalkavukluk etmelerde kolaylıkı sağlasın diye kırlara, köylere çekildi.
    Özellikle 17. yüzyıl teknolojik devire geçmeden önce gelen tarım devrinin en yobaz kapitalizm yalatakçı savunucuları ve tarihçilerin bile bildiğine bakalım: ʻʻ… kendi siyasi, ekonomik, toplumsal, hukuki, sanatsal (edebiyat, mimari ve musiki ile ilgili) kurum ve değerlerini üreterek şehirli bir yüksek kültürüˮ yaratan Zileli ve Prof. A. Y. Ocak gibi başkalarının sırtından geçinen, asalak, çanak yalayıcı, beleşçi büyük şehir saray süslerine yiyecek, giyecek, içecek, barınak kim sağladı?ˮ Zileli ve A. Y. Ocakʼın cevabı hurafecilik, Marksistlerin ki üreticilerde ʻyabancılaşmaʼ.
    Bir de duvarlarından kan akan SARAY var!
    Hodgson daha henüz Emeviler devrinde bu iki dalkavukun göklere çıkardığı şehiri mümkün kılan şaşaalı saray ve koruyucu surları iğrenç bulan isyan ruhlu dürüst Müslümanlardan söz eder. Günümüz Müslümanlarının, anlamı karman çorman olmuş olmasına rağmen, aynı Marksistlerin Bakire Marsizmi gibi, Altın Çağʼa gönderme yapmaları boşuna değil.
    Bakire Marksistlerin bir türlü gerçekleşmeyen Marksizmi varsa, bakire müslümanların da bir türlü gerçekleşmeyen İslam’ı var.
    Saray süslerinin bazıları özellikle bir telde iki cambazlık eden Zileliʼnin tıpkı aynısı. Hem sarayda veya etrafında volta atmasını severler hem de özgürlük çağrışımı yaptıklarında, İslamiyeti sadece görünüşde kabul etmiş, hâlâ çölde dolaşan bedevilere gönderme yaparlar. Bundan iyi demokrasi mi olur?
    Bu iki dalkavuk çılgından farklı olan, Edward Saidʼin bile hayran olduğu, yüksek ve asil ruhlu, dürüst şahane Hugsonʼdan bu konu ile ilgili çoz az sayıda alıntılar aktaracağım.
    ʻʻIt was in the cities likewise that more monumental art was produced — fine massive buildings, and the statuary and other carving and painting that went with them. Enormous effort was commonly put into temples which, as expressions of the honour paid by the community to the gods, were to the interest of all, or at least all in the cities; commonly the temples represented the best that men’s resources could achieve. At the same time, the homes and courts of rulers and of well-to-do individuals were likewise built as sumptuously as such individuals could command. Finally, it was in the cities, and among those released by wealth or office from the everyday labour of the peasant, that people produced a refined literature of ritual and of myth and legend; a literature which finally came to enshrine a sense of personal conscience in the face of the cosmos. Such monumental literature, like the monumental architecture, was often devoted to magnifying rulers also, whom indeed it was sometimes difficult to distinguish from the more natural POWERS. (pipsqueak notu: hurafeciliğin allahı bu değilse ne, prof. efendi?)
    All these arts of civilization, then, were dependent on the patronage and appreciation of a limited number of privileged persons in the cities. As in the case of handicrafts, when wealth failed to concentrate peacefully in their hands, standards of excellence declined. Their wealth, in turn, depended on the subjection of the bulk of the population, especially the peasants.
    Most persons who troubled to compare the state of the great and the lot of the peasants, or other lesser beings (pipsqueak notu: aynı Zileli ve Prof. tarihte olanları külahtan çıkardıkları gibi) were content to observe that a mere peasant, rude and uncultivated from his childhood, had all that was due him if he had just enough to live on. Yet, very early, voices were raised in doubt.
    One of the arts of civilization was the art of legally enshrined justice; a ruler might pride himself not only on a magnificent palace, or on a magnificently composed record of his awesome exploits, but also on a reputation as a giver of just laws.ˮ
    İslam’ın Ocak ve Zileli’nin istediği gibi kalmamasını anlatacak Bakire Marksistlerin Diyalektik materyalizmi malum. Ama hatırlatmakta yarar var. Bu kalın enseliler, medeniyet sevdalıları dili çabuk Hortlak, Marxist Argüman, Marksist Tutum, Saman Savuran DİPçi, köylü kızı Elif, sosyo-log kafalı Büyükaydın falan filanlar hurafecilikle açıklama yerine tarihin değişme motoru olan sosyal çelişkilerle anlatırlar.
    Taklitçi Pipsqueak: ʻʻBurjuva devrimi, şehir ve salt kültür yaratıcılara da mallarını mülklerini pazara döküp alıcı bulmaya mecbur edince — pazarda görünmeyen el —hurafeci bir nitelik arz eder; Prof. A. Y. Ocak ve Zileli gibi okuryazar kültür yaratıcıları şehirli düzeni devam ettirici artist-tek enayi avcıları çoğalır.

  36. Hdp nereye......???!!!

    Saray hdp ye a. Ocalan simitini atti oda alirim diyor….. Hdp yanlis yoldasin! Eger Türkiye parti olma iddasini vazgectiseniz eyvallah o Zaman Kurt halk in cikarlarini istiyorsun devleti ille uzlasirsiniz Eger durum Boyle degilse durum kotu ve bir hayalkiriklidir, nerede o guzel sozler halklarin partisi kardesligi ve ÖZGÜRLugu….. Bir halki fasizme teslim ettip digerini sozde isteklerini karsilamak uymaz iddanisa! Boyle olursa ki Saray in istedidini vermek yazik ve bunun altindan kalkamaziniz! Fasizmin eser gecer hepinisi……fasizim kural tanimaz. Soz hic dinlemez sadece onu fasizme giden yolu bilir, Türkiye galiba hep kinci insanlarla dolu! Herkes birseylerden intikam aliyor

  37. Zileli ve Prof. A. Y. Ocak El Ele Vermişler

    Ön-not: Sitede bir ironi göze çarpıyor. Medeniyetʼi savunanlar aynı zamanda güce sığınma kişilikli olduğundan her eleştiriciyi kısaca biz/onlar eleğinden geçirirler. İş bölümünden dolayı geri kalanı anlayanlara bırakırlar. Savaşta iki değişik renk üniforma giyenlere benzerler. Bu, hem faydalı hem zararlı. Bir faydası el ele vermekle diğer aynı üniformalı askerlere katılmak, düşünmeden etkinliğe, statiklikten dinamikliğe, yaşlılıktan gençliğe geçip el ele olmak. Bir zararı akılları sıra Medeniyetʼe karşı olanın Medeniyet hakkında bilgisinin kendilerinden sonsuz daha çok olduğunu görmemek. Rahatlık için anlamaktan vazgeçmek.
    Not: Yazımda Prof. A. Y. Ocak ile kesip yapıştıran aynı.
    Zileli: ʻʻTürkiye’nin ileri kültürünü temsil eden büyük şehirlerinden, bağrından çıktığı Anadolu Sağcılığı’nın çorak alanlarına gerisin geri kovalanmıştır.ˮ
    A. Y. Ocak: ʻʻCumhuriyet’le birlikte onu besleyen kurum ve değerlerin ortadan kaldırılmasıyla, yerini daha çok hurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksun popüler İslam’a bırakması ve zaman içinde köylü(arabesk)leşmesi olmuştur.”
    Seçimde üniforma giymeye davet eden Zileli’ye sorulur: ʻʻSeçim ve ele ele vermeyle varılan bir başarı örneği verir misiniz?
    Devrim ve politika uzmanı Zileli önceden davranmış: ʻʻUzun boylu teorik tahlilleri, ahkâm kesmeleri, laf dokundurmaları, safları bölecek atışmaları, kendi özel partimize adam devşirme gayretlekini bir yana bırakalım.ˮ
    Aynı savaş naralarını bütün seçim politikacıları ve diktatörler atarlar. Trump, Macron, Guaido vb bir yanda; Putin, Rouhani, Maduro vb diğer yanda.
    Zileli, hayatı boyunca aradığı hep geçici yol gösterenlerden en sonu olan Temiztaş askeri olmuş. Maocu günlerinde ‘köylüler şehirlileri kurtaracak’ idi, bir diyalektik takla atmış, ʻşehirilier köylüleri kurtaracakʼ olmuş. Şehir/kır çelişkisini Hortlak, S. Savuran, Büyükaydın gibi Marksist askerler, çok eski yoldaşlarına bırakmış.
    Prof. A. Y. Ocakʼa sorsak ʻʻPeki, nasıl oldu da ʻşehirli bir yüksek kültür yaratan İslamʼ bütün Müslümanlar arasına yayılmadı? Tarihçiler gerilemede ve yıkılmada iç ve/veya dış nedenler ararlar. Yoksa sizde, farkında olmadan, ʻhurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksunʼ tarihçilik mi yapıyorsunuz? Yani, ʻolan kendiliğnden oluvermiş, bak şu Allahʼın işineʼ mi diyorsunuz?
    Zaten Temiztaşist seçimci olmuş Zileli ve salt görevini yapan devlet memuru Prof. A. Y. Ocakʼın amaçları başka: kendi gibileri besleyen sarayı veya saraya girmeye çalışanları alkışlamak.
    Ne var ki şehir yüksek kültürün en büyük temel taşı iş bölümü; maddi/manevi, maddi/ruhani, Marksʼdan çok daha önce en son değil ilk tahlilde maddi geldiğini bilen ve temin eden saray/ruhani şehir yüksek kültürünü temin eden saray asalakları. Bırakalım bu iki saray sözcüsünü; alkışlasınlar efendilerini, çok iyi bilinenleri ʻbilinenlere akıl ermezʼ hurafeciliğine çevirsinler.
    Bilinenlereden bir örnek. Günümüzde tarihte olan her şeyi iklim değişmesi, kıta kaymaları vb doğal olaylarla anlatma hayli moda. Orta Doğu’da iklim değişmesiyle tarım devrinin en önemli sorunu olan su ve suyun tuzlu (saline) oluşu derdi devasa bir boyut kazandı. Sarayʼın maddi gücü azaldı, manevi şehir yüksek kültürü yaratanların ilk tahlilde maddi bedenlerini besleyemez oldu, maddi asalak sayısı azaldı, falan filan.
    Her halükârda, beyin kamaştırıcı şehirler gökten yere zembille inmiş gibi. Daha sonra da sarayı alkışlayanların işlerini kolaylaştırmak için sağ/sol tarafından Altın Çağ adıyla diriltilip gök yüzüne çıkarılmış gibi. İslamʼın da her medeniyet gibi geçtiği tarihsel safhaları, Prof. A. Y. Ocakʼın kalemiyle doğrudan, Zileliʼnin savaş narasıyla dolaylı gerici köy/ilerici şehir hurafeliği olmuş. Zileli, ağzından düşmeyen sınıflar arası mücadelesi yerine laik hurafecilik büyücü külahından yüksek şehir kültürü/alçak çorak kır kültürsüzlüğü çıkarıvermış.
    Özellikle 17. yüzyıl teknolojik devire geçmeden önce gelen tarım devrinin en yobaz kapitalizm yalatakçı savunucuları ve tarihçilerin bile bildiğine bakalım: ʻʻ… kendi siyasi, ekonomik, toplumsal, hukuki, sanatsal (edebiyat, mimari ve musiki ile ilgili) kurum ve değerlerini üreterek şehirli bir yüksek kültürüˮ yaratan Zileli ve Prof. A. Y. Ocak gibi başkalarının sırtından geçinenlere, büyük şehir saray süslerine yiyecek, giyecek, içecek, barınak kim sağladı?ˮ Zileli ve A. Y. Ocakʼın cevabı hurafecilik, Marksistlerin ki üreticilerde ʻyabancılaşmaʼ.
    Bir de duvarlarından kan akan SARAY var!
    Hodgson, daha henüz Emeviler devrinde, hurafelikle varolmuş büyük şehir kültürünü savunanları besleyen şaşaalı saray duvarlarını ve koruyucu surları iğrenç bulan isyan ruhlu dürüst Müslümanlardan söz eder. Günümüz Müslümanlarının, anlamı karman çorman olmuş olmasına rağmen, aynı Marksistlerin Bakire Marsizmi gibi, Altın Çağʼa gönderme yapmaları boşuna değil. Bakire Marksistlerin bir türlü gerçekleşmeyen Marksizmi varsa, bakire müslümanların da bir türlü gerçekleşmeyen İslam’ı var.
    Belki bu çığırtkanların attıkları övgü naralarının altında yatan bambaşka bir ümit hâlâ yaşamakta.
    Emeviler zamanında diğer bir, özellikle Zileliʼye benzeyen saray süsleri günümüz solcularından haber verirler. Hem sarayda veya etrafında volta atmasını severler hem de özgürlük çağrışımı yaptıklarında, İslamiyeti sadece görünüşde kabul etmiş, hâlâ çölde dolaşan bedevilere gönderme yaparlar. Bundan iyi demokrasi mi olur?
    Bu iki şakşakçıdan farklı olan, Edward Saidʼin bile hayran olduğu, yüksek ve asil ruhlu, dürüst şahane Hugsonʼdan bu konu ile ilgili çoz az sayıda alıntılar aktaracağım.
    ʻʻIt was in the cities likewise that more monumental art was produced — fine massive buildings, and the statuary and other carving and painting that went with them. Enormous effort was commonly put into temples which, as expressions of the honour paid by the community to the gods, were to the interest of all, or at least all in the cities; commonly the temples represented the best that men’s resources could achieve. At the same time, the homes and courts of rulers and of well-to-do individuals were likewise built as sumptuously as such individuals could command. Finally, it was in the cities, and among those released by wealth or office from the everyday labour of the peasant, that people produced a refined literature of ritual and of myth and legend; a literature which finally came to enshrine a sense of personal conscience in the face of the cosmos. Such monumental literature, like the monumental architecture, was often devoted to magnifying rulers also, whom indeed it was sometimes difficult to distinguish from the more natural POWERS. (pipsqueak notu: hurafeciliğin allahı bu değilse ne, prof. efendi?)
    All these arts of civilization, then, were dependent on the patronage and appreciation of a limited number of privileged persons in the cities. As in the case of handicrafts, when wealth failed to concentrate peacefully in their hands, standards of excellence declined. Their wealth, in turn, depended on the subjection of the bulk of the population, especially the peasants.
    Most persons who troubled to compare the state of the great and the lot of the peasants, or other lesser beings (pipsqueak notu: aynı Zileli ve Prof. tarihte olanları külahtan çıkardıkları gibi) were content to observe that a mere peasant, rude and uncultivated from his childhood, had all that was due him if he had just enough to live on. Yet, very early, voices were raised in doubt.
    One of the arts of civilization was the art of legally enshrined justice; a ruler might pride himself not only on a magnificent palace, or on a magnificently composed record of his awesome exploits, but also on a reputation as a giver of just laws.ˮ
    İslam’ın Ocak ve Zileli’nin istediği gibi kalmamasını anlatacak Bakire Marksistlerin Diyalektik materyalizmi malum. Ama hatırlatmakta yarar var. Bu kalın enseliler, medeniyet sevdalıları dili çabuk Hortlak, Marxist Argüman, Marksist Tutum, Saman Savuran DİPçi, köylü kızı Elif, sosyo-log kafalı Büyükaydın falan filanlar hurafecilikle açıklama yerine tarihin değişme motoru olan sosyal çelişkilerle anlatırlar.
    Taklitçi Pipsqueak: ʻʻBurjuva devrimi, şehir ve salt kültür yaratıcılara da mallarını mülklerini pazara döküp alıcı bulmaya mecbur edince — pazarda görünmeyen el —hurafeci bir nitelik arz eder; Prof. A. Y. Ocak ve Zileli gibi okuryazar kültür yaratıcıları şehirli düzeni devam ettirici artist-tek enayi avcıları çoğalır.

  38. Aklın yolu bir demişler

    Anlaşılan birbirleriyle ilgisiz kişilerin birbirlerinden bağımsız olarak aynı doğru tahlilleri yapabilmelerini anlayamayan bazı kişiler tıpkı “Yetenekli Bay Ripley” gibi yetenekli Bay Ocak ve Bay Zileli’yi de anlayamıyorlar.

    Tek anladıkları konu veya uzmanlık alanları yani “yetenek”leri gevezelik olduğu için mi acaba?

  39. Anonim

    “Geveze Show” isimli programın Power FM’den sizin kanalınıza geçtiğini bilmiyordum Sayın Zileli.

    Bu güzel ve eğlenceli programı dinlemememize vesile olduğunuz için diğer dinleyiciler adına da teşekkür ederim.

  40. Gün Zileli

    öyle binr şeyden haberim yok. Virüs var da o yüzdendir

  41. Anonim

    “Virüs varda o yüzdendir”

    Ben de öyle tahmin ediyorum. Programın bu sitedeki yeni sunucusu olan yorumcu taşıdığı “gevezelik hastalığı”nın virüsünü bulaştırmış siteye herhalde.

  42. şehir kültürünün ürünü olan yazı

    sayesinde şehir kültürü karşıtı düşünceleri etrafa yayabilmenin dayanılmaz hafifliği

  43. Pipsqueak Korkuyor; Yerel El Ele Verenler Çoğalıyor: 38-41

    Sitenin solcu devrimci mütahassısı Zileliʼnin iyi seçilmiş sloganı semere veriyor. Allah bu devrim mütahassılarını dalkavuk yoldaşlarının başlarından ek-sik etmesin.
    38-41 misali, çalıştıkları yerlerde gün boyunca kendileri kadar değersiz, saçma sapan, sonu gelmez işlerle uğraşıp canı çıkanlar eve gelince ne yaparlar?
    Televizyon önüne oturup kısa ve öz, ertesi gün iş yerlerinde kendileri gibi ücret köleleri kerizlerle paylaşacakları malum yerel haberler ve eğlenceleri sarışın mavi gözlü orta sınıf aileleriyle seyrederler.
    Şimdi bir de cahil ama okula gidip meslek diploması olduğu için cahilliğini bilmeyenler için bu site gibi televizyonla rekabete girmiş sosyal medyalar çıktı. Bu sosyal medyalar, gün boyunca iş yerlerinde ve daha sonra televizyon önünde pasif seyircilere aktif seyirci olma fırsatı sağlarlar. Bu hoşgörü sitesinin en büyük yararı, diğerleri de kara cahil olduklarından, sefaleti kendi yaşamlarında değil, başkaların yaşamında bulanlar arasında iyilik severler derneği olması.
    Bu yalnızlar kalabalığı isyankarları doğuştan seyirciler okuduklarını anlamayınca, hemen clonları yoldaşlarına sığınır destek ararlar.
    Tabii, cahilliğin kahrolası kötü yan etkileri var. Hazmedemedikleri için kabız olurlar. Çıkaramayınca medeti kurban olan kalem tutan ellerinde, sıkı ve gergin dudaklı ağızlarında bulurlar: ağızlarından keçi misali tane tane az ama öz cevaplar çıkar. Diğer yandan, eğer bu sol devrimcilerin kabız olmalarına kullanmasını hiç bilmedikleri diyalektik mantığyla bakarsak, gün boyunca tatsız ve sıkıcı uzun işler yapmanın maaş almadıkları işlerde kısa kesip çıkarması gibi iyi yan etkileri de var.

  44. Pipsqueak, ʻʻKüresel El Ele Verenler Çoğalıyor: İpek Yoluˮ

    Sitenin solcu devrimci mütahassısı Zileliʼnin iyi seçilmiş sloganı semere vermeye devam ediyor.
    Bakire olmayan Marksist-Komünist-Konfüçyüs Çin, katrilyon dolarlıkʻsex toysʼ küresel endüstrisine rağmen, şu an dünyada karın açlığı kadar büyük olan seks açlığına ʻHEMEN ve ŞİMDİʼ bir çözüm bulmuş. Pakistan ile ele ele vererek küresel ʻHEMEN ve ŞİMDİʼ ticareti büyütürken Pakistanda çalışan mühendisler aracılığıyla, bir taşla iki kuş misali, ʻHEMEN ve ŞİMDİʼ, seks ve organ ticareti yapıyor.
    Sayfalar haberden bir kes-yapıştır: ʻʻ(a girl) from a poor Lahore neighbourhood who went to China with her husband in March says she had to put up with repeated physical abuse because she refused to sleep with his “drunk visitorsˮ.
    Pipsqueakʼin dürüstlük notu: Doğru ki, asıl suçlu alçak kapitalistler. Kahrolsun Kapitalizm! Yaşasın Şehir Emekçileri! Yaşasın Hortlakʼın modern Çini!
    Pakistanʼda azınlık olan Hıristiyan çok fakir genç kızlar mühendisler aracılığıyla Çinli erkeklerle evlendirilip fahişelik yaptırılıyor. Aracılar kız başına $12,000 – $25,000 kazanıyorlar. Benim gibi kalıba sığmayanlar kesilip organları satılıyor.
    Çin Devlet çene çalanlarının açıklamasına göre, Marksist-Komünist Çin, bu sitedekiler gibi laik ve sıkı materyalist olduğundan ve bu sitedekiler gibi ruhaniliğin getirdiği zararları bildiklerinden, kızlara maddi afyon yutturup, maddeden oluşan bedenlerine acı çektirmeden öldürüyorlarmış.
    Federal Investigation Agency (FIA), kesilen organların üstün ırk ülkelerinde satıldığını açıkladı.
    Alanların üstün ırk olduklarını nasıl biliyorsunuz sorusu karşısında soranın aptallığına şaşıran, daha henüz bu sitedekiler gibi solcu devrimci olmakla ırkçılıktan arınan hafta sonu gösteri solcuları olmayan görevlilerin cevabı:
    — Günaydın! Organları alacak kadar zengin olduklarından!
    Yaşasın Hortlak, Marxist Argüman, köy kızı Elifʼin Marksist Putum, Kürt Uygur Sevran, sosyo-log Demir Büyükaydın falan filan! Yaşasın Fabrika Anarşisti Zileli! Yaşasın ʻʻHEMEN ve ŞİMDİ EL ELE VERELİMˮ SLOGANI YARATICISI! Kahrolsun Dilimizi Konuşmayan Pipsqueak!

  45. bitmez tükenmez boş laflar

    ʻhurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksunʼ ilkelcilik

  46. Anonim

    İslamofobi ve Hinduofobi:

    Cammu Keşmir’de inek kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Müslüman öldürüldü

    Hindistan’ın Cammu Keşmir bölgesinde, bir Müslüman’ın inek kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla öldürüldüğü bildirildi.

    Polis, Hindu bir grubun Bhaderwah kasabası yakınlarında 2 Müslüman’ın yolunu kestiğini, çıkan münakaşada grubun ateş etmesi sonucu 1 Müslüman’ın öldüğünü, diğerinin de yaralandığını belirtti.
    Polis, olayın nedenini araştırırken yöre halkı ve kurbanın yakınları saldırının, Hindu bir grup tarafından inek kaçakçılığı iddiaları üzerine yapıldığı söyledi.
    Saldırıda yaralanan Yasin Hussain, olayın yaşandığı sırada arkadaşıyla yanlarında inek değil 3 at olduğunu ancak yollarını kesen ve hakaretler savuran en az 8 kişilik bir grubun hayvanları kontrol etmeden kendilerine ateş ettiğini dile getirdi.
    Başından vurulan arkadaşı Nayeem Ahmed Shah’ın olay yerinde yaşamını yitirdiğini belirten Hussain, saldırganların kaçtığını ifade etti.
    Olayın hemen ardından Hussain ile Shah’ın yakınları ve komşuları saldırganların yakalanması talebiyle sokaklara çıktı.
    Daha fazla kişinin katılımıyla büyüyen gösteri sırasında bir grup protestocunun polis karakoluna taşlarla saldırması ve araçlara hasar vermesi üzerine polis protestoyu bastırmak için göz yaşartıcı gaz kullandı ve havaya uyarı ateşi de açtı.
    Yetkililer, Hindular ile Müslümanlar arasında olası şiddet olaylarını önlemek için Bhaderwah’da sokağa çıkma yasağı ilan etti. Kasabada internet hizmeti askıya alındı.
    Diğer yandan, polis memuru Shabir Ahmed Malik cinayetle ilgili en az 7 kişiyi sorguya aldığını belirtti.

    HİNDİSTAN’DA İNEK ETİ SORUNU

    Hindu inancında inek kutsal kabul edildiğinden Hinduların büyük bölümü sığır kesmiyor ve etini yemiyor.
    Hindu milliyetçisi Hindistan Başbakan Narendra Modi, 2014’te iktidara geldiğinden bu yana birçok eyalette inek kesimine yasak getirdi.
    Bu yasaklar Müslüman azınlığın dini vecibesi olan kurban kesimine de kısıtlamalar getirdiğinden toplumsal sorunlara yol açmıştı.
    Ülkede, Hindu aşırılıkçılar tarafından yakın dönemde hayvanları kesimhaneye götürdükleri ve et yedikleri gerekçesiyle özellikle Müslüman azınlıktan kişilere yönelik çok sayıda nefret suçu işlenmişti.

    http://www.hurriyet.com.tr/dunya/cammu-kesmirde-inek-kacakciligi-yaptigi-iddia-edilen-musluman-olduruldu-41216171

    Anarşistlerin bu soruna çözüm önerisi nedir?

  47. Anonim

    “Adaylar birer birer çekildi! Ekrem İmamoğlu’na tam 45 bin seçmen…

    İptalin ardından mazbatası da iptal edilen Ekrem İmamoğlu lehine diğer adaylar çekilmeye başladı.
    Çekilenler arasında Demokratik Sol Parti’nin (DSP) adayı Muammer Aydın, Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) adayı Zehra Güner Karaoğlu, Emekçi Hareket Partisi’nin (EHP) desteğiyle bağımsız aday olarak yarışan Özge Akman ve bağımsız aday Aysel Tekerek yer aldı.
    Böylece 45 bin 259 seçmenin desteğini alan 4 aday İmamoğlu lehine yarıştan çekilmiş oldu.
    İstanbul seçimlerinde büyükşehir adayı Zehra Güner Karaoğlu 10 bin 492 oy alan TKP’den sonra 2 bin 437 oy alan bağımsız aday Özge Akman da Ekrem İmamoğlu lehine seçimden çekildiğini açıkladı.”

    https://www.abcgazetesi.com/adaylar-birer-birer-cekildi-ekrem-imamogluna-tam-45-bin-secmen-14927

    Yandaşlar telaşa kapılmış:

    https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/rasim-bolbol/imamoglu-yoksa-dsp-genel-baskanini-da-mi-tehdit-etti-28488.html

    https://www.haksozhaber.net/23-haziran-ibb-secimi-ve-dspnin-degisen-tutumu-114385h.htm

  48. çok konuşan (şarlatan) ilkelci

    şarlatan

    Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
    [ Ahmed Rasim, Şehir Mektupları, 1898]
    Avrupalı bir şarlatan doktor yok mu?

    Köken

    Fransızca charlatan “çok konuşan, sahtekâr” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük İtalyanca aynı anlama gelen ciarlatano sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İtalyanca ciarlare “gürültülü konuşmak” fiilinden türetilmiştir. İtalyanca fiil ses yansımalı sözcüğünden türetilmiştir.

    https://nisanyansozluk.com/?k=sarlatan

  49. Dalkavuk Aristokrat-Seçkin Nişanyan ve Dalkavuk Yamağı

    Dalkavuk Aristokrat-Seçkin Nişanyan ve Yaltakçı Yamağı ʻ47 çok konuşan (şarlatan) ilkelciʼ
    Dalkavuk Kelime Kökeni :
    dal+kavuk
    dal-/dala-/dalla- = sallamak
    kavuk= sidik torbası, mesane, şişmek
    Eşanlamı kelimeler: yaranmak isteyen kimse, huluskâr, yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı, müdahin
    Sitede ʻ47 çok konuşan (şarlatan) ilkelciʼ gibi sadece azılı dişlerini göstererek pirlerini savunan çok; şarlatanlığı kanıtlamaya cesaret eden yok. Ben Nişanyanʼın şarlatanlığını ve yobazlığını, aşırı kısa da olsa, göstereceğim. Şarlatanlığını kaç defa sayfalar yazarak kendi sitesinde de yüzüne tükürdüm. O da önce kabız oldu, sonra da pişkinlik, hoşgörü, fikir özgürlüğü hatta ʻuzun yazıʼ bahane filimleri çevirdi.
    Hokkabaz Nişanyanʼın Avrupa’ya özgürlük aramaya gelen ama daha da iyisi parayı bulunca ʻʻI see the light!ʼʼ havlayan eski solcu devrimci köpeklerden tek farkı iyi bir eğitim gördüğünden ʻ47 çok konuşan (şarlatan) ilkelciʼ gibi enayilerin beyinlerini kamaştırmasını bilmesi. Bu eski solcu devrimci bol paraya konunca günahlarına tövbe etmekle kalmamış, enayilere dağıtılan son süt ineklerinden birinin sağıcısı ʻbusy-ness manʼ olmuş. Yeni ve sütü daha bol veren inek 1970ʼler krizine deva: ʻkeep them busy with multiculturalismʼ. Yobaz Nişanyan, ABDʼde yıllar kalmış, sayısız diplomalar almış ama ʻgeriye güç mücadelesinin kanlı ve yırtıcı dişlerinden başka şey kalmadığıʼ yerlerden kaçıp ABD bolluğuna kavuşunca eski kültürlerinin içine edenleri ne görmüş ne işitmiş.
    Nişanyanʼın çok iyi nişan almasını bilen biri olduğu inkar edilemez. Hakkında hiçbir bilgim olmayan ve mesleğiyle ilgili konularda yazdıklarını asla değerlendirmeye teşebbüs etmedim. Ama bu site kabızları veya Nişanyan benzerleri gibi sıkışınca filim çevirerek işi bir iki cümle ile kapatacak kadar da alçak değilim. Kim olursa olsun yobazlık, faşistlik, ırkçılık, milliyetçilik, 19. yüzyıl iflas etmiş fabrika ve ilericilik solcuğu, düzencilik ve ilericilik yobazlığı, düzen dalkavukluğu yaparsa suratına şiddetle tükürürüm. Aynı ʻ47 çok konuşan (şarlatan) ilkelciʼ yamağa şimdi yaptığım gibi.
    Nişanyanʼın sayısız yobaz, faşist ruhlu yazıları var ve eminim hödük Nişanyan farkında bile değil.
    İşte bir örnek: 30 Ekim 2018 Salı / Osmanlı köle sever
    http://nisanyan1.blogspot.com/2018/10/osmanl-kole-sever.html#comment-form
    Her toplumda seçkinler aristokratlaşma eğilimi gösterir. Seçkin (yani elit) demek, yetenekle, beceriyle, şansla ya da zorbalıkla, çok insanın hayatını belirleyecek kararlar verme pozisyonuna gelmiş kişi demek – bakan, komutan, fikir ve moda önderi, para babası, mafya babası, halk kahramanı, alim ve saire. Bunlar mesela yalınayak köylüyken oraya gelmiş olabilir, ya da aileden servet ve itibara varis olabilir. Elit olmak için aristokrat olmak gerekmez. Mantıken gerekmez yani, uygulamada bazen gerekebilir.
    Aristokratlaşmak demek seçkinlerin kendini kapalı bir zümre ya da sınıf olarak tanımlaması demek. Yani giriş bariyerlerini yükseltmek; “içeriden” olmayanlara kapıları kapatmak. Nasıl yapılır? Umumiyetle son derece sofistike, taklidi güç birtakım toplumsal normlar oluşturulur. Bunlar kırk yılda zor öğreneceğin şeylerdir; bilmeyene “hop birader damsız girilmez” denip kapılar kapatılır. Fiiliyatta bunun anlamı elit pozisyonların elit aile çocuklarına tahsis edilmesidir. Bir “seçkinler kültürü” yaratırsan, kaçınılmaz olarak “iyi aile çocukları” üretmiş olursun. Bir sonraki kuşakta elit pozisyonlara onların gelmesini eşyanın tabiatına uygun sayarsın.
    Eski Avrupa’da yağma ve çapul yoluyla arazi edinmiş ya da parasıyla zengin olmuş insanların kont, lord, dük gibi unvanlarla altsoylarını güvenceye almaları tipik bir aristokratlaşma örneğidir. Eğitimi elit pozisyonları için başlıca norm haline getirdikten sonra Harvard’ın fiyatını uçuk seviyelere çıkarmak bir başka aristokratlaşma modelidir. “Haza İstanbul beyefendisi” sıfatına layık görülen kişileri övüp beğenmek tipik bir aristokratçılık vakasıdır.
    İmdi, aristokratlığın fazlası zarardır. Bunu herkes bilir. Kapıları kapatınca dışarıdaki akıllı, hırslı, yetenekli insanların öne çıkmasını önlemiş olursun. Seçkin babanın evladı genellikle vasata meyleder. Mirasyediden hayır gelmez. Aristokrasinin katılaşması bu nedenle toplumlara durgunluk ve beyin ölümü getirir. Bir süre sonra kapı dışında birikenler patlar, şatoları yakıp sahiplerini boğazlarlar. Barbarlar kazanır.
    Lakin bir miktar aristokrasi iyi bir şeydir. Demokrasi çağında, hele Türkiye gibi avamperverliğin ibadet sayıldığı toplumlarda bunu söyleyen dayak yer gerçi, ama gerçek budur. Birkaç sebeple öyledir.
    Birincisi insan tabiatı. Onca hırs, kavga, emekle bir yerlere gelmişsin; evladına bir gelecek sağlayamayacak olduktan sonra neye yarar? Gücünün ve itibarının en azından bir kısmını özelleştiremiyorsan zaten motivasyon ortadan kalkar, sinik ve ilkesiz olursun. Günü kurtarmaktan başka derdin olmaz. İtibar, eğer kalıcıysa değer taşır. Ya da kalıcıysa daha fazla değer taşır diyelim.
    İkincisi kültür. Yani sanat, zarafet, üslup, edep, gusto, öyle şeyler. Bunlar elit zümrenin kendini dışarıdakilerden korumak için tel tel ördüğü kozadır. Her çağda ve her diyarda öyledir. Medeniyet dediğin de bundan başka bir şey değil zaten. BUNLAR OLMASA GERİYE GÜÇ MÜCADELESİNİN KANLI VE YIRTICI DİŞLERİNDEN BAŞKA ŞEY KALMAZDI.ˮ
    Nişanyanʼın bütün yobazlıklarını vurgulamaya niyetim yok. Her satırı malum düzen dalkavuklarının düşünceleri. En vahimlerinden biri bu sitedeki silik orta sınıflı hafta sonu düşünürler gibi ʻBİRİNCİSİ İNSAN TABİATIʼ inancı. Ama bu sitedekiler de aynı faşist ruhlu, ırkçı, laik yobaz olduklarından görmez diye iki tanesine değindim.
    Faşist, ırkçı, laik yobaz olmayanlar Nişanayanʼın kimlere yaltakçılık ettiğini rahatça görürler.
    Bir de bir ihtimal bana karşı aşağılık duygularını bir tarafa bırakabilseler, 19. yüzyıla saplanmış kalmış, her şeyi ʻkahrolsun kapitalistlerʼ/ʻyaşasın emekçilerʼ yaygarasına çeviren Marks müritleri Hortlak, Marxist Argüman, Marksist Tutum, Troçkist Gerçekçi Savurancı ile fabrika-bolluk-seçim anarşistliği müriti Zileli var. Zileli ʻkapitalist/emekçiʼ nakaratı yerine ʻşehirli/köylüʼ seçim anarşisti ilahisi okuyor ama bunlar, Nişanyanʼın yeni dininin kapitalizm olduğunu görebilirler.
    Site müdavimleri, ucuz ʻyetiş ya Hızırʼ izah yardımcısı olan ʻinsan tabiatıʼna inanmakla ve durmaksızın keskin dişlerini göstermekle, dalkavukluğun doğalarında olduğunu ve dolayısıyla Nişanyanʼın haklı olduğunu zaten çoktan ispat etmişlerdi.

  50. İlkelci Argüman

    Argümanlar (fikirler) yerine argümanı öne sürenleri (kişileri) tartışma konusu yaparak tartışmaları saptıran ilkelci ad hominem’lere bir örnek:

    Mehmet Medenioğlu: İlkelciliğin görüşleri şu şu şu açılardan yanlış, dayanaksız ve kendi içinde çelişkilidir.

    Ahmet İlkeloğlu: Mehmet Medenioğlu tıpkı şunlar şunlar şunlar gibi ilerlemeci ve medeniyetçi bir cahil, bir hödük, bir sarışın mavi gözlüdür.

    “”Argumentum ad hominem.”

    Bu Latince deyim mantık yanıltmacalarından birinin adı olarak kullanılıyor. Kişinin güvenilirliğini azaltarak onun iddiasının da güvenilir olmaktan çıkartılması esasına dayanan bir yanıltmaca… Türkçe’de, belki, kanıtı şahsiyata indirgemek diyebiliriz…

    İşte bu Latince mantık deyimi, argumentum ad hominem, bu durumlarda kullanılan ve son tahlilde demagojiye (mugalata, safsata) mükemmel bir ortam açan kavramdır. Genelde muhatabına nesnel defi sürmede acze düşenlerin başvurduğu bir yöntemdir. Acze düşen, muhatabına nesnel, mantıklı bir cevap veremeyen kimse: “Zaten sen falan zaman şöyle bi şey yapmıştın” kabilinden defiler bulmaya çalışır. “Sarı saçlılar veya mavi gözlüler zaten şöyle davranırlar” kabilinden reel dünyada karşılığı olmayan defiler ileri sürerler. Başkalarının ayıbını aramak, ayıpların çetelesini tutmak, yeri geldiğinde (!) bunları kullanmak üzere istif etmek de onların işi cümlesindendir.”

    https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/argumentum-ad-hominem-2026636

  51. Anonim

    Felaketlere Doğru (İç ve Dış Siyaset)

    “Dış siyasette felakete doğru”

    “Bana yüz yıl öncesinin Genç Türklerini hatırlatıyorlar. Onlar da dinamiktiler. Dünyaları fethetmeye hazırdılar. Osmanlı’yı dirilteceklerine güvenleri tamdı. Mağrur duruşları ve yakışıklı bıyıkları vardı. Manastır askeri idadisinde ve Selanik kahvelerinde duydukları dedikodularla dünyayı ve tarihi çözdüklerine inanıyorlardı. Çok cahildiler.

    Bin yıl geçse birbiriyle aynı masaya oturmayacak dört kıytırık Balkan devletini Osmanlı’ya karşı ittifaka sokmayı başardılar. On yılda on ülke kaybettiler. Özür bile dilemediler.”

    http://nisanyan1.blogspot.com/2012/06/klavuzu-karga-olann-sedat-lacinerin_14.html

    İç siyasette felakete doğru

    Mağrur duruşları ve çirkin bıyıkları vardı. İstanbul İmam-Hatip Lisesinde ve İskenderpaşa Camiinde duydukları dedikodularla dünyayı ve tarihi çözdüklerine inanıyorlardı. Çok cahildiler.

    Bin yıl geçse birbiriyle aynı masaya oturmayacak dört kıytırık muhalif partiyi iktidara karşı ittifaka sokmayı başardılar.

  52. Anonim

    Hortlak’tan Tokadlar

    “Markstan bir iki kelime edince tüm kabilesini toplayıp savaşıyor..
    Kıtlık,sefillik teorisini de aklınca zenginlik ve bolluk la anlatıyor..
    Kafa daha kıt.
    Gid gid,gid gid gidaak ediyor.. kurtlar, Kürtler geliyor, kaç!”
    (6 Şubat 18 / 7pm)

    “Sen gericiliği istemek,ben ilericilik.
    Sen yoksulluk istemek ben zenginlik.
    Sen karanlık istemek ben ışık istemek
    Sen akılsızlık istemek ben fikir.
    Sen çirkinlik istemek ben güzellik istemek.
    Sen aşağılık yaşamak istemek ben yüksek istemek.
    Sen cüce yaşam kültür istemek ben devasa ….
    Yani aşağıdaki aşağılık larla işim olmaz.yukardakinlerin yukarı yaşamını yukarı çıkartıp komünist ötesi daha iyi bir yaşam mücadelesi vermek le uğraşmak.
    Haa bir noktada anlaşırız tabii..
    Gereksiz, anlamsız, akılsız hatta zararlı olan gülünç, görgüsüz hayatlara karşı çıkmak, eleştirmek.
    Buda onların abartılı yaptığı gibi bizde abartılı mücadele yerine…
    Uyumak..”
    (9 Şubat 18 / 4pm)

    “Senin kafan gibi benimde turkcem bozuk olabilir.
    Adamın biri herkes ileri giderken otoyolda oda tersine giderse biz ona deli deriz. eksi 30 larda soyunup dama çıkarsa deli deriz.
    Burada deli denilir de diyebiliriz.
    Ben yerine biz kullanım alanları..”
    (11 Şubat 18 / 5pm)

  53. ʻ49ʼ & ʻad infinitumʼ & ʻad nauseamʼ & ʻad absurdumʼ

    Hemen göze çarpan: ʻ49 İlkelci Argümanʼın mantık, felsefe & Orta Çağ evrenseller kavgası, “Rose is a rose is a rose is a rose.” ve Ecoʼnın ʻGülün Adı’ & edebiyat örnekleri ve felsefe ve modern bilimde ʻOccamʼs Razorʼ benzeri yüzlerce bilgilerden yoksun sarışın mavi gözlü heveslisi bir hödük. ʻBeğendimʼ, ʻpaylaşʼ, ʻhemen…ʼ, Yeni Shefukçı serbest pazar tezgahçılarını tuzağına düşen zifiri kara cahil. Günümüzde kendinden daha hödükler bile nanosaniyede ʻArgumentum ad hominemʼ anlamını bulup çıkarırdı. Hatta biraz da akar suya kapılmış laf ressamı Rasim Özdenören gibi tahsilli, diplomalı, okusam beni tiksindireck iğrenç Yeni Shefukʼta yazan kelli felli keriz ise, her hoşuna gitmeyende ʻArgumentum ad hominemʼ koklayıp Erdoğanʼa yaltakçılık ederdi. ʻ49 İlkelci Argümanʼ başka pirlerine, solcu devrimci-fabrika bakire marksist & anarşist sahih ilerici hödüklere dalkavukluk etmekte. Ne var ki, pirlerinin milyonlarca sayfa yazılmış incelemeler yapmadan, ʻad infinitumʼ, ʻad nauseam yeni para-dick-malar getirmeden, milyarlarca bitkiler arasında milyarlarca farkları ince eleyip sık dokumadan ʻbitkiʼ diyerek basitleştirmeyi, ʻad hominemʼ misali ʻalçak kapitalistʼ, ʻalçak emperyalistʼ ve benzeri sayısız nakaratlarını görmez. Solcu devrimci pirleri tekerleği yeniden icat edeceklerine bu nakaratlarla ʻad hocʼ, anında uydurmalar ve doğaçlama yapmışlar, tembellik etmişler. Çok ayıp vallahi. İlerlemede, zamanla yarışta çalışkan olacaksın! Çok çalışıp az çalışma yolları bulacaksın!
    Zifiri kara cahil ʻ49 İlkelci Argümanʼ Bey, ben senden çok Latince biliyorum, senden daha mavi gözlü sarışınım. Parti, örgüt, taraf tuta tuta beynin yalama olmuş. Benim senden ışık yılları daha ilerde mavi gözlü sarışın olduğumu bile göremeyecek kadar aptallaşmışsın. Sen git Özgür Üniversiteye yazıl. O kabaklar senden daha az cahiller ama sarışın mavi gözlü olduklarından kabakları ciddiye alırsın, seni belki saplandığın bataklıktan çıkarırlar.
    Şimdi de meslek deformasyonumdan gelen alışkanlıkla ʻad absurdumʼ argümanı ile senin ne kadar cahil olduğunu ispat edeceğim.
    Giriş: “Rose is a rose is a rose is a rose.”u ʻ49 İlkelci Argümanʼ gibi modern anlamda algılayan bir enayi Hocaʼya dünyanın merkezinin nerede olduğunu sorar. Hoca ʻ49 İlkelci Argümanʼa benzeyen yoldaşına işaret edip ʻarka sol ayağının bastığı yerdeʼ der. ʻ49 İlkelci Argümanʼin bilgiçsel sırıtmasını görünce, ʻinanmıyorsan ölç bakʼ der.
    Önümde son 2-3 gün içinde okuduklarımdan çok az örnekler:
    CUBA, VENEZUELA VE SOLCU DEVRİMCİ İLERİCİ ENAYİ PİMPLERLE İLGİLİ :
    Chavista regime’s systematic and successful use of deluded pimps / Chomsky and venezuela and other half truths sites / Chomsky’s Venezuela Lesson / The hidden world of the doctors Cuba sends overseas / Venezuela and the half-truths of Noam Chomsky
    EKOLOJİ ve SOLCU DEVRİMCİ İLERİCİ ENAYİ PİMPLERLE İLGİLİ:
    Air pollution is killing seven million people every year according to the World Health Organization / Air pollution may be damaging ‘every organ in the body / Bees &pollinating insects in decline / Guardian is changing the language it uses about the environment / Les cas de démence vont tripler dans le monde /Mongolia: A toxic warning to the world / Tracking the toxic air that’s killing millions
    OKUYUP ANLAMAYAN SOLCU DEVRİMCİ İLERİCİ ENAYİ PİMPLERLE İLGİLİ:
    L’Italie va rejoindre les nouvelles routes de la soie / Le capitalisme débridé du cannabis / Quand les nazis prétendaient que le Coran annonçait la venue de Hitler / Rio residents fear police violence under far-right rule / Scandals loom over Bolsonaro after first month in office / The rapes haunting a community that shuns 21st Century / Trump unveils ‘merit-based’ immigration policy plan / Un ex-député anti-islam raconte être devenu… musulman / Un rescapé musulmans en Chine raconte / World’s most valuable resource is not oil, but data
    NİHAYET BÜYÜK DEVRİM PEZEVENKLERİ MARKSİST ve ANARŞİSTLER:
    Une moyenne annuelle de 1,5 million de morts
    « Selon Soljénitsyne (I, 220), il y eut, de 1826 à 1905, 894 condamnations à mort en Russie. En 1906, la répression de la révolution de 1905 aurait fait 1310 victimes. (…) Trotsky, dans son 1905, donne une estimation beaucoup plus importante. “Du 9 janvier 1905 jusqu’à la convocation de la première Douma qui eut lieu le 27 avril 1906, le gouvernement du tsar fit massacrer plus de 15 000 personnes ; environ 20 000 furent blessées (et beaucoup moururent) ; 70 000 individus furent arrêtés, déportés, incarcérés.”
    Admettons le chiffre de 20 000 morts. (…)
    La Terreur a officiellement duré dix-neuf mois et demi (septembre 1918 – 15 janvier 1920), ce qui donne une moyenne annuelle de 1,5 million de morts. (…) Si l’on voulait polémiquer, on pourrait affirmer que sous Lénine l’intensité de la Terreur était le double de celle régnant sous Staline “en période de croisière”. »
    [Kısa çeviri: Soljenitsinʼe göre, 1826-1905 ölüme mahkum sayıları 894 (80 yıl) ; 1905 devriminden dolayı, Ocak 1905-Nisan1906 (16 ay), arası çarlığın katlettikleri Soljenitsinʼe göre 1310 ; kasap solcu devrimci pezevenk Troçkiʼye göre, 15 000 ölü, 20 000 yaralı.
    15 Eylül 1918-15 Ocak1920 (16 ay), diğer bir kasap solcu devrimci pezevenk Lenin zamanında öldürülen sayısı 1 500 000.
    Benim ek notum : Türk solcu devrimci ilericilere sonsuz tıpkı benzeyen bir Marksist solcu devrimci Eric Hobsbawm, kapitalist cennetine değişik yoldan ilerlemek için 15-20 milyon insanın bile öldürülmüş olduğunu aynı bu sitedekiler ve bakire marksist-anarşist iğrenç solcu devrimciler gibi rahatlık içinde doğal ve haklı bulur.]
    Tamam tamam da, ileri zekalı ʻ49 İlkelci Argümanʼ giriş ve örneklerle ifade edilen ince ʻad absurdumʼ ispatı anlar mı? Hatırlatılım ki sonsuz ileri, medeni, kompleks, dinamik, her an değişen, dijital bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada iş bölümü şart. ʻ49 İlkelci Argümanʼ anlamasa da pek önemli değil. Taklitçiliğini yaptığı zavallı métro-boulot-dodo asıl sarışın mavi gözlüleri gibi anlamadığını anlayan bilirkişilere, uzmanlara bırakır. Marksist-anarşist asıl solcu devrimcilere praetori-anus, pedi-sequ-ass görevine döner ; kavramlar coğrafyasında düzen koruyucusu sınır guardi-anusluk yapar.
    Haydi neyse, bu hödüğe somut bir örnek vereyim.
    Bankasında devasa veri hesabı olan, salakların dev anarşisti Chomsky, ʻşimdi çok iyi ama çok çok daha iyi olabilirʼ ilericiliğinden dolayı Chávezʼin ʻpimpʼi oldu. Şimdi de bir medya artisti, Selahattin Demirtaş, aynı medyada doğan büyüyen kendi gibi orta sınıf yavşakları peşine takmış, medya dili ʻşimdiʼ, ʻhemenʼ, ʻbeğendimʼ benzerlerinle ʻpaylaşʼ ʻpimpʼliği ettiriyor. Eğer Venezuela ile kıyaslarsak dolandırıcılık apaçık. Türkiye solcu devrimci marksist-anarşist ʻpimpʼler Chávezʼin (ve Maduroʼnın) yükseliş ve düşüşünün petrol satışı, ekonomi ile ilgisi yokmuş gibi ninniler söylüyorlar. Siyasi iktisat unutulmuş, yerine seçime davet ʻşimdiʼ, ʻhemenʼ, ʻbeğendimʼ benzerlerinle ʻpaylaşʼ ʻpimpʼliği gelmiş. ʻDemirtaş arkadan özgürlük sokunca, ağızlardan bolluk ve zenginlik akacakʼ r ʻpimpʼliği yapılıyor. Dikkati seçime çekmekle ebedi dolandırıcılık tekrar ediliyor.
    Kapitalist liberal demokratik ülkelerde bile seçimlerde en son tahlilde değil ilk tahlilde geçimde rahatlık vaadi gelir. Erdoğan başka köpeklere kemik attı ve o yüzden seçimlerde başarılı oldu ve o yüzden son seçimde aşağı kaydı.
    Bence, ancak şarlatanlar, tiksindirici alçaklar, yaltakçılar ve modern insan atıkları günümüzdeki bağlam içinde özgürlük lafını böyle hafife alır.

  54. Münakaşa Mevzuları

    Kapitalistlerle anti-kapitalizm ya da anti-komünistlerle komünizm tartışılır.

    Egemen ulusların devletçileri ile ezilen ulusların devletleşme dahil bütün hakları tartışılır.

    Yaratılışçı dincilerle evrim savunuculuğu tartışılır.

    AKP ve Erdoğan militanlarıyla AKP ve Erdoğan karşıtlığı, Kemalistlerle Atatürk karşıtlığı, Apocularla Öcalan karşıtlığı, Nasname ile Kürd ulusalcılığı karşıtlığı tartışılır.

    Stalinistlerle Troçkizm yandaşlığı, Troçkistlerle Kronstadt yandaşlığı tartışılır.

    Balkan Oligarşisi karşıtı Necip Bey ile Balkan Oligarşisi yandaşlığı, HDP militanı Özgürlükçü Bey ile HDP karşıtlığı tartışılır.

    Delilerle hiçbir şey tartışılmaz.

    [Kemalist resmi ideoloji kastedilerek söylenmiş olan şöyle bir söz vardır:

    “Onların ideolojisi kelimenin tam anlamıyla bir ideoloji bile değildir, ideolojimsi bir şeydir; vecizeler, sloganlar.”

    Böylelerininkiler ise “ideolojimsi bir şey” bile değildir.]

  55. Adam liseli beyler!

    Adama deli demekle haksızlık ediyormuşuz:

    “adam liseli beyler”

    http://incisozluk.com.tr/w/adam+liseli+beyler/

    Gerçi olmayabilir de. Örneğin şu adamı tanıyorsa:

    http://incisozluk.com.tr/w/sisqo/

    https://www.youtube.com/watch?v=Oai1V7kaFBk

    Harbiden “bu adamı tanıyan liseli değildir”.

    Böylece liseli kardeşlerimize kendi dilleriyle cevap vermiş olduk.

    Eski günleri de yad etmiş olduk. “harbi lan 2000 ‘ e girerken bi şarkı yapmıştı a.q. sora matrix its my life felan patladı zaten n günlerdi”.

    “It’s sickening how much better music was in the 90s/early 2000s”.

    O zamanlar AKP de yoktu, bugünkü deliler – pardon liseliler de.

    Hey gidi günler hey!

  56. 51 Gözü Doymaz Hortlak Neler İstemiş Neler

    Ben her zaman kendi adıma konuşurken, ʻ51 Anonim= Hortlak=Katil Troçkist DİPçi Sümük Savuran=sitedeki karlos markos –analşit solcu devrimcilerʼ korkak, daima arkasına aldıklarından cesaret kazanarak öter, arkasından kendini pomplayanlardan bir kaçı:
    Kürtler, Marksistler (Markstan bir iki kelime edince tüm kabilesini toplayıp savaşıyor..) ve istediklerini istemeyen olmayan tüm dünya insanları ve ʻbizʼ ile başlayan cümleler.
    Hatta sitede kendi gibi gocunanların hoşuna gider coşkunluğuna kapılıp ʻchickenʼ kelimesinin korkak anlamına geldiğini unutmuş ʻchickenʼ olmuş: ʻʻGid gid,gid gid gidaakˮ
    Hortlakʼın beyni partiler arası didişmelerle dolu. Her duyduğunu, aynı kaybettiği anahtarını ışıkta arayan hoca gibi, aşina olduğu köpek kavgaları içinde anlıyor.
    Bakın bu kerizin akıl almaz kara cahilliğine: Medeniyet tarihi boyunca sayısız direnişler oldu. Direniş nedenleri direnişler kadar çeşitli ve sayısız. Benzeri direnişlere tarih içine girmiş medeniyet öncesi toplumlarda da rastlanır. Nedenler saymakla bitmez: Kültür, mit ve din inançları, atalara veya geleneğe saygı, yeniliğin getireceğine karşı korku …
    Bu partiler arası köpek kavgaları içinde salt havlamayı öğrenmiş yobaz Hortlakʼın salt ‘yeniliğin getireceğine karşı korkukar’ konusunda cahilliğini göstermek için bazı aklıma gelen örnekler: Cennette ayvayı yiyip atılma, Babil Kulesi, Prometheus, İkarus, … Faustus, Frankenstein=Modern Prometheus ve nihayet günümüzde yapay zeka, robot, gen mühendisliği gibi gelişmelere karşı dile getirilen endişeler.
    Bu cahiller cahili asıl konuyu bile anlamadan ölü balık gibi akıma kapılmış ve bütün tarihi geçmişe saldıran kapitalist-burjuvalar ile aynada yansısı marksist-komünist köpek kavgası ucuz, basmakalıp, kendi gibi yavşakların anlayacağı propaganda vırvırlarına çevirmiş. Üye olduğu partide sokaklarda sol devrimci gazetesi satma ve broşür dağıtma gibi çekirdekten yetişmiş bir hödük. Bu ibiş, arada bir kendine benzerlerin, kendi gibi enayiler için uydurdukları tekerlemeli şıkırtıları ve hatırlaması kolay reklam müziğine kulak ve göz verdiklerini buraya aktarmış. Kapitalist-burjuva köpeklerle aynısı ama diyalektik farklı marksist-komünist köpeklerin enayi asker toplama çığırtkanlığını yapıp duruyor.
    Bu hödükte zerre akıl olsaydı, ʻʻeğer bir anket yapıp istediklerimi dünya kapitalist ülkelerinde yaşayanlara sıralayıp onların da isteyip istemediklerini sorsam ne olur?ˮ düşünce deneyi yapardı. Sanırım sitede bu Hortlak gibi sayısız gocunan silik solcu devrimciler bile cevapların ʻulu şef Trump haklıymış, bok çukuru ülkelerden ancak böyle sonsuz zeki salak çıkar!ʼ olacağını kabul ederler.
    Aslında ben anketi Hortlak = Burjuva Marksʼın Müriti = Katil Troçkist DİPçi Sümük Savuran = Eski Dev Genç (19 Mayıs, AtıTürk’ün kulağı çınlasın) yeni Dev Kürt (ÖcüOlanʼın kulağı çınlasın) adına yaptım. Bunu gören ulu şef Trumpʼın burnuna farting babası Benjamin Franklinʼin kokusu geldi. Okuyun ʻʻTrump unveils ‘merit-based’ immigration policy plan.ˮ
    Hortlak biraz dikkatli ol! Uzaktan işitenler ʻbir enayi demişʼ demezler, ʻDev Kültürlü ama İleriye ve Medeniyetʼe katkısı sıfır Medeniyet paraziti bir Kürt demişʼ derler.

  57. Ahlaki Vaazcılıklar

    Akli dengeleri yerinde olanlar ile olmayanların arasındaki temel fark nedir?

    Birinciler önce dünyanın mevcut gerçeklerini anlar ve kabul eder, ardından onları mümkün olduğunca değiştirebilmek için ne yapabiliyorlarsa yaparlar.

    İkinciler ise dünyanın değil, kendi kafalarının gerçeklerini değişmez tek doğru kabul ettikleri için, “nedenleri değiştirmeye çalışmadan sonuçları değiştirmeye çalışan bir ahlaki vaazcılık” yaparlar:

    [ Necip 20 Ocak 18 / 11pm

    “Kısacası, anti-kapitalistlerin yapmaya çalıştığı şeyin, nedenleri değiştirmeye çalışmadan sonuçları değiştirmeye çalışan bir ahlaki vaazcılık olduğunu mu söylüyorsunuz?”

    Hay, agziniza saglik. ]

    Kısacası, anti-medeniyetçilerin yapmaya çalıştığı şeyin, nedenleri değiştirmeye çalışmadan sonuçları değiştirmeye çalışan bir ahlaki vaazcılık olması gibi.

  58. Anonim

    ʻʻDelilerle hiçbir şey tartışılmaz.ˮ
    Delilere her gün bayram, deli hiç ağlamaz, deli çoğu zaman güler. Deli tartışmıyor zaten, münakaşa edenlerle alay edip gülüyor. Aynı Monty Pythonʼın ʻʻThe Argument Sketchˮ, bulursanız seyre değer.

  59. Wahsi ve Zileli El Ele!

    Üretim düşmanı Wahsi’nin çok seveceği bir yazı:

    En Büyük Tüketici Güç: Üretici Güçler Teorisi!

    http://www.gunzileli.com/2009/03/13/en-buyuk-tuketici-guc-uretici-gucler-teorisi/

  60. Wahsi ve Zileli El Ele!

    En Büyük Fikir Tüketicisi Güç: Üretici Güçler Karşıtlığı Teorisi!

    Gurur duyabileceği hiçbir fikirleri olmayan zavallı ilerleme karşıtları, son araç olarak teorileştirdikleri üretici güçler karşıtlığı ile övünür.
    – A. Schopenhauer

  61. Aman Dikkat! Sağlığa Zararlıdır!

    Wahsi’nin idealize ettiği ilkel Kızılderililerin icadı olan sigara sağlığa zararlıdır:

    Son dakika.. Tire’de sigara fabrikasında kazan patladı: 1 ölü, 1 yaralı

  62. "60 Aman Dikkat! Sağlığa Zararlıdır!" Kazık Yemiş

    Önümde ve iki değişik sürümlü ʻʻ’Vücudumun her yerinde ağrım vardı’: İtalya’nın tütün endüstrisiˮ haberi var.
    Birincisi, ʻÖnce Temiz Amerika!ʼ pompalama komitesi sürümü; ikincisi, bu sitenin tek heyecan kaynağı ʻʻKahrolsun Kapitalizm!ˮ enayileri pompalama sürümü.
    Her ikisi de dünyanın en kahrolası kapitalist ülkelerinden. Her ikisi de yüzyıllardır yeryüzü cenneti 9 kürelerinden simgesi ʻgüzel görünüş Merkürʼe tünemiş, zenginliğiyle, ırk merdiveninde çok daha yükseklerde olmasıyla, Medniyetʼe bok çukurundaki parazitler gibi değil gerçek katkıda bulunmakla, ʻʻ60 Aman Dikkat! Sağlığa Zararlıdır!ˮ ve klonlarının ağızlarını sulandırıyor. Sulanan ağızları da içinde bulundukları çukurdakilerle dolduruyor.
    İki sürüm farklı olsa da bir önemli ortak nokta var: UCUZLUK.
    ʻÖnce Temiz Amerika!ʼ komitesi, Türk, bok çukurunda ve ucuz olduğu için ʻʻ60 Aman Dikkat! Sağlığa Zararlıdır!ˮı UCUZA çalıştırır. Vazifesi Internette tütün yazıları bulmak, değiştirmek, tekrar Internette yayınlamak. Avrupa-Amerikalılar, bilimsellikleri sayesinde, daha ilk başlarda tütünün zararlarını görüp, suçlu Kızılderilileri kırımdan geçirmişler. O gün bu gündür, Avrupa-Amerikalılar, İnsanlık ve Medeniyet adına, dünyanın her yerini Kızılderililer gibi pisliklerden temizlemekte, ekonomi, bilim-teknolojileri, bolluk ve özgürlükleriyle tüm dünyaya örnek olmaktalar. Bolluk ve özgürlük sağlayamadıkları için yüzlerine gözlerine bulaştırmalarına rağmen, marksist komunistlerin de aynı yolu tutmuş olmaları, bu yolun tek yol olduğunu fazlasıyla kanıtlar.
    Meğersem, vücudunun her yerinde ağrıların nedeni sigara içmekmiş.
    İkincisi, ekonominin aritmetik ve bilim, herkesin bir birine karşı, allahın da herkese karşı olduğunu unutuverir. Bu sitede enayi avına çıkmış enayileri avlamaya çıkmış. Emek, emek hakkı, emekçiler, seçimle hak yoluna girme gibi zaman dışı yani köküne kadar dinci vaazleri veren koyu dinci laikleri pompalar.
    Meğersem, vücudunun her yerinde ağrı sigara içmekten değilmiş, çalışmaktanmış. İtalyaʼda, sigara şirketlerine tütün tedarik eden bölgelerde hemen hemen bedava kadar UCUZA çalıştırılan göçmenlerin ağrılarıymış.
    Şirketeler de, tıpkı bu sitedeki solcu devrimci, ilerici, emekçi, çalışan demir pas tutmazcı, büyük beyinli, kafaları Demir Küçükaydın gibi çalışmatan pas tutan, rasyonel ve dalkavuklar olduklarından, öbür dünayaya gönderilemeyen, çalışkan, uslu, evcil Kızılderililerin torunlarının kurduğu Philip Morris, British American Tobacco ve Imperial Brands’ şirketleri.
    Biraz da enayilere gülmeli.
    Sigarayı çok severim ve yaşıma rağmen hâlâ içerim
    Bir zamanlar matematik fakultesine gelen tıp ve ʻsağlıkʼ öğrencilerine bilim dini enayi avcılığından biri olan istatistik dersleri verirken, ilk derste, çok sayıda istatistik fıkraları anlatırdım. ʻʻSigara, sayısız bilimsel ve istatistik çalışmalara neden olur.ˮ
    Bu enayilerin Haçlı Seferi bayrağı : ʻʻÖldürmek İyi, Sigara ile Öldürmek Kötüˮ bana her zaman Hıristiyan Haçlı Seferlerini hatırlattı: ʻʻSon amacımız ebedi hayat, ilk amacımız ebedi hayata göndermek!ˮ
    Pompalayanlar bu enayilere etrafa afiş yapıştırma ayak işi verirler. Afişlerde ʻsigara yavaş yavaş öldürürʼ yazılı. Benim gibiler altlarına ʻacelemiz yok !ʼ yazarlar. Pompalayanlar enayilere toplattırırlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑