“Unutulan Onuncu Madde”ye Zeyl…
11 Kasım 2011 Tarihli “Unutulan Onuncu Madde” başlıklı yazımda Halil Berktay’a şöyle sormuştum:
“Ya siz Halil Berktay? Lütfen lafı uzatmadan söyleyin. KCK tutuklamalarına karşı mısınız, değil misiniz?”
Cevabı yaklaşık bir hafta sonra almış bulunuyorum. Tabii Berktay, medyadaki daha önemli rakiplerine cevap vermiştir mutlaka ama bu cevapta ben de kendi sorumun yanıtını buldum. Şöyle yazmış Berktay, bugünkü Taraf’ta (17 Kasım 2011) yer alan “Nerede Duruyorum (3): Yalan ve Utanmazlık” başlıklı yazısında:
“9 Kasım 2011’de (Çarşamba) aHaber’de, Selin Ongun’un “Bi Sormak Lâzım” programına; (7) 10 Kasım’da (Perşembe) Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın “Doğru Açı” programına katıldım. Her ikisinde, KCK tutuklamalarına karşıyım dedim. (abç. GZ)”
Böylece mesele berraklaşmış ve benim bir hafta önce yazdığım yazıda sorduğum soru yanıtlanmış oluyor. Halil Berktay, KCK tutuklamalarına karşı olduğunu beyan etmiştir.
Eksik ve yetersiz bilgi ve okumalarla tersi bir izlenim yarattığım için az sayıdaki okurumdan ve Halil Berktay’dan özür dilerim.
Gün Zileli
17 Kasım 2011
Bravo Gün Zileli. Keşke herkes senin gibi olabilseydi.
Aslında Halil Berktay’ın KCK meselesindeki tutumu hakkında önceden yazdığınız yazı bütünüyle yanlış değildir. “KCK tutuklamalarına karşıyım” diyen bir kişinin, bu tutuklamaların antidemokratik muhtevası konusunda kamuoyunu bilinçlendirme yönünde faaliyet yürütmesi gerekir, aksi halde o kişinin bu konudaki samimiyeti şüphelidir. Halil Berktay, Taraf’da konuyla alakalı yazdığı son altı yazısında (“Korkunç şeyler”, “İğrenç şeyler”, “Soran olmadı ama, hayır, ben BDP’de ders vermek istemiyorum”, “Nerede duruyorum(1-2-3)” başlıklı yazılar) NEREDEYSE TAMAMEN BDP’nin ve KCK’nin antidemokratik yönünden dem vurmuş, satır aralarında da kendi “özgürlükçü-demokrat” imajını zedelememek için AKP’ye de ufak tefek eleştiriler yöneltmiştir (BDP hakkındaki eleştirilerinde haklı yönler de vardır ama bu ayrı bir mesele). KCK tutuklamalarına gerçekten samimi bir şekilde karşı çıkan bir kişinin tam tersini yapması beklenirken, Berktay bu operasyonları bariz bir şekilde meşrulaştırmaya çalışmıştır. O açıdan ben şahsen Halil Berktay’ın “KCK tutuklamalarına karşıyım” sözüne inanmıyorum. İnandırıcı bulmuyorum!
alah aşkına özür dileyecek başka adammı bulamadın nesinden özür diliyorsun son dönemlerde hidayete erip devlet-sistem-iktidar-sermaye hegemonyasının yeni versiyon ideolojisini en inanandırıcı kamuoyuna sunan adamdan özür dilemek için hangi nedenimiz olabilir?biz safmıyız asıl soru berktayı okuyup az buçuk anlayabilen bir insan kime daha fazla mesafeli olur sorusuna vereceğimiz cevap bile onun devlet-iktidar-semaye hegemonyasının en önemli dinamiği olduğunu anlar lütfen zileli bu konuyu senin geldiğin değil ulaştığın yerden değerlendirebilirsen daha iyi ve gerçekçi olur düşüncesindeyim
Evet ama beyanı ciddiye almak diye de bir şey vardır. Beyan ortada olduğuna göre en azından karşı olduğuna inanmak durumundayız. Diğer eleştiriler ayrı bier mevzu. Ben burada onların üzerinde durmadım.
Özgğürlükçü arkadaşım, siyasi mücadele gözümüzü karartmasın. Önemli olan şudur bu noktada: Halil Berktay KCK tutuklamalarına karşıyım demiştir. Ben özür dilerim, hiç önemli değil. O karşı olduğunu söylesin de. Bunu bir kazanım olarak görmek gerekmez mi? Küçük kazanımları küçümsemeyelim.
anf de ertuğrul kürkçü berktaya cevap vermiş aslında cevaba değmeyeceğini söylemiş berktayın son yazılarından kck tutuklamalarına karşı olduğu değil daha çok ve daha etkili tutuklama ve yok etme politikaları önerdiği anlaşıldığına göre üzerinde durmadığınız asıl üzerinde durulması gerekip görünmeyen asıl gerçeği görünür yapma gereği yokmudur belge den nicesine yaptığınız gibi belgenin çok gerisine düşenden özür vakti değil tamda diğer dediğiniz üzerinde durulması gerekenlerin yazılması vaktidir
benim siyaseten bakıp eksik değerlendirmem olabilir o eleştiride haklı olabilir bu benim eksiğim.gün zileli berktayın erdiği hidayeti en iyi anlayan olabilir hatta fizik bile değişip tam tornistan gibi gözüktü bana ense göbek savunduğu devlet-iktidar-sermaye-sistem ile enteresan uyumlu olmuş.
“Alevilerin, Hz.Ali’nin resminin yanına neden Mustafa Kemal’in resmini astıkları üzerine tekrar düşünmenizi öneririm. Aslında Dersimliler, 12 Eylül Referandumunda Tayyip Erdoğan’ın “ileri demokrasisine” yüzde 84 oranında “Hayır” dedikleri zaman da aynı bilinci göstermişlerdi. Çorum’da Tayyip Erdoğan, “Alevilerin katli vaciptir” fetvasını veren “Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile gurur duyuyoruz” deyince; Dersimliler ve bütün Aleviler, tehlikeyi gördüler ve “Hayır” dediler. 12 Eylül Referandumundaki “Hayır” Atatürk’e “Evet”tir.
Aynı şekilde sizi milletvekili yapan 12 Haziran seçimlerinde, Dersimde CHP’ye iki milletvekilini de kazandıran yönelimin nedenlerini doğru değerlendirmelisiniz. O oyla size “Dersim İsyanı” ile ilgili görüşlerinizden dolayı gelmedi. Çünkü aynı görüşleri çok daha tutarlı ve bütünsel olarak savunan BDP’nin bağımsız adayı da vardı. Ama oylar BDP’ye değil, Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP’ye geldi ve siz de milletvekili oldunuz.
Neden Aleviler ve elbette Dersimliler, Atatürk’ü Hz.Ali ile eştutan bir yaklaşım içindeler? Celali isyanları 16. yüzyılın ilk yıllarında başladı. Bütün tarihçiler o zaman Anadolu nüfusunun yüzde 90 oranında Kızılbaş (Alevi) olduğunu tespit eder. Celalli isyanları tam 2 yüzyıl sürdü, 17. yüzyılın sonuna kadar. Bu süreç boyunca Osmanlı Devleti Kuyucu Murat politikaları izledi veya başka bir deyişle” Ebussuud Efendi Politikaları.”
İki yüzyılın sonunda Anadolu’da nüfus bileşimi tam tersine döndü. Azerbaycan’a, “Şaha gidenler” dışında kalan Aleviler; ya öldürüldü, ya sünnileşmek zorunda kaldı, ya da “Kuş uçmaz, kervan geçmez dağlar ile bataklık alanlara” sığınarak hayatta kalmaya çalıştı.
Tam 400 yıl böyle geçti. Ve Atatürk’ün önderlik ettiği Cumhuriyet Devrimi işte bu insanları, “eşit yurttaş” yaptı. 400 yıldan sonra inançlarından dolayı ilk defa sorgulanmadılar. Şehirlere indiler, okullara gittiler ülkenin ekonomik ve siyasi yaşamı içinde yer almaya başladılar.
Halkımız kadir bilir. İşte Atatürk’ü, halkımızın bilincinde Hz. Ali ile eş düzeye çıkaran o yüzyılların içinde oluşan bu bilinçtir.”
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=3584
hımmm…
Bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.
Arap ülkeleri 2 Kasım günü toplandılar ve Suriye’ye bir takım önerilerde bulundular. Siyasi tutukluların serbest bırakılması, muhaliflere af çıkartılması ve reformlar yapılması vb. gibi.
Suriye önerileri kabul etti. Muhaliflere hemen bir çağrı yaptı ve “Silahlarınızı hemen teslim edin” dedi. Cinayet işleyen herkesin aftan yararlanacağını duyurdu.
Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton bir açıklama yaptı. “Suriyeli muhaliflere silahlarını teslim etmeyi tavsiye etmem” dedi.Yani Amerika Arap ülkelerinin almış olduğu kararı tanımadığını ve Suriye’ye yönelik silahlı faaliyetlerin devam etmesi için çalışacağını ilan etmiş oldu.
Bu durumda ne olmasını beklersiniz? Arap ülkelerinin Amerika’nın bu tavrını protesto etmesini mi? Hayır, tam tersi oldu. 12 Kasım günü Arap ülkeleri Kahire’de tekrar toplandılar. Suriye’nin alınan kararlara uymadığını ve bundan dolayı Arap Birliği Örgütü’nden ihracını kararlaştırdılar.
Tam bir komedi oynanıyor. Suyun aşağısında bulunan kurt, suyun üst başındaki kuzuya “suyumu bulandırıyorsun, seni cezalandıracağım” diyor. Kimse, herhangi bir şeyi gizlemeye gerek duymuyor. Amerika, AB, Türkiye ve Arap ülkeleri (Lübnan, Yemen ve Irak dışındaki) Suriye’ye “seni yiyeceğiz” diyorlar.
Bu arada saydığımız ülkelerden oluşan Cephe’nin “koçbaşı” rolünü oynayan AKP iktidarının Erdoğan, Gül ve Davutoğlu gibi sözcüleri vasıtasıyla yaptıkları açıklamaların ise “uluslar arası haydutluk” dışında bir tanımlamasını bulmak mümkün değil. AKP iktidarı, Suriye’deki şiddet hareketlerini açıkca destekliyor, terörist grupları barındırıyor ve resmen tanımaya hazırlanıyor. Esad sonrası senaryolar üzerine çalışıyor.
Bu acele neden?
ZAYIF HALKA
Acelenin nedeni Irak’taki gelişmelerdir. Amerika bu yılın sonuna kadar Irak’tan çekilecek. Bir buçuk ay kadar bir zaman kalmış durumda. İşte büyük korkunun nedeni bu. Suriye konusunda her türlü örtüyü bir kenara atarak utanmazca ve alçakca bir saldırıya girişmelerinin de sebebi bu.
Evet, Amerika Irak’ta utanç verici bir bozgun yaşadı ve bu yılın sonunda pılını pırtısını toplayıp kaçmak zorunda kalacak. Ya sonrası?
Sonrasında El Sadr’ın en büyük siyasal güç olduğu bir Irak var. Yani İran, Sadr’ın en etkili siyasi aktör olduğu Irak ve Suriye. Birbirleriyle yakın ilişki içinde Orta Asya’dan Akdeniz’e ulaşan bir cephe oluşuyor. (Tabii bunlara Hizbullah’ın Lübnan’ını da eklemek gerekiyor)
Amerika bu tablonun ortaya çıkmasından ölesiye korkuyor. Suudi Arabistan korkuyor. Nüfusunun önemli bir kısmı Şii olan Körfez Emirlikleri korkuyor. Kısacası kaderini Amerika ile birleştirmiş olan bütün krallar, şeyhler, emirler, Batı yetiştirmesi Müslüman Kardeşler vb hepsi korkuyor.
İktidar olması Amerika sayesinde olmuş, varlığını devam ettirmesi Bölgedeki Amerika egemenliğine bağlı olan AKP açısından da, Doğusunu ve Güneyini tamamen kaplamış olan bir Anti Amerikan cephe “ölüm” ile aynı anlama geliyor. AKP işte bundan dolayı “Koçbaşı” rolünü gönüllü olarak üstlenmiş durumda.
Onun için Amerika daha gitmeden, daha iş işten tamamıyla geçmeden bir şeyler yapmak istiyorlar. Gözlerini Suriye’ye dikmiş durumdadırlar. Suriye, Batılı emperyalistler ve işbirlikçileri için “zayıf halka”.
Şimdi bütün güçleriyle “zayıf halka”ya yükleniyorlar.
Aceleleri bundan…
İKİ HAMLE
ABD açısından bütün Batı Asya’nın kaybedilmesine kadar gidecek olan bu gelişmeyi önlemek için atılması gereken birinci adım Suriye’nin düşürülmesi ise, ikinci adım da Kuzey Irak’taki Kukla devletin bağımsızlığını ilan etmesidir.
Barzani’nin son günlerde bağımsızlık için referanduma gidebileceğinden söz etmesini ve büyük petrol devlerinin birbiri peşi sıra Kuzey Irak yönetimi ile anlaşmalar imzalamasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Kısacası Amerika’nın düşündüğü yol haritası iyice şekillenmiş oluyor:
1. Suriye’de Esad yönetimini devirmek, işbirlikçilerini başa geçirmek.
2. Irak’ın kuzeyindeki Kukla devleti resmiyete kavuşturmak, Irak’ı
parçalamak.
3. Etnik ve mezhep çatışmaları ile teslim alınmış Türkiye’yi, Kukla Devlet’in
Diyarbakır’a doğru genişlemesine razı etmek (Bölünerek ya da üç İsrail modeli şeklinde)
4. Elde edilen bu mevzilerden hareketle İran’a karşı harekete geçmek.
BÖLGE HALKLARININ VE DEVLETLERİNİN SÖZÜ
Washington’daki evde yapılan hesap bu. Ama bu “yol haritası”nın uygulanabilmesi için bazı sorunların aşılması gerekiyor:
1. Suriye halkı ve devleti, kendileri hakkında verilen “ölüm fermanı”nı öyle
kolayca kabul edebilecek midir?
2. Daha bugünden Kerkük’e askeri yığınak yaparak tedbirini almaya başlayan
Irak, bölünmeye boyun eğecek midir?
3. Türkiye, Türk milleti kendisi için ölüm anlamına gelen bu bölünme ve
parçalanma operasyonunu eli kolu bağlı seyretmeye devam edecek midir?
4. Bugün gerek ekonomik, gerek askeri ve gerekse de siyasi bakımdan 10 yıl
öncesiyle kıyaslandığında çok daha iyi durumda olan İran’ın karşı hamleleri olmayacak mıdır?
Her geçen gün daha net bir şekilde ortaya çıkan gerçek ise şudur: İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Türkiye’deki antiemperyalist potansiyel birleşme ve beraber adım atma yoluna girdiği zaman önünde durulamayacak büyük bir enerji açığa çıkacaktır.
– Mehmet Bedri Gültekin Silivriden yazdı
Hiç ümid etme, yedekteki generallerin darbe yapamayacak, Türkiye’de o kadar arzu ettiginiz Eset tipi militarist-fasist-baasist-Kemalist rejimi kuramayacaksiniz. Sizin gibi azinligin azinligi neo-Kemalist fasitleri bogmak için Türkiye halklarinin tükrügü bile kafidir. Helle önce bir 0.00000001 olmaktan 0.00000002 olmaya varin da sonra saçmalayin, hâlâ konusuyursunuz ya, su Gültekin denilen aslini inkar eden zat önce ihbar ettigi devrimcilerin hesabini versin..
• Mehmet Bedri Gültekin, Turhan Özlü, Erkan Önsel ve Mehmet Perinçek’in sorgusuz, sualsiz ve de davasız tutuklulukları 3. ayını doldurdu.
• Hakkındaki tertip ürünü tüm iddialar çürütülen Doğu Perinçek, 44 aydır tutsak ve halen 3,5 metrekarelik hücrede!
• Hikmet Çiçek 44 ayı, Deniz Yıldırım 2 yılı tamamladı.
KANUNSUZ SALDIRILARIN HEDEFİNDE
İŞÇİ PARTİSİ VAR!
Bundan 3 ay önce, 19 Ağustos 2011 günü, İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal’a yeni bir saldırı düzenlenerek, İşçi Partisi Genel Başkanvekili Mehmet Bedri Gültekin, İP Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Turhan Özlü, İP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul İl Başkanı Erkan Önsel ile İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mehmet Bora Perinçek tutuklanmışlardı. Üç ay geçmesine karşın, haklarında henüz bir dava açılmamış ve tutuklulukları sürdürülmektedir.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Basın Bürosu Başkanı gazeteci Hikmet Çiçek ise 2008 yılı Mart ayından bu yana 44 aydır tutuklular.
Yine İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi ve Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım da 2 yılı aşkın süredir tutukludur.
Ergenekon, Balyoz vb adlarla sürdürülen kanunsuz operasyonların hedefinde, İşçi Partisi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçüler bulunmaktadır.
Nitekim Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz de, 23 Temmuz 2008 günü, ATV’de yayınlanan ana haber bülteninde “Ergenekon soruşturmasının merkezinde TSK ve İşçi Partisi var” diyerek bunu açıklamıştı.
TALİMAT OVAL OFİSTEN,
UYGULAMA F TİPİ GLADYO VE BTÖ’DEN
Bu davalar, ABD’nin Türkiye’ye karşı açtığı davalardır. Ergenekon operasyonu, 5 Kasım 2007 günü, ABD Başkanı Bush’un, Oval Ofis’te Tayyip Erdoğan’a verdiği talimat doğrultusunda başlatılmıştır. Bunu, Erdoğan’ın yol arkadaşı Fehmi Koru açıklamıştır.
Bu operasyonlarda tutuklanacak ve yargılanacak olanların listesinin ABD makamları tarafından düzenlendiği ve uygulayıcılara verildiği basında açıkça yazıldı.
Operasyonları yürütmek için, 18 Şubat 2008 günü ABD’den 35 kişilik bir ekibin geldiği ve Ankara’ya yerleştiği açıklandı.
Operasyonlar bu ekibin talimatları doğrultusunda, F Tipi Gladyo tarafından uygulanmaktadır.
Türkiye’nin devrimcilerini, yurtseverlerini, Türk Ordusunun değerli komutanlarını, ABD adına yargılamak görevi ise Beşiktaş Terör Örgütü’ne verilmiştir.
BOP UYGULAMASI
ABD’nin, Ortadoğu ve Türkiye’deki stratejik hedefi bellidir. Bunu, BOP haritalarıyla da ortaya koymuştur. Cumhuriyetimizi yıkmayı, Milli Devletimizi imha etmeyi ve vatanımızı parçalamayı amaçlayan BOP’un uygulanabilmesi için buna direnecek milli güçlerin tasfiyesi gerekmektedir.
Nitekim son operasyon da, Amerikan emperyalizminin, BOP Eşbaşkanlığı eliyle Türkiyemizi Suriye üzerine sürmekte olduğu, bölücü terör saldırılarında onlarca şehit verdiğimiz, bölünme anayasasının dayatıldığı, vatanımızın bölünüp, Türk Ordusunun tasfiye edilmeye çalışıldığı koşullarda yapılmıştır.
SİYASİ PARTİ FAALİYETLERİ SUÇ SAYILIYOR
Operasyonların ve sözde yargılamaların konusu, İşçi Partisi’nin anayasal güvence altındaki meşru siyasi faaliyetleridir.
İşçi Partisi’ne yönelik bu saldırılar, AKP’nin ‘ileri demokrasi’ adını verdiği faşist uygulamaların pervasız birer örneğidir.
Özel Görevli Savcılar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın; Özel Görevli Mahkeme de Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini gasp etmişlerdir.
İŞÇİ PARTİSİ ENGELLENEMEZ!
HEPİMİZ DOĞU PERİNÇEK OLDUK!
Çabaları boşunadır. Yasal, meşru ve haklı siyasal mücadeleleri nedeniyle tutsak alınan İşçi Partisi yöneticilerinin yüksekte tuttukları devrim bayrağı yere düşmedi. Nöbet yerlerini doldurduk. Bayrağı daha yükseklere çıkaracağız
Bu saldırılar, İşçi Partisi’nin tarihsel rolünü, mücadelesinin etkisini ve haklılığını, ülkemiz ve milletimiz için yaşamsal değerini bir kez daha göstermiştir.
İşçi Partisi, ülkemizi ve milletimizi savunmaya devam edecektir.
Onbinlerce üyemizle, hepimiz Doğu Perinçek olduk!
Hepimiz Mehmet Bedri Gültekin, Erkan Önsel, Turhan Özlü olduk!
BÖLÜNME ANAYASASI’NA HAYIR!
ÖZEL GÖREVLİ MAHKEMELER KALDIRILSIN!
Türkiye’miz bölünme anayasası dayatması ile karşı karşıyadır.
AKP, demokrasi ve özgürlük yalanlarıyla faşizmin anayasasını getiriyor.
Özel Görevli Mahkemelerin olduğu, siyasi parti faaliyetlerine hayâsızca saldırıldığı bir ülkede, demokrasiden söz edilemez.
Bu nedenle, öncelikle Özel Görevli Mahkemeler kaldırılmalı ve tutuklu İşçi Partisi yöneticileri derhal serbest bırakılmalıdır.
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu
İşçi Partililer buna ne diyecek
http://www.serbesti.net/showentry.php?sNo=21145
http://www.youtube.com/watch?v=xs5g0p9crmA
tamda kck tutuklamalarına ve bdp ye karşı siyasi ve askeri operasyonların hukuksuzluğunu söyleyip bizde buradayız irademe dokunma mitingini yaptığımız gün asıl operasyon bize diyen işçi partisinin aslında devlet ve iktidarın yaptığını başka bir kanal ve yoldan yapan devletin ve faşist sistemin savunucusu olduklarını kanıtlamazmı?mitingin en ilgi çekip dikkatleri toplayan katılımcısı anarşistlerin yanına viva anarşia diyerek sohbet ettim ve kendilerini kutladım.gün zilleli yanınızdamı diyede sordum öncelikle hertürlü devlet ve iktidarın katil olduğunu haykıran siyah kırmızı bayraklarla alanda yer alarak demirtaşın konuşmasının arasında katil devlet diyerek devlet-iktidar karşıtı duruşları ve sistem mağdurlarıyla güzel bir dayanışma örneği gösteren anarşistleri bdp üyesi olup kendileri gibi anarşizmi bulunduğu yerdede savunan bir yoldaşları olarak çok memnun olduğumu paylaştım.özgürlükçü siyasi kürt hareketi ile iktidar ve devletin arasındaymış gibi gösterilen mücadelenin aslında toptan ülkemizin ceberrut zalim sistemi ile bu sistemin tüm mağdurları arasında olduğunu özgürlükçü devrimcilerden emekçilere bütün toplumsal muhalefet dinamiklerinin birlikte iş yapmasının örneğini görünce devlet ve iktidarın ne özgürlükçü siyasi kürt hareketini nede artık kendini toplumsal muhalefetin dinamiği hisseden toplumsal muhalefeti yok edemedyeceğini daha iyi anladım hatta sistemin devlet iktidar hegemonyasının tükenmeye başladığını şimdiden söylersek yanlış olmaz.selam olsun baskı ve zülme direnenlere
Bu arada Yalçın Küçük kemalist falan değildir, onun “kemalistliği” dönemsel bir tavırdır. Birkaç yıl önce, Fatih Altaylı ve Fikri Akyüz’ün bulunduğu bir programda Yalçın Küçük aşağı yukarı şöyle bir şey söylemiştir: “Biz sosyalistiz, sosyalizm ile kemalizm ayrı şeylerdir. 2002’de AKP iktidara geldiğinde ‘ben kemalistim’ dedim; çünkü bugün 1918 koşullarındayız. Cumhuriyet tehdit altındadır. Ben yıllar önce Türkiye solcuları için şu tespiti yapmıştım: ‘kemalizm bizi ileriye götürmez, biz kemalizmden geriye düşmeyiz’. Cumhuriyetin gerisine düşemeyiz.” Yalçın Küçük’ün fikriyatında baş çelişki halk ile “tekeliyet” (ve tekeliyet’in destek gücünü oluşturan Türk gericiliği, veya buradaki tabirle “Anadolu sağcılığı”) arasındadır. Tekeliyete karşı hangi dönemde bir halk yükselişi potansiyeli doğarsa Yalçın Küçük oraya koşup orada faaliyet yürütür. 15-20 yıl kadar önce sekülerist ve sosyalizan damara sahip bir Kürt yükselişi vardı ki Yalçın Küçük burada faaliyet yürütmüştür, sonraları HADEP döneminden itibaren Kürt hareketinin devletle, Türk sağıyla, ve Barzanicilerle müzakere etmesinden sonra Küçük buradan kopmuştur. Sonrasında da Neo-Özalist AKP-Cemaat bloğuna karşı da ulusalcı kesimin içinde faaliyet yürütmeye başlamıştır. Küçük, yaptığı konuşmalarda ve yazılarda sık sık “Türk ve Kürt ilericiliğini birleştirme” teması üzerinde durur ve ulusalcılara sık sık Kürt halkına ve solculara dostça yaklaşmalarını, onlarla ittifak kurmalarını telkin eder (bu arada Küçük’ün Kürt mücadelesine bakışı pek değişmemiştir, kendisi sadece Kürt özgürlük hareketi içindeki sağ, muhafazakar, Barzanici vb. eğilimlere karşıdır, Kürt mücadelesi içinde yer alan sol kesimlere, onların mücadelesine sevgiyle bakar). Küçük, ulusalcılığın iki ana akımı olan TÜSİAD’çılığa da Avrasyacılığa da karşıdır (özellikle TÜSİAD’ın bütün pisliklerine karşı fazladan -ve haklı- bir takıntısı vardır), ulusalcıları radikal sola kazandırmaya çalışır. Yalçın Küçük’ün işçi sınıfından kopuk, farklı dalgalar üzerinde yükselen, pragmatist çizgisini doğru bulmasam da kendisi bu farklı dalgaların yönünü değiştirme ve bu dalgaları sola doğru çevirme konusunda ustadır. Mesela, bugün dahi Kürt hareketinde seküler, anti-feodal ve anti-Barzanici bir damar varsa; Kürt sağı bugün dahi Kürt özgürlük hareketini bütünüyle ele geçiremediyse, bunda Yalçın Küçük’ün önemli bir payı vardır.
Doğu Perinçek neden Öcalan’la görüştü? http://www.youtube.com/watch?v=FDd6iscFkiw
Aydınlık Hareketi http://www.youtube.com/watch?v=uCRG7NU62o4&feature=related
Ek olarak, Yalçın Küçük hakkında söylediğim olumlu şeyleri İP’liler hakkında söyleyemeyeceğim, onlar tamamen oportünistik bir yola ve zihniyete sahiptirler. Devlet tarafından mağdur edilmişlerdir, bu mağduriyete karşı çıkmak gerekir fakat onların tuttuğu yol (sınıf işbirlikçiliği, milliyetçilik, Avrasyacılık vs.) yanlıştır.
Soru: Profesör Yalçın Küçük’ün tutuklanmasına sahiplenmemiz gerekmiyor mu?
Cevap: Sistem tarafından tutuklananlar cezaevlerindeyken haklarında söz söylenmesini doğru bulmuyoruz. Devrimciler, Komünistler işçi sınıfı ve emekçilerin safında taraftır. Tekelci, militarist polis devletinin sömürücü kadrolarının, işçi ve halk düşmanı politikalarıyla, iç hesaplaşmasında nasıl taraf olabilirler? Yalçın Küçük ilerici-devrimci cenahın değil sistemin, rejimin, düzenin ve devletin bir elemanıdır. Yaşamı boyunca kırk boyaya girip çıkmış birinin, ideolojik ve ruh sağlığını kaybetmiş birinin hapishaneye değil, hastaneye ihtiyacı vardır.
http://sorunpolemik.com/SP/423/kolektifimizin_etkinliklerinde_karsilastigi_sorunlar_sorular_ve_cevaplar_/
Anonim arkadaş “ideolojik ve ruh sağlığını kaybetmiş birinin hapishaneye değil, hastaneye ihtiyacı vardır” deyince aklıma bu sitede de karşılaştığımız şu söz geldi: “Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?”
Merak etmeyin, anaakım medya ve devlet güçleri her gün Yalçın Küçük’e (ve daha pek çok Ergenekon, Devrimci Karargah ve KCK davası mağdurlarına) hastane/hapishane hayatı yaşatıyor zaten.
Haklısınız o konuda tabi ama benim vurgulamak istediğim nokta, “Yaşamı boyunca kırk boyaya girip çıkmış ” olan, aynı anda hem sosyalist, hem Kemalist, hem de PKK yanlısı politikaları savunan oportünist kişileri teşhir etmek. Alıntıyı onun için paylaştım.
Bu arada, Kemalistlere-Ulusalcılara karşı Liberallerin-İslamcıların tarafında olmayı savunmuyorum tabii ki. Egemen sınıf içi çatışmalar bizi ilgilendirmemeli. Ne ulusalcılar ne liberaller.
Size aynen katılıyorum o konuda, emekçilerin-ezilenlerin özgücüne dayalı olmayan bütün ideolojik sapmalar (ulusalcılık, liberalizm, kimlik-indirgemecilik, sivil toplumculuk vs) ideolojik temelde mahkum edilmelidir. Benimse anlatmaya çalıştığım, Yalçın Küçük’ün ulusalcı olmadığı, oportünist biri de olmadığı, eski fikirlerini de büyük ölçüde bugün sürdürdüğüdür. Nitekim Kürt solu içersinde bugün dahi Yalçın Küçük’ün yazılarını, kitaplarını okuyan, onun fikirlerine değer veren kimseler vardır (mesela, Öcalan).
…ki Nasname, KADEP, HAKPAR gibi Barzanici çevrelerin sabah akşam Yalçın Küçük’e sövmelerinin nedeni de budur.
Yalçin Küçük gibi ucubeye de sarildin ya, tam yerini buldun, sen de amirin, idolün Gün Zileli gibi sabah aksam yahudilere söv, anti-semitizm yap. Yahu bir de kendinize sosyalist falan diyorsunuz, sizin neo-nazilerden ne farkiniz var ?
Casus, daha önce pek çok sefer sana antisemitizm ile antisiyonizm arasındaki farkları anlatmaya çalışmıştım, görüyorum ki anlamamışsın. Burada tekrar açıklama gereği duymuyorum…
Ucube telefon rehberi gibi kitap yazip alakali alakasiz herkesi Yahudi olmakla suçluyor. Amirin Gün Zileli ise iki-üç sayfa boyunca Londra’daki Yahudilere agza alinmayacak küfürlerle saldiriyor. Senin de , amirin Zileli’nin de neo-naziden ne farkiniz var? Birak bu anti siyonizm laflarini, nereden geliyor bilmem ama ikiniz de antisemitsiniz. Ama Yahudilerden menfaat elde etmeye gelince kirk takla atar, sahtekarca judeofil geçinirsiniz o baska.
çıracı’nın sorunu solun içinde bulunduğu komik durumu özetliyor aslında. sormak lazım yalçın küçük’ü bir şekilde savunan biri nasıl “ama perinçek farklı” diyebilir. buna kesinlikle inanıyorum ki perinçek yalçın küçük’ten kendi içinde çok daha tutarlıdır. perinçek tutarsızsa, oportünist şu buysa, yalçın küçük on misli öyledir. yalçın küçük’ü bir şekilde savunup perinçek’i savunmamak solda hasıl olmuş, çoğu zaman mantıksız, haklı gerekçelere dayanmayan default perinçek nefretine dayanıyor. perinçek, metin kayaoğlu’nun da bir makalesinde söylediği gibi, tüm politik salvolarına rağmen türkiye devrimci hareketinin gördüğü en etkili (bunu kitleye hitap gücü, üslup, üretkenlik olarak kullanıyorum) liderdir. ne mahir, ne deniz, ne de kaypakkaya onla bu konuda yarışabilirdi. ama bunu onu olumlamak, 69’dan beri sürdürdüğü politik maceranın günahları ve hatalarını temize çıkarmak için söylemiyorum. olumlu ve olumsuz yanları bir arada değerlendirirsek daha doğru yaparız. bu nedenle yalçın küçük iyi ama perinçek ı-ıh demenin hiçbir mantıki açıklaması olamaz.
ya da şöyle soralım. bugün işçi partisi’den çok daha sağcı söylemleri kullanan halkın kurtuluş partisi neden işçi partisi’nin çektiği tepkinin onda birini çekmez? en az aydınlık kadar eski olan bu hareket gayet milliyetçi bir yerde. fakat tarihi boyunca hem perinçek gibi bir liderden yoksun kalmıştır (ki bu dediğim anlamda solun öteki grupların iktidarını “etkililik” bağlamında tehdit edemediğini gösterir) hem de solun “aydınlıkla kan davasına” tüm ortak özelliklerine rağmen dahil olmasıyla açıklanabilir, tabi ki.
Perinçek’e ve Aydınlık hareketine karşı özel bir garezim yok, hatta Ulusal Kanal’a yapılan son polis baskınından sonra onların yayınlarını da takip etmeye başladım. Onların hem polis tarafından, hem de diğer sol gruplar tarafından baskıya uğratılmasına ben de karşıyım. Yalçın Küçük’ü İP’lilerden daha yeğ gördüm, çünkü Küçük eski düşüncelerini de büyük ölçüde savunmaya devam ediyor, ayrıca onun bir politik yol haritası var, onun tabiriyle “Türk gericiliğinin” dışında kalan grupları (yani potansiyel muhalefet odakları) birleştirmeye çalışıyor, hem bazı gruplarla bizzat görüşerek hem de yazdığı kitaplarla sola telkin ederek bunu yapıyor. Ancak İP çevrelerinin böyle bir çabası yok gibi görünüyor (yanlışsam düzelt), onlar diğer muhalefet odaklarından uzak duruyor. İP’nin diğer bir göze batan yanı ise Aleksandr Dugin’in yürüttüğü Avrasyacılık faaliyetine çok fazla bel bağlamış olmaları; sırf ABD karşıtı olacağız diye Rusya-Çin-İran gibi emperyalizmin bir başka bloğuna hayırhah bakmalarıdır. Yalçın Küçük ise Avrasyacılığa karşıdır, onun ayrı bir ütopyası vardır (bunu Aydınlık çevrelerinin yayınlarında anlatmaz ama kitaplarında anlatır). Küçük’e ve İP çevrelerine yönelik ortak eleştirim ise (tekrarlayacak olursak) işçi sınıfından kopuk bir siyaset yürütmeleridir.
Yanlış anlaşılmasın, ABD-AB-İsrail bloğu bugün emperyalizmin baş yürütücüsüdür ve “Avrasya Bloğu” denen ülkeler ise kuşatma/yalıtma altındadır. Fakat bu kuşatma durumu ortadan kalktığında bu Avrasya ülkeleri de en az ABD kadar emperyalist olacaklardır, çünkü bu ülkelerde de büyük devlet ve büyük sermaye fetişizmi var, emek sömürüsü konusunda da batı ülkelerinden eksik kalır yanları yok.
Bu arada hakkını vermek lazım, İP’lilerin en olumlu bulduğum yanı Bilim ve Ütopya dergisini çıkarmış olmaları, ısrarla-inatla laik düşünceyi, bilimsel eğitimi savunmaları, Turan Dursun gibi aydınlarla çalışmış olmaları, bütün politik savrulmalara rağmen bu konudan hiç ödün vermemeleridir. Zaten bu yüzden Perinçek çevrelerinin Ergenekon davasından hapse atılmalarına en çok sevinenler Adnan Oktar (Harun Yahya) gibi mahlukatlar olmuştur. Dini gericiliğe karşı mücadelede İP geleneğinin katkılarını gözardı edemeyiz.
“Nikita Tayyip” başlıklı yazım pek yakında sitede yer alacaktır. Duyurulur.
Bir arkadaş benim facebook’uma koymuş. Hemen okumak isteyen arkadaşlar oradan da okuyabilirler.
buradan da
http://jiyan.org/2011/11/nikita-tayyip-gun-zileli/
Sayin Zileli,
Harika bir tavir sizinki. Adam olmak budur iste… Egip bükmeden, kivirmadan özür dilemeyi bize ögrettiginiz icin tesekkür ediyorum bir kere daha. Sizi bir kere daha sevdim 🙂 Bir o kadar da Halil Berktay´a saygi duyuyorum. Her yazisi ögretici ve ufuk acici. Mükkemmel bir analiz gücü var ve her yazisi projektör görevi görüyor. Özellikle bugünlerde Kürt hareketine yönelik yazilari, bir Kürt olarak cok hosuma gidiyor. Pekcok Kürdü sinir etse de… Sadece bu mu? Sosyalizme dair, Türkiyedeki ulusalcilara dair ve daha pek cok konuda… O´nun eski bir mesai arkadasi olarak sizin de yazilariniz son derece hos. Ikinizi elimden geldigince takip etmeye cabaliyorum. Ama itiraf etmeliyim ki ben sizin gibi elestirel bir pozisyonda degilim Taraf´a ve Halil Berktay´a karsi… Taraf´in katilmadigim bir iki noktasi genel anlamda hep var ama simdi bu konuya girmeyecegim. Calismalarinizda basarilar. Saygilarimla
Ulaş Boz arkadaşım, Taraf’a ve Halil Berktay’a daha eleştirel yaklaşmanızı salık veririm. Bu gazetede Emre Uslu gibi operasyoncu polisler de yazmaktadır ve ne yazık ki Halil Berktay, Kürt meselesinde, genelde olumsuz bir noktadadır.
Bir İP’li olarak ya da en azından -her nedense- öyle kalmaya çabalayan biri olarak ertan sana teşekkür ediyorum, çünkü bugüne kadar duyduğum en sağlam İP eleştirilerden birini yapmışsın. Bu konuda ağzı olan konuşuyor ve İP’e vurmak bir moda. Galiba ne kadar solda olduğunuzun başlıca delaletlerinden biri İP’e sallamak. Ayrıca Aydınlık Hareketi’nden uzun yıllar önce kopmuş ve şu an çok farklı bir noktada olan Gün Zileli’nin internet sitesinde hala Doğu Perinçek tartışmalarının olması da başlı başına bir ironi midir bilemedim ama güldüm.
Ve ayrıca yine bir İP’li olarak bu sayfayı açıp, yazıları okuyup, sonra bunları yazmam.