“Evet mi?”, “Hayır mı?” Bölünmesini Niçin Boykot Ediyoruz? Bu Tartışmaya Niçin Katılmıyoruz? (10.07.10, Sorun Dergisi – Sırrı Öztürk)
Hâkim gerici sınıflar, anayasadaki kısmî değişikliğini içeren referandum oyununda emekçi halklarımızın bilincini yarattıkları suni çelişkilerle bir kez daha “Evet mi?”, “Hayır mı?” diye böldüler.
Tekelci, militarist polis devleti T. C. gerek kendisinin gerekse kapitalist sistemin yapısal krizinden bir türlü çıkamıyor. Gerici reform dahi yapamıyor. Avantalar yağmalar düzenine dönüşen kapitalist üretim anarşisine dayalı sistem emekçi yığınlar için her geçen gün daha da dayanılmaz hale geliyor.
Sahte “laikçi-şeriatçı” gündemi hâlâ birilerinin kafasını kurcalıyor ve bu aldatıcı düzenek bir türlü bozulamıyor.
Uzlaşır çelişki ve çatışkılarıyla iktidar için kurumlar arasında paylaşım kavgası veren gerici, sömürücü güçler, Ordu, Anayasa Mahkemesi, HSYK vb. kuruluşlar üzerinde denetim kurma kavgasını vermektedir. Hâkim gerici sınıfların kendi arasında cereyan eden düzen içi çatışmasında insanlarımız “Evet” ile “Hayır” gibi gerici tercihlere zorlanmakta; sistemin bekası için taraf olmaya zorlanmaktadır.
Emperyalist-kapitalizmin çıkarları doğrultusunda hareket eden, sınıfsal çıkarları gereği de etmek zorunda olan T.C. burjuvazisi ve ortakları, önlerindeki en ufak yasal engeli kaldırmak isterlerken bile bir iç çatışmaya girmişlerdir. Yeni dönemde işçilerden-emekçilerden emecekleri kanın kendi aralarında paylaşımı hesabını yapmaya koyulmuşlardır.
“Evet” ile “Hayır” arasında ne fark var? Çürüyüp çözülen sistem kendisini aşamamaktadır.
Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar etkili ve bütünlüklü bir politika üretemediği için de Burjuva-Proletarya temel çelişkisi bir türlü ön plana çıkarılamıyor. İşçi sınıfı ve emekçi halklarımızın talep ve ihtiyaçlarını gündemleştirip sağlı-“sol”lu burjuva partilerinin demokrasicilik oyunu bir türlü bozulamıyor.
Sistemin / rejimin yaşadığı kriz ortamında, çelişki ve çatışkılarıyla saflaşan güçlerin arasına, parlamentarizme ve emperyalist-kapitalizmin bölgedeki oyunlarına “kama sokacak” örgütlerimizin işbaşı yapamadığı bir ortamda “Evet” ile “Hayır” saflaşmasına alet olmayı, devrimcilik, ilericilik, demokratlık olarak pazarlama girişimlerine göz yumulamaz.
Sosyal muhalefet dinamiklerini uyumlandırıp kurmaylık görevini yerine getirecek birleşik-güçlü-güvenilir ve donanımlı İşçi Sınıfı Partisi de henüz üretilemediğinden “Milli Mesele” ile “Milliyetler Meselesine” de proje üretilemiyor.
Tarihsel ve sosyal haklılıklarıyla sürece müdahale edebilecek Kurum ve Araç’lara sahip olamayan Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar henüz “Öndersizlik Krizi”ni aşamayan duruşlarıyla kurmaylık görevini bir türlü yerine getiremiyor.
Burjuva ve küçükburjuva “sol” akım temsilcileri sistemin / rejimin kendilerine açtığı kanallarda kendi ideolojik konumlaşmalarıyla politika yapmaktadır. Kimisi sisteme kalp ilacı olan parlamentarizm ile uğraşırken kimisi hâkim gerici sınıfın açtığı gündemlerde boğulup gitmektedir. Burjuvazinin niyetleri uzantısında insanlarımıza “Evet mi?”, “Hayır mı?” türünden dayatılan gerici gündeme birileri de baştankara girmiştir. Böylelikle bilimsel öz ve dayanağından yoksun tartışmalarla işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın bilinci bulandırılmaktadır.
Aşırı teorisizme ve entelektüalizme kaymış, “gelin tartışalım” dışında bir görevi olmayan kimi aydınlar da sözüm ona tahlil ve yorumlarıyla işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın bilincini bulandırma işine en ön saflarda yardımcı olmaktadır.
İşçiler, emekçiler, işsizler, ezilen ve sömürülen tüm insanlarımız örgütsel güvencelerinden yoksun biçimde burjuvazinin yalanları karşısında yalpalamaktadır.
Burjuva ve küçükburjuva “sol” akımlar ve onların örgütleri kendilerine dayatılan “Evet mi?”, “Hayır mı?” saflaşmasına alet olarak devlet tekelci kapitalizminin sahte ve suni gündemini ne değiştirebilir ne de dönüştürebilir.
Hâkim gerici sınıflar tarafından gündemleştirilen “Anayasa değişikliğine Evet mi?-Hayır mı?” dayatması; işçi sınıfı hareketine, sosyalist harekete, emekçi kadın hareketine, ilerici-devrimci gençlik hareketine, Kızılbaş-Alevi hareketine ve Kürt ulusal özgürlük hareketine, ayrıca fukara Müslüman insanlarımıza, yoksul köylülüğe hiçbir yarar getirmeyecektir.
Sınıflar mücadelesinde değişim ve dönüşüm denildiğinde modern sosyal sınıfların “güreşi” akla gelir. Bu memlekette bu türden bir sınıfların “güreşi” burjuva diktatörlüğü altında kuraldışına çıkarılmıştır.
T. C. devleti kurulurken işçi sınıfı ve emekçi halkların talepleri bastırılarak devlet eliyle burjuva yetiştirildi. Bir yandan da “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütleyiz…” nutuklarıyla sınıf gerçekliği inkâr edilmeye çalışıldı. İşçi sınıfı hareketi, sosyalist hareket devlet terörüyle ezildi. Kürtler, Kızılbaş-Aleviler kütlesel kırım ve kıyımlardan geçirildi. Ulusallık-Sınıfsallık dinamikleri içinden ve dışından kuşatıldı. Sosyal muhalefet dinamiklerinin birlikte hareket etmesi çeşitli yöntem ve araçlarla engellendi.
Finans kapitalin oluşması geç oldu, fakat güç olmadı. Sermaye sınıfı uluslarötesi tekelci sermayenin yer yer yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronu olmayı becerdi.
Kapitalist anarşiyi aşmaya yönelen örgütlerimiz devlet terörüyle bastırılıp dağıtıldı. Yeri bir daha doldurulamaz nitelikteki insanlarımız darağaçlarını süsledi ve kırlarda, kentlerde katledildi.
İdeolojik-Politik-Örgütsel konumuyla bir türlü ayrışıp bütünleşemeyen “Sol Cenahımız” eklektik, bilim ve akıl dışı yol ve yöntemlerle ne siyasal-sosyal devrim yaptı ne de yığınağını olması gereken yere yapabildi.
Burjuvazi, “Sol Cenahımızın” politikasızlığını büyük bir ustalıkla kullanmasını bildi ve öncelikle emekçi halklarımızı “zengin-fakir” olarak rahatlıkla böldü. Sınıf çelişkileri iyice derinleştirildi. Ardından “Alevi-Sünni” insanlarımızı birbirine karşı böldü-kışkırttı ve onarımı zor düşmanlıkların tohumlarını ekti. Peşi sıra “Türk-Kürt” karşıtlığını -düşmanlığını- yaratarak ırkçı ve milliyetçi akımları daha da kışkırttı.
Bunlar yetmiyormuşçasına şimdi de, gerici Ana ve Baba yasalarının ömrünü biraz daha uzatabilmek adına yapılan kimi makyajları “Evet mi?”, “Hayır mı?” diye dayatarak yeni bir bölünme tezgahını öne sürüyor.
Burjuvazinin “vukuatı” ile; siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, askerî vb. açılardan yaratmış olduğu bu durumun -kapitalist anarşinin- tüm suçu; büyük bir utanmazlıkla “Vatan hainleri, komünistler, bölücüler, anarşistler, teröristler” tekerlemeleriyle “Sol Cenahımızın” üzerine yıkılmak istendi.
Devletin açtığı kanallarda faaliyetlerine izin verilen sendika bürokrasisi ile sağ ve “sol” teslimiyetçi oportünist örgütler marifetiyle İşçi Sınıfı Partisi (İSP)’nin örgütlenmesine darbeler vuruldu. İdeolojik-teorik yaklaşımlarıyla İSP’nin oluşturulmasını bilince taşıyan kadrolar da burjuvazinin bu oyununu tersyüz edebilecek ideolojik-teorik-politik politikalar üretemedi, yeni adımlar atamadı.
Tekelci sermayenin “yüksek” çıkarlarını gözeten faşist askeri darbeler yöntemiyle işçi sınıfını politika dışında tutan, politikasızlaştıran yöntemlerle işçi sınıfı ve emekçilerin davranmasının önü kesilmek istendi, faşist baskı ve terör yöntemleriyle yüreklere korkular salındı-aşılandı.
“Evet mi?”, “Hayır mı?” türünden dayatılan gerici tercihlere karşı işçi sınıfının ve emekçi halklarımızın çıkarlarına hizmet edebilecek devrimci tavır ne olmalıdır? Devrimcilerin, Komünistlerin dikkat edeceği husus yalnızca budur.
Burjuvazinin çıkarlarını koruyup kollayan yasal ve anayasal düzenlemelerde işçi sınıfı ile emekçilerin çıkarlarını koruyup kollayacak örgütsel güvencelerimiz hâlihazırda yoktur. Nüveler hâlindeki kadrolar da dağınık ve güçsüzdür.
Burjuva diktatörlüğü altındaki barajlı ve emekçiler için binbir engelli seçimler sonucunda ortaya çıkan “iktidarlar” iddia ettikleri gibi ne yasal ne de meşrudur. Sosyal-ekonomik-siyasal-kültürel açılardan eli, kolu, ayağı, ağzı, dili bağlanmış insanlarımız iki gerici odak arasında nasıl bir seçim yapacaktır? Bu şartlarda yapılan tercihlerde “Milli irade” dedikleri şey hâkim gerici sınıfların “yüksek” çıkarlarını koruyup kollayanların işbaşı yapmasından başka bir şey değildir.
İşçi sınıfı ve emekçilere hiçbir ışık getirmeyen anayasa değişikliğinin referanduma sunulması olayına “Evet” ya da “Hayır” denilmesiyle devlet / sistem / rejim reform yapmış sayılmayacaktır. Burjuva diktatörlüğü gerici yasa ve anayasalarla devam edecektir. AKP’nin şahsında hâkim gerici sınıfların siyasî çıkarları da bir biçimde tahkim edilmiş olacaktır. Devrimciler, Komünistler, gerici reform dahi yapamayan burjuva iktidarlarının oyunlarına “Evet” ya da “Hayır” diyerek alet olamazlar. Çünkü onların yararına hiçbir durum söz konusu değildir. Bu türden bir saflaşma yerine sistemin / rejimin ideolojik-sınıfsal konumunu, mantığını, işleyiş kurallarını açığa vuracak, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın talep ve ihtiyaçlarını gündeme getirecek çabalara ihtiyaç duyulmaktadır.
“Evet mi?”, “Hayır mı?” saflaşmasında -bölünmesinde- işçi sınıfı ile emekçilerin hiçbir çıkarı söz konusu değildir. Bu nedenle Devrimcileri, Komünistleri bu iki seçenek arasında tercih yapmaya zorlayacak ya da ikna edebilecek bir gerekçe zaten söz konusu olamaz.
Burjuvazinin çıkarlarını zora sokacak, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın çıkarlarını gündemleştirecek, kitleleri seferber edip dayatacak, devrimci taktiksel zenginlikleri uygulayacak birİSP de yoktur.
Devrimcilerin, Komünistlerin kitlelerin politikleştiği bu türden “seçim” ortamlarında gündeme getireceği birinci madde İSP’nin oluşturulmasıdır.
“Sol Cenahımız” açısından geçerli bir özeleştiriyi bir kez daha dillendirmeyi ve ortaya çıkan bu durumu tahlil ederek bazı saptamalarda bulunmayı ve de bu vesileyle konu üzerindeki görüşlerimizi tekrar etmeyi uygun buluyoruz:
. Sistemi hakikî reformlar yapmaya zorlayacak ve de burjuva diktatörlüğünü
aşabilecek mekanizmaları bir türlü üretememişiz.
. Burjuvazi ile her alanda boy ölçüşecek ve iktidara gelebilecek birleşik, güçlü,
güvenilir ve donanımlı bir SINIF PARTİSİ’ni üretip işbaşı yaptıramamışız.
. İşçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği davasını ete kemiğe büründürememişiz.
. Biricik sınıfsal-örgütsel güvencemiz olan Komünistlerin Birliği’ni telaffuz etmiş,
bu kararla yola çıkılmış, fakat pratik örgütçülükte anlamlı ve ileri bir adım
atamamışız.
. Kapitalizmden büyük zarar gören sosyal muhalefet dinamiklerini tutarlı-somut-
amaçlı projelerimizle bir araya getirememişiz.
. Modern Proletaryanın önderliğinde Ulusallık-Sınıfsallık dinamiklerini yan yana
getirememişiz.
. Kolektif aklı, kolektif bilinci ve kolektif eylemi bir türlü örgütleyememişiz.
. Birbirimizden öğrenememiş, deneyim aktarımında bulunamamış, birlikte
yürüyememiş, kolektif iktidar projesi üretememiş olan “Sol Cenahımız” büyük ölçüde
işlevsiz bir konuma düşürülmüştür.
“Evet mi?” (akp, sp, bbp vb.), “Hayır mı?” (chp, mhp vb.) gerici saflaşmasında bir de BDP tarafından “Boykot” çağrıları yapılmıştır. Burjuvazinin göstermelik seçim mekanizmalarına katılmak ya da katılmamak işçi sınıfı ve emekçilerin o günkü sınıfsal çıkarlarıyla ilgilidir.
“Boykot” tavrı işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarına önemli, kayda değer bir katkı sunuyorsa, burjuvazinin oyunlarını bozmaya ve sistemi geri adım atmaya zorluyorsa bu yöntem düşünülebilir.
Bir de “Yetmez ama Evet” cephesi (nevzuhur “Avrupa standartlarına uygun sosyal-demokrat parti” edp ve diğer dönek “solcu” liberaller) ile “Yeni bir anayasa için Hayır” cephesi (sip partisi tekape, ödp, emep, disk, tmmob, kesk, halkevleri vb) oluştu.
Burada seçim ve oy hesapları ile parlamentonun kullanılması gibi tartışmalara girmeden söylenecekse:
T. C.deki seçim sistemlerinde kullanılan oyların önemli bir bölümünün “Boykot” tercihinde bulunması emekçileri hâkim sınıf gündemlerine mahkûm olarak gören her iki burjuva cephesine de vurulacak önemli bir darbe ve ders olacaktır. Dolayısıyla ancak böyle etkili bir sonucun örgütlenebileceği, gerçekleştirilebileceği hesaplanıyorsa bu boykot çağrısının bir anlamı olabilecektir. Üstelik çağrı yapmak da yetmez, Erdoğan’ın “Evet” turu, Kılıçdaroğlu’nun “Hayır” turu gibi de değil, kapı-kapı dolaşarak “Boykot”un gerekçesi anlatılmalıdır. “Boykot” çağrısı sistemli ajitasyon, propaganda, yetenek ve hatırı sayılır bir örgütlülüğü gerektirir. Yoksa bu türden pasif bir boykot anlayışı, “Hele bir kelle sayımız ortaya çıksın” çağrısı olarak kalmaya mahkûmdur. “Evet”, “Hayır” ile “Boykot” tercihlerinin sonuçları şimdiden aşağı yukarı bellidir. Sonuçta: “Evet” oylarının çokluğuyla ya AKP’nin dediği olacaktır. Ya da “Hayır” oylarıyla AKP tepe taklak olup CHP veya MHP öne çıkacaktır. Ancak “Boykot” oylarının önemli bir düzeyde oluşu sistemi / rejimi ve herkesi düşündürecektir.
“Boykot” kararı alan BDP ve ona eklemlenmekten öte ciddî hiçbir politikası olmayan diğer “ilerici” ve “sol” örgütlerin sosyal muhalefetin tamamını seferber edebilecek, kitleleri bu yolda örgütleyebilecek ideolojik-politik-örgütsel becerilerinin olduğunu ise asla söyleyemiyoruz.
Kolektifimizin önerisi açıktır: Aktif+Örgütlü Boykotu hayata geçirecek çabalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Aktif Boykot ve bu yoldaki ittifak ve güç birliği çalışmalarını, işçi sınıfının sendikal ve siyasal birliği mücadelesiyle birleştirmeli ve gündemde sıcak tutmalıyız.
“Seçim” hesaplaşmalarında sağlı “sol”lu burjuva partilerinin ellerindeki araçlar “Sol Cenahımızın” elinde yoktur. Kamuoyu araştırmalarının göstergelerine bakacak olursak: “Evet” ve “Hayır” saflaşmasında taraflara yüzde 50, yüzde 50 oranında bir “şans” tanımıştır. Böylelikle bazı tahminlerde bulunulmuştur. Hâkim gerici sınıflar gündemlerini bu doğrultuda belirlemeye yönelmiştir.
Devletin sahipleri arasında en büyük payı bulunan TÜSİAD’ın tavrı da bu yöndedir.
Biçimsel ve göstermelik parlamento seçimlerinde “halkımızın” önüne her zaman “vebadan kurtarıp sıtmaya razı etmek” gibi seçenekler sunulmaktadır.
Sokağın diliyle söylenecekse: Bugüne kadar “Bokla tezek arasında yapılan seçimlerde insanlarımız ellerini kirletmemek için daima tezeği tercih etmiştir.”
T. C. devleti demokrasicilik oyununa başlayalı beri bu böyle devam etmektedir.
10 Temmuz 2010
SORUN Polemik Dergisi
Çalışanları Adına
Sırrı Öztürk