Bu yıl Mayıs ayından başlayarak, dünyasal ölçekli antiemperyalist, antikapitalist, devrimci ’68 Hareketi’nin 40.yılı nedeniyle yaygın etkinlikler, tartışmalar, değerlendirmeler, tarif etmeler yapılmaktadır. Ancak yazılan, konuşulan ve resmedilenlerde baskın olan; tarihteki tüm büyük devrimci olay ve kişilere karşı gösterilen, onu “başka türlü” anlatmak, başka bir şey olarak göstermek, kısaca, hakikati egemen olanın hiçbir görüntüsünü bozmayacak biçime büründürmek tavrıdır. Zira burjuvazinin ideolojik-kültürel güdümleme saldırıları; dünyanın emekçi milyarlarını, “insan olan”ı girdabına almakla kalmamış, daha da önemlisi, ’68 devrimci hareketinin hayatta kalmış pek çok önderinin de rızasını almış olmasıdır.
Onlar, bugün ’68 Hareketi’nin, sadece“ yasaklamak yasak” sloganını hatırlamaya çalışarak, onu da yalnızca cinsel anarşinin elverişli bir zemini olarak değerlendirmeye çalışırken, Fransa polisinin, işçi ve öğrenci gösterilerine yönelik gerçekleştirdiği vahşi saldırılara karşı, cadde ve meydanlardan sökülen ve 2 futbol sahası büyüklüğü tutarındaki parke taşlarından ve bu araç türünden kavramlaştırılan “parke taşlarının altı plaj”sloganı ve onun işaret ettiği özgürlük arayışlarıyla hiç ilgili değildirler. Keza, ABD’nin Ankara büyük Elçiliğine atanan Vietnam kasabı ve CIA ajanı Robert Komer’in, ODTÜ’ de rektörlüğün hemen yanında, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Ulaş Bardakçı gillerce ters çevrilerek yakılan CADİLLAC marka arabası şahsında ateşe verilen ABD emperyalizmi eylemiyle de alakadar oldukları yoktur. Vietnam halkının 1968 Ocak ayında, ABD’nin işgal ordularına karşı başlattığı ve kısa süre zarfında onu defeden şanlı “Tet Taarruzu”nun estirdiği devrimci havayla ciğerlerini temizleme ihtiyacı duymazlar. Bu gerçekliği, Hamburg’daki panelde Gün Zileli’nın tavrında bir kez daha çok somut bir biçimde yaşadık.
11 Ekim 2008 günü Hamburg’da bazı derneklerin ’68 Hareketi’ne ilişkin düzenlemiş oldukları panel konuşmacıları, ’68 kuşağından,12 Eylül öncesi Aydınlık dergisi baş teorisyenlerinden Gün Zileli, Muzaffer Oruçoğlu, MLPD’den bir konuşmacı ve Paneli düzenleyen Platformu temsilen de ben vardım. Gün Zileli konuşmasına devrim ve sosyalizm uğruna yürütülen kavgada ölenler için saygı duruşu uygulamasını eleştirmekle başladı. Ve hemen hemen her gün egemen görüntüden bir şeyler bozan günlerle geçen ’68 Hareketi’nin devrimci havasıyla asla ilgili değildi. O hareketin öne çıkan simgelerini eleştirmekle zamanını doldurdu. Bu tavır alış; Gün Zileli’nin, Perinçekçi günleri ve bu gün için durduğu yer itibariyle sosyalistler için hiç de şaşırtıcı değildi. O nedenle, konuşmamda Gün Zileli’nin fikirleriyle uğraşma ya da onu eleştirme gereği duymadım. ’68 Hareketinin devrimci havasını yansıtmaya çalıştım o kadar. Bize ve genç kuşağa gerekli olanın bu olduğu inancındaydım. Eğer Gün Zileli Köxüz internet sitesinde 13 Ekim tarihli makalesinde, o toplantıya katılan insanları küçük düşüren ve toplantı vesilesiyle devrimci ve sosyalistleri aşağılayan ve entelektüel terbiyenin sınırlarını aşan görüşlerini yazmış olmasaydı bu satırları yazma gereği de duymayacaktım.
O söz konusu makalesinde; Ayvalık Cunda adasında bütün ada halkına hoparlörden okunan istiklal marşı karşısında saygı duruşuna kalkmakta ne kadar zorlandığını anlattıktan sonra, bizim toplantı başlarken, bütün tarih boyunca sömürü, politik baskı ve zorbalıklara, yağmacı yayılma ve talan savaşlarına, insanın insana kulluğuna, kısaca sömürü ve ayrıcalıkların olmadığı efendisiz bir dünya yaratmak amacı için savaşmış ve bu uğurda ölmüş insanların anısına yapılan saygı duruşu karşısında o denli zorlandığını anlatmaktadır. Yani aşırı milliyetçi/ırkçı bir içerik taşıyan istiklal marşı ile devrimcilerin o sahici “insan olan” hayatlarını, “başıma Ayvalık’takine benzer bir olay geleceğini hiç mi hiç düşünmemiştim” diyerek özdeşleştiriyor.
Bütün Kemalist cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler ve tüm azınlıklar, istiklal marşı ve benzer ritüellerle asimile edilmek ve Türkleştirilmek saldırılarına uğradılar.12 Eylül faşist cuntası sonrası cezaevlerinde, devrimcileri ideallerinden vazgeçirmek için hoparlörlerden yirmi dört saat boyunca istiklal marşı dinletiyorlardı. Gün Zileli belki daha önceki yararlı hizmetlerinden ötürü, istiklal marşı uygulaması nedeniyle işkence görmemiş olabilir. Ama biz devrimciler bu uygulamayı kabul etmediğimiz için nerdeyse yıllara varan zamanlar ağır işkencelerle karşı karşıya kaldık. Bu işkencelerde birbirlerimizin okşayıcı sıcaklığını hissettik. Eh bunlardan ve daha önce aramızdan ayrılanların o baş eğmez aman dilemez anıları önünde ayağa kalkmayı Bay Zileli ve benzerleri bizlere fazla görmesinler. Kendilerine gelince rahatlıkla o anı terk edebilirlerdi. Buna şaşırmayacaktık. Nitekim Cunda adasına seslenen istiklal marşını sonuna kadar dinleme sabrı gösteriyor. Ama bizim gençlerin “genç devrimci” ajitasyonlarına onun kadar tahammül edemeyebiliyor. Bu tavır alış, Türk milliyetçisi melodinin onun manevi dünyasını ne kadar hoş ettiğini göstermiyor mu? Yüksek perdeden; “kaçacak hiçbir yer yoktu. Ayağa kalkmasam, oradaki insanların uhrevi duygularını incitebilirdim” diyor. Hayır, rızalarını, kurulu mevcut dünyanın egemen kültürü ve propagandasına dâhil etmiş olanların varsaydıkları gibi devrimcilerin ve oradaki kitlenin ne incinecek “uhrevi duyguları”mız ne de öbür dünya inançlarımız söz konusudur. En az Gün Zileli de benim kadar biliyor bunu. Ama devrimci ya da emekçi insan toplulukları böyleleri nezdinde küçücük noktalar görümündedirler. Böylelerin “gerçek insan”a dair düşünce şirazeleri tümüyle dağılmıştır. Ondan dolayı değişik sınıf mensupları ve onların düşünceleri arasında da bir ayrım yapma yeteneklerini kaybetmişlerdir
Bir diğer önemli nokta da şudur. Gün Zileli ve Muzaffer Oruçoğlu kendilerine ayrılan zaman dilimi içerisinde özgün görüşlerini oradaki kitleye anlattılar. Dinleyici inanların inandıkları bir dizi görüş ve konuyu rahat bir şekilde eleştirdiler. Bütün dinleyiciler düzeyli bir demokratik olgunlukla bu eleştirileri dinlediler. Sahici demokrasi o arkadaşlar için tepe tepe kullanıldı. Ama sıra dinleyicilerin kendi görüş ve eleştirilerini dile getirmeye gelince, daha bir iki şey söylenmeden Gün Zileli, on altı yaşında ergenlik günlerindeki bir gencin toyluğuyla toplantıyı protesto ederek salonu terk etti. Sözde gerekçesi de, oraya “ajitasyon dinlemeye” gelmediğiydi. Ve oradaki insanlar, anladılar ki, bunların bürokrasi, hiyerarşi ve şeflik sistemine dair dile getirdikleri şeyler; onların hiç kimsenin şefliklerini hiçbir suretle kabul etmeyecekleri ve bütün insan topluluklarının merhametsiz bir açıkla onların şefliklerini kabul etmeleriymiş. Ya da her toplulukta onların “doğal imtiyazlı haller“i bir kenara not edilmelidir. Gün Zileli,”yirmi yaşlarında gençler ayağa kalkıp, bağıra bağıra, ajitatif bir havada, Muzaffer’in yüzüne karşı, “sağ oportünist”, “menşevik”, “devrimi karalayan kişi” olduğunu söylediler” diye yazıyor. Tabii; dünkü çocuklar, nasıl olur da kalkıp bir dizi yanlışı bir arada söyleyebilen, sermaye ve sömürünün pençesinde her gün acı çeken ve insanlıkları tüketilen milyarların sermaye, sömürü ve politik baskılardan nasıl ve hangi yoldan kurtulabileceklerine ilişkin bir tek söz söylemeyen eleştirmenlere hem de “ayağa kalıp” eleştirebilir. Olur mu böyle şey. Rahatlıkla, “örgütlerin standlarındaki ‘çelik iradeli’ Stalin’i anlatan kitaplara bakarken, ‘iyi ki iktidarda değiller’ diye düşündüm. Yoksa Muzaffer de, ben de duvarın önünde, idam mangasının karşısındaydık” diye yazıyorlar. Ama “yirmi yaşlarındaki gençler” onlara karşı diklendiklerinde gerçek kimlikleriyle sahneye fırlıyorlar. Burada Gün Zileli’nin az önce söylediği “duvar” hikâyesi; tersten tercüme edildiğinde, asıl ve tamı tamına onlar için geçerli değil mi?
Son olarak, hiçbir genç, konuşmasında Muzaffer’i “devrimi karalayan kişi” diye eleştirdiğin duymadım. Üsluplarında bir miktar kızgınlık vardı ve Muzaffer de bir o kadar eleştirilere tahammülsüz ve kızgındı. Ayrıca toplantının çerçevesini çok aştığı halde, oradaki insanlar, gündem dışı görüşleri sabır ve saygıyla dinlediler.
05 Aralık 2008
Hüseyin Tekin
not: bu yazı, www.aveg.org sitesinden alınmıştır.
İlgili Yazılar: Saygı Duruşu
Bazen sitelerde bu tür yazılar çıkıyor, haberim olmuyor, haberi olan arkadaşlar gönderirlerse, onları da koyarız buraya, iyi olur.
bu entelektüel terbiye lafına takıldım. Nedir bu? Yeni yeni kavramlar çıkıyor ortaya.. Açıklansaydı ne iyi olurdu. Var mı böyle bir şey.
Sizin fikirlerinize uzak olsam da, Kaypakkaya’cı grupların hem de Avrupa’daki destekçilerinin toplantılarına katılmış olmanıza bir anlam veremedim. Yani anlaşılmayan şey şudur ki, anarşizm ve temel olarak o izlekte durmayı ve güncel, leninist, stalinist çizgiyi temsil ettiğini söyleyen, eleştiriyi anlamayı bile beceremeyen bu gibi gruplar arasındaki ayrım, neredeyse siyah ve beyaz arasındaki ayrım gibidir.