Ulusların efsaneler ve menkıbeler üzerine kurulduğunu biliyoruz. Peki ya ideolojiler veya siyasi hareketler?..
Onlar da efsanelerden ve kahramanlık menkıbelerinden çok hoşlanırlar ve geçmişlerindeki olumsuzlukların kurcalanmasından pek haz etmezler.
İktidar iddiasından en uzak görünen anarşist hareket de dahildir buna. Acaba anarşistler, kendi geçmişlerine ne kadar eleştirel bakmaktadırlar? Burjuvaların oturduğu cafeleri bombalamalarını ne kadar eleştirmişlerdir; “terörizm”le anarşizmin karıştırılmasında kendi hatalarının ne ölçüde etkili olduğunun üzerinde yeterince durmuşlar mıdır? Mahno hareketinin anti-semitist bir yönelimi olduğu iddialarını ciddi bir şekilde incelemişler midir? Yoksa bunun yerine menkıbelerin serin sularında yüzmeyi mi tercih etmişlerdir? Kronstadt bahriyelilerinin kıyıcılığı üzerinde yeterince eleştirel bir şekilde durmuşlar mıdır? İspanya Devrimi sırasında falanjistleri destekledikleri iddiasıyla yaptıkları çok sayıda infazın haksızlığı üzerinde durmuş; önde gelen anarşistlerin “hapishaneler bakanlığı” yapmasının utancını herkese açıklamışlar mıdır?
Türkiye sol hareketi de, hataların üstünü örtüp menkıbelere sığınmak konusunda oldukça sabıkalıdır. Türkiye sol hareketi, kolay iktidar hevesine kapılıp özellikle 1960’lı yılların ikinci yarısında cuntacılığa oynadığını; TİP de dahil neredeyse tüm sol grupların 12 Mart Muhtırasına “şartlı destek” verdiğini net bir şekilde ortaya koymuş değildir. “Silahlı mücadele”nin menkıbeleri yüceltilirken, bu mücadele içinde yapılan hataların yol açtığı mağduriyetler ciddi bir şekilde irdelenmemiştir. Banka soymak için arabasına el konan şoförün bir örgüt evinin küvetinde eli, kolu ve ağzı bağlı bir şekilde unutulup boğularak ölümüne sebebiyet verildiği açık, net bir özsuçlamayla halka açıklanmamıştır. Hakkında “ihbarcı” olduğu yönünde söylentiler yayılan bir köy muhtarının, hiçbir somut delile ve araştırmaya dayanmaksızın infaz edilmesindeki haksızlık yıllar geçtiği halde sol örgütlerin gündemine gelmemiştir. Keza, kendisine “ikili ajan” rolü verilen örgüt üyesi genç bir subayın, sırf örgütün verdiği bu görevi yerine getirdi diye işkence ve silah tehdidi altında ifadesinin alınıp infaz edilmesine katkıda bulunanlar yıllar sonra bile “biz ne halt ettik” demek yerine, “bu mesele net değil” demeyi tercih etmiş; “ben onu genel kurmaya girerken gördüm” diyenler, yıllar sonra, “yok canım, ben onu sadece oradan geçerken görmüştüm” diye yazarken, kendi eski beyanlarının bir insanın haksız yere ölümüne yol açtığını açıkça belirtme yürekliliğini göstermemişlerdir. 1 Mayıs 1977’de, DİSK üyesi dört Uzel işçisinin kendi taraflarından açılan ateşle öldüğü bilgisi ortadayken (ki, ben bunu dün öğrendim, o sırada DİSK görevlileri safında yer alan, görgü tanığı, çok güvendiğim bir arkadaşımdan; bu yüzden benim Havariler’deki 1 Mayıs 1977 anlatımımda bu bilgi yoktur. Bunu öğrendiğim zaman içim sızladı ve kitabımı yazarken neden bu bilgiye sahip olmadığıma hayıflandım, hatta kendimi suçladım) sorumlular bundan söz etmemeyi tercih etmişlerdir. O zamanın bir solcu gazetesinin sorumluları, 12 Eylül’e doğru giden günlerde sol örgütleri ve mensuplarını devletin polisine ihbar eden yayınlar yaptıklarını, hiçbir zaman açık seçik ve kendi bireysel sorumluluklarını da ortaya koyarak ortaya koymamışlardır.
12 Eylül’den bugünlere kadar uzanan süreçte, hapishanelerde ve dışarda sol içi şiddetin çok sayıda kurbanının hesabını hiçbir sol örgüt vermemiştir. Buralara hiç girmeyelim. Tam bir bataklık. Ama sorumlular, birey olarak da, hareket olarak kendilerini çok iyi biliyorlar.
İktidarlardan hesap soranlar, önce kendileri hesap vermelidirler. Ancak o zaman inandırıcı olabilirler halkın karşısında. Samimiyet ve açıklık yoksa, birkaç hamaset düşkünü gencin dışında kimseyi inandıramazsınız. Pek göstermez ve çok bilinçli değildir ama halk kitlelerinin de kolektif bir belleği vardır.
Yarın 1 Mayıs. İşçilerin, emekçilerin bayramı bir şenlik havasında kutlanacak.
Hırslarımızın yol açtığı yanlışlarımızın mağdurlarını unutmadan…
Gün Zileli
30 Nisan 2012
Bence hamaset düşkünleri genelde yaşlılar oluyor. Tabii göreli kavramlar “genç ve yaşlı”. Elinize sağlık, çok cesur ve sağlam bir yazı olmuş.
Bu sorgulamaların nasıl yapılmadığını bu sayfada birazdan ve önümüzdeki günlerde görürüz. “Ey Gün Zileli ……” ile başlayan cümlelerle. Sağolasın, o kolektif belleği ayakta tutan ve sarsanlardan birisin.
1 Mayıs ve emek haftası
İZZETTİN ÖNDER
Değeri yaratan, sonra da yarattığı değere yabancılaştırılan bir kesime yılda bir gün ayırmak, bunu da bayrama çevirme cinliği işin özü ile alay etmekten farksızdır. Ne var ki, emek de sadece yarattığına değil, ezilmişliğine de o denli yabancılaş(tırıl)mıştır ki, tüm âlem aleyhine seyrederken 1 Mayıs’ı hâlâ bayram olarak kutlama zehabına kapılabiliyor! Böyle bir yapıdan sermaye ürker mi? Siyasal organ böyle bir dokuyu sermayeye karşı dikkate alır mı? 2 Mayıs tarihli sermaye-hükümet yandaşı gazetelerin manşetini şimdiden görür gibi oluyorum: “1 Mayıs Coşku İle Kutlandı” Sermayenin ve hükümetin istediği tam da bu değil mi?
1 Mayıs’ı bir kutlama günü olarak değil, bir düşünme ve muhakeme günü olarak idrak etmemiz gerekiyor. Kapitalist sistemde emeğin sömürülmesinin sorgulanmasından vazgeçtim, bugün sendikalaşma oranı, taşeronlaştırma, çocuk emeği, emeklilik, kıdem tazminatı vb gibi onlarca sömürü kanalları açık duruyorken emeğin 1 Mayıs’ı kutlaması hazindir. Bir yıl öncesi gaz bombaları ile binasından dahi dışarı çıkmasına izin verilmeyen emek, seçimin arifesinde AKP’nin seçim yatırımı kurnazlığına aldanıp Taksim’e çıkmayı beceri sayıp oyuna gelerek, siyasal erkin sivil diktatörlüğe yürüme hevesine demokratik boya çalmıştır. Oysa küreselleşen sermayeye karşı ne emekçiler birleşmiştir, ne de iktidara ağırlığını koyabilmiştir! Emekçi dostlar, 1 Mayıs günü meydanlara eğlenme havası içinde değil, patlamaya hazır ürkütücü sessizlik içinde çıkalım!
Tabii ki tüm hata emekçilerde değil. Üniversitelerde çalışma ekonomisi tayfası şimdiye dek “siyaset başka, sendikacılık başka” diye kafaları ütülemedi mi! Sendikalar bazen milliyetçiliği, bazen kutsal inanışları bayrak yaparak, emek mücadelesini hak alma mücadelesi değil de, bir tür toplumsal ayaklanma olarak göstererek emekçileri baskılamadı mı?
Bir anayasa tartışmasıdır, gidiyor. Siyasal erk bu tartışmalarda ciddi ve samimi mi, yoksa bir kayıkçı kavgası furyasında, sadece siyasal yönetim biçiminde ufak değişiklik yapılıp, cumhurbaşkanlığı makamımı hedefleniyor, bilemiyorum. Ancak, ne hazindir ki, demokrasi tartışmaları sadece alt kimlik tanımlamalarına inhisar ettirilmiş, sermaye çevreleri “sosyal devlet” ilkesini ortadan kaldırmaya yeltenirken, sermayenin kalem aveneleri sosyal devlet ilkesinin yeni anayasadan çıkarılmasını kafalara kakarken sendikalardan çık yok.
Sermaye ve siyasal erk yandaşlaştırdığı yazılı ve görsel medya ile her gün kafalara kendi görüşlerini zerk ederken, hangi sendika bu baskıya misilleme yaparak, “sizin servetinizle medyayı üzerimize salma gücünüz varsa, bizim de bu medyayı boykot ederek kendimizi koruma özgürlüğümüz var” diyebilmiştir? Böyle bir dokudan sermaye ve onun siyasal ajanı ürker mi?
Gerek teknolojinin ilerlemesi ve mekanizasyonun emeği ikame etmesine gerek yaşanan krizlere bağlı olarak her geçen gün işsizlik artıp yaygınlaşırken, hangi sendika bir şekilde işsizler ve emeklilerle yan yana gelmeyi göze alabilmiş ve bunu deneyebilmiştir?
Benim önerim, 1 Mayıs bayram değil, üzerinde düşünülecek ve aydınlanılacak gün olsun. Mayıs ayı içinde bir “Emek Haftası” oluşturalım ve bu haftada çeşitli emek topluluklarıyla toplantılar düzenleyelim. Bu toplantılarda bazı mevzuat hükümlerinin anlatılarak, emeğin parası ile emek cephesi uyutulmamalıdır. Bu toplantılarda “sermaye”, “üretim”, “değer yaratımı”, “sömürü”, “paylaşım” ve “devlet” gibi emeği, içinde bulunduğu ortam hakkında düşünmeye sevk edecek kon ular tartışılmalıdır.
Günümüzde iktidar emperyalizmin manevralarını fevkalade ustalıkla perdelerken, ulusal birikim ve kaynaklara saldırıları ustalıkla gizleyebilmektedir. İktidarın muhalefete her gün bir başka bahane ile çatmasını salt tarihsel husumetin yansıması olarak görmek biraz saflık olur. İnönü’ye, hatta ima yoluyla Atatürk’e her çatış sadece halkın dikkatini başka yöne çekmekle kalmamakta, aynı zamanda muhalefeti de inanılmaz şekilde yanıt vermeye zorlayarak, onu da paralize etmekte ve amaçlanan işler kotarılmaktadır. Çok ustaca oynanan bu oyun sadece emeğin değil, tüm toplumun ve halkımızın aleyhinedir. Muhalefetsiz bir iktidar ve iktidarın mutlak sahibi tek lideri sistemi demokrasi ile bağdaşır bir görüntü vermemektedir. Emperyalizmin yükseldiği ve, liderleri pohpohlanarak, çevre ekonomileri teslim alındığı böylesi bir ortamda 1 Mayıs’lar bayram olmaktan çıkar, demokrasi ve emek mücadelesine dönüşür.
Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda kül gibi savrulur gider!
Haberde dönerci yerine Gün Zileli desen de durum değişmiyor:
http://www.odatv.com/n.php?n=donerciden-al-haberi–0105121200