“Diktatörlükler Muhalefetlerin Yardımıyla Kurulur” yazısıyla ilgili çok sayıda soruya toplu bir cevap:
Kapsayıcı aday nedir diye soruluyor, kapsayıcı aday, 4K’yı kucaklayabilecek adaydır. Yani Kızılbaşları (Alevileri), kadınları, Kürtleri, Kent hareketini kapsayan bir aday. Demirtaş, gerçi kampanya sırasında onları kapsamaya yönelik bir propaganda yürüttü ama bu, televizyon konuşmalarıyla kısa sürede olacak bir şey değildi. O, bu 4K’dan sadece Kürtleri temsil ediyordu. Bu yüzden Alevilerin küçük bir kesimi dışında Aleviler ona oy vermedi, Keza Kadın hareketi ve kent hareketi de öyle. Gezi sırasında bizzat Demirtaş, bunun darbecilere çanak tutacağını söylemişti. Bunun net bir özeleştirisini yapmadı, sadece tevil yoluna gitti. oysa bütün toplumsal mücadeleyi kapsayan bir aday (Kürt veya değil), vaktiyle Gezi hareketine sahip çıkmış, onun safında yer almış, bütün kesimleri kucaklayan bir aday olmalıydı. HDP, böyle bir aday gösterme şansı varken, dar particilik yapıp, kör gözüm parmağına Demirtaş’ı gösterdi. Demirtaş’a karşı değilim. O, belki de HDP içinden gösterilecek, toplumsal muhalefete en yakın adaydı ama bunun böyle olması, toplumsal muhalefeti daha çok kapsayan bir aday gösterilemeyeceği anlamına gelmez. HDP neden böyle davrandı? Çünkü, Apo’nun reflekslerine uygun olarak, kendi kesin denetimlerinde olmayan bir adayın kendi denetimleri dışında bir hareket yaratmasından korktular. Aman olsun da benim olsun tutumuydu bu. Siyasi partilerin hepsinde görmeye alışık olduğumuz bir tutum. Şimdi soracaksınız, peki kim olabilirdi diye. İsim vermem artık bu saatten sonra belki yanlış ama, örneğin bir eşber Yağmurdereli’yi aday gösterseydi HDP, müthiş bir iş yapmış olurdu ve böyle bir aday, bence kesinlikle CHP’nin o saçma sapan çatı adayını da fark atar ve seçimlerin 2. tura kalmasını sağlayabilirdi. Üstelik bu, ulusalcılıktan falan söz ediyorsunuz da, ulusalcıları ve CHP’yi kontrpiyede bırakacak çok esaslı bir çıkış olurdu. Şimdi anladınız mı diktatöre nasıl yardım edildiğini?
bence bu yazı daha aydınlatıcı oldu. Eşber Yağmurdereli çok iyi bir aday olurdu ve daha çok oy alırdı kesin
eşber hdp’den aday olsaydı, selahattin demirtaş’tan daha az oy alırdı. karizmatik, sempatik, sahici, genç, enerjik tavırlarıyla selahattin demirtaş bu seçimin tek fark yaratan adayıydı. eşber onun estirdiği rüzgarı estiremezdi.
gün zileli gibi eski model yaşlı solcuların kendi aralarından çıkardığı protokol bir aday olurdu.
gün zileli şunu göremiyor: kürt hareketi yeni bir evreye giriyor, kabuk değiştiriyor. sadece kürtlere seslenilen o eski söylem geride kaldı. hdp’yi buradan vurmaya çalışmanız boşuna. hdp hızla türkiyelileşiyor. ülkenin nereden gelip nereye gittiğini okuyamıyorsunuz. kitlelerin, gençliğin arzularını da anlamıyorsunuz. radikal demokrasiden hiçbir şey anlamamışsınız. klasik devletçi türk solcusu ağzıyla yaftalıyorsunuz.
selahattin demirtaş, öyle sizin aşağıladığınız gibi imralı’nın ya da kandil’in kuklası değil. son seçimlerden sonra onların da üzerinde bir konuma yükseldi. selahattin demirtaş hem kürt hareketinin hem de mecliste ana muhalefetin gerçek lideri artık.
ve rüzgar onun lehine esmeye devam ediyor.
bu yazdıklarından dolayı gün zileli’nin bir kaç sene içerisinde öz eleştiri vereceğini tahmin ediyorum.
Devlet çöpünü çeken aydınlar
Sezai SARIOĞLU
‘Ümmilik: Cümlemiz cümle değildir,/ Çoğumuz bir kelime bile etmez,/ Ümmîdirler kendileri,/ Bakmayın aydından saydıklarına!’ (Can YÜCEL)
Türkiyeli aydınların ‘normal’ dönemlerde hızlı ‘sosyalist’, kritik dönemlerde hızlı milliyetçi-Kemalist olmaları, modernizm ve özgün biçimi Kemalizm ile yapısal ilişkileri bağlamında okunabilir. Sosyalizm popüler olduğunda, koşulların da zoruyla koşarak düzenin ve resmi tarih dışına çıktığını zanneden, halkları resmi tarihle ipsiz bağlanmak olanaksız olduğunda ise koşturarak sisteme dönen, Nutuk’a el basarak, ıslak imzalı pişmanlık dilekçeleriyle yeniden kayıt yaptıran bir karakter… ‘Aydınların’, düzenin kurucu referansları tehlikede olduğunda modernizm dininden kelimeyi şahadet getirerek İslam’a dönmeleri veya kelimeyi saadet getirerek mülkün koruyucusu devlete, Kemalizm’e dönmeleri, ‘tarihte zorun rolü’ ile de okunabilir. Bu, en derinde bir mülkiyet ideolojisi sorunudur. Size şaka gelebilir ama, eskiden nasıl ‘devrim’ sözünü duyanın aklına, malın-mülkün elden gitmesi geliyorduysa, bugün ‘Demokratik Özerklik’ deyince de devletli ‘sosyalistin’ ve ‘aydının’ aklına ülkenin bölünmesinden önce tapulu evinin elden gideceği, tabularına el konulacağı geliyor. Bilinçteki ve bilinçaltındaki bu ‘bölünme korkusu’, çok katmanlı bir sorundur ve Kemalizm’e eklemlenmiş sosyalizm tasavvurunun da ürünüdür.
Sosyalist olduğunu iddia eden ama teorik ve pratik olarak ‘milliyetçi-sosyalist!’ olanlar, teoride ‘doğru!’ söyler pratikte şaşar, olarak da özetlenebilir. Bu karakter, devrimin ve sosyalizmin her şeyi çözeceğine inanan, sınıf çelişkisi dışındaki ezme-ezilme biçimlerine şüpheyle bakan, bunları dillendirenleri emperyalizmin orta parmağı ile gerekçelendirip suçlama huyuna sahip. İç içe geçmiş bu karakterlerin özelliği, tarihi, dünyada modernizm, bizde 1923 ile başlatmasıdır. Sistemin kutsalları karşısında önünü ilikleyip ayağa kalkan, tarihi o kadar görebilen bir tarih bilgisinin dünyada/ülkede olup biteni ve bitmeyeni anlama şansı yoktur. Kürtleri anlama şansı ise hiç yoktur. Somut olarak söylersem; Türkiye, Kürtçe’nin veya bir başka dilin özgürlüğünü reddeden şairler ülkesidir. Kürtçe eğitim dili olduğunda dilsizleşeceğini, ağzındaki dilin yok olacağını zanneden, aynada dilini kontrol eden bir patolojik halden söz etmek, sosyalizmin arkasına gizlenip kirleten gizli/açık ırkçılıktan da söz etmektir. Bu karakterleri Can Yücel’in ‘Atasözü’ şiiriyle özetlemek mümkün: ‘Bütün solaki ve salaki tilkiler/ Döne döne dolaşıp/ Tıpış tıpış gelirler sonunda/ Kemalizm dükkanına/ Ve siroz olurlar’
Kurucu ideoloji Kemalist milliyetçiliğin huyundan ve suyundan türeme inkar politikalarının sosyalizm geleneğinde içkinliği ve sosyalistlerce yeniden üretilmesi devletin doğasına uygundur. Bu, insanları aile, okul ve toplum düzleminde ‘tek kişilik devlet’ olarak yetiştirme, her Türk devlet doğar, geleğidir. Bir ülkede sosyalist ve aydın algı ortalamasının, imge sınırının devletle başlayıp devletle bitmesi trajiktir. Kişi başına düşen devlet/milliyetçilik miktarının daha baştan talim-terbiye ettirildiği bir ülkede, sosyalistlerin, aydınların kendi başlarına düşen devlet miktarını çoğaltma gayretiyle yarıştıklarını düşünün. Bir sosyalistin, AKP mücadele etmek yerine, ilk ve son tahlilde devleti ve orduyu yardıma çağırması, yangında ilk kurtarılacak listesine alarak Kemalizm’i mutlaklaştırması geleneğini düşünün. Bu, ‘Sanat şahsi ve muhteremdir’ geleneğinin, devlet muhterem, ezel-ebettir şeklinde sürdürülmesidir. (‘Ağrı’da on gün mü, on beş gün mü kaldım? (…) Yarım kalmış bir bina vardı. Tam da tümenin karşısında. Tümen iki katlı. Adam kendi yapısının özlediği üst katlarını çıkamamış. Tümen’den yüksek bina olur mu? Hem de tam karşısında!’ [Cemal Süreya]) Öyle ya devletten yüksek bina olur mu?
Aydın kısa sözü çekendir. Kısa ama devletsiz sözü çeken ve bu belalı sözü uzun söyleyendir. Tarihin en sağlıklı ayrışmalarından birini yaşadığımız günlerde çoğalmayı önemsemeli ama yanlış çoğalmayı reddetmeliyiz. Şiirin bu dünyada yerinin olmayışının onun yeri olduğu bilgisini bize emanet eden Ece Ayhan’ın kulağını çınlatarak şu söylenebilir: Enternasyonal aydınların kötülük toplumunda yerinin olmayışı onların yeridir. Resmi tarih aklıyla kirletilmeyen bu yer azdır ama tarihen ve siyaseten kıymetlidir. Ne mutlu azım diyene..
bölgedeki bu olağandışı süreçte, sistem, CBseçimini riske edemezdi ve de etmedi.
bunun için, şimdi artık dümeninde bizzat Erdoğanın kendisinin olduğu “derin mahfiller”in asıl korkusu, asıl olarak, alevi kitlesinin, kürt hareketi ve çevresindeki sol hareketle buluşmasının engellenmesiydi
ortaya konulan plan, kısaca şöyle özetlenebilir:
seçim, tatilcilerin ve mevsimlik işçilerin oy kullanamayacağı, ağustos ayında yapılmalıydı.
bilhassa alevi-modernist-kemalist chplilerin desteklemeyeceği, bu yüzden sandığa gitmeye değer görmeyecekleri bir aday lazımdı.
bu aday mhp üzerinden önerildiğinde “milli mutakabat” edebiyatı için uygun ortam yaratılmış olacaktı.
chp-mhp ittifakının asıl olarak “derin çekirdeğin” öteden beri sesi-soluğu olduğu zaten biliniyordu. geriletilen vesayet asıl olarak bunların dayandığı “askeri ve yargısal vesayet ” iken…şimdi buna, akp üzerinden sunni kitle tabanı oluşturmak imkanı doğmuş görünüyor.
her halukarda bu üçlünün zımni bir işbirliği söz konusu olabilir. zira daha üç ay önceki yerel seçimde görüldüğü gibi, akp nin oyu sadece%45 tir. ve bu tablo ile, asla kazanamazdı; onun için de plan ilk turda sonuç almaya dönük olarak işletildi.
hdp (daha önce de dediğim gibi) Demirtaş şahsında yıldız bir politikacı lider kazanmış görünüyor.
ama gene de ısrarla belirteceğim ki, “dönemsel açıdan” uygun aday, 4k nin diğer iki cephesi olan kadın ve kızılbaş bir aday, asıl büyük kazanç olacak olan, chpye oy veren kitleleri bu etkiden kurtaracak bir aday seçilmesi önerisiydi. (ki Gültan Kışanak örneği vermiştim, başkaları da olabilirdi. mesela Eşber yağmurdereli de olsa, oludu)
sonuçta diyeceğim şu;
chp sistemin kendinden beklediği “koruma kollama” görevini mükemmelen yerine getirmiş, OYUNDA FİGURANLIK ROLÜNÜ Bİ HAKKIN YERİNE GETİREREK, ERDOĞANIN BAŞKAN OLMASINI (HEM DE FARKINDA DEĞİLMİŞ GİBİ DAVRANARAK) YERİNE GETİRMİŞTİR.
HDP ise, bu süreci avantaja çevirmede yeterinde başarılı olamamış, baraj limitini dahi aşamamıştır.
eklemeyi unuttuğum bir nokta:
akp ile chp yi “rejimi ve sistemi koruma ve kollama ” görevinde, bağlantı kayışı rolunun asıl olarak mhpye verildiği…idi. bu durum oy dağılımı incelendiğinde hemen göze çarpıyor.
bahçelinin memleketi osmaniye de dahil, mhp nin bellibaşlı “kaleleri” akp ye Erdoğana çalışmış. örnek, kayseri, maraş, elazığ, malatya, erzurum ve bilhassa İhsanoğlunun memeketi yozgat