Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Sorry…Emir Kusturica

Portreler, Siyasi Tahlil

Hemen baştan bu yazıyı yazma nedenimi belirteyim. Manevi linçten hiç hoşlanmam. Manevi lincin bir parçası olan kitlesel yargılamalardan da öyle. Hele bu yargılamanın yargıcı bir bakan falansa hiç ama hiç.

Antalya’daki Altın Portakal Festivalinin Uluslararası Filmler Jüri Başkanı olarak Türkiye’ye çağrılan film yönetmeni Emir Kusturica, Kültür Bakanının da kitlesel yargılamaya katılması üzerine bu görevini yerine getiremeden ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

Önce bir grup yönetmen ve film ekibi, Bosnalılar adına bir protestoda bulunarak festivalden çekildiklerini açıkladılar. Daha sonra bir grup, festivalin açılışında bir gösteri düzenleyerek Kusturica’yı protesto etti. Son olarak, Kültür Bakanı da bu protestolar paralelinde bir açıklamada bulunarak Kusturica’yı kınadı.

Protestoların ana teması şuydu: Esasen bir Bosnalı olan Emir Kusturica, daha önce yaptığı açıklamalarla Bosna katliamını önemsiz göstermiş ve Sırpları destekleyen bir tutum almıştı. Yani, öyle anlaşılıyor ki, Kusturica, esasen Bosnalı değil de Sırp olsaydı, bu tür açıklamalar yapması fazla sorun olmayacaktı. Vay haline “aslını inkâr” edenin!

Bu “aslını inkâr” meselesi çok kafa bulandırıcı bir şeydir. Ne demektir insanın “aslı”. Bırakın milliyetlere ve dinlere ait olmayı, insanlığa ait olmak bile tartışmalı bir konudur. Mesela biri, “aslı”nın insan da değil, memeliler olduğunu ileri sürebilir. Bu “aslı” meselesi tek hücrelilere, hatta evrendeki bütün varlıklara ait olmaya kadar gidebilir.

Ben, Emir Kusturika’dan, Can Dündar’la NTV’de yapılan röportajında böyle sofistike bir cevap vermesini beklerdim. Bunu yapmadı. Tersine, Bosnalıların da köken olarak dört yüz yıl öncesinde Sırp olduklarını söyledi. Bosnalıların, sonradan, Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali döneminde Müslümanlığı kabul etmiş Sırplar olduğu anlamına gelecek şeyler söyledi ki, bu hiç de yanlış değildi. Evet ama beş yüz yıl önceki Sırpların aslında Slav, bin yıl önceki Slavların da Avarlar olduğunu ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Bu böylece gider ve en sonunda tek bir “ırk”a, insan ırkına varılır. Burada da durmaz. İnsanın da memelilerin bir kolu olduğuyla devam eder gider. Dolayısıyla bu aidiyet meselesinin içinden çıkmak mümkün değildir.

Emir Kusturica bunu yapmadı, kendi tercihidir, bir şey diyemem. Demek kendini öyle hissetmiş, Sırp olarak tanımlıyor. O güzel filmleri yapan yöneticiden çok daha geniş bir bakış beklesek de bu tutumuna saygı göstermek zorundayız.

Kusturica, yine Can Dündar’a verdiği cevaplarda, Bosna katliamının abartıldığını söyledi. “Hani nerede toplu mezarlar, göstersinler” dedi. Bu konuda da kendisiyle tartışılabilir. Onunla aynı kanıda değilim. Bosna’da büyük bir katliam, kitle kıyımı olduğu bir gerçektir. Diyelim ki, rakamlar abartılmış olsun, bu, kitle kıyımının gerçekliğini ortadan kaldırmaz ki. Nasıl, İttihat Terakki dönemindeki 1915 Ermeni kıyımı konusunda bazı unsurların rakamları abartması, bu kıyımın gerçekliğini ortadan kaldırmıyorsa. Ya da Stalin’in büyük katliamları hakkında ancak tahmini rakamlar verilip, zaman zaman bu rakamların abartma sınırına dayanması, Stalin’in kitle katliamının gerçekliğini tartışma konusu yapmıyorsa (gerçi onu da yapmaya kalkışanlar var ama). Nasıl, Yahudi katliamı konusundaki abartmalar, Hitler’in katliamlarından kuşkuya düşmemize yol açmıyorsa.

Evet ama sonuç olarak, bu da bir görüştür. Tartışırsınız, karşı argümanlar getirirsiniz. Böyle yapmak varken bir sanatçıyı topa tutmak ne menem bir iştir Allah aşkına. Üstelik “dinime küfreden bari Müslüman olsa” derler insana. Bakanımız (bakıyor mu bakmıyor mu, yoksa bakan kör müdür, o da belli değil ya, hele Tophane saldırısından sonra hem mağdurlara hem de saldırganlara şeker dağıtırken gözlerinde epey bir sorun olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım) bugüne kadar kendi yakınlarında olan hangi toplu kıyımları kınamış ki, bunu başkalarından bekliyor. Kürtlere yapılan kıyımları kınadığına hiç tanık olmadım. Ya Ermeni katliamı? Bakanlığını yaptığı Cumhuriyet devleti bu katliamı hâlâ inkâr etmekte. Böyle bir devletin bakanlığını yapmak onu rahatsız etmiyor mu? Ediyorsa neden bir şeyler söylemiyor bu konuda. Bu durumda “aleme verir talkımı  kendi yutar salkımı” desek çok mu ileri gitmiş oluruz.

Üstelik konukseverlik diye bir şey vardır. Konuğa nezaket göstermek diye bir şey vardır. Bir kültürel faaliyet yapılıyor. Bir sanatçı, davet üzerine kalkıp geliyor bu kültürel faaliyete katılmak için. Diğer protestoculara fazla bir şey demiyorum. Protesto haklarıdır ama üstelik tam da bu konuyla ilgili Kültürle görevli Bakan kalkıp, o sanatçıyı hedef alan sözler ederse bu en azından saygısızlıktır ve konukseverliğe sığmaz. Bu, evinize konuk olarak gelen bir insana açıktan açığa hakaret etmekten pek de farklı bir şey değildir. O konuk, siz istediğiniz kadar haklı olun, eğer o evi terk edip giderse hiç şaşırmamak gerekir. Ey politika, sen nelere kadirsin!

Emir Kusturica’yı manevi olarak linç edenlere bir öneri: Sizin yerinizde olsam, yemez içmez, oturup Emir Kusturica’nın bütün filmlerini art arda izlerdim. Goran Bregoviç’in müziğini yaptığı o harika Çingeneler Zamanı’nı örneğin. Sonra, Stalinist terörün bir benzerinin, 1950’li yılların başlarında, Stalinistlere ya da Tito’nin anti-Stalinist kampanyasına katılmayanlara karşı nasıl uygulandığını anlatan Babam İş Gezisinde’yi. “Sosyalist” bürokrasiyle esaslı bir şekilde dalga geçen Underground’u. O zaman göreceksiniz ki, Emir Kusturica’nın sanatı, onun Bosna katliamını önemsizleştiren sözlerinden çok daha önemlidir. Ve o zaman göreceksiniz ki, onun filmleri ve müziği, bütün Balkan halkları gibi, Bosnalıların da acılarını anlatmaktadır. O zaman belki anlayacaksınız, bu sanatın sizin verdiğinizden çok daha büyük destek verdiğini Bosnalılara, hepinize, hepimize.

Sorry… Emir Kusturica.

Gün Zileli

10 Ekim 2010

143 Comments

  1. ZHIVAGO

    Gün bey; bu yazınız üzerine yorum yapılacak birşey yok.
    Basından bazı pargrafları veriyorum.

    Emir Kusturica, “Bu barbarca bir skandal ve çok büyük bir ilkellik. Bu ülkenin Kültür Bakanı’nı bir düşman olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Çünkü o bunu hak ediyor. Bir ülkenin Kültür Bakanı böyle açıklama yaparsa sokaktaki herhangi bir vatandaş da beni kurşunlayabilir” dedi.

    “7 günde 260 bin insan öldürüldü, haberinin abartı olduğunu söyledim. Fiziksel olarak ’imkansız’ dedim. ’Hitler’in ordusu olsanız 7 günde 260 bin insan öldüremezsiniz’ dedim. Söylediklerim Kızılhaç verileriyle doğrulandı ve Kızılhaç savaş boyunca toplam 100 bin insanın öldürüldüğünü söyledi. Kadınlarla ilgili hiç bir şey söylemedim.“

    Kariyerime başladığımdan beri benim anti- emperyalist bir yapım var. Bütün çalışmalarımı ve anlayışımı bunun üzerine kurdum. Bana bu noktadan gelen saldırıları anlamsız buluyorum. O zaman söylemek doğru olur ki benim uğruna savaştığım şey birleşik Yugoslavya’ydı. Yugoslavya’nın neden yok olduğuna dair iki versiyon var. Birinci versiyon benim de suçlanmama neden olan sebeplerden birisi Yugoslavya’yı Miloşeviç’in parçaladığıdır. Bu anlamsız bir versiyondur. Miloşeviç, Yugoslavya’nın parçalanmaması için uğraştı. Bana göre Yugoslavya Berlin duvarının yıkılmasından sonra parçalandı. Amerika’nın ve Avrupalılar’ın Balkanlar’ı yeniden şekillendirme istediği yüzünden yıkıldı.”

    “Benim ülkeme dair vizyonum öznel ve kişisel bir vizyondur. Ben herhangi bir politik partinin üyesi değilim. Ve benim cümlelerim tamamen inançlarımdan kaynaklanır. Bazen doğru bazen yanlış. Ben her zaman bunların doğru olduğuna inanırım ama doğru olmayabilir. Bu festivalde hayatımda hiç başıma gelmeyen bir şey başıma geldi. Ben bu konuda kendimi savunmak bile istemiyorum ama bazı şeyleri açığa kavuşturmak lazım. Belediye Başkanı’na sıcak ilgisi nedeniyle teşekkür etmek istiyorum. Ama bu ülkenin Kültür Bakanı’nı bir düşman olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Çünkü o bunu hak ediyor. Hayatını insanlığa pencereler açmak için harcamış bir insan için, böyle bir suçlama olamaz. Bu insan herhangi bir suçu destekliyor olamaz.”

    “Birkaç ay önce Bursa’da konser verdik ve çaldım. Kültür Bakanı’yla aynı partiden olan Belediye Başkanı bizi öpüp kucaklıyordu. Elinden gelen en iyi ağırlamayı yapıyordu. Çok güzel bir konser verdik. Çok değişik türde seyirci toplulukları vardı. Başörtülü kadınlar el çırpıyordu. Bu benim için çok büyük bir mutluluktu. Benim anneannem de başörtülüydü. Hayal ettim; hayatta olsaydı onlarla dans ediyor olacaktı. 1.5 ay sonra bir Kültür Bakanı’yla karşılaşıyorum, ben geldiğim için festivale katılmayacağını açıklıyor. Bu barbarca bir skandal ve çok büyük bir ilkellik.”

    Sorry …Emir Kustu Kustirica

  2. aslan111

    Kültür Bakanı döneğinin yaptığı abesle iştigaldir sn.Zleli..Ve
    basından devam edelim:

    Emir Kusturica varsa ben yokum” diyen Altın Ayı ödüllü ‘Bal’ filminin yönetmeni Semih Kaplanoğlu’nu da çok sert sözlerle eleştirdi. Kusturica, şöyle konuştu:

    “Bundan daha kötüsü bir film yönetmeni festivale katılmak istemediğini söylüyor. Soykırımlara bu kadar duyarlıysa neden Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilere uygulanan soykırım hakkında konuşmuyor. Böylece insanlara karşı işlenen suçlara karşı duyarlılığını bütünlemiş olur. Benim üyesi olduğum Sırbistan’ın Bosna’da işlemiş olduğu insanlık suçlarına karşı her zaman tavrımı aldım, tavır koydum. Benim ulusum da işlenen cinayetlere karşı tavır aldı. Aynı zamanda Bosna’da çok sayıda Sırp öldü. Siz ne kadar insan kalıp eski suçlara karşı tavır alsanız da suçun cinayetin politik vizyonuna uyamıyorsunuz. Ve sonra da bu anlamsız suçlamalara muhatap oluyorsunuz. Bu da Kültür Bakanı’nın yerine getirdiği eylem oluyor. Ben bin yıl yaşayacak olsam ya da iki binyıl, bu iki bin yıl soykırımlara karşı çıkarım. Ama ne yazık ki gelişmeler soykırımlar üzerine kurulu. Irak’ta 4 yıl önce ne oluyordu. Blair ve Bush Irak’ta ne yaptılar. Bana tavır alan bu yönetmen, neden açıkça Blair’e karşı aynı tavrı göstermiyor.”

    “Hayatım boyunca asla insanlık adına işlenmiş bir suça ortak olmadım.”

    “Bana gelen suçlama da kendini ‘Soykırıma karşı tavır almadı’ suçlamasıdır. İnsan Hakları Mahkemesi, Bosna’da Müslümanlar’a karşı suç işlendiği sonucuna vardı. Soykırımın linguistik tanımı bu sonuçla tanımlanmamıştı. Hukuksal olarak bakarsak orada insanlığa karşı işlenen suçlardan kendimi uzak tuttum ve tavır aldım. Şimdi bu algı değişmeye başladı. Şu anda her yerde arka arkaya soykırımlar görüyoruz. Ben bunların hiçbirisinin parçası değilim. Nihai olarak özellikle Bosna’da katliama uğrayan Müslümanlar için duyduğum üzüntüyü bir kez daha ifade ediyorum. Sonuç olarak belirtmek isterim ki Kültür Bakanı bugün sinema öğrencilerinin benden ders alamamasının sorumlusu olacaktır. Öğrencilere 50 badyguard eşliğinde bir şey anlatamazsınız. Belki o bakan veya o yönetmen bunu yapabilir. Beni çağıran kişiye çok teşekkür etmek istiyorum. Sırp dilinde 30 bin Türk kelimesi var. Birçok insanın kullandığı kelimeden daha fazla. Ortak yaşadığımız tarihin birçok lehçesinden haberdarım. Türkiye Hollanda’ya veya başka bir Avrupa ülkesine karşı oynadığı zaman benim Türkiye’yi tutacağımdan emin olabilirsiniz.”

    Sorry …Emir Kustu Kustirica

    Az bile kusmuşsun…

  3. anton

    Kusturica konusunda mesele soykırımların hegemonik söylem aracı yapılmasının en güzel örneğini Türkiye ölçeğinde izlemiş olduk. Sonuç her yerde olduğu gibi burada da aynı. Kusturica’nın Bosna’da yaşananlarla ilgili çarpıtmaları sorgulaması yerinde bir davranıştır. Emin olun olayı detaylı incelemek konuşacaksak eğer zorunluluktur. Medyadan izleyebildiğimiz kısımlar sınırlı ve de taraflı bilgilerden ibarettir. Ayrıca Kusturicaya bu tarz suçlamaların yapılması da yeni değildir. Alain Finkelfraut gibi bir şahıs tarafından da zamanında ırkçılıkla suçlanmıştır ki Finkelfraut da eski hızlı solculardan, yeni emperyal düzen savunucularındandır (Kimlikler buradakilerle benzeşiyor). Soykırım mitlerinin güncelde işe yaradığı kesim ne mağdurlar ne de maktullerdir. Kendi atını “özgürce” sürmek isteyen egemenlere çeşit çeşit ‘Holokost Endüstri’leri yaratılmaktadır. Bu şekilde uluslararası ‘müdahaleciliğin’ önü açılmaktadır ve yıllar sonra bugünün soykırımcılarına da hesap sorulurken aynı sarmallar yaşanacaktır. Maktüllerin ülkesi sınırsız bir milliyetçilikle doldurulurken mağdurlarınki de sınırsız bir kabul edilmiş mağduriyetin verdiği öfkeyle yine milliyetçiliğe mahküm edilecektir.

    Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ilgili birçok fikrimi gözden geçirmemi sağlayan bir makale vardı onun bağlantısını vereyim izninizle:

    The Dismantling of Yugoslavia: A Study in Inhumanitarian Intervention (and a Western Liberal-Left Intellectual and Moral Collapse)
    Edward S. Herman and David Peterson

    http://www.monthlyreview.org/1007herman-peterson1.php

  4. anton

    Alain Finkelkraut olacak yanlış yazmışım!

  5. "dönek", "az bile kusmussun"

    Kim yazmissa bunu , kendisine iyi yakismis. Karargahta mi ögreniyorlar bunlari? Sormuslar subaylar neden küfürbaz diye. El cevap: Cevabi tahmin edersiniz.

  6. osman c

    Sivil faşistlerin bakan’ından ne beklenir…Sevimsiz, dönek olduğu kadar da ahmak…

  7. Anonim

    Birgün necip fazılla nazım karşılaşmışlar nazım demiş ki biz köpeklere yol vermeyiz. neco da durur mu yapıştırmış cevabı: biz veririz. ahhahahaha biz çok güldük siz de gülün dedim.

    bu ne yahu. cavabı tahmin edermişler. tövbe tövbe…

  8. yugoslavya meselesi

    Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ilgili birçok fikrimi gözden geçirmemi sağlayan bir makale vardı onun bağlantısını vereyim izninizle

    Aydınlık dergisinde bu çizgide çok makale yayınlanmıştı zamanında. teoman alili falan, miloseviç yanlısı yorumlar attırırdı. ne komik ki birkaç hafta önce elime geçen bir sayıda da miloseviçi “bölücü milliyetçilik” yapmakla suçlamışlar. bosnada soykırımlar olurken milos. abdye karşı ülkesinn bütünlüğünü savunan bir sosyalist, izzetbegoviç ise abd ajanıydı oysa…

  9. anton

    Ne diyeyim size aydınlık günler. İzzetbegoviçin (nazi) geçmişi de Miloseviçin ırkçılığı da bellidir.

    Ee yani. Yanisi yorumcu burada yarım ağızlı laf çarpmış anlaşılan.

    Açık konuş yarım ağızlı laf çarpma kardeşim.

  10. ayşegül

    cok komık mı yanı, ahahahaha….anton’a katılıorum ıste. babam
    dıyor kı al bırını vur bırıne.

    Sonracıma aydınlık gıbı demode dergılerı mı okuyorsun hâla.Valla
    bı zamanlar ben de mecburen okuodum.Taa kı annecık cızgı degıstırene kadar. Anlasıldı mı efenım, hıı?

    Sız benım babamın kım oldugunu hem bılıomusunuz bakim????

  11. Zikrimce

    Çok gerekli ve sağduyulu müthiş bir yazı kutlarım Zileli. Türkiye’nin kendini rezil etmeye bayıldığına inanıyorum. Bakan’ın bu akşamki canlı yayın açıklamaları, o bir adım gerilemeyi bırakın sekiz adım ileriye şahlanışı ve utanç verici cüretkarlığı görülmeye değmezdi. Zaten bu yazıda bu akşamki halinin altını çizmişsiniz.

    Yaşadığı toprakta, temsil ettiği devletin iç savaşı-soykırımıyla yüzleşmemekte ısrarlı bir devlet adamının başka savaşlarda böyle insani ‘duyarlılık’ göstermesi inandırıcı ve samimi değil.. Protestoyu başlatan yönetmenin de Hayfa’da bir festivalden ödülle döndüğünü söyleme gereği duydum ama bunun da bir önemi yok artık. Yumurta filminden de, yoğun sembolist iddialı hikayesinden de zerre hazetmemiştim.

    Duygu sömürgesi imparatorları bu kişiler, politika hep böylelerinden beslenir. Devlet dediğin de işte budur. Ak Parti’yi öpmeye başlayan Türkiye’li ‘sanatçı’ zümre ise, Dolmabahçe kahvaltısından beri öpüşmenin dozunu arttırmakta… Hayret ki ne hayret…

    Yazı müthiş, harikasın hocam.

  12. Türkiye'nin kendini rezil etmeye bayildigina inaniyorum

    Zikrimce ne kadar da Türkiye’yi düsünüyor…Gözlerim yasardi . Aman haaa, sakin haa… Türkiye’yi rezil etmeyin…Zaten Ak Parti Türkiye’yi dünyaya rezil ediyor, eksenini de kaydiriyor, Kusturica da kendi hayranlarini Ak Parti’ye karsi kusturuyor.

  13. Zikrimce

    Yok be babacım ne yaptın? Benim Türkiye’nin rezilliğiyle de vezirliğiyle de övüncüm yok. Bireysel çıkışların hayranıyım. Ülke, devlet, vatan, toprak bize gelmez.
    Zileli’nin dediği gibi, ‘İyi şeyler olacak söylemi, bir dengeler politikasıdır’ ne de olsa…

    Ulusalcılar gibi saldırma arkadaşım, Ak partililiğin farkını koy ortaya!

    Kusturica, müziği ve filmiyle etkiler beni. Bakanın, partin, hiç bi zaman ok alamayacak benden. Hayal kırıklığına uğrattıysam seni; Sorry, Ak partili.

  14. Lapsus insani ele verir

    “Partin hiçbir zaman oy alamayacak benden” yerine “partin hiçbir zaman ok alamayacak” benden hatasi neyi ortaya koyar? Ok, 6 ok, CHP, Kemalizm, Miloseviç, Bosna katliami, Kusturica, kusturucu….

  15. Anonim

    ve milliyetçi hareket partisinin 40. yılı kutlu olsun…

    bu AKPli devlet bahçeli kesin.

    ülkücüye sormuşlar nerden bu mantık bilgisi diye. el cevap: ocakta. tahmn ederdiniz ama ben yapıştırayım dedim cevabı. çok da iyi oldu çok da güzel oldu.

  16. Zikrimce

    Babacım cümledeki ‘ok’ tamam, olur anlamına gelen ‘okey’ in kısaltmasıdır. 6 oklarla ilgili Musa Anter’in çok güzel bi dörtlüğü vardır, mahkemede okudukları için ayrıca cezaya maruz kalmışlardır. (Çok yıllar önce okumuştum Hatıralar’ını. Yanlış anımsamalarla birlikte aşağı yukarı böyleydi mevzu)

    Oy kullanmıyorum. Nötr noktasında ermiş bir bilge gibi takılıyorum oy verileceği günler. Akp de beni yok saysın. Akp’li toprağım.

  17. Bakin IP Genel Baskan Vekili ne demis

    IP Genel Baskan Vekili, Dogan Holding’in amiral gemisine söyle diyor (Yalçin Bayer’in kösesi, 12.10.2010)
    EMİR Kusturica’nın ülkemizi terk etmek zorunda kalması, aynı zamanda Türkiye’nin ayıbıdır. Bu ülkenin bütün aydınları ve yurtseverleri, meydanı AKP’lilere ve Ertuğrul Günay gibilere bıraktıkları için yaşanan ayıptan sorumludurlar.
    Emir Kusturica, Boşnak asıllı Yugoslav yönetmendir. Ona saldırının gerçek nedeni, Tito’nun Yugoslavya’sının bütünlüğünü savunmasıydı.
    Etnik milliyetçiliklerinin kışkırtıldığı 1990’lı yıllarda Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler ve Arnavutların büyük çoğunluğu Batı’nın kurduğu tuzağa düştüler.
    Günümüz Türkiye’si, 1990’larda Yugoslavya’da oynanan oyunların başka bir benzerine sahne oluyor. 1990’larda Yugoslavya’da Boşnaklara ve Hırvatlara oynatılan rol, bugün ülkemizde Kürtlere oynatılmak isteniyor.
    Amerika’yı en çok tedirgin eden konulardan biri ise, Kürt yurttaşlarımız içinde “Emir Kusturica’ların” varlığıdır.
    Amerika, bölme operasyonunu icra ederken Türkiye Kürtleri içinden bu oyuna gelmeyecek ve birlikten yana aydınların ve yurtseverlerin çıkmasını istemiyor.
    Bugün Emir Kusturica’ya karşı bir psikolojik savaş yürüten ve yaptıkları kışkırtmalarla onun Türkiye’yi terk etmesine neden olanların, has Amerikancılar olması yeteri keder uyarıcı değil midir?
    Mehmet Bedri GÜLTEKİN

    Yazinin Kürt Emir Kusturica bölümü çok ilginç.

  18. Zikrimce

    Mehmet Bedri Gültekin kendini Emir Kusturica ile özdeşleştirmiş anlaşılan. Ancak onun olumlu yanlarıyla değil olumsuz yanlarıyla bir özdeşleşme. Bu tipik ulusalcı bakış açısıdır. Batı, Yugoslavya’yı parçalamış..

    Şunu dese anlayacağız; Batı, Yugoslavya’nın parçalanmasını bu bölgede kendi etkisini arttırmak için kullandı. Bir ülkenin içinde gerçek bir milliyetler çatışması olmadan kimse ”dışarıdan” parçalayamaz, saçmalık bu. Tito’nun büyük otoritesi (diktatörlüğü de diyebiliriz) milliyetler çatışmasını bir süre yapay olarak bastırmıştı. Bu yapay birlik Tito’nun ölümünden sonra parçalandı. olay budur.

  19. La Haine

    Emir Kusturica, “Bir ülkenin Kültür Bakanı böyle açıklama yaparsa sokaktaki herhangi bir vatandaş da beni kurşunlayabilir” demiş, iyi demiş. ‘Bizde’ daha ne ‘açıklamalar’ var, ‘ne açıklamalar” bir bilsen..

  20. ertan

    “Batı, Yugoslavya’nın parçalanmasını bu bölgede kendi etkisini arttırmak için kullandı.” işte Yugoslavya’nın parçalanması hakkında hiçbir şey okumamış birinin sırf “ulusalcı olmamak” için yaptığı bir yorum. Yugoslavya’da, doğu blokunun ortadan kalkması sonucu ortak ve sosyalist geleceğe olan inanç yok oldu. Doğu bloku ortadan kalkarken yerini milliyetçilikler aldı. Bu Yugoslavya’da da etkisini gösterdi. Hırvatlar ve Slovenler ABD ve Almanya’nın pohpohlamasıyla bağımsızlığını ilan etti. Eski Nazi hizmetçisi ve hayranı “bilge kral” İzzetbegoviç yine aynı doğrultuda, yaşanan savaşın ortasında milliyetçi Hırvat ve Sırp ordularının ortasında silahsız ve azınlık konumunda olan Müslümanlara “güvenerek” bağımsızlık ilan etti. Sonuç Müslümanların kıyımı oldu. Batı uzun süre bu kıyımı izledi, sonra da “barış gücü” olarak bölgeye gelip bugünkü yapıyı inşa ettirdi. Şimdi batının Yugoslavya’nın dağılmasındaki rolünü “kullandı” şeklinde açıklamak bir zırvadır. Batı çok sistematik olarak Avrupa’nın ortasındaki son sosyalist ülkeyi ortadan kaldırdı. Tabiki bunu o zamanın milliyetçi akımlarını ve işbirlikçilerini kullanarak. Kusturica Yugoslavya’nın dağılışı konusundaki açıklamalarında son derece haklıdır ve bunlara “ulusalcı işte” deyip işin içinden çıkmak son derece aymazlıktır.

    Bu arada Gün Zileli’nin yazısını çok başarılı buldum. Son zamanlarda oldukça güzel yazılar kaleme alıyor.

    M. Bedri Gültekin’in Kürt sorunuyla Yugoslavya benzetmeleri kimi yerde doğru kimi yerde öngörüler üstüne. Yazının hepsini okursak daha iyi olur. Zaten kendisi Aydınlık hareketindeki en ayağı yere basan, milliyetçi olmayan açıklamaları yapan kişidir. Emperyalist politikalara dikkat çekmek ulusalcı-faşist-ergenekoncu olmanızı gerektirmez.

  21. CEMO

    Çifte standarttan kim ölmüş beyler. G.Zileli, Emir Kusturica’yı
    güzel kusturmuş. Kutlarım. Aşağıda ki linke de bir göz atıverin bu ara da..

    bianet.org/bianet/siyaset/125371-kusturicaya-linc-cifte-standarttan-kim-olmus

  22. yugoslavya meselesi

    Ee yani. Yanisi yorumcu burada yarım ağızlı laf çarpmış anlaşılan. Açık konuş yarım ağızlı laf çarpma kardeşim.

    Gündüz kuşağı programlarını çok izleme lümpen çocuğum. O analizin tc’de temsilcisi Aydınlık hareketidir. İsteyen istediğine inanır. Miloseviç etnik temizlik suçlusudur. O sayfa kapandı çoktan.

  23. Hurşit

    Ertan bey. Sanırım bazı bilgi eksikleri ya da yanlışları var. Yugoslavya o sözünü ettiğiniz doğu blokundan dışlanmış bir ülkeydi ve onlarla hiçbir ortak yanı kalmamıştı. Hatta Macaristan ve Çekoslovakya işgalleri sırasında kendisi de her an bir işgal korkusu içinde yaşadı.Diyebiliriz ki, bir anlamda Yugoslavya “ulusal” birliğini bu sayede de koruyabildi. Batılıların, ne Tito ölmeden önce ne de sonrasında Yugoslavya’yı parçalamak gibi bir niyetleri vardı. Tersine, Yugoslavya’yı doğu bloku ile kendileri arasında bir tampon ülke olarak görüyorlardı, Yugoslavya, “sosyalist” ülkeler içinde batılılarla en çok ilişkisi olan ülkeydi ve gerek Mao’nun Çin’i, gerekse de SB, bu yüzden Yugoslavya’yı beğenmez, Çinliler ona “revizyonist” derlerdi. Ne çabuk unutuldu bunlar. Ya da şöyle diyelim: Tarihin sonradan yeniden yazılması.

    Batılıların de facto bir parçalanmadan yararlandıkları yorumu gerçeğin tam ifadesidir. Dünya düzeni onlara ait olduğuna göre bunu yapmaları da gayet doğaldı. Nasıl doğu bloku kendi “iç” ilişkilerini işgal vb. aracılığıyla düzenliyorduysa, batılılar da aynısını “kendi” bölgelerinde yapmışlardır,. yapmaktadırlar. Esas üzerinde durulması gereken şey, diktötörlüklerin gerçek ulusal çatışmaları uzun süre erteleyebilmeleridir. Bu yapay duruma dayanır ulusal devlet ve kendi içlerinden daha küçük ulusal devletler doğrururlar. saygılarımla.

  24. yugoslavya meselesi

    Miloseviç’le Perinçek, Karadzic’le Veli Küçük, Arkan’la Sedat Peker, ruh ikizleridir. Aralarındaki fark. Miloseviç ve müttefikleri seçimle işbaşına gelebildiler, bizim ulusalcılarsa darbeyle iktidara gelmeyi umuyorlardı. Aydınlıkçıların Miloseviç’i desteklemelerinde şaşıracak birşey yok. Ulusalcı bir darbe olsa, yugoslavya’da yapılanları burada tekrar edeceklerdi. Belki birileri de “ama kürtler de batının pohpohlamasıyla bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi” diyecekti.

    Hiçbir gerekçe etnik temizlik ve soykırımı haklı çıkarmaz.

  25. yugoslavya meselesi

    Esas üzerinde durulması gereken şey, diktötörlüklerin gerçek ulusal çatışmaları uzun süre erteleyebilmeleridir. Bu yapay duruma dayanır ulusal devlet ve kendi içlerinden daha küçük ulusal devletler doğrururlar.

    Çok doğru bir tespit. Türkiye’de de askeri vesayetin kalkması iki sonuçtan birini doğuracak a) Ülkenin bütünlüğü adına islami bir otoriter yönetim tesis edilecek b) Yukarıdan zorlama ile ayakta tutulan “ulusal” birlik diktatörlüğün tasfiyesi sürecinde doğal mecrası uyarınca parçalanacak. Sol burada ne tavır alacak? gelecekte asıl tartışma budur.

  26. aslan111

    Hangi sol beyler…türkiyede ne zaman tutatlı bir sol vardı ki ertan arkadaş buna yanıt verebilsin. CIA’nin ve fettulahın düdüğünü öttürenlerden konuşulacaksa şayet, M.Belli’nin şu sözlerine bakın: “İ.Selçuk’un Ergenekon tertibinden alınmasından sonraki günlerde
    onun için,”12 Mart öncesinini cunta örgütlenmeleri içinde bana ajanlık yapardı” diyor.”İ.Selçuk, Veli Küçük’le, yani derin devletle aynı cephede,”diyor.”D.Perinçek, geçmişte darbeciydi”, şimdi de darbe kışkırtıcılığı yapıyor,”diyor. Şimdi, 1960’ları yaşayanlar bilir, Yön Dergisi vardı. Hani şu Doğan Avcıoğlunun meşhur dergisi. , yine MDD’cilerin yayımladığı Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergisi; “sol”
    darbeciliğin yapan bunları söyleyen Mihrinin ta kendisi değil miydi…Şimdi sorarlar adama, cücelerin sol ittifakı mı diye…Tarih tekerrürden ibaret mi biz de…Turuncu Sola kendilerini affettirdiler ya sonunda, Mihriyle Doğunun büyük ittifakı sonunda…helal olsun diyemeyeceğim, nur-i ziyan olsun.

  27. anti emperyalizm

    ister misiniz bizim ulusalcılar AKP’li olsun. Türkiyenin ekseni doğuya kayıyormuş. İsraille ittifak bitiyor, İran ve Rusya ile tarihi anlaşmalar imzalanıyor, Çin ordusuyla Türk ordusu ortak tatbikat yapıyor, AB gündemden düşüyor, yerini suriye ve ürdünle ekonomik entegrasyon alıyor, almanyada asimilasyon insanlık suçudur diyen tayyip milli bütünlüğümüze zarar verir diyerek kürtler için anadilde eğitime karşı çıkıyor…. Emperyalizme karşı son ulus devletimizin müdafası AKP ile ittifaktan mı geçiyor? yoksa abd-israil müttefikliğini mi tercih edeceksiniz?

  28. ertan

    Hurşit bey,
    Dünyadaki sosyalist kamplaşma içindeki çatışmalar farklı şeylerdir. Dedikleriniz doğru fakat bu durumdan zaten Yugoslavya Doğu Blokuyla kavgalıydı bu nedenle onların dağılmasıyla ilişkisi yoktur gibi bir şey diyemeyiz. Benim söylediğim şeyler yeni bir tarih yazını değil. Sonuçta 1989 kamucu ekonomilerin dünyadan silinişinin tarihi olarak görülebilir. Buna dayalı ekonomiler sosyalist de olsa devletçi kapitalist de olsa büyük bir değişim ve dağılma geçirdiler. SSCB’nin ortadan kalkmasıyla Çin’in yeni ekonomiyle uzlaşması, ekonomisini liberalize etmesi benzer dönüşümlerin ürünüdür. Tabiki Yugoslavya’nın dağılması da.

    Yorum yazmayacaktım dayanamadım söylenenleri görünce, diğer zırvaları ise ciddiye alıp cevap yazmıyorum. Kalın sağlıcakla.

  29. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Konjektür bir değişsin, bütün ulusalcılar AKP’li olur zannımca…

  30. anton

    Hurşitin de facto durum açıklamasına ben de katılıyorum. Sonuçta Doğu Bloğunun yıkılması da dıştan yapılan provokasyonlardan ziyade iç dinamiklerin daha etkili olduğu bir süreçti. Ayrılıklar baş gösterdiğinde reel politik gerekçelerle bunlardan yararlanılması olağan bir durumdur. Miloseviçin birarada tutma çabası da “büyük sırp milliyetçiliği”nin (buradaki vatandaş olan herkesin türk sayılması gibi) bir başka versiyonuydu. Yani böyle bir çabanın olduğu da şüpheli (bana kalırsa yok). Ancak Ertanın dediğinde de doğruluk payı var. Ekonomik dönüşümler genelde büyük ‘şok’lar sonrası dönüştürülüyor. Bir iç savaş ta bunlardan biri olabilir. Ancak dönüşümün önünde duran bir halk gücünün de olmaması önceki reel sosyalist rejimlerin niteliklerinden ileri gelir.

    Yugoslavya’nın parçalanması dışsal kuvvetlerin suç ortağı olmadığı bir iç savaş değildi. Ancak iç kuvvetlerin verdikleri tepkinin gidişata etkisini yok saymak büyük bir yanlış olacaktır.

  31. anton

    Bu arada yarım ağızlı şahıs lümpen ilan etmiş beni. Saygılar. Gündüz kuşağı fena değil bu arada izleyin korkmayın (izlemişsiniz ki bilginiz var!). Ama Aydınlık dergisiyle Edward Herman’ı (Noam Chomsky ile beraber medya araştırmaları yapmış saygıdeğer bir bilim insanıdır kendisi Perinçekçi değil yani) bir tutmak için ne izlemek gerekir işte onu da ben bilmiyorum.

  32. yugoslavya meselesi

    “Bosnada bir soykırım falan olmadı, tecavüz kampları yalandır. Boşnak ve sırp ölümleri eşittir. Hatta asıl sırplara karşı bir soykırım uygulandığı söylenebilir” diyerek, sırp çetniklerini temize çıkarmak için rakamlar savaşı yapan bir herifin Chomsky ile zamanında ne yazdığından kime ne? Miloseviç’in sırp faşistlerinin avukatlığı yapılan o yazı gibi onlarcası zamanında Aydınlık dergisinde yayınlandı.

    Aydınlık isminden neden utanıyorsun?

    Perinçek de yakın bir tarihe kadar PKK ile işbirliği yapıyordu. 1980’lerde avrupa birliğini savunuyordu. Onu da ulusalcılarla bir tutmayalım o zaman. Kafaya bak kafaya..

  33. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    “Ben apo’yla görüştüm AMAN yapma etme dedim,diğer
    gazeteciler de görüştü, o dönem gazeteciydim,”diyen kimdi
    acaba…

    Aydınlık’ta, Çin’de katliam yoktur diye, Rabia Kadir’i yerden yere vurmaya benzemiyor bu işler. Kafaya bak kafaya…

  34. anton

    Bak kardeşim aydınlık isminden utandığım falan yok benim. İstediğini düşünebilirsin. Herman’ın yazıdaki pek çok görüşüne katılmadığımı da yazdıklarımdan anlayabilirdin ama bu kafada bir insan olmadığın belli. Herman ile aydınlık arasındaki fark da aydınlık çevresinin manipülasyonlarının siyasal amaçlı çarpıtmalar olması Herman’ın ise yalnızca rakamları kurcalayan bir medya analisti olmasıdır (kesin Herman İPlidir beklerim, değilse de ırkçıdır buyrun sallamak serbest). Ki bu çabanın da mantıklı olduğu bir gerçektir. Şimdi Perinçek’ini de aydınlığını da al ne yaparsan yap. Benim görüşlerimle ilgili sorunun vardıysa bunu ifade ederdin ama boşver sen istediğini istediğinle yan yana tutup kendi çapında mantıklı analojilerine devam et.

  35. yugoslavya meselesi

    Aydınlık ve Alili’den bahsedince “açık konuş yarım ağızla laf çarpma” dediğin için olayı açmak zorunda kaldım. herman merman tanımıyorum. yazının ilk bölümünü ilginç bularak okudum. ikinci bölümden itibaren bosna ve serebrenika katliamlarını önemsizleştirmeye çalışan, hatta sırplara yönelik soykırımlardan bahsedilmeye başlandığı yerde okumayı bıraktım. bu görüşlere katılmıyorsan senin için iyi birşey.

  36. ertan

    Bu Herman kim, Chomsky’le kitapları olan Herman mı? Aydınlık’ta ne yazmış, daha doğrusu Aydınlık hangi yazısını basmış? Aydınlık lafı geçince çıldıran AKP’li sen sus. Sorum Anton’a.

  37. anton

    Chomsky ile kitapları olan Herman evet. Aydınlık’ta da birşey yazmamış. Aydınlık yazısını bastıysa da haberim olmamıştır çünkü ömrü hayatımda bir sayısını okudum ben bu derginin. Bahsi geçen yazı Monthly Review’den. Linki yukarıda var. Yazıda Miloseviç’e farklı bir yaklaşım (abartılı şekilde iyi gösterilmiş) olması beni de başta sıkmıştı. Ancak rakamlar ve verilen demeçlerin ışığında olayın farklı bir boyutu incelenmiş. NATO müdahalesinin öncesinde nasıl bir ortam olduğu az çok anlatılmış

    NOT: Türkçesi de var bu makalenin Monthly Review Türkiye’de çıkmıştı. 2008 yılında sanırsam.

  38. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    ERTAN,KOPLO ÜRETİCİLERİ ADAMA KAFAYI YEDİRMEYİN
    BUYRUN BURADAN YAKIN…KONU MU BULAMIYOR BU KADAR MALZEME İÇİNDE ADAMALARINIZ ALLASEN…

    Ali Serdar Bolat 12 Ekim 2010

    AKP’nin kurduğu “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı”, başından beri ağır silah edinmeye çalışıyor.

    Kuruluş Kanunu’na “Yabancı personel çalıştırır” ve “Ağır silahlar alır” maddeleri konuldu.

    Böylece Ergenekon soruşturmasına şu ana kadar gizli olarak yön veren CIA personelinin resmi olarak görevlendirilmesi yapılabilecek.
    Bu personel aynı zamanda AKP ordusu kurulmasında da rol alacak.

    Bu Müsteşarlık kamuoyuna:
    “Güvenlik ile ilgili stratejik analizler yapacak, MİT, Emniyet ve Jandarmanın istihbarat bilgilerini tek merkezde değerlendirecek”
    şeklinde tanıtıldı.

    Müsteşarlık tank, top, uçak, helikopter , ağır silah vesaire almak istiyor.
    Peki, stratejik analiz yapacak, istihbarat toplayacak olan bir kuruluş niçin tank, uçak,helikopter almak ister?
    Bu işte bir bit yeniği olduğu ta başından belli idi.

    Ancak 4734 Sayılı İhale Yasası, Müsteşarlığın ağır silah, tank, uçak vesaire almasına engel teşkil ediyordu.
    Bu engeli ortadan kaldırmak için, Müsteşarlığa “İhale Yasası’na tabi olmayan kuruluş” statüsü verildi.
    Böylece Müsteşarlık, silah alımı konusunda Türk Ordusu ile aynı yetkilere sahip oldu.

    Peki, alınan bu silahlar ne olacak? Herhalde depoya konulup paslanmaları beklenmeyecek.
    Bunun anlamı, Türk Ordusu’na karşı AKP ordusu kurma çalışmalarının bir adım daha ilerletilmesidir.

    Esas amaç Türk Ordusunun İran-Irak-Suriye sınırından uzaklaştırılması.
    Bunun için her yol deneniyor.
    Örneğin Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi işi NATO’ya verildi.
    Bunun anlamı: Suriye sınırını NATO kontrol edecek.

    Peki Irak sınırı ne olacak?
    AKP formülü buldu. Daha doğrusu Obama’nın kulağına üflediği formülü dillendirdi:
    “Irak sınırına NATO askeri gelsin” dedi.
    Obama belki bu olmazsa diye alternatif bir plan önerdi: “Irak sınırında ortak güvenlik noktaları kurabiliriz”

    Niçin Suriye, Irak ve İran sınırları bu kadar önemli?
    Çünkü:
    – Suriye sınırının doğu kısmı
    – Irak sınırının tamamı
    – İran sınırının güney tarafı
    Kürtlerin yaşadığı bölgelerle sınır.

    Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi gereğince yaratılacak olan Büyük Kürdistan’ın içinde kalıyor bu sınırlar.
    Güneydoğu bölgemizin sorunsuz bir şekilde Batı İran – Kuzey Irak – Doğu Suriye’deki Kürt bölgeleri ile birleşebilmesi ve böylece “Büyük Kürdistan” yaratılabilmesi için, Türk Ordusu’nun bu sınırlardan çekilmesi gerekiyor.
    Türk Ordusu yerine buralara NATO, ABD askerleri ve Tayyip Bey’in “Sınır birlikleri” dediği AKP ordusu konuşlanacak.

    NATO ve ABD’nin silahları var, AKP ordusunun silahı yok.
    İşte bu sorun çözüldü, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, AKP ordusu için tank, top, uçak, helikopter hatta denizaltı alabilecek.

    Sınırlara yerleşen AKP ordusu, NATO ve ABD kuvvetleri ile işbirliği içinde etki alanını gittikçe kuzeye doğru genişletecek, belli bir zaman süresi içinde (3, 5 veya 7 yıl içinde) Türk Ordusu Güneydoğu Anadolu’daki etkinliğini kaybedecek.
    Bu süreçte salam politikası uygulanacak.
    Mek parmak, mek parmak daha…

    Güneydoğu’da bölücüler ayrılma referandumu istediklerinde veya ayrılıkçı ayaklanmaya başladıklarında Türk Ordusu müdahale etmek isterse AKP ordusu engel olacak.
    Gücü yetmezse NATO ve ABD askerini çağıracaklar.
    İşte hain plan bu.
    Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, bu hain planın hayata geçirilmesinin ilk adımı olarak kuruldu.

    Türk Milleti, derin uykulardan uyan. Ne zaman uyanacaksın…

    DELİMİNE BU AYDINLIKÇILAR, HANİ OLUR DA BUNA DA PES BE KARDEŞİM…

  39. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Hani ben AKP’liyim ya,
    Hani Amerika, AKP’yi gözden çıkarmıştı ya…
    Hani bunu ben değil,
    Hani bunu siz derginiz de 1 hafta önce söylüyordunuz ya…

    Olmaz be kardeşim, enayiliğin bu kadarı da olmaz…

  40. ertan

    Yahu bu adam ne diyor, artık takip de edilmiyor söyledikleri.

    Neyse Anton. Sözü edilen makaleyi bilmiyorum ama iyi oldu bahsettiğiniz en kısa sürede okuyacağım. Miloşeviç’e gelince…Bu adam uluslararası mahkemede dahi soykırım suçlusu olarak yargılanmıyordu. Bildiğim kadarıyla Kosova karıştığı zamanlarda bütçedeki açığın orduya gizlice aktarıldığı ve Kosova’da kanunsuzca bunun kullanıldığı iddiasıyla yargılandı. Ekstra şeyler var mıydı bilmiyorum. Bosna savaşından Kara”soykırımcı” sorumlu tutulmadı. O suçlardan ve Miloseviç’in partisiyle de ilgisi bulunmayan Karadzic, Mladic, Babic gibi isimler sorumlu tutuldu ki bu adamlar operasyonların bizzat başında, Miloşevic’ten emir alan tipler değiller. Tarihsel olarak monarşi yanlısı, muhafazakar faşist Çetniklerle Yugoslav Komünist hareketi ayrıdır. Çetniklerin yaptığı katliamlar bir bütün olarak ne oradaki sosyalistleri ne de tüm Sırpları ilgilendirir. Bizim AKP’nin de içinde olduğu klasik sağ cenahımızda hastalık derecesinde Sırp düşmanlığı mevcut. Samimi söylüyorum, Kusturica hiçbir şey yapmayıp sadece din değiştirseydi bile bu adamların lincinden kurtulamazdı. En nihayetinde diyeceğim şudur ki, Yugoslavya’nın dağılışına Türkiye’de objektif bakmak amiyane tabirle göt ister. Tabiki orada Müslümanlar ciddi ölçüde kıyıma uğradılar, sistematik olarak tecavüze uğradılar. Yaşananlar hakkında fikir edinmek için YouTube’a “bosnian war” gibi kelimeler yazıp çıkan sonuçları inceleyebiliriz. Ki o sonuçları karıştırınca göreceksiniz ki, Bosna tüm dünyadan ciddi oranda radikal islamcıların akınına uğramış. Avrupa’da Hıristiyan Sırplara karşı cihada giden birlikleri görün. Bu adamların Sırp yerleşimlerinde (ki demografik dağılışa bakarsanız Sırp, Hırvat ve Müslüman yerleşimlerin büyük oranda homojen dağılmadığını görürsünüz) hiç de Çetniklerden farklı davranmamış olabileceğini tahmin edebilirsiniz.

    Bu durumlara dikkat çekmek, halkların haksız boğazlaşmasında taraf olmamak “Sırp uşaklığıysa” “Çetnikçilikse” ben de Emir Nemenja Kusturica gibi Sırp uşağıyım. Kendisinin Kültürsüzlük Bakanı ve İslamcı-faşist çevreler tarafından lince uğraması içimi sızlattı. Şunu biliyoruz ki, Underground gibi bir baş yapıtı bu dünyaya kazandıran şahıs, kendini nereye ait hissediyorsa hissetsin, faşist. çetnik, soykırımcı ya da tecavüzcü ilan edilemez. Zira ben Boşnak halkının da Sırpların da yaşadığı dramı bir tek ondan izledim, onun filmleriyle yaşanan katliamlara üzüldüm, insanların el birliğiyle ortaklaştığı gelecek hedeflerinden koptukça tecavüzcü, soykırımcı, faşist olabileceğini düşündüm.

  41. bilmediğimiz birşey söyle

    ben de Emir Nemenja Kusturica gibi Sırp uşağıyım.

  42. ertan

    Senin gözünü akp partizanlığı bürüdüğü için Sırp düşmanlığı dışında bir şey düşünemezsin, zaten bunu pek sık yapmıyorsun. bosnada çetniklerden farklı olmayan birer faşistsiniz hepiniz. Kusturicayı topa tutmanızın nedeni eskiden Hitlerin sonra ABD’nin iti olan İzzetbegoviç alçağının yanında olmamasıdır.

  43. Hitlerin sonra ABD’nin iti İzzetbegoviç alçağı

    Hitlerin sonra ABD’nin iti olan İzzetbegoviç alçağının

    İzzetbegoviç ne yaptı?

    Etnik temizliğe maruz bırakılan, dört bir yandan sarılmış “siz türk köpeklerisiniz. osmanlının işbirlikçiliğini yapmıştınız. ya din değiştirip özünüze dönün yoksa size yaşam hakkı yok” diye sıkıştırılan küçük bir ulusun bağımsız, özgür yaşamını savunmaktan başka?

    Bu kinin nedeni ne, ne yaptı sizlere izzetbegoviç?

    “Çetnik ağzıyla konuşuyorsun. Onların uşaklığını yapıyorsun” demekte haklıyız çünkü sırp ve ortodoks türk düşmanları dışında dünyada kimse izzetbegoviçe senin gibi nefret kusmuyor.

    aydınlık beyinlerinizi nasıl iğfal etmişse, onlar bile bu ağızları bıraktı siz hala toparlanamadınız.

  44. ertan

    İzzetbegoviç Hırvat Tudman’ın yaptığını yaptı. Batıdan aldığı “bağımsızlık” işaretinden sonra savaşın ortasına Müslümanları attı. İşin pis kısmını Çetnikler yaptı. Bu İzzetbegoviç’i temize çıkarmaz. Biz bunu yemeyiz, Dünya’ya Türk ve İslam gözlüğüyle bakan sizin gibilerin yiyeceği bir nane. Dünün faşisti bugün “bilge kral” oldu ha, buyrun sizin Müslüman Çetnikleriniz ve “bilge kralınız” http://www.youtube.com/watch?v=DJrNeZgnj7Y&feature=related Sen o krallara biat etmeye devam et, sizin gibiler, çetnikler şunlar bunlar anasını ağlattı Balkanların.

  45. anton

    Ertan o Kusturica hakkında bu sıfatları kullananların kendileri sayılanların iki katı faşistliğe sahip insanlar genelde buna itirazım yok. Misal bir MHPli gördüm geçen sanatın ve sanatçının tanımını yapıyordu.

    Miloseviç’e gelirsek, yargılanma sürecini çok takip etmedim. Ama Titonun ölümünden sonra birtakm Sırp milliyetçi (hafif kalır ya) uygulamaları olduğundan haberdarım. Karadcic gibi şahıslarla bunların bir tutulmasında da çarpıtmaların etkili olduğunu biliyorum. Şunu da kabul ederim: Sırpların çektikleri genelde politically correct olmadığından kimsenin bahsedebildiği üzerinde durabildiği birşey değil. Ancak gelgelelim bu iç savaşta ne kadar batı parmağı vardıysa da. Yugoslavya’yı yaşatabilecek bir irade ne Sırplarda ne de Boşnaklarda vardı.

    İslamcı tepkiler konusunda da haklısın. Sonuçta İslamcıların semirtildiği pek çok ABD (maalesef böyle insanları ulusalcılıkla suçlayınca bu gerçek değişmiyor) destekli savaş vardır.

    Ne diyelim başka zaman, başka soykırımlar, başka söylemler… Holokost endüstrisinin ekmeğini yiyenler temiz kalamayacaklar asla! Onların döktükleri gözyaşı da sahte öfkeleri de. Kendilerine bir İsrail kuracaklar, soykırıma devam edecekler farklı mekanlarda, farklı zamanlarda, farklı maktüllerle bu sefer.

  46. ertan

    “II. Dünya Savaşı sırasında Handschar SS Birliğine katıldı.[1] Bu birlik hem anti-komünist hem de faşist yanlısı bir yapıdaydı. Bunun yanında İzzetbegoviç Mladi Müslümani(Genç Müslümanlar) üyesiydi; bu örgüt 1928’de Afganistan’da kurulan Müslüman Kardeşler örgütü ile eş zamanlı kuruldu. Bu eylemleri yüzünden, Komünist Parti başkanı Josip Broz Tito, Aliya’yı Yugoslavya devletinin kuruluşundan sonra, 1946 yılında 3 yıl sürgün hapsine gönderdi.”

    İşte Tito’nun büyüklüğü.

  47. ertan

    Ne yazık ki Anton ne yazık ki…

  48. KULAĞIMIZI RADYOYA DAYADIK ENVER HOCAYI DİNLİYORUZ MU..

    Objektif olmak, olabilmek…göreceli olduğu kadar iyi bilgi birikimi
    gerektirir. Bir takım dergi ismleri, ya da kirlenmiş internet bilgileri
    bizi bağlamaz. Giriş-gelişim eyvallah desek, “obfektif sonuç”;
    hâlâ muallakta bittabi…

    Devreye girmemek için yarına beklemedeyiz ertan efendi.
    Geç Tito’yı falan geç…

  49. Hurşit

    Hapishanecilik mi büyüklük? Tito, Babam İş Gezisinde Filmin’de gördüğümüz gibi, anti-stalinist kampanyaya katılmayanları da hapse atmıştı. Hiçbir gardiyan büyük değildir. Öyle olsaydı “en büyük” Stalin ve Hitler olurdu. (bir bakıma büyüktürler tabii. Büyük diktatörler, büyük zulümkârlar vb.)

  50. Gül'e yazılan "okur mektubu" gerçek değilmiş

    12 Ekim 2010
    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İstanbul’daki güzergah geçişi sırasında, yol kapatıldığı için hastaneye yetiştiremediği annesinin öldüğünü iddia eden kişinin gerçek olmadığı ortaya çıktı.
    Vatan Gazetesi’nde Mustafa Mutlu’nun köşe yazısında yer verilen ve Ahmet Ertaç isimli kişiye ait olduğu belirtilen mektupta anlatılan olaya ilişkin Cumhurbaşkanlığı makamlarınca inceleme yapıldı.
    Yapılan inceleme sonucunda, 8 Ekim 2010 tarihinde mektupta anlatılan şekilde bir ölüm olayının meydana gelmediği, mektubu yazdığı belirtilen Ahmet Ertaç’ın da gerçek kişi olmadığı belirlendi.
    Mektubun, Ahmet Ertaç adına düzenlenmiş sahte bir elektronik posta adresinden Vatan Gazetesi’ne gönderildiği saptandı. Mektubun gazetede yayınlanmasının ardından Cumhurbaşkanı Gül, anlatılan olaya ilişkin olarak, sosyal paylaşım sitesi “twitter” üzerinden açıklamada bulunmuş, olayın meydana geldiği gün ve saatte Cumhurbaşkanlığının Tarabya Köşkü’ndeki ofisinde bulunduğunu belirtmişti.

  51. Ne solcular tanidim aslinda yoktular

    Kusturica o kadar da abartilacak kadar “kötü adam” degilmis. Cok çok din degistirip ortodoks hiristiyan olmus. Olabilir, din degistirmek herkesin hakki. Ama bunu tam da ortodoks hiristiyanlar müslümanlari keserken yapmis. Evet, anlamli ama tercihini bu sekilde ortaya koymus. Kemalizm dinine geçmemis ya o kadar vahim degil. Dünyada çesitli dinler, bu arada ideolojiler, kendini ideoloji sanan dinler, “vicdan” üzerine çesitlemeler yaparken bir yandan da kendini materyalist belleyen fikir sistemleri bulunmakta. Bunlardan hiçbiri varligini, var olusunu ve temel prensibini Islam karsitligi üzerine oturtmuyor, Kemalizm hariç. Kemalizm, Islam’a karsi yahudilik’le, hiristiyanlikla, ateizmle, marksizmle, komünizmle, budizmle, Hitler’le, Stalin’le, Kusturica ile birlikte olabilir, ama Kemalistlerin Islam’a, mûslüman türk halkina olan nefretleri asla sönmez, agizlarindan köpükler saçarak, sagdan soldan, bazen emperyalizm adina, bazen anti-emperyalizm adina küfür edip dururlar, etsinler. Ama en azindan bu küfürler nedeniyle kendini solcu, ilerici vb. sananlar bilsinler ki bu yaptiklariyla Islam’a degil sola zarar vermekteler.

  52. ertan

    Adam büyük demogog.

    Şahsen ben adına ne derseniz deyin, Partizanlar Yugoslavya için savaşırken Nazi işgaline katılmış, faşist örgütlenmeler içinde yer almış İzzetbegoviç gibi birinin kazığa oturtulmasını beklerdim. Kolay mı öyle kendi halkına silah çevirmek. Tito bu nedenle büyük dedim Hurşit bey. Tito’ya değil de her türlü saçmalığı savunanlara sözün olsun biraz da. İyi ki Tito büyük dedim, dönmüş bana cevap vermiş.

  53. Hurşit

    Sinirlenmeyiniz Ertan baeycim. Bugünlerde sizi pek gergin bir havada görüyorum. Rahat olunuz, hayat geniştir, her şey hallolur. Evet, uzun yıllar hapiste yatmış birisi olarak hapishanelere karşı hassasiyetim vardır da, bu tepkilerim oradan kaynaklanıyor. Biliyodr mumunuz, erkan bey, bu tanih ne kazıklı Voyvodalar gördtü. Hepsie zulümlerini yaptılar ve geçip gittiler. Ne kaldı geriye. Merhamet en değerli duygudur. Bütün canlılarda vardır efendim. İnanın, o sözünü ettiğiniz kişiyi getirseler, yap deseler, kazığa oturtamazdınız. Kolay bir şey midir bu sanıyorsunuz. Bu bakımdan işkenceciler bile bir bakıma tahdire şayandır. İnsanın normalde yapamayacağı iğrenç bir şeyi yapabilmeleri açısından. Yine de siz benim kusuruma bakmayın. Arada bir sölme takılıyorum.

  54. Hurşit

    Aaaa evet, şunu da belirteyim. Tito, Stalin’e göre çok insaflıdır tabii ki. Kusturica’nın filminde görüldüğü gibi, muhalif baba sadece 2 yıl kalır toplama kampında ve geri gelir. Sovyetler Birliği’nde olsa Stalinist polis onun derisini yüzerdi vaallahi. Sağ dönmesi de çok az ihtimaldi.

  55. ertan

    Ben niye oturtatım, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayanların oturtmamasına şaşırdım, zaten bunu bile bir büyüklük olarak tanımladım. Hayır o kadar zırvaya karşı çıkma, Tito büyük adammış dediğimde dön bana mahpus edebiyatı yap. Mahpus olmak kötü bir şeydir, ama işgalci Nazi ordusuna asker yazılmak daha kötü. Heralde onlar Müslümanların çıkarı için gelmişti Balkanlara, tüm Dünyanın Müslüman Türklere düşman olduğunu varsayanlar bunun hesabını yapmış olabilir. Neyse, bu gibi zırvalamalara cevap vermek ister istemez üst perdeden konuşmaya zorluyor insanı.

  56. eci veci vokke

    kustaricanın bu kadar yüzeysel ve sığ davranmasını anlamlandırmaya çalıştığınız bir yazı olmuş. sanatı ne kadar beğenilerimizi kazansa da dediğiniz gibi kıyımları hafife alacak kadar sığ olması bunu aidiyet duygusuyla açıklamaya çabalaması kabul edilemez birşey.

    seçkinci bir yazı ile yiğidi öldürmediniz hakkını yine de verdiniz.

    dipnot: iletişim bölümüne hızlıca erişim sağlayabileceğimiz bir iletişim formu eklemeniz sizinle iletişimizi bir nebze daha hızlandırabilir

  57. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Koca bataklık dururken hâlâ sivrisineklerle uğraşıyorsun be ertan kardeş…hani samiyetine inanmasam ajan yaftasını yapıştırırım tarafına yahu. Ne partizanı allasen, o partizanlar rejimlerin yenilgi olgusunu da hazırlar savaşlarda…Çin, Rusya devrim tarihi bunun örnekleriyle dolu.

    Hem diyeceksin G.Zileli’nin son zamanlarda ki yazılarını beğendiğini, hem de eski yazılarını okumayacaksın. Yapma
    gözünü sevim allahaşkına. Bi göz gezdiriver bi zahmet.

    Boşver sivrisinekleri, isimleri…konu rejim konusu rejim…

  58. Anonim

    gun zileli sacmalamıs.
    miloseviç hayranı birini neden savunmak zorunda hissetmis kendini anlamıyorum

  59. BEYAZ TÜRKLER

    Bir gün emperyalizmden hesap sorulacaksa, bunu Aydınlık
    Türkler yapacaktır. Yaşasın vatan, millet sakarya…ne mutlu
    tükrüm diyene.

  60. işgalci nazi ordusuna asker yazılmak

    ertan yavrum senin dünyadan haberin yok. ya da senin dünyan “şeriatçılar bosnaya geldi, yugoslavyayı böldü” hezeyanınından ibaret. izzetbegoviç nazi yanlısı olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi ama anti komünist olduğu bilinir. ayrıca o coğrafyada “komünist” “nazi” “islamcı” gibi etiketler senin sloganlara duyarlı minik kafanın algıladığı kadar çok birşey ifade etmez.

    orada osmanlının bölgeden çekilmesinden beri süren bir etnik soğuk savaş vardır. hırvatların kutsal roma germen imparatorluğundan bu yana gözü almanlardadır, sırplar ise rusyaya bakarlar.. panslavizm akımlarına yakındırlar. sovyet-alman savaşı çıkınca çoğunluk eski bağdaşıklıklarıyla taraflardan birine yazılmıştır. senin anlayacağın, “partizanlar yugoslavya için savaşırken” diğer unsurlar sadece kendi bağımsız devletlerini kurma derdindeydiler. çünkü zaten senin tarihsizmiş gibi bahsettiğin yugoslavya fikri dahi bir panslavist fikirdir. bizdeki turancılığın rus sponsorluğunda gerçekleştirilmiş halidir.. yugoslav krallığının tarihi merkeziyetçi sırplara karşı kendi özerkliklerini korumaya çalışan hırvat ve boşnakların mücadelesiyle geçer. çünkü hırvat ve boşnaklarda, sırplara nazaran ortak bir “slavlık” düşüncesi hemen hiç yoktur. hırvat milliyetçileri kökenlerini slav olarak dahi görmezler. yoksa senin düşündüğün gibi bir “ortak vatan savunması” falan yok. sırpların yugoslav krallığını savunmaları olsa olsa türklerin millet-i hakime oldukları osmanlıyı savunmaları gibi birşeydir.

    İkinci dünya savaşı öncesi ve sırasında IRA Nazi Almanyası’ndan para ve silah yardımı almıştır. İrlanda’nın Nazilerce işgal edilmesi için ortak planlar yapmışlardır.

    Onları da kazığa oturtmak istermisin fındık beyinli çocuğum?

  61. ertan

    Bakıyorum da saçmalığın yüksek sesle karşıtlık bulunca sözlerin kendini daha çok bulmuş. “şeriatçılar bosnaya geldi, yugoslavyayı böldü” gibi bir hezeyan ancak senin oturma organından çıkardı. Ne dediğim yukarda, bunu bir daha tekrar etmeyeceğim. Olan şey Türk İslam gözlüğünün Yugoslavya’nın dağılışında objektifliği kaldırmaması. Her şeyi Rusların Panislavist politikalarıyla açıklaman senin durduğun yerin bir getirisi. İkincisi Nazi uşaklığını meşrulaştırmaya da çalıştın ya bir de Kusturica Miloşevic’i övdü diyosun. Yuh olsun sana, insanın gözünün kör olması böyle bir şey olsa gerek. İRA da yardım almış falan diyor. Bunu ilk defa duydum ama şayet doğruysa senin bu yaptığına pisliği pislikle örtmek denir arkadaşım. “savaşı çıkınca çoğunluk eski bağdaşıklıklarıyla taraflardan birine yazılmıştır” senin savunduklarının omurgasızlığı da burda ya. Aklınız Osmanlı’dan, Bizans’tan, Ruslardan öteye çalışmaz. Partizanları ve Yugoslav Komünist hareketini de öyle sanıyosun, başka bir şey olduğu yok.

  62. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Gözden kaçmaması gerekir, ekim 1918’de “yugoslav milli konseyi” kral nikola’yı devirerek,ilk yugo-slav birliği kuruldu.İlk karadağ’ın sırbistana katılmasının da tarihidir.Hasburg dönemindeki gibi,hırvatlar tam özerklik için giziliden ve açıktan faaliyete geçtiler.Sırplar,bu duruma sıcak bakmıyor,yönetimin kendi insiyatiflerinde olmasını,bunun pekişmesi için ortak koalisyona gidilmesi çalışmaları yapılırken,
    hırvat lider Radiç,karadağlılar tarafından öldürülüp,kral 1929 da meclşisi feshetti.aynı yarih içinde,galiba ekim de sırpların ağırlıkta olduğu, yeni ismi “yugoslavya”olarak ismi değişti.

    1932 de yeni anayasa hazırlanarak tek parti sitemine geçildi.ancak diğer etnik unsurlar,hırvat katliamı yaparak ve ordunun da desteğini alarak ayrışma yoluna gitti,ta ki bosna müslümanları ve slovenlerin ortak desteklediği Stoyadinoviç ‘in readikal partisinde sert bir rejim altına geçene kadar. 1937’de YKP,Tito’yu gn.sek.görevine getirdi.Bunda cesaret alan hırvatlar stoyadinoviçi devirdi.Revizyonist politikaların başlangıç tarihidir 1937.

    ikinci dünya savaşında tito birlik direnişiyle işgalden kurtulan yugoslavyanın tek ve önlenemez büyük lideri olarak,Stalin’in övgülerini alarak ve stalinle aynı seviyede yüz yüze konuşabilen tek kominist lideri haline geldi. 1946 seçimlerinde,1 milyonluk kızıl ordusyla yönetimi elde tutan “halk cephesi” zaferiyle sonuçlanan 6 federe devletten kurulan “yugoslavya federal halk cumhuriyeti” kuruldu.1948’de milliyetçi ve liberal tutumundan dolayi isim değişikliğine giderek,kominist birliği adını aldı. Burada keskin viraja giren tito, sovyetlerden uzaklaşarak,kendi yolunu seçti.
    İşte tito’nun kısa öyküsü ertan…

  63. Anonim

    Bakıyorum da saçmalığın yüksek sesle karşıtlık bulunca sözlerin kendini daha çok bulmuş.

    ha gayret ertan..önce şu ‘ilk defa duyduklarını’ bir özümse, ondan sonra cevap yetiştirmek için klavyene sarıl.. Bak yukarıda bir tane daha gelmiş.. Yavaş yavaş, sindire sindire..

  64. Anonim

    IRA tartışmasının ne alakası var konuyla. Bırak demogojiyi İzzete gel sen. Hikaye anlatma. Burda Stalin tartışılırken yazılanları gördük. Stalin=Hitlerdi hani. Şimdi Stalin=Hitler=İzzetbegoviç oldu. Paça tutuşması enteresan…

  65. Anonim

    İşinize gelmeyince de fındık beyinli bilmem ne. Hakarete sarılın sonra içinizden biri gelsin askeri vesayet desin saçma sapan haberleri kopyalayın buraya. Derdiniz belli sol liberal ‘entel’ kuşağın devam ettiricisi siz İslamcılarsınız. Cihangir tarafını rezerve ediyorsunuz şimdiden. Omurgasızlığın kitabı yeniden yazılıyor. Efendim kolpa liberter ayaklar. Eski sol çok baskıcıydı bilmem ne. Hikaye anlatmayın gidin bunları bak bir sürü gazeteniz, derginiz, televizyon kanalınız var oralarda anlatın. Ama yetmez. Herkesin beynini iğfal etme hırsı herkes benim gibi düşünsün derdi bir başka hınç var. Sürekli eski solcu abilerine soruyorlar biz de entelektüeliz di mi? Bilmiyorlar ki sarıldıkları eski solcuların karakterini. Zileli anlatmış okuyun ibret alın biraz.

  66. ertan

    Bunların yaşadığı akıl tutulması, özgücülük ve toptancılık Kemalistlerde bile yok artık. Tartışmanın seyri dahilinde şu çok rahat söylenebilir ki, akpli akil insan dün atıp tuttuğu Yugoslavya hakkında wikipedia benzeri siteleri ziyaret etti ve burda o tarihsel bilgileri satmaya başladı. Sonuna da “ilk defa duyduğun” ibaresini özenle eklemiş ki aslında dün kaybettiği yerden bana saldırmaya çalıştığı çok belli oluyor. Çünkü dün Yugoslavya’nın dağılışı ve İzzetbegoviç hakkındaki gerçekleri ilk defa duydu. Baştan sona tüm günahları yüklediği Miloşevic dışında isimleri bile belki ilk defa duydu. Neyse ben bu kısımlara takılmıyorum zira temsilcisi olduğu politik cenahın bakışı dahilinde meramını anlatıyor, küfrünü ediyor. Fazlası, toplumların dönüşümü hakkındaki pek çok farklı unsuru tahlil etme yeteneğinden ve en önemlisi bunu deneme amacından yoksun. Varsa yoksa, bazılarını Kemalist, Türk-İslamcı geleneğin de paylaştığı ezber tarih algısı dahilinde caka satmak, ortalığı provoke etmek, küfür etmek…

    O kadar lafı dolandırmaya gerek yok. “Yugoslavya için savaşan partizanlar” dediğim zaman, Yugoslavya’nın ilk defa sosyalistler tarafından ortaya atıldığı sandığımı sanmış. Halbuki Yugoslavya ideali tarihsel olarak daha eski bir birlikteliğin adıdır, güney slavların birliği anlamına gelir. Bunu bizzat yaşadığım oradan biliyorum, Yugoslavya’nın anlamını birçok Sırp bile bilmez. Hem de bu Sırplar fotoğraf çekilirken “çetnik selamı” verirler.

    Yani demem o ki, bu eleman ve cenahı Yugoslavya’nın yani sosyalist Yugoslavya’nın hala ama hala Rusların panislavist politikası dahilinde kurulduğunu, yaşadığını sanmaktadır. Müslümanların anasını ağlatmak ve sıcak denizlere inmek amacıyla Hıristiyan Rusların bir oyunu vs. vs…Klasik sağ-faşist cenaha ait dünyanın her yerinde eziyet gören Türkler ve Müslümanlar anlatıları genlerine işlemiş. Kendi tarihsel algıları o kadar özgücü ki, asla çıkarmayı düşünmediği din gözlüğü, “Müslümanların çıkarı için” Nazi ordusuna asker yazılmayı meşrulaştırmaya kadar varır. Şunu açıkça söylesene, Nazi işgalinden medet uman İzzetbegoviç, yıllar sonra Amerikan çağında, sosyalist Yugoslavya’dan kurtulmak için Amerikan uşaklığından medet umdu. Bu uğurda Müslümanları iç savaşa atmakta beis görmedi. Zaten en nihayetinde İzzetbegoviç gerçekten kendini Nazi hissettiği için SS birliklerine hizmet etmedi, damarlarına sirayet etmiş karaktersizliğiyle tüm “slavlar” Hitler çizmesi altında ezilirken bir şeyler koparabilirim diye düşündü. Bu mu bilge kral? Her kral gibi oldukça karaktersiz, yalan dolan…

    Sen dünyayı ait olduğun cenahın anlatıları dahilinde okumaya devam et. Çetnikler, tüm Sırplar, Tito, Yugoslav komünistleri, Lenin, Stalin vs. vs. hepsi panislavistti zaten.

  67. ertan

    Yanlışlıkla “Bunu bizzat yaşadığım oradan biliyorum,” demişim, doğrusu “bizzat yaşadım ordan biliyorum” olacak zira o taraflarda yaşadığım gibi bir anlam çıkmasın.

  68. Şaka mısın sen?

    güney slavların birliği anlamına gelir. Bunu bizzat yaşadığım oradan biliyorum, Yugoslavya’nın anlamını birçok Sırp bile bilmez.

  69. Ozan Akbaş

    Gün Bey, bence burada Bosna Katliamı ile Ermeni Katliamı’nı karşılaştırmak çok yanlış. Evet Bosna’da ölenlerin sayısı abartılı, onu düşelim. Ermeni Katliamı olarak anılan durumla karşılaştırdığınızda, aradaki en büyük fark, o dönemde ayrılıkçı çetelerin belli başlı ülkelerden yardım alması hatta o devletlerden bazılarının (Fransa ve Çarlık Rusya’sı) ordularına katıldığıdır. Bu insanların neler yaptığı da sadece Osmanlı Arşivleri’nde değil Rus devlet arşivlerinde ve hatta cephede bulunan Rus subaylarının günlüklerinde de sabittir. O dönemde bir kanun çıkarılıp bu halkın “hepsi” zorla göç ettirilmiştir ve malesef gerekli kanun çıkarılmasına ve Ermeni Halkı’na uygulanacak herhangi bir şiddet içerikli eylemde uygulayanlara verilecek cezalar kesinleştirilmesine rağmen, kanun uygulanamamıştır. Diyorsunuz ki “devlet bunu kabul etmiyor” şunu göz önünde bulundurmak gerekmez mi? Bu bölgede akan kanı durduramayan, bunun üzerine alınabilecek en katı kararlardan birini alıp göç kanununu çıkaran ama uygulayaman-uygulatamayan ve büyük bir kıyıma sebep olan Osmanlı Devleti mi yoksa Türkiye Cumhuriyeti mi?
    Bu halkın çoğunluğu hatta neredeyse hepsine yakını masumdu, bunda hepimiz hemfikiriz. Peki ya evinin arka bahçesinde kurşuna dizilen Türk kökenli Osmanlı vatandaşları? Veya o bölgede bırakın birkaç yüzyılı, tarihin başladığı milada yakın yıllardan beri yaşayan Kürt kökenli Osmanlı vatandaşları?

    Benim düşüncem: Burada bir şekilde silahı eline ilk alanın, kıyımı ilk kimin yaptığının belli olmadığı bir ikilik çıkarıldığı. Buna varabilmemdeki en büyük etken Rus cephe subaylarının günlüklerindeki notlar ve İngiliz arşivlerindeki (kendilerinin de kabul ettiği) propaganda belgeleridir.

    Emir Kusturica’ya yapılan haksızlığa gelince. İnsanın siyasi görüşü kendinedir. Faşist ve fırsatçı olmadıkça da bir insana herhangi bir yönden saygısızlık yapılmasını yanlış buluyorum. Kendisinin sadece iki filmini izledim, ama birkaç siyasi içerikli olmayan konuşmasını da dinledim. Ve görüşüm: bu insan yapılan bu saygısızlıkları haketmemektedir. Bir yerde duymuştum alıntı yapayım, tam cümlelerle aklımda değil ama: “İtalya, birliğini kurmak adına yüzyıllarca savaş halindeydi: Michelangelo ve Da Vinci gibi sanatçılar bu dönemde çıktı, eserlerine bir bak! İsviçre ise 700 yıl savaşsız yaşadı: Tek yapabildikleri/bulabildikleri şey ise guguklu saat!” Emir Kusturica’nın durumu da buna benzemektedir, saygı denen olguyu sonuna kadar hak ediyor

  70. ertan

    Şakayız tabi, en sonunda bir espri yapacağız zulüm gülmekten ölecek 😉

  71. aslan111

    Gün Zileli’nin Emir Kusturica postu, dönüp dolaşmış, ideolojik temellerin ötesine de taşarak kültürel eleştirinin en eski en merkezi motflerinden biri, siyasi düşünce akımlarının yalanları içine çekilmeye çalışılmış. Yalan, yalnış, doğru, objektif bir çok yorum görmekteyim. Ayrı ideolojik görüşlerin aynı cephede buluşması veya show amaçlı egoların kabartılması ilkellik tuzağına düşmenin anlamı yok. Toplumsal kültürler ve fikirler; insana yaraşan toplumda yaşandığı yanılmasını yaratmakta, bütün insan ürünlerinin temelinde yatan maddi koşulları gözden saklamakta ve rahatlatıp uyuşturarak, varoluşu kötü ekonomik belirleniminin sürüp gitmesine hizmet etmektedir.Yalnış veya doğru, tartışılabilir, ancak kültürün de bir ideoloji olduğu düşüncesidir bu ve ilk bakışta hem burjuva şiddet doktirinince hem de onun muarızınca paylaşıldığı, Marx tarafından savunlduğu sanılır. Ama işte, insanı yalana karşı uyaran bütün nasihatler gibi bu düşüncenin kendisi de ideolojiye dönüşmeye pek yatkındır. Özel yaşam alanında görebiliriz bunu. Para düşüncesi ve peşinden getirdiği bütün çatışmalar, kaçınılmaz biçimde, en şefkatli, en erotik, en yüceltilmiş ruhsal ilişkilere bile sızar. Geçmişte, solun iktidar kavgaları, yanıltılıcı istemler vb yüzlerce örnek sığdıralabilir buna. Bu yüzden, kültürel eleştiri de, tutarlılık mantığına ve doğruluk ruhuna bağlı kalmak adına, bütün ilişkilerin açıkca ve amansızca kendi maddi kökenlerine indirgenmesi, tarafların çıkarlarına göre oluşmuş bir maddi bağlantıya eşitlenmesine talep edebilir. Çünkü anlam, bildiğimiz gibi, kökenden bağımsız değildir ve maddi olanı örten ya da dolayımlandıran her şeyde samimiyetsizliğin, duygusallığın, demek gizli ve bu yüzden çok daha zehirli olan çıkarın izini seçmek de hiç zor değildir.Theodor W.Adorno-Mınıma Moralla, bilmem kulaklarınız çınlamış mıdır… Feodalizmi atamamış toplumun izlerinde, hele liderlerinin kökenleri, hem redederek hem arkasına sığınarak ve tam da ortasından feodalizmle işbirliği içinde olup da tabanından bunu saklayanların toplumlarında görünen olağan davranış biçimleri bunlar.

  72. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    İster partizan histerimizin kabarması, ister kendimizde fark edelim ister başkalarında, kuşkuyla yaklaşım biçimlerini severim ben arkadaş. Unutlumasın ki bağımsızlığın entellektüel jargonun da fazla kaybolmanın da anlamını yitirdiği günümüzde bekledik bekledik de 3.cephe açılamadı bir türlü. Katılıp katılmama ayrı konu, uzaktan seyirci olma ayrı konu tabii…Eskiden, efendinin kölesine kaprisi
    denirdi buna. Hani korkulu bir saygıyla: şimdi hani bazılarının çarpıtarak demokratikleştirilmiş sosyalizm dedikleri…aydınlık dediğim işte neg üzel. Artık nasıl bir şeyse o…Ve en sıradan banka memuru bile nasıl yapıldığını film kahramanlarından öğrenmektedir, kaybolarak kavram kargaşası içinde. Büyük model, gece geç vakit bekâr dairesine dönen ve gizli ışıklandırmayı açarak hemen kendisine bir viski soda hazırlayan, smokinli, yakışıklı erkektir: Küstah dudaklarının telaffuz etmekten kaçındığını sevimli gülümseme, maden suyunun dikkatle kaydedilmiş köpürme sesi söyler bize: Sigara dumanı, deri ve traş kremi kokmayan her şeyi, özellikle de kadınları küçük görmektir – onlar da tam bu yüzden dayanılmaz ölçüdeçekici bulurlar bunu. İnsan ilişkilerinin ideal biçimi bir erkek kulübüdür ona göre: O çok özenli, öznesi olmayan vicdansızlığın arenası. Böyle adamların- daha doğrusu modellerinin; çünkü gerçek yaşamda pek az bire bir karşılığı bulunur bu tipin. Güçlü erkek ile uysal çocuk karşıtları, tahakkümün eril ilkesini en katışıksız biçimde uygulayan bir düzende kaynaşırlar…ne güzel. İstinasız her şeyi, sözümona özneleri bile, kendi nesnelerine dönüştürmekte, bu ilke de bütünüyle edilginleşir, kadınsıllıktan ayırt edilemez olur…ne güzel..

    Mültecilerin eski yaşamlarının silindiğini biliriz. Eskiden tutuklama emriydi, bugünse zihinsel yaşantıdır ülkeden ülkeye taşınmayan…ne güzel…

    Ben alıntıyı çok severim de…

  73. Kimse rahatsiz olmuyor, neden?

    Ozan Akbas açik açik ermeni soykirimini savunuyor ve kimse rahatsiz olmuyor, neden? Surada iki satir Ak Parti’den, muhafazakar demokrasiden bahsedilse herkes “fasist, gerici, yobaz vs” diye agizlarinadn köpükler saçarak saldirir, ama Kemalsitligi ve soykirimciligi içlerine sindiriyorlar, neden? Cünkü bu siteye katilan ve çogunlugu referandumda “hayir” oyu vererek 12 Eylül fasist anayasasina “evet” demis olan solcu, devrimci geçinen Kemalist zevat, aslinda katliamci, irkçi, stalinist kan içiici canavarlarin hayranidir. Gerçek ortada.

  74. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Niye rahatsız olacağız ki…”O”, Zürih’de-Berlin’de bu işerin üstesinen geldi ya…bu konu kapandı ya…Talat Paşa ekibine
    şükranlarımı da sunuyaım bu ara da………….

  75. ertan

    Farkediyor musunuz arkadaşlar, akpli eleman nasıl da yan çiziyor. wikiden okudukları bu kadarına yetti sanırım, şimdi dikkatleri başka yöne çekmenin gayreti içinde. Veririz canım veririz, inanıyorum ki bu sitedeki hemen herkes (sen hariç ya da senin temsilcisi olduğun cenah hariç) tutarlı biçimde Ermeni soykırımına dair gerçekleri yüksek sesle dillendirir. Bir tek senin ağababaların onun başına “sözde” ibaresi koymaya devam ederler. Siz numunelik olsa Hıristiyanları öper başınızın üstüne koyarsınız. fakat gerçeklere gelse iş Sırp düşmanlığında olduğu gibi kininizi kusarsınız onların üstüne.

  76. işin zor ertan

    Ben, babamdan başka kimseye “baba” demedim ertan efendi.
    Senin, ağababalarınn alayı içerde. Viki kedi dediğin de neymiş…
    Orjinal ingilizcesi dururken, ki işim olmaz belleğe kayıtlı alayı…

    Ben “özgür” bir adamım
    Sense “bağımlı” … işin zor vesselam ertan efendi…

  77. ertan

    laf söyledi bal kabağı, devrimci sosyalist akp-ml üyesisin galiba 🙂

  78. işin zor ertan

    ona öyle demezler laaa…hee nerden bildin kapasiteli evladım :)))

  79. ertan bize de sırpça öğret

    çetnikler kadar hatrımız yok mu?
    yugoslavya ne demekti?

  80. ertan

    Tıpkı pek çok insanın Anadolu’nun anadan falan geldiğini sanması gibi, pek çok Sırp da Yugoslavia’nın anlamını bilmiyor. Niye bu kadar zoruna gitti bu bilgi anlamadım, cahillik mi desek? Her konuda olduğu gibi bu konuda da takılacak en gereksiz yerlere takılmanı sağlayan asgari mantık seviyesinden yoksunluğun mu desek bunun adına ne desek?

  81. Mehmet Perinçek Yoldas göreve

    Kuzey Kore lideri Kim Jong İl’in büyük oğlu, ülkesinde iktidarın ailesinden üçüncü kuşaktan bir kişiye geçmesine karşı olduğunu söyledi.

    Kim Jong Nam’ın açıklaması, üvey kardeşi Kim Jong Un’un babasının halefi ilan edilmesinin ardından geldi.

    Büyük oğul Kim, iktidarın soydan geçmesine karşı olduğunu belirtmekle birlikte bunu gerektiren iç unsurların olması halinde bu yöntemin kabul edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

    Bir zamanlar Kim Jong Nam’ın babasının halefi olacağı düşünülüyordu, ancak 2001’de sahte pasaportla Japonya’ya girmeye çalışınca gözden düştü.

  82. simdi hemen simdi bize ermenice de ögret ertan

    hic mi hatirimiz yok ertan, hadi seni kim tutar

  83. ertan

    Heralde karşımda bir insan yok. Kaç gündür bir “bot”la yazışıyorum.

  84. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    “ANADOLU” İSMİNİN MİTOLOJİK OLUŞUMU (ertan’a)

    Hitit’lerden önceki çağda,”Hatti” ülkesinde sarışın, mavi gözlü güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Zavallı kızcağızın babası bir savaşta ölünce buğday tarlaları kurumuş, o yıl hasat alamamışlar. Karlı bir kış günü, zavallı kızcağızın annesi ince hastalığına yaklanıp, kızından çorba istemiş. Lâkin buğday ambarı boş, bomboşmuş. Kız başlamış ağlamaya, “dol ana – ana dol – dol anam için dol – dol anam için,” diye……Bir evliya hazretleri temiz kalpli bu kızın çığlığını duyarak, buğday ambarına gelmiş. Deyneği ile yere bir dokunmuş, her yer tavana kadar buğday dolmuş. Kız heyecanla anasına koşmuş : “Ana dolu..ana dolu..ana dolu..ambar dolu diye öyle bir bağırmış ki köyün ihtiyar heyeti o günden sonra Hatti’ye ANADOLU demişler.

  85. Ozan Akbaş

    Ben yazdığım yerin neresinde soykırımı savunmuşum veya reddetmişim? Tekrar gözden geçirdim anlayamadım.
    Bunun dışında hiçbir muhafazakar tanım ve terim itibari ile demokrat olamaz. Ha demokrasi de çoğunluğun azınlığı ezmesidir, o ayrı.

    Bu arada bana kemalist diyerek hakaret ettiğini zanneden arkadaş kendisine neden o saydığı yakıştırmaların yapıldığını yazarken aldığı alev yüzünden olup olmadığını araştırsın, wiki’de yazıyordur belki.

    Gün Bey’le yaptığımız kısa mesajlaşmada görüşlerimin yanlış olduğunu söylemesine rağmen ben söylediklerimin arkasındayım: bu işte bir bit yeniği var, ingilizler ve ruslar açık açık ermenileri kullandıklarını söylüyorlar (adamlar ingiliz diye her dakika yalan söylecek değiller herhalde) ancak hangi taraf olursa olsun dökülen kan da ortada. ben bunu söylemekte yanlış birşey görmüyorum.

    yanar dönerli arkadaşa bir cevap daha. ben referandumu boykot ettim. nedeni mi? birden fazla ama benden ne 12 eylül 1980’e ne de 12 eylül 2010’a oy çıkar

  86. ayşegül

    devrimci bir feminist olarak; ermeni, yahudi, türk, erkek, kadın, hangi milletten olursa olsun katledilmesini anlaşılır bir gerekçe ile ifade edilemez olduğunu ve son okuduğum “bin muhteşem güneş” kitabının etkisinden henüz kurtulamadığımı paylaşmak isterim. herkese sevgi ve saygılar

    ( etik tartışma kuralları içinde ki bütün yazışmalara yorum bırakacağım.)

  87. Cihan Koçer

    Küresel sermaye ve yerli işbirlikçi sermaye sınıfının aldıkları kararlar adım, adım uygulanıyor. Son derece profesyonel çalışıyorlar. Bazıları da her zamanki gibi masa başında akıl hocalığı yapmaya ve ahkam kesmeye ve de viskisini yudumlamaya devam ediyor.Şükürcü olan, emekçi kesim ise kaderin (!) kendisine verdiğiyle idare ediyor.. “Her toplum layık olduğu gibi yönetilir.”

  88. avrasya seçeneği dedikleri

    Çin, dev proje için 30 milyar dolar ayırdı: Edirne’den Kars’a hızlı tren

    Türkiye ile Çin arasında imzalanan ‘Demiryolu İşbirliği Anlaşması’ kapsamında 7 bin kilometre hızlı tren hattı yapılması kararına varıldı. Projenin finansmanı için de Çin hükümeti 28-30 milyar dolar kredi sağlayacak. Hat, Edirne’den Kars’a, Diyarbakır’dan İzmir’e, Trabzon’dan Antalya’ya kadar uzanacak. Trenlerin hızı 450 kilometreye ulaşacak. 10 yıl içinde, Ankara-Sivas, Ankara-İzmir, Ankara-Antalya hattının yapılması planlanıyor.

  89. perinçek cumaya başlamış

    yaw bunlar abd emperyalizminin truva atları değil miydi? nasıl oluyor bu işler. rusya ile nükleer ortaklık, suriye ile entegrasyon, iranla işbirliği, çinle ortak demiryolu ağı..

    bizim ulusalcıları birileri çok fena yemiş. türkiye abd-israil rotasından çıkıyor. eksen kayıyor, bunlar avrasyacılarsa silivridekiler neciydi?

  90. downfall

    6 efes dark
    22 cipralex (10mg)
    40 laroxyl (25mg)

    this really IS chaos

  91. Anonim

    arkadaş benim ailem boşnak oradaki yapılan ırkçıılıgı faşizmi anlatsam akıl hastanesınde ömür boyu yatak satın almanız lazım o da burjuva doktorları bakarsa şuan yapmak istedikleri terkar egemen olan sırp egemonyasını tekrar oturtmak istemeleri kıvılcımlar yavaş yavaş geliyo amarikanın kendi egemenlginde bı sırp devleti hem silah satışlarından aldıkları para hemde onemli keşik güzelgahı olan bir sırp bölge amarikanın işine yarıyo tüm insanlar olarak savaşmaktan kaçmak istesekte fasıt oteriteler insanların başına ansızın üşüşür.Benim fikrim tüm balkanları ve tüm dünyamızı saracak olan savaşın hertürlü pisliginden arınmış tüm mülkiyet ve ırkçıgı virüsleri dünyamızdan çıkraıp hayatımızıı ortklaşa paylasa bilecegimiz bir dünya kurmak

  92. Anonim

    emir kustrica bosna şavasında italyada cafede çayını yudumluyorlordu. kustrıca vicdanınla hesaplaşmasında yenik düşüyo ve şacmalıyo ve tozunu aşıyo anlaşılan çok paraya ihtiyacı prim yapmaya çalışıyo akıl hastaları kaide alınmaz tedavileri bitigi sürece insan oldukları süreçe

  93. BİRAZ DA AHLÂK DERSİ

    Emir Kusturica: Ahlâk, Mazi ve Yetenek Uyumsuzluğu

    Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ – 14 Ekim 2010

    Bir insan iyi bir sanatçı olabilir. Dünya çapında büyük eserlerin altına da imza atmış olabilir. Herkesin takdirine ve övgüsüne de mazhar olabilir. Elbette bütün bunların takdir edilmesi ve saygıyla karşılanması gerekir. Buna kimsenin itirazı olamaz. İyi eserler ortaya koymuş bir insanın iyi insan olma mecburiyeti de yoktur. İnsanlık tarihi sanatını, yeteneğini ve yaratıcı gücünü katillerin, diktatörlerin ve zorbaların emrine veren sayısız insandan söz eder. İşin özü şudur; iyi eser vermiş birisi insanlık adına kötü özellik taşıyan birisi olabilir.

    Bu girişten sonra sözün Emir Kustrica’ya geleceği zaten anlaşılmıştır. Bu malum sinemacı Antalya’ya davet ediliyor. Bu sanatçı insan olarak mazlumlara aşırı duyarsız, zalimlere karşı ise aşırı duyarlı birisidir. Tecavüze uğrayan Bosnalı kadınların yaşadığı travmayı küçümsüyor ve katliama uğrayan Boşnakların acısıyla da adeta alay eden sözler ediyor.

    Önce Bosna, sonra Sırp milliyetçisi!

    Bosna’ya sempati duyulduğu bir zamanda Bosnalı bir vatanperver kimlikle ortalarda dolaşıyor. Tam bu konumda iken de tanınmış bir Sırp milliyetçisini randevuya davet ediyor. Bosnalı olmanın iyi para getirdiği bir dönemde bir başka Sırp milliyetçisiyle resmen kavga ediyor. Sırbistan’ın yıldızının parlamaya başladığı bir dönemde ise Emir Kusturica birden başka bir rol üstleniyor. Adını ve dinini değiştiriyor. Müslüman Bosna vatandaşlığını ve ülkesini bırakıyor. Hıristiyan Ortodoks Sırp oluyor ve bir Sırp kızı ile evlenip, Sırp milliyetçilerinin ünlü Çetnik selamını vermeye başlıyor. “Ben aslıma döndüm. Biz Ortodoks Sırp’tık. Türklerden canımızı kurtarmak için Müslüman olduk” diyor.

    Hayatı git-gel içinde geçen, oturmamış bir kimlik sahibi bir insan. Geçmişten bugüne her an kimliğini güç karşısında takasa hazır bir görüntü vermiştir. İyi bir sinemacı olduğu doğrudur, ancak insanlık değerleri bakımından da çok kötü bir örnek. Geçmişi şaibeli olan böyle bir insanın “Antalya Altın Portakal Film Festivali”ne jüri üyesi olarak davet edilmesi -en azından- ahlâki/insani hassasiyetlerin göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir. Daha önce böyle bir şahsın Bursa’ya davet edilmiş olması ve orada da protesto edilmemiş olması Antalya’ya davet edilmesinin gerekçesi olamaz. Onun hem Bursa’ya hem de Antalya’ya davet edilmiş olması yanlış olmuştur.

    Üstün yetenek, iyi ahlâk ve temiz mazi!

    Her konuda olduğu gibi Emir Kusturica konusunda da Türkiye iki kampa ayrılmış durumdadır. Sol ve Marksist kesim Kusturica’yı Yugoslavya’nın birliği için mücadele eden bir yurt sever olarak sunuyor. Ülkesinin bölünmesine karşı kendisini konumlandırdığı iddia ediliyor. Bu nedenle de söylem ve eylemlerinin hoş görülmesi gerektiğini iddia ediyor. Halbuki, Kusturica ve yaptıkları orta yerde öylesine duruyor. İnsani ve ahlâki değerler adına söylem ve eylemlerinin savunulacak bir yanı yoktur. Onun hem ideolojik hem de insani olarak oturmuş bir tavrından bahsetmek çok zordur. Güç, para ve iktidar yanlısı tutumuyla Marksistlerden daha çok Türkiye’deki liberallere benziyor.

    Sanatçılık, insanlık değerlerini hiçe saymanın ya da insanlığa ihanet etmenin üstünü örtmeye yarayan bir örtü olamaz. Ahlâklı olmak; yetenekli olmaktan da Nobel ödülü almaktan da daha önemlidir. Türkiye’nin popüler kurumları, insanlığa karşı yapılan yanlışları makul ve makbul gösterecek tavırlardan kaçınılmalıdır. Kusturica’yı böyle bir organizasyona davet ederek onurlandırmanın savunulacak bir yanı yoktur. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne hem üstün yetenekli, hem iyi ahlâklı, hem de temiz mazi sahibi insanların davet edilmesine özen gösterilmeliydi.

    (Fettullah Gülen hocamız seçimlerden sonra Türkiye’ye
    döneceğini açıklamış.)

  94. Hurşit

    Hoş gelmiş safalar getirmiş. Fetullah hocanın da herkes gibi bu topraklarda yaşamaya hakkı vardır. Kimsenin düşünce ya da inancından bir yere girmesinin yasaklanmasını savunmayız.

  95. Hurşit

    inancından dolayı demek istemiştim. Affola.

  96. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Evet, Fettullah Hoca’nın eğitim camiamıza katkıları olduğu
    gerçeğini de gözardı edemeyiz. Hem Türkiye’de, hem Türk-i
    Cumhuriyetlerinde, özellkle de Azerbaycan’da. Allah başımızdan
    eksik etmesin.

  97. Hurşit

    Evet, oradan cemaatin gelecekteki kadrolarının yetiştirildiği malum. Polis teşkilatına, sivil bürokrasiye, orduya vb. Siyasi bir figür olarak kendilerine karşıyızdır, mücadelemizi veririz. Ama kimseye yasak konmasını savunmayız. Gerçek bir devrim de bunu yapmayacaktır, korkmayınız.

  98. Anonim

    mesaj küfür nedeniyle kaldırıldı. (site-teknik)

  99. Gün Zileli

    Teknik bölüme şu anda ulaşamıyorum. Yukardaki küfürlü mesaj ilk fırsatta kaldırılacak.

  100. Anonim

    teknik servisiniz :IP noları tespit edici “histats” veya benzer bir aygıtı sitenize eklesin. istendiğinde adrese de ulaşılıyor.

  101. Cihan Koçer

    Kusturica’nın dünya görüşünü tam anlamıyla bilmiyorum.Fakat her sanat yapan , sanatının dışındaki özel yaşamı ile iyi örnek olmayabilir..Hatta yaptığı eserleri de kötü örnek olabilir… Ben Tatar Ramazan’ın yaşam öyküsünü beğenirim , fakat O nu canlandıran sinema sanatçısını hiç sevmem.. Dali , Franko’nun faşist darbesini destekleyen biriydi. Alttaki yazıda Dali hakkında kısa bilgi var. Dali’nin eserleri İstanbul’da sergilenmedi mi..!!!!??????

    SALVADOR DALİ
    11 Eylül 2010 Cumartesi, 08:07 tarihinde Koçer Cihan tarafından eklendi
    Dali’nin doğumunun yüzüncü yılı bir çok ülkede ‘Dali yılı’ olarak ilan edildi. Mussolini’nin faşist rejimi tarafından işlenen her politik cinayete karşılık, Franko rejimi tarafından işlenen 10 bin cinayet vardı. 1939 (Franko, ispanya Cumhuriyeti’ni Hitler ve Mussolini’in askeri desteğiyle yendiği zaman) ve 1945 (Avrupa’da -anti-faşist- II. Dünya Savaşı’nın bitişi) yılları arasında toplama kamplarında 200 binden fazla insan öldü ya da öldürüldü. Ve 30 bin insan ispanya’da hala kayıp; hiç kimse nerede olduklarını bilmiyor.Dali Franko tarafından yapılan faşist darbeyi destekledi; diktatörü, ispanya’yı ‘yıkıcı güçlerden temizleyen’ (Dali’nin kelimeleri) eylemlerinden dolayı kutlayarak, o rejim tarafından yapılan acımazsız baskıları alkışladı. Politik tutuklular için ölüm emirleri imzaladığı için Franko’ya övgü dolu telgraflar gönderdi.Dali aynı zamanda ABD’yi sık sık ziyaret etti. Kardinal Spellman’ı en büyük Amerikalılardan biri olarak lanse etti. Ve ABD’de iken ihanet ettiği bütün arkadaşlarının isimlerini FBI’a verdi. 1942’de, Franko’nun zaferinden sonra ispanya’yı terk eden, Bunuel’in çalıştığı New York Modern Sanatlar Müze-si’nden kovulmasını sağlamak için tüm etkisini kullandı. Dali Bunuel’i bir komünist ve ateist olarak suçladı ve New York Başpiskopos’unun baskısıyla Bunuel’in hayatının kalan kısmını geçirmek üzere Meksika’ya gitmesine sebep oldu. New York’a yaptığı sık ziyaretlerinde Dali, St. Patrick’s Katedrali’nde Franko’nun sağlığı için dua etti ve bir çok basın toplantısında Franko rejimine olan kayıtsız şartsız sadakatini anlattı.” (Vincente Navaro, “Salvador Dali, Bir Faşist”, Cosmopolitik Dergisi, N

  102. ayşegül

    Filozof ve sanatçılar delilikle, dahilik arasında sıkışmış, o ince dengenin uçlarında yaşayan insanlardır. Kimisi yoksul, basit yaşamı seçerek, fıçı içinden dünyaya, imparatorlara kafa tutmuş, gölge etmemelerini söylemiş; kimisi burjuva sınıfından gelip, krallarla aynı masada oturmayı ve Dali gibi faşistliği yeğlemiştir. Zaten iyi sanatçı ve filozofun deli olmasından olağan bir şey olamaz.

    Halil Cibran’ın şu sözlerinde doğruluk payı olduğu söylenebilir: “Deli ol ve bize algının peçesinin ardındaki gizleri anlat. Hayatın amacı, bizi bu gizlere yakınlaştırmaktır; ve delilik bunun en hızlı atıdır.”

    Ayrıca bazı gerçek sanatcıların çok egoist, bencil olduğu gerçektir, gözlemledim.Bazıları da hayatı çok basit, ucuz, yaşanmaya değer bulmayarak intihar ettiği varsayımı düşündürücüdür. Belki de eserlerinin büyüklükleri, bu bilinmez gizemin arkasında yatmaktadır. Kimbilir…

  103. ayşegül

    Evet yaa, tatar ramazanı canlandıran kasıntı, istemeden gardı alınmış, özel hayatında istem dışı KASINTI duran vatandaş….
    Iyyy nefrett :DDD

  104. Zikrimce

    Site tekniğini “IP nolarını belirlemede yardımcı” zamazingolar için bir kısım Anonim’in bu denli taciz etmesini anlayamıyorum… IP nosu önermek yerine Anonim yorumlar yazmaktan vaz geçin. Bu siteyi prensipleriyle kabullenin. (Sitenin ve yazarın duruşunu “isim ve e-posta girmek zorunlu degildir.
    tüm istediğimiz yorum yazılmasıdır. bu yüzden bu tür zorunlulukları doğru bulmuyoruz..” tavrını çok önemseyen biriyim hassasiyetim bundan…)

  105. Cihan Koçer

    Kimseye hakaret etmeden, aşağılamadan, düşüncelerin paylaşılmasından yanayım..Küfür etmek, aşağılamak hakaret etmek, kesinlikle sorunları çözecek bir yöntem değildir.. Gerçekçi , bilimsel doğrular, elbette temelsiz tezleri mahkum ederek çökertecektir.Ayrıca henüz , isim, Eposta ve Website adreslerimi gizlememi gerektirecek koşullar içinde de değilim.. Asıl konu Emir Kusturica ve Sanatçı tavrı hakkında bilgi ve görüş paylaşımıdır..

  106. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Konuyu yeni öğrendim :Hakaretin muhteviyatına hâsıl olamadım. Ancak, yüzüm kızardı, utandım, çok ayıp ve bir daha tekerrür etmemesi dileklerimle…

  107. ENVER HOCA DOĞUM KUTLAMASI

    İtalyan ve Alman faşistlerine verdiği kurtuluş mücadelesiyle ülkesini bağımsızlığa kavuşturan;

    Tito, Çin ve Sovyet revizyonizmine verdiği mücadele ile dünya halklarına örnek olmuş büyük insan “Enver Hoca” nın doğum gününü kutlarım.

    Arnavut Recep

  108. Hurşit

    Arnavut Recep, bir de Arnavutlara sorsaydı…

  109. Mori Pirasa

    Abu Dabi ajani revizyonist Mehmet Seyho’ya karsi verdigi mücadeleyi unutmus

  110. Bekir Balluku

    Beni Merkez Komitesi toplantısı sırasında nasıl kendi eliyle kurşuna dizdiğini de unutmuş.

  111. ENVER HOCA DOĞUM KUTLAMASI

    Tam da beklediğim oportinist cevaplar gelme de gecikmedi maşallah. Merak etmeyiniz her şeye muhalif sn.Hurşit bey, referandum yapılsa, Arnavut halkı eski düzene dönmek için yüzde 90 evet oyu kullanır. Evet, yüzde 10’nunu karnı tok, yüzde 90’nı aç. İnsanlar kapitalist ve bürokrat kapitalist üretim ilişkilerinden kurtulsun, bakın bakalım açlık maçlık kalıyor mu?

    Bugün sözde kapitalizmin, sadece Arnavukluk’ta değil, eski sosyalist ülkelerinde, emek üretkenliğinin saldırı altında olmasından, kadınları sizin erkeklerinize meze olarak burjuvazinin altın tabağı içinde meze olarak sunulmaktadır.

    AB’de ortalama yaşam düzeyinin sürdürülebilmesi için 4000 euro (Per/family-4 kişilik) olduğu gerçeği ile, Arnavutlukta aile başına düşen reel gelir ne kadar acaba? Gerçekten ben bilmiyorum da… Aydınlatırsanız sevinirim.

  112. Hurşit

    Aziz Nesin Türkiye halkının yüzde 70’inin aptal olduğunu söylemişti. Yani şimdi siz de Arnavut halkının yüzde 90’ının aptal olduğunu mu söylemek istiyorsunuz. Vallahi beyim biz kırk katır mı kırk satır mı mantığını reddediyoruz. Kapitalizmi sevmiyoruz ama bu, Enver Hoca’nın baskıcı diktatörlüğünü sevmemiz gerektiği anlamına gelmiyor.

  113. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    “Cumhur’ ait bir yer, cumhur’a yasaklanamaz” görüşünü şiddetle
    destekliyorum. Cumhuriyet protokolunu boykot edecek bütün partileri de kınıyorum arkadaşlar…

  114. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    yanlış yazmışım: “Cumhur’a ait” olarak düzeltiyorum.
    affola…….

  115. ENVER HOCA DOĞUM KUTLAMASI

    Sağolun Hurşit bey, teşekkür ederim, çok aydınlandım. Siz de Türkiye halkının yüzde 53’ü gibi ” açlığı ” – “sadakayı” – “kömür torbalar” ını tercih edenlerdensiniz !

    Allah sizi açlıkla terbiye etmesin o zaman, ne diyeyim ben size.

    Arnavut Recep

  116. Hurşit

    Mazeret bey kardeşim, bu “cumhur” meselesini bırakalım da şimdi bin kenara (çok uzun bir tartışma bu), CHP’nin bir kanadının aldığı karar gerçekten saçmalık. Orada başörtülü bir hanım var diye katılmamak ne oluyor yani, anlaşılır gibi değil. Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun cevabı, CHP’de halen iki kanadın varlığını açık seçik ortaya koydu. Bakın ben şahsen o büyük başların resepsiyonuna davetli olsam, orada başörtülü bir hanım var diye değil, haramzadeler toplantısı olduğu için gitmeyi reddederdim. Ama o müteassıp CHP’lilerde nerede bu vizyon, nerede bu yürek.

  117. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Yazdıklarına aynen katılıyorum Hurşit kardeş. Hatta, genel ve mahalli seçimlerde CHP’yi destekleyen İP gibi diğer partileri de kınadığımı da belirtmeden geçemeyeceğim. Kodamanlar partisine, kodamanlar yaraşır…eyvallah!

  118. sosyal irkçilik ve Turkish sol

    “Kömür torbalari” edebiyati, “cahiller AKP’ye, okumuslar CHP’ye oy verir” edebiyati, “halkin %60’i aptal” edebiyati bütün bunlar azinlik zengin sinifin çogunluk yoksullara karsi uyguladigi sosyal irkçiliktir. 19’uncu yüzyil Ingilteresi’ndeki plütokrasinin uyguladigi bu tür bir irkçiligi Türkiye’de kendisine solcu diyen insanlarin yapmasi sol adina , insanlik adina utanç vericidir. Bu durum Türk kemalist solunun insanlik ve halk düsmani oldugu tezini bir kez daha dogruluyor.

  119. Anonim

    ahoy plütokrasiymiş. turkish faşist ahkam kesiyor – part 1265.

  120. tansu

    o kötü, bu kötü, o faşist, bu faşist, o sosyal faşist, bu sosyal faşist…off yaa derslerden zaten kafam karışık. kim haklı peki
    yaaa…

    yarıla yarıla, yarılma’dan ne zaman vazgeçeceksiniz allahaşkına siz yaaa…

  121. Anonim

    yarılma iyidir, yanılmasını bilene.

  122. AmeliePoulain

    Gençlerin kafasını karıştırı anonimler.

  123. zihni yorgun

    Sitenizi epeydir ilgiyle takip eden biri olarak ilk kez bir yazınızı bu denli yadırgadığımı itiraf etmeliyim sayın Zileli.

    Öyle el kol bağlayan bir dönemdeyiz ki sistemin özüne muhalefet etme iddiasındaki insanlar olarak; normalde kendi süzgecimizden geçirip hakkında özgün fikirlere sahip olacağımız/olduğumuz insanlar/olgular bile statüko/akp prizmasından kırılarak süzülmek durumunda kalıyor zihnimize.

    Başörtüsünde böyle, Yargı Oligarşisinde böyle, Emri Kusturica da hakeza.

    Etrafımda akp antipatisinin ‘adam sanatçı, niye böyle şeylerle gündeme geliyor’ deme noktasına getirdiği insanları gördükçe Ahmet Kaya geliyor aklıma. Biz Ahmet Kaya’yı, ‘adam sanatçı, siyasi fikirlerini boşverin’ diyerek mi savunacaktık? Yoksa kürtçe’nin özgürlüğüne sahip çıkarak mı?

    Sizin iyi bir sinema izleyicisi olduğunuzu da biliyorum. Sözkonusu şahıs, çok yetenekli bir yönetmendir. Çingeneler Zamanı büyük bir filmdir. Ama gerçek aydın peresteroika zamanında iyi film çekmekle değil, iç savaşta doğru tutum almakla olunuyor sayın Zileli. Bunu en iyi sizin anlamanız gerekiyor. Övmenize şaşkınlıkla şahitlik ettiğim ‘underground-yeraltı’ filmi gerek balkanları avrupalı entelijensiyanın görmek istediği gibi gösterip, katliamlarla dolu emperyalist güçlerin satranç tahtasına dönmüş bir savaşı etnik motifli bir seyirlik kardeş kavgasına indirgemesi, gerekse alttan alta boşnakları ve hırvatları yerip sırp milliyetçiklerinin, faşistlerinin gerçekte çok daha ağırlıklı olan rolünü görmezden gelmesi gibi ‘tercihleri’ ile utanç duyulması gereken bir film bence. Yönetmenin sonraki filmlerini zaten kısaca ‘geçiniz’ Çingeneler Zamanı’nın kredisini yeme amaçlı o segmenti seri üretim bandına çevirme çabasının ötesinde bi numarası olmayan yapımlar.

    Haddimi aşma pahasına meramımı da kusturica’yı da inanılmaz güzel özetleyen bir zizek alıntısı ve bir ekşi sözlük entrisi okumanızı istiyorum sizden.

    http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=17440754

    http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=20581862

    Özgür üniversite’deki film gösterimlerinizden haberdar oldum ve çok sevindim. O 14 filmin çoğunu izledim, diğerlerinin de methini duydum.

    Emir Kusturica’nın Underground’unu, Ken Loach’ın ‘the wind that shakes the barley’ (rüzgarda sallanan başaklar diye çevirmişsiniz ama türkçesi ‘özgürlük rüzgarı’ olarak geçer) filmiyle dönüşümlü izleyelim. Sonra da tartışalım. Bence ardarda izledikten sonra tartışmaya bile gerek kalmayacak.

    Yerlerin akp antipatisiyle kayganlaştığı şu dönemde daha az çarpalım karşıdan gelen arabalara, biliyorum zor ama lütfen…

  124. Gün Zileli

    Sayın Zihni Yorgun, Underground’la ilgili eleştirinizde sanırım haklısınız. İtiraf etmeliyim ki, o satırları “underground” filmini seyretmeden, bir arkadaşın verdiği bilgilerle yazdım. İki gün sonra seyredince, filmin “sosyalist bürokrasi”nin eleştirisiyle falan alakası olmadığını gördüm. Film sizin dediğiniz gibi midir, onu bilemiyorum, bana fazlasıyla karmaşık gibi geldi, fazlasıyla sembolik. Yıkılan Yugoslavya’ya bir ağıt gibi de seyredilebilir. Her neyse, bu mevzuyu daha önceden yazıp okuyuculardan özür dilemem gerekirdi, siz vesile oldunuz, teşekkür ederim.

    Bunun ötesinde, Emir Kusturica’ya eleştirilerimiz ne olurs a olsun (ki ben de yazıda eleştirmiştim), Türk müslüman milliyetçiler karşısında savunmamız gerektiğini düşünüyorum. Kültür Bakanı, “burası Türkiye cumhuriyeti” diye hindi gibi kabardığında buna daha çok ikna oldum.

    Saygılarımla

  125. Kemalist takinti

    Gün Zileli “Türk Müslüman milliyetçilere karsi Kusturica’yi savunmayi” bir mazeret olarak ileri sürüyor. Ne ilgisi var? Türk ve Müslüman milliyetçilerin görüslerine karsi olabilirsiniz ama onlara karsi katliamci, soykirimci, tecavüzcü bir insanlik düsmanini savunamazsiniz. Sizin durumunuz sirf AK Parti’ye muhalefet yapmak için Netanyahu ve Lieberman’i savunan Dogan Holding tetikçi yazarlarin konumunu andirmakta. Bunun adina Kemalist önyargi denir. Her türlü kötülügün Islam’dan kaynaklandigina iliskin, islamofob kemalist tutum. Kendini anarsist olarak adlandirilan Zileli’nin bile Türk solundaki Kemal etkisinden arinamamis olmasi dikkate deger.

  126. Gün Zileli

    AK partili arkadaşa. Bak kardeşim, ne Kemalistim ne de müslüman. Her türlü tahakkümcü düşünce ve inancı reddederim. Öte yandan, başörtüsü olayında olduğu gibi her türlü inanca baskının da kesinlikle karşısında dururum (biri kemaliste düşüncesinden dolayı baskı yaparsa da). Anarşist duruşun temeli budur işte. AKP ile ilgili bir takıntım yok. Ama Kemalizm ile ilgili bir takıntım da yok. Kemalist devletçiliği, ulusalcılığı ve otoriterliği (bu sitedeki yazılarımda görüleceği gibi, örneğin bakınız yeni güncellenen altı ok yazısı) herdaim eleştiririm ama bu, müslüman milliyetçiliği eleştirmeme engel değil. Kültür Bakanınızın televizyonda “burası Türkiye Cumhuriyeti” diye hindi gibi kabarıp Ermeni soykırımını nasıl inkar ettiğini görmediniz mi acaba…

  127. Kemalist takinti

    Sayin Zileli, Cevabinda sadece bir tek noktada haklisin o da Ak Parti’nin Ermeni soykirimi noktasinda açik tavir alamamasi ki o da seni diger noktalarda hakli kilmaz ama sunu da unutma: AK Parti’nin Ermeni açilimini gelmis geçmis hiçbir hükümet yapmadi, hele hele CHP/DSP aklindan bile geçirmedi ve Türk solu da bu konuda Ak Parti’ye nazaran çok çok kötü bir pozisyonda idi ve halen de öyle. Suna da emin ol, nasil olsa birgün Ermeni soykirimi kabul edilecek ve bu asla “sol”, “laik”, “kemalsit” bir hükümet zamaninda olmayacak.

  128. Gün Zileli

    Kabul edilsin de kimin tarafından edilirse edilsin. Ama biraz zor bana kalırsa.

  129. zihni yorgun

    Ben de teşekkür ederim sayın Zileli. Açıkçası filmi izlemeden övmüş olmanız, izlemiş olup da övmenizden evladır benim gözümde. Hiç olmazsa ilkinde izleyip de beğenmeme ihtimaliniz var:) Ki öyle de olmuş sanırım. Hiç öyle övülecek bi film değil sizin de gördüğünüz gibi. Yoğun bi sembolizm var ama açık açık yaptığı şey sırp milliyetçiliğinin eline geçen yugoslavyadan ayrılan halkları (hırvatlar, boşnaklar, slovenler, hatta kosovalıları da katmıştır belki şimdi kusturica) ‘yugoslavyayı bölmek’ ile itham etmek, buna neden olan sırp ulusalcılığını görmezden gelmek, ayrı ayrı ulus devletleri kötüleyip bir ulusun baskın olduğu çok uluslu devletleri savunmak. Kusturica savaş ve savaş sonrası süreçte karadzic, miloseviç gibi adamlara methiyeler düzerek devam ettirdi bu güne çizgiyi zaten. İnanın böyle şeylere kimilerinde, özellikle de nihilistlerde olduğu gibi ‘tepki gösterecek yeni bi şey bulmanın memnuniyeti’ ile değil, büyük bir yönetmen ve aydın adayının kaybından doğan bir kederle yaklaşıyorum ben aslında. Ama solun gerileme dönemleri, emperyalist paylaşım hadiseleri, genel olarak toplumsal muhalefetin değil kapitalist/emperyalist hegemonyanın ağırlıkta olduğu dönemler gerçekten aydınlara, sanatçılara çok falso yaptırıyor. Lafı uzatmadan, Yugoslavya’nın ‘parçalanması’/Sırp Ulusalcısı Kusturica bağlamının Ulusalcılar/Kürt sorunu bağlamıyla paralelliklerine de dikkat çekmek isterim. İkisinde de ‘anti-emperyalizm’ diye yutturmaya çalıştıkları bir milliyetçilik var bence. Diğer halkları tahakküm altına almaya çalışan, alamayınca da onları emperyalizm maşası olmakla suçlayan ama aslında kendisi emperyalizmin ürünü olan etnik milliyetçilik örnekleri sırp ve türk milliyetçiliği. Bu son olayda Kusturica’yı en çok savunanlara bakınca herşey cuk oturuyor aslında.

    Lafı daha da uzatmadan, dürüst cevabınızdan çok etkilendiğimi de eklemeliydim. Her ne kadar komplekssiz, egosu şişmemiş biri olduğunuzu bilsem de, filmi izlemediğinizi açık açık söyleyip biz okurlarınızdan samimiyetle özür dilemenizden çok etkilendim. Keşke sizin gibi 3-5 kişi daha görebilsek kuşağınızın ileri gelenleri arasından.

    Son olarak 2-3 gün önce Filmekimi’nde izlediğim Ken Loach’un son filmi ‘route irish’ (tehlikeli yol) adlı eseri izlemenizi öneriririm. Irak savaşıyla ilgili, çok cesur ve çarpıcı bir film. Ben Ken Loach’u Kusturicayla ve bilimum milliyetçiyle mukayese etmeyi öneriyorum herkese. Bir iskoç olarak ispanya iç savaşı’nı da (ülke ve özgürlük), irlanda mevzusunu da (özgürlük rüzgarı), göçmen işçileri de (işte özgür dünya), ırak savaşı’nı (tehlikeli yol) da tavizsiz ve ingiltere emperyalizminin pisliklerini açıkça ifşa ederek anlatıyor.

    Tek olayları konjonktürel bir kemalizm karşıtlığı olan milliyetçi/muhafazakar, Kusturica karşıtı arkadaşlar da izlesinler. Yanıbaşlarında öldürülen 1 milyon müslüman da en az Srebrenitca’da katledilen 8 bin müslüman kadar anılmayı hakediyor. Üstelik ateş hala sıcak orada. Ertuğrul Günay da izlesin. Kemalistler de izlesin, onlar da aydın nasıl olur, devletinin diğer halklara zulmüne nasıl tepki gösterir, görsünler. Ulusalcılığı değil enternasyonalizmi seçen Ken Loach gibi adamlardan feyz alıp, Akp karşıtlığı uğruna Kusturica’yı gibi adamları savunmak durumuna düşmezler belki bundan sonra.

    Son olarak aklı başında ve bişeylere muhalif olma çabasındaki herkese, fikirlerine katılmadıkları insanları şu son 2-3 yıldır tepişen fillerin ağzıyla değil, kendi özgün argümanlarıyla eleştirmeye çağırıyorum.

  130. SANATÇI

    Kusturica burda sanatcı kişiligini çok güzel kullanıp dünyamızda zülüme ugrayan insanların filimlerini sayesinde dünyaya bunu gösterme çabasındaydı..kendisini kutlar hep dünyamızda hasızlıga zülme ugrayan insanların öncüsü olmasını dilerim ZAten o degişmedi hiçte degişmez

  131. Gün Zileli

    Sayın Zihni Yorulmaz :))) Ken Loach’a ben de hayranım. Akıntıya karşı yüzen bir sanatçı örneğidir o. Öte yandan, Emir Kusturica’yı neden savunduğumun izahı “Unpopular Yazar olmak” yazısında bulunmaktadır.

    Sizden, arada bir siteye film tanıtmaları yazıları yazmanızı istesem çok mu fazla şey istemiş olurum. Yakında bizim Özgür Üniversite’deki filmler de başlayacak ya, filmler diye bir köşe açabiliriz. Bu önerimin üzerinde düşünürseniz sevinirm. Ayrıca 31’inde Özgür Üniversite’de gösterilecek, Kosta Gavras’ın filmine ve tartışmasına da beklerim.

  132. Zikrimce

    Sevgili Gün Zileli,

    yazdığın içten yorum beni hem çok güldürdü hem hayran kaldım.
    Filmi izlemeden yorum yapmak benim de sık yaptığım bir şeydir. Al Reha Erdem’i, Semih Kaplanoğlu’nu.. ben onların filmini izlemeden veya birer filmlerini izleyerek anlamış sayıyorum o çeşit bir modernist, batı menşeili bakışı… Daha doğrusu batıya yaranma güdüleriyle yapılmış işler beni etkilemiyor pek. Bazen ihtiyaç duymuyor insan bu yüzden filmi izlemeye, kitabı okumaya…, bi şeylerin kokusunu alıyor ama senin yaptığın daha farklısı olmuş hocam. Anladığım şey şu, herhangi birine yapılan bir haksızlık o kadar seni harekete geçmeye haksızlığın tersinde durmaya yönlendirmiş olmalı ki, filmi izlemeden -ki objektifliğini elden bıraktığını görmedim- haklı bir yazı için yorum yapmışsın.

    Bu içten özür, filmi izlemeden yapılan yorumun sence geçersizliğinde geri adım atışın çok çok özel bir davranış.

    Tebrikler, sen sen olduğun için ve teşekkürler.

  133. Doğrucu

    sadece muhalif olabilmek için mi kullanacağız aklımızı, yoksa insanların acılarını anlamaya çalışmakta mı?

    İstediği kadar üst düzey film yapmış olsun. Sinema en büyük yalan. Sanal gerçeklikle (!), gerçeğin karıştırıldığı, kitlelere yutturulduğu ve manipüle edildiği büyük bir sektör, bir endüstri. Gündemi belirleyen büyük bir kapitalist güç.

    Diğer taraftan çocuk yaştaki kızlar dahil binlerce kadına sistematik tecavüz yapılan bir olguya, kusturica efendinin abartmayın kürtaj olursunuz cevabındaki hafifliği ben insan olarak kabul edemiyorum.

    Siz edersiniz o ayrı.

    Ben muhalif olmanın değerine sonuna kadar inanmakla birlikte, aykırı ya da farklı görünmek adına bazı abuk sabuk davranışlara meyl edilmesine anlam veremiyorum.

  134. zihni yorgun

    Teşekkürler Sayın Zileli. Altından kalkabileceğim bişeyse yardımcı olmak isterim, zevk duyarım sitenize katkıda bulunmaktan.

    31’indeki Z gösterimine katılmayı planlıyordum zaten. Geleyim, hem film izler, hem tanışmış oluruz 🙂

    Mail adresim zihniyorgun@gmail.com Oradan daha detaylı konuşabiliriz film köşesi hususunda. Görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

  135. Bardamu

    Gün Zileli’ye Kusturica’yı savunuyor demek çok da haklı değil. Zileli yazısında Kusturica’nın bu görüşlerine katılmadığını, eleştirdiğini zaten söylüyor. Kaldı ki, AKP’lilik kurnazlığı yapıp Kültür Bakanına yönelen eleştiriyi bu kanal üzerinden püskürtmek doğru değil ya da bu eleştiriyi sıçrama tahtası kullanıp Yugoslavya’nın dağılma sürecine ilişkin Kusturica’nınki benzeri görüşlerde Zileli’yle ortaklaşıyormuş gibi yapmak da doğru değil.

    Aynı AKP’liler 3 ay önce Bursa’da Kusturica’yı krallar gibi ağırlamışlar bu ortada. Semih Kaplanoğlu’nun da Hayfa film festivaline katıldığı (Filistinlileri öldüren İsrail orası da o halde), ödül aldığı Berlin film festivalinde Kusturica’nın jüride bulunduğu biliniyor.

  136. deli

    edward herman örnek olarak gösterilmiş yukarılarda. bu zat-ı muhteremin yazdıklarını okuyun elbette ama karşı argümanları da araştırmayı ihmal etmeyin. herman, srebrenitsa katliamı’na reddiye dizen bir adam. o katliamla ilgili epey bilinmeyen var, manipülasyon var vs ama ortada 3000 ya da 8000, katledilmiş boşnaklar da var. ayrıca bu herman’ın son yediği nane de ilginç: ruanda’daki katliamları inkar edecek seviyede saçmalamaya başlamış.

    http://greatersurbiton.wordpress.com/2010/09/07/srebrenica-deniers-get-their-mucky-paws-on-rwanda/

  137. anton

    Edward Herman’a karşı tezler dediğiniz görüşleri okuyor ve sorgulama ihtiyacı hissetmiyordum zaten. O yüzden Herman’ın yazısı için görüşlerimi sorgulamama sebep olan bir yazı demiştim. Bu notu düşmek farz oldu herhalde.

    Konunun daha geniş incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Herman’ın çabaları da bu anlamda ilgimi çekti. Uluslararası kamuoyunu etkileyebilecek manipülasyonlar bu tür olayların bahsedilmeyen yüzü maalesef. Böyle söyleyince kolaylıkla Miloseviççi, Sırpçı o da olmadı ulusalcı ilan edilebilirsiniz. Ama sadece Herman değil, Chomsky tarzı aydınlar da hiç tarafı olmadıkları ‘Komünizmin Kara Kitabı’ tarzı suçlamalara karşı manipülasyonları sergileme ihtiyacı hissediyorlar. Bir soykırım suçu bir gruba, bir insana kolayca maledilemez. Eğer konuşulacaksa etraflıca konuşulsun derim ben. Srebrenitsa’da katledilenlere kimse saygısızlık yapmıyor ancak Sırpların yaşadıklarından bahsetmek siyaseten yanlış kabul ediliyor. Bu dokunulmazlık haleleri sağlıklı değil. Bu tarih defalarca yazılıp bozulmaya mahkum diyorum sadece. Yoksa Hermanmış, Ruandaymış bunlar üzerinde rahatça konuşulabilecek konular değil. Soykırım etiketi bizim görebildiğimizden fazlasını gizleyen birşey. Ki bunu genel olarak söylüyorum: böyle konuşunca sanki soykırımcılara destek veriyormuş gibi karşılanabiliyorsunuz. Ancak tarih soykırımların etrafından dolaşılarak okunmaz.

    Bir yazı linki verilmiş yukarıda o zaman ben de size ‘soykırım kavramı’ üzerine yapılmış çalışmaları tavsiye edeyim haddim olmadan. Miloseviçle ilgili de ‘Travesty – The Trial of Slobodan Miloševic’ diye bir kitap buldum şu sıralar ona bakıyorum. Bir de Norman Finkelstein’ın Holokost Endüstrisi adlı kitabı ilginçti. Ben sadece sorgulamamın nedenlerini paylaştım. Yukarıda da bir kişiyle ufak çaplı ağız dalaşına girmişim kusuruma bakmasın o arkadaş ta. Tedirginliğin sebebi soykırımcı, ırkçı yaftası başka birşey değil. Ama verili olanı sorgulamadan gerçeğe ulaşılabileceği düşüncesine de kökten karşıyım belirteyim.

  138. AK Parti'nin sol politikalari, "sol" kimdir?

    Güngör URAS’in bugünkü Milliyet’te çikan yazisi AK PArti’nin sol politika izledigini kanitliyor, CHP ise yine ABD’den Kemal Dervis’i çagirdi.

    AKP 2011 bütçesi ile “iyi oy”
    toplar. Nasıl mı? Özet olarak anlatayım:
    – 2011 enflasyonu yüzde 5.3 olarak tahmin edilirken, bütçede memura ortalama yüzde 13.7 zam öngörülüyor. Düşük memur maaşında zam yüzde 17.9 oluyor. Unutmayınız Avrupa ülkelerinde bırakınız maaş zammını maaşlarda kısıntı var.
    – SSK ve Bağ-Kur emeklilerine enflasyonun üzerinde zam yapılacağı, en düşük emekli maaşının yüzde 21.7 oranında artırılacağı sözü veriliyor.
    – Bütçede eğitime ve sağlığa ayrılan paranın büyüklüğü önem taşır.
    2011 bütçesinde eğitime ayrılan ödenek yüzde 20.8 artırılarak 34 milyar TL., sağlığa ayrılan para yüzde 23.7 artırılarak 17.2 milyar TL olarak belirlenmiş.
    – Devlet üniversitelerine ayrılan ödenek yüzde 23 artırılarak 11.5 milyar TL’ye çıkarılıyor. Üniversitelere 8 bin öğretim elemanı alınması için kadro veriliyor.
    n Devlet, değişik kesimlere bütçeden parayı “Cari Transferler” adı verilen hesaptan akıtır. Bu hesap torba bir hesaptır.
    – Cari transferler için ayrılan ödenek daha sonra kuruluşlar arasında dağıtılır
    Örneğin, bütçenin vergi gelirlerinin bir bölümü “Mahalli İdareler”e ayrılır. 2010 yılında mahalli idarelere 19.1 milyar TL ödenek ayrılmıştı. 2011 bütçesinde ödenek 27 milyar TL oluyor.
    Örneğin “Sağlık, Emeklilik, Sosyal Yardım” giderleri (Sosyal Güvenlik Kurumu açıkları, devletin sosyal güvenlik katkısı) karşılanır. 2010 yılında bu harcamalar için 57.6 milyar TL ayrılmıştı. 2011 için ayrılan ödenek 62.4 milyar TL oluyor. Örneğin, tarım destekleri için para ayrılır. 2010 ödeneği 5.5 milyar TL idi. 2011’de ödenek 9.8 milyar TL’ye çıkarılıyor.
    Halka hizmet oy getiriyor
    2011 yılı bütçesinde AKP hükümeti, cari transferlerde cömert davranıyor. Cari transferler toplamı 102.1 milyar TL’den 115.8 milyar TL’ye yükseltiliyor.
    Bakınız halkı memnun edecek ne tür hizmetlere ne kadar para ayrılıyor:
    – Kömür, buzdolabı, erzak dağıtımı ve diğer benzer yardımlar için kullanılan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun kaynağı yüzde 12.8 oranında artırılarak 2.2 milyar TL’ye çıkarılıyor. n Yeşil Kart’lılara sağlık yardımı için 4.7 milyar TL ayrılıyor. Yeşil Kart’lılara özel hastanelerin acil servislerinden yararlanma imkânı tanınıyor. n Özürlüler için 3.2 milyar TL ödenek ayrılıyor. n Öğrencilere sağlanan burs, harç desteği yüzde 22 artırılıyor. Öğrenim ve harç kredisi ödenekleri yüzde 17.5, taşımalı eğitim desteği yüzde 10 artırılıyor. İlköğretimde öğrencilere ücretsiz ders kitabı desteğinin devamı öngörülüyor.

    İş bilenin kılıç kuşananın- Aile hekimliği tüm illeri kapsayacak hale getiriliyor. Aile hekimliği ödeneği 1.3 milyar TL’den 3.3 milyar TL’ye yükseltiliyor. n Nüfusu küçük belediyelerin, köylerin altyapılarını gerçekleştirmeyi amaçlayan Beldes ve Köydes projelerine 950 milyon TL kaynak ayrılıyor. 2010 yılı ödenekleri 525 milyon TL idi.
    Bunlar cari transferlerin önemli ölçüde ödenek ayrılan kalemleri. Cari transferler paketinde (veya bohçasında) halkın hoşuna gidecek, halkı mutlu edecek, AKP’ye oy getirecek başka kalemler de var.
    Örneğin yiyecek, barınma amaçlı ödemeler var. Afet yardımları var. Terörden zarar görenlere yapılan yardımlar var. Çocuğunu okula gönderen kadınlara çocuk başına her ay yapılan ödemeler var. Parası olmayanların evlerinin onarılması, ihtiyacı olanlara hayvan satın alınması için ayrılan ödenekler var.
    Bu uygulamaları AKP başlatmadı ama, AKP geliştirdi. Dağ başındaki köyde Hatice Nine hastalandığında oğlu Mehmet Emmi cep telefonu ile 112’i arıyor. Ambulans köye geliyor Hatice Nine’yi alıyor. Şehirdeki hastaneye götürüyor. Hatice Nine’yi bedava ameliyat ediyorlar, iyileştirdikten sonra ambulansa koyarak köydeki evine teslim ediyorlar. Hatice Nine’nin ailesi de doğal olarak AKP’ye oy veriyor

  139. Zikrimce

    Güngör Uras, referanduma evetçiler gibi Akp’yi sempatik göstermenin derdinde. Ekonomik atılımın sağı-solu olmaz. Devletçilik başlı başına esas olandır. Akp velev ki sol politika izliyor ne olmuş? Chp, Dsp de solcu. Marx’tan yaldızlı alıntıları herkes yapıyor. (Akp,nin aslında yaptığı ABD’vari bir ‘özgürlükçülük’tür. Hollanda’da -şimdilerde sanırım değişti ama- uyuşturucunun yasallaştırılması da benzer bi politikadır. Sahiplen, legalleştir ki kontrol edebilesin…)

  140. Zikrimce

    Bir de bu dediğiniz, paragrafın sonu bana ‘halkçılık’ gibi geldi. Kemalizm ilkelerinden biri yani… Yoksa Akp Kemalist mi? neden olmasın, neden olmasın? Herkesin her şey olduğu yeryüzünde neden olmasın..

  141. Anonim

    [Bosnalıların, sonradan, Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali döneminde Müslümanlığı kabul etmiş Sırplar olduğu anlamına gelecek şeyler söyledi ki, bu hiç de yanlış değildi. Evet ama beş yüz yıl önceki Sırpların aslında Slav, bin yıl önceki Slavların da Avarlar olduğunu ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Bu böylece gider ve en sonunda tek bir “ırk”a, insan ırkına varılır. Burada da durmaz. İnsanın da memelilerin bir kolu olduğuyla devam eder gider.]

    «Türkler asla barbar olmadılar; M. Ö. 209’da orduları ve devletleri millet olarak tarih sahnesine çıktılar» deniliyor – Hun’ların «Türk»lüğü ve «devlet»likleri üzerindeki bütün soru işaretleri bir yana, biri çıkıp kurcalamaz mı, M.Ö. 215 veya 210’da tiyatronun kulisinde ne yaptıklarını? Normal canlıların ve toplumların, bir doğma-büyüme-gelişme süreçleri vardır; ancak mitolojide, Athena/Minerva, babası Zeus/ Jupiter’in alnından, böyle yetişkin ve pürsilah doğar.
    (h. berktay – türkiye tarihi 1 – s. 85/86)

  142. Anonim

    Hikâye-i Emerik (1)
    Halil Berktay

    İnsanlığın geçmişinde, boşa gitmiş nice zaman ve emek var. Fantezilerle, sahte bilimle yitirilen yıllar. “Ağğ” sesinin, Emerik’in, Erke Dönergeci’nin, Oniki Ada’yı “aslında Türk” yapmanın peşinde tüketilen ömürler. Onca toplantı, atılan nutuklar, hayaller uğruna israf edilen kaynaklar.

    Biri böyle bir kitap yazsa : Gelmiş Geçmiş En Absürd Projeler. “Türk Tarih Tezi”nin bile önünde, (günümüzde Türkiye’de bile çok daha az bilinmesi ve hatırlanması herhalde anlamlı olan) “Güneş-Dil Teorisi” yer alırdı sanırım.

    Güya bütün diller “ah” veya “ağ” sesi ya da sözcük parçacığından türemiş. Neden ? İlk insan (ilk Türk mü demeli) güneşe bakıp hayret ve hayranlık içinde “ağ” demiş de ondan. Daha baştan sakat. Çünkü ilk insanın ortaya çıkmasının da, güneşi görmesinin de “ansızın” cereyan ettiğini sanıyor. Her nasılsa, (Tanrının Âdem’i yaratması gibi) öyle bir ilk insan çıkıyor ki ortaya, o zamana kadar hiç algılamadığı çevresinin birdenbire farkına varıyor; ilk defa başını kaldırıp güneşi görüyor ve o vaziyette, başı geride, “ağ” diyor.

    Şaka gibi. Yeryüzünde hayat 4,5 milyon yıllık. Hominid’ler 3,5 milyon yıl geriye gidiyor. Ramapithecine’ler, Australopithecine’ler. Ancak 500.000 yıl önce, proto-Neandertal özellikler. Sonra Homo sapiens sapiens. Bu süreç içinde, kim ilk “ağ” demiş acaba ? Lucy mi ? Homo erectus mu ? Homo habilis mi ?

    Bu soruyu sormak bile yeter, bütün bir çılgınlığı önlemeye. Kipling’in If (Eğer) şiirinde ünlü iki mısra vardır : If you can keep your head/ While all around you are losing theirs (Sen koruyabilirsen aklını/ Başka herkes yitirirken). 1930’ların başlarında sakin ve ciddi bir kişi çıksa ve dese ki… Ama olmuyor işte. Diyemiyorlar. Koca koca adamlar sürükleniyor çocukça bir hevesin peşinden.

    Tek Parti, Tek Adam rejim ve ortamlarının bir iflâh olmaz çürüklüğü işte burada. Normal bilim ölçüt ve kuralları askıya alınıyor. Yerine, bir ulu önder etrafında dönen, her dediğini doğru sayan-saydırtan başka kurallar geliyor.

    Atilla Oral’ın Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu kitabındaki pek çok fotoğrafın ikonik işlevine daha önce değinmiştim. Bir bölümü, Atatürk’ü kâh dil, kâh tarih üzerine “çalışırken” göstermek suretiyle, bu “çalışma”ları liderlik otoritesiyle özdeşleştirip “ilmî ve ciddî” karakterlerinin altını çizmeye yarıyor.

    Bu tür özel sayfalardan biri, Atatürk’ün yaveri, (sonradan Bolu milletvekili de olan) Cevat Abbas Gürer’in anılarına ayrılmış. “Üç gün uyumadan, hattâ yerini terketmeden okur ve yazardı…” başlığını taşıyor (s. 25). “Atatürk tarihimizde kıdemimizi ve medeniyetimizi ifade edebilecek lehçelerimizde bir kelime bulduğu zaman sevinir, çok neşelenirdi” diyor Cevat Abbas Gürer. Böyle gecelerden birinde, masa başındaki Atatürk, Rus bilim adamı Pekarsky’nin Yakut Lûgati’nde “emerik” diye bir sözcük buluyor. “Denizle ayrılmış arazi parçası” demekmiş.

    “Kendi kendine gülmeye” başlıyor. “Derin bir haz ve neşe” içinde, “Amerika’nın adını büyük ecdat koymuştur” diyor. Kristof Kolomb ve Amerigo Vespucci’den çok çok önce, Yakut Türkleri işte o kıtaya geçmiş ve adını da onlar koymuş; Amerika sözcüğü asıl böyle oluşmuş. Gürer “buyurdular” diye aktarıyor.

    Yahu, hiç kimsede mi yoktu bir parça aklıselim ? Evet, bugün “Amerika’lar” dediğimiz kara parçaları, son buzul çağının bitiminden önce, yani deniz seviyesi hâlâ çok düşükken ve dolayısıyla Bering Boğazı boğaz değil henüz bir “kara köprüsü”yken, Sibirya’dan Alaska’ya geçen küçük avcı-toplayıcı grupları tarafından kuzeyden güneye kolonize edildi. 20-18.000 yıl önceydi ve ne gibi diller konuştuklarını da hiç ama hiç bilmiyoruz. Geçelim; diyelim ki Yakutlar da bunların içinde. Yani bu muazzam alanın bütün kıyılarını çepeçevre dolaşmışlar, krokisini çıkarmışlar ve (buzullar eriyip deniz seviyesi yükseldikten sonra) her tarafının suyla çevrili olduğunu görüp, anlayıp, böyle en az birkaç bin yıl sürmesi gereken (tabii, yazı olmadığı için nesilden nesile nasıl aktarıldığını da çözemediğimiz) bir “idrak süreci”yle emerik sözcüğünü yaratmışlar, öyle mi ?

    Haydi yutmuş olalım bu kadarını. Sonra bu emerik sözcüğü nasıl Amerika olmuş ? Nasıl geçmiş Batı ve bütün dünya dillerine ? Yani Kolomb veya Vespucci, hâlâ oralarda yaşayan Yakut Türkleriyle karşılaşmışlar da, emerik’i onlardan mı öğrenmişler ? Karayip ve Brezilya yerli dillerinde de emerik mi varmış ?

    Amerigo Vespucci 1499-1502 arasında Güney Amerika’nın doğu (Brezilya) kıyısına birkaç yolculuk yaptı. İki seyahatname kaleme aldı. Alman haritacısı Martin Waldseemüller, 1507’de yayımladığı Universalis Cosmographia (Evrensel Kozmografya) küresi ve atlası ile onlara eşlik eden Cosmographiae Introductio (Kozmografyaya Giriş) kitabında, bu “Yeni Dünya”ya veya “Dünyanın Dördüncü Kısmı”na, Amerigo Vespucci’nin ön adına atfen Amerika denmesini ilk öneren kişi oldu.

    Çağdaş bilimin kabul ettiği transmisyon patikası işte bu. Gayet sağlam. Gerçek kişiler, atlaslar, kitap ve haritalar –istenebilecek her türlü (matbu) vesika, hepsi ortada. Ama hani, vesikalar esas alınmalı, vesikasız hiçbir şey yazılmamalıydı ?

    Lider “buyurdu”larıyla tarih yazmanın “ilmî ve ciddî”liği de buraya kadarmış, anlaşılan. Üstelik öyle bir noktayı atlamışlar ki, akıllara seza. Açıklayacağım.

    http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/halil-berktay/hikaye-i-emerik-1/17464/

  143. Anonim

    Hikâye-i Emerik (2)
    Halil Berktay

    Geçen sefer, güya Pekarsky’ye dayanarak Amerika’nın adının Yakut dilindeki emerik’ten geldiği fantezisine kapılanların, çok basit bir noktayı tamamen atladığından söz etmiştim. Nedir bu ? Rusya ve Yakutlar, Rusça ve Yakut dili ilişkisi.

    Yakut (Saha) nüfusu, 2002 Rus sayımına göre 440.000. Sibirya’nın kuzeydoğusunda, büyük bir alan ama küçük bir nüfus ve pek kimsenin bilmediği bir dil. İnternet sözlükleri sadece 1000-1500 kelime veriyor. Üstelik, Saha (Sakha) sözcüğü bir endonym, yani “iç ad,” kendi kendilerine verdikleri ad ama Yakut sözcüğü öyle değil. Bir exonym, yani “dış ad,” başkalarının verdiği ad. Kim bu başkaları ? Ruslar tabii. Muhtemelen, bir başka Sibirya halkı olan Evenk’lerin dilindeki yako (yabancı) sözcüğünden bozma, Rusça Yakut oluşmuş.

    Rus Çarlığı doğuya doğru yayılırken, bütün İç Asya Türkî diyarları gibi Sibirya’yı da ele geçirmiş (hattâ bir ara Alaska’yı bile almışlar da sonra satmışlar ABD’ye). 1600’lerde Saha topraklarına girmişler, isyanları bastırmışlar. Bu uçsuz bucaksız alanda Rus İmparatorluğu, kurumları, eğitimi, okulları, üniversiteleri, bilimi, tarihi, antropolojisi egemen olmuş. Modern Saha yazısı bile, 1939’da Sovyet âlimlerince, Kiril alfabesine beş harf eklemek suretiyle yaratılmış.

    Bu koşullarda, karşınıza emerik gibi bir sözcük çıkarsa sormaz mısınız, Rusçadan geçmiş olamaz mı diye ? Yani acaba Yakutlar mı bütün dünyaya emerik’i öğretti, Amerika Rusçadan Yakut diline böyle mi geçti ? Böyle bir olasılık hiç mi gelmez aklınıza ?

    Üstelik, bugün internette bulduğum Yakut (Saha) dili ve yazısı maddelerinde, (E e) ve (Ë ë) ile başlayan bütün sözcükler Rusçadan geçmedir (Russian loanwords) deniyor ! Ama TTT ve GDT’nin heyecanı içinde, demek bu kadarını düşünememişler. Orhon-Yenisey kitabeleri 1886’da keşfedildi; üzerlerindeki runik yazıyı Vilhelm Thomsen ve Wilhelm Radloff 1893’te çözdüler. O gün bugündür Türkî diller bilgisinin başını Rus ve Sovyet lingüistleri çekiyor. Bu kadarını biliyorlar da, bu ipucunu emerik’in kökenine taşıyamıyorlar. Ne yapıyorlar ? Doğrudan Atatürk’ün talimatıyla, bilinen en eski Türkçelerden olan Yakut dilinin bilinen en iyi sözlüğünü çevirip basmaya karar veriyorlar. Rus Bilimler Akademisi’nden ünlü Edouard Pekarsky’nin ilk basımı 1894-6’da St. Petersburg’da yapılan üç ciltlik sözlüğünü Türk Dil Kurumu Rusça bilen kim varsa parçalayıp dağıtıyor : Abdülkadir İnan, Ahmet Caferoğlu, Reşit Rahmetî Arat gibi bilim adamlarının yanı sıra, generaller, yarbaylar, binbaşılar, konsolos yardımcıları (Halis Bıyıktay, Nuri Berköz, Yakup Orak, Remzi Kilercioğlu) ve daha niceleri; liste 20 kişiyi buluyor. Sekiz ayda tercüme ediliyor ve 1937 başında tamamlanıyor; hemen 1937 ilkbaharında da basımına başlanıyor.

    Fakat işte burada çok tuhaf bir durum var, zira bu basım ancak altı-sekiz yıl sonra ve kısmen gerçekleşecek. Her nedense 1942’de önce bir “örnek basım”ı yapılıyor ve onu 1945’te asıl birinci basım izliyor : Edouard Pekarskiy, Yakut Dili Sözlüğü, 1. cilt (a-m), 658 sayfa (TDK, Ebüzziya Matbaası, İstanbul). Neden o kadar geç ? Ve neden ikinci cildi hiç basılmıyor ?

    Bu soruların cevabını bilemiyorum. Yalnız bir şey çok açık : çevrilen fasiküller hemen o taslak haliyle Atatürk’e yollanmış ve yaveri Cevat Abbas Gürer’in anlattığı sahne de belki 1936 sonları veya 1937 başlarında yaşanmış; o ilk metinler üzerinde, emerik’in karşısında “denizle ayrılmış arazi parçası” diye bir ifade bulmuş olmalı. Her halükârda, redaksiyondan geçmemiş ve nihaî şeklini almamış bir metni okuduğu kesin. Ama bu kadarı yetiyor da artıyor bile. Bu emerik buluşu o son bir-iki yılda hemen literatüre giriyor. Dil Kurultaylarında sözü ediliyor; Türkçenin bütün diğer dillere önceliğinin kanıtları arasında sayılıyor.

    Peki sonra ? Atatürk 1938’de ölüyor ve (biraz, Mao ölür ölmez Çin Kültür Devrimi’nin bitirilmesi gibi) Türk Tarih Tezi ve ondan da fazla Güneş-Dil Teorisi, derhal rafa kaldırılıp unutuluşa terkediliyor. Dönemin lise edebiyat öğretmenliğinden çok yukarılara zıplatılan arrivist aparatçiklerinden Necmi Dilmen’in, İstanbul Üniversitesi’nde vermekte olduğu GDT derslerine hemen son verdiği ve açıklama olarak da “Güneş öldü, bundan sonra teori mi olur” gibi bir şey dediği söylenir. Ya Pekarsky ve emerik’e ne oluyor ?

    Türkiye’nin önemli analitik ve tarihsel lingüistlerinden, Harvard ve Bilkent’e yıllarını vermiş sevgili arkadaşım Engin Sezer’den rica ettim. Widener Kütüphanesi’ne girdi; benim için Pekarsky’nin hem 1945 Türkçe, hem de 1907 ve 1917 Rusça basımlarını bulmakla da kalmadı; ilgili yerlerini elektronik olarak taradı ve yolladı. Kendisine çok teşekkür borçluyum.

    Ne görüyoruz ? Rusça orijinalinde, Kirilik alfabeyle Ämäpix ve altında Amephka var, yani Emerik = Amerika. Sonra Ämäpixän ve altında amerikanski = Amerikalı (kolon 253).

    Türkçesinde (s. 282) büyük harfle Emerik, altında Amerika. Büyük harfle Emerikeğn, altında Amerikalı.

    Ne Rusçası, ne Türkçesinde, başkaca bir emerik’e, “denizle ayrılan arazi parçası”na rastlanmıyor.

    http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/halil-berktay/hikaye-i-emerik-2/17487/

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑