Solun özgürlükle bağını kesen, Stalin’den önce Lenin olmuştur. Bolşevikler iktidara gelir gelmez, Lenin, iktidar pragmatizminin sonucu olarak özgürlük konusundaki tüm vaatlerini geri aldı. Gerek Rusya içindeki halklara gerekse işçi ve köylülere özgürlük tanınmasının Bolşevik iktidara zararlı olacağı gibi son derece zararlı bir fikre kapıldı ve bunu pratiğe geçirdi. Elbette bunu da pragmatist bir tarzda yaptı. Örneğin, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılmasının, geçici bir önlem olduğunu ileri sürdü. Bu “geçici” önlem 70 yıl boyunca sürdü.
Bu mirası devralan Stalin’in ise, bırakın özgürlükle bağı kesmeyi, özgürlüğün kırıntısının bile üzerine yürüdüğü artık bilinmektedir.
Bundan sonra solun özgürlükle ilişkisi hep sorunlu oldu. Burjuvazinin hâkim olduğu ülkelerde mücadele yürüten komünist partiler, baskı altında olduklarından özgürlüğü savundular ama bu özgürlüğü asla kendi içlerinde uygulamadılar. Çünkü Komintern, her türlü fikir ve çizgi farklılığını “oportünizm”, hatta “ihanet” olarak görüyor ve “Bolşevikleştirme” adı altında tamamen merkeziyetçi, monolitik partiler öngörüyordu.
Öte yandan, Komintern son derece pragmatist bir bakışla, Sovyetler Birliği ile müttefik olabilecek ülkelerin iç rejimlerini, bunların özgürlük düşmanı uygulamalarını hiçbir şekilde sorun yapmamayı bir gelenek haline getirmişti. Buna, Hitler Almanya’sıyla müttefik olduğu 1938-1941 yılları arasında uyguladığı, Nazilerin iç rejimini hiçbir şekilde eleştirmeme politikası da dâhildir.
Daha yakın tarihlere gelelim. Sovyetler Birliği, Sovyet Bloku içinde yer alan ülkelerde patlak veren özgürlükçü ayaklanmaları, eğer mümkünse o ülkelerin NKVD benzeri istihbarat örgütleri ve ordusuyla, mümkün değilse de, Macaristan (1956) ve Çekoslovakya’da (1968) olduğu gibi, bizzat kendi işgalci tanklarıyla bastırmış ve ezmiştir. Bütün bu uygulamalar, dünya yüzündeki solcu ana akımın özgürlüğe bakışını belirlemiştir. Biz baskı altındayken bize özgürlük; ama biz iktidardaysak özgürlük bir “burjuva lüksü”; keza parti içinde de özgürlük talebi hizipçi faaliyetin bir parçasıdır.
Sovyetler Birliği’ni ve genel olarak Sovyet Bloku’nu yıkan, bana soracak olursanız, esasen işçi sınıfına ve emekçilere güvenmeyen bu özgürlük karşıtı çizgidir. Ama aradan yirmi yılı aşkın bir zaman geçtiği halde sol, hâlâ özgürlük konusundaki temel zaafını gidermiş değildir. Virüs bütün gücüyle varlığını sürdürmektedir.
Gerçi, solda bu konuda hiçbir olumlu gelişme olmadığını söylemek de doğru olmaz. Örneğin 1968 dünya devrimi, solun özgürlüğe bakışında belli değişimlere yol açmıştır. Keza 1970’li yıllarda solun, özellikle Latin Amerika’da ve dünyanın birçok yerinde askeri ya da sivil diktatörlüklerin yoğun baskısı altında mücadele etmek zorunda kalması ve özgürlük düşmanı faşist çetelerle çatışması da solun özgürlüğe bakışında bazı değişikliklere yol açmıştır. Örneğin 12 Eylül 1980 darbesinin sola uyguladığı baskılar, solun genel olarak özgürlük sorunu üzerinde daha derinlemesine düşünmesine yol açmıştır. Nitekim bu dönemi derinden yaşamış solcuların, sonunda ÖDP gibi özgürlüğe önem veren, en azından bunu gündemine alıp tartışan ve özgürlükçü fikirler geliştiren bir partiyi ortaya çıkarması bunun sonucudur.
Ne var ki, virüs hâlâ yenilebilmiş değildir. Bugün dünyada ve Türkiye’de sol, özgürlüğe hâlâ pragmatik bir biçimde yaklaşmaktadır: “Özgürlük benim işime yarıyorsa iyidir, benim iktidarımın aleyhine işleyecekse bastır ya da koy bir köşeye.”
Bugüne gelelim. Sovyetler Birliği çöktüğünden beri kendini öksüz kalmış gibi hisseden sol, uzun süre ebeveyn aradı. Bunlardan biri Küba’ydı. Çin’le Kuzey Kore de vardı ama onların pek bir ışıltısı yoktu. Kuzey Kore, fazlasıyla kapalı bir veliaht rejimiydi. Çin ise, Komünist Parti’nin yönetiminde bir tek parti rejimiydi ama kapitalizme fazlasıyla entegre olmuştu (gerçi bu haliyle bile onu takdir eden solcular da yok değildir). Küba ise, ABD’nin yanı başında, eskiden beri emperyalizme direnmekteydi. Castro gibi karizmatik ve deneyimli bir lideri vardı. Küba hayranlığı solcular arasında 1990’larda öylesine yayıldı ki, bu ülkeye turistik-emek çalışması yapmaya giden bir hayli solcu oldu. Bu ülkeyi ziyaret ediyor, onu daha yakından tanıyor ve solcu bir dayanışma gösterisi olarak orada üretime katılıp sosyalist Küba’nın kalkınmasına katkıda bulunuyorlardı. Gerçi böylesi geziler yapan solcularla döndükten sonra konuştuğumda onları pek de coşkulu bulmadığımı belirtmeliyim. Biraz hayal kırıklığı yaşıyorlardı galiba ama bunu da çok fazla dışa vurmak istemiyorlardı.
1990’lı yılların sonlarında ve 2000’li yıllarda solculardaki ebeveyn arayışı Venezüela’daki Chavez iktidarıyla oldukça canlandı. Üstelik Chavez, emperyalizme kafa tutmakla kalmıyor, ülke içinde de özgürlükçü, kitlelere inisiyatif veren bir yönelim içinde bulunuyordu, en azından başlangıçta. Hatta bazı solcular, Venezüela deneyinden fazlaca umutlanıp “21. Yüzyıl Sosyalizmi” türünden bir deyim bile ürettiler. Ne var ki, Chavez rejiminin parlaklığı çok uzun sürmedi. Emperyalizme kafa tutmasına tutuyordu ama içeride işlerin pek parlak gitmediği belliydi. İktidarın tunç yasasına bağlı olarak, devlet yönetimi ile halk kitlelerinin arası gittikçe açılmaktaydı. Öte yandan, Kemal Okuyan’ın da belirttiği gibi, Venezüela’daki alt yapı, sosyalist falan değil, bal gibi kapitalist ilişkilere dayanıyordu. Buna rağmen, solcularımızın önemli bir kısmı, Venezüela’yı Küba’nın yanına koyup onu da sosyalizm olarak kutsamayı tercih ettiler. Çünkü kendilerini var edebilmek için onlara tutunacak bazı dallar gerekliydi. 20. Yüzyılın başından beri “örnek sosyalist ülkeler” göstererek var olmak ve güç toplamak onların vazgeçemeyeceği bir şeydi. Dolayısıyla, eskiden olduğu gibi, örnek gösterdikleri ülkenin içinde özgürlüğün olup olmadığı onları çok fazla ilgilendirmedi. Yeter ki, sosyalizme benzer bir şeyler olsundu, özgürlük önemli değildi. Böylece, son kırk yılda solda özgürlükler açısından kat edilen olumlu mesafeyi bile gözlerini kırpmadan harcayabildiler.
Evet, harcayabildiler. Çünkü, 1968 yılında Sovyet tankları Prag’a girdiğinde, 1968 rüzgârını arkasına alan çok sayıda solcu (hepsi değil elbette, bir kısmı utanç verici bir şekilde bu tankları savunmuştu; Yarılma’da anlattığım gibi, ben de bunların arasındaydım) Sovyetler Birliği’ni kınamasını, özgürlük düşmanı tutumunu protesto etmesini bilmişti. Ama bugün ne görüyoruz? Dün bir grup solcu, Venezüela rejimini destekleme gösterisi yapmış. Bunu yaparken, göstericilere saldıran Venezüela polisinin tomalarına, biber gazlarına, coplarına destek verdiklerinin de farkındaydılar herhalde. Gösteriyi iftiharla sunan bir muhabirin hesabına “utanç verici bir gösteri” diye bir tweet attığımda arı kovanına çomak soktuğumu fark ettim. Bence insan sonradan utanç duyacağı şeyler yapmamalı. 1968 yılında Sovyet işgalini desteklediğimi düşündükçe, onca özeleştiriye rağmen, hâlâ yüzüm kızarır. Tabii bunu böyle bir insani hasletten arınmamış olanlara hatırlatıyorum.
Solun özgürlükle sınavı devam ediyor. Özgürlüğe kayıtsız şartsız sahip çıkan bir sol yaşayacak ve tarihe böyle geçecektir. Özgürlük karşıtlığı virüsüne yenilenler ise kuruyup gidecek, kendileriyle birlikte solu da mezara götüreceklerdir.
Gün Zileli
21 Şubat 2014
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
ben utaçn verici olarak nitelendirmiyorum bunu dün twitterdan size de belirtmiştim bence fazla tepki veriyorsunuz
polise her karşı çıkanı savunacaksak bir ideoloji benimsememize gerek kalmıyor.. evet venezuelada bir baskı yönetimi mevcut olabilir hatta kübadada bir baskı yönetiminin varlığını kabul edebiliriz burada bize düşen eleştirip özgürlüğü savunarak daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayabilmektir
fakat biz sırf polisle çatışıyor diye karşısında cop ve biber gazı var diye emperyalist destekli burjuva eylemlerini savunamayız
olayları sonuçlarıyla beraber yorumlamak lazım 2 örnek dolanıyor aklımda 1i 1930larda ekonomik bunalımlara karşı sokakta örgütlenen alman nasyonel sosyalistler yaşanmış ve sonuçlanmış bir olay 2.si ise günümüz libyası oradada bir baskı rejimi mevcuttu ve yine emperyalist destekli bir ”devrim” oldu peki sonuç?
bence olayları eylemleri varılabilecek sonuçlarla ve bu sonuçların geçmiş zamana oranlarıyla yorumlamalıyız ve halklar için en özgür en eşit en adaletli olanı savunmalıyız
hatta mhpli bir milletvekili vardı, adı mehmet gül dü galiba, öldü… adamın tvde küba görüntüleri yayınlanırdı, başında che beresiyle… solun gölgesini görse kurşun sıkan katiller, birden bire küba hayranı olmuştu… şimdi ulusalcı güruhtan birileri kızılelma düşleri kurardı…
hedef ve amaç iki kesim için de netti: ulus devletin savunmulması için, işbirliği…
onun için, solun öncelikle devlet karşısındaki pozisyonunu, “ama, fakat, hık, mık” etmeden net ifade etmesi lazım.
varlığının ve kimliğinin anlamı var mı yok mu, burdan sonra konuşulmaya değer…
aksi halde, onu devleti savunmanın sinsi ideolojisi olarak görenlere bir cevabı olmadan kalakalır.
Solun, özellikle Türk solunun özgürlüklere bakışı tam anlamıyla ” bana kadar özgürlük ” tadında. Nasıl mı? Bu ülkede 1 mayıs taksim meydanında kutlansın diye kanlar döküldü, bedeller ödendi. Taksim hep direnişin simgesi oldu, ezilenlerin inadı oldu. Sol özgürlük sloganlarıyla hakkını aradı, taksimi istedi ve bundan 2 – 3 sene önce hükümet siyasi bir manevrayla işçisine şirin, halkına özgürlükçü görünme amacı ve reklamıyla “hadi bakalım meydanı size açtık ” şovuna başladı. Bunu yaparken de meydanı lütfetmişçesine açtı. Peki ne oldu? Yıllarca özgürlük diye savaşan o ” sol ” hiç kendisi üzerinden şov yapılmamış gibi,kendi ödediği bedelleri aşağılanırcasına lütfedilerek verilen alanlara çıkıp halaylarını çekti. Peki aynı gün buna karşı gelen, bu oyuna alet olmayız diyen anarşistler Harbiye ‘de gaz ve dayak yerken neden bir anda “özgürlük”ler unutuldu? Neden çıkıp o zaman özgürlüklerden bahsedilmedi? Sol daha düne kadar aynı şeylerden dolayı gaz yerken meydana çıkıp halay çekerken neden bir anda her şeyi unutuverdi. Kendileri “özgürlük” kazandıktan sonra neden bir anda diğerlerine gözlerini kapattılar. Hatta o da yetmezmiş gibi ” anarşistler bayram coşkumuzu böldüler, bir daha zor verirler meydanı ” diye açıklamaları neden yaptılar? Onlar da özgür olmasın mı? Özgürlüğü kazanana kadar herkes “öteki”, kazandıktan sonra sadece bazıları “öteki” mantığı tam olarak bu. Ben özgür olayım da gerisine bakarız.
“Wir sagen natürlich, die Bullen sind Schweine. Wir sagen, der Typ in Uniform ist ein Schwein, kein Mensch. Und so haben wir uns mit ihnen auseinanderzusetzen. Das heißt, wir haben nicht mit ihm zu reden, und es ist falsch, überhaupt mit diesen Leuten zu reden. Und natürlich kann geschossen werden.”
― Ulrike Meinhof
“Polisler domuzdur; üniforma içindeki tip, insan değil bir domuz olduğu için onunla çatışmamız gerekir. Yani onunla konuşacak bir şeyimiz olamaz, zaten bu kişilerle konuşmak da yanlıştır, elbette ki ona ateş edilebilir,”
“emperyalist destekli burjuva eylemleri”…Şu sözün büyüklüğüne bakar mısınız? Türkiye’de bu sözü söyledin mi karşındakine hiç söz hakkı kalmıyor, değil mi?…Gün Abi sonuna kadar haklısın!kalemine sağlık!halklar sosyalizm istemiyor, halklar özgürlük istiyor.Özgürce yaşamak,özgürce çalışmak istiyorlar…
Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet
Bob Jessop , Alev Özkazanç (Der.) , Betül Yarar (Der.)
http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/009-14.pdf
Kapitalizmin Krizi ve Devlet Kuram›:
Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme
http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/009-14.pdf
Solun araçsal akıl alışkanlığıyla ilgili bir sorun var gibi geliyor bana. Amaca giden yolda her şey mubahtır kafası… Amaç eğer devrimse ya da devrimi korumaksa, ifade özgürlüğünü de sınırlandırabiliriz, bu kafaya göre…. İcabında sansürle, icabında zindana atarak, icabında sürgüne göndererek, icabında kampa kapatarak… Çünkü çok kutsal bir amaç uğruna yapıyoruz bunu. O kutsal amaç, her şeyi yapma hakkını veriyor bize… Mı acaba? Yoksa özgürlükler, mesela ifade özgürlüğü, tıpkı yaşam hakkı gibi hiçbir şart altında, hiçbir kutsal amaç uğruna sınırlandırılamaz mı acaba? Hiçbir kutsal amaç uğruna köleliği kabul edemeyeceğimize göre diğer özgürlüklerin sınırlanmasını neden kabul edelim ki? Yani Gün Zileli’ye bütünüyle katılıyorum. Solun kendini yenileyip yeniden dünyanın en ilerici akımı olabilmesinin yolu da zaten buradan geçiyor bence.
Hareket berekettir, her türlü hareket iyiye doğru bir gidişe işaret, türü yazılarınızı anlamakta zorlandığımı söyleyeyim. Ama açıkçası solun özgürlükler konusundaki şizofren hali ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Düşündüm de meydan okuyanların başarı öykülerinden efsanelerinden çok, ince ince örülen toplumsal ilişkilere sahicilikliklere sahiplenmelere ihtiyacımız var galiba.
biraz sanki ezbere yazılmış bir yazı,hiç bir bilgi içermeyen ve arka plan sunmayan bir yazı.dirak yargılar üzerine kurulu ve bu yargıları ispata çalışılmış.
Homofobik fıkralar yayınlanamıyor.
1930larda Ispanya”da ordu secimle gelmis hukumeti fasist bir darbe ile yikmaya kalkinca Dunya”nin dort bir tarafindaki solcular demokratlar Ispanya”ya aktilar, ve fasist darbeye karsi dovustuler. Aslinda dovustukleri burjuva bir Ispanya idi ama en azindan parlemanto gibi bazi haklarin hala oldugu bir Ispanya.
Kimse kalkip kardesim Ispanya da bir tarafta devlet karsisindaki de ordu biz Franco”yu destekleyelim demediler. Hatta cok dogru olarak tarafsiz kalalim bile demediler. Cunki tarafsiz kalmak bile ki o zamanki burjuva demokrasisi diye anilan emperyalist devletlerin yaptigi tam da buydu, fasizme hizmet anlamini tasirdi. Gerci diyen bir kac kisi oldu, tarih onlari fasist yardakcisi diye aniyor.
Keza Allende Hukumeti simdiki Maduro hukumetinden farkli degildi. O zaman da bir fasist darbeye zemin ayarlamak icin kamyoncular grevi orgutlediginde tum dunyanin ilericileri bu darbeye karsi fasistleri degil ama Allende hukumetini savundular. Basarisiz oldular ama Allende Hukumetini savunanlar ne kadar hakli olduklarini ardindan gelen fasist cunta zamaninda gorduler. Emekcilerin tum sosyal ve siyasal haklari yok edildi. Onbinlerce emekci ve sosyalist olduruldu surgune gonderildi.
Simdi emperyalistler Venezuela da benzer bir sey yapmak istiyorlar. Simdiki taktikler Libya ve Suriye de denenmis bir taktik, Libya da basarili oldular Suriye de kismen basarili. Simdi Venezuela da benzerini deniyorlar. Basarili olurlarsa Chavez ve Maduro doneminde halkin kazandigi tum haklar siyasi sosyal ekonomik yok edilecektir. Ne demek istedigimi anlamak istiyorsaniz, Kolombiya”ya bakin. Hatta Yunanistan”a Italya”ya bakin. Bu noktada fasist kitleleri desteklemek fasizmi ve emperyalizmi desteklemek anlamina gelir.
Gun bu isleri hic bir zaman anlayamadi. Adam ayni bakis acisi ile MHP yi halk kitlelerinden goruyordu, 70 li yillarda ki ihbarciliklarinin sebebi budur. Ona gore halk otobusu tarayan MHP li de halk ama bu katliamlara karsi duvusen insanlar da. O kavganin sinfsal icerigini anlayamadi. Daha ilerki zamanlarda gecmise bakinca ne kadar yanlis olduklarini, ne kadar sacmaladiklarini gordu ve bunu kabullendi ama be hatanin neden kaynaklandigini sorgulamadigi icin, bu kabul gunah cikarmanin otesine gitmedi.
Ona gore Venezuela”da fasist bir yonetim isteyen fasist kitleler de kitle o zaman desteklenmeli. Adamin dunyasi bu kadar kisir.
Bu tabii su olguyu ortadan kaldirmiyor. Maduro yonetimi halk komitelerinin bir yonetimi degildir, burjuva bir yonetimdir, elbette oradaki emekciler Maduro hukumetine karsi kendi sosyal ve siyasal hak alanlarini genisletmek icin mucadele etmeliler, ama fasistlere karsi Maduro hukumetinin yaninda yer almalilar.
Su an Libya”daki herkese sorun, Gun Libya daki fasist surulerini de desteklemis hatta “insani” ilkelerinden onlar icin tavizler vermisti. Yuregi bir igne ile anlamsizca oldurulen Zurafaya dayanmayan Gun, is Kadafi”ye gelince dovulerek parca parca oldurulmesine ise gonulsuzce cevaz veriyordu.
Ama su an Libya”ya bakan herkes goruyor, Emperyalizm Libya”ya saldirdiginda ulkeyi orta caga dondurdu. Ayni seyler emperyalizmin siyasi denetimi ele gecirdigi her yerde var, Bosna, Ukrayna, Romanya vb. O yuzden biz Niye emperyalizmin Ornegin KUba” da denetimi ele gecirmesini destekleyelim? Tamam Kuba burokrasisine karsi cikalim ama neden ABD emperyalizmini destekleyelim? Ya da neden secimle isbasina gelen Maduro hukumetinin tipki Ispanya da oldugu gibi fasist suruler tarafindan secim disi yontemlerle ele gecirilmesini destekleyelim?
Ahmet, bence sen Gulaglara doğru şöyle güzel bir turistik gezi yap, bol bol özgürlük al gel…verdiğin örneklerin Gün abi’nin yazısıyla ne alakası var…ama, amaç eleştirmek olsun sadece….
emma goldman kremlinde leninle görüşürken elindeki dosyadan emmanın abd de yaptıklarını inceleyen lenin bunları abd de nasıl yapabildin diyerek hayrete düşmüştü. özgürlük anlayışı Bolşeviklerin dönemin abd sinde emmanın kullanabildiği özgürlükten bile geri bir anlayış olabilirmi??kropotkinin cenazesi saatlerce anarşistler tarafından tören yapılmayıp şehrin hapisanesindeki anarşistlerin cenazeye katılması için cenazenin bekletilmesi bile kendine sosyalist diyenlerin iktidar anlayışını yansıtır.birlikte mücadele edip devrim yaptığı yoldaşlarına kendi iktidarını dayatıp yoksa hayat hakkı vermeyenlerin özgürlükçü olması imkansızdır.asıl sol sosyalist geleneklerin özgürlükçü olamamalarının nedeni iktidarlarını tüketemeyip devletçi olmalarındandır.devlet-iktidar konusunda sosyalistler ve genel olarak sol sorunludur????en devrimci öncü olduğunu sanan sorunlarını hiç konuşmazlar
irak libya suriye venezuella ukrayna , yavsak solcu gecinenlerin , onur namus ile imtihani….size gulag bile az gelir derken bunu anlamistim, stalin sizin gibi solculari dogradi demekki….
cengiz candar ile zilelinin farki nedir, cenguz candarin cilki cikmistir, aslinda zilelininde cikmistir daaa…yazacak tarih bunlari yazacak….yazmazsa yazdiracagiz……
suna gercekten inanmistim, anarsizm her türden devrimciligin vicdanidir, geri aliyorum, trockizm ve anarsizm gibi ihanet emperyalist yalakaligina den dusen bi ideoloji yok bugunlerde, demek ideolojilerde evriliyor… kahrolsun emperyalist isbirlikcisi anarsitler ve trockisler…..yol ayrimi budur…..
Küfürsüz yazınız.
Ozgurlukcu, ya Emma Gldman”i okumamissin, bir yerlerden duyduklarini aktariyorsun, ki duyduklarin palavra. Ya da Okudugun galde sen uyduruyorsun, bu durumda da yaptigin dogru degil. Lenin hic bir zaman ABd emperyalizmine hayranligini belirtmez. Burada konuyla ilgili link
http://ucblibrary3.berkeley.edu/goldman/Curricula/FreeExpression/lenin.html
Aynı fikri küfür etmeden de yazabilirsiniz.
Zileli’nin “sert” yazısını anlıyorum…
Sosyalist önderlerin insanları “kendi kurdukları cennete” güdülecek koyunlar gibi önlerine katıp, iteleme süreçlerinin son elli yılda (yoksa 90 mı?) ağır bedellerini yaşayan insanlığın içinde yaşayan birisi olarak anlıyorum!
Belki 22 yaşındaydım. Lenin’in “Ne yapmalı” kitabı mıydı? “Parti edebiyatı” başlıklı yazısı olmalı… Lenin bu yazısında Parti’yi Tanrı yerine koyuyordu… Anlamaya çalıştım… Severdim… (Nedense Lenin’i hala severim! Lenin, o müthiş iradesiyle yine de bize-insanlığa yanlışları ile birlikte bir “deney” sundu… Doğumundan 140 yıl sonra da onun üzerine koyamayan bir insanlık hali varsa, bu Lenin’in değil, insanlığın-bizim ayıbımızdır!)
Kabul etmek zorundayız; Lenin Parti-Proletarya Diktatörlüğü konusunda kendi dehasına fazla güvenerek hatalar yaptı ve Stalin’le özdeşleşen bir Parti ve Partili insan üretimine yol açtı… (Tarih elbette bu denli kişilere bağlı açıklanamaz; Bu bağlamda Lenin de yaşadığı tarihin, süreçlerin kurbanıdır! Ve yine bu bağlamda 1. Dünya savaşının Avrupa ve Rusya’da yarattığı kaos ve insanlığın “devrimci aceleciliği” başat rol oynamıştır; bugün de olur olmaz devrim lafının ağza alınması rastlantı değildir…)
Kabul etmek zorundayız! Bugün kabaca “Stalinist” diyerek tu-kaka ettiğimiz şabloncu, insanları köleleştirmeye meyilli, dayatmacı; kendi yoldaşına bile salt siyasal-iktidar amaçlı. mekanik, duygusuz kısaca insanlık-dışı bir zihinsel alt yapı ile yaklaşan bir sosyalist-partili tipi bizim ve insanlığın ve sosyalizmin önünde belki burjuvazi-emperyalizmden daha büyük bir engeldir!
Bu yazıyı da bu ön-seziden kaynaklanan bir “sertlik” olarak anlıyorum…
Bir yerde okumuştum, (Stalinist) “Parti dışında kalıp ‘bilmektense’, parti içinde kalıp yanılmak evladır!” Sonuç mu? İşte bu!
*
Zileli’nin ortaçağın kölece bağlılıklarını (Devlet-Parti-İnanç putlarını) kutsallaştıran , Dinci veya Faşist örgütlenmelerin yöntemlerini yalnızca söylem değişikliği ile aynen kullanan, bu “zihniyet” ile özlenen adaleti, özgürlüğü, eşitliği yaşayabilecek bir sosyalist toplumu asla kuramayacak “ideolojiye” olan tepkisini; bu ideolojinin yaşanılan onca şeyden sonra hala böyle bir hayatı kuracağı iddiası-körlüğüne sarılabilmesine duyduğu tepkiyi anlıyorum!
Sorunun parçası olan, çözümün parçası olamaz!
Dünya halklarının “sosyalizm” idealinde kolunu-kanadını kırmış Bolşevik-Stalinist zihniyettir ki, bu “ideoloji” artık çözümün de bir parçası olamaz; ezici bir çoğunluğu erdemli, fedakar, hümanist, cesur insanlardan oluşan Stalinist Partiler içindeki sosyalistlerin bu gerçekliği inkarı korkunç bir “patinaja” sebep olmaktadır. Zileli’nin de “sertliği” bu “sezgiden” olabilir mi?
Bolşeviklik ve Stalinizmde ısrar, insanın Gençlik Hayallerine de ihanettir…
Eşitlikçi, özgür ve adil bir dünya için Marksizm- Leninizm ve Anarşizmin “uygun” bir sentezi için dilerim uzun yıllar gerekmeyecektir…
Anarşizm ilk çıkışında devrimci özellikler taşıyordu.Troçkizm de öyle.
İspanya İç savaşına kadar anarşizm de Troçkizm de hala görece devrimci özelliklerini taşıdılar.
Ancak Hitler faşizmine karşı savaşımda anarşizm ve troçkizmde dökülmeler başladı.
Ve giderek karşı-devrimci kampa katıldılar.
“Hitlero troçkist” sözü o dönemden kalmadır.
Bugün de DSİP adlı troçkist grupçuk AKP destekçisidir.
Anarşistler de AKP’nin her önemli karşı-devrimci girişimine destekçi oldular.
İşte bu sözde anarşizm yanlıları şimdi de UKRAYNA-da nazileri,Venezüella-da Amerikancı faşistleri,Suriye-de EL kaidecileri destekliyor.
Anarşistlerin Lenin ve Stalin düşmanlığı ile AKP ve ABD destekçiliği uyumludur.
Kendilerine anarşist yakıştırması yapanları kurulu düzene karşı savaşım diye bir sorunu yoktur,tersine kurulu düzenin sağlamlaşmasının ideolojik bekçileridirler.
Bugün Ukrayna’da yaşıyor olsam, elime silah alır, Maidan’daki göstericilere karşı savaşırdım.
Nedenini anlatayım…
***
Sidir, 1887’de Karkov’un bir köyünde doğdu. Yoksul bir köylü ailesinin oğluydu. Çocukluğuna dair hiç öyle özel anıları yok. Yaşı geldi, savaş patladı, Çarlık ordusuna asker yazdılar. Yürekliydi, ataktı, bizzat Çar II. Nikola, göğsüne iki defa Aziz George Nişanı taktı. Oysa Sidir’in ne Çar umrundaydı ne nişan: Emperyalistlerin savaşında taraf olmak tiksindirmişti onu, Bolşeviklere katıldı, silahını Çarlığa yöneltti. Devirdiler Çar’ı.
Stepan, 1909’da, o dönem Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içindeki Batı Ukrayna’da doğdu. Anası da babası da zengin ruhban ailelerden geliyordu. Daha ufakken Ukrayna milliyetçilerinin izci örgütüne yazdırdılar, lisede Ukrayna Milliyetçileri Örgütü’ne (OYH) katıldı. O da gözüpek, atak bir çocuktu.
Sidir ve yoldaşları Çar’ı devirmişlerdi devirmesine ama, savaş enselerinden hiç ayrılmadı. Yeni doğan işçi devleti her taraftan saldırı altındaydı. Sidir önce işgalci Alman güçlerine karşı, sonra İngiliz destekli Denikin’in Beyaz Ordu’suna karşı savaştı. İç savaşı kazandılar, yoksul kasabasına döndü.
Stepan, milliyetçi örgüt OYH’de hızla yükseliyordu. 1931’de Propaganda Bürosu’nun başına geçtiğinde, temel derdi “Moskof uşaklarını Ukrayna’dan kovmak”tı. En şahiniydi örgütün. 1933’te örgütün başına geçtiğinde, hayatı boyunca en büyük destekçisi olacak Naziler de Almanya’da iktidara gelmişti.
Savaş sonrası Ukrayna’nın büyük kısmı Sovyetler Birliği’nin parçasıydı. Batı Ukrayna’ysa Polonya işgali altındaydı. Polonya’da çözüm yanlısı bir hükümet başa gelip Sovyet Ukraynası’yla masaya oturduğunda, Stepan uzlaşma yanlısı herkesi öldürmeye başladı. Son olarak İçişleri Bakanı’nı öldürünce, 1936’da yakalanıp hapse atıldı. 3 yıl sonra Faşist Almanya büyük savaşın ilk hamlesini yapıp Polonya’yı işgal edince, SS subayları Stepan’ı hapisten çıkardı. Yıllardır irtibat halindeydiler, tanıyorlardı Stepan’ı.
Stepan çıkınca ilk işi, örgütte, OYH’de hizip çıkarıp faşizm taraftarlarını yanında toplayarak ayrı örgüt kurmak oldu. İlk düşmanları Polonya’yı yok etmiş olan Almanlar’dan destek buluyor, ikinci düşmanları Sovyetler Birliği’ne karşı propaganda yürütüyor, örgütleniyordu. Almanlar, Sovyetlere karşı bozgunculuk faaliyetleri için 2 buçuk milyon mark ayırmıştı. Kasım 1939’da Nazi askeri istihbaratı Abwehr’in kamplarında 800 militanı silahlı eğitim almaya başladı. Sayı hızla artıyor, hepsi savaşa hazırlanıyordu.
Vakti geldi. Hem Stepan’ın, hem Sidir’in.
1941 Haziranı’nda Nazi savaş makinesi Sovyet topraklarına girdi, hızla Ukrayna’yı işgal etti.
Stepan silaha sarıldı. OYH, SS’le birlikte bir yandan Polonya’daki Rusları, Yahudileri, komünistleri öldürüyor, diğer yandan Kızıl Ordu’ya karşı savaşıyordu.
Sidir de silaha sarıldı. Yıllarca savaşarak kurduğu anayurdu, yeniden işgal altındaydı. Partisi, “düşman hattının gerisinde partizan savaşı başlatın” dedi. Topladı yoldaşlarını, Ukrayna ormanlarında konuşlandı. Hem Nazilerle, hem Stepan’ın çakal sürüsüyle boğuşuyorlardı.
Stepan’ın örgütü OYH, Naziler Ukrayna’yı işgal edince, “bağımsız Ukrayna”yı ilan etti. “Bağımsızlık” bildirisinde şöyle yazıyordu: “Ukrayna, Avrupa ve dünyada yeni bir düzen kurmakta olan ve Ukrayna halkının Moskof işgalinden kurtulmasını sağlayan Adolf Hitler’in liderliği altındaki Nazi Almanyası’yla yakın ilişkiler geliştirecektir.”
Naziler, bildiriden memnun olmadı. Ne kadar yaltaklanırsa yaltaklansın, “bağımsız Ukrayna” da ne demekti? Yaramaz evlat Stepan’ı aldılar, rahat bir hücreye koydular. Stepan yeniden sırasını beklemeye başladı.
Bu arada Sidir’in partizanları, bir kahramanlık destanı yazıyordu. Stalingrad’da faşistler püskürtülünce, 1944’te Kızıl Ordu karşı saldırıya başladı.
Naziler Stepan’ı tekrar çağırdı. “Çık”, dediler, “Kızıl Ordu’ya karşı sabotaj faaliyetlerini arttır.” Sadık bir uşaktı Stepan, daha dün hapse tıkılmış olmasına aldırmadı.
OYH militanları çıldırmış gibiydi. Ukrayna’da Nazilerle işbirliği yapmayan herkesi kesiyorlardı. Volhynia’da çoğu kadın ve çocuk 70 bin Polonyalı’yı öldürdüler. “Ukrayna Ukraynalılarındır” diyorlardı, ellerinde Alman tüfekleri, etnik temizlik yapıyorlardı.
Köylü Sidir ve partizan yoldaşları, Stepan’ın çakallarını tepeledi sonunda. Reichstag’da kızıl bayrak dalgalandı, savaş kazanıldı.
Yeni bir savaş başlıyordu. Daha sinsi, daha kirli bir savaş.
Stepan ve çakalları, Batı Almanya’ya doluştular. Komutalarını İngiliz ve Amerikan istihbaratı devraldı. CIA Stepan’ın militanlarını paraşütle Sovyet topraklarına atıyor, burada terör saldırıları yapıyorlardı.
Stepan Bandera, 1959’da Münih’te KGB tarafından zehirlenip öldürüldü.
Sidir Kovpak, 1967’de ölümünde dek Sosyalist Ukrayna Cumhuriyeti’nde yöneticilik yaptı.
***
Sidir ve yoldaşları, gerçek yenilgiyi 1991’de yaşadı. Sovyetler Birliği yıkıldı. Ukrayna, bir avuç oligarkla emperyalist güçlerin insafına kaldı.
Tüm zenginlikleri yağmaladılar, ama halkı istedikleri kıvama getirmeyi başaramadılar. 2004’te turuncu devrim yaptılar. “Muhalifler” iktidara geldi.
Stepan’ın zamanı geri gelmişti. Hele, Ukrayna’ya ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra katılan Batı Ukrayna’da… Faşist hareketin kasıp kavurduğu topraklarda.
Buradaki kentlerden Lviv’in yönetimi, 2006’da Stepan ve diğer OYH yöneticilerine anıt mezar yaptı. 2007’de Stepan’ın heykeli dikildi. Halk bu faşist işbirlikçiye öfke duyuyor, geceleri gidip heykeli patlatıyordu. Başına polis dikmek zorunda kaldılar Stepan’ın, her gün her saat nöbette polis, hâlâ Stepan’ı koruyor.
2009’da, Stepan’ın yüzüncü doğum yılı vesilesiyle renkli devrimci hükümet, adına pul bastırdı. 2010’da o zamanki devlet başkanı Yuşçenko, Stepan’ı “Ukrayna Kahramanı” nişanıyla ödüllendirdi. Halk tepki gösterdi, ödül geri alındı.
***
Şimdi Ukrayna’ya bakın. Maidan Meydanı’ndaki göstericilerin ellerinde, Stepan Bandera’nın posterleri… Liderlerine bakın. Andryi Parubyi, Aleksandr Danilyuk, Dimitriy Yaroş, Oleg Tyangnibok… Hepsi Stepan’cı, hepsi faşist.
“Değişim Cephesi”nin başındaki Parubyi, 1991’de Sovyetler çözülünce, Nazilere nazire yaparak “Sosyal Nasyonalist Parti”yi kurdu. İdolleri, Stepan Bandera adına “kavga turnuvaları” düzenlemesiyle tanınıyor.
“Ortak Dava” adlı örgütün başındaki Danilyuk, bildiğimiz Sorosçulardan. Sivil Toplum Enstitüsü’nün başında olduğu geçen yıllarda, Batı medyasında sürekli “sivil lider” diye pohpohlanıyordu. Geçen ay silahlı adamlarıyla iki bakanlık binasını bastı, sonra İngiltere’ye kaçtı. Şimdi Londra’dan “devrim” yapıyor.
“Sağ Sektör”ün başındaki Yaroş da 1991’de kurdu ilk örgütünü. Onların da idolü Stepan Bandera’ydı. Şu an tüfeklerle polis ve gazeteci avlayan silahlı militanların çoğunu kontrol ediyor.
“Svoboda”nın başındaki Tyagnibok, uluslararası Yahudi düşmanları listesinde ilk 10’da. O da Stepan’cı. Şu aralar eylemleri yönetmediği günlerde Münih’te AB’nin “demokrasi sevdalısı” liderleriyle el sıkışmakla meşgul.
Hepsinin dilinde, “Kahrolsun Ruslar”. Ceplerinde, bu defa Alman markı değil, Amerikan doları. Ellerinde patronlarının verdiği silahlar.
1940’larda yaptıklarının aynısını yapıyorlar: Sözde bağımsızlık için, emperyalistlerden aldıkları destekle terör estiriyorlar.
İşte bu yüzden, Ukrayna’da olsam, bir an kuşku duymadan elime silahı alır, Maidan’daki Stepan’cı güruha karşı savaşırdım.
En başta, Sidir’in ve partizanların anısı adına…
Tıpkı Sidir gibi, faşistleri tepeleyince, silahımı Ukrayna’nın oligarklarına çevirmeyi unutmadan.
Not: Yiğit Günay’ın yazısı, soL gazetesinde bugün kısaltılarak yayımlanmış olan köşe yazısının uzun versiyonudur.
kufursuz yazamam… sirazem bozuluxo
senaryo ve kurgu fena değil ama yazarımızın elinde silah, arkasında da polis var.
AHMET EFENDİ yorumumu neresinden okudun???gerisinden olmasın????bi daha oku????? yorumda geçen bütün anlatı bizzat emmanın kendi hayatımı yaşarken kitabındandır sen oku çok bilmiş görünen işine gelmeyeni bilmemezlikten gelen taş kafa???yazıda lenine abd emperyalizmi hayranı diyenmi var??yuh artık cümleyi nerden okudun lenin emmanın yapabildiklerine inanamayıp bunları nasıl yaptın demesi abd hayranlığı değil emmanın abd gibi despot bir rejimde bunları nasıl yapabildin hayretidirki bu sana bir şey hatırlatıyormu Ahmet efendi???kim daha özgürlükçü devrimci????emmamı???leninmi????stalinmi????troçkimi?????abd de militarizme zorunlu askerliğe savaşa kapitalizme karşı mücadele eden amma ve diğer özgürlükçü devrimcilermi daha özgürlükçü devrimci????batar niyetiyle çürük gemiye doldurulup abd den sürgün edilip Bolşevik devriminin rusyasına giden abd den sosyalist,anarşist devrimcilerin başına neler geldi biliyormusun Ahmet efendi????onları abd gibi çürük gemiye koyup sınır dişi bile etmeden infaz etmekmi daha özgürlükçü devrimciliktir???ceza yaşını 12 ye indirmekmi özgürlükçülüktür????Ahmet efendi bilip bilmeden özgürlükçüye sallama???kimse denenmişi bi daha denemez gelecekte seninde beklediğin bi devrim olacaksada adının sosyalizm olmayacağı kesindir????? kömünalizmj olabilir toplumsal ekolojik kömünalizm muhtemeldir bütün toplumsal muhalefet dinamiklerinin er geç özgürleşeceği muhakkaktır bir istisna olmak istersen sen bilirsin patinaja devam serbest????örgüt-parti-devlet(proleterya diktası)-iktidar fetişzmi insanı ne hale düşürüyor bak???bak biz tükettikçe özgürleşiyoruz sende özgürleşebilirsin???nerden çıktı abd hayranlığı abd sinden ab sine hatta seninkinide halledecek olan biziz senin esas fesatlanman abd den değil taptığın kendi parti devletinden olmasın???yuh artık 90 yıldır insan bir gram ilerleyemezmi???
senin gibi düşünenlerin sayısı çok az gün abi. türkiye solunun %99’u milosevic, çavuşesku gibi diktatörleri destekliyor. baksana, tkp yöneticisi yiğit günay, icabında silaha sarılmayı bile göze alıyor onlar için. senin bu özgürlükçü sol arayışın da bir yerden sonra sinir bozucu oluyor. tkp icabında 29 ekim’de kadıköy’de 10 bin kişi topluyor. siz kaç kişisiniz? yine gezi örneği vereceksin ama gezide senin gibi düşünen insanlar azınlıktı. çoğunluk mustafa kemalin askerleriyiz diye bağırıyordu. sayınız az olduğu için sen ara ara birikim’e, dsip’e falan yanaşmaya kalkıyorsun ama onların senin gibi devrim yapmak gibi dertleri yok. kapitalizm sınırları içerisinde radikal demokrasicilik oynuyorlar. nereden baksan sinir bozucu bir durum. vaziyet böyleyken nasıl bu kadar ümitli olabiliyorsun, hayret ediyorum. düşmanın gücünü küçümseyip kendi gücünü abartıyorsun. belki de bu cephede yenilgiyi artık kabul etmek lazım. cephe savaşında kemal okuyan gibiler her zaman seni alt edeceklerdir. bence çözüm ütopik sosyalizmde. yani özgürlükçü sol düşüncedeki az sayıda insanla, devletin kolayca erişemeyeceği, uygarlıktan uzak bir yere gidip komün hayatı kurmak gerekiyor. ekolojik anarşizm gibi bir şey. burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi. ne halleri varsa görsünler.
Kaba etiniz üzerinde oturduğunuz yerde okuduğunuz Sovyet pravda kara propagandalarını buraya taşımak yerine Ukrayna’ya gidip doğusundan batısına biraz gezin, özellikle köylerini de ziyaret edin. Orada yerel halka sorarsanız size Bandera’yı anlatırlar; bağımsızlık yanlısı partizan önderi olduğunu, milyonlarca insanın katili holodomor suçlusu Stalin diktasına karşı direndiği gibi Nazilere karşı da savaştığını, Naziler tarafından esir alındığını, özellikle kırsal kesimde halk kahramanı olarak anıldığını duyacaksanız… Tabii bunları pratikte çökmüş ideolojilerin esiri olan skolastik zihniniz alırsa… “ne kadar bilirsen bil, anlattıkların karşındakinin anlayabildiği kadardır” der Mevlana.
cenazesın malesef imamı çagır fatiha okusun
soguk savaş bitti.milat doldu
“solun özgürlükle imtihanı” ya da “solun celladıyla, “devletle” stokholm sendromu”…
Gelisen olaylari polis ve sol üzerinden yorumlamak talihsiz bir durum.Bence buna bir son verilmeli.Anarsistlerin 20-30 dolar meydan bekcilerine (Ukranya muhalifleri) özgürlükcü demeleri tarihin sonudur.Hatta sirtlarindaki soguga dayanikli montlari ayni merkezden geliyor. Bu hikayenin sonunda diger taraftaki polislerin karsi polise saldiricaginida bilmenizi isterim.Bu sürece polis meselesinden öte bakalim. Elestirilerin cogu hakli
Bir kimsenin özgür olarak gelişmesi, herkesin özgür olarak gelişmesinin şartıdır. -Karl Marx
Bu söz sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Ediyorsa, nasıl bir anlam ifade ediyor? Yazınızla fazlasıyla ilişkili sorular sorduğuma da inanıyorum.
Türkiye sınırlarıyla sınırlı bakmamak gerekir. ayrıca o statükocu güçler devlet gibidir. Aşağıdan bir kalkışmada aynı Ukrayna devleti gibi çaresiz kalıverirler. İyimser olmaktan bugüne kadar pek zarar görmedim kardeşim 🙂
siz cevaplasanız daha iyi olur. elbette anlam ifade ediyor.
elimde bir imkan olsa zilelinin bilgisayarına bir sansürcü koyar, türkiyedeki solcularla ilgili haberleri okumasını engellerdim. çünkü onlara kızıp işini hiç olmayacak yerlere sürüklüyor. hocam venezuallada kübada ya da başka bir coğrafyada batılıların tezgahladığı bir darbeye karşı durmak için o adamların diktatörlerini ya da quasi-socialist rejimlerini onaylamamız gerekmiyor. faşistlere gösterdiğiniz inceliğin anlayışın onda birini bu sosyalist yönetimlere göstermiyorsunuz.
Yukarida ki tartismalarda Gun Zileli”ye sanki Gun bu gorusleri daha dun savunmaya baslamiscasina hayret ve kizginlik gosterilmesi benim icin hayret verici bi olay. Gun bu dusunceleri 40 yildir savunur.
Hadi 40 sene onceye gitmeyelim, zaten kendisi de o donemde yanlislar yaptigini iddia ediyor ama daha bir kac hafta once Gulen cemaatini magdur ilan edip savunmaya kalkmisti. Ondan once Libya ve Suriye deki tavri da ayni idi.
Ayhan Kirdar arkadas yukarida ki yazisinda Gun Zileli”nin solculara kizip bu tur gerici yazilar yazdigini, solculara karsi hosgorulu olmadigini ama fasistlere gosterdigi hosgorunun onda birini bile solcu rejimlere gostermedigini soylemis.
Dogru bir gozlem, ama eksik: Sorun sadece hosgoru meselesi degil. Gun Zileli anti-komunisttir. Adam bir ara hatirliyorum Burjuva demokrasisi hakkindaki konusmasinda bile sadece Sovyet yonetimine saldiriyordu, Uzaydan inen ve Dunya yi hic bilmeyen bir uzayli Zileli”nin konusmasi sonrasi Burjuva demokrasilerini Stalin”in kurdugunu dusunebilirdi. . Yukaridaki tartismalarda Dunya da ilk kez homoseksuelligi serbest birakan Sovyet yonetimi sonradan oglancilara karsi bir yasa cikarip bir cok oglanciyi tutukladigi icin homofobik olmakla elestiriyordu ama Bandera”ci fasistlerin homofobikligi onun icin mazur gorulmesi sey.
Gun Zileli ye gore her tur fasist eylem mazur gorulebilir. Yeterki komunistlere karsi olsun. Tabii onun kafasindaki komunizm de bazan Rusya ile ortusuyor. Son gunlerdeki Bandera aski buradan geliyor. Yoksa farkettiginiz gibi Gun aslinda Bandera yi bilmez ( bilmez diyorum, Zileli su an sahip oldugu bilgilere bir kac gun once sahip olsa idi, Bandera hakkinda ki o sozleri etmezdi, anti komunisstir ama o kadar da aptal degildir) ama komunistlere ve Rusya ya karsi ise o zaman hakli olmasi gibi bir mantik yurutur.
Bakin adam Venezuela”daki fasist eylemcileri destekliyor. Bu eylemciler ulkede emekcilerin haklarinin yok edilmesini hedefleyen bir programa sahip ve Venezuela egeenleri ve emperyalizm tarafindan destekleniyor. Gun Zileli bunlari hemen bu eylemlerin devlet karsiti oldugu gerekcesi ile savunuyor.
Ama ayni venezuela”da sendikalarda son gunlerde eylemde ve greve gidiyorlar eylemciler Hukumetin ozellikle petrol ve otomotiv sirketlerini devletlestirmesini ve is guvencesi vermesini talep ediyorlar. Gun Zileli”den tik yok. Yani Zileli hangi “halk”in eylemlerini destekleyecegini cok iyi biliyor.
http://aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/34566-mehmet-bedri-gultekin-baski-ve-zulum-toplumu-zelil-yapar.html
Ben Zileli’yi bilmem, doğru mu yazar, yanlış mı yazar onu da bilemem ama burda gördüğüm şu, adam açmış sitesini fikirlerini yazıyor, her yazının altında da adaşım Ahmet “zileli şöyledir, böyledir siz bilmezsiniz” diyor.
Varsa adaşım Ahmet yüreğin, aç bir site kendine, ve de kendi isminle, ben de altına “Ahmet solculuk bilmez, kafası basmaz” yazayım, ve sende de o yorumu Zileli gibi silmeden bırakabilecek yürek var mı görelim.
Siten için ilk yazı konusu benden “Lüks evindeki herşeyi altınla kapladığı ortaya çıkan Ukrayna başbakanını bir solcu olarak nasıl destekledim”
Ozgurluk sevdalilari bu linki okumali:
http://lumpensosyalizm.com/politika/ekonomi/dis-makale/162-ekonomik-%C3%B6zg%C3%BCrl%C3%BCkle-siyasal-%C3%B6zg%C3%BCrl%C3%BCk-aras%C4%B1ndaki-ili%C5%9Fki-milton-friedman.html
(liberteryen için)
M. Friedman ağızda “keçi boynuzu” gevelemenin tadını bırakan bir “masal” anlatıyor. Azgın tekelci, militarist bir kapitalst-emperyalizm çağında değil, dünyada neredeyse 18. yy döneminin serbest rekabetçi ekonomik ilişkileri yaşanmaktadır.
Bu arada bu 18. yy da da ateşli silahları bulunmayan Afrika ve G. Amerika halklarının da aynı “serbest rekabet” ile İspanyol, Portekiz, Hollanda ve İngiltere tarafından “adil, yarışmacı” bir şekilde talan edildiğini anımsatmalı.
Onun sosyalizm-komünizm adına da karşılaştırdığı malum SSCB hikayesi; Bu SSCB’nin Devletçi Kapitalist-Faşist olduğunun teslim edilmesi için sanırım en az 50 yıl daha beklemek gerekecek!
Bu yazı bize tek bir şeyi kara, kara düşündüğümüz soruyu anımsatıyor; evet, Özgür bir Sosyalizm ile bireyi-toplumu tatmin edecek bir ekonomik düzen nasıl birlikte birbirlerini besleyerek var olabilir… Sahip olduğumuz müthiş bir üretici güç imkanlarına (bilim-teknoloji-organizasyon) rağmen bu “korkunç” ve yanıtı “acil olarak” beklenen, insanlığın önündeki en önemli soru sanırım…
************************************************
(Aşağıda özetlemeye çalıştım…)
” Ekonomik Özgürlükle Siyasal Özgürlük Arasındaki İlişki-Milton Friedman
…. Bu bölümün savı…özellikle de sosyalist olan bir toplumun aynı zamanda bireysel özgürlüğü garanti etme anlamında demokratik olamayacağıdır.
… Bir yanda, ekonomik düzenlemelerdeki özgürlük geniş anlamdaki özgürlüğün bileşkenidir, böylece ekonomik özgürlük kendi başına bir amaçtır. Öte yanda, ekonomik özgürlük siyasal özgürlüğe ulaşılmasında zorunlu bir araçtır.
…
Siyasal özgürlüğe ulaşılmasında, bir araç olarak görüldüğünde ekonomik düzenlemeler, gücün merkezileşmesi ya da yayılmasını etkilediği için önemlidir. Ekonomik özgürlüğü doğrudan, sağlayan ekonomik örgütlenme, yani rekabetçi kapitalizm, ekonomik gücü siyasal güçten, ayırdığı ve bu yolla birinin ötekini dengelemesini mümkün kıldığı için siyasal özgürlüğü de geliştirir…
…
…insan soyunun tipik durumu zorbalık kölelik ve sefalettir. 19’uncu yüzyıl ve 20’nci yüzyılın başlangıcı Batı dünyasında tarihsel gelişmenin genel eğilimine çarpıcı istisnalar oluşturur. Bu açıdan siyasal özgürlük açıkça serbest piyasa ve kapitalist kurumların gelişmesiyle birlikte gelmiştir.
…..Tarih siyasal özgürlük için gerekli bir koşulun yalnızca kapitalizm olduğunu söyler. Ancak yeterli bir koşul olmadığı da açıktır…… Öyleyse temelde kapitalist olan ekonomik düzenlemelerle özgürlükçü olmayan siyasal düzenlemelerin bir arada olması mümkündür.
… Ekonomik özgürlükle siyasal özgürlük arasındaki ilişki karmaşıktır ve hiçbir biçimde tek yanlı değildir. …
… Demokratik ülkelerde refah özgürlüğe baskın çıktı.
…. Kolektivist ekonomik planlama gerçekten bireysel özgürlüğe müdahale etmiştir. ..
Bu politika değişimleri merkezi planlamanın başarısının sınırlı olması ya da belirlenen hedeflere ulaşmada tümüyle başarısız olmasıyla açıklanabilir. …. Öyle bile olsa, ekonomik düzenlemelerle siyasal özgürlük arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır.
…
Liberaller olarak, toplumsal düzenlemeler konusunda yargıya varırken, bireyin ya da belki ailenin özgürlüğünü asıl hedefimiz olarak ele alacağız. ..
Bu anlamda bir değer olan özgürlük insanlar arası karşılıklı ilişkileri kapsamalıdır…
Gerçekte bir liberalin baş amacı, bireyi ahlaksal sorunuyla kendi başına uğraşmaya bırakmaktır. ..
..
Toplumsal örgütlenmenin temel sorunu, çok sayıda insanın ekonomik etkinliklerinin birbiriyle uyumlu olarak nasıl düzenleneceğidir. Göreli olarak geri toplumlarda bile, var olan kaynakların etkin biçimde kullanılması için geniş kapsamlı işbölümü ve işlevlerde uzmanlaşma gerekir. İleri toplumlarda çağdaş bilim ve teknolojinin sunduğu olanaklardan bütünüyle yararlanabilmek için gerekli olan eşgüdümün ölçüsü akıl almayacak kadar daha büyüktür. Otomobilleri sağlayanları bir yana bırakın, yalnız birbirlerinin günlük ekmeğini sağlama işinde bile ilişkide olan milyonlarca insan söz konusudur. Özgürlüğe inanan kişinin karşısındaki sorun, bu çok yaygın ölçüdeki karşılıklı bağımlılığı bireysel özgürlükle uzlaştırmaktır.
Temelde milyonların ekonomik etkinliklerinin eşgüdümü için yalnızca iki yol vardır. Biri, zor kullanılmasını gerektiren merkezi yönlendirme, ki bu teknik ordu ve modern totaliter devletin tekniğidir; öbürüyse bireylerin gönüllü işbirliği, yani piyasa alanlarının tekniğidir.
Gönüllü işbirliği aracılığıyla eşgüdüm sağlama olanağı -çoğu kez reddedilse de- şu temel önermeye dayanır: İşlemin iki yönlü gönüllü ve biliniyor olması koşuluyla, gerçekleştirilen bir ekonomik işlemden her iki taraf da kendine yarar sağlamalıdır.
Değiş tokuş böylece zor kullanmaksızın eşgüdümü sağlamış olur. Gönüllü değiş tokuş aracılığıyla düzenlenmiş bir toplumun çalışma modeli, rekabetçi kapitalizm dediğimiz, özgür, özel girişim alışveriş ekonomisi’dir.
.. Aile her zaman kendi için doğrudan üretim yapma seçeneğine sahip bulunduğundan, yarar sağlayamayacağı bir değiş tokuşa girmek zorunda değildir. Dolayısıyla iki tarafın da yararına olmayacak bir değiş tokuş yapılmayacaktır. Bu yüzden de işbirliği zor kullanılmaksızın gerçekleşecektir.
İşlev uzmanlaşması ve işbölümü, nihai üretici birim aile olsaydı daha ileriye gidemeyecekti. Oysa çağdaş toplumda çok daha ilerledik. Bireyler arasında aracılık yapan, kapasitelerine göre hizmet sağlayan ve mal satın alan girişimler geliştirdik. Benzeri şekilde, ürüne karşı ürün takasına bağlı kalmayı sürdürseydik, işbölümü ve işlev uzmanlaşması pek ilerleyemezdi. Sonuçta değiş tokuşu kolaylaştırarak satış ve satın alma diye ikiye ayırmayı mümkün kılan bir araç olan parayı geliştirdik.
…
Bunun dışında, belki de en zor sorunlar, belli bir değiş tokuştaki bireysel seçenekleri ortadan kaldırmakla özgürlüğü engelleyen tekel durumundan ve üçüncü kişileri etkilediği halde bedelini talep ya da tazmin etmenin mümkün olmadığı “komşuluk etkileri”nden kaynaklanmaktadır. Bu sorunları daha ayrıntılı olarak izleyen bölümde inceleyeceğiz.
… Tüketici, bir satıcının kendisine baskı yapmasından, iş yapabileceği diğer satıcıların da varlığı sayesinde korunur. Satıcıysa, tüketicinin baskısından, satış yapabileceği başka tüketicilerin de bulunmasıyla korunur. İşçi, işverenin baskı yapmasından, çalışabileceği başka işverenlerinde bulunması nedeniyle korunur. Ve bu böyle devam eder. Ve piyasa bunu kişisel olmayan biçimde ve merkezi otorite dışında yapar.
Gerçekte serbest ekonomiye karşı çıkışın en büyük kaynağı, bu işi böylesine iyi yapmasının ta kendisidir. Serbest ekonomi belli bir grubun “insanların istemeleri gerekenler” olarak düşündüklerini değil, insanlar neleri istiyorlarsa onları verir. Serbest piyasaya karşı olan savların çoğu, özgürlüğün kendisine inançsızlığından kaynaklanır.
Serbest piyasanın varlığı, hiç kuşkusuz, devlete olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Tersine, devlet hem “oyunun kuralları”nı belirlemek için bir forum olarak, hem de kararlaştırılan kuralların yorumlanması ve uygulanması için bir hakem olarak gereklidir. ..
…
… Ekonomik etkinliğin örgütlenmesi siyasal otoritenin kontrolünden alındığında, piyasa bu baskı gücünün kaynağını ortadan kaldırır. Böylece ekonomik gücün siyasal gücü desteklemesi yerine, denetlemesini mümkün kılar.
…
Buna karşılık, serbest piyasalı kapitalist toplumun özgürlüğü nasıl beslediği açıktır.
..
Benim gibi, bir insan komünizmin tüm özgürlüğümüzü ortadan kaldıracağına inanabilir, komünizme elinden geldiği kadar kesinlikle ve şiddetle karşı çıkabilir, ama aynı zamanda özgür bir toplumda bir insanın komünizme inandığı için ya da ilerlemesine çalıştığı için başkalarıyla birlikte gönüllü düzenlemelere girişmesini engellemenin dayanılmaz olduğuna da inanabilir. Bu kişinin özgürlüğü komünizmi övme özgürlüğünü de kapsar. Hiç kuşkusuz, özgürlük, bu koşullar altında başkalarının onunla işbirliği yapmama özgürlüğünü de içerir. ..”
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/sosyalizmde-ifade-ozgurlugu-89041
Çulhaoğlu, sosyalizmde kimlere ifade özgürlüğü tanınacağını yazmış. Sağ olsun vallahi, yüreğimize su serpti 🙂
Bu, M.Çulhaoğlu vb. yazarların bu kişisel görüşleridir. Bugün, şahsen bu yazı-ifade özgürlüğüne izin vermekten yana olabilir… Ama dikkatli olmalı… Olmaz ya, oldu diyelim… “O gün” “sağ sapmacılık”, “burjuva özgürlükçülük” suçlaması ile karşılaşabilir… Öz eleştiri, doğrusu, rezil bir “günah çıkarma” ritüeli eşliğinde kendisini aşağılamak zorunda kalabilir… ki, bu da yetmeyebilir canını kurtarmak için!
*
“Gelenekle” hesaplaşmadıkları, Stalinist terörle yüzleşmedikleri sürece, bu sözler bir zamanlar T.Erdoğan’ın “ileri demokrasi” söylemlerinden başka bir anlam taşımaz…
Yine de Çulhaoğlu’nun bu yazısı TKP için ileriye doğru atılmış bir adım sanki. Ama tutarsızlık da ortada: Hem Stalinizm hem devrim karşıtlarına ifade özgürlüğü, nasıl olacak bu iş?
kesinlikle. Bu tür sorulara muhatap kalıyorlar gençler tarafından, onları yatıştırmak için edilmiş demagojik laflar bunlar. Boris Pasternak gibi bir “burjuva” yazarı, Batı’ya vitrin olsun diye içeri almadı Stalin ama Isaac Babel gibi bir komünist yazarı öldürttü. Özkök’e ifade özgürlügü “bahşetmeden” önce bunların üzerinde ciddi bir şeyler söyler insan.
Ben öyle görmüyorum Barış. Tipik bir Stalinist “aydın tavlama” taktiği.
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/turkiyenin-gokkusagi-devrimi-haberi-92073
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/candan-badem/rusyada-yeni-bir-komunist-parti-93270
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/venezuela-komunal-devleti-tartisiyor-haberi-93220
http://ilerihaber.org/kuba-ozkoku-sasirtti-ozkok-de-bizi/3813/
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/162665/iki_Rapor__Kontrol__Esitsizlik__iskence_.html
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/tayyip-bizim-iyiligimizi-ister-elbet-104593
http://ilerihaber.org/yazarlar/metin-culhaoglu/kime-ve-neye-sol-diyecegiz/1129/
“İnsancıl müdahale” liberterlerini rahatsız eden gerçekler:
https://www.youtube.com/watch?v=yd1vFD68pUE&sns=tw