En azından haberdarsınızdır, Serbestiyet adlı bir site var. Bunu “liberal”in Türkçesi olarak mı okuyup anlayalım? Bilemiyorum. Bana pek öyle gelmiyor. Sanırım Akpartiyet diye okumak daha yerinde olacak. Liberallik, eğer kelimenin orijinal anlamı olarak anlayacaksak ve liberalizmin tarihi açısından bakıp bu akımı iyi ve kötü yanlarıyla değerlendireceksek, bu sanal cürufla pek bağdaşır gibi gözükmüyor.
Evet, tam anlamıyla bir sanal cüruf. Haberleriyle ve yazarlarıyla bir yalan ve demogoji makinası. Bu cürufa katkıda bulunan yazarların çoğunu uzaktan veya yakından tanıyorum. Bu yazıda amacım, bu siteyi değerlendirmek ya da eleştirmek değil. Sadece, görevleri, ülkeyi büyük bir hızla tek parti diktatörlüğüne sürüklemekte olan AKP ve RTE diktatörlüğünün burçlarına ve mancınıklarına taş taşımak olan, tanıdığım yazarlarının üzerinde bir kere daha ve belki de son kez durmak istiyorum. Çoğunun geçmişinde solculuk olan bu insanlar nasıl oluyor da böyle bir görevi çok doğru bir şey yapıyormuşçasına yerine getiriyorlar hep birlikte? Nasıl oluyor da, şu kısacık insan ömründe böylesine bir müptezellik çukuruna bile bile batabiliyorlar? Aslında onları ele alırken bir yandan da bu felsefi sorunun üzerinde düşünmeye çalışacağım. Sitedeki sıralamaya uyarak tanıdığım yazarları tek tek ele alayım.
Oral Çalışlar
gunzileli.com/2010/08/29/oral-calislar%E2%80%99in-ideolojik-yol-haritas/
Oral’la ilgili temel bilgiler ve değerlendirmeler linki verilen yukarıdaki yazıda bulunmaktadır. Daha yakın zamana ilişkin bilgi ve değerlendirmeler ise aşağıda linki verilen yazıda vardır.
gunzileli.com/2013/12/24/yeni-kadrocu-aydinlik-kadrolari-simdi-nerede/
Oral Çalışlar, durumu çaktırmamaya çalışan AKP’lilerdendir. Kendisine, solu ve Kürt hareketini kollayan bir AKP’lilik misyonu biçmiştir. Dengeci karakteri de buna uygundur ama solu kandırma oyunlarından epey zamandır, Kürtleri kandırma oyunlarından bir süredir kopmuş olan AKP liderliğinin, Çalışlar’ın bu bağları her şeye rağmen korumaya çalışan tutumundan memnun olduğu açıktır.
Çalışlar, paradigmasını AKP-Kürt ittifakı üzerine kurmuştu. Bu paradigma bir yıldır, hadi diyelim, geçtiğimiz Şubat ayından bu yana, Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla yıkılmış bulunmaktadır. Oral Çalışlar’ın, paradigmasını yıkan Selahattin Demirtaş’a içten içe diş bilediğine eminim. Buna rağmen, ihtiyatlı kişiliğiyle temayüz etmiş olan Oral’ın, Demirtaş’a açık eleştiri yöneltmekte son derece tutumlu davrandığı, ancak öte yandan, son yazılarında Kürtlere bol bol lafta “şiddet karşıtı” akıllar verirken, PKK’nın silah kullanmasına karşı en net tutumu almış olan Selahattin Demirtaş’a olumlu referanslarda bulunmamaya özel olarak dikkat ettiği gözden kaçmamaktadır.
Çalışlar’ın üstü örtülü AKP yanlılığının bir diğer belirtisi, örneğin çıktığı televizyon kanallarında AKP’yi “sol”dan eleştirmekten kaçabilmek için yine “sol”dan MHP eleştirisine sığınıvermesidir. Bu, hem “sol” görünüp hem AKP’ye destek vermek için en kolay ve hatta en ucuz yoldur. Kendini pek akıllı sanan Oral Çalışlar, her zamanki mürailiğiyle bu yolu sık sık kullanmaktadır.
Melih Altınok
Kendisiyle doğrudan bir tanışıklığım yok. Sadece 25 Eylül 2013 tarihinde, Habertürk’deki “Sol ve Şiddet” başlıklı tartışma programında karşı karşıya gelmiştik. İzlemek isteyenler şu linkten ulaşabilirler bu programa:
https://www.youtube.com/watch?v=upUcvOvvG4k
Birkaç yıl önce yazdığı Birgün gazetesinden yandaş medyaya transfer olan bu genç, sanırım AKP’nin zor duruma düştüğü koşullarda kendisi gibi soldan gelen, ağzı laf yapan, kalem oynatan kimselere ihtiyacı olacağı için geleceğinin parlak olduğunu düşünmüş ve soldayken elde ettiği becerileri bu alana yatırmıştı. En son, iktidarın kültürel yapısına genel seçimlerden önce ayağına giydiği uzun sivri ayakkabılarla da uyum sağladığını gösteren Melih Altıok, saray gazeteciliğine terfi etmiş ve RTE’nin önünde mum gibi kıpırdamadan ve bacak bacak üstüne atmaya bile cesaret edemeden önceden ayarlanmış sorularını sorma şerefine nail olmuştur. Öyle ki, programın sonunda, mizansen olduğu fazlasıyla belli olacak şekilde sehpasına konmuş yaldızlı bardağı ilk kez görüyormuş gibi yapıp eline almış ve “bunlara mı altından yapma diyorlar” diye sormuştur. Habertürk’te “teorik bilgisinin” son derece düzey altı olduğunu görmüştüm. Serbestiyet’teki yazılarını okumadım ama sanmıyorum ki, iki yılda büyük bir ilerleme kaydetmiş olsun. Bence eğer şiir yazsaydı, Demyan Bedniy’in (Stalin’e yaranmak için, mısralarıyla Stalin’in öldürdükleri üzerinde tepinen saray şairi) bir kopyası olurdu.
Kurtuluş Tayiz
PKK’den 12 yıl yattıktan sonra karşı tarafa iltihak etmiş Kürt genci. Yukarıda sözünü ettiğim Habertürk programında o da vardı. Melih Altınok’un söyledikleri hiç olmazsa duyuluyor ve anlaşılıyordu. Onun söyledikleri ise eveleme, gevelemeden ibaretti. Kısaca belirtmek zorundayım ki, Kurtuluş Tayiz’i dinlemek, bir sivrisinek vızıltısını dinlemekten farksızdı. Eski Taraf’ta yazarken kendisine AKP ile Kürtler arasında arabuluculuk misyonu biçilmişti. Sitede yazdığı yazılardan, bu misyonu bir kenara (elbette bir değer Serbestiyet yazarı Ceren Kenar’a değil!) bıraktığı ve devlete, “güvenlik politikaları” konusunda akıl vermeye başladığı anlaşılıyor. Şu beş altı satırın bile bu “tüysiklet” için fazla olduğunu düşünüyorum.
Etyen Mahçupyan
Bu “emekli” başbakanlık danışmanı için çok fazla şey söylemek gelmiyor içimden. Televizyonda seyrederken ve o inişi çıkışı olmayan mekanik sesini dinlerken, mümkün olsa yanına gidip dokunmak gelir içimden, “acaba gerçekten canlı mı, insan mı?” diye yoklamak için.
Okay Gönensin
Yarılma’da (ve Aşk ve Devrim sitesinde) aynı karede bir fotoğrafımız var. 1968’de, SBF anfisinde çekilmiş, bir Dev-Genç forumu olmalı. Ben ve Ziya Öztan, hafifçe gülümsemişiz. Hemen arkamda genç Okay Gönensin var. Ne yapıp ne ettiğini bilmiyordum, Serbestiyet’te yazdığını hiç bilmiyordum. Hey gidi günler hey! Genç bir Dev-Genç militanından, sırf menfaat için yandaş medya patronlarına yapılan sahte suikastlere karşı yazılar yazmak görevine savrulmak… Çok acı.
Halil Berktay
Onun hakkında bugüne kadar çok yazdığım için burada fazla bir şey yazacak değilim. Şu linklere bakılabilir:
gunzileli.com/2009/02/23/halil-berktay-ya-da-politikanin-insani-yemesi/
gunzileli.com/2010/01/12/halil-berktayin-ideolojik-yol-haritasi/
gunzileli.com/2011/04/16/halil-berktay-yasiyor-mu-hala/
Yukarıda linkini verdiğim “Yeni Kadrocu Aydınlık Kadroları Şimdi Nerede?” yazısında onun hakkında şöyle demişim:
“O. Çalışlar gibi, günlük siyaset batağında günlük uzlaşmalar peşinde koşmuş değildir, bu yönüyle takdir edilebilir ve bu yüzden de hâlâ okunabilen bir yazardır.”
Bu cümlemi geri alıyorum. Çünkü artık Halil Berktay, AKP’yi savunmak adına günlük politika bataklığına da boğazına kadar gömülmüş bulunmaktadır. Eğer uzun “tahlil” yazılarını okumaya sabrınız varsa, öncesinde midenizin durumunu bir iyice kontrol etmenizi, ön tedbir olarak mide bulantısına karşı haplar almanızı tavsiye ederim.
Markar Esayan
Sonunda AKP’den milletvekili olan bu şahsiyetle ilgili olarak ben değil de, hakkında ileri sürülen isabetli öngörülere “arkadaşım hakkında böyle konuşamazsın” diyerek onu yakın zamanlara kadar savunma gafletinde bulunan eski dostlarının bir şeyler yazması daha doğru olur.
Cengiz Alğan
Kendine pek yakıştığını sandığı fötr şapkası ve güneş gözlüğüyle bir sivil polis efekti veren bu şahsa, sosyal medyada bir aktrol olarak rastlamanız her an mümkündür. Muhtemelen DSİP kanadından devşirilmiş bu trol, Gezi zamanlarında bana da epey sataşmalarda bulunmuş ve AKP’yi sosyalizm adına savunmak gibi zor bir görevi üstlenmişti de oradan biliyorum.
AKP’yi düştüğü çukurdan çıkarmak için, o sevimli fotoğrafındaki gülümsemesiyle Kürt seçmene hiç değilse bu sefer AKP’ye oy vermesi için yalvarmaktadır. Tabii bu arada “çaktırmadan” bir yerlerde var olduğu farz edilebilecek dostlarına da bugünkü HDP yönetiminin değiştirilmesi için çağrıda bulunmaktan da geri kalmadan.
Yıldıray Oğur
Direnişteki Tekel işçilerini protesto eden on kişilik korsan (yoksa kaçak mı desek!) gösteri yapmasıyla ünlü şu Genç Siviller hareketinin üyelerinden Yıldırım Oğur, Halil Berktay’ın birkaç yıl önce 1 Mayıs 1977 ile ilgili açtığı meydan savaşının yancılarındandı. Benim kendisinin Taraf’taki bir yazısına yazdığım eleştiriyi fırsat bilerek, samimi bir edayla beni “gökte ararken yerde bulduğu” yollu bir mesaj yollamıştı. Sanırım benden 1 Mayıs 1977 tartışmasıyla ilgili destek ummuştu. Tabii ki, umduğunu bulamadı, o günden sonra da ne gökte aradı beni ne de yerde. Öbür dünyada bile karşıma çıkacağını sanmam. Kendisi yandaş medyanın en azgın kalemşörlerindendir bugün.
Fırat Erez
Profil fotoğrafında burnunu mu sildiği, yoksa yüzünü mü gizlemeye çalıştığı belli olmayan bu şahsiyet için de Cengiz Alğan’la ilgili olarak söylediklerimi söyleyeceğim. Sanırım o da DSİP kanadından gelmedir. Özellikle Gezi günlerinde sosyal medyada aktrol olarak epey görev yapmıştır. Şimdi bulması güç olacak, Gezi sırasında attığı bir tweetinde, oy yoluyla demokrasiyi gerçekleştiren AKP’nin sokak darbesiyle (yani Gezi) devrilmeye çalışıldığını bile yazmıştı. Şimdilerde, AKP’ye seçimi kaybettiren Kürtlere karşı kin kusan açık mektuplar yollamakta, örneğin şu tür cümleler kurmaktadır:
“Suikastlerinizin; insanı tiksindiren Demirtaş söylemleriyle birleşen, kalleşlik dozu bilerek arttırılmış saldırılarınızın, yıkımı kolaylaştıracağını sandınız.”
Yaprak Zihnioğlu
Çok eski yıllardan tanırım. 1 Mayıs 1977 olayından sonra Halkın Yolu hareketinden Aydınlık’a katılan ilklerden biri, bugünkü meşhur aşık Ethem Sancak ise, öbürü de Yaprak Zihnioğlu’ydu. Katıldıkları yer matah bir yer değildi ama söylemek gerekir ki, 1 Mayıs 1977’de Halkın Yolu’nun çatışmacı ve büyük provakasyona çanak tutan tavrına tepki duymuş ve Halkın Yolu’nu bu tavrı yüzünden terk etmekte öncü bir rol oynamışlardı.
1980’den sonra tam feminist, yarı sivil toplumcu bir çizgi izledi. Liberalizme her zaman açık bir yanı vardı. Böyle şeylerden çok etkileniyordu. Feminist tutumda her zaman kararlı oldu. Hatta biraz anarşizan bir yanı da vardı. 1990’lı yıllarda Londra’da çiçeği burnunda feminist ve devrimci kızıyla birlikte beni ziyarete gelmişlerdi. Geçmişe dönük hoş bir sohbet yapmıştık. O zamandan beri hiç görmedim kendisini. Arada bir yazılarına rastlıyordum ama Serbestiyet’te yazdığını bilmiyordum. Şaşırmadım aslında. İyi niyetle ama kafayı fazla çalıştırmadan o tarafa sürüklendiğini düşünüyorum. Bu sitedeki diğer sinik yazıların yanında okuduğum son yazısı yine iyi niyetli ama naif kalıyor. Umarım nerede yazdığının farkına varır.
Alper Görmüş
Aydınlık gazetesinden tanırım. 1980’den sonra saflarda ortaya çıkan liberalizm ya da sivil toplumculuk akımının içinde yer aldı. Gazetecilik alanında ilerledi. Mehmet Baransu gibi o da eski Taraf’ın meşum bavulcularından biri olarak görev yaptı. Mehmet Baransu şu anda içeride. Geçmişte yaptığı ihbarcılıkla ilgili olarak özeleştiri yapan satırlarını okudum geçenlerde. Onun hücrede ya da içeride tutulmasına elbette karşıyım. Tüm mahkûmlarla dayanışma içinde olurum.
Alper Görmüş ise epey açıkgöz çıktı. Eski bavulculuğunu savunmaya devam ederken rotayı AKP’ye doğru kırarak güvenli ve sakin limanlara doğru yol aldı.
Serbestiyet’in bütün yazarlarının yazılarından topluca çıkan sonuç; HDP’nin son seçimlerde AKP’yi yenilgiye uğratması karşısında hop oturup hop kalktıkları ve özellikle Selahattin Demirtaş’a karşı iyiden iyiye hınç biledikleridir. Neredeyse bu konuda yazan bütün yazarlarının (hepsinin bile diyebiliriz) PKK ile HDP’yi özellikle sadece tire ile ayırmaları ya da birleştirmeleri, PKK’den çok, PKK’yi kullanarak HDP’yi tecrit etme niyetlerini ortaya koymaktadır.
Bu ve buna benzer yazıların yazılmasına vesile olan Serbestiyet ve yazarlarının çok yararlı bir hizmet yaptığını belirterek bitireyim. Devrim dönemlerinde, devrimcilere böylesine bol malzeme sağlayan yayınların kapatılması ya da bastırılması gibi saçmalıklara asla düşülmemelidir.
Gün Zileli
23 Ağustos 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
bunları niye yazdığınızı anlamadım.
Hepsini tanimiyorum ama tanidiklarimin, hikayesini bildiklerimin bu isi aslinda para icin yaptigini soyleyebilirim. PKk’dan 12 yil yatmis adam, Aksam’dan aldigi kose yazarligi ucretini nerede gorecekti… Oburu milletvekili digeri Sabah’ta yazar. Ekstra olarak TV programlari, sunlar, bunlar. Akp onlar icin aslinda sermaye, o acidan aslinda cok ciddiye almamak lazim.
Allahtan içlerinden sen çıkmışsın Gün Zileli.
Gün abi, bu yayın şu an Ethem Sancak’ın Türkmedyasi’nda zaten. Holding binasına bile taşıdılar. Bu da bir dipnot olsun.
ÇİN’DE NELER OLUYOR?
2014 itibariyle 1.368 milyon nüfusa sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti (Çin), 10,4 trilyon dolara yakın GSYH büyüklüğü ile (cari fiyatlarla) ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumunda yer alıyor (karşılaştırma: Türkiye, 77 milyon nüfus ve 800 milyar dolar GSYH ile 17. büyük ekonomi olarak görünüyor.) 2014 yılı itibariyle Çin’de kişi başına düşen gelir 7.589 Dolar düzeyinde bulunuyor. Bu kişi başına gelir tutarı, Çin’i, üst – orta gelirli ekonomiler arasına sokuyor (karşılaştırma: aynı kategoride yer alan Türkiye, 2014 sonu itibariyle 10.784 Dolar kişi başına gelire sahip görünüyor.)
Çin ekonomisi son 30 – 40 yılda hızlı bir büyüme gösterdi ve bunun sonucunda da gerek GSYH’sını gerekse kişi başına gelirini hızla artırarak refahını yükseltti. Bir yandan GSYH’sını büyütürken bir yandan da nüfus artışını frenleyen önlemlere başvurması Çin’in kişi başına gelirini benzer ekonomilere göre daha hızla artırmasına yol açtı. Çin’in kişi başına geliri 2002 yılında 1.133 Dolardı. Demek ki o tarihten bu yana Çin’de kişi başına gelir 6,7 kat artmış (karşılaştırma için: Türkiye’de kişi başına gelir 2002’de 3.521 Dolardı. Demek ki o tarihten bu yana Türkiye’de kişi başına gelir 3 kat artmış.)
Çin ekonomisiyle ilgili veriler ve IMF’nin son tahminleri aşağıdaki tabloda yer alıyor (Kaynak: IMF, Article IV Consultation Report, 14 August 2015 ve IMF, WEO Database):
2010 2013 2014 2015 (tahmin) 2016 (tahmin)
Büyüme (%)……..: 10,6 7,7 7,4 6,8 6,3
Yatırım/GSYH……: 47,2 46,5 46,0 44,4 43,4
Tasarruf/GSYH…..: 51,2 48,0 48,1 47,4 46,0
İşsizlik (%)……: 4,1 4,0 4,1 4,1 4,1
Enflasyon (%)…..: 4,6 2,5 1,5 1,5 1,8
Cari denge/GSYH…: 4,0 1,6 2,1 3,0 2,7
İhracat artışı (%): 29,2 9,6 6,4 6,2 6,5
Kamu Borç Yükü (%): 36,2 39,3 40,7 42,8 45,6
Bütçe dengesi (%).: -1,2 -1,1 -1,1 -1,9 -2,4
Tablo bize Çin ekonomisinde yatırımların ve tasarrufların oranında düşme olduğunu gösteriyor. Bu gerileme iki sonuç yaratmış görünüyor: (1) büyüme hızı düşüyor, (2) Cari fazla azalıyor. Çin, işsizliğin artmamasını emek – yoğun yatırımlara ağırlık verecek biçimde uyguladığı politikalarla sağlıyor. O nedenle de büyüme oranı düşse de işsizlik oranı artmıyor.
Çin, uzunca bir süredir para politikasını nötr olarak uyguluyor, yani para politikası aracılığıyla piyasalara belirgin bir müdahalede bulunmuyordu. Düşen büyüme hızını yeniden artırabilmek için maliye politikasını genişleyici yönde kullanıyordu. Bunu yukarıdaki tabloda büyüyen bütçe açığı ve artan kamu borç yükünden görebiliyoruz. Buna karşılık şimdiye kadar büyüme hızını eski düzeyine çıkarmayı başaramamış bulunuyor. Abe’nin ikinci kez başbakanlığa gelmesiyle birlikte genişletici maliye politikası rafa kaldırılarak yerine genişletici para politikası uygulamaya sokuldu.
Çin ekonomisinin en önemli kara deliklerinden birisi olan gölge bankacılığın yarattığı tehlikeyi düşürebilmek için bankacılık ve özellikle de krediler son dönemde ciddi denetim altına alındı. Bunun sonucunda banka kredilerinde düşüşler ortaya çıktı. Büyümenin gerilemesinde bunun da etkisi var.
Tabloda en fazla dikkati çeken bozulma Çin’in ihracat artış oranlarında görülüyor. Çin’in ihracat artış hızı 2010’dan itibaren dramatik biçimde düşmüş bulunuyor. Büyümedeki gerilemenin bir nedeni de bu. Bu gidişi önlemek için Çin Merkez Bankası, geçtiğimiz hafta içinde üst üste iki kez devalüasyon yaptı ve parasına önce yüzde 2,5 dolayında değer kaybettirdi. Bölge ekonomileri (Çin, Japonya, Kore, Singapur, Hong Kong, Tayland, Tayvan, Malezya, Endonezya, Vietnam) aşağı yukarı aynı ürünleri (elektronik eşya) üretip satıyorlar ve dolayısıyla birbirlerine rakip oluyorlar.
Japonya’da Abe, ikinci kez başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz parasal genişleme yoluyla Yen’in değerini düşürmeye başladı. Bu hamle, güçlü Yen nedeniyle, bölgesel rakiplerine karşı pazar kaybeden Japonya’nın rekabet gücünü yeniden kazanmasına ve ihracat ve dolayısıyla büyüme ivmesini yukarı çekmesine yol açtı. Çin’in art arda aldığı Yuan’ı devalüe etme kararları aslında Japonya’nın bu hamlesine karşı hamledir. Bu devalüasyonların Çin ekonomisinin ihracatını artırması ve dolayısıyla büyüme oranını yukarı çekmesi beklenebilir.
Öte yandan ABD, yıllardır Çin’in Yuan’ı olduğundan daha düşük değerli tutarak ihracatı teşvik ettiğini söylüyor ve Çin Merkez Bankası’nın Yuan’ı revalüe etmesi ve ürettiği malları biraz da kendi iç pazarında satmasını sağlamak için baskı yapıyordu. Oysa Çin Merkez Bankası geçen hafta tam tersini yaptı, ihracatını daha fazla artırmak için Yuan’ı devalüe etti. Hemen ardından IMF, bu kararı desteklediğini açıkladı. ABD ise hiç ses çıkarmadı. Bu destek ve sessizliğin nedeni Çin’in bu hamlenin temel amacının bir iki yıl içinde dalgalı kur rejimine geçmek olduğu yolunda açıklama yapmış olmasıydı. Yakın gelecekte Yuan’ın değerinin diğer çoğu para birimi gibi piyasada serbestçe belirlenecek olması (ki bu durumda Yuan değer kazanabilir) IMF’nin desteğini, ABD’nin ise sessiz kalmasını sağlamış oldu.
Japonya’nın parasal genişlemeye giderek Yen’in değerini düşürmesi hamlesine karşılık Çin Merkez Bankası’nın Yuan devalüasyonları kur savaşlarının da başlangıcı olabilir. Eğer kur savaşlarının ardından ithalatı kısıtlayıcı önlemler de gelirse son zamanlarda daralan dünya ticaretinin iyice daraldığına tanık olabiliriz. Kapitalist sistemin temel kabullerinden birisi uluslararası ticaretin artmasının genel refahı artıracağı kabulüdür. Bu kabul doğruysa uluslararası ticarette yaşanacak sürekli daralmalar küresel sistemde genel refahın düşmesine yol açacak demektir. Kur savaşlarıyla başlayan bu gelişmeler kapitalizmin küreselleştikçe sıkıntısının da artmaya başladığını ortaya koyuyor.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde kur savaşları ve faiz savaşları eşliğinde sonsuz barış arayan bir küresel sistemimiz oldu. Önceki yüzyılın iki kutuplu sisteminde bilinen tek savaş soğuk savaştı. Yakın zamana kadar soğuk savaş bittiği, ekonomik sistem küreselleştiği için küresel refahın artacağını düşündüğümüz bir gelecek uzanıyordu önümüzde. Bugün ise artık sistemsel ve kuramsal altyapısı tamamlanmadan geçilmiş bir küreselleşmenin çok fazla sorun yaratacağını anlamış bulunuyoruz.
Mahfi Eğilmez
Hazine eski müsteşarı
Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi
http://www.mahfiegilmez.com/2015/08/cin-ekonomisi.html
“EKONOMİK KRİZ YOK!” DİYE BAĞIRANLAR VAR MI!
ÖYLEYSE BURADAN BUYRUN!
Özel bir şirkette sabah 8 akşam 5 kitap okuyorum, dizi/film izliyorum, komik hayvan videolarına gülüyorum, atölyede uzay mekiği ve zaman makinesi yapmaya çalışıyorum: Yani “mühendisim”. İmalat yapıyoruz. Boş vakitlerimde de üretim, kapasite falan planlıyorum bu arada…
HAM MADDE
2014 Kasım’da kilosunu Dolar üzerinden ama anlaşmalı fiyatla sabit 2,90 TL’dan aldığımız ham madde vardı. Adamlar 2014 Aralık’ta bizi arayıp “biz bunun fiyatını değiştirdik, artık size 2,70 TL’den veriyoruz” dediler. “Canımıza minnet” dedik. “Ağzınızdan çıkanla kulağınızın duyduğunu sevelim biz” dedik. “Sizin ağzınız bal yesin” dedik. Ham madde fiyatı düşünce, hâliyle maliyet de düştü. Fiyat listesini (üşendiğim için) değiştirmedik ama lokomotif ürünlerden (yanılmıyorsam) üçünde, satış aşamasında müşterilerimize “biz onu size şu fiyattan indirimli verelim” dedik. Düşük fiyattan sattık. Müşteriler de bize “sizin ağzınız bal yesin” dedi.
O zamanlar öyle tatlı yiyip tatlı konuşuyorduk ama o gün yediğimiz hurmalar şimdi popomuzu tırmalıyor!
Çünkü: 2015 Ocak’ta kilosunu 2,70 TL’ten aldığımız ham maddenin kilosu şu an 4,00 TL! Yani neredeyse %50 zamlanmış! Şimdi 4,00’ü versek bile bu iş huzur içinde çözülmeyecek! Neden? Çünkü: 2015 Ocak’ta, Şubat’ta indirimli fiyattan sattığımız malların ödemesini şu an (Ağustos 2015!) alıyoruz ve çok fena zarardayız!
Ben 2015 Ocak’ta ham maddesini 2,70 TL’den aldığım ürünün satışından gelen parayla aynı miktarda mal üretecek ham maddeyi alıp depoya koyamıyorum! Daha bunun: İşçiliği var, diğer malzemeleri var, şirkete misafir gelene ikram ettiğimiz kahvenin parası bile var!
Depodaki ham madde bitene kadar üretip, sonrasında stokta ne varsa onu satmayı düşünüyorum şu an için!
Bakın buna: “Fakirleşmek” denir!
İŞSİZLİK
2015 Ocak’ta şirkette 75 kişi çalışıyordu; şu an 35 kişi var! 39 kişiyi biz çıkardık!
1 kişi tüm “sen kal, gitme” ısrarlarıma rağmen kendisi gitti! Ayrılmasın diye inisiyatif kullanıp zam teklif ettiğim adamı 1 ay sonra geri geldiğinde işe alamadım! Çünkü: Sipariş yok! Üretim durmuş! Depodaki stoklar dolmuş taşmış! Ürün kasaları himalaya ebatlarına erişmiş! Yılın başında en az 2 ay sonrasına gün vereceğim siparişe nakliye süresi dahil 1 hafta sonraya termin (randevu) verir olmuşum!
Hâlihazırda 2 kişilik iş yapan adam, işten çıkarılmamak için 3. kişinin işini yapmaya hazır; ama iş yok!
Önce, askerliğini yapmamış olanları çıkardık!
Sonra, yaşı 50’den yukarı olanları! Şirket sahibinin “manevi oğlum” dediği adamı bile çıkardık işten; ben daha ne diyeyim!
Sizler, bu satırları okuyanlar, birini işten hiç çıkardınız mı bilmiyorum, ama ben, benden çok daha uzun zamandır burada çalışan, evli barklı, en az 3 çocuk okutan insanları işten çıkarmak zorunda kaldım!
Bakın buna: “Piyasa durgunluğu” denir! “İşsizlikte rekor artış” denir!
LOJİSTİK
Suriye ve Mısır’da bayilerimiz vardı. Her ay en az 800.000 adetlik siparişleri olurdu! Siparişler azalmaya başladı: 600.000, 400.000, 200.000 ve iflas!
Zaten sonra Suriye’deki bayinin sahibi ülkeden kaçtı, yolu üzerindeydik, geçerken bize de uğradı. “Siz de gidin, çok durmayın buralarda!” falan dedi! Şimdi Almanya’da diye biliyorum.
Bizim bu Suriye ve Mısır bayilerine sattığımız altın varaklı, yaldızlı falan, yolda bulsanız almayacağınız ürünlerimiz var: “Arab special” koleksiyonumuz! Bayiler kapanınca mallar elimizde kaldı! Ben de depoda yatmasınlar diye Avrupa bayilerine, üzerine “hediye notu düşerek” yolladım; yine de geri gönderdiler! “Biz bunu sipariş etmedik, istemeyiz!” diye! Neyse, onu sonra anlatırım. Şimdi konumuz bu değil.
Araplar hâlâ mal istiyor, bayiler de aradan çıkınca, direkt biz iş yapıyoruz; daha doğrusu yapamıyoruz! Burnumuzun dibine mal göndereceğiz ama ortada savaş var! “Yandan geç” deyince nakliye maliyeti roket gibi uçuyor! Ayrıca riskli! Mısır’dan zaten hiç ses yok! Ne olacağı belli değil!
Bakın buna: “Ortadoğu sarmalı” denir! “Ticaret açığı” denir!
Her ne kadar “Ekonomik kriz mi! Ne krizi! Kriz-mriz yok! Biraz duraladık sadece! Herkes tatilde! Her yer araba! AVM’ler dolup taşıyor hâlâ! Demek ki milletin durumu çok iyi!” deseniz de Dolar 3 TL’yi teğet geçiyor!
Ben yazıcıdan “KAPATIYORUZ!” diye çıktı alıp, şirketin girişine asmayı düşünüyorum!
Ama siz, bu satırları okuyanlar; tabii ki daha iyi bilirsiniz elbet: Ekonomik kriz var mı! Yok mu!…
24 Ağustos 2015
https://eksisozluk.com/entry/54257508
“EKONOMİDEKİ ÇALKALANMA BANA DOĞRUDAN ETKİ ETMİYOR Kİ!”
“DOLAR/TL’DE DOLARIN YÜKSELMESİ BENİ NEDEN İLGİLENDİRSİN Kİ!”
“EKONOMİ Mİ!
GEÇ BU İŞLERİ!
‘SİYASET’ DAİMA ÖNCEDİR!”
“MARKSİSTLER, SOSYALİSTLER, ANARŞİSTLER İÇİN ‘EKONOMİ’ KONUSU ÇOCUK OYUNUDUR!
BİZLER, SOLCULAR OLARAK, DAİMA ‘YETİŞKİN OYUNLARI’NI OYNARIZ!
DOSTOYEVSKY GİBİ BÜYÜK ROMANCI OLMAYA ÖZENİP; ROMAN YAZMAK İÇİN KENDİMİZİ KASARIZ!”
VE BENZERİ SÖZLERİ SÖYLEYEN BAZI NORMAL İNSANLARA (ve bazı “sağmal inekler”e) CEVAP:
Dolar/TL kurunda, son zamanlardaki dalgalanmalar bırakın tasarruf etmeyi; ay sonunu zorlukla getiren milyonları pek ilgilendirmiyor!
Pek çoğumuzun kulağına “Dolar dalgalanırsa dalgalansın bize ne! Doları olan, parası olan düşünsün!” lafları çalınmıştır son günlerde!
Gerçekten de, Türkiye’de; dövizdeki hareketlerden ilk etkilenecek oranda tasarrufu olan oldukça küçük bir kitle var.
BDDK verilerine göre bankalardaki mevduatın yarısından fazlası sadece 65 bin hesapta. Geri kalanı ise 61 milyon hesapta bulunuyor. Peki gerçekten sadece parası olan mı düşünsün? Sırasıyla anlatayım:
TÜRKİYE’DE:
HER TÜKETTİĞİMİZİ BİZ ÜRETMİYORUZ!
Ekonomimiz kapalı bir ekonomi değil yani diğer ülkelerle alış verişimiz var. Bu alış veriş 2014 yılında 400 milyar Dolar kadardı. Dolayısıyla kurdaki değişim, ekonomistlerin “kur geçişkenliği” dediği bir kavram aracılığı ile fiyatlara yansır ve bu da hepimizin satın alma gücünü etkiler!
“Kur geçişkenliği katsayısı” bize kurdaki %1’lik değişimin uzun vadede yüzde kaçının fiyatlara yansıdığını gösterir.
İlgili literatür epey geniş, Ahmet Öz bu linkte ( http://www.businessht.com.tr/yazarlar/ahmet-oz/1065347-kur-rekor-kiriyor-geciskenlik-ne-durumda ) güzel bir özetle aktarmış.
Kabaca:
Türkiye’de Dolar/TL kurunun 2 TL’den 2,65 TL’ye çıkması, fiyatların yaklaşık olarak bir yıl içerisinde %8-12 seviyesinde artmasına neden olabileceğini söyleyebiliriz.
Bir başka ifadeyle:
Her şeyi kendimiz üretmediğimiz için hayat biraz daha pahalı olacak, yani fakirleşeceğiz!
TÜRKİYE’DE:
HER ÜRETTİĞİMİZİ BİZ TÜKETMİYORUZ!
Kurdaki yukarı yönlü hareket ürettiğimiz malları ihraç ederken bize bir avantaj sağlar. ihracat gelirimiz üzerinde pozitif bir etki yapar. Ancak burada da ihraç ettiğimiz ürünlerin ne olduğu ve bu ürünlerin ne kadarının yerli üretimle, ne kadarının ithal girdi ile yapıldığı önemlidir.
Mesela:
Arabanın parçalarının büyük bir kısmını ithal edip, Türkiye’de montajını yapıp ihraç ediyorsak, buradaki avantajın önemli bir bölümünü kaybediyoruz. Ekonomi Bakanlığı’nın verilerine göre imalat sanayinde yapılan her 100$’lık ihracatın yaklaşık 71$’lık kısmını ithal ara malına ödüyoruz!
Yani: Kurdaki hareket bu anlamda çok da yüzümüzü güldüremiyor, çünkü ihraç edebilmek için bol bol ara malı ithal etmek zorundayız!
KİME SATIYORUZ?
KİMDEN ALIYORUZ?
Peki bu genel çerçeveden bakınca, biz neler satıyor, neler alıyoruz? Kime satıyor, kimden alıyoruz?
Tablo 1’de:
http://im.businessht.com/2015/04/14/ver1429010896/1065691_1bf29bd505876609b75603c29446646b_orj.jpg
2014 yılı dış ticaret karnemiz var.
Geçen yıl ülkelere 157,6 Milyar $ ihracat;
ülkelelerden 242,2 Milyar $ ithalat yapmışız.
Yani: Yaklaşık 85 milyar dolar açık vermişiz!
Bunun ötesinde dış ticaretimizin yarısını Avrupa ve ABD’yle yapmışız, bu ülkelerle dış ticaret açığımız 27 milyar dolar. Bu ülkelerden aldıklarımız, onlara sattıklarımızdan daha fazla! Bunun da ötesinde, diğer bir dezavantajlı durum ise; genelde girdilerimizin (maliyetimizin) Dolar ile olması, ve ihraç ürünlerimiz ile de Euro kazanıyor olmamız. Doların, Euro karşısında değer kazanması; bu anlamda da bizi olumsuz etkiliyor!
NE SATIYORUZ?
NE ALIYORUZ?
Dünyayla olan ticaretimizde SITC ürün gruplandırmasına göre yaklaşık 2917 farklı ürünü alıp satıyoruz.
Tablo 2’de:
http://im.businessht.com/2015/04/14/ver1429010896/1065691_7cb388aa78db9cedbd3049ced5e936f8_orj.jpg
en çok ihraç ve ithal ettiğimiz 15 ürün grubunun verisi yer almakta.
Listeye baktığımızda:
Çoğunlukla:
İşlenmiş hammadde (pamuk, bakır, poliropilen vb.),
Bilgi yoğun üretim gerektiren ürünleri (telefon, uçak, bilgi işlemciler, dizel motorlar vb.) ithal ettiğimizi görüyoruz.
Sattığımız ürünler ise:
Ağırlıklı olarak:
Tekstil ve mücevherat.
İhraç ürünlerimizde yukarıda bahsi geçen “ithal girdi kullanımı”nı da (yani maliyetlerimizin artmasındaki asli sebebi!) bu listede net bir şekilde görebiliyoruz!
Binek otomobil ihracatımız 7 milyar Dolar civarında. Ama 2 milyar dolar civarında sadece dizel & yarı dizel motor ithal ediyoruz!
Özetle:
Kurdaki yukarı yönlü hareket bizim yüksek teknoloji ürünlerini, enerjiyi daha pahalıya alacağımızı,
Ve dünyaya daha rekabetçi (ucuz) tekstil ürünleri satabileceğimizi gösteriyor!
85 milyar Dolarlık dış ticaret açığımızı göz önüne aldığımızda:
Her şeyin biraz daha pahalı olacağını,
Elinizde, cebinizde, cüzdanınızda, yastık altınızda, kasanızda, banka hesabınızda; Dolarınız olmasa da;
Hepimizi etkileyeceğini net bir biçimde söyleyebiliriz!
(Bu yazı 14 Nisan 2015 Salı günü yazılmıştır. Ve 24 Ağustos 2015’te hatırlatılmıştır!
Bütün “sol”a ve “‘sol’cu geçinenler”e duyurulur!)
Çağdaş Şirin
http://www.businessht.com.tr/yazarlar/cagdas-sirin/1065691-dolar-artmis-neyimize
Önemli bir dipnot. Bunu bilmiyordum.
gün.. oral çalışların da bulunduğu; tv programını, son 10 gün içinde 2 kez tesadüfen izledim. (senin bu gün yayınladığın yazıda yazdıklarını aynen 3-5 gün önce düşündüm.) inan ki içim alt üst oldu. program yöneticisi sizin görüşünüz nedir diyor. benim bu konuda bir görüşüm yok; bir bildiğimde yok; gazetelerde yazılanları yansıtabilirim diyor. çocuğu getir onun yerine oturt o bişeyler söyler. AKP nin izlediği siyasetin hiç bir yere varmıyacağını sadece oral çalışlar değil, AKP lilerinde yarıdan fazlası bilir. onun için bu zatı muhterem senin deyişinle ‘durumu çaktırmadan’ yolunu buluyo, hiç bir canlının o konuma düşmesini istemem.
davutoglu demiski: dhkpc nin kandilde neler yaptigini biliyoruz, bu soz APO nun agiz aramasi degilde nedir diye sormak, isterim, Dursun karatasi alevi sanan bir haini lain, pkk kontrolumden cikarsa bunlar cikarir diye hedef gostermis, keske dhkpc de oyle derin bir akil olageleydi.
APO ile akp nin iliskisi sandiginizdan daha derin dir,
bu dev solcular iste APO sunnidir Dursun karatas alevidir diye benim ayagimi kaydirmaya calistilar ama yemedi..APO(nun ifadeleri Dursun karatasin sunni oldugunu bile bilmiyor)
Davutoglu: kandilde dhkpc lilerin ne yaptigini biliyoruz.
davutoglu APO nun kaygilarini dillendirmediyse ben essegim:) ben..
Apo dhkpc yi dev solu sikayet etmis yine AKP ye, hep onlar ayartiyor diye(halbuki dhkpc liler APO emri uzre gunluk dayak yerler apoci genclikten. kandilin aklini celiyor diye, herifin dunyadan haberi yoktu ve hic olmayacak..
Anonim rumuzlu arkadaşın “Bunları niye yazdığınızı anlayamadım” demesi beni çok güldürdü… Yukarıdaki diğer yorumlarına bakarak söylüyorum bunu… Çünkü hemen her yazı altına uzuuun uzun girdiği -ki bunu hep yapıyor, izliyorum- yorumları var insana “şimdi ne alaka” dedirtecek… son örnekler yukarıda… Hani girmeyeyim diyordum hep kaç zamandır bu topa ama, artık dayanamadım… Bir de şu, “siz” le başlayıp “sen” diye devam etmeler? sonra arada bir insanı şaşırtan galeyanlar… 🙂 Hayata biraz da böyle bir şey herhalde… Bilemedim ki şimdi ben 🙂
son cümlelerimi düzeltiyorum, bir “a” fazlalığını geri alıyorum… doğrusu; “Hayat biraz da böyle bir şey herhalde… Bilemedim ki şimdi ben :)” olacaktı… Özür diliyorum…
http://serbestiyet.com/Sayfa/yeni-bir-doneme-baslarken
“Hayli tuhaf bir grubuz biz. Açıklaması zor. Kökenimiz itibariyle, 2013’ün Nisan sonlarında bir kısmımızın Taraf’tan birlikte ayrılmaya zorlanmış olması gibi bir tarihî tesadüfle başlayan bir yazar-çizer camiası, kendi kendini yöneten bir internet sitesiyiz.
..
Bundan böyle, Türkmedya çatısı altında çok mütevazi bir destekle yolumuza devam edeceğiz.”
Türkmedya’nın muhteşem portföyü de şurada : http://www.turkmedya.com.tr/
Ben en çok ALEM’in misyonunu sevdim: “Çünkü, ALEM gerçek lüks yaşam biçimini ve gerçek lüks hayatın aktörlerini seçkin okurları ve reklam verenle buluşturuyor.”
Çakma lüks yaşamdan, ikoncanlardan, sonradan görmelerden gına gelmişti bana da. Elalemin lüks yaşamını gözetleyerek kendi sefaletimi unutmaya çalışırken kalite ararım.
Kaderini fikirlerin,projelerin değilde kişilerin tayin ettiği bir millet olarak biz böyle ağzı laf yapan vızıltılara pürkulak kesiliyoruz….
Kucuk insan, kisileri; orta insan, olaylari; buyuk insan, fikirleri tartisir…
Gun Zileli’nin bu yazisini bu dustur cercevesinde okumak faydali olabilir.
Bunların liberal aydınlara olan düşmanlığı faşistlerden geri kalmıyor. Bir de utanmadan onların gerçek liberal olmadığını savunurlar. Bunların idealindeki liberaller kendi iktidarlarını ve dinci gericiliklerini destekleyenlerdir. Örneğin Star yazarı Ahmet Kekeç köşesinde Serbestiyet yazarı Gürbüz Özaltınlı’nın yazısını aktarmış;
http://haber.star.com.tr/yazar/korkunc-bir-liberal/yazi-972349
Başka bir iktidar tetikçisinin aynı kafadaki yazısı da şurada;
https://bekirlyildirim.wordpress.com/2013/07/12/bu-liberalin-digerlerinden-farki-ne/
Kurtuluş Tayiz Kürt değil, İran Azerbaycanı kökenli ve Küresünni adı verilen topluluktan.
Bir Ak Troll’ün liberallere bakışı (Serbestiyet bunun gibi lümpenlere göre yine iyi sayılır)
https://bekirlyildirim.wordpress.com/2016/02/18/o-paradigma-pek-de-yeni-degil-ali-bey/
Gün abi sen küçük + orta + büyük biri olabilir misin?
anlamadım?
hani küçük beyinler küçük, büyük beyinler büyük düşünür tarzında meşhur bir laf salatası var ya, onun üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor sanırım
“küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri tartışır” değil miydi?
bir yazısında (Özdemir İnce Fiyaskosu) şöyle yazmış sn. Zileli, sanırım ona cevap olarak bunu tekrar söyleyebilir;
[Son zamanlarda yazdığım yazıların kişilere yönelik yazılar olması, bazı arkadaşlar tarafından, Sitedeki “Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri tartışır” mottosuna aykırı hareket eittiğim gerekçesiyle eleştirildi. Oysa benim, adları geçen kişilerle hiçbir sorunum yok ve zaten ben o yazılarda kişileri tartışmıyorum. Kişilerden yola çıkarak fikirleri ve yönelimleri tartışıyorum, bu yazıda olduğu gibi. Fikirleri kişiler ifade ettiği için onları söz konusu etmek kaçınılmaz oluyor.]