Selahattin Okur, Y.Küpeli’ye zorunlu cevap
Gün Zileli’nin notu:Selahattin Okur’un, bu sitede de daha önce yayımlanan Yusuf Küpeli’nin yazısına cevap niteliğindeki yazısını yayımlıyorum. Başlık tarafımdan gereksiz bulunarak değiştirilmiştir. Her iki yazıda da bir düzey düşüklüğü gördüğümü belirtmek zorundayım. Tarihi olayların daha soğukkanlı ele alınması, bireysel kızgınlıklardan arındırılması her bakımdan faydalı olurdu ama ne yazık ki, her iki yazıda da bu objektifliği ve soğukkanlılığı göremiyoruz. Selahattin Okur’un yazısının başlığında küçük bir oynama yapmamın nedeni, hiç değilse başlıklarda bir objektiflik sağlamaktır. Aynı şekilde, Küpeli’nin yazısının başlığını da kendim koymuştum.)
Bir Meczup “www.sinbad.nu” adlı bir sitede, beni hedef alarak; ” özünde muhatabım olmayan” başlığı ile bir yazı –yazı demeye dilim varmıyor- kaleme almış.
Cevap vermeye değer mi?
Yaklaşık otuz yıl önce İsveç’e kapağı atmış bir meczup, ortalığa pislik saçıyor. Pislikleri bize kadar geldi. Şimdi üzerimize sıçrayan bu pislikleri nasıl çıkaracağımızı düşünüyoruz. Temizlesek de lekelerinin kalacağını biliyoruz. Bu Meczup’a yanıt versen bir türlü vermesen bir türlü ..Vermesen kendini haklı zannedecek. Bu pisliğe bulaşmaya mecbur kaldım. Okuyucularımdan özür dilerim.
Yöntem meselesi
Ömrümün sonuna geldim. Bugüne kadar hep ; “hırsızın”, “sahtekarın”, “dolandırıcının” Dürüst, “Orospunun”,”namussuzun” Namuslu, görünmeye çalıştıklarını gördüm. Hem de en kutsal şeyler üzerine yeminler ederek. Bir kimse ne kadar “haktan”, “adaletten”, “dürüstlükten” söz ediyorsa, hep arkasında bir pisliği saklamaya çalıştığını gördüm. Şimdi Yusuf Küpeli kalkmış, “doğruluktan, dürüstlükten, haktan, adaletten, devrimcilikten “ dem vuruyor. Bütün bu erdemleri kendinde topladığını(zerresi bulunsa gam yemem !) iddia ediyor. Sonra kalkıp İki satırlık yazımız üzerine kırk bir sayfa küfür yazıyor. Gerçekleri, doğruları açığa çıkarmaktan çok, muhatabına küfür, hakaret, aşağılamalar yağdırıyor. Bize; namuslu, dürüst bir “adam gibi” yanıt vereceği yerde, bir KÜFÜRNAME yazıyor.Namuslu, dürüst bir ”Adam gibi” yanıt vermediğine göre, bize , onun anladığı dilden yanıt vermek düşüyor.
Küpeli’ye cevap vermeye değer mi ? Çok düşündüm; öncelikle şunu vurgulayayım.Y.Küpeli terbiyesiz, saygısız, bayağı bir kişi ! Onun yazısını(küfürnamesini) okuyan her kişinin, bu kanımı paylaşacağına eminim. “Sosyalist”olduğunu iddia eden biri, önce karşısındakine- , karşısındaki kim olursa olsun- terbiyeli ve saygılı olmalıdır. Amaç, gerçeği ortaya çıkarmak ise; eleştir, tartış ama küfür ve hakaret etme ! Küfür ve hakarete başvuruyorsan, haksız olduğun, gocunduğun, korktuğun bir şey var demektir ! Ben şimdi o korktuğun ve sakladığın gerçekleri açıklayacağım.
“Temiz kalma”, ”Pisliğe bulaşmama“ düşüncesi ile hareket etmeyeceğim. Küpeli’yi (onun gibi kıvırmadan) muhatap alacağım, Küfürnamesine, onu önemsemesem de, her noktasında olmasa da cevap vereceğim. Üzülerek belirteyim, Küpeli’nin seviyesine inmek ve onun tarzını benimsemek zorunda kalacağım.Çünkü o ancak kendi dili ve üslubu ile verilen cevaptan anlar. Dilimiz üslubumuz Küpeli’nin anladığı dil ve üslup olacak. Ama amacımız; gerçekleri anlatmak ve yazmak olacak.
Bu vesile okuyuculara şunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.“Adam gibi”yapılacak, terbiyeli ve saygılı her türlü eleştiriye ve tartışmaya açığım.Hatalarımı ve yanlışlarımı (gösterildiği takdirde) kabul etmeye de hazırım.
Bizim iki satırımız bir Meczup’u kızdırmış. Ne idi o iki satır?
İsveç’de bir meczup yaşıyor 30 yıldır. Kimseye zararıyoktu.Ya da vardı, biz bilmiyorduk. Bizim iki satırımızın onu ne kadar rahatsız edeceğini ve çılgına çevireceğini bilemezdik.
”Ömrümüzün sonuna yaklaşıyoruz” dedik. Yeni kuşaklara deneylerimizi aktarmak için anılarımızı ve düşüncelerimizi yazdık. ”Nasıl Geçti Anlamadım ? Anılar-Düşünceler”. Meğer ne çok kişinin” bam teline”dokunmuşum da haberim yok. İçerden dışardan, uzaktan yakından küfürler hakaretler yağmaya başladı. 30 yıldır deliğinde uyuyan yılanı bile uyandırdık. Hiç biri edeplice “arkadaş şu söylediğin yanlış, doğrusu bu diye”yaklaşmadı.Yakınımızda olan dostlarımız küsmeyi, konuşmamayı tercih etti. Uzağımızda olanlar ağza alınmayacak küfürler,hakaretler yağdırdı. Hem de “devrimci onur-gurur” sözcüklerini dillerinden düşürmeyerek. İşte bu saldırganlardan biri 30 Yıldır İsveç’te yaşayan “sığıntı”Yusuf Küpeli. Kendisi siyasi hasmım değil, muhatabım değil. Filistin yollarında beraber yürüdük. Bir tek tartışmamız olmadı.Bir tek kırıcı söz söylemedim. Bunları şunun için söylüyorum : Onu yıpratmayı hedefalarak yazı yazmadım. Onu Türkiye’ de hatırlayan yok. Ne diye onun gibi sahte bir kahramanın olmayan itibarını yıpratmaya kalkayım .Otuz yıldırİsveç’te münzevi bir hayat sürüyor.Kimseye zararı yok ! Ne diye böyle birine dokunayım.Ben hatırladıklarımı yazdım ve yorumladım.Yazdığım iki satır onu çılgına çevirmiş. Ne idi o iki satır ?
“Filistin’e gidecek Ekibin elemanlarını Deniz belirledi İstanbul’dan, Deniz, ben, Cihan Alptekin, Erim Süerkan, Ankara’dan Yusuf Küpeli . Yusuf Küpeli’yi salt FKF Başkanı diye aldık. Aldığımıza da bin pişman olduk, yol boyunca ve kamplarda problem oldu, sırtımızda taşımak zorunda kaldık. Biz İstanbul grubu olarak çok iyi anlaşıyorduk” (S.Okur.Nasıl Geçti Anlamadım.S. 75)
Bu iki satır Küpeli’yi çılgına çevirmiş.Demek ki gocunduğu bir şey var. Demek ki hakikat payı var. Küpeli sitesinde bizi “yalancılıkla” “iftira etmekle”suçluyor, ağza alınmayacak hakaretler yağdırıyor.Aslında böyle yapmakla kendi seviyesini de ortaya koymuş oluyor. Küpeli kurnazı, bizim iki satırımızınereden, hangi kitaptan aldığını yazmıyor. Yani Bizim Kitabımızın ismini “Nasıl Geçti Anlamadım ? Anılar-Düşünceler”vermiyor.Bu, tamamıyla bir kurnazlık, aynı zamanda bir ahlaksızlık. Kendi kitabı biliyor, alıntı yapıyor, sövüyor sayıyor. Ama okuyucuya Kitabın İsmini, sayfasını söylemiyor. Okuyucunun kitabı okumasınıve değerlendirmesini istemiyor.
Gelelim esas noktaya. Bu paragrafta söylenenler doğru. Küpeli’yi Filistin’e biz götürdük. Götürdüğümüze de pişman olduk. Yolda ayak bağı oldu. “Kendisi de Filistin’e gidecekmiş de bağlantıları varmışda” “hazırlanıyormuş da” bunların hepsi hikaye. Tek gerçek şu: O’nu Deniz seçti. Gideceğimiz yerlerde onu, FKF Başkanı olarak öne sürmek için, tabir caizse kullanmak için. Evet bizim DÖB adında bir örgütümüz vardı.Ama o Türkiye ölçüsünde örgütlü değildi. Yurt dışındaki ilişkilerimizde, muhataplarımıza, arkamızda güçlü bir örgüt olduğu mesajını vermek istiyorduk.İşte onun için FKF Başkanını yanımıza aldık. Bütün gerçek, bundan ibaret. Küpeli bu Rolünü Naif Havatme ile yaptığımız görüşmede, Deniz’in zorlamaları ile kısmen yaptı.Havatme ile görüşmede; ” Çevirmenliğimizi Abu Süleyman yapmaktaydı…Deniz Naif Havatme’ye, daha önce bana anlatmış olduğu gib-“çok güçlü bir örgütü temsilen oraya gelmiş olduğumuzu” söyleyecekti. Havatme, olumlu veya olumsuz herhangi bir tepki vermeyecekti.” (.www.sinbad.nu). Bizim açımızdan durum bu idi.
Peki Küpeli açısından durum ne idi ? Küpeli bizim peşimize niye takıldı ? O dönemde Küpeli’nin bir amacı yoktu. FKF Başkanlığı da onu tatmin etmiyordu. O bir arayış içinde idi ve gidecek bir yer arıyordu.“- Moskova ve Havana düşleri gerçekleşmeyince ” ( www.sinbad.nu ) bizim peşimize takıldı.
“Daha 1965- 66 yıllarında, çevremde gördüğüm kişilerle sosyalist bir devrim olamayacağı kanısına varacak ve bu işin nasıl olabileceğini iyice öğrenebilmek için Sovyetler Birliğine gitmeye çalışacaktım” (Y.Küpeli.Sinbad.nu) Moskova ve Havana girişimlerine bir göz atalım:
Küpeli anlatmaya devam ediyor: ” Kültür Ataşesi Vitali Nikiforov’un (…) bana güvenmediği için böyle konuşmuş olduğunu düşünebilecektim. Kısacası, Vitali Nikiforov tarafından oyalanacaktım”.Sonuç : kapı dışarı !
Küpeli devam ediyor:“Yanlışanlaşılıp da Moskova’ya okumaya gidemeyince, henüz Türkiye’de temsilciliği olmayan Kübaya’ya gidebilmek amacıyla 1967 yazında trenle Paris’e gidecektim. Küba’ya gidiş için bana referans bulabilecek profösörü o sırada Paris’te bulamayınca, tek başıma Küba elçiliğine gidip başvuracaktım. Aslında, elçiliğe verdiğim dilekçede tam olarak neler yazılmış olduğunu bilmiyordum .( …) Sonradan anladığım kadarıyla, elçilik görevlileri ne olduğunu anlayamamışlar, ve bir NATO ülkesinden gelmiş olmam nedeniyle -anlaşılan- benden huylanmışlardı… (…) Londra’da yaklaşık bir buçuk ay içinde yedi iş değiştirecektim… Bu arada, “Barış gönüllüsü” olarak iki yıl Türkiye’de çalışmış ırkçı faşist bir Amerikalı ajanla kapışacaktım… Ayrı uzun öykü… ” (Y.Küpeli.Sinbad.nu.)
Küpeli kendi dili ile anlatıyor: Sovyet Kültür Ataşesi ”Bana güvenmedi..Beni oyaladı “diyor. Sen kimsin, geçmişin, mücadelen ne ki sana güvensin ? Arkanda hangi örgüt var ? Küpeli Küba Elçiliği için de şunu söylüyor:” bir NATO ülkesinden gelmişolmam nedeniyle -anlaşılan- benden huylanmışlardı.”. Küba Elçiliği Küpeli’den Huylanıyor.Yani; Küpeli bir şüpheli ! Elçilerin yerinde siz olsanız Küpeli’ye güvenir misiniz ? Ve Küpeli devam ediyor: “Bu arada, “Barış gönüllüsü” olarak iki yıl Türkiye’de çalışmış ırkçı faşist bir Amerikalı ajanla kapışacaktım… Ayrı uzun öykü… “.Ajanlar Küpeli’nin ayağına dolanıyor ! Elçilerin yerinde siz olsanız Küpeli’ye güvenir misiniz ?
Bizim“Filistin’e gitme Teklifimiz”, Elçiliklerden kovulan Küpeli için bulunmaz bir fırsat oldu. Küpeli diyor ki: ”dönüp dağa çıkmak” amacıyla Filistin’e gitmiyordum. ”(www.sinbad.nu). Adamın belli bir devrimci hedefi yok. Ama gözü yurt dışına kapağı atmakta!! Geçte olsa, sonunda kapağı İsveç’e attı.!
Küpeli ; “Ankara’dan Yusuf Küpeli’yi aldık” dememize çok kızıyor da ”Aldığımıza da bin pişman olduk, yol boyunca ve kamplarda problem oldu, sırtımızda taşımak zorunda kaldık” ifademizin üzerinde hiç durmuyor.
Evet aldığımıza bin pişman olduk.Yolculuk boyunca ve kamplarda sürekli sorun oldu. Çok kilolu, çok ağır ve hantaldı. Kıçınıkaldıramıyordu.Yürüyüşlerde ve eğitimlerde hep en gerilerde kalıyordu.Boğazını(pisboğaz ! denecek derecede) çok seviyordu. Ne zaman şehre insek ya bir büfede ya bir seyyar satıcıda tıkınırken bulurduk. Kamplarda Erim’in ve Cihan’ın yemeklerinin yarısınıhep o yerdi. Çocuklar (E.ve C) onun pisboğazlığından bıkmıştı. Bize göre Devrimci; her şeyden önce nefsine hakim olan kişi demekti. Oysa Küpeli tam bir pisboğazdı. O, pis boğazlığını “her zaman aç olan Cihan ve ben diyerek” gizlemeye çalışıyor. Oysa ne Cihan’ın ne de Erim’in o tür kötü alışkanlıkları yoktu. Kurnaz Küpeli bu zaafını, Cihanı da diline dolayarak saklamaya çalışıyor. Geçelim…
Geçerken hakkını da teslim edelim.Küpeli kötü niyetli biri değildi. Sovyetler Birliği’ne,”bu işin (Sosyalist bir Devrimin S.O ) nasıl olabileceğini iyice öğrenebilmek için gitmeye çalışıyordu.”. Ama Sovyetlerde Sosyalist Devrimin üzerinden 50 yıl geçmişti. Olsun ne çıkar.. Sosyalist Devrimin nasıl yapılacağı Moskova üniversitelerinde öğretilmiyor mu? Küpeli öyle biliyor. Oysa Devrimin nasıl yapılacağı devrimci mücadele içinde öğrenilebilirdi. Onu da her ülkenin devrimcileri düşe kalka, deneyerek yanılarak öğrenebilirlerdi. Küpeli “hazır bir formül” arıyordu. Ya da kapağı atacak, yan gelip yatacak bir yer arıyordu.Ve sonunda buldu.. Geçelim…
Küpeli bizim kitabımızın tamamını okumadan kendisi ile ilgili birkaç satırı okuyup küfüre başlıyor. Diyor ki:” Doğrusu,“Okur” soyadlı bu garip kişinin tüm yazdıklarının ne kadarının ne ölçüde doğru veya yalan olduğunu tam anlamıyla bilemem ama, yazılanlar
arasında benim yaşamımı da ilgilendiren çok kısa bölümün baştan sona ahlaksızca yalanlarla ve iftiralarla yüklü olduğunu kesinlikle söyleyebilirim…
Aslında, daha dün elime geçmiş olan kitabın tümünü okumuş
olsam”(Y.K.www.Sinbad.nu)
Küpeli bizim kitabımızın tamamını okumadığını, sadece kendisi ile ilgili iki sayfayı
okuduğunu itiraf ediyor. Kamplardaki tembelliğinden vazgeçmemiş ! İnsan üzerine kırk bir
sayfa küfür yazacağıbir kişinin kitabını şöyle bir karıştırmaz mı? Karıştırmamış. Karıştırsa
aynı kitabın 71 inci sayfasında kendisi ile ilgili yazdığımız şu satırları da görürdü:
“Yusuf Küpeli’nin başkanlığı daha önceden düşünülen ve planlanan bir şey değildi, biraz
da tesadüf oldu.
Küpeli sağlam bir sosyalist birikime sahip değildi, Ankara’daki devrimci öğrenciler
arasında sıradan bir militandı. Ankara grubu onu kontrol altında tutabilecekleri ve kolay
yönlendirebilecekleri düşüncesi ile Başkanlığa getirmişti.
Bu kongreden sonra o zamana kadar FKF’ den uzak duran İstanbul’daki Devrimci
Öğrenci Birliği ve devrimci öğrenci kitlesi FKF’ ye üye olmaya başladılar.FKF İstanbul’da
daha da güçlendi ve kitleselleşti. ”(S.Okur Nasıl Geçti
Anlamadım.AnılarDüşünceler.S.71)
Burada sözü edilen Kongre 68’de Küpelinin Başkan seçildiği Kongredir. Benim 69’da Genel
Kurul Başkanlığını yaptığım değil.
Küpeli yukarda ki satırlarımızı ya okumadı ya da doğruluğunu kendisi de kabul ettiği için
üzerinde durmadı. Herhalde okumadı. Okusa mutlaka bir kırk bir sayfa küfür de onun üzerine
yazardı. Ama bu yazdıklarımız ve değerlendirmelerimiz gerçek. Küpeli’nin kendisi de bunu
itiraf ediyor.
Diyor ki:” bu işin nasıl olabileceğini iyice öğrenebilmek için Sovyetler Birliğine gitmeye
çalışacaktım”. Sonra ; “Sosyalizm için mücadeleye, iktidar sahibi olmak, güç sahibi olmak
için değil, devlete bütünüyle karşı olduğum için, Türkiye’yi ve dünyayı değiştirme
düşleriyle girmiştim.”( www.Sinbad.nu)
“ Başkaları gibi Atatürkçü “solcu”, veya “sosyalizm ile daha iyi kalkınılır” vs. gibisinden
entelektüel seçimlerle “sosyalist” olarak tanınan çevreye katılmamıştım. Entelektüel
mavallarla hareket etmiyor, dipsiz bir öfke ve mevcut devlet yapısına bütünüyle karşı
olarak kavgaya giriyordum.” (www.Sinbad.nu)
“ Zaten, komünizmi keşfetmeden (daha doğrusu keşfettiğimi sanmadan) önce de eşkiya
olmaya karar vermiştim” (www.Sinbad.nu)
Gel de çık işin içinden. Kısa kısa verelim:
Birincisi ; Çocuk iyi niyetle itiraf ediyor.Bilmediğini biliyor öğrenmek için Sovyetlere
gitmeye kalkıyor. Ama çok yazık. Vitali şüpheleniyor. Kabul etmiyor.
İkincisi; “sosyalizm için mücadeleye (..) devlete tümüyle karşı olduğum için, Türkiye’yi ve
dünyayıdeğiştirme düşleriyle girmiştim ”diyor. “Salt Devlete Karşı olmaktan dolayı”
sosyalist mücadeleye girilmez. Küpeli’ nin sosyalizm dediği şey Anarşizmde başka birşey
değil. O, sosyalizmle anarşizmi karıştırıyor. Anarşizmin birinci özelliği her türlü devlete
(sosyalist de olsa) karşı olmaktır. Anarşizmle de hiç bir şeyi değiştiremezsin.Ancak Yıkarsın.
Küpeli devam ediyor: “dipsiz bir öfke ve mevcut devlet yapısına bütünüyle karşı olarak
kavgaya giriyordum.” Küpeli’nin “Tipik Küçük burjuva anarşizmini” bundan daha iyi
anlatan bir cümle olamaz.
Üçüncüsü ; Beyefendi “ Başkaları gibi Atatürkçü “solcu”veya “sosyalizm ile daha iyi
kalkınılır” vs. gibisinden entelektüel seçimlerle “sosyalist” olarak tanınan çevrelere
katılmamış”.
Küpeli bu çevreleri küçümsüyor, bunu bir ayrıcalık ve üstünlük gibi sunuyor. Gerçekte Küpeli
bu çevrelere katılmaktan korkuyor.Çünkü Birikimi yok. Ne konuşacak, ne tartışacak ? Acı bir
gerçek ama Küpeli kitap okumayı sevmezdi. O sadece sokak kavgasından anlardı. Keşke o
küçümsediği “sosyalist olarak tanınan çevrelere” biraz katılsaydı, onlardan bir şeyler
öğrenirdi.
Ve son olarak.: ”Zaten, komünizmi keşfetmeden (daha doğrusu keşfettiğimi sanmadan)
önce de eşkiya olmaya karar vermiştim”(Sinbad.nu)
Beyefendi “Komünizmi keşfettiğini sanıyormuş” ! Komünizmi (Bilimsel Sosyalizmi) keşf etmiyor, keşfettiğini sanıyor. Bunları samimi itiraflar olarak kabul ediyorum. Zaten anarşistin tekiydi. Ama o, küçümsediği sosyalist-entelektüel çevrelere biraz sokulsaydı Bilimsel Sosyalizm hakkında bir şeyler öğrenebilirdi.
Ve son cümlesinde : “ eşkiya olmaya karar vermiştim” diyor. Komünizmi duymadan önce “eşkiya olmaya karar vermiş.” diyor.Yani Anarşizm Küpeli’nin kanında var. Eşkiyalık Anadolu’da köylünün, haksızlığa ve zulme karşıbireysel başkaldırısıdır. Bir köylü isyanı bile değil. Bireysel başkaldırıdır.Yani anarşizm kokar.
İstemeden Seçilen FKF Başkanı.
“Yusuf Küpeli’ nin başkanlığı daha önceden düşünülen ve planlanan bir şey değildi, biraz da tesadüf oldu” dedik. Bunun neresi yalan ? Bunu küpeli’nin kendisi de itiraf ediyor:” “dönüp dağa çıkmak”amacıyla Filistin’e gitmiyordum. Filistin’e gitmeye daha 1968 yazında karar vermiş ve gerekli bağlantılarımı çoktan kurmuştum. (Hadi öyle olsun!S.O)…İstemeden FKF başkanı seçilince, gidişi bir yıl kadar erteleyecektim. Bu ayrı uzun bir öyküdür. (öyküleri bitmez Yusufçuğun ! S.O) ” (Sinbad.nu )
İstemeden FKF Başkanı seçilir. Aslında o istemiyor.Çünkü o kendi yetersizliğinin farkında. Fakat çevresi onu “illa Başkan olacaksın “diye ileri sürer.Yani “Zoraki Başkan“olur. Ama Başkan olunca bütün kerameti kendinde buluyor. Okumaya devam edelim: “Başta kalıp durumu idare edecek tiplerden olmadığım gibi, işlerime de kimseyi bulaştırmamış, herhangi bir yerden talimat almamış, örgütü, FKF’yi, bildiğim gibi yönetmiştim”. (Sinba.nu)
Yalanın bini bir para. Başkan olur olmaz kendini oraya getiren tüm arkadaşlarını nasıl da inkar ediyor.
” işlerime de kimseyi bulaştırmamış” “ herhangi bir yerden talimat almamış”, ” örgütü, FKF’yi, bildiğim gibi yönetmiş”
Şimdi her şeyi kendi yapmış !Tek adam !
Megolamaniye bak !
Anarşist Megolaman devam ediyor:
“Genel yönetim kurulunu hiç toplamamış olduğum gibi, ilerleyen süreçte merkez komitesini
de toplamayacaktım.”
Tipik; Anarşist. Kendinden başka otorite tanımıyor. Organları, örgütü çalıştırmıyor. Tam bir
despot. Sonra kalkıyor : ”Buna karşın yönetimim anti-demokratik olmayacaktı” diyor.Güler
misin ağlar mısın ? Bu psikopat ne dediğini bilmiyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Sonra öğünmeye devam ediyor :”Eylemlerimde yenilgi tanımamış olmanın da bu gelişmede
etkisi vardı.” diyor, Yenilmez Lider ! Nedir o eylemler ? Bildiri yazmış, gazete çıkarmış vs…
Bunlar o dönemde her devrimci genç ve grup tarafından yapılan sıradan eylemler. Ama o
altmış bin adet bastırmış !Fark bu !
Ünü sınırlarımızı aşmış “Tek Adam”, ”Yenilmez Lider” anlatmaya devam ediyor;
“Artık çok ünlü idim, insanlar, özellikle gençler bana inanıyorlardı ve istesem sürekli,
kapatılıncaya dek FKF’nin başında kalabilirdim.” Bu Megolamani değil de nedir?
Öğünmeye bak! İtile kakıla bir yere getiriliyor. Sonra, “Ben neymişim be Abi ” diyor. Buna
bizim oralarda “Ne Oldum Delisi” olmak denir. Tam bir “Türkiye Klasiği”. ”Artık çok ünlü
imiş.”.”Gençler ona inanıyorlarmış”. Nerede ise; “öl dese öleceklermiş”.İstese” kapatılıncaya
dek FKF’nin başında kalabilir” miş. Ama ! Ama hala kendine güvenmiyormuş. Birikimi
yok, korkuyor ve bunu şöyle itiraf ediyor:
“ ama, kendi kendimi gözümde yüceltmiyor, gidişi beğenmememe karşın, politik bir
alternatif üretebilecek kapasitede olmadığıma inanıyordum. Bu nedenle, yanlışlar
yaparak insanlara zarar verebileceğimden korkuyordum”(Y.K.Sinbad.nu).Bu itirafın
üzerine daha ne söylenebilir ?
Yine de hakkını yemeyelim Yusufçuğun ! Kendini biliyor. Samimi Çocuk.
Yusufçuk devam ediyor:
“Sonuçta, Deniz’i ve çevresindekilerin çoğunu FKF’ye alacaktım… en ufak eylemleri bile
sansasyonel biçimde duyurulan ufak DÖB örgütü, -yılını bile doldurmadan- bir anlamda
sonlanacaktı”(Y.K.Sinbad.nu)
” Yapma be Yusufcuk ! “Deniz ve çevresindekiler” istemese, sen onları nasıl alırdın?“Deniz
ve çevresindekiler” yani Biz, FKF Yönetimi TİP’lilerden kurtuldu diye FKF’ye katıldık.
Gençliğin iki başlı olmamasıiçin katıldık. Katılmadan önce Doğu Perinçek ve bazı Ankaralı
arkadaşlarla defalarca toplantı yaptık. DÖB’ü bilerek sonlandırdık. Doğru da yaptık. Bunda
senin bir rolün olmadı.
Ama DÖB’den bu kadar korktuğunu bilmiyorduk. Aslında korkmakta haksız da sayılmazsın.
Eğer biz FKF’ye katılmasaydık,İstanbul’u TİP’lilerden alamazdınız. Senin Başkanlığında
kısa sürerdi. Geçelim…
Küpeli devam ediyor:
“MDD denen gurup olsun, parçalanmışTİP olsun, Türkiye’de varolan tüm “sol” etiketli
politik parti veya akımlara güvenimi çoktan yitirmiştim. Bunlarla herhangi olumlu bir
sonuca ulaşılamayacağı, bizlerden yaşlı ve politik lider konumunda olanların gerçek
anlamıyla adanmışkişiler olmadıkları,örneğin Mihri Belli gibi bunlardan bazılarının
birkaç dalda birden oynadıkları kanısındaydım.”(Sinbad.nu)
Küpeli’nin sözünü ettiği çevreler o dönemde Türkiye’nin Sosyalist çevreleri idi. Ama o: -“Türkiye’de varolan tüm “sol” etiketli politik parti veya akımlara Güvenini çoktan yitirmişti .”
-“ Bunlarla herhangi olumlu bir sonuca ulaşılamayacağını” düşünüyordu.Küpeli’nin bu sözlerinden ne çıkar ? Türkiye’nin sosyalistlerinden umudunu kesmiş olan Küpeli’nin “kapağı dışarı atma “niyetinde olduğu sonucu çıkar. Küpeli’deki bu “güvensizlik”;“kendine olan güvensizlik”, ”sosyalist çevrelere olan güvensizlik” yeni bir şeydeğil.”Güvensizlik”, Küpeli’ye yer etmiş bir hastalık.Adeta karakter olmuş.Aynı yazının başlarında “Daha 1965- 66 yıllarında, çevremde gördüğüm kişilerle sosyalist bir devrim olamayacağı kanısına vardığını”söylüyor.(Sinbad.nu).
Yine çevresinde gördüğü kişilere güvenmiyor ! Ama aslında o, kendine olan güvensizliğini,
çevresini suçlayarak örtmeye çalışıyor. Tam tipik şark kurnazlığı !
Kendine, sosyalist çevrelere ve Sınanmış Sosyalist Liderlere güvenmeyen biri, nasıl
sosyalizm mücadelesine girer ? Daha doğrusu girebilir mi ? Bütün bunlar, kavgadan kaçmak
için üretilen sudan gerekçeler.Devamlı gözü dışarıda olan birinin ilk fırsatta tüyeceği belli
değil mi? Ama Küpeli tipi kurnazların kaçaklıklarını gizlemek için çevresindeki sosyalistleri
suçlaması bin yıllık eski taktikler. Bunda bilinmeyen bir şey yok.
Ancak bu kadarla kalsalar iyi, kalmıyorlar. Dünkü çocuklar, boylarına bakmadan, bir de yaşlı
kuşakları suçluyorlar.”bizlerden yaşlı ve politik lider konumunda olanların gerçek
anlamıyla adanmışkişiler olmadıkları” (Y.K.Sinbad.nu)
Utanmazlığın, şerefsizliğin, kendini bilmezliğin bu kadarı olamaz. Sokakta iki sopa sallayınca, itile kakıla bir yere getirilince, ne oldum delisi olan veled-i zinalar, Türkiye’nin “hayatını devrimci mücadeleye adamış” yaşlıpolitik liderlerine dil uzatıyorlar.Cahilliklerine mi çocukluklarına mı verelim diyeceğim. Ama her biri kazık kadar olmuş, çocuk sayılmazlar.
Pek kara cahil de sayılmazlar. Olsa olsa, Ömürlerini sosyalizm kavgasına adamış eski liderleri küçük düşürmek için görevlendirilmiş olabilirler. Yoksa kendini bilen hiçbir sosyalist, “yaşlı kuşak liderler” için bu kadar ağır sözler söylemez. Söylememesi lazım.Ne demek:“gerçek anlamıyla adanmış kişiler olmadıkları”
O dönemin yaşlılarından olan (senin bildiklerin) ; M Belli Olsun, H.Kıvılcımlı olsun ömürlerini sosyalizm davasına adamış liderlerdir. Ömürlerinin sonlarına kadar ateş hattında dövüşmüşlerdir. Senin gibi ne idiğü belirsizler ise, iki sokak gösterisinden sonra kapağı Emperyalist ülke metropollerine atmışlar, geri kalan ömürlerini, maaşların hak etmek için, Batılı gizli servislere danışmanlık yaparak geçirmişlerdir.
O eski liderler günahları ve sevapları ile kendi ülkesinin sosyalistlerini hiçbir zaman küçümsememişler, onlara her zaman güven duymuşlar, onları her zaman birleştirerek mücadeleye sürmüşlerdir. Senin gibi kaçaklar ise, kaçaklıklarını gizlemek için her zaman çevrelerini suçlamışlardır.Geçelim..
Bir Meczup’un iftiraları ve yalanları
İki satır yazımız üzerine kırk bir sayfa yalan ve iftira döşenen Küpeli pisliğine bulaşmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Ömrümün sonuna geldim. Bu Filistin konusunu bugüne kadar hiçbir yerde açmadım. Yanlış anlaşılırım, bir öğünme vesilesi olarak anlaşılır korkusuile.Geçmişte yaşadığımız bir gençlik macerası olarak kaldıbende.“Anılar-Düşünceler” de birkaç cümle ile geçiştirmek istedim. Hiç söz etmesem olmazdı. Ama oradaki birkaç cümle bile otuz yıldır kış uykusunda uyuyan Meczup’u uyandırdı ve çılgına çevirdi. İçindekileri kusmaya vesile oldu. Kusmaya hazırmış ama ”sen beni zorladın” diyor. Ne zorlaması sen daha önce zaten sağa sola (Feyizoğlu’na) anlatmışsın.”Suriye’ye gidişi de çok kısa olarak anlatmıştım… Fakat artık sen beni zorladın”(sinbad.nu). Hadi anlatmana da bir şey demiyoruz. Ama gerçeği anlatsan bari…
Ama adamın derdi gerçeği anlatmak değil. Küfür ve hakaret etmek, Pislik atmak. Diyor ki : ”Aramda herhangi kötü bir olay yaşanmamış bu garip tipin, Okur’un düşmanlığı nereden kaynaklanıyor, bilemiyorum. Belki de görevi icabı bunları söylüyor, yine bilemiyorum ama, basbayağı bilinçli olarak bana iftira ettiği, adımı karalamaya çalıştığı açık.”(Sinbad.nu)
Yukarda söyledim. Küpeli benim siyasi hasmım değil, aramızda bir kırgınlık da olmadı. O da bunu kabul ediyor.”Aramda herhangi kötü bir olay yaşanmamış.”(Y.K). Evet. Bunları şunun için yazıyorum. Küpeli’ye bir kastım yok. Olamaz. Ama Küpeli’i paranoyağı “Okur’un düşmanlığı nereden kaynaklanıyor ? ” diye soruyor. Ortada düşmanlık falan yok, gerçekleri anlatıyorum. Bunu kabul edemeyen Küpeli sonunda beni “belki de görevi icabı” diye lekelemeye çalışıyor.İşte bu yaptığı; utanmazlık, onursuzluk, ahlaksızlık . Küpeli beni bilmiyor değil. Yola çıkmadan önce tanıyordu. Onu çekip çeviren, güden, çocukluk ve gençlik arkadaşım Münir Ramazan Aktolga beni ona anlattığı gibi onu da bana anlatmıştı. Yolculuk boyunca birbirimizi daha iyi tanıdık. Küpeli beni çok iyi tanıdığı, bildiği halde pislik atma yöntemlerine başvuruyor. Neden ? Çünkü anlattığımız gerçekler karşısında çılgına dönmüş, paniğe kapılmış durumda da ondan. Bizi bilen bilir. Kendimizi anlatacak değiliz.Tembellik yapmasa da yazdıklarımızı okusa idi biraz daha bilgi sahibi olurdu. Bir Hayatın, içerde-Türkiye topraklarında- işçi sınıfının mücadelesine nasıl adandığınıgörürdü. Ama o, oldum olası kitap okumayı sevmedi. Biraz zahmet etseydi,“Filistin Maceramız”dan sonraki mücadelemiz hakkında da biraz bilgi sahibi olurdu. Ama o Kolayına kaçıyor. Kendisi ile ilgili iki sayfayı okuyup, küfürnameyi yazmaya koyuluyor.
Y Küpeli beni iyi tanır ve bilir. Birlikte yolculuk yaptık.O istemese de, bizleri“şımarık” bulsa da (bunları sonradan söylüyor!Yüzümüz karşı söyleme yürekliliğini gösteremedi ! )
birlikte bir macera yaşadık. “Düşmanlık” aramasına gerek yok. Peki bu kadar Pislik niye ? Bir insan nasıl olurda bu kadar bayağılaşabilir ?
Ama aldıkları maaşları nasıl hak edecekler ? Türkiye’nin devrimcilerini karalayarak. Bunu da “doğruluktan”,“dürüstlükten”, “onurdan” söz ederek yapacaklar. Oysa bu erdemlerin bir zerresi bile onda yok.
Küpelinin Yalanları
Yalan bir: Küpeli: ”Aslında, ortada bir guruplaşma falan da yoktu; sizler oraya bir gurup olarak gitmiştiniz ama ben ayrı idim, içinizde değildim ve sizlere dostca bir mesafe koymuştum. Senin bu kadar çürük, kötü ve yalancı biri çıkabileceğini de tahmin edememiştim… Deniz ısrarla rica etmese, sizlerle aynı yerde yatmayacaktım bile. Çünkü, orada temelli kalmaya niyetli idim ve Arap arkadaşların arasına katılarak biraz Arapça öğrenmeyi düşlemekteydim”(Sinbad.nu).
Biz Küpeli’yi aramıza almamıza rağmen ona karşı ayrımcı bir tutum takınmamıştık.Bunu Küpeli de kabul ediyor. “Aslında, ortada bir guruplaşma falan da yoktu.”. Meğerse o, kendini bizden ayrı görüyormuş.” ama ben ayrı idim, içinizde değildim” diyor.Ve bize karşı” dostça bir mesafe koymuş” olduğunu söylüyor.Hayret ! Bunlardan bizim hiç haberimiz yok.Küpeli bunları kırk yıl sonra söylüyor. Biz anılarımızıyazmasak belki yine de söylemeyecek. Çünkü bunları kırk yıl sonra uyduruyor. Bu kadarla kalsa yine iyi. Yalanın büyüğünü daha sonra çıkarıyor.Devam ediyor :” Deniz ısrarla rica etmese, sizlerle (Cihan, Erim, Ben) aynı yerde yatmayacaktım bile.” Sanki biz de bayılıyorduk Küpeli’ye ! Onsuz yatmaya korkuyorduk ! Bütün bunlar Yalan. Deniz böyle bir şey yapmaz. ”Deniz ısrarla rica etmiş” de, Beyefendi lütfedip kabul etmiş. İkinci olarak; Küpeli’den yeni bir şey öğreniyoruz.Meğerse adam bizden nefret ediyormuş. Ve bu nefretini iyi gizlemiş. Bizim gibi saflar da “bu nefreti” fark etmemiş. Ve sonra adam gerçek niyetini açıklıyor:”Çünkü, orada temelli kalmaya niyetli idim ve Arap arkadaşların arasına katılarak biraz Arapça öğrenmeyi düşlemekteydim” (Sinbad.nu).
Adamın bizim peşimize takılmasının nedeni bu: “temelli kalmak”, “Arap arkadaşların arasına katılmak”, ”biraz Arapça öğrenmek”..Çok yüce ve devrimci amaçlar !
Yalan iki: “Aynı günlerde, aralarında ne yaşandı ise, Deniz, Erim Süerkan’ıcezalandıracaktı. Bir süre Erim ile konuşmayacaklardı. Deniz, o günlerde, onunla pek ahbaplık etmemem, verilen cezaya yardımcı olmam ricasında bulunacaktı… Kısa bir süre sonra benzer bir olay Selehattin Okur’a karşı da gerçekleşecekti. O’da Deniz tarafından benzer biçimde cezalandırılacaktı. Ne Erim ve ne de Selehattin Okur, Deniz’e karşıaçık bir tepki göstereceklerdi ama, yavaş yavaş yollarının ayrıldığı belli olmaktaydı.”(Y.K.Sinbad.nu)
Tüm bunlar yalan. Küpeli’nin uydurmaları. Deniz Erim’i neden cezalandırmış? Küpeli bu soruya ”aralarında ne yaşandı ise !”diye cevap veriyor.Her şeyi bildiğini iddia eden Küpeli bu soruya açık net bir cevap veremiyor. Kaytarıyor.Çünkü Yalan söylüyor. İkincisi; bizimle Deniz arasındaki ilişki, sevgiye saygıya dayalı devrimci kardeşlik ilişkisi. Öyle ast üst ilişkisi yok. Ceza yok. Küpeli’nin asker kafası bunu almıyor.Almaz da. Deniz ile aramızda özgürce bir ilişki vardı.Yeri geldiğinde biz Deniz’i eleştirirdik. Üçüncüsü; Küpeli” Deniz, o günlerde, onunla pek ahbaplık etmemem, verilen cezaya yardımcı olmam ricasında bulunacaktı.” diyor.Bu da Küpeli’nin uydurması, yalanı. Deniz’i azıcık tanıyanlar, Deniz’in, arkadaşları hakkında böyle bir şey söylemeyeceğini bilir. Komikliğe bak !”Deniz Küpeli’den ricada bulunmuş !” Sen aramıza dün katılmışsın, Deniz senden neden ricada bulunsun ? Yalan söylüyorsun madem; biraz inandırıcı ve mantıklı olmasına dikkat et..
Küpeli’de yalanın bini bir para. Devam ediyor: ” Kısa bir süre sonra benzer bir olay Selehattin Okur’a karşı da gerçekleşecekti. O’da Deniz tarafından benzer biçimde cezalandırılacaktı.”
Neden ? Hangi olay ? Küpeli’den cevap yok.”Benzer bir olay” ve “Deniz tarafından cezalandırma .”
Bunlar çok komik yalanlar. Yetmişine merdiven dayamış birinin bu yalanları neden ürettiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Denizi’i- bizi ve bizim aramızdaki ilişkileri az çok bilenler bunların yalan ve uydurma olduğunu çok iyi bilir. Ama Küpeli, belki inanan olur diye uzaktan sallamalarına devam ediyor. Geçelim…
Yalan üç : Küpeli devam ediyor:” Anlatımına göre, seninle birlikte Deniz’e çok kızan o senin kadar “ciddi devrimci” arkadaşın, Erim Süerkan, yanında kamp yerine, içinde sadece çıplak kadın resimleri olan “Peri”mecmuaları getirmişti. (…) Böyle bir tavrın “ciddi devrimcilik” le ne alakası olabilirdi? Kimbilir belki de O ve sen, bunu da“teorik eğitim”in bir parçası olarak görmekte idiniz..” (Sinbad.nu)
Ben Erim’in elinde böyle bir dergi görmedim. Yalan ve iftira.Yalnız yanımıza Marx-Engels ve Lenin’in kitaplarından aldığımızı çok iyi biliyorum. Ama onları okuyacak zamanımız da olmadı.
Küpeli ;“Kim bilir belki de O ve sen, bunu da “teorik eğitim”in bir parçası olarak görmekte idiniz..” diyerek bana pislik atmaya yelteniyor. Ne alaka ? Daha sonra Küpeli;” Fazladan iki zarif bacağı daha olan iri güzel gözlü cilveli bir “yosma” ile aşk serüveni yaşamış biri olarak senin, “Peri” mecmuaları işini görmemezlikten gelmen anlaşılabilir. Pek de romantik olmayan bu aşk serüvenini Deniz’e anlatmışolduğun için” diyerek, gayya kuyusuna yuvarlanıyor.. Bir insan, hele“Devrimci” olduğunu iddia eden bir insan, nasıl olur da bu kadar pisleşebilir, bayağılaşabilir, aklım almıyor.. Küpeli’nin iğrençliklerine ve bayağılıklarına daha fazla yer vererek bu sayfaları kirletmek istemiyorum
Yalan dört:
Bir tatbikattan kendine nasıl pay çıkarılır ? Bunu Küpeli’den öğreneceksiniz.Olayların iki tanığı öldü. Tanıklık edemezler. Bunu fırsat bilen Küpeli bol keseden sallıyor. Erim’i “perici”diye itibarsızlaştırmaya kalkıyor. Tanıklığı geçersiz! O rahat. Yalan üretmeye devam ediyor:
“eğitime gelmişolanlardan tık yoktu. Herkes, bizimkiler dahil herkes, battaniyeleri kafalarına çekmişti. Hepsi, bir ölü sessizliğinde, kıpırdamadan taş gibi yatmaktaydı” Bir tek kendi ayakta !
“ Sırayla bizimkilerin yataklarını ziyaret edecektim. Önce, dürtüklemelerime hiç yanıt vermeyecek, tüm silah seslerine karşın yerlerinde kalıp gibi uzanmayı sürdüreceklerdi” Nasıl da uyduruyor ? Nasılda çamur atıyor ?
Biz bir tatbikat olduğunu bilmiyorduk Herkes “tam siper yapmış”, ateş salvosunun geçmesini yada kesilmesini bekliyordu. Panik yapıp oraya buraya koşmanın anlamı yoktu. Nitekim, ateşin azalması ile birlikte sürünerek karargaha ulaştık. Küpeli ortalıkta yoktu. Çünkü ona, bunun bir tatbikat olduğu bir Arap arkadaşı tarafından daha önceden söylenmiş.Gecenin karanlığında kızılca kıyamet koparken, O, battaniyesini başına çekmişuyuyordu.
Ama o, uydurmaya devam ediyor:”bize silah verin” diye, telaşlı bir “kahramanlık” oyunu”.”Tatbikatın, denemenin sonucu, üzüntü verici” diyerek bizleri karalamaya ve küçük düşürmeye yelteniyor. Yalan !Küçük görme!Yalan ! Öğünme ! Bütün bu yalanların amacı bizleri küçük göstermek, küçük düşürmek…
Yalan beş: İrbid’e Gece Yürüyüşü
“Yaklaşık bir ay, belki biraz daha az sürecek olan eğitim bitmeden hemen önce bir gün, akşama doğru, eğitim gören tüm gurup olarak silahlarımızı ve battaniyelerimizi alıp, yola düzülecektik. Kısa bir yürüyüşten sonra, asvalt yola çıkacak, ve sırtımızda yaklaşık 20- 25 kilo yükle, akşamın serinliğinde kuzeye doğru yürümeye başlayacaktık.. .. Deniz, topuğundan sakatlanmış olduğu gerekçesi ile bu yürüyüşe katılmayacak, araçla götürülecekti.Deniz katılmayınca, diğerleri de katılmayacaktı… “Top sesleri”palavrası ile hava atan bay “Resneli Niyazi”nin böyle unutulmayacak bir olayı hatırlamamasının nedeni, yürüyüşe katılmamış olmasıdır… Bu yürüyüşün, tüm eğitim süreci içinde unutulmayacak bir olay olmasının başlıca nedeni, o gece 60 kilometre yürümüş olmamızdır. Demek ki kamp yerimiz, Irbid’in 60 kilometregüneyinde idi… Kişi olarak ben, bu 60 kilometrelik yürüyüşü, tam sekiz buçuk saatte, gün doğarken tamamlayacaktım..” (www.Sinbad.nu)
Küpeli adlı zavallının anlamadığı yada anlamazlıktan geldiği nokta benim Filistin Yolculuğunu reklam konusu yapmak istememem. Ben bugüne kadar bu macerayı hiçbir yerde hiçbir kimseye anlatmadım. Anılarımda da ayrıntıya girmeden birkaç cümle ile geçtim. Küpeli benden önce çeşitli yerlerde çeşitli kişilere anlatmış. Şimdi de benim iki satırlık değinmemi bahane ederek bir kere daha ayrıntılı olarak ama yalan ve uydurmaları bol bir şekilde anlattı. Yalnız Filistin yolculuğunu da değil tüm hayatını- o her yılı bir koca cilt olan zengin hayatını (!) anlata anlata bitiremedi. Ne Kartal ilçesindeki Tek( !) Dalıcı’lığı-Dalgıçlığı- 20 metreyi aşan dalıcılığı (!), ne su altından 50 metre gittiği, ne adalara kadar kürekçiliği (!) kaldı. Kuleli Lisesi’nden itibaren bütün marifetlerini sergiledi…Kendi hayatı hakkında atmakta serbest. Kimseye zararıyok. Ama başkalarının hayatı ile ilgi yalan söylemese. Gelelim İrbid’e Gece Yürüyüşüne:
“o gece 60 kilometre yürümüşolmamız” gerçek. ”Bu yürüyüşün, tüm eğitim süreci içinde unutulmayacak bir olay “ olduğu da doğru. Geçekten zor bir yürüyüşdü. Deniz’in topuğundan sakatlığı nedeniyle yürüyüşe katılmadığı ve araçta geldiği de doğru. Ama bizim yürüyüşe katılmadığımız Yalan .Cihan’ın, Erim’in ve Benim, bir sakatlığımız yoktu ve yürüyüşe baştan sona katıldık. Küpeli ;”Deniz katılmayınca, diğerleri de katılmadı” diyerek Yalansöylüyor .Bize pislik atacağım derken, rahmetli Cihan’a da pislik atmak zorunda kalıyor, kemiklerini sızlatıyor. Deniz’in ve Cihan’ın anılarına da saygısızlık yapıyor. Ama, Meczubun umurunda değil. Demek ! alçalan bir insanın gözü bu kadar görmez oluyor !
Küpeli Yalan söylüyor. Anlatayım:Bir kere orası, “isteyenin yürüyeceği, istemeyenin yürümeyeceği bir tatil kampı “değil. Neticede bir gerilla kampı ve Küpeli küçümsese de bir eğitim veriliyor. Bu eğitimin en önemli parçası da “mecburi yürüyüşler”. Bizim katılmama gibi bir lüksümüz yok. Küpeli;“Deniz katılmayınca, diğerleri de katılmadı” diyor. Böyle çocukça bir gerekçe olabilir mi ? Bir gerilla kampında ve eğitiminde böyle çocukça bir gerekçeye gülerler ve bunu söyleyenlere yolu gösterirler. Peki yürüyüş Komutanı bizi nereye koydu ? Sırtında mı taşıdı ? Yoksa Deniz gibi, bizi de arabaya mı bindirdi.? Küpeli yalan söylerken bunları düşünmemiş. Olayın doğrusu şu ; Küpeli yürüyüş kolundan koptuğu için bizim yürüyüşü bitirdiğimizi göremedi. Ama o, çamuru atıp, hemen kendinin ne zorluklar çekerek yürüyüşü bitirdiğini anlatmaya başlıyor. Küpeli’nin yürüyüşü bitirdiği doğrudur.Gerçek şu ki; Küpeli bu yürüyüşte şişti (!), öldü öldü dirildi ! Onu, Artçılar topladı. Arap çocuklara olan borcunu hiçbir zaman ödeyemez. Yoksa İrbid yollarında “Niyazi” olacaktı. Geçelim…
Küpeli yazısının bir yerinde:”eğer -ısrarlarıma, yalvarmalarıma boyun eğip- beni de Ho Chi Minh’ in anısına Golan Tepeleri’nde yapılan operasyona alsa idiler, belki de şimdi
sağolmayabilirdim” diyor. Küpeli’yi “Operasyona” neden almamışlar. “Sen içimizde Tek Türksün” diye. Bu da yalan .
Cephe”de hiçbir zaman böyle bir ayrım yapılmazdı. Her ülkenin devrimcileri, milliyeti ne olursa olsun savaş yeteneği varsa bu tür operasyonlara alınırdı. Küpeli’yi almamalarını tek nedeni “ağır, hantal, uyuşuk” bir yapıya sahip olmasıdır. Bir eğitim yürüyüşünde bile şişen ve en arkalarda kalan birini “Operasyona “ almamaları son derede doğru ve yerinde bir karar.Alsalardı başlarına bela olacağını ve geri dönemeyeceğini biliyorlardı.Bunu kendisi de biliyor ve itiraf ediyor :“operasyona alsa idiler, belki de şimdi sağ olmayabilirdim”(Y.K.www.sinbad.nu)
Ne diyeceklerdi ? “Küpeli sen çok ağırsın, sen hantalsın, sende bir gerilla çevikliği ve dayanıklılığı yok. Seni almıyoruz mu diyeceklerdi ?” Elbette seni üzmemek için sana, “Sen Aslansın!” “Sen Kaplansın !” diyeceklerdi. Bunu anlamadın mı? Bu da sıradan bir nezaket kuralı. Bu kuralı anlamamış olman imkansız.Ama sen bu inceliği, bu nezaketi görmezlikten gelerek, kendini bulunmaz bir matahmışgibi okuyuculara satmaya kalkıyorsun.Geçelim…
Yalan altı: ”Deniz, Çin elçiliğine gitmek isteyecekti. Belki orada okuma gibisinden bir düşünce geçmişti aklından. Aslıda kafası karışıktı.Bir yandan Türkiye’ye dönüp dağa çıkmaktan söz etmekteydi, diğer yandan aklına Çin’e gitme düşüncesi gelmekteydi… Yeni tanışmışolduğumuz iki Kıbrıslı genç dahil, hep birlikte, toplam yedi kişi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Şam elçiliğine gidecektik.”(Sinbad.nu)
Bizim için Çin Halk Cumhuriyeti, Mao Tse Tung demekti. Onun “Teori ve Pratik” adlıkitabını elimizden hiç düşürmezdik. Şam’a gelince Çin Halk Cumhuriyeti elçiliğini ziyaret etmek istedik.Sadece merak ediyorduk. Bizi iyi karşıladılar ama gittiğimize pişman olduk ; Hepsi bir sürü bürokrat. Hiç birinde devrimci ruhtan eser yoktu. Çin Elçiliği ziyareti bundan ibaretti.
Küpeli’nin Deniz için ;” Belki orada okuma gibisinden bir düşünce geçmişti aklından.Aslında kafası karışıktı.Bir yandan Türkiye’ye dönüp dağa çıkmaktan söz etmekteydi, diğer yandan aklına Çin’e gitme düşüncesi gelmekteydi”ifadesi külliyen Yalan. “Belki de orada okuma düşüncesi” tamamıyla uydurma. Deniz’i tanıyan biri onun“Çin’e okumaya gideceğini” düşünmeyeceğini çok iyi bilir. Küpeli Deniz’e pislik atmaya devam ediyor ; “Aslında kafası karışıktı. Bir yandan Türkiye’ye dönüp dağa çıkmaktan söz etmekteydi, diğer yandan aklına Çin’e gitme düşüncesi gelmekteydi.”
Aslında, kafası karışık olan bir kişi varsa o da Küpeli idi. Kendi kafasındaki karışıklığı Deniz’e pislik atmakla saklıyor. Doğru yanlış bizim(Deniz dahil) gidiş amacımız;
Türkiye’ye dönüp dağa çıkmak ve ABD Emperyalizmine karşı yeni bir Cephe açmaktı. Bizim o zaman ki parolamız : “ Bir iki üç daha fazla Vietnam” idi. Küpeli’nin yukarda ki sözleri tamamıyla Yalan ve Yakıştırma. Deniz’e ve anılarına da saygısızlık.
Önce ki sayfalarda onun “Dağa çıkma”, ”Emperyalizme cephe açma “gibi düşüncelerinin olmadığını göstermiştim.O, amacını şöyle açıklıyor; ”orada (Suriye’de) temelli kalmaya niyetli idim ve Arap arkadaşların arasına katılarak biraz Arapça öğrenmeyi düşlemekteydim.”.(Sinbad.nu)
Bu Adam ! Türkiye’nin tek gençlik örgütü FKF’nin Başkanı ! Ne kadar da sorumluluk duygusu ile hareket ediyor, açıklamaya gerek var mı ?
Sonuçta Adam’ın amacınıgerçekleştirmesine yardımcı olduk. Biraz para vererek ”Altı aylık öğrenci bursu demek olan bu para, benim için çok büyüktü ve yararlı idi”(Y.K. Sinbad.nu) onuŞam’da bıraktık. Ancak Şam’da bıraktığımızı unuttuk ! Meğer bir buçuk ay kadar sonra Ankara’ya dönmüş ! Arapça’yı öğrenip öğrenmediğini soramadık. Onu
Şam’da bıraktığımızı Anılarımı yazarken de unutmuşum. Kendisinden ve okuyucularımdan özür dilerim.
Küpeli’nin Öğünmeleri ve Palavraları:
Megalomanlar karakterleri gereği öğünmeyi ve palavra atmayı çok severler. Aynı özellikler bizim megalomanımızda da mevcut. “Tek adamım”, “Tek Liderim” kırk bir sayfalık yazısı boyunca hep öğünmüş, hep atmış. Kuleli askeri Lisesindeki, Menteşkampındaki hatıralarını anlata anlata bitiremiş. Bunlara burada tekrar yer verecek değiliz.Meraklısı sitesinden okuyabilir. Ama Kartal ilçesindeki dalgıçlık hikayelerini anlatmadan geçemeyeğim: “Ayıptır söylemesi, o yıllarda iyi dalar, ve iyi kürek çekerdim. Aynı yılların Kartal’ında, çevrede, benim kadar iyi dalan biri daha olduğunu sanmıyorum.(Tek Adam ! O her zaman “Tek Adam” olacak. Eşi benzeri olmayacak ! S.O) Yaklaşık 20 metre kadar derinliğe bir şeysiz inebilirdim, (İndin mi ? İnmemiş. Ama İnebilirmiş! S.O) belki zorlasam daha derine de inebilirdim ! (Ne kadara ? Daha derine ! 25 ? 30 ?(Salla Tatar Ağası salla S.O) Kaç kez ağzımdan burnumdan kan gelmişti.(…)
Dalmaktan söz ederken, sakın tüple daldığım sanılmasın. Öylesi, benim olanaklarımın dışında idi.”(Y..Küpeli.www.Sinbad.nu)
Okuyuculara bir değerlendirme yapabilmeleri için serbest dalma ilgili bir haber aktaracağım. “ Ünlü Fransız dalgıç Guillaume Nery Belçika da bulunan dünyanın en derin havuzunda tek nefeste tüpsüz ve ağırlıksız olarak otuz üç metre dalmış.” (26.05.2012.İnternet)
Bizim Tatar Ağası “ zorlasa yirmiyi geçermiş” Hem de deniz suyunda ! Değerlendirmesi okuyucuya kalmış.
Ve sallamaya devam ediyor; ” Uzunlamasına 50 metre kadar gidebilirdim.”(Gittin mi ?.Gitmemiş.Ama gidebilir miş ! S.O.)
Gittiği “Stockholm’de, 40 yaşımdan sonra, bana inanmayan biri ile iddialaşıp, 25 metrelik havuzun bir ucundan dalacak ve öbür ucundan çıkacaktım. (Bravo!S.O) (…) Eskiden olsa, aynıhavuzu dipten gidip gelebilirdim …” .Gidiş-geliş 50 metre.! Bravo ! Nasıl olsa uzaktasın. Sallamanda bir mahsur yok ! Sallamaya devam ;“Kartal’dan Büyük Ada’ya veya Tuzla ile Pendik arasındaki Pavli adasına, akıntılı suda, ağır ve dolu balıkçı kayığı ile hiç durmadan bir forsa gibi kürek çekerek gidip gelebilir ve yine devam edebilirdim“(www.Sinbad.nu)
Öğünmek, atmak, “eşsiz-örneksiz olmak”, “Tek adam” olmak Megalomanların karakteri. Küpeli bunların dışında değil. Öğünmesi ve palavra sıkması doğası gereği. Bunda şaşılacak bir şey yok.
İsteyen bu palavraları, otuz yıldır karlar ülkesinde yaşayan bir meczup’un mazi ile avunması olarak da kabul edebilir. Mazur görebilir.
Küpeli’nin “Asıl Hedefleri”
Asıl Hedefinin” insanlara -değişik konular üzerine- doğru analitik bilgiler ulaştırmak” olduğunu söyleyen Meczup, “hedefimden uzaklaşabileceğini, kısır çatışmalar içine sürüklenebileceğini” düşünmüş.Bahaneye bak “sürüklenmiş”. Sanki bu kendiliğinden olmuş. Şu böbürlenerek sözünü ettiği “asıl hedefim “dediği, ” doğru analitik bilgilerden “ hiç birini bu yazı da görmedik. Pardon, yazının başında kimleri hedef aldığı pek belli olmayan marjinallerle ilgi birkaç paragraf var.Küpeli’nin bu konuda Demagoji yapacağını bildiğimiz halde, bu paragrafı ele alalım: ” Marjinalliğin başlıca nedeni ,“kurtuluşa kadar savaş” ve “tek yol devrim” yalanları ile kitlelerden kopuk terörün izinde gençleri “cehenneme giden yolda yürüterek” 12 Eylül Askeri müdahalesine “meşru mazeret” hazırlayanlardır. Darbe ile birlikte
buharlaşıp,“tek yol devrim” söylemini unutanlardır, sorumlular. Bu Amerikancı gerici müdahalenin ardından halkın ezici çoğunluğunun bir“oh” çekmesine ve gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine “sol” adına zemin hazırlayanlardır marjinalliğin sorumluları. Yani kısaca, marjinalliğin baş sorumluları, 12 Eylül askeri müdahalesinin, Evren ve cuntasının “sol”etiketli yüzsüz suç ortaklarıdır.”(Sinbad.nu)
Küpeli burada kafaya taktığı “birilerini” suçlama ve onlarla hesaplaşma peşinde. Ancak, bu paragraf“sol” yada “sosyalist” bir hareketin, bir grubun marjinal kalmasının İdeolojik, Teorik, Siyasi, Programatik ve Taktik nedenlerini açıklamıyor. Marjinal kalmak; Kitle tabanından kopmak, küçük bir grup haline gelmektir. Gerçekten işçi sınıfına inanmış, Bilimsel Sosyalizmi kılavuz olarak kabul etmiş partiler ve hareketler marjinalleşemezler. Programları,taktikleri ve mücadele biçimleri doğru ise, somut şartlara uygunsa ve gerçekten mücadele ediyorlarsa kitleselleşirler. Tersinden söylersek; Teorin yanlışsa (devrimci değilse), Programın kitlelerin taleplerini karşılamıyorsa, taktiklerin ve mücadele biçimlerin yanlışsa marjinalleşmeye mahkumsun demektir. Bu yanlışları yöneticilerin becerikliliği gideremez. Genelde marjinalleşenler küçük-burjuva sosyalistleri ve anarşistlerdir.(Küpeli gibi..). Küçük burjuva sosyalistleri ve anarşistler, halktan ziyade, kendilerine güvendikleri ve inandıkları için, somutşartları, halkın taleplerini, sınıfın içinde mücadele etmeyi dikkate almadıkları için, halktan kopuk bir grup olarak kalırlar. Ama onların bile kendilerine has tabanları ve kitleleri vardır. Bizde bir zamanlar olduğu gibi. Bizim “Tek Yol Devrimcilerimiz” ve “Kurtuluşa kadar Savaşçılarımız”, Marjinal gruplar değillerdi. Onların aydınlardan ve gençlerden hatta kimi yerlerde işçilerden, köylülerden oluşan tabanları vardı. Onlar nitelik itibari ile Küçük burjuva ihtilalcileri idiler. Bizim “narodniklerimiz”idiler. Tabi Narodniklik de bir devrimci akım. Ama işçi sınıfının değil.
Küpeli Marjinal kalmanın Bilimsel Sosyalizm açısında, İdeolojik, Teorik, Programatik, Taktik nedenleri açıklayamıyor. Salt kişilerle-kadrolarla uğraşıyor:
– “Marjinalliğin başlıca nedeni…“kurtuluşa kadar savaş” ve“tek yol devrim” yalanları ile kitlelerden kopuk terörün izinde gençleri“cehenneme giden yolda yürüterek”12 Eylül Askeri müdahalesine “meşru mazeret” hazırlayanlardır.”
– ” gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine – “12 Eylül askeri müdahalesinin, Evren ve cuntasının “sol” etiketli yüzsüz suç ortaklarıdır”
– “Meşru Mazeret hazırlayanlar”,
– “sol” adına zemin hazırlayanlardır ”.
– ” Evren ve cuntasının “sol” etiketli yüzsüz suç ortakları”
Bunlar ne kadar ağı suçlamalar ! Kendine devrimciyim, sosyalistim diyen birinin devrimci hareketin parçalarına böyle ağır suçlamalar yöneltmemesi lazım.Ama adam kudurmuş, gözü bir şey görmüyor.
Kişiler bir hareketin marjinal kalmasının nedeni olamaz. (Kişiler sekter Katırlar olmuşsa o başka). Kişilerin, yöneticilerin bir İdeolisi vardır. Gerçek nedenler ideolojiktir, Teoriktir, Programatiktir, Taktiktir. Biz zamanında bu parolaları-“kurtuluşa kadar savaş” ve “tek yol devrim” parolaları -savunanları devrimci kardeşlik ilkeleri çerçevesinde teorik olarak eleştirdik.(Sosyalist gazetelerinde). Çalışma biçimlerini de eleştirdik. Ancak o zaman bile, bu Siyasi Hareketleri-provokasyona kaçan bazı eylemleri olmasına rağmen- bir devrimci hareket olarak gördük. Gerçek de buydu. Ama Küpeli adında ki Kaçak-Kaçık- bunları ”12 Eylül Askeri müdahalesine “meşru mazeret” hazırlayanlar.” olarak suçluyor. Budavranışı ile o sözünü ettiği ” Amerikancıgerici müdahalenin” savunuculuğunu yapıyor.
Ağır, Bilgiç, Sosyalist pozlar takınarak, o sözünü ettiği “12 Eylül askeri müdahalesinin, Evren ve cuntasının “sol” etiketli yüzsüz suç ortaklığını” kendisi yapıyor.
Gerçek şuydu : “12 Eylül Darbesi”, Tek Yol Devrim”cilerin ve“Kurulaşa Kadar Savaşçı” ların eylemleri nedeniyle gelmedi. Bunu böyle koymak ABD Emperyalizminin Uşaklığını yapmaktır. “12 Eylül” hazırlanışı itibarı ile, yapılışı ve hedefleri itibarı ile ABD’nin bir Operasyonudur. O zamanlar Türkiye halkına ve dünya kamuoyuna, Türkiye’ de bir “Sol-Sağ çatışması” var mesajı verilmek isteniyordu. Bu tamamıyla CIA’nın ve uluslararası Finans Kapitalin, kendi cinayetlerini örtmek için uyguladığı bir aldatma ve yanıltma propagandası idi. Hangi “Sağ-Sol“çatışmasından söz ediliyor ? Ortada bir tek acıgerçek vardı. O da ; ABD-CIA-kontur-gerilla ve Milli Cephe Hükümetleri tarafından, sosyalistlere ve demokratlara karşı yürütülen, Tek Yanlı bir Yok Etme Kampanyası idi. “Tek Yol Devrimcileri” ve “Kurtuluşa Kadar Savaşçıları” suçlamak, yürütülen CIA güdümlü Kontur-gerilla saldırılarını ve katliamlarını görmezden gelmek ve gizlemektir. CIA ajanlarının ve yerli kontur-gerilla çetelerinin sosyalistleri, devrimcileri, demokratları yok etme kampanyasını görmezlik gelmektir. ABD’yi, CIA’yı ve yerli işbirlikçilerini aklamak demektir.
Küpeli adındaki CIA uşağı sözde sosyalizm adına Bilgiçlik yaparken suçüstü yakalandı. Sözünü ettiği o “Tek Yol Devrimciler” de, “Kurtuluşa kadar Savaşçılar “da o dönemde, CIA ve Kontur-gerilla saldırılarına karşıdirenen devrimcilerdi. Onlar o dönemdeki tüm devrimciler gibi, Nefs-i Müdafa yapıyorlardı. Onları, “12 Eylül Askeri müdahalesine “meşru mazeret”hazırlayanlar” olarak suçlamak en hafif deyimi ile alçaklıktır. CIA uşaklığıdır.
“gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine “mazeret hazırlamışlar !
Amerikan güdümlü 12 Eylül Darbesi bu kadar güzel savunulamaz. Küpeli, sözde devrimci lafların arkasına gizlenerek bu görevini çok iyi yapıyor. Türkiye’de ABD güdümlü bir Faşist darbe yapılmış.Bir Diktatörlük kurulmuş. Bir Korku İmparatorluğu yaratılmış. Halkın önüne bir “baskı ve zulüm rejimi anayasası “ konmuş.”Bunu kabul edeceksin” denmiş. Baskı ve korku altında insanlar sandığa zorlanmış.Bir Zavallı(Küpeli) kalkıyor Devrimcileri, “gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine” sebep olmakla suçluyor.” Bu suçlamayı yapana “zavallı”demek bile fazla. Özgürlüğün olmadığı-Diktatörlüğün baskı ve şiddet rejiminde-halkın Özgür iradesini ortaya koyamadığı bir Anayasa oylamasını, sen nasıl“meşru” kabul edersin ? Devrimcileri” gerici 1982 anayasasının yüzde 92 oy oranı ile kabul edilmesine meşru mazeret” hazırlamakla suçlarsın?
Bunu ancak bir Emperyalizm uşağı yapabilir. Bu anayasa oylamasının “meşruluğunu” ancak bir 12 Eylül Rejimi yanlısı bir Emperyalizm Uşağı savunabilir. Küpeli denen hain, devrimci lafazanlık yaparken suçüstü yakalandı.
Son olarak bu haine bir tek soru soralım; o “Tek Yol Devrimciler”, o “Kurtuluşa Kadar Savaşçılar” o Türkiye’nin sosyalistleri ve demokratları, CIA güdümlü saldırılar karşısında Nefs-i Müdafa yaparken sen neredeydin ? Meydanda yoktun. Bir fare deliğine saklanmış, kaçmayıbekliyordun ? Sonra da tüydün. Gerçek bu değil mi? Şimdi kalkmış, bilgiç pozlarla, o dönemde savaşan devrimcilere pislik atıyorsun.Bu yaptığın, hainliğini ve kaçaklığını gizleme çabasından başka bir şey değil. Bunu kimseye yutturamazsın. Geçelim…
“Hayatını anlatma” ve ” Kendini temize çıkarma”ihtiyacı
Bizi bahane ederek “Sadece bir yılı bile kocaman bir kitap tutacak kadar zengin olan yaşamının.. askeri okullardaki ve gençlik hareketi içindeki bölümlerini, ayrıca
çocukluk anılarımı ve diğerlerini yayınladığı(m) zaman, hakkındaki tüm yalanların yanıtlanmış olacağını düşün(düm)”müş !(Sinbad.nu)
KısacasıKüpeli her ne kadar bizi muhatap kabul etmese de bizi bahane ederek “kendinitemize çıkarma” gayreti içine girmiş, bu vesile ile “hayatının savunmasını” yapmış. “Asıl hedefi” olan ”Analitik doğrularını” unutarak kendini anlatmaya koyulmuş: “Bir yılı Koca bir Kitap”, “Zengin bir Yaşam”, “Askeri okullar”, “Gençlik yılları”, “Çocukluk anıları”vs. vs.
Meğer “hayatını anlatmak” için fırsat kolluyormuş. “Kendini anlatma”, “kendini açıklama“ ihtiyacı !Küpeli bu ihtiyacı neden duymuş ? Bu bir psikolojik vaka ! Bu psikolojik vakanın üzerinde düşünülmesi gerekir.
Küpeli’nin bunu yapması için bizim sataşmamızı beklemesine gerek yoktu. Ama o, yıllarca içinde tuttuğu, bastırdığı “temize çıkma” ve ”hayatınısavunma” düşüncesini bu vesile ile uygulamaya koymuş. Rahatlamış mıdır acaba ? Hiç sanmıyorum. O bir meczup, yardıma ihtiyacı var. İnsaniyet namına ona yardım edilmesi lazım.Geçelim..
Sonuç;Bunca yazıyı neden yazdık ? İki satırcık değerlendirmeye dayanamayıp kırk bir sayfa küfür ve hakaret yazan bir Meczup’un pislikleri karşısında sessiz kalmamak için. Hakaret ve iftiralara cevap vermek zorunda kaldık. Ona uyduğum için, bu pisliğe bulaştığım için, okuyuculardan bir kere daha özür diliyorum.
Selahattin Okur İstanbul.10 Haziran.2012
“Gerçekten işçi sınıfına inanmış, Bilimsel Sosyalizmi kılavuz olarak kabul etmiş partiler ve hareketler marjinalleşemezler.” Yuh yani. Birakin marjinallesmeyi yok olduk yok! Bu kadar basit bir gercegi bile kabul edemiyorsunuz. Mill icin anlatirlar, olum doseginde butun hayatini verdigi liberalizmi reddetti derler. Bir ” liberal” kadar da mi olamiyorsunuz? Dogru degildir muhtemelen ama bu fikirsel durustluk olmadan, hala hamasiyetle gelecek nesillere gelenek mi ulastirlir? Daha su andaki gercekligi kaul etmeyenler bunu nasil yapacak. Kupeli de Okur da bu gunahi isliyorlar. Havarilerin Isa’yi kim daha iyi taniyordu kavgasi bu. Gelecege bilgi aktarma degil!
Selahattin okur,un yazisini ilk defa okuyorum yasamadigimiz olaylar hakkinda yorum yapmak yanlis olur, burada yazari kendi vicdanina havele etmekten baska bir sey yapilamaz.
Yazinin basinda dikkatimi ceken anlayisi elestirmek istiyorum.S.Okur”..Tek gercek su:O,nu Deniz secti,gidecegimiz yerde onu FKF baskani olarak one sumek icin,tabiri caizse kullanmak icin.evet bizim DOB adinda bir orgutumuz vardi.Ama o Turkiye olcusunde orgutlu degildi.Yurt disindaki iliskilerimizde muhataplarimiza,arkamizda guclu bir orgut oldugu mesajini vermek istiyorduk” Sosyalist devrimci birinin boyle insan ”kullanma” anlayisini siddetle kiniyorum
.Sen nasil bir orgutsun ki yurt disindaki iliskilerine olmayan gucu varmis gibi gostererek o insanlari yaniltmak veya en hafif tabirle kandirmak istiyorsun! Yazinin bundan sonraki bolumlerini saygisizlik olmasin diye okudum.
Gecmiste tarihsel rollerini oynayan ve devrimci direnis cizgisi mirasi yaratanlari eksigiyle fazlasiyla saygi duyuyor ve sevgiyle aniyorum.
megaloman olmayan bir solcu lider görmedim, hepsi çok antipatik, hasta ruhlu insanlar.
Y.K. nın yazısını okumadım ama yukardaki metin tam bir seviyesizlik örneği, utanmadan adamın çok yemesini bile kullanmış ve anarşizm hakkın da belli ki zerre kadar bilgisi olmadığını şu tümcesi ile açıklamış; “Tipik anarşist, kendisinden başka otorite tanımıyor.” Ama benim asıl anlamadığım Gün Zileli’nin bu seviyesizliği neden bu sayfalara taşıma ihtiyacı duyduğu, hoş aslında bir fikrim var.
Ben bütün aleyhimdeki yazıları koyuyorum bu siteye bekir. Seviyesi düşük bu tür başka yazıları da “aleyhindeki yazılar” bölümünde bulabilirsin.
Ben bu sayfayı daha dün okumaya başlamadım ve benzerlerinin bir çoğunun aksine kendi aleyhine yorumları da hiç gocunmadan yayınladığını biliyorum, benim sorum şu bu iki zatın aralarında ki kavganın bu sayfanın kuruluş amacı ile alakası nedir? Yazılacak, yorumlanacak onca sorun varken, S.O. ile Y. K.’ın kayıkçı kavgasına bunca sayfa ayırmanın nedeni nedir.
şöyle diyebilirim: Birincisi, 68 kuşağının önge gelenlerinin bugünkü durumuna ayna tutufyor, bence çok öğretici. İkincisi, düzey ne kadar düşük olursa olsun tarihi bazı olaylara çarpık da olsa ışık tutabilir bu tür yazılar. Tarih araştırmacıları yararlanabilir. Çünkü en tahrif edilmiş metinlerde bile bazı gerçekler vardır.
bu yazı 68in başka bir gözle okunmasına olanak sağlayabilir.hamasi diskurla yazılan öteki tarihin bilinç altı öğesi olarak sıkı bir bilgi sunuyor.
tarihin yekpare bir okuması olamaz.bunlar da olmuş ve varlar.görmezden gelinemez.belleğimizdeki güzel şeyleri sarsıcı etkilerine rağmen.
sanırım sorun bunu nasıl okuyacağımıza dair.hangi kategorik bağlama yerleştireceğimize dair.
S. O . Kimdir bilemem ama geçmişimizi şayet bunlarla değerlendirip yargılayacaksak yandı gülüm keten helva Mahir Çayan’ın onca yazdığı, Hüseyin İnan’ın yazdıkları ortada dururken kendimize iki küfürbazı mı referans alacağız. O zaman Halil Berktay’ın elini öpelim. Aslında burada bilinçli bir manipulsayon var, sana yakışmamış diyeceğim ama meğer ki sen kendine yakıştırdı isen ne gam.Sana gelince eylem arkadaş hadi diskurunu kur ve nasıl okuyorsan öyl oku, safsata yapma.
şimdi onları toz kondurtamadığımız tarihimiz adına, kaldı ki o tarihin içinden gelenlerdir,reddetme kolaycılığına mı gidelim diyorsun¿
Bekir arkadaşım, kendimi neye yakıştırdığım değil mesele. Tarih sadece resmi metinler üzerinden yazılmaz. aynı zamanda her türlü yan metin, günlük, vb. içinde istediği kadar deli saçması, bireysel yargılar bulunsun, tarih çalışması yapanların yararlanacağı kaynaklardır.
Mahir Cayan okudunuz mu gercekten? Analizsiz, mekanik ve tumturakli ilkeler ve o ilkelere uymayanlara karsi menfi sifatlar disinda ne var Kesintisizlerde allahaskina? Kufurler de gani. Arastirma mi yapacagiz? Bunlar mis gibi metinler. En azindan o “idealist” zamanlardan kalanlarin bir bolumunun 40-50 yil sonraki dusuncelerinin evrimini gormus oluyoruz.
Bu metinlere karsi bu kadar antipatik olusta dinsel bir tat var gibi geldi bana.
O dönemin yaşlılarından olan (senin bildiklerin) ; M Belli Olsun, H.Kıvılcımlı olsun ömürlerini sosyalizm davasına adamış liderlerdir. Ömürlerinin sonlarına kadar ateş hattında dövüşmüşlerdir. Senin gibi ne idiğü belirsizler ise, iki sokak gösterisinden sonra kapağı Emperyalist ülke metropollerine atmışlar, geri kalan ömürlerini, maaşların hak etmek için, Batılı gizli servislere danışmanlık yaparak geçirmişlerdir.
O eski liderler günahları ve sevapları ile kendi ülkesinin sosyalistlerini hiçbir zaman küçümsememişler, onlara her zaman güven duymuşlar, onları her zaman birleştirerek mücadeleye sürmüşlerdir. Senin gibi kaçaklar ise, kaçaklıklarını gizlemek için her zaman çevrelerini suçlamışlardır.Geçelim
belki ortadoğu toplumuna mahsustur;hamasi söylevlere pek rağbet edilmesi.öyle ki hasmına karşı sadece buna benzer söylemlerle mücadele edilmesi bile himseyi rahatsız etmez. erdemden sayılması gafletine bile düşülür. bu toplumun tek görevi sanki konuşan,tartışan her kim varsa susturmak ve bir daha bunları yapmaması için yasaklar icad etmekmiş.
bırankın da insanlar konuşsun.doğru ya da yanlış olduğuna karar verecek tek otorite değilsiniz.resmi tarihin dışında bırakılan gerçekleri bilme hakkımız vardır.devletin resmi tarihinin dışındakileri bilme hakkımız kadar doğaldır bu.
Eylem tamamen haklisin. Yalniz bir adim daha atmak gerekir gibi geliyor bana. Bastirilmis, dolayisiyla bilinc alti ama neden bastirilmis? Sakin aslinda o bastirilan travmatik cekirdek bunun kendisi olmasin? Yani o hamasiyetin altinda bir sekliyle bu kayikci kavgalari yatiyor olmasin? Gun Zileli baska bir yazisinda su “silahlanma yarisini” anlatirken nedenlerinin adini koymamis. Yarilma’da var genis genis. Bence buradaki metinlerle civa gibi sol yazisinda anlattigi mekanizma cok ama cok benzer.
Eger kazanmak istiyorsak her seyi didik didik etmemiz, hic bir kutsal degerden korkmamamiz gerek. Yoksa bir seyleri kacirip yine ayni cukura dusmek isten bile degil.
Ya meramı mı anlatamıyorum ya da “ben ne derim darbukam ne çalar.” Havarileri yazdın yarılmayı yazdın iyi de ettin, Jan Valitin’i çevirdin,şimdi senin bu yazdıkların ve çevirdiklerinle bu iki adamın kavgası, küfürleşmesi ne denli uyuşuyor. Eğer tarihi doğru okumanın yolu iki kendini bilmezin hezeyanlarında yatıyorsa yazık o tarihe.ve dahi o tarihi okuyanlara.
meramını anlıyorum ama benim anlatmak istediğim, bunlar elbette tarih metni değil ama yine de tarihe ham malzeme sunması anlamında.
ayrıca başta gördüğün gibi, metinlerin zaaflarını belirtmişim bekir.
Bu konuyu daha fazla uzatmanın gereği yok sanırım, benim senden bir ricam olacak. Hitler-Stalin paktından sonra Almanya’ya iade edilen komünistlerle ilgili kaynakça.
Ekim ayında çıkacak olan, benim çevirdiğim, Margaret Buber-Neumann’ın İki diktatörlük altında-Stalin ve Hitler’in Mahkumu kitabında bu konu ayrıntısıyla anlatılıyor. ayrıca YKY’den çıkmış Peter Weiss’in Direnmenin estetiği kitabında da bu konuya yer veriliyor.
Sanırım kitap henüz çıkmadı, dün bir kaç kitapçıya baktım yoktu, çıktığı zaman haber verirsen sevinirim, hoşçakal.
Nazik yanıtın için teşekkür etmeyi ayrıca bir borç bilirim.
1958-1972…14 yıl gençlik hareketi içinde bulundum.Bu yazıda adı geçen arkadaşlarımı en iyi tanıyanlardanım. Yazılanları okuyunca yalnızca üzüntü duydum. Genç devrimcilerin “çaprazlama” okumalarla ancak gerçeği öğrenebileceklerini söylemek amacıyla yoruma katıldım.