24 Haziran 2012 tarihli “Yenilgicilik!” başlıklı yazımda Suriye savaşı konusundaki tutumumu izah etmeye çalışmıştım. Köşe yazarı olmadığım, hatta bu meslekten nefret ettiğim için aynı şeyleri temcit pilavı gibi pişirip pişirip yeniden yazmayı doğru bulmuyorum. Bu nedenle de, o yazıda ortaya koyduğum “yenilgicilik” tavrını bugün de savunmaya devam ettiğimi söylemekle yetineyim. Bir devrimcinin görevinin, coğrafi olarak içinde olduğu savaşan tarafın yenilmesi için çaba göstermek olduğunu düşünüyorum.
Genelde gazete okumadığımı daha önceki birkaç yazımda belirtmiştim diye hatırlıyorum. Buna rağmen, pek seyrek de olsa, vapurla Kadıköy’e geçerken, yarım saatlik süreyi hoşça geçirmek için, 50 ya da 75 kuruşa kıyıp gazete alarak şöyle bir göz attığım da olmuyor değil. Dün giderken Taraf almıştım, bugün de gelirken Aydınlık aldım. Bu iki gazete, birbirine ne kadar zıt bir görüntü vermeye çalışırsa çalışsın (liberal-ulusalcı) aslında ikisi de bu savaşta, diğer savaşçı Türk basınıyla birlikte son tahlilde Türkiyeci savaşın tarafında yer almaktadır.
Alalım, Taraf’ın başyazarı Ahmet Altan’ın “Tezkere ve Savaş” yazısını. Yazı önce güzel başlıyor. Savaşa karşı güzel şeyler söylüyor Ahmet Altan: “Savaşlar her zaman patlayan coşkularla, ateşli nutuklarla, yerleri sarsan marşlarla başlar, ölecek insanları ölmeye göndermek için böyle heyecan fırtınaları yaratılır ama hiçbir savaş o coşkuyla sürmez.”
Yazı daha da güzel saptamalarla devam ediyor: “Savaşa gitmeyecek olanın, savaşa gidecekler adına ateşli nutuklar atmasını her zaman ahlaksızca buldum, her zaman ahlaksızca bulurum.”
Ne kadar güzel! Ne kadar doğru bir tutum.
“ ‘Savaş savaş’ diye bağıranları tutup sormak isterim, ‘sen savaşa gidecek misin, ‘hayır’ derse, ‘ne bağırıyorsun o zaman diye sormak isterim.”
Bravo, harika! Fakat Ahmet Altan, sevişmek için soyduğu kadının külodunun lastiğinden sapan yapıp taş atan deli fıkrasındaki gibi, yukardaki mantıklı sözlerin ardından, birdenbire sapıtıyor: “Hükümet dün Meclis’ten bir savaş tezkeresi geçirdi. Bence, bitmeyen ve bitmeyecekmiş gibi gözüken ‘bombalara’ karşı ‘tehditkâr’ bir adım atmak zorundaydı hükümet; savaşı önleyebilmek için bazen savaşı göze alabileceğini de hissettirmek gerekir.”
Buyrun bakalım! Ne oldu yukarda söylenen sözler. Hadi bunu bir yana bırakalım. Savaşın, savaşa hazırlanarak durdurulması gerektiği, savaş yanlısı devletlerin her zamanki bayatlamış yavelerinden biridir. Efendim biz savaş istemiyoruz. Sadece karşı tarafı savaşmaktan caydırmak için savaşa hazırlanıyoruz. Evet ama karşı taraf da zaten “savaş istiyoruz” demiyor ki. Karşı tarafın tehditlerine karşı hazırlık yapıyoruz diyor. Zaten bu dünyada hiç kimse “ben savaş istiyorum” diye çıkmaz ortaya. Herkes kendini savunmaktan söz eder. Ve ne hikmetse, kimse “savaş istemediği” halde savaş çıkıverir. Sanıyor musunuz ki, Hitler, Südet bölgesini “savaş istediği” için ele geçirdi, Polonya’ya “savaş yanlısı” bir tutumla girdi. Her adımda “ben barış taraftarıyım” dedi, “kendi güvenliğim için bu tür tedbirleri almak zorundayım”, “hayat sahamı koruyorum” dedi.
Dolayısıyla Ahmet Altan’ın yazısının başında söylediği güzel sözler, bütün savaş taraftarları gibi, esas niyetin gizlenmesi çabasından başka bir anlama gelmemektedir.
Şimdi de Doğu Perinçek’in “Suriye ile Savaş Yok, Çapulculara Destek Var” yazısına bir göz atalım.
Öncelikle, yazıda, “Hür Suriye Ordusu” savaşçıları için bol bol kullanılan “çapulcu” deyimi üzerinde duralım. “Hür Suriye Ordusu”nu desteklemem. Bu silahlı gücün, batı emperyalizminin ve Türkiye’nin güdümünde olduğunu düşünürüm. Buna rağmen, herhangi bir mücadelenin mensuplarını, “terörist” ya da daha ağır bir küfür anlamı taşıyan “çapulcu” nitelendirmesine layık görmem. Bu dil, egemenlerin dilidir. Birilerini kötülemek için kullanılan sıfatların bile sınıfsal bir aidiyeti vardır. Bir devrimci, isterse karşısında faşist güçler olsun, onlara karşı “çapulcu” terimini kullanmaz. Çünkü bu deyim, sadece ve sadece hakim düzen güçlerine aittir. Bir zamanlar Söke’nin Beşparmak dağlarına köylü gerilla gücü oluşturmak için çıkanlar, kendilerine karşı da aynı deyimin kullanıldığını nasıl unuturlar. Gerçekten hayret!
Öte yandan, yazı hem çelişkilerle doludur, hem de Meclis’ten geçirilen savaş tezkeresine karşı çıkmakla birlikte, sonuçta savaş yanlısı ve Türkiye savaş gücünün bağnaz savunucusudur.
Önce en bariz çelişkiye değineyim. Perinçek, yazının başlarında, eski TSK sözcülüğü günlerini hatırlatacak biçimde TSK adına garanti vermektedir:
“TSK, Suriye’ye girmez.”
Bu net saptamadan sonra, yazının ileri aşamalarında ise şöyle denmektedir: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Esat yönetimine karşı Suriye’ye girmesi ise, PKK’ye Güneydoğu’da geniş hareket olanağı sunar.”
Peki ama, madem ki, TSK’nın Suriye’ye girmeyeceğinden o kadar eminsiniz, neden TSK’nın Suriye’ye girmesi halinde olacaklardan söz edip okuyucunun kafasını şişiriyorsunuz ki? Bunu da geçelim.
Doğu Perinçek şöyle diyor: “Bu tezkereyi Suriye’ye karşı savaş tezkeresi olarak yorumlamak ve bu zeminde sloganlar üretmek gerçekçi değildir.”
Yani Doğu Perinçek de, Ahmet Altan’ın, tezkerenin savaş tezkeresi olmadığı görüşünü bir anlamda paylaşıyor. Ama ondan ayrıldığı temel bir nokta var. Ona göre, bu tezkere savaş tezkeresi değil, “Suriye’deki çapulculara destek tezkeresidir.”
Evet ama, sadece Suriye’deki isyancı güçlere destek için çıkarılmış da olsa, sonuç olarak bu da sürmekte olan savaşa destek amacı gütmüyor mu, sonuçta bu tezkere savaşa bir katkı değil mi?
Öte yandan, Doğu Perinçek’in hâlâ hayal görmeye devam ettiğini söylemek zorundayım. 28 Şubat sürecinde, o zamanki generallerin sözcülüğünü üstlenen Doğu Perinçek, Sincan sokaklarında, halihazır Çiller-Erbakan hükümetine karşı gösteri yapan tanklarla ilgili olarak şöyle demişti: “Tank bir araçtır. Kimin elindeyse ona hizmet eder. Sopaya karşı olunmaz. Sopayı kullananın niyeti önemlidir burada.” Peki, bunun doğru olduğunu farz edelim. Şimdi tanklar kimin emrindedir? Bugünkü hükümetin emrinde, öyle değil mi? Bugünkü hükümetin niyeti nedir? Suriye’yle savaşmaktır, bu da açık değil mi? Nitekim, tezkere çıkar çıkmaz, aynı tanklar ve toplar, hükümetin istekleri doğrultusunda Suriye’ye karşı mevzilenmiş ve hatta atışlara bile başlamıştır. Silah kimin elindeyse, kimin kumandasındaysa ona hizmet etmiyor mu?
Aslında bu deli saçmalarıyla iştigal ederek hem kendimi yoruyorum, hem sizlerin başını ağrıtıyorum, bunun da farkındayım. Yine de yazmadan duramıyor insan.
Bu savaş yanlısı Türklerin de, hükümetleriyle ve ordularıyla birlikte yenilip gitmesi ne iyi olurdu.
Gün Zileli
6 Kasım 2012
belki başka bir ironik hükümettir söylediği
Solcu ilkellerin önyargilari var. Etnikçi ve mezhepçi solun sünni Islam dümanligi var. Görünen o ki alevilerin alevi sandigi Nusayri Eset Türkiye’yi savasa sojkmak için elinden gelen provokasyonu yapiyor, ama hükümet ne Ittihat ve Terakki, ne Saddam ne de Menderes gibi olmadigi için savasa falan girecegi yok. Bugünün dünyasinda savastan yana olanlar miadi dolmus totaliter ve otoriter rejimlerle (Bush gibi, Netanyahu gibi köktendinciler dahil) birlikte ulusalcilar ve çesitli maskelerle (anarsizm dahil) ortaya çikan bildigimiz hortlak komünistlerdir. Suriye halkinin yüzde 90’i AKP’lidir. Eset’in de ölümü kendi halkinin elinden olacak, bu da en fazla birkaç ay alir, hükümet deli mi ki savasa girsin , Eset zaten bitmistir. Esdet hayranlari simdiden sazi alip agit yakabilir: “Biz de bu yayladan Eset’e gidelim”.
Adi gecen her iki gazetenin anlayisi ordunun siperinden bakmaktir, ne kadar farkli soylermis gibi yapsalarda savas tezkeresinde,askeri politikanin yaninda yer almislardir,gunumuz kauski’leridirler.
“Suriye ile savaş” meselesi bağlamında İP’le Taraf’ı aynılaştırmak biraz fazla zorlama olmamış mı?! Sözkonusu iki kesimin de feci birer ‘sağ sapma’ olduğunu kabul ediyorum, ama ortada duran kocaman bir gerçeklik vardır: İP bu örtük savaş halinin başından beri ısrarlı ve kararlı bir ‘yenilgicilik’ faaliyeti sergilemiştir (üslubunu ve ulusalcı-popülist dilini beğenmesek de); Taraf çevreleri ise en başından beri emperyalist savaş çığırtkanı koronun bir parçası olmuştur. Bu önemli gerçeği es geçip de her iki kesimi ‘özünde aynı’ gibi göstermek, anarşistlerimizin büyük bir bölümüne derinlemesine sirayet etmiş olan ‘kestirmecilik’ hastalığından kaynaklanıyor olsa gerek. Marx’ın, “Her şey yüzeyde göründüğü gibi olsaydı bilime gerek kalmazdı.” sözünü yeniden hatırlamak gerekir, İP’in “orducu popülist” söylemine takılmak yerine, onun Suriye-Türkiye savaşını durdurmak için yürüttüğü faaliyetlerin toplamına bakmak daha faydalı olacaktır. Suriye meselesi bağlamında asıl militarist/işgalci/orducu/yayılmacı kesim Taraf ve diğer AKP-Cemaat yandaşı gazetelerdir.
Sevgiler…
Liberalinden ulusalcisina solcularin 180 derece çark edip utanmadan, arlanmadan, yüzleri kizarmadan kimbilir kaçinci kere özelestiri yaptiklarini da görecegiz, gerçi tarih boyunca hep diktatörleri, hep darbecileri, hep katilleri, hep kan içicileri desteklemislerdir, onlarin cibilliyeti budur ve özelestiri sadece makyajdir. Eset geberince destekleyecek baska bir diktatör bulurlar.
selam
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=30260222
2 ve 5 no’lu yorumcu; CNN ve BBC gibi kanallar ölüm görüntülerini yayınlar, ölü teşhir ederler sende kaddafide olduğu gibi oturur zevkle göbeğini kaşıyarak izlersin. Çok övdüğün hükümet yarın savaşa girerse bu seferde sen en önde ”Yaşasın Savaş” diye bağırırsın. Senin gibilerin düşünce yapısından yorum çıkartmak çok zor, sen git statlarda , kapalı spor salonlarında kara gömleğini giyip bidaha birdaha diye çalıp oyna. Bukalemun zeminin rengine göre renk değiştirir, böyleleride güce göre
Savasa hayir mitingi yapip saga sola kaldirim taslari attiginiz ve önünüze gelen herseye saldirdiginiz için ne kadar barisçi oldugunuz da ortada. Siz gidin sapik diktatör Eset’in tetikçiligini yapin. Daha önce Saddam’in, Miloseviç’in, Castro’nun, Pol-Pot’un, Kim-Il-Sung’un , Mao’nun, Stalin’in, Kemal’in, Lenin’in gelmis geçmis bûtün eli kanli diktatörlerin tetikçiligini yaptiginiz gibi. Ilkel kafalardan ve ilkel yargilardan da bu beklenir. Hükümete her türlü elestiriyi yapabilirsin ama sen ideolojin geregi savasçisin , hükümet ise barisçi.
Bu hukumetle birlikte Turkiye’nin alt-emperyalist yonelimi aciga cikti. AKPnin umutlarinin ucunda Suriye’de bir kukla hukumet var. Zaten kendileri de birilerinin ismini zikrederek bunu onayladilar bile. Tabi AKP bunu istedi diye tam tersi olsun diye Esat’i destekleyecek halimiz yok. Ama bi savas durumunda devrimci yenilgicilik dogru tavir bana kalirsa da.
Dolayisiyla 2. ve 5. yorumlari yapanlar hemen hemen sunu soyluyorlar: 600 yil yonettigimiz topraklari isgale de yeniden yonetmeye de hakkimiz var. Yani Osmanli emperyalizmini gunumuze uyarlamak istiyorlar. Komik tabi. Cunku acemi olduklari her hallerinden belli. Emperyal isteklere sahip olmanin, oralari yonetmeye calismanin cok eskilerde kalan argumanlarini kullaniyorlar. Oysa ABDden ogrenseler, diktatorleri devirmek icin bu kadar hevesli gorunmemeyi basarabilirler. O zaman da kendi kamuoylarini cidden kandirabilirler. Herseyin basi egitim.
barışçı hükümetinin yalakası bu sitede insanların cibiliyetinden kimliğine küfür ve hakaretlerini okumaktan bıktık.sen git barışçı hükümetinin sitelerinde yalakalığını yap.içerde dışarda savaşan en militarist hükümetinin,iktidarın devletin savunucularının bu sitede ne işi olabilir?
9. yorumu görmemişim. Sağa sola kaldırım taşı atmak savaşçılık oluyor, Roboski’de insanları bombalamak barışçılık oluyor ha? Endonezya’da 10 milyon komünisti öldüren Suharto, kimbilir kaç kişinin kellesini almış Suud’lar, Sudan’da milyon kişiyi açlıktan öldüren AKP’nin baş tacı El Beşir. Bunlar hep kenarda köşede kalıyorsa, unutuluyorsa, bunun nedeni islam coğrafyasının insan ve petrol kaynağı olmak dışında pek de bi işe yaramaması. AKP’yi bile temiz ve barışçıl gören bir düşünce yapısının, Batının arkasından nal toplaması kadar doğal ne olabilir?
bunun nedeni islam coğrafyasının insan ve petrol kaynağı olmak dışında pek de bi işe yaramaması…
Sen bu laflari Ingiltere’de pek söyleme, irkçiliktan içeri girersin, ya da adamin biri gelir….
Suriye’de rejim için savasan Iranli Devrim Muhafizlari 5 yasindaki çocuklarin basini biçakla keserken “Hasan -Hüseyin’in intikamini aldik, Ali’nin ruhunu sad ettik” diye bagiriyorlar, evet savasa karsi tavir alirken, katliami da destekler konuma düsmemek gerek. Suriye’deki sekter Nusayri rejimi açikça Sünni katliami yapmakta ve bazilari mezhepçilik nedeniyle bu katliama çanak tutmakta, olay budur. Türkiye solu denilen sey iste bu kadar ilkeldir, tarih bunu yazacak.
Gercekligi gerceklik olarak kabul etmeden zaten tek bir adim bile ilerlenemez. Kapitalizme kufretmek kolay. Batiya kufretmek daha kolay. Islam cografyasinin 800 yildir yerinde saymasini, bilimsel, teknolojik, felsefi, sanatsal elle tutulur tek bir olayinin olmamasini aciklamak biraz daha zor. Ne oldu da hala ayni kisir dongude debeleniyor bu cografya? Abdelwahab Meddeb’in Islamin Hastaligi kitabina bir goz atin.
Irkcilik lafi da ayrica komik. Dovuste dayagini yemis, ama bahane bulan kucuk cocuklar gibisiniz.
Bu arada 5 yasindaki cocuklarin kafasini kesmek. Acaip bir fantazi dunyaniz var. Zaten islamcilarin el ayak kesmekten 4 kadina kadar erken Sade’ci fantazileri hep ilginctir.
sadec türk basını mı savaşçı olan? görülüyor ki birileri buralarda da kendince bir savaş yürütüyor. kimisi esat üzerinden aleviliğie, sola vb. vurarak burdan siyasal islami projelerini akp üzerinden savunmaya çalışırken… bir diğeri siyaset amaçlı cinayetlerini islama mal etmeye yeltenen canileri “işte islam” diyerek bu dini mahkum edebileceğini sanıyor. her ikisi de genellemeci, toptancı yaklaşım değil mi bunların?
ve galiba asıl sorunumuz, her bi şey ve olayları kendi özgüllüğünde ama bağlamlarıyla anlamaya çalışmak yerine ya genelliyor, ya da salt indirgiyor oluşumuz.
bence suriye-türkiye ilişkilerinde gelinen son aşamayı ekonomik bağlamından koparmadan anlaMAYI DENESEK bu kadar gürültü çıkarmaya gerek kalmazdı.
olay sermayenin küreselleşmesi sürecinden yalıtık ele alınabilir mi? soğuk savaşın ardından dizginlerinden kurtulan sermaye küresel ölçekte devinirken ayağına takılanları temizliyor, sistem dışında kalanları kendine eklemliyor. bunu türkiyede özalla hızlandırmayı denemişti, şimdi akp eliyle tamamlıyor. darbelerin sonunun getirilmesi de bu sürecin ürünü.
emperyalizm çağında kendi elleriyle inşa ettikleri kemalist ulus devleti, aynı zamanda osmanlı bakiyesi coğrafyanın tepeden inme modernizasyonuyla görevlendirenler de aynı emperyalist -kolonyalist yapıydı. baas bu anlamda arap kemalizmidir.
şimdi ise global bir dönemdeyiz. artık ulus devletler ayakbağı durumunda… tasfiyeleri gerekiyor. bu işi en iyi yapabilecek olanlar, geçmişte buraları kolonyalizm adına dizayn edenlerdir. bu iş öncelikle onların boynuna yıkıldı. ve süreç bu yönde işlemeye devam ediyor. (suriyenin geçmişte sovyet müttefiki olması kimseyi yanıltmamalı. ne ırak taki, ne de suriyedeki azınlık baaslarının türkiyenin ve emperyalist ülkelerin hilafına işbaşına gelebileceğine beni inandıramaz. hatta kaddafi, lübnan, tunus, cezayir vb bi dolu ülkedeki yönetimleri de sayabiliriz. ayrıca sscb ne kadar “meşru bir devletti ki”?).
sonuçta olanlar kapitalist ekonominin rasyosuna gayet uygun şeyler.
biz bu kapitalizm illetinden nasıl kurtuluruz sorusuna kafa yoracağımız yerde kısmi siyasal planlar ve hesaplar peşinde koşuyoruz sanki…
kapitalizmden, mülkiyet ve devletin eş zamanlı ilgası sağlanmadan kurtulmak mümkün mü? ve nasıl?
biraz da sadede gelelim lütfen. bu kirli savaşlarda tarafımız masum insanların yanı olmalı, herhangi bir devletin açık-örtük yandaşı olmak değil bence…
Yusuf Cemal arkadaşın son yorumları çok doğru ve asla ırkçı ve sömürgeci bir kafayla bir ilgisi yok. Aşağıdaki yazıda da görüleceği gibi gerçekte kimin sömürücü olup olmadığı da tartışılır.
http://obisp.blogspot.com/2009/10/medeniyet-dedigin-tek-disi-kalms.html
Ya belki biraz karikaturlestirme olacak ama Irak ve Suriye Iran’i, Afganistan ve Iransa Cin’i kusatma ve ABDye bagimli kilma planinin parcasi aslinda. ABDnin yalnizca islama karsi hareket ediyor gibi dusunulmesinde az buz mantiksizlik yok. Adamlar Guney Korenin ellerini saliyorlar fuze isiyle. Vietnamla ortak tatbikat duzenliyorlar. Kime karsi? Ortadogu halklarinda olan muhtesem, karsi konulamaz bir sey icin mi? Yoksa mesela petrolu, mesela hammadde yollarini kullanip Cin’i bagimli kilmak ve karlarini ulesebilmek icin mi?
Biz de, muslumaniz ya hani, o muthis paranoyamizla, adam bize saldiriyor saniyoruz. Biz adamlarin planlarinin icindeki planlarinin icindeki planlarinin, hilelerinin icindeki hilelerinin icindeki hilelerinin onda biri bile degiliz.
AKP bu hikayeye altemperyal rol alabilmek icin giriyor. Zaytung’un satirik muhalefeti cok dogru. Ozenti bunlar.
“Islam cografyasinin 800 yildir yerinde saymasini” bir argüman olarak kullanmak tipik kapitalist bakis açisidir. Bati Avrupa cografyasi o, çok sevdiginiz Marquis’nin paradigmasinia uygun olarak insan güdü ve tutkularini sonuna dek serbest birakip, vahsi, barbar, kan emici, kadini kölelestirici ve pedofil bir uygarlik yaratmistir. Bu uygarligin altyapisinin savunusunu sag denilen güçlere, üst yapisinin savunusunu da sol denilen güçlere vermistir. Sizin gibi kendini sosyalist sananlar aslinda kapitalizmin en azgin savunucularidir, kapitalizmin kültür ve degerlerini dünyanin geri kalanina karsi cansiperane savunmaktasiniz ama maalesek kapitalistler sizlere arada bir medyada bir iki yem atmaktan baska size yüz vermiyorlar.
Bu kadar basit seyleri anlatmak bile bu kadar zor. Ne yazik ki su kullandiginiz bilgisayar da, kac yasinizdasiniz bilmiyorum ama su yasa kadar gelmenize neden olan ilaclar da, ileride kanser oldugunuz zaman kullanacaginiz radyoterapi cihazi da kapitalist donemde icat edildi. Aksini iddia edebilecekseniz buyrun onden. Yani kapitalistler sizin onunuze coktan bir kac sey atmis olmali bunlari yazarken.
Oysa gercek elestiri, gercek kabul edildikten sonra baslar. Buralarda pek sevilmez ama Komunist Manifesto once kapitalizmin neler yaptigiyla baslar, onu over, sonra da donup neden yok olmasi gerektigini anlatir. Okudugunu anlayan herkes bunu gorur.
Yani o arguman kapitalist bir arguman degil. Aslinda modernist bir arguman. Ama tuccarligi odak noktasi alan bir dinin mensuplarinin o dini acikca kotuye kullanarak yeniden kurguladiklari bir ideolojinin kapitalizm elestirisinde bu kadar hata bulunur ve o kadar kusur normaldir.
Eklemeyi unutmusum: O insanligin serbest birakilan tutkulari ayni zaman da insanligin potansiyelidir. Hem tutkular gizli sakli kalsin, hem uzaya gidelim ile batinin teknolojisini alalim, ahlakini almayalim dusuncesi ozdes komiklikte. Suriyede de benzer durum var: Uzun erimde hem antiemperyalist gorunup, hem emperyalizm yapmak mumkun degil. Ister Iranlilarin kafa kesmelerine iliskin fantaziler kurun, ister Nusayriler, sapik mezhepler muhabbeti yapin. Calismaz.
Türk’ün kapitalizm ile deşarjı
Serdar KAYA/Taraf GAZETESİ
Türkiye’deki yaygın kapitalizm karşıtlığı, siyaseten hem rahat hem de risksiz bir pozisyona karşılık geliyor. Bu pozisyon, “tüketim çılgınlığı”ndan asgari ücrete, Avrupa Birliği’nden Arap Baharı’na kadar hemen herşeyin nedenini ve “içyüzü”nü kapitalizm ile açıklıyor. Bu açıklamalar, kapitalizmin kötücüllüğünü ve acımasızlığını vurgulayan bir söylemde ifade buluyor. Bu söylemi sahiplenmek de, kötü olana karşı duran kişiyi otomatikman iyi ve ahlaklı bir konuma oturtuyor.
Bu yaklaşım, terk edilmesi epey zor bir kafa konforu da sunuyor. Zira tasvir edilen dünyada neyin niçin yaşandığı, kimin iyi kimin kötü olduğu son derece açık. Alternatif açıklamalara çok fazla yer yok. Hatta herşey o denli aşikâr ki, ne olup bittiğini görememek ancak kötü niyetli olmakla mümkün!
Bu noktada, tek bir şeyle herşeyi açıklamaya kalkan böylesine basit bir kurgunun nasıl olup da her durumda kafa konforunu temin edebildiği sorusu öne çıkıyor –ki bu sorunun cevabı aslında kendi içinde gizli. Şöyle ki, herşeyi, karşı olunan kötücül güç (ya da, o gücün gizli emelleri) ile açıklamak, dile getirilen argümanları yanlışlanamaz (ve dolayısıyla da, bilim dışı) kılıyor. Zira, bilimsel metodun en temel sorularından biri olan, “Yanılıyor olsak, bunu nasıl anlardık” sorusuna bir cevap alabilmek burada mümkün değil.
Bir örnekle izah etmek gerekirse, Demokratik Barış Teorisi, demokrasilerin birbirleri ile savaşma ihtimalinin daha düşük olduğu argümanına dayanır. Bu teori, yanlışlanabilir bir teoridir ve dolayısıyla da bilimseldir. Çünkü, tarafların her ikisinin de demokrasi olduğu her savaş vakası, teoriyi yanlışlayabilir.
Yaygın antikapitalist söylem ise, her siyasi gelişmenin “emperyalist güçler”in inisiyatifinde olduğu söylemekte bir mahsur görmeyebiliyor. Örneğin, bu söylem, Batı ülkelerinin Libya’da yaşanan katliama müdahale etmemesini, “çıkarlarının öyle gerektirmemesi” ile açıklamış ve bu ülkeleri (onlara atfedilen kötücüllükle uyumlu olacak şekilde) katliama seyirci kalmakla suçlamıştı. Ancak, aynı söylem, NATO’nun Libya’ya müdahalesinin hemen sonrasında, asıl niyetin Libya’nın doğal kaynaklarını sömürmek olduğunu iddia etmekte bir sorun görmemişti.
Dikkat edilecek olursa, yapacağımız hiçbir gözlemin, inceleyeceğimiz hiçbir vakanın ya da yaşayacağımız hiçbir yeni gelişmenin, böyle bir yaklaşımı çürütebilmesi mümkün değildir. Çünkü,Kaddafi’ye müdahale edilmesini de, edilmemesini de emperyalizm ile açıklayan bir yaklaşımın, “Yanılıyor olsak, bunu nasıl anlardık” sorusuna verebileceği (objektif kriterlere dayanan) hiçbir cevap yoktur. Dolayısıyla, sadece rahat ve risksiz bir siyasi pozisyonla değil, aynı zamanda bu pozisyonun ifade bulduğu söylem üzerinden yapılan sahte bir entelektüellikle karşı karşıyayız.
Sadece muhalefet
Antikapitalist söylem, her eleştirisinin merkezine oturttuğu kapitalizmi çoğu zaman tanımlama zahmetine dahi girmiyor. Karşı çıkılan tam olarak nedir? Serbest piyasa mı? Mülkiyet hakkı mı? “Tüketim çılgınlığı” mı? Emek sömürüsü mü? Güçlü devletlerin uygulamaları mı?
Bu soruyu “Hepsi” ya da “Hiçbiri” şeklinde cevaplandırmak mümkün. Çünkü, yaygın söylem, bilgiden ziyade tepkiyle şekilleniyor ve spesifik ya da tutarlı olmak gibi kaygılara sahip değil. Bu durumun doğurduğu üç belirgin sonuç var: (1) Kapitalizm karşıtlığı, içeriği konuya ve duruma göre değişen bir muhalefet söyleminde ifade buluyor. (2) Bu tepki bazlı söylem sadece eleştiriye ve muhalefete odaklandığından neredeyse hiçbir alternatif sunmuyor, ve (3) insanları özeleştiriden uzaklaştırarak yanı başlarındaki asıl problemleri göremez hale getiriyor.
Bütün bunlar, kapitalizmin zihinlerde bir imgeye dönüştüğünü ve belli bir psikolojik ihtiyacı gidermekte olduğunu da ima ediyor. Kötücüllüğe karşılık gelen bu imge, kişisel bazda, insanların hayatlarında yanlış giden hemen herşey için suçlayabilecekleri bir günah keçisi işlevi görüyor. Aynı imge, kitlesel anlamda ise, ülkenin gerikalmışlığının ve Batı karşısındaki yenilmişliğinin sorumlusu olarak her daim taşlanan bir şeytan durumunda.
Sonsöz
Böyle bir söylemin Türkiye’de solcusundan Kemalist’ine, İslamcısından milliyetçisine ilgili ilgisiz her kesim tarafından bu kadar kolaylıkla sahiplenilebilmesinin nedenlerini biraz da burada aramak gerekli. Zira Türkiye toplumunun psikolojisi, birkaç asırdır büyük bir yenilmişlik hissi ve bu hissin doğurduğu aşağılık kompleksi ile malul. Bu rahatsızlık, özellikle belli konularda ciddi bir agresiflik doğuruyor. Kapitalizm ise, (diğer bazı kavramlarla birlikte) bu agresifliğin doğurduğu tepkinin yöneldiği bir imgeden ibaret.
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=7307&Serdar_KAYA-Turk%92un_kapitalizm_ile_desarji
Egoizm savunucularinin, birakiniz yapsinlarcilarin, herkes kendi çikarini savunursa ekonomi gelisircilerin kendilerini anti kapitalist saymalari kadar ilkel ve komik birsey yoktur. Iste piyasaclik pudur, piyasaci bizi bilgisayarla, birkaç tekno ile aldatacak, insanlik ölmüsse bunlarin ne degeri olabilir ki? Karl Marks “kapitlaizm devrimcidir” derken , kapitalizmin övgüsünü yapmaktaydi, zaten en büyük kapitalizm savunuculari da hep marksistler olmustur. Bakiniz: sosyal-demokrat partiler, bakiniz ellektrifikasyon=sosyalizm diyen Lenin, bakiniz köylü jenosidi ile ekonomik kalkinma yapan Stalin.
Daha 1812’lerde ilk sosyalistlere karsi piyasaci Bastiat kapitalizmi hangi argümanlarla savunuyorsa Maasaallah bizim çok bilgili solcularimiz da ayni argümanlari kullaniyor, yok teknik mis, yok ekonomik gelisme imis…Bir de Marks’i ikide bir kutsal kitap gibi dayama yok mu, kardesim 150 yildir Marks’in yolundan gidenler, kapitalizmin tirnagina bile zarar veremedi, Marksizmin kapitalizmin çaresi olmadigi, hatta aslinda kapitalizme karsi da olmadigi çoktan anlasildi, yeni seyler söylemek gerek.
O argumanlara cevap verip, bilincli oldugu donemde insanligin birikimlerini, kulturunu, teknolojisini reddecek babayigit fazla cikmadigi icin o argumanlari kullaniyor olabilir miyiz acep? Mesela erken donem Thoreau mu yoksa modern Bookchin mi cevap verdi, biz duymadik?
Kutsal kitap gibi dayatmiyoruz. Ama varsa aksi sozunuz , soyleyeni elestirmeden once o sozunuzu soyleyin. Mesela insanligin birikimlerini reddedip 6 milyar insani oldurelim deyin. Reddetsek bir katastrofi olmaz cunku… deyin. Ne bileyim bir sekilde tezinizi soyleyin. Yoksa gecin artik Italyan futurizmi yansilarini.
tanımla(ya)madığımız kavramı “temel bir argüman olarak” kullanmamak, düşünmenin namusunun gereği ise eğer; kapitalizmi tanımlamak bu konuda konuşmak için şarttır.
bence kapitalizm, aslında birikmiş emek ve/veya emeğin birikimi demek olan toplumsal sermayenin, birilerinin mülkiyetine dönüşmüş halidir. bu haliyle de o, devletin miras kanunları aracılığıyla meta üretimini mümkün kılar olmaktadır. burada belki metayı da tanımlamak gerekir; meta değişim değil kullanım değeri için üretilen mal ya da şeydir, diyebilirim.
Ben de tam olarak boyle dusunuyorum. Kapitalizm altinda yasiyoruz diye urettiklerimizden, bizim kendi urettigimiz degerlerden tamamen uzaklasmamiz soz konusu olamaz. Tam tersine bizden alinani geri almamiz gerek. Arasinda bu sisteme ozgu, igrenc “degerleri” tek tek ayirmamiz gerekecek ama bu yapilmadan eldeki herseyi atmak tam bir barbarlik retrosu gibi geliyor bana. Madmaxten hallice… 🙂
Yalniz miras kanunlari konusunda su tip itirazlar gelebilir: SSCB birikim ve toplam uretimden kar etme uzerine kurulu bir sistem oldugu halde miras hukuku yoktu, burokrat cocuklari babalarinin malllarina illa SBKPde yetkili birileri oldugunda ulasabiliyorlardi vs. Yani miras da birikim icin illa gerekli olmayabilir.
kapitalizm iyi de ah şu “sömürü” boyutu olmasa minvalindeki son iki yorumda beni rahatsız eden bir şeyler var. hani 100 yıl önce yaşasak çok doğru yorumlar ama günümüzde kapitalizm sadece mal üretmiyor, duyguları(arzular, cinsellik…), bedeni(fitnıs, estetik cerrahi vs.), boş zamanı(tatiller), imgeleri falan da metalaştırıyor. Artık sadece insan emeği değil insana ait her şey mübadele değerine sahip, piyasaya dahil edilebilir, tüketim kültürüne uygun hale geliyor. Kısaca, insana ait hiçbir şey kapitalizme yabancı değil. Durum buyken kapitalizmin ilerici yanına vurgu yapıp, kapitalizmin tek sorunun mülkiyetin birilerinin elinde toplanması olduğunu söylersek (23)üncü yorumdaki gibi insanlık ölmüş sen bize teknoloji anlatıyosun gibi tepkiler alıp, islamcılardan, primitivistlerden ayar yemez miyiz dostlar?
Komünistlerin önünde saygi ile egildikleri (basta sakalli Marks olmak üzere) kapitalizm tarihte ilk defa, tek bir dügmeye basarak bütün insanlari ( yani toplumu) öldürebilme olanagini sagladi, ne harika bir teknolojik gelisme!!!.
Komünistlerin önünde saygi ile egildikleri (basta sakalli Marks olmak üzere) kapitalizm tarihte ilk defa insanlarin küresel isinma, radyoaktif atiklar, ozon tabakasinin delinmesi gibi yöntemlerle dünya adi verilen gezegeni de (yani dogayi) yok edebilmeleri olanagini sagladi, ne harika bir teknolojik gelisme.
Insan klonlanacak, kadin, erkek, çocuk, yasli, hetero, homo, hayvan, insan,bitki farki kalmayacak, inanca, gelenege, ruha, adalete, vicdana, insani olana ihtiyaç kalmayacak, bilimsel kapitalizm veya bilimsel sosyalizm herseye çare bulur, herkes tek tip, teknoloji otonom olacak, piyasa ve liberal hukuk sistemi sayesinde (yüzünden) toplum da sibernetik bir mekanizma gibi olacak, bravo komünistler, bravo kapitalistler, bir kesiminiz kapitalizmin üst yapisini (burjuva demokrasisi, burjuva haklari, burjuva özgürlükleri) can havli ile savunurken bu üst yapiyi ortaya çikaran alt yapiya sözde elestiri yaparak kendinizi muhalif sanmaktansiniz, diger (sag kesim) ise bu üst yapiya sözde muhafazakar elestiriler yaparken ayni üst yapiyi ortaya çikaran alt yapiyi cansiperane savunmakta. Bir elmanin iki tarafi, ruh ikizlei, komünistler ve kapitalistler. Yasasin komünizm veya kapitalizm, kahrolsun toplum ve doga.
Herkesin egoist davranmasinin sosyal bakimdan olumlu oldugu iddiasi yanlis çikmistir.
Ticaret ve hirsizilik tanrisi Hermes’in kapitalist mitolojideki adi piyasa (Adam Smith’in görünmez eli) tipki Karl Marx’inn tarihsel materyalizmi gibi korkunç bir yalan ve madrabazliktan ibarettir.
Herkesin egoist davrandigi bir toplum yasayamaz, nitekim Bati toplumlari yok olmaktadir.
Piyasa ve görünmez el yalanlari ardinda bir avuç finans baronu, spekülatörler ve KUMARHANE ekonomisi dünyayi yikima götürmektedir.
Müslümanlar geri kalmismismismis….aman Islam ülkeleri “yerinde saysin” da ve bu rezalete katilmasinlar, insanligin kapitalizme karsi seçenegi vardir. önce bunu kabul etmek gerek, bunu kabul etmeden kapitalizm karsiti olunmaz.
İnsanlığa dair Zizek’in “Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı?” broşürüne bir göz atın. Orada kendi yerinizi bulacaksınız. Hümanizmin son savunucuları olarak kendinizi stalinizmin en azından yakınında hissedeceksiniz. Yanlış anlaşılmasın, Zizek o broşürde Stalini, Lenin’e ve Troçki’ye karşı açıkça kayırır. Kesin hoşunuza gidecek. 🙂
İnsanlığın ölümü konusunda sonuç değişmiyor, Romeo ölmeli. Zaten zamanı gelmişti artık. Kendi sınırlarınıza, cemaatlerinize, içinize kapanmanız işe yaramaz. O kapıyı boşuna kitlemeyin, çoktandır içerdeler zaten.
Ve son olarak, bir çok kişide “Nitekim olmuştur, görülmüştür” türünden bir tartışma örtme jesti var. Sanırım “bilimsel sosyalizmin” bugüne kalan tahribatı. Aslına “üniversite söylemi”. Yani kanıtlama gereği duymadan, bir otorite ağzıyla kanıtlanamayacak şeyleri rahatça iddia etme. Şu Batı uygarlığının çöküşünü bir türlü göremedik mesela. İki dünya savaşına, milyonlarca ölüye, onlarca yıldan beri süren şu “yozlaşmaya” rağmen. Olmuyor bir türlü ne yaparsınız? Hala fikir üretmeye devam ediyorlar. Onun için önce Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim edin. Sonra Sezar’ı öldürmeyi konuşuruz.
Mandeville zamanindan önce herseyi açikladi. Tarihsel kosullarin, belli bir zaman ve belli bir cografyada ortaya cikartigi bir proje uygarligini savunurken o kadar komik bir duruma düsüyorsunuz ki, adeta bana 1990’li yillarda komünist emperyalist blokun hâlâ dimdik ayakta oldugunu iddia eden ve Gorbachev ile yeni yeni zaferlere kosulacagina ciddi ciddi inanan komünist softalari hatirlatiyorsunuz.
Komik komünist softalar derken hayatinin büyük bölümü maoculuk ile geçmisken 1990’a birkaç ay kala giderayak Sovyet tipi komünizme dönüs yapan ve dönüp dolasip geldigi Sovyet kürkçü dükkani birkaç ay sonra berhava olan büyük bilim adami, essiz dahi, zeka ve bilgi küpü Halil Berktay’i anmadan olmaz. Yahu bu komünistler ilkel bile degiller bayagi “iptidai” bu insanlar…
Douglas Adams’in dedigi gibi, kimileri agactan inmemizin hata oldugunu soyluyordu. Kimileri ise ondan da once karaya cikmamaliydik diyordu. Buna kapitalizmin kendi 1989u gibi bir donemde yasadigimiz iddiasi da katilinca buradan orasi gayet komik gorunuyor.
Elbette toplumsal donusum evrime indirgenemez. Mekanizmalar farkli bir kere. Ama onun bir “parcasidir”. Dahasi ortak bir mekanizmasi olabilir. Mem teorisinden bahsediyorum. Herneyse sonucta eliniz klavyeye deyiyor, ilac aliyorsunuz, yiyecek uretimi zincirinin bir parcasisiniz. Yani kapitalizm tarafindan kirletilmissiniz. Istediginiz kadar inkar edin.
Ustelik stalinist humanizmin lutfuna mazhar olmussunuz. Koylu toplumlarinin en az kapitalizm kadar igrenc ve celiskili varoluslarini ovup kapitalizmin icinde yasayabilecek ve bu celiskiyi bastirmak icin bildiginiz siradan tum kufurleri edecek kadar hem de. Ah Stalin nelere kadirsin! :p
Hayatı kolaylaştıran uygarlığa, bilime ve teknolojiye bir bedel ödemeksizin sahip olmayı düşleyen zihniyet hiç gerçekçi değil. Kazandığın her şeye karşılık bir şey kaybedersin.
Uygarlık, bilim , teknoloji…bunlarin anlami nedir? Intiharlarin ve insani çöküsün zirve yaptigi bir toplumda hayatin kolaylasmasinin anlami nedir? Anladigim kadariyla bu site kapitalizm yalakalarinin bulustugu yer, kapitalizm yalakalarina da komünist deniliyor.
Kapitalizmi eleştirirken, sizin gibi düşünen Harun Yahya’ların binlercesi bedava dağıtılan kitaplarının arkasında kimin olduğunu, bu değirmenin suyunun nereden geldiğini de bir düşün istersen.
CHP “Savaş Karşıtları”nın Maskesini Düşürdü!
http://www.nasname.com/tr/11444.html
Uygarlıkmı. Bugün bu uygarlık dediğniz şey Kapitalizmin 500 yıllık yağmasından, yok etmesinden, talanından, köleleştirmesinden, özel mülkiyet bikiminden vs. başka bişey değil. Bumu uygarlık
Kapitalzmi eleştirmek ve bundan kurtulmak insanlık görevidir. Sayın Anonim insalık bişey kazanmadı ki kaybetsin asıl kapitalizden kurtulduğu zaman çok şey kazanacak
şekilde görüldüğü üzere, birileri kapitalizm tanımından rahasız. bu rahatsızlık keşke farklı tanımlamaya dönüşseydi de üzerinde konuşulma imkanı verseydi…sadece itham düzeyinde kaldığı bile söylenemez çünkü, o halde bile bir tanım gerekir.
bu durum ulus ve din konularında özgün marksist yorumlarıyla dikkat çeken değerli düşünür-yazar demir küçükaydın’ın bir yazısını hatırlatıyor.
yazar, “başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz” diyen marx’ın , bu cümlesindeki ulus algısının enternasyonalist değil, gerici milliyetçilikle malul olduğunu söylüyor. yazara göre bunun gerekçesi marksın dönemindeki burjuva düşüncesinin etkisinden kurtulamayıp, ulusu dil,din,soy ya da tarih üzerinden tanımlamasıdır. (anladığın kadarıyla ve mealen ifade ediyorum) ve şu sonuca varıyor: bazıları kendini enternasyonalist sansa da milliyetçi olabilir çünkü milliyetçiliğin tanımını “içerden” (bir milliyetçi olarak) yapıyor…
o yüzden, kapitalizmi tanımlamadan birilerini eleştirenler önce bir tanım getirmeyi denemeli öncelikle.
aksi halde kızgınlıklarının nedenini kapitalizm tanımında arama gerekir ki, hatırlatmakta yarar var “devlet mülkiyeti de kapitalizme dahildir” adı sosyalist olsa bile…
sscb de devlet mülkiyeti vardı, ama miras olayı yoktu diyen yusuf cemal dostumuz bir açıdan haklı görülüyor. gene de şöyle düşünülemez mi?
devlet eğer var olmasını mülkiyetin varlığıyla olanaklı hale getirebiliyorsa,aslında bu, devlet mülkiyeti kendine miras olarak bırakıyor, diye düşünmek aşırı bir yorum olur mu?
bir de siteyi yöneten dostlar, altı kez düzeltilmesini istediğim yazımın son cümlesindeki değişim, kullanım kelimelerinin yerini değiştirme işi neden bir türlü yapılamıyor…
Konu nereden nereye geldi. Utancımdan yazamıyordum. Siteyi ne hale getirdik diye düşünüyordum. Sonra eski yazılara göz attım. Bir çoğu ya küfürleşmeye dönmüş, ya ucube alaylaşmaya, ya da temel konularda anlaşamamazlığa. Neyse, fikirler böyle de çoğalıyormuş demek.
Yakın zamana kadar devlet mülkiyetinin kendi kendisini büyütme amacının var olması düşüncesi bana eksik geliyordu. SSCB’nin devlet kapitalisti olduğunu düşünmeme rağmen, o bölüm hep muğlaktı. Ama ana göstergeler, yani bu işin nasıl olduğu temel fikri haricindeki tüm göstergeler -birikimin var olması, sürekli silahlanma ekonomisi, sınıfsal ayrımlar vs.- bunu doğruluyordu. Ama bir birey mülkiyetinin ve hatta kellesinin yarın gitmeyeceğinden emin değilse (Stalin dönemi bürokrasi için de feci zamanlardı), kendisinin zenginliğini çocuklarına bırakamayacaksa birikim neden amaç olsundu ki? Bunu anlamak için ya Doğu blokunda yönetici olmak gerekirdi, ya da Zizek. Meta fetişizmini anladık, sermayenin nasıl kendi kendine amaç olduğunu anladık da, devlet mülkiyeti kendi kendisine nasıl amaç olabiliyor?
Sonuçta Moshe Lewin’in Sovyet Yüzyılı ve Zizek’in anlattıklarıyla anladım durumu. En azından ben, Marx ya da Proudhon okurken, olayı pop psikolojiyle kavramaya çalışmışım. Aslında Marx oralara hiç bulaşmamış, böyledir diye geçmiş, Proudhon’sa psikolojiye daha fazla girmiş ama o zamanın şartlarıyla anca o zamanın pop psikolojisi kadar. Ama iş çok daha derindeymiş.
Alişer’in fikrine şöyle bir itirazım olacak: Eğer devlet mülkiyetinin, yabancı güçlerin direk müdahalesi eliyle değil de (Irak,Libya vs.) , bürokrasinin bir şekilde ikna olmasıyla (Batı blogunda 1980’lerdeki özelleştirme dalgalarıyla Keynes’ten Friedman’a geçiş ya da aynı dalga sebebiyle Doğu blokunun çöküşü) çözülebildiğini görmeseydik belki bu tür bir yaklaşıma girebilirdik. Ama bürokrasi, başka zamanlarda üzerine titrediği devlet mülkiyetini, kendisinden olanların itirazlarına rağmen çözebiliyor. Ve bunu açıkça ideoloji sebebiyle yapıyor. Yoksa SSCB bu kadar sessiz sedasız ortadan kalkabilir miydi? Bürokrasinin tam savunma durumunda elinde silahlı güçleri vs varken, neler yapabileceğini Tiananmen meydanında görmüştük. Gorbaçov, Deng Şiaoping’i dudağından öpmedi diye Çin ayakta kalmadı sonuçta. 🙂
Yani bireysel özel mülkiyette de, anonim mülkiyette de, devlet mülkiyetinde de benzer birikim eğilimleri gözlenebiliyor. İtici güç yüzeydeki kişisel hırsların (hep bana bana, çocuklarım rahat etsin, onlara gününü göstermeliyim, ben de yiycem, seni yenicem İstanbul vs.) ötesinde.
Son bir şey, şu intihar oranlarında nasıl ezbere konuşulduğunu göstermek gerek:
http://en.wikipedia.org/w/index.php?title=File:Self-inflicted_injuries_world_map_-_Death_-_WHO2004.svg&page=1
Bu da 2011 rakamları:
http://www.who.int/mental_health/prevention/suicide_rates/en/
Siyasal islamcılığın günümüzdeki versiyonlarında “maneviyatını” kaybetmek, boşlukta kalmak, büyük ötekinin var olmadığını düşünmek düşünülemez bir şey. Bu sebeple de simgeleştirilmeli. Neyle? Tabi ki intiharla. Dünyanın neresine giderseniz gidin, new age kökten dinciler aynı hikayeyi anlatıyorlar. Zizek kadar emin olmasam da, otantik islamin bu “maneviyatsiz kalirsaniz bunalim olursunuz, intihar edersiniz mazallah” türünden new age islamci tayfasindan çok daha devrimci olabilecegini düsünüyorum. Ama o islam 700-800 yil önce kendi rönesansının girişinde boğuldu gitti. Kendimizi kandirmamaliyiz…
Bir de sanırım yaşam uzunluğu “uygarlık” konusunda ortaklaşabileceğimiz bir rakam:
http://en.wikipedia.org/wiki/File:Esperanza_de_vida.PNG
“Bu rakamlar hiç bir şeyi açıklamaz!” Hayır, bal gibi de açıklar. Kapitalizmden kurtulduğumuz anda, potansiyellerimizi nasıl ortaya sereceğimizin küçücük bir göstergesi bu olanlar. Eğer 500 yıl öncesinden iki kat daha uzun yaşıyorsak, sırf bu bile bu zaten zor öğrenen insan ırkının ilerlemesine delalet eder.
genelinde hemfikir olduğum ve ayrıntılarından yararlandığım fikirler…
ancak gene de nev age islam, otantik islam ayrımı ne kadar gerçeklik, bilmiyorum. ben ayrımın tartıştığımız mülkiyet ve miras üzerinden yapılmasının daha anlamlı olacağına inanıyorum. kapitalizmin (devletiyle eşzamanlı) aşılmasının yolunun buralardan aranması gerektiği kanısındayım. bunun için müslüman olmak da gerekmiyor. kadim kültürlerin hülasası yapılmalı bence, ihtimal ki pek çok işe yarar malzeme vardır. bir de işin duygu, aşk ve inanç boyutu var elbette. kapitalist rasyonun her şeyi dümdüz edip kendine (parasına) benzettiği bir dünya zamanında bunları önemli görüyorum. solun olayın bu yönünü okumada yetersizliği bir açıdan hiç de garip değil. çünkü gerek teorideki boşluklar, gerekse o felaket tarihin mirası bunu dayattı denebilir. gene de dünyayı değiştirme iddasında olanın, zamanı doğru okuması ve birazcık da yaratıcı olmasını beklemek haktır, diye düşünüyorum.
söz buraya gelmişken anonim arkadaşın da zaman zaman dikkat çektiği insan ve egosu meselesini konuşmakta yarar olabilir mi, ne düşünürsünüz? biraz bu güncel politik dilden sıkılanlara da çağrı olsun…
Aslinda bu ayrica ve etraflica konusulmasi gereken bir konu. Ideolojiler nasil isler’den meta fetisizmine kadar gidiyor. Ama gercekten niyet ve zaman istiyor. Ve yeri de bu yazi mi bilemedim. Gun Zileli’nin gecmis ve bugunun egolarini karsilastiracagi bir yazisini mi beklesek acep? :p Eski tanrilara laf ettigi icin bi suru kufur ederler ama arada bunlar da tartisilabilir. 😀
tamam. öyle yapalım.
http://marenostrum.blogsome.com/2013/02/06/p134/
Sözümona “antimilitaristlerin” anlayamadığı şey:
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=5083