Özrünü Kabul Edemeyeceğiz Cengiz Çandar…
Dünkü Radikal’de Yıldırım Türker, Bianet’e atfen, 18 yıl önce Sivas katliamından sonra kimlerin neler yazdığını ortaya koymuştu. Nazlı Ilıcak ve Mehmet Barlas gibi yazarların arasında Cengiz Çandar’ın da adı geçiyor ve o günkü yazısından alıntı yapılıyordu.
Bugün Cengiz Çandar, Radikal’deki köşesinde “Madımak”ı Unutmamak” başlıklı bir “özür” yazısı yazmış ve şöyle demiş:
“Katliamın kitlesel çatışma potansiyeli taşıdığının farkında olarak, ‘İslamcılar”ı özellikle eleştiri oklarına bilinçli olarak hedef kılmadım. Yazı yayımlandıktan sonra ‘İslamcı’ diye tanımlanan çevrelerden ‘dikkatli’ ve ‘sorumlu’ davrandığım için övgüler aldım.
Övgülerden etkilenmedim. Tam tersine, o yazı içimde hep bir sıkıntı yumrusu olarak kaldı. Ve, uzun meslek hayatım boyunca, isabetini savunmakta kendime karşı zorlandığım pek az sayıda yazının başında geldi.
İki nedenle: 1) Birçok gözlem doğru olmakla birlikte, Aziz Nesin’e haksızlık ettiğimi ve yakışıksız sıfatlar kullandığımı düşündüm.[1] Öyle yapmam yanlıştı; 2) Kimin provakasyonda payı ne olursa olsun, 37 kişinin canını alan öylesine bir kundakçılık olayında “siyasi denklem” kurmayı değil, “vicdanın sesi”ni dinlemeliydim. Ölenler –üstelik ölüm biçimleriyle – bağrımı yakmıştı ama bu duygum, ne yazık ki, yazıya yansımamıştı.
…
Yanlışlar insanın peşini bırakmaz. O yazının belki gözlemleri değil ama ruhu yanlıştı… O yazının yanlış ruhundan ötürü incittiklerim olmuşsa, hepsinden özür dilemeyi borç bilirim.”
Gerçekten özür dilemek büyüklüktür. Ama gerçekten özür dilemek aynı zamanda büyük bir ruhu ve cesareti gerektirir. Eğer bu yoksa, eğer bu büyük dönüşüm yaşanmamışsa dilenen özür, karanlıkta iş görürken aniden yanan ışıkların ortasında kalıveren hırsızın özür dilemesine benzer: “Yakalandım, özür dilerim.”
Birinci nokta şudur: Acaba Bianet ve Yıldırım Türker Madımak katliamının 18 yıl önceki belgelerini ortaya dökmeselerdi Cengiz Çandar yine özür dileyecek miydi? Eğer böyle bir yakalanma durumu olmasaydı, kendiliğinden bunu yapsaydı samimiyetine bir nebze inanmamız mümkün olabilirdi. 18 yıl boyunca içindeki o “sıkıntı yumrusu”yla nasıl yaşayabilmiştir? Neden bu sıkıntısını ve özrünü 17 yıl boyunca ertelemiştir? “Peşini bırakmayan” yanlıştan neden daha önce kurtulma yoluna gitmemiştir?
İkincisi, Cengiz Çandar, “özür dilerken” bile kendini savunmayı ihmal etmiyor: “Katliamın kitlesel çatışma potansiyeli taşıdığının farkında olarak, ‘İslamcılar”ı özellikle eleştiri oklarına bilinçli olarak hedef kılmadım.” Bravo vallahi yanlış yaparken bile “doğru”lardan hareket eden bir politik şahsiyetle karşı karşıyayız. Artık Komünist Partiler bile günümüzde bundan daha samimisini yapıyorlar. Cengiz Çandar öyle bir politik kişiliktir ki, yanlışının bile bir değeri vardır. Bak sen! Böyle yanlış şeyler yazmasının nedeni meğer “kitlesel çatışma potansiyelini” dikkate almasıymış. Eğer İslamcıları eleştirirse bunun kitlesel çatışmalara katkısı olacağını anlayıp bunu yapmaktan imtina etmiş, Aziz Nesin’e yüklenmek daha kolayına gelmiş. Gerçi daha sonra sıkıntısını kendi içinde 17 yıl boyunca bir kanser hücresi gibi taşımış ama politik yanlış yapmaktan ve “memleketi bir kitlesel çatışmaya” sürüklenmekten korumuş.
Üstelik yazının “birçok gözlemi” doğruymuş. Yani yazının politik yöneliminde bir hata yok, yalnızca “ruhu kötü”. Kaldı ki, “ruhu kötü” olan Cengiz’in kendisi değil, yazı. Çok ilginç bir şekilde Cengiz burada da usta bir politikacı olarak “kötü ruhu” kendi içinden çıkartıp yazıya yüklüyor. Oysa dürüst olsaydı, “yaptığım gerçekten kötü ruhluluktu ve ruhumun bu kötülüğü aynen yazıma yansımış” derdi.
Aslında yazısını öz olarak savunmaya devam ediyor. İşte şu cümlecik: “Kimin provakasyonda payı ne olursa olsun…” Dipnotta verdiğim cümlesine bakınız. Orada da Aziz Nesin’in “provakasyonun”dan söz ediliyor. 18 yıl sonra aynı bakış bu sefer “ne olursa olsun” ekiyle araya sokuşturuluyor. Yani yazısının temel tespitinde ısrarlı. Aziz Nesin’in “provakatörlüğü” hakkındaki hüküm varlığını devam ettiriyor. O zaman kimden, ne diye özür diliyorsun ki? Aziz Nesin”e “bunak”, “aptal” dediğin için mi? Boş ver, üstü kalsın. Aziz Nesin’e değmez bile o laflar, zaten değmemiştir de. Ama dönüp dolaşıp sana iade edilmiştir kamu vicdanı tarafından.
Aslında Cengiz Çandar’ın içi yanmış ama bu iç yanması yazısına yansımamış. Yani aslında içsel olarak iyi bir insanım da bunu yazıya yansıtamamışım demeye getiriyor. Şecaat arzederken merdi Kıpti sirkatin söyler diye bir söz vardır. Eğer dediği gibi içinden böyle bir acı duyup da bu yazıyı yazmışsa aslında Cengiz’in suçu daha da büyüktür. Buna bile bile lades demek denir. İçinden ne olup bittiğini biliyor ama politik hesapları dolayısıyla tersini yapıyor. Bundan daha kötü bir ruh olabilir mi?
Cengiz Çandar, “yanlışını” ortaya koyarken bile “doğrusunu” göstermekte de pek mahir. Şu cümleye bakın: “…isabetini savunmakta kendime karşı zorlandığım pek az sayıda yazının başında geldi.” Yani aslında hep doğru yazılar yazardı, çok az yanlış yazı yazmıştı hayatında. Hatta “yanlış” da denemez. “İsabetini savunmakta zorlandığı” yazılar bunlar. Yani yanlışlığı, doğruluğu bir hayli tartışmalı yazılar. Hem de o kadar az sayıdaki. Bravo Cengiz Çandar!
Bütün bunlara rağmen Cengiz Çandar’ın özrü kabul edilebilirdi belki. Ama yok yok. “’…siyasi denklem’ kurmayı değil, ‘vicdanın sesi’ni dinlemeliydim” diye yazdığı bir yazıda bile siyasi denklem kurmaya devam eden ve Alevi sorusunu üzerine ahkâm kesen, varlığı safi politik ihtirastan oluşan bir yaratığın samimi bir şekilde özür dilemesini beklemek gerçekten saflık olur.
Cengiz Çandar’ın samimiyetine bir tek koşulda inanabilirdim. Kalemini kırdığı zaman. İşte o zaman saygıyla eğilirdim onun önünde.
Ucundan kan damlayan kalemleri ancak kırılmak paklar.
Gün Zileli
5 Temmuz 2011
[1] Söz konusu satırlar şöyledir: “Devletin vurdumduymazlığı ve aczi ‘birey’in provakatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz…’Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.”
Oral Calislar, Sahin Alpay, Murat Belge, Cengiz Candar….sirada kim var? Bakin bir saptama yapayim, Fazilet Partisi’nden Refah ve Ak Parti çikti sonra Halkin Sesi Partisi kuruldu, kimse kimsenin gözünü oymadi, ya solda ne olmakta? Helallesmek yok, hesaplasmak var, solculuk iste bu: Birbirinin gözünü oyma olayi. Sana ne kardesim Cengiz Candar’dan sen yoluna, o yoluna. Zaten adam solcu da degil artik, içerde Özal tipi sag liberal , disarda ABD dis politikasinin sözcüsü
Sen ne diyorsun onu söyle, ya Stalin’e takilip kalirsin, ya da insanlarin milattan öncesi ile ilgili dedikodu yaparsin, is fikir söylemeye gelince de “ah bir bilsem” diye kivirtirsin.
Serinin devamı geldikçe kendini aşan seviyede eleştiri yazısı çıkararak, gözden kaçırılmak istenenleri bile açığa çıkarıp niyet okuma seviyesinde başarılı iş çıkarmış.Bu tarz yazıların amacı yazara olumlu eleştiri ile yanlışlarını görüp o yanlışlarda devam etmesini engellemek olmalı iken zilelinin yazısından sonra eski yoldaşı çandarın kalemi olumlu eleştiriden ders çıkarıp kan damlatma yerine özgürlük ve barış nağmeleri döktüreceğini söyleyebilirmiyiz?merakımı mazur görün çandar,belge,berktay dan çok daha fazla eleştiri hak eden sadece kalemi değil bütün pratikleri sistem mağdurlarını yok etmekle geçmiş ırkçı,devletçi,şöven,vesayetçi,ergenekoncu halk düşmanları hakkında bu seviyede eleştirel yazılar okuyabilecekmiyiz?yoksa zamanlamamı müsait değil şimdi tesev raporu hazırlayan çandarı hedef alma zamanımı?
Sinan beyin de masadan biri olduğunu düşünmeye başlayacağım neredeyse…
Cemal Madanoglu da herkesin polis oldugunu düsünürdü, tek güvendigi adam Mahir Kaynak’ti. Zileli’nin biri (Ümit adini tasiyani) desifre olmusken polisi neden baska yerde ararsiniz?
Vallahi emniyet arşivlerine dayanarak konuşuyorsunuz beyim. Tebrik ederim. Benim zamanımdan beri siyasi şube epeyce inkişaf etmiş.
Sitede yayımlanıp tartışma platformu seviyesinde ilgi bulup hepimizin bu tartışmalardan yararlandığımız yazıları hatırlarsak pratik devrimci siyasetin dışına düşenlerin bile etkilenediği kısır siyasi hayatımıza yeni yaratıcı ufuklar açtığını hatırlarız.kişisel hesaplaşmayı aşamayan seviyedeki son serinin özel bir amacı yoksa ufak ufak 75 lerdekine benzer esmeye başlayan toplumsal muhalefetin devrimci rüzgarına faydası olacağını sanmıyorum.Tüketilen bunca deneyden sonra ortak hayalimizi gerçekleştirecek olan toplumsal muhalefetin bizleri insalığın ulaştığı evrensel devrimci değerlere taşıyacak alternatif başarı siyasetinin kural,kurum ve işleyişlerinin ne olabileceği sorusuna cevap arayan yazılarla zileliden çıtayı yükseltmesini bekliyorum.Haksızlık yapıp çok şey istiyorsunda denebilir ‘özerklikçi’olmak kadar devrimci olma hakkımızda var çok şey istemediğimi sanıyorum.bu sorulara cevap bulmak için sanıyorum yaşanan pratik hayatın içinden bir sese ihtiyacımızda olacağına göre bu cevapları en devrimcilerde aramak isabetli olacaktır.
Zaten mesele o ki Madanoglu kendini solcu, devrimci, çagdas biri polisi ise mürteci, fasist, gerici sanmaktaydi. Halbuki Madanoglu cuntasindakiler,basta Gürler ve Batur olmak üzere diger cunta ile ayni özellikleri, belki de daha belirgin bir sekilde tasimaktaydilar. Iste Hursit Abi’nin de durumu bu. öte yandan, Gün Zileli kendisinin Gürler kligini de elestirdigini söyleyip kitabindan referans veriyor ama o referansta öyle bir kanit yok, kendisinin 70’li yillarda Türün aleyhinde miting düzenleyip Gürler’e karsi çit çikarmadigi gerçegini degistirmiyor.
Söyleyecek yeni cümlesi olmayanların tarzı ile beni bile masadanmı diye suçlamak ya söyleyip sorduklarımı anlamamak yada anlayıp cevabı işimize gelmemek olabilir.burdaki tartışmalara gerçek kimliğiyle katılıp emek demokrasi özgürlük bloğuna yapılan bence olumsuz eleştiri den sonra katılıp sürekli verimsiz tartışmaları verimli olabilecek seviyeye çekmeye çalışan yorumumdan polis masası çıkarabilmek siyasi konularda gösteremediğin seviyede yaratıcı bir iş olmalı hurşit abi
Peki evladım afedersin, halk ettim ki ne halt ettim. sen masadan değilsin, koltukçusun koltukçu. Yani koltuk sevdalısı manasında değil. eskiden birine destek verenlere koltukçu denirdi. Yani koltuklamak, destek vermek anlamında. sen de BDP’ye koltuk çıkmaktan yanasın ya, öyle demek geldi içimden.
Bak bunu beğenmedim memur bey. arşivinizde yok mu Gün bey kardeşimizin kitapları. Oradan bakıverin canım. Adam sayfa numarası bile vermiş. Bu kadar da hazırlopçuluk olmaz ki.Bi daha tekerrür etmesin. amirlerinize şikayet ederim vallahi.
Hursit abi. artik okudugunu anlamamaya baslamissin. Baktim diyorum, orada öyle bir sey yok diyorum, orada sadece bazi Dev-Gençlilerin kitap yazildigi sirada yapilmis kritigi var diyorum, o yillarda Zileli ne yapmis, Gürler’e, Batur’a karsi ne yapmis , hiçbir sey yok diyorum, oysa Türün’e karsi eylem yapmis diyorum. Yani….
bak evladım tepemin tasını attıracaksın şimdi. Burada eylemi değil, tutumu münakaşa ediyoruz. O sayfada adam tutumunun ne olduğunu ortaya koyuyor açıkça. Ayrıca Münir aktolga ile ilgili yazıda da bu var. eyleme gelince. adam içerde yahu nerden eylem yapacak. Faik türüne de yapamaz, bilmemkime de yapamaz. Eğer sizin emniyet arşivleriniztden bakıp söylüyorsanız yanlış, bin kere yanlış. Söyle ben de ikna olayım. Neymiş o faik türün eylemi. zamanını ver bakiyim.
herhalde bdp ye koltuk çıkacağız yılarca tepemizde boza pişiren kurumsallaşmış askeri bürökratik faşizmin bu günkü uzantıları ve onlara yaranmak için gündem yaratıp açığa çıkan rezilliklerini örtmeye çalışan sahte devrimcilere değil elbette.kazancı yokuşundan tesadüfen sağ çıkan biri olarak kozmik odada bu vahşetin planlarını yapıp uygulayanları bu güne kadar gizleme becerisi gösterenlerin açığa çıkmasını ısrarla gündeme taşımak dururken karanlığın dahada kararmasının taşlarını örenlere güzelleme yapacak halimiz yok.asıl masanın işlevi bu seviyede olup bitenin açığa çıkıp kımin ne olduğunun anlaşılması olmasın?bana uyar yarası olanlar gocunduğundan olmalı bir türlü 100 puanlık uzmanlık sorularına cevap bulamadığımıza göre masa yerine sandalyeci olsak ne yazar masadaki seviye evlere şenlik neden yaşanan hayatın dışına düştüğümüzü şimdi daha iyi anlıyorum.
Hursit Bey, Gün kardesinize sorun “iskenceci Türün sürüm sürüm sürün” mitinglerini, o size söyler. Bu arada Gün kardesinizin Candarli Cengiz yazisinin bir benzerini de Ertugrul Özkök kardesiniz yazmis, yarin okursunuz, burasi emniyet ya (!), yazilari çikmadan önce okumaktayiz. Unutmayalim, Ertugrul kardesinizi ve diger kardesleri ilgilendiren esan konu pek iyi bildiginiz gibi, ama asla itiraf etmeyeceginiz gibi, yine de adinizi bildiginiz kadar emin oldugunuz bir gerçek: Cengiz Candar neden topa tutulmakta? Neden ve neden 40 yil önce Zileli’nin arkadasi oldugu için mi? Cengiz ve Gün 1972’den beri ayri yollardalar, yalan mi? Yanlissa söyleyin, söyleyemezsiniz. Neden 40 yil önceki arkadas hatirlanir? TEK NEDEN CENGIZ’IN KÜRT RAPORU. Hadi, hadi biliriz bu Karanlik Oda tv taktiklerini, bunlari agababasi, kuruculari arasinda Zileli de bulunan Aydinlik ceridesidir. Uyanin.
Cengiz Candar hakkinda Oda TV’nin açtigi linç kampanyasi. Cellatlar, katiller, linç elemanlari, aslinda hiç olmayan ve hatta yok olan ergenekon’un tetikçileri is basinda, okuyunuz, tatmin olunuz:
Misafir – eynal81
Özür dilemek MADIMAK katliyamının 18.yılındamı aklına geldi akıllım!Aradan onsekiz yıl ,bir ömür geçmiş beyefendi şimdi özür diliyormuş. Al özrünü başına çal!
2011-07-05 17:38:47
——————————————————————————–
Misafir – Paratoner
Sen şuna fırsatçılık desene, CIA’cı.
2011-07-05 17:16:25
——————————————————————————–
Misafir – akdenizli
Nedense bir tiksinti hissettim.
2011-07-05 16:54:22
——————————————————————————–
Misafir – AYALAR
Cengiz Çandar kimden özür diliyor aziz nesin öleli yıllar olmuş,o zaman aziz nesinin hakkını alırken düşünecekti.Adamlık özür dileyecek duruma düşmemektir.
2011-07-05 15:58:01
——————————————————————————–
madenci
dönmek sana serbest cengiz çandar istediğin kadar dönebilirsin,özür dilemenede gerek yok,sen göevine devam et,görev nemi her şey ortada değilmi
2011-07-05 15:11:38
——————————————————————————–
Misafir – CimBom
bundan 18 yil sonra bu yazin icin kimden ozur dileyeceksin acaba?.. Madimak unutulmayacak tipki Sen, Ozkok, İlicak ve diger islamik tayfanin unutulmayacagi gibi. Gunah cikarman faydasiz: kimse senin kafani oksamayacak.
2011-07-05 14:44:37
——————————————————————————–
Misafir – HOPHOPNAME
C.Ç. biraz daha beklese özür dileyeceği kimse kalmayacak. O zamanki duruşu ile şimdiki arasında ne fark var. O Zaman kime hizmet ediyorsa şimdide aynı yere hizmet ediyor.
2011-07-05 14:37:37
——————————————————————————–
Misafir – kubilay
senin butun hayatin yanlis Cengiz CIAngar…senin problemin taaa bastan beri kofteleri serefine tarcih etmen … ama yalniz degilsin cok kisi ayni seyi yapti …simdi soyle bakalim %60 gerzekmi degilmi??? Aziz Nesin 80 nine merdiven dayamis olmasina ragmen dogruyu soyledimi soylemedimi??? Kusura bakma sen onun tirnaginin tirnagi olamazsin ne akil ne gorus nede sereften bahsedilecek bir yanin yok – cenabi rabbini gorene dek ye koftelerini otur asaga boyundan buyuk laflar da etme fazla – ozur dilemen ise sahte gunun geregi ve samimiyetsiz herzamanki gibi – senin derdin asil ruhun … o bozuk ne yaparsan yap duzelmiyorda …
2011-07-05 14:30:04
——————————————————————————–
Misafir – misafir
cengiz çandar da bu kafa oldukça daha çok özür dileyecek kafasını duvara vuracak…
2011-07-05 13:31:15
——————————————————————————–
Misafir – gubaldak
Eskiden yazılanları internete koyan arkadaşlara teşekkürler.Kimin nerede durduğunu görmüş oluyoruz.Cengiz Çandar çemkirerek de olsa özür dilemiş(yazının ruhu vs).Buna da şükür.
2011-07-05 13:13:11
——————————————————————————–
Misafir – SIRRI YEZDAN
Sizin gibiler işte bu zihniyetleriniz karşılığında kazandıklarınızı KEBABA ÇEVİRİP, SİVAS’ta YOBAZLARCA yakılan toplumada DİNİn ve İMANIN gereğidir diye sizin gibiler tarafıdnan lanse edilen yorumlara o YOBAZ çevrelerden gelen her türlü desteğin maddiyata dönüştürüldüğü o çıkınlarınızı ihtiyacınız olan beslenmenizle ilgili olarak yazlık ve tatil beldelerinde bol ve gür harlı ateşlerde KEBAP yapılan etlerin tabaklarınıza servis edildiği şekilde artık AFİYETLE birlikte bir güzel SİVAS’ın yollarında Türküsü eşliğinde midelerinize çok şükür diyerekten indirirsiniz.
2011-07-05 12:47:27
——————————————————————————–
Misafir – IZMIRLI
babam derdi: NE HATA YAP NE DE OZUR DILE KAREKTER SAHIBI OL SOZ AGIZDAN CIKTIKTAN SONRA, bi sey yapildiktan sonra geri donussuzdur
2011-07-05 12:43:59
——————————————————————————–
Misafir – erdoğan
bugünlerde yazdıkları için gerçeği görüp özür dilemesi için kaç sene bekleyeceğiz.
2011-07-05 12:15:23
——————————————————————————–
Misafir – dogan57
Çandar’ın kalan ömrü, yanlışları için özür dilemeye yeterli gelmez
2011-07-05 12:02:59
——————————————————————————–
Misafir – günolur
vicdan 18 yıl sonra yerini bulmuş,kaybolmuş ,birden hatırlanmış,ya aslında böyle düşünmemiştim ya aslında bunun arkasında derin güçler var dı da ondan,şundan,bundan…merhamet yıllar sonra hatırlanır bir şey değildir ya vardır yaşarsın ya da eksilmiş hırpalanmış yaşmların günübirliginde unutulmuştur…
2011-07-05 11:57:39
——————————————————————————–
zincirkıran
Bugünlerde yazdıkları için, zaman gelir yine özür diler. Bu zatın yaşamı hep böyle özürlerle mi geçecek? Özürlü kişi! Önce bir yerlere yaranmak için her şeyi yap. Her zaman yapmaya devam et. Al payeleri, alkışları, gazı. Aradan yıllar geçsin, “Aslında hata ettim öyle yapmakla” de. Makyevelist! Tutarsız!. Goygoycu! Faydacı! Benbildimci/ Benbilirimci! Gazagelici/Gazagetirici/Gazgetirici!/GaZteci!
2011-07-05 11:39:06
——————————————————————————–
Misafir – USTURA
Senin yaşamın yanlışlar üzerine kurulu Cengiz efendi. Senin içine oturacak daha nice nice konular var. Ama ne kadar özür dilesen de, sen ömrünün sonuna kadar vicdan azabından kurtulamazsın. Yalnızca senin değil, seninle aynı çizgide olan çok sayıda gazeteci yazar etiketi taşıyan, ama asıl işi emperyalizme ve güç sahiplerine hizmet etmek olanlar, ölüm döşeğinde bile huzur bulamazsınız.
2011-07-05 11:24:00
——————————————————————————–
Misafir – gülfiliz
Türkiye Cumhuriyeti düsmani yandas Candar Allah senin …… versin insallah
2011-07-05 11:17:09
——————————————————————————–
ADİL SAĞOL
ACABA Sn.Çandar,AKP yandaşlığıyla yazdığı yazdığı yazıları için kaç yıl bekleyecek ÖZÜR DİLEMEK için.Üniter devletin parçalanması için yazdıkları yazılar için,ÜLKENİN PARÇALANMASINI mı,bekleyecek ÖZÜR dilemek için.
2011-07-05 11:15:58
——————————————————————————–
Misafir – mahsun
Cengiz Çandar,Ne güzel söylemiş “Yanlış insanın peşini bırakmaz” Ama Cengiz Çandar’ın peşini hiç bırakmıyor. Sürekli yanlış yapma zinciri fabrikasına dönüştü. Sanırım kendisi ile çok hesaplaşmaya başladır ki; böylesi bir tespitte bulundu. Yanlış adamın beşini yanlışlar bırakmaz. O yanlışları sıralasam fizana yol olur. Çandar’a en güzel yanıtı Hasan Yalçın vermişti. O çivi gibi uslubuyla…
2011-07-05 11:03:05
——————————————————————————–
juneate
Ömrü vefa ederse, daha çooook özür dileyecek.
2011-07-05 10:57:47
——————————————————————————–
Misafir – Sselim
İhanet içinde geçen ömrü,özürlerle geçiştirilemez.Böylesine kendi milletine düşmanca ömür süreni besleyenleri,el üstünde tutanları paraları ve oyları ile destekleyenleri de affetmek imkansız.Bunu da biliyor ama söylemesi için yüz gerek.
2011-07-05 10:52:26
——————————————————————————–
Toplam 22 Yorum Yapılmıştır |
Bu haberin yorumlarını tek bir sayfadan oku
Efendim, burada bir linç havası olduğu gerçek. Bu ODATV seyircisinin seviyesiyle ilgili bir olay. Ayrıca epeyce İP’li ve ulusalcı olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen, söylenme tarzına, olgunluktan huzak hırçınlıklarına katılmasam da Cengiz bey kardeşimizle ilgili söyledikleri %95 ölçüsünde doğru. Karşıdakinin yanlış bir yerde bulunması on8u haklı çıkarmaz ki efendim…
(yorumum bu yazı hakkında değil!!!)
anadolu sağcılığını ne yener? adlı yazınızı okuduktan sonra konu hakkında uzun bir süre düşündüm ve görüşlerinize kendi çapımda bir katkıda bulunmak istedim.
1)anadolu sağcılığının hakim olduğunu düşündüğümüz bölgeler feodal ilişkilerin de belli ölçüde (en azından kültürel alanda) etkin olduğu yerlerdir. buraların belirgin özelliklerinden biri kadın hakları konusunda bu bölgelerin son derece geri olmasıdır. sosyal baskı ve ötekileştirmenin yanı sıra kadınların ekonomik açıdan da bağımlılık ilişkisi içinde olduğu bölgelerdir buraları. o açıdan kadın hakları mücadelesinin bu bölgelere yoğunlaşmasının buradaki halkın politizasyonuna katkıda bulunma şansı yüksektir (örn. Kürt illerinde Kürt hareketinin feminizm vurgusu buradaki feodal ilişkilerin ve sağ siyasetin çözülmesinde önemli bir katalizör görevi gömüştür.).
2)sağ siyasetin hüküm sürdüğü bölgelerdeki insanların maneviyatçı-ahlakçı yönü kuvvetlidir. burjuva siyasetinin yaratmış olduğu yozlaşma ve çürümenin tepeden tırnağa (tbmm’den yerel yolsuzluklara kadar) teşhir edilmesi de önemli bir mevzi kazanılmasını sağlayabilir.
3)bu bölgelerde tarikat veya cemaat ağları yoluyla tesis edilen sadaka ve biat kültürüne dayalı bir dayanışma ve sahte bir refah durumu hakimdir. bu duruma alternatif oluşturabilecek antiotoriter bir dayanışma kültürünün (köy imecesi bile olabilir) canlandırılması da anadolu sağcılığını geriletmeye katkı sağlayabilir.
anarkocuya:anadolu sağcılığını ne yener sorusuna aradığınız cevabın samimiyetinden kuşkum yok.yanlış olan son seçim sürecinin yanlış tahliliyle olup biteni ulaştığımız siyaset teorisi kriterlerinde analiz edemeyip anadolu sağcılığı gibi tükenip tarihin çöplüğüne gitmiş kavramlarla açıklamaktan kaynaklı.bu durumun ana sebebi siyasetin hatta alternatif başarı siyasetinin kural,kurum ve işleyişini tarif edemeyen pratik yaşanan hayatın dışına düşüp kendini yenileyemeyen yukardan analizlerden kaynaklıdır.buradaki asıl can alıcı soru anadolunun sistem mağduru hayatını değiştirmek isteyen halkına kabahat bulmadan onların çözemeyip ağır bedeler ödediği sorunlarının sorunu yaşayanların iradesini temel alıp üretilecek projeler ne olabilir sorusuna verilecek cevapla gelecek beklentilerinin görünür hale getiren program ve projelerle siyasi pratiğe katılmak nasıl olabilir sorusuna verilebilecek cevapla olabilir.bu soruları ve cevaplarının anlaşılabilmesi bizim cenah için biraz sorunlu olabilir çünkü hiçbir siyasi pratikle işi olmayıp hayatın dışına düşenlerin yapabileceği iş gevezelikten öteye geçemez birde elinden geleni yapmaya çalışanlara(blok) sataşmadan edemeyiz
sinan odabaş’a: “yukardan analiz”cilik hakkındaki kaygılarınıza hak veriyorum ancak sizin önerdiğiniz “alternatif başarı siyaseti” veya halk için proje üretme mantığı yukardancılığın (veya jakobenliğin) daniskasıdır. benim üzerinde düşünmüş olduğum soru anadolu insanında kendi geleceğine sahip çıkma (hak arama, mücadele etme, geleceğini kendi tayin etme) dürtüsü nasıl uyandırılır, sorusudur. unutmayalım ki blok’u başarılı kılan şey son yıllardaki “alternatif başarı siyaseti” veya parlak projeleri değil, ezilen Kürt halkının dinamizmi ve çeşitli konulardaki (ulusal, sınıfsal, cinsiyet, demokratikleşme, çevre sorunları vb.) 30 yıllık mücadele birikimidir. blok’a sataşan çevreler ile benim yorumumu ilişkilendirmeniz de ayrı bir kolaycılık örneği ve yapıcı olmayan bir eleştiri metodu. bir dahaki sefere yorumumun şablonuna değil de içeriğine eleştiri getirmenizi temenni ediyorum…
Bloka sataşan siz olmadığınızı biliyorum.en özgürlükçü kadın hareketinide içinde barındıran özgürlükçü kürt siyaseti olduğunu hatırlarsak anadolu sistem mağdurlarının sorunları ve çözümlerini kimin kendine sisyasi dert edindiğinide anlarız.’ ağır bedeler ödediği sorunlarının sorunu yaşayanların iradesini temel alıp üretilecek projeler ne olabilir’bu cümlede yukardan jakobenlik mi anlaşılır tam tersine sorunu yaşayanların iradesini temel almakmı anlaşılır ana dilim lazca olduğundan yanlış cümle kurmuş olabilirim ama benim söylediğim ısrarla sorunu yaşayan halkın üreteceği çözüm projesine alternatif başarı siyaseti işte ona diyorum şimdiye kadar yapmadığımız yeni bir şey olduğu için bize yabancı gelebilir.anadolu sağcılığı gibi katagorize edip ilişki kuramayıp ötelediğimiz sistem mağduru yurttaş ile ilişkiye geçip birlikte sorunlarını,önceliklerini ve çözümleriyele gelecek beklentilerini içeren birlikte bir toplumsal muhalefet projesi yapan varda anadolu sistem mağdurları olmaz ben anadolu sağıyım bu projeyi sahiplenmemi dedi? asıl başarı siyaseti bu işte ama bu gevezilikle olacak iş değil ondan biraz zor bir iş olacağı için bildik analiz ezberi ile halkı suçlayan onun kendini gerçekleştirmesinden mutlu olup ondan öğrenen siyasete tercih ettikçe tükenmiş solu katılaştıkça yaşanan hayattan kopup tamamen siyasetin bile dışına düşeceğini anlayıp hayırlı bir iş yapabiliriz en hayırlısı sürekli küçülerek buharlaştığımıza göre şimdiye kadar söyleyip yaptıklarımızda sorun olduğu gerçeğinden hareketle yeni ve başka bir iş yaparak başlayabiliriz halktan öğrenmek iktidar ve hegomonyamızı halka devretmek olabilirmi?
Bu yazı vesilesiyle Yıldırım Türker’in yazılarına göz atma fırsatı elde ettim. Yıldırım Türker ezilenlerin vicdanı olma gibi bir ruh hali içinde yazmış bir çok yazısını. Soner Yalçın ile ilgili yazısı biraz “oh olsun” psikolojisi içinde bir köşe yazısı olmuş. Murat Belge ile alakalı sitayiş dolu bir yazı döşenmiş. Göklere çıkarmış.
İnsanın kafası karışıyor. Kimi yazılarında çok iyi diyorsun, kimilerinde içine etmiş diyorsun. Bazı yazıları için, “bu yazıları yazan adam bunu nasıl yazar” diyorsun. Vs. vs.
En güzeli, merkez medyadaki köşe yazarlarına pek itibar etmemek galiba.
Acaba unutkan bir toplum olmamız köşe yazarlarının işine mi geliyor. Gazete çabuk tüketilen bir meta. Ömrü bir günlük neredeyse. Ne de olsa hatırlamazlar diyerek bir gün önce yazdıklarının aksini bir gün sonra yazabiliyorlar belki de.
Bir de Sivas katliamıyla alakalı bir şeyler söylemek istiyorum. Çandar yazında bir özel harekatçının itiraflarından bahsetmiş. Ben de okudum o itirafları. Arif Sağ’ın “Muhalif Bağlama” kitabını da okumuştum daha önce. Arif Sağ’ın anlatımına bakılırsa, derin güçlerin nasıl iş başında oldukları ortada. O kitaptan aldığım bazı notları buraya yazayım:
-/ Orada benim unutmamam gereken, bu toplumun da hiçbir zaman unutmaması gereken anektodlar var. Bunlar çok önemli. Bunlardan biri, Demirel’in vermiş olduğu bir emir: ‘Halkla polisi karşı karşıya getirmeyin.’ Bir diğer olay, Çiller’in, ‘Çok şükür sokaktaki halkın burnu kanamadı’ sözüdür. Yine bir başka önemli söz Mesut Yılmaz’dan gelmişti: ‘Bu işi çok abartıyorsunuz, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebiliyor.’
-/ Canımızı zor kurtarmışız, Sıvas Emniyet Müdürlüğü koca bina, yüzlerce polis orda duruyor, adamlar ne diyor biliyor musun? ‘Biz sizi koruyamayız burada’ diyor. ‘Peki, ne diyorsunuz yani?’ Ses yok. Sonuçta yukarıda büyük bir salon var, oraya çıkardılar bizi, lambaları da söndürdüler. Niye biliyor musun? Bizim orada olduğumuzu Sıvas halkı öğrenirse emniyet güçleri bizi koruyamazmış.
-/ Diyorum ki, ‘Bize bir telefon verin, bizim dünyayla ilişki kurmamız lazım.’ Emniyet Müdürlüğü bize telefon vermedi. ‘Jetonlu telefonla konuşun’ dediler. Şimdi tekrar geriye döndüğüm, olayları bir bir aklımdan geçirdiğim zaman, o oteli yakanların suçu o kadar ucuzluyor ki.
-/ Üniformalı biri geliyor, arabasından iniyor, orada kalabalığın içinde, kareli gömlekli bir herif var, oteli yakan. Geliyor onunla öpüşüyor, arabasına biniyor, gidiyor subay. Bunları ben nasıl değerlendireyim? Bu olaylar bitiyor, arkasından Çiller’in açıklamaları, onun arkasından Baykal’ın açıklamaları. Bütün bu açıklamaları ve bu yaşadığımız olayları izlediğimiz zaman insanın en sonunda şunu diyesi geliyor: Yazıklar olsun!
-/ Oradaki üç-dört tane cahili, kendini bilmezi, Türkiye gerçeği olarak görmedim.
-/ Köln mitingindeki konuşmamın kayıtları vardır, alsınlar dinlesinler, katliamın dördüncü gününde benim Almanya’da öyle büyük bir kitlenin karşısında, “Türkiye’de Sünnilerle Alevilerin arasında tarih anlamında böyle bir çelişki yok. Türkiye’de Yezid adında adam yoktur. Eğer Türkiye’de Sünniler, Yezid’in ve Muaviye’nin yapmış olduğunu tasvip etseydiler, sevseydiler, çocuklarına onların adını koyarlardı, koymamışlar, yani ben ‘lanet Yezid’e’ demişim, Sünniler de demiş. Siz Türkiye’de ‘Hazreti Yezid, Hazreti Muaviye’ denildiğini duydunuz mu? Hiç kimse kalkıp Hz. Ali’yi öldürenlere methiye düzmemiştir. Böyle bir şey yok. Ha, bi kara cehalet vardır. Bu bende de vardır, sende de vardır.” şeklinde şeyler söyledim. Kimse hoşnut olmadı. Peki benim ne demem lazım? Eğer, ‘Sıvas’ın öcünü alacağız’ gibi klasik laflar etseydim, o günkü o acılı kitle daha memnun olurdu tabii. Ama aklı başında olan insanlar bunları demez. Bir Alevi özdeyişi vardır: Kanı kanla yuğmazlar (yıkamazlar, temizlemezler)
-/ Orada bir olay var, tertiplenmiş, aylar öncesinden organize edilmiş… Oradaki oyuncular içinde, devlet de aslan gibi yerini almıştır.
Muhalif Bağlama, s. 133-157
Türkiye İş Bankası Yayınları, söyleşi: Şenay Kalkan
Oteli yakan aptalların suçsuz olduklarını iddia etmiyorum. O caniler bedelini ödemeli yaptıklarının. Ama şurası da önemli değil mi? Kuklayı değil kuklayıcıyı görebilmek. Sivas katliamının hemen ardından Başbağlar köyünde 33 kişinin öldürülmesi. Otelin içinde bulunan ve yanmaktan kurtulan birisinin anlattığı daha tuhaf bir şey var. Kemal Bülbül yazdı:
“Katliamdan sağ kurtulan bir dostum şu çarpıcı gerçeği anlatmıştı: ‘Otelin içine kıstırıldık. Dışarıda biriken katiller azgınca bağırıyor, sloganlar atıyor, habire camlardan taş yağdırıyorlar. Biz kurtulmak için ne yapabiliriz diye çaresizce düşünürken, elektrikler kesildi. Ve içeriye birinin girdiğini gördük. Ama içeriye gireni ortam karanlık olduğundan ancak bir karartı olarak görüyorduk. İçeriye giren kişi çakmağını yaktı ve onun rütbeli bir asker olduğunu gördük. İçinizde asker var mı? diye sordu, biz yok deyince çıkıp gitti! Birkaç dakika sonra yine içeride bir karartı gördük. Ve o da elindeki çakmağı yakıp, içinizde polis var mı? dediğinde çakmağın ışığından onun bir polis olduğunu gördük! Hayır. Cevabını alınca o da çıkıp gitti! Ve bir dakika sonra oteli ateşe verdiler.’
Yani asker ve polis oteli ateşe vermeden önce ‘Bir ortam yoklaması yapmış ve temiz olduğunu görünce’ yakarak katletme girişimine bir ‘engel kalmamıştır!'”
Alevileri ve sünnileri karşı karşıya getirmek kimin işine yarar. “Cambaza bak!” oyununa mı geliyoruz. Saygılar.
Önder’in çok yerinde ve doğru saptamalarından sonra çürümüş sistemin sahipleri insanların kutsallarını bile kendi eliyle yeniden üreten kurumlara sahip olduğu gibi bu hegemonik alanda diğer kutsallarlada çatışmayı sistemin ve onun otoritesinin devamı için kulanabilmektedir.tam bu noktada alternatif başarı siyasetinin önündeki asıl iş ortaya çıkar.bütün inanç ve kutsalların özgürleşmesi projesi.1- kutsalın devlet eliyle yeniden üretilmesinin engellenerek birey ve cematlerin özgürce ibadethanelerinin sahibi olalup hem inancını ve mabedini yönetme özgürlüğü(ibadethaneler o nu kulanan birey ve cemaatinindir diyanet ve devletin işi olamaz)diyebilmeliyiz bu projeyi ben yapamam kutsalı olanlar yapmalıdır.anadolu sağını ne yener sorusunun cevap projelerinden biri bu olabilir.sadece bu yetmez hepimizin özgürleşeceği projelerede ihtiyaç var.
iyi yazılmış bu yazı,bu tür deşifrasyon ve perspektifte görece netleştirmeler olmasa bir 18 yıl daha ahmakça yaşayıp gidecez.
Aziz yıldırım,Fenerbahçe üzerinde yapılan çete/şike operasyonu ve bu arada araya sıkıştırılan deniz feneri soruşturması hakkında ne düşünüyorsunuz.
Kürt sorunu konusuyla ilgili olabilir mi?
İbrahin tatlısese dönük suikast unutuldu,İlginç olan ibo gibi birinden intikam misillemesi yapması beklenirdi ancak böyle bir misilleme de henüz gelmedi,karşısındaki gücün derin güçler olduğunu mu gördü acep?
ibo suikastıyla ilgili olarak bir kürt avukatın da olduğu bazı insanlara operasyon yapıldı,bu operasyon da unuldu!
Ancak şu net ki İbonun lakabı İmparatordu,imparartoluğu bitti madara oldu.
Fenerbahçenin lakabı fenerbahçe cumhuriyetiydi,aziz yıldırım da bu cumhuriyetin cumhurbaşkanı.Dünkü basına sızan eşgal fotoğrafları ile azizi de madara ettiler.
Bu operasyonlar üzerinden devlet topluma gözdağı veriyor olabilir mi?
Cengiz Çandar bir kürt raporu hazırladı ve kamuoyunda bu rapor tartışıldı ve tartışılıyor halen
Kürt sorununda liberal bir açılım yapılması halinde yukardaki ioperasyonlarda topluma verilen gözdağı ve deniz feneri davası örneğinin de gösterdiği gibi devletin herkese karşı adil,eşit mesafede olduğu,temiz toplum yaratıyoruz imajının meyvelerini ve verimliliğini bu liberal açılımda mı gösterecek acaba?
sinan odabaş’a: bireylerin kutsallarının devlet tarafından yeniden üretilmesi konusundaki düşüncelerinizi destekliyorum, bunun yanında eklemek istediğim bazı unsurlar var. “Din gerekli bir kurumdur.” özdeyişini ‘din egemenler için gerekli bir kurumdur’ şeklinde de okuyabiliriz. Dinin kendi özünden çıkarılarak bir hegemonya aracı halline getirilmesinde tabi ki devletin rolü yadsınamaz. Bunun yanı sıra bazı tekelci cemaatlerin (hani malum cemaatler var ya) de dinin hegemonyayı yeniden üretme işlevinde kullanılmasında benzer suçları vardır. Çoğu yazar bilgi kirliliği yaratarak cemaatleri birer sivil toplum örgütü olarak göstermeye çalışsa da cemaatle sivil toplum örgütü arasında ciddi farklılıklar vardır. Bunlardan bazıları:
* STÖler şeffaf ve denetlenebilir yapıya sahiptir fakat cemaatler değildir. Bugün diyanet işleri kurumundan kat kat daha güçlü olduğu bilinen fakat şeffaf olmadığı için tam kapasitesi güçlükle tahmin edilebilen cemaatler mevcuttur.
* STÖler demokratik işleyişe ve tartışma kültürüne sahiptirler fakat cemaatler katı birer hiyerarşiye ve tek adam kültürüne sahiptirler.
* Cemaatler yutarak büyüme yani diğer cemaatleri, dini veya felsefi düşünceleri eklemleme, asimile etme veya doğrudan doğruya yok etme eğilimine sahiptir (bunu şirketleşme, devletleşme, tröstleşme vb. şekilde de okuyabiliriz). Piyasacı, rekabetçi anlayışın cemaatler ve din üzerindeki olumsuz etkisine de burada dikkat çekmek gerekir.
Bireylerin inançlarını/kutsallarını özgürce örgütleyebilmeleri için bir taraftan bürokratik gericilikle (diyanet işleri kurumundan chp-tipi-laikliğe kadar) diğer taraftan sivil gericilikle (tekelleşme eğilimindeki cemaatler) hesaplaşması gerekir. Bunun yapılabilmesi için bilimsel ahlaka sahip gazetecilerin, sosyologların ve konuyla ilintili diğer bilim insanlarının bir araya gelerek bütün ideolojik önyargılardan sıyrılmış bir şekilde hakikatler komisyonu kurması ve din/siyaset/ticaret/otorite/hegemonya/bürokratik laiklik ilişkisini ayrıntılı ve anlaşılır bir şekilde ele alması ve edinilen bilgileri toplumun en ufak hücrelerine kadar samimi bir şekilde ve üsttenci olmayan bir üslupla ulaştırması gerekir. “Gerçek devrimcidir.” sözü bugün de geçerliliğini korumaktadır…
seçimlerle ilgili bir yazınız vardı çankırı ve dersim başlıklı,bu yazınız çok yüzeysel kalmış,gerçeklikten uzak bir yazı. kemal kılıçdaroğlına verilen oyları tam anlayamamışsınız.aslında çok basit.
1)Kemal kılıçdaroğlu tuncelilidir,ona oy verenlerin önemli bir kesimi de tunceli der,dersim demez.Dersim diyecekleri tuttuğunda da şafi kürtlere karşı bir savunma/taktik bir pozisyondan söylenir.
2)Kılıçdaroğlu alevi olduğu yönünde bir kanı vardır.Ki basında umreye gittiğine dair bir haber çıkmıştı,şayet meraktan veya turistik bir amaçla gitmişse anlaşılır.Ancak dinsel/inançsal bir temelde gitmişse ortada bir tuhaflık var demektir.Şöyle ki dersim li bir alevinin umreye hacca gittiği görülmemiştir,bu din değiştirmektir,toplumda dönmek,döneklik olarak damgalanır.Dersim alevilerinin ne böyle bir eylemi vardır ne böyle bir inancı vardır,ne de böyle bir ideali
cevizleri kaldırıp paraya çevirdikten sonra bir umre/hac yapayım diye bir ideali olan dersim alevisi görnedim,duymadım
3)psikolojik bir boyut vardır, oda kılıçdaroğlunun yani bir tuncelilinin büyük,zengin,geçmişi olan bir partinin başkanı olması ve basında sürekli görülmesi tuncelilerin duygularını bozmuştur.O sebeple bu faktöre tunceli seninle gurur duyuyor olarak özetleyebilirim.
4)Kamer genç faktörü,kamer genç devlet dairelerine tuncelileri memur olarak sokmuştur.polis,ordu,maliye…vs kurumlara tuncelilerin işe alınması yönünde bir kanı vardır dersimde.Bir parti başkanı tuncelili kılıçdaroğlu ve diğer tuncelili kamer el ele verip işsizlere torpille iş verebilir düşüncesi etkili olmuştur.kemal kılıçdaroğlunun iktidar olabileceğine dair medya propagandası ve tuncelilirin böyle bir hayali sözkonusudur.Namık kemal ne der; hayalle yaşayanların da yaşamaynalarında taa! a…. koy….!madem öyle,farketmiyor bari hayalle yaşayalım
5)ferhat tunç adayındaki yanlış tercih,ferhat tunç dersimde 20 bin kaset satabilir belki ama 15 bin oy alamaz.Çünkü o lümpen bir gençlık kitlesinin ötesinde bir kitleye hitap etmez.Kendisine karşı bir antipati vardır,bir kesimde geçmişten bu yana siyasi çizgisindeki yalpalamalrın oldğu yönünde bir algı vardır.
tunceliler kamer genç örneğinde olduğu gibi saçmalasa dahi renkli,sözlerinde bir anlam çıkmasa dahi sözünü sakınmayan,tuncelinin reklamını yapan,dünyada yalnız olmadıklarını bağırarak,saçmalayarak da olsa gösteren tipleri daha çok tutuyor.Şehir meydanındaki caddelerden birinin adının da gösterdiği gibi palavra caddesi olması gibi.Palavralarıyla insanları eğlendiren,güldüren tipler veya meydanın arkasındaki şeyuşen heykeline konu delinin de anlattığı gibi sıradışı tipleri severler,zaten çankırı gibi bir sıradışılığı da göstermiştir.özcesi günlük yaşamın bu tiyatrosunu severler ve tiyatral karekterlere ilgi duyarlar.Ferhat tunç iyi bir oyuncu değil yani!
6)dersimde esnaf faktörü ele alınmamıştır.esnaf ağırlıklı olarak chp yi destekler.Bdp belediyesi ile esnaf arasındaki ilişkiler inceleme ve analize muhtaçtır.rant dağıtım/paylaşımı yönünden incelenmesi gerekir.üretime dayanmayan tüketim ekonomisi hakimdir dersimde.
7)halk ile bdp belediyesi pratiği inceleme ve analize muhtaçtır.bu bağlamda yine rantın dağıtımı ve bölüşümü önemlidir.Yaygın bir yoksulluk vardır bu konuda bir çalışma varmıdır.gençler arasında lümpenleşme ve ilaç/uyuşturucu kullanımı vardır bu alanda bir çalışma varmıdır.Bazı birahane ve pavyonlarda kadın konsları çalıştırlmasının toplumun depolitizasyon ve aile dokusunun üzerindeki etkileri bilinmek zorundadır.
8)dersimdeki tüketim ekonomisi özellikle incelenmelidir abartarak söylüyorum;.Amerikda newyorkta üretilip piyasaya çıkan bir kontpantolon dersimde ilk tüketilir.Bir marka ve görüntü kültürü de yaygındır.
9)kültürel bağlama değinmişken,alevilik meselesine değinmemek mümkün değildir.Alevilik ya islamın yorumu görünmekte ve ya sadece bir kültürel/felsefei olgu olarak görülmekte ve bunla bağlı oarak solculuğu/sosyalistliğe yatkın hale getirlmekte veya son zamanlarda olduğu gibi zerdüştlüklr ilişkilendirlmek istenmektedir.Bu yaklaşımler temelinde eklektik bir kimlik mevcuttur.Adamakıllı bu konu ele alınmamakta ideolojilrin ihtiyaçları temelinde olaya bakılmakta ve temellendirlmektedir.kemalizm/sosyalizm/kürt milliyetçiliği
bu konuda hayli bir kargaşa ve kimlik aşınımı söz konusudur.
10)mehmet fethullah gülen’in (ben ona ishak hoca da diyorum tevratik 90 yaşındaki ibrahim ve 80 yaşındaki sarayın seksi sonucu doğan ishak yani gülüş/gülen meselindeki gibi) dersime dönük yatırımları iyice bilinmelidir.Bir kolejinin olduğunu söylüyorlar.yoksulluğu örgütlemeye çalışıyodur herhalde dersimde.
11)valiliklerin akp komiseri gibi çalışması yeşilkart/fak-fuk fon/sosyal yardımlaşma bürosunun çalışmaları gözeti
lmelidir.
Cengiz Çandar’ın yazısını ilk okuduğumda aklımdan geçenlerin çoğu buydu.
Abdullah Öcalan avukatları aracılığı ile yaptığı açıklamada, barış konseyi için mutabakata varıldığını söyledi. Öcalan BDP’lilerin devletle yapacakları yazılı mutabakat neticesinde yemin edebileceklerini ifade etti.BDP’LİLERDEN ÇİÇEK’E ZİYARET
İmralı’da ömür boyu hapis cezasını çeken PKK elebaşı Abdullah Öcalan, heyetle görüşme yaptığını ve 15 Temmuz tarihinin kendisi için bir hükmü kalmadığını söyleyerek, son görüşmesinde Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını belirtti.
Fırat Haber Ajansı’da yer alan habere göre Öcalan, “Barış Konseyi ne resmi bir devlet organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın gerçekleşmesi ve çözüm için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır” dedi.
Öcalan’ın 6 Temmuz günü gerçekleşen haftalık görüşmesinde İmralı’da devam eden görüşmeler, daha önce sunduğu protokoller, 15 Temmuz tarihi, Çatı Partisi, yemin krizi ve çatışmasızlık sürecine ilişkin önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.
PROTOKOLLERDE İMZA SÖZKONUSU DEĞİL
Öcalan, kendisiyle görüşen heyete ve Kandil’e sunduğu protokollere ilişkin şunları söyledi: “Benimle görüşen heyet ve onlara daha önce sunduğum protokollere ilişkin şunları belirtmek istiyorum. Protokoller konusunda kamuoyunda bir yanlış anlaşılma ve algılama olmuştu. Karayılan da söz etmiş. Protokoller kamuoyunda yanlış anlaşıldığı gibi bizim ve devlet tarafından karşılıklı imzalanmış bir şey değildir. Protokollerde imza söz konusu değildir. Bu konularda bir yanlış anlaşılma olmuştur. Protokoller karşılıklı imza şeklinde değil de çözüme ilişkin üzerinde mutabakata varılan bir metin şeklindedir. Protokoller ön açıcı, çözüm geliştirici ve çözüme ilişkin devletle üzerinde uzlaşmaya vardığımız ve bağlı kalacağımız çözüm metinleridir, çözüm protokolleridir. Protokoller önümüzdeki süreçte atılması gereken somut ve pratik adımlara ilişkindir. Protokollere imza atma söz konusu değildir. Daha o aşamaya gelmiş değiliz. Halen heyetle protokoller üzerinde görüşmeler ve çalışmalar devam ediyor, üzerinde çalışılıyor.”
15 TEMMUZ’UN ARTIK HÜKMÜ KALMADI
Öcalan, daha önceki açıklamalarında dile getirdiği 15 Temmuz tarihinin “artık bir hükmet ve anlamı kalmadığını” söyledi: “Daha önce bahsettiğimiz 15 Temmuz tarihi yanlış algılanmasın. 15 Temmuz dememizin sebebi heyetle yapacağımız son görüşme tarihinin 15 Temmuz’a yakın tarih olmasındandır. Zaten heyetle yapacağımız görüşmeyi daha erken gerçekleştirdik. Benim için esas olan bu görüşmeydi 15 Temmuz tarihi değil. Bu görüşmeyi de bugün gerçekleştirdiğimizden artık benim için 15 Temmuz’un bir hükmü ve bir anlamı kalmamıştır.”
BARIŞ KONSEYİ’NİN KURULMASI İÇİN MÜTABAKATA VARDIK
Heyetle son görüşmesinde Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını söyleyen Öcalan şöyle konuştu: “En son heyetle yaptığımız bugünkü görüşmede üzerinde uzlaştığımız en önemli ve atılması gereken pratik adım, Barış Konseyi’nin oluşturulmasına-kurulmasına ilişkindi. Heyetle Barış Konseyi’nin kurulmasına ilişkin bir mutabakata varmış durumdayız. Zaten bu durum protokollerde de yer almaktadır. Barış Konseyi’nin kurulması, atılması gereken ve atılacak en önemli somut adımdır. Barış Konseyi, mutlaka kurulmalıdır. Barış Konseyi ne resmi bir devlet organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın gerçekleşmesi ve çözüm için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır.”
ANAYASA KONSEYİ KURULMALI
Öcalan şöyle devam etti: “İkinci ve en önemli diğer bir husus da Anayasa Konseyi’nin kurulmasına ilişkindir. Anayasa Konseyi, anayasa yapım çalışmalarını yürütecektir. Anayasa Konseyi ‘Anayasa Meclisi’ şeklinde ayrı bir meclis olmayacaktır, klasik meclis şeklinde algılanmamalıdır. Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir konseydir. Bu konseyin içinde BDP de yer alıp anayasa çalışmalarını yürütebilir. BDP de Anayasa yapım çalışmalarında yer alacak ve bu çalışmaları yürütecektir. Anayasayla ilgili diğer çalışmalar da var ama beni ilgilendiren Blok’tur. Aynı şekilde anayasa konseyi çalışmalarına ben de katkı sunarım.”
YEMİN KRİZİ NASIL AŞILIR?
Öcalan, “Yemin krizi nasıl aşılır?” diyerek şöyle konuştu: “Bu kriz çözülür mü çözülmez mi bilemiyorum. Ancak BDP daha önceki gibi oyunlara gelmemelidir. Daha önce söylediğimiz gibi hükümetle bir mutabakata varılarak yemin edebilirler. Bu mutabakat mutlaka olmalı ve önemlidir. Yapacakları mutabakat metni, devlete sunduğum protokollerle paralel olabilir veya kendi koşulları ve durumlarına göre yapabilirler. Örneğin bu protokollere Hatip Dicle’nin durumu, diğer beş tutuklu vekilin serbest bırakılması, KCK’lilerin serbest bırakılması, hatta tüm tutsakların serbest bırakılması, yüzde on barajının düşürülmesi ve TMK’nın değiştirilmesi gibi hususlar eklenebilir. Öyle hemen Hatip Dicle meselesi ve diğer meseleler çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakılma olmayabilir. Ancak bu koşulların yerine getirilmesi için zaman içinde devletin-hükümetin yapacağı şeyler bir yazılı metne bağlanır ve zamanla yerine getirilir. Bu metinle, bu sorunların gelecekte çözümü için bir mutabakat sağlanmış olur. Bu mutabakat, sorunların çözümü için ön açıcı ve çözüm geliştirici olur. CHP’nin de yemin krizine ilişkin hükümetle bir protokolleri olur mu olmaz mı bu değil de beni asıl ilgilendiren Demokratik Blok’tur.
Cemil Çiçek ÜZERİNE DÜŞENİ YAPABİLİR
Devletin, BDP’nin bu yazılı mutabakatı konusunda çok da sıkıntı çıkarmaması gerekir. Zaten basına yansıdığı gibi Cemil Çiçek de çözülmesi gereken en önemli birinci sorunun Kürt sorunu olduğunu söylüyor. Bu konuda Cemil Çiçek, üzerine düşeni yapabilir. Bu şekilde yazılı bir mutabakat sağlanırsa BDP de yemin edebilir ve Meclis’e dahil olur, çalışır. Çalışmalarında başarılar diliyorum.”
ANKARA – Meclis Genel Kurulu’nda hükümetin programını okuyan Başbakan Tayyip Erdoğan, “Kürt meselesinde tarihi reformlara devam etmekte kararlı olduklarını belirterek, “Asimilasyonu tamamen bitirme adımlarını sürdüreceklerini” iddia etti.
Başbakan Erdoğan, TBMM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin 61., AKP’nin de 4. hükümetinin programını okudu. Programda “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” başlığıyla özel bir yer verilen demokratik açılıma devam etmekte kararlı olduklarını vurgulayan Erdoğan şöyle dedi:
“Hepimize kaybettiren ve büyük Türkiye’nin önündeki en ciddi engel olarak görülen büyük sorunlara yönelik olarak attığımız adımları ilave adımlarla takviye ederek sürdürmeye kararlıyız. Denizi geçtik derede boğulmayacağız.
Milli Birlik ve Kardeşlik Projemizin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Ortak geleceğimizi birlikte inşa eden büyük bir milletiz. Birlikte yaşama tecrübesi göstermiş bir ecdadın torunlarıyız. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek ve çatışma konusu olmaktan çıkarmak ortak sorumluluğumuzdur.
Ayrıştırıcı kimlik siyaseti yapmadan birleştirici bir kimlik siyasetine devam edeceğiz. Asimilasyonu tamamen bitirme adımlarına devam. Asimilasyon politikalarını tamamen bitirme yönünde adımlar attık. Bunları devam ettirmeye kararlıyız.
Kapsayıcı ve evrensel değerlere dayalı bir vatandaşlık anlayışı içinde birliğimizi pekiştiriyoruz.
Yeni anayasa başta olmak üzere, meclisimizin milli iradeyi esas alan çalışmalarıyla bu birikimin somut sonuçlar almasını sağlayacağız.
Bütün etnik gruplara, müslim veya gayrimüslim, başörtülü veya başı açık, Alevi veya Sünni, her görüşten vatandaşlarımıza aynı nazarla bakıyoruz. Hedefimiz her bireyin temel hak ve özgürlüğünü en ileri düzeyde hayata geçireceği bir ortamı oluşturmak. Bu meselelerin çözüme kavuşturulacağı yegâne yer bu yüce meclis çatısıdır.
Diyalog çalışmalarına en güçlü şekilde destek olacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.
Milli birliğimizi ve gücümüzü pekiştirecek olan bu çabalar huzur ve refaha katkıda bulunacağı gibi ülkemizin uluslararası arenada çok daha etkili bir güç olmasına da katkıda bulunacaktır.
Kürt meselesinin çözümü için önceki dönemlerde çok önemli adımlar attık. Olağanüstü halin kaldırılmasından Kürtçenin öğrenimine kadar çok geniş bir alanda tarihi reformlar gerçekleştirdik. Kardeşliğimizi daha da pekiştirecek bu reformlara kararlılıkla devam edeceğiz. Bu topraklarda ayrılıkçılığın tarihi, kültürel hiçbir zemini yoktur. Çözüm politikamızın odağında insan var. Cesaretle attığımız bu adımlar toplumun tamamına yöneliktir. Şiarımız; herkes için daha fazla demokrasi, daha fazla hak, daha fazla özgürlüktür. Bu yüzden diyoruz ki, biz hep birlikte Türkiye’yiz.”
ANF NEWS AGENCY
Asimilasyonu tamamen bitireceğiz cümlesinde kuşkusuz kadim devlet politikası asimilasyonun devam ettiğini kabul etmek vardır.seçim meydanlarında elinde geçmiş yasaklama kararları ve kendilerinin bastırdığı kürtçe kitapları gösterirken asimilasyonu biz bitirdik naraları atan başbakan bu gün asimilasyonun devam ettiğini kabül edip bitirmek isteğinde samimi ise işe babamıza ezberlettikleri yetmezmiş gibi bize,çocuklarımıza,torunlarımıza okulda and diye ezberlettikleri ırkçı metinleri kaldırmaktan başlayabilir.bunu akp den beklemek o nun değişimci rölünün devam ettiğini zannetmekten kaynaklıdır.akp 2000 lerdeki siyasi iradenin vesayetle engellendiği gerçeğini halka şikayet ederek askeri bürökratik vesayeti kaldırıp sandıktan çıkan siyasi iradenin yönetiyor olmasını savunarak toplumsal muhalefeti arkasına alıp kendine darbe yapacakları tasviye ederek devlet ve iktidar hegomonyasını itifakını gerçekleştirdikçe değişimci rölünüde bitirerek bürökratlaşarak kürt sorununun gerçek çözümü gibi toplumsal muhalefetin projeleri olan türkiyenin özgürleşerek insanlık ailesine katılma yapısal dönüşümlerinin asıl engelleyeni durumuna düşmüştür.tamda bu nedenle bdp ve blok devlet-iktidardan talep eden dilden vazgeçerek asıl gerçek özgürleşme ve dönüşüm projelerinin dinamiği sistem mağdurlarına dönüp onlarla birlikte bu projeleri üreterek toplumlar tarihindeki örnekleri gibi bu günün toplumsal muhalefeti olabilip geleceğin gerçek halk iktidarının nüvesini atarak iktidara gelip iktidar hegemonyasını asıl sahibi halka devretmelidir
“Asimilasyonu bitirecegiz” basligini Firat Haber Ajansi atmistir. Kürdistan seçmenlerini Ak Parti ve BDP temsil ediyor. Ikisi anlasirsa hariçten gazel okuyanlara “siz kendi ulusal sorunlarinizla ilgilenin” denilir. Mesela lazlara. Ak Parti’nin reform yapamayacagi iddiasi “reformu zaten kimse yapamaz, Ak Parti-Ergenekon hepsi bir” demek anlamina geliyor ve bu sekilde reformlar sürekli ertelenmek isteniyor. Ak Partiye karsi Ergenekon ve ütopyaci sol ittifaki.
anarkocunun cemaat sivil toplum irdelemesindeki cemaatlerin kapalılığı ile ilgili endişelerine katılıyorum işte onun için cemaat diye feryat eden laikçilerin bunların engellenmesiyle bu şekilde gizemli olmadıklarından daha etkili işlev görüyör.bunlardan çekinerek asıl cami cemaatlerinide engelleyip camilerin asıl sahiplerine camisini vermiyoruz.tam tersine şimdi adamı engellediler abd de daha etkili oldu gelsin siyasetse siyaset elinden ne geliyorsa açıkça yapsın o zaman pratik hayat o nu olumsuz tüketecek ve şu an gördüğü işlevi göremeyecektir bunlardan korkmamak lazım o zaman asıl inanç sahipleri kendi kutsalının önündeki bu gibi engelleri görüp hem inançlarını hemde kendilerini özgürleştirecektir.pratik hayat en verimli ve olumlu tüketicidir bu durum siyasi hayatımızıda olumlu etkileyip kısır yaratıcılıktan uzak kendini tekrar eden siyasetin ve onun dilinin yerini geleceğin alternatif başarı siyasetinin dili ve yeni kuralkurum ve işleyişleri ile tanışmamızı sağlayacaktır.aslında başarı siyasetinin kuralları anlayış seviyesinde iyot gibi açığa çıkmıştır ama malesef bu fikir seviyesindeki anlayışı önce ön proje seviyesine sıçratıp sistem mağduru toplumsal muhalefetin aşağıdan yukarıya iradesinden geçirerek proje seviyesine yükseltecek organizasyona ihtiyaç var
Casus biz akp hiçbir şey yapamaz demedik çok şey yapar biz sistem mağdurlarını bellemek en başında sana ne yapıp yapmadığını bilmiyorum ama bizlere yaptıkları ortada.ben yapamaz değişimci işlevi bitti dediğim içinmi reformları yapacağı halde erteleniyor sen nedediğini bimiyorsun.yapamaz dediğimiz senin ütöpya dediğin benimgi özgürlükçülerin gelecek beklentisi işte onu yapamaz o çürümüş kapitalis sistemin alternatifi olan toplumsal muhalefetin devrimci projesini yapamaz dedik yoksa sürdürmesi bile imkansız hale gelmiş kirli savaşı bitirebilir bitirmelidir bende sende bitirmesi için elinden geleni yapabiliriz yapmalıyızda,akp-ergenekon bir değil tabiki ama merak etme yakında işin içine girip kozmik odalarda neyin niçin nasıl yapıldığını öğrendikçe iktidarını sağlamlaştırmak için benzerlerini yaparsa şaşırma.çok basit örnek 77 1 mayısının katliamını yapan kozmik odayı akp bilemezmi hiç merak etmiyormusun bu işlerdeki ağarın işlevini hepimizin bildiğini devlet,iktidar olan akp bilmezmi?hatırlarsan 80 de faşist cunta devrimcileri ezip yok ederken bizim düşüncemiz iktidarda diyen faşistleride hapse neden aldı meşruiyetini yaygınlaştırmak için şu anda akp nin temizlik diye yaptığı bu günkü değerlerde devletin taşıyamayıp sürdüremeyeceği geçmiş paradigmada işlevi olup işi biten kurum,yapı kişi,çete ve unsurları temizlediğini yakında anlarız tüm bunları yaparken bunların gördüğü işlevi halka devrettiğini hiç gördünmü?en ufak iktidar ve hegemonyanın tahkim edildiğinimi görüyorsun yoksa halka asıl sahibine devredildiğinimi görüyorsun.yunanistanda bile vatandaş kaymakam ve valisini seçebilirken biz niye seçemiyoruz deyince bak bakayım önce kimlr zıplayacaklar mhp-chp ergenekon ordu tüm geleneksel devletçi statüko ile yeni pradigmada akp iktidar çekişmesinin ardında gizlenen asıl toplumsal muhalefetin sistem mağdurları ile buluşmasını engelleyip sistemin kendini yeniden üreterek meşruiyet yaratma çabalarını fazla büyütmeden hiçbir şekilde ergenekon gibi darbeci ırkçı faşist yapıların akp karşıtlığı ile devrimci toplumsal muhalefeti karıştırmadan bizi o gibi yapılarla birlikte düşündürecek davranış ve eylemlerden uzak durmalıyız.hepimiz onları asıl halk düşmanları diye bildik yıllarca halkada öyle dedik şimdi tam tersini yapanlar halkın karşısına çıkamayacağını bilmelidir
Anarkocu.
Cemaatler ve tarikatler hakkındaki düşüncelerinize katılıyorum. Bireyi öldüren bir yapıdalar. Türkiye’de insanların bir araya geldiği bir çok örgüt ve grup çatısında bu var maalesef. Sol tarikat ve cemaatlerin sağ tarikat ve cemaatlerden farkı yok. Gerek Gün Zileli’nin yazılarından ve kitaplarından öğrendiklerimiz, gerek sol örgüt ve yapılarda bulunmuş “kol kırılır, yen içinde kalır” ahlaksızlığına bulaşmamış bir kısım aydınlarımızın ifşaatlarından öğrendiğimiz kadarıyla, bu eleştirilemeyen, bireyi öldüren, düşünen insan yerine talimatla hareket eden robotlar isteyen sağ/sol cemaat-tarikat-örgüt yapılanmaları insanımızın baş belası durumundadırlar.
Ayrıca Türkiye’de ciddi anlamda STÖ olduğundan emin değilim. STÖ’lerın sivil toplum örgütlerinden ziyade, silahlı toplum örgütlerine benzediğini müşahede ediyoruz. Zira beylik tabancısını alan emekli askerler STÖ’lere doluşuyorlar maalesef. Saygılar.
“VİCDAN-SIZ SABUHA”diye bir şarkı vardı.
Zamanıdır.
İtirafcıların itiraflarını daha çok duyacağız.
Hazırlıklı olun ey Havariler !
Gün Zileli de sırada.
Ergenekon tertibini destekleyen,AKP tertiplerini onaylayan Zileli bakalım Çandar gibi itiraflara başlayacak mı ?
BaranAS Bey, Acaba vicdan kavramindan ne anlamaktasiniz? Bu kavrami nasil tanimlarsiniz? Gerçekten böyle bir kavram sizin için mevcut mu ve sizin için bu kavramin önemi nerededir? Bu sorulara cevap verebilir misiniz? Bu sorulara cevap verin önce, sonra vicdandan söz edin lütfen.
Efendim izan olmadığı zaman insan ancak Baranas bey kardeşimiz gibi konuşur. İzan mantığın da ötesinde bir durumdur. Mantığı da ihtiva etmekle birlikte düşünebilme kaabiyeti de demektir. Hırsı düşüncesini aşan insan izansızdır. Baranas da işte böyle bir izansız. Gözü kararmış. İP’li olduğu belli de ben İP idare kurulunda olsam İP’i de zor durumda bırakan böyle bir izansızı tutar kolundan atardım. Dikkatimi çekiyor. Ne zamandır lahavle çekip duruyordum. artık dayanamadım da…
Bir gün mesailerinden sonra zuhur eden yolunu şaşırmış eski yoldaşlar yazılarının arasında soslandığını sandığım sol devletçi sapmadan endişe ile “körle yatan şaşi kalkar”yorumu yapmıştım.biz” akp hüyelası ergenekon”cümlesini eleştirirken muhterem baranaS zileliyi neden bizim gibi ergenekoncu değilsinle suçlayınca fazla endişelenmişiz diye düşünmedim değil.Zileliden kızıl elma dahil her türden devletçi-şöven soldan kemalizme ve toplumsal muhalefetin engeli anlayışlara aramızdaki çizgiyi netleştirecek yerimizi belli eden bir okkalı makale beklemek hakkımız.hurşit abi de içi rahat eskilere gitmeden o makaleyle savunmasını tahkim eder.bu arada yerimiz belli olunca bizimgibi “özerklikçi” anarşizm sempatizanlarının yelpazedeki yerini öğrenmiş oluruz.
Ey Havariler !
Böylesine hazırlıklı değilsiniz daha.
Tamam anlaşıldı.
Ama itirafcıların itirafları de geliyor.
Artık sıra bunca haksızlık ve tertip karşısında susanlara geliyor.
Sıradaki Zileli’yi görüyoruz.
“Bakın,yaklaşıyor yaklaşmakta olan.”
“Bakın,yaklaşıyor yaklaşmakta olan.”
Ama Havariler cesur değil.
Havari denilince olsa olsa sahte peygamber Perinçek’in havarileri olabilir. Zileli de nitekim bir zamanlar Perinçek’in havarisi idi ama “Yuda” çikti. BaranAS ise havari bile olacak düzeyde degil, belki havarilerden birinin peskircisi , peçetecisidir. Bu sahte dinde teslis ise söyle olmakta: Baba Mustafa Kemal, ogul Dogu Perinçek, kutsal ruh TSK. Tayyip Roma valisi, Veli Küçük de Isa (AS) ile birlikte kaziga otutulan haydut Barabbas (ismi biraz BaranaS’a da benziyor, sakin o olmasin) :)).
” …benim adetim değildir
bir posta tatarına
bir emir kuluna sövmek,
efendisine kızıp
uşağını dövmek !..”
BaranaS a “akp tarafından yaratılan ergenekon huyelası”yetmemiş anlaşılan zileliden sıra sana da gelecek gazı ile ergenekonu tahkim etme çabalarına destek istermiş gibi anladık.ne devlet ne iktidar hegemonyası yerimiz toplumsal muhalefetin esmeye başlayan özgürlük rüzgarının taşıdığı toz zerreciği seviyesinde bile olsa devrimci zileliye daha çok yakışacağı düşüncesindeyim.gazlayanlar başka kapıya bu sıra müşteriniz bol
Sinan Odabas’a katiliyorum. Tarafsiz, yeni bir ses Türkiye’nin de, tüm dünyanin da yararinadir.
takmışsınız madımak tezgahına.ardından gelen başbağlardan bahsedeniz yok.ikisindede masum insanlar öldürüldü.o kadar kuklasınız ki kukulacılara fazla iş düşmüyor..
YENİ YAZI: YEMİN !!!
(Not: TEKNİK İŞLERLE İLGİLENEN ARKADAŞA ULAŞILAMADIĞINDAN 11.07.2011 TARİHLİ BUGÜNKÜ YAZIMI BURAYA KOYMAK ZORUNDA KALDIM. ARKADAŞIMIZ YAZIYI ALDIĞINDA YENİ YAZI OLARAK ANA SAYFADAN KOYACAKTIR.)
Yemin !!!
Yemin kişiliği parçalar, riyakârlığı teşvik eder. Kendisi de en büyük yabancılaşma unsuru ve riyakârlık üzerine kurulu devletin yemin türü ritüelleri teşvik etmesinde, özellikle Meclisin açılışı gibi ritüellerde bu toplu ayini zorunlu kılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ama sadece bu kadar mı? Her ritüel ve riya, aynı zamanda katı bir gerçekliğin dayatmasıdır da.
Bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce Meclis’te meydana gelen ve daha sonrasında Kürt vekillerinin tutuklanıp yıllarca hapse atılmalarına neden olan yemin rezaletini bir kere daha acıyla seyrettim geçenlerde. Bir Meclis düşünün ki, “millet”in en üst yönetici organı ve “temsilcisi” olduğunu iddia ediyor ve düzenlediği yemin ayininde bu meclisin üyelerini zorla riyakârlığa teşvik ediyor. Hatip Dicle, bu riyakârlığa alet olmamak için “ben ve arkadaşlarım bu yemini Anayasanın baskısı altında” okuyoruz diyor. Başta o anlı şanlı devlet adamı Süleyman Demirel olmak üzere, o zamanki Meclis kalabalığının çoğunluğu uzuvlarını sıralara vurarak protestoda bulunuyor. O zamanki Meclis Başkanı her kimse (ismi lazım da değil, lüzumlu da değil, öğrenmek için çaba bile göstermedim) bu gürültücüler korosunun arzularına uyarak Hatip Dicle’ye bir kere bir kere daha okutuyor yemini. Olmadı, bir daha, olmadı bir daha. “Sözümü geri aldım de.” Tam dört kere. Sonra Leyla Zana geliyor kürsüye. Güzel ve onurlu bir kadın. Gencecik, pırıl pırıl. Ve en önemlisi dimdik. O gürültücüler kalabalığı kurban olsun bu genç kadına. Onun bağırtıcılar karşısındaki gururlu duruşu yeter. “Saçına bayrak takmış” diye bağırıyor birisi, Leyla Zana’nın kırmızı, sarı, yeşil renklerden oluşan tokasını kastederek. Her türlü ulusal bayrağa karşıyım ama o an Leyla Zana’nın yanındayım. Yemini, Kürt aksanını iyice vurgulu hale getirerek okuyor ve ardından Kürtçe bir slogan atıyor. Birinizin göğüs kafesinde gerçekten çarpan bir yürek olsaydı, bu genç kadına zorla boyun eğdirmeye çalışmanın insanlık onurunu çiğnemek demek olduğunu görür ve bu rezalete karşı çıkardınız. Bunlar mıymış ülkeyi yönetecek olanlar? Zaten nasıl yönettiklerini de gördük. Ülkenin kana bulanmasından sorumludurlar. Sadece öldürülen gerillalardan ya da faili meçhullerden değil, devlet görevlisi asker, subay ve polislerin ölümünden de.
Şimdi bir yemin töreni daha var. Sanırım bugün. Ya da bir iki gün içinde. Yabancılaşma ve iki yüzlülüğü kendilerine temel alanlara değil sözüm. Bu yabancılaşma ve riyakârlık ritüelini uymak zorunda bırakılacak blok milletvekillerine.
Belki de yalancıktan birkaç söz söylendiğinde, yemin edildiğinde kimse yalancı olmaz diye düşünüyorsunuzdur. Mesele yalancı olmak değil ki ama. Mesele kamuoyu önünde bir söz vermek. Keşke sözünüz yalan olsaydı. Ne yazık ki, yalan olmayacak. O yemini ettiğiniz an gerçekten de artık “devletin bölünmez bütünlüğünün” çemberi içine girmişsiniz demektir. Sanıyor musunuz ki, devletin bu yemin ritüelinde bunca ısrarlı olması sebepsizdir.
En yakından kendisini tanıdığım için önce Ertuğrul Kürkçü geliyor gözlerimin önüne. 1968’in Ertuğrul’u. Saçları uzun, dalga dalga, gözleri ateş saçan bir genç. Biz o zamanki Dev-Genç’lilerin “hippylerin Türkiye şubesi” diye küçümsediğimiz ölçüde hepimizden ileri, hepimizden isyancı. Sonradan saçlarını kesip bir “militan” oldu, kısa süre sonra da Dev-Genç’in en son Genel Başkanı. “Militan” olmak için berberin önüne mi oturmak gerekiyordu illâ? Çok saçma ama öyleydi, evet. “Militan” mücadele, ne kadar özgürlükçü olduğunu söylerse söylesin daha o zamandan bir askeri kamp görüntüsünü dayatmaya başlamıştı.
Neyse, konumuz bu değil şimdi. O gözlerinden ateş saçan, uzun saçlı genç, şimdi saçlarını kesmekten daha acı verici bir eylemi gerçekleştirmek zorunda. Bu sefer saçlarını değil, dilini kesecek. Bazılarınız belki amma da abarttın diyecektir… Bunu diyenlerin haklı çıkmasını gerçekten isterim ama bence Mecliste şuna buna bağlı kalacağı andı içmenin bir devrimci açısından dilini kesmekten farkı yoktur. Artık o noktadan sonra mecliste irad edeceği “devrimci nutukların” bir değeri de.
Açık açık konuşmanın zamanıdır. Kürt hareketinin tamamen yanlış bir yönelim içine girdiğini ve girdiği bu mecrada hızla ilerlediğini düşünüyorum. Egemenler, Kürt hareketini meclis kapanının içine almaktan ne kadar memnunlar, görmüyor musunuz? Ve tabii ki, İmralı’yı da.
Bunları söylerken savaş taraftarı olduğum sanılmasın. Savaşa kesinlikle karşıyım. Hülya Tarman’ın Peşime Verdi (Kibele Yayınları, 2011) kitabı “çocuk gerillalar” trajedisini ve savaşın halk üzerindeki olumsuz etkilerini çok güzel anlatmaktadır. Bu kitaba yazdığım önsözün son cümlesinde şöyle diyorum: “Bu sorumluluk duygusudur, iç kolonyalizmi de, yeni egemenlik heveslilerini de, sonunda, hem de silahsız yenip insanlarımızı, insanlığımızı var edecek, toplumu bir arada tutup yaşanmaya değer kılacak.” (s.11)
Parlamento yolu, savaşı bitirmiyor, anti-kolonyalist Kürt hareketini bitiriyor, Kürtler bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Kürt köylü kadınlarının o güzel coşkusu hepimizin göğsünü kabartıyor, sokak hareketi güzel ama bunların Kürtlerin parlamento kapanına kıstırılmasına hizmet etmesi gerekmez ki.
Nedir peki? Bir başka yol, üçüncü bir yol var. İşte BDP’nin özerklik programı bu yolu gösteriyor. Yerel komünal birliklerin özyönetimi. Kürtleri gerçekten tüm dünyaya da örnek kılacak yol budur. Ama hem parlamento hem özerk yönetim olmaz. Merkezi devletin merkezi aygıtına tabi olduğunuz an özerk yönetimi falan unutun. Bu noktadan sonra Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile merkezi düzeyde kaynaşması başlayacaktır. O parlamento sıralarında ezilen, sokaklarda “lo lo” çeken Kürt kadınlarının ve çocuklarının değil, palazlanan Kürt burjuvazisinin temsilcileri oturacaktır.
O zaman “yemin”in bir riyakârlığa bile izin vermeyip tamamen gerçeği, Kürt halk kitlelerinin istismarı gerçeğini ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Gün Zileli
11 Temmuz 2011
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Yeni yazınız gayet güzel ve yapıcı bir eleştiri olmuş. Yazdıklarınızın yanı sıra Kürt Özgürlük Hareketi’nin homojen bir yapıda olmadığını da unutmamak gerek. Hareketin aşağıdan kitle hareketini yürüten gücü oluşturanlar daha çok KCK’ye yakın sosyalist, ekolojist, feminist ve diğer radikal çevrelerdir. Bu kişiler hareketin ana damarını oluşturuyor(du). AKP tarafından tutuklatılan yaklaşık 3500 kişinin de bu çevrelerden olması kaçınılmaz (burada bir tasfiye operasyonu kokusu almamak mümkün değil). Hareketin ikinci en önemli kesimi de BDP’de daha üst konumlarda yer alan sosyal demokrat, orta sınıftan kişilerdir. Onlar göreceli olarak daha az radikal fikirlere sahip olmakla birlikte, çözümün parlamenterist/legal yönüyle daha fazla meşgullerdir (not: ayrıca bu kişiler sık sık Öcalan tarafından ‘yeterince halkçı olmamakla’ eleştirilir). Hareketin azınlık bir kesimi ise muhafazakar, liberal (veya Barzanici de denebilir) burjuva kesimleridir. Önceleri sağ partilerde (DYP, ANAP, AKP, RP) ve bazı “sol” partilerde (CHP, HAKPAR) görev almış burjuva veya ağa kökenli kişilerden oluşur. Bu ufak kesim de hareketin en düzeniçileşmiş kesimini oluşturur. Hareketin düzeniçileştiği dönemleri ve radikalleştiği dönemleri iyi tahlil edebilmek için Bölge’nin sınıfsal-sosyolojik yapısı ile bahsettiğim üç grubun ilişki ve çelişkilerini de incelemek gerekir. Saygılar.
Toplumsal muhalefetin devlet-iktidar hegemonyasından farklı olarak alternatif blok ve 3. seçenek olarak siyasi hayatımıza girdiği bu günlerde sayın zileliden sistem mağdurlarının alternatif politik projesini tarif eden yazı bekliyorduk.Yinede bu yeni yazı başlangıç itibarı ile sezarın hakkını sezara verebilecek mütevazilikte zileli gibi taviz vermeyen devrimciden özgürlükçü siyasi kürt hareketine toplumsal muhalefetteki işlevini övebilen seviyede olmasına rağmen önemsiz ayrıntıları(yemin)temel alıp bu özgürlükçü harekete olumlu eleştiri seviyesinde katkı verecek derinlikte bulmadım.Kürtlerin meclise girerek “anti-kolnyalist kürt hareketini bitirdiler”cümlesi ile zileli özgürlükçü kürt hareketinin geldiği yeri amaçlarını anlamamış gibi yorumlanacak cümle kurulmuş.Kürtler bile kürtlerin özgürleşmesinin bütün ülkenin özgürleşerek kadim insanlık ailesine katılmasıyla mümkün olduğunu anladığını tarihsel materyalizmi bilen zilelinin daha iyi bilmesi gerekmezmi?egemenlerin kürt hareketini meclise alma memnuniyeti cümleside sorunlu meclise kürt hareketi hangi mücadelenin hangi bedellerın ve ne tür engellemelerın sonucu girildiği ortadadır.ben zileliden bu hareketin devlet ve iktidardan talep eden dilden vaz geçip sistem mağdurlarına konuşması gerektiği eleştirisi beklerdim.tarihteki örnekleri gibi toplumsal muhalefetin sistem mağdurlarının taleplerini ve onların benim ürettiğim projem diyeceği geleceğin iktidar projesini sormasını beklerdim.hiç bir toplumsal muhalefet geleceğin iktidarı benim diyemese önündeki büyük işin farkına bile varamaz.buradaki iktidar hegemonik bir iktidar değil iktidarı asıl sahibi halka verecek kural kurum ve işleyişlerle asıl hayatın yaşanıp üretildiği yerel dinamiklere devri olmalıdır.kürt hareketinin meclise girerek devrimci niteliğini kaybederek kürt burjuvazisinin kontrolüne geçeceği imasıda sorunludur kürtlerdede sınıf mücadelesinin kaçınılmazlığı yanında özgürlükçü kürt hareketinin bölgede uzun süredir kazandığı deneyim ve geldiği yeri anlamayan yorum olabilir kendi içinde temsili demokrasiyi katılımcı demokrasiye evirecek seviyede politikleşip iktidar ve hegomonya devri yapabilmiş hareketi temsili demokrasiyi bile beceremeyen türkiye deneyinden okumak haksızlığı yapmış oluruz.Yinede bunu gündem yapıp tartışmamızı sağladığı için zileliyi kutluyorum bir laz olarak özgürlükçü kürt hareketinin türkiye toplumsal muhalefetinin asıl dinamiği olarak bütün birikimine rağmen mütevaziliğini koruyarak türkiyeninde özgürleşmesi için elinden geleni yapmaya çalıştığını görerek asıl biz ne yapmalıyız sorusunu kendimize sormamızın zamanı gelmedimi?toplumsal muhalefetin kendine beklentisi olmayan neferimi olacağız anlamadan yanlış yaparak engelleyenimi olacağız?
merve kavakçıyada daha beter saldırılarda bulunulduğu zaman neler hissettiniz acaba.yoksa bu hisleriniz yandaşı olduğunuz leyla zanaya karşımı?
Merve Kavakçı’ya yapılan saldırı ve haksızlığa da aynı şekilde karşı çıkmıştım.
YENİ YAZI: YEMİN !!!
(Not: TEKNİK İŞLERLE İLGİLENEN ARKADAŞA ULAŞILAMADIĞINDAN 11.07.2011 TARİHLİ DÜNKÜ YAZIMI BURAYA KOYMAK ZORUNDA KALDIM. ARKADAŞIMIZ YAZIYI ALDIĞINDA YENİ YAZI OLARAK ANA SAYFADAN KOYACAKTIR.)
Yemin !!!
Yemin kişiliği parçalar, riyakârlığı teşvik eder. Kendisi de en büyük yabancılaşma unsuru ve riyakârlık üzerine kurulu devletin yemin türü ritüelleri teşvik etmesinde, özellikle Meclisin açılışı gibi ritüellerde bu toplu ayini zorunlu kılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ama sadece bu kadar mı? Her ritüel ve riya, aynı zamanda katı bir gerçekliğin dayatmasıdır da.
Bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce Meclis’te meydana gelen ve daha sonrasında Kürt vekillerinin tutuklanıp yıllarca hapse atılmalarına neden olan yemin rezaletini bir kere daha acıyla seyrettim geçenlerde. Bir Meclis düşünün ki, “millet”in en üst yönetici organı ve “temsilcisi” olduğunu iddia ediyor ve düzenlediği yemin ayininde bu meclisin üyelerini zorla riyakârlığa teşvik ediyor. Hatip Dicle, bu riyakârlığa alet olmamak için “ben ve arkadaşlarım bu yemini Anayasanın baskısı altında” okuyoruz diyor. Başta o anlı şanlı devlet adamı Süleyman Demirel olmak üzere, o zamanki Meclis kalabalığının çoğunluğu uzuvlarını sıralara vurarak protestoda bulunuyor. O zamanki Meclis Başkanı her kimse (ismi lazım da değil, lüzumlu da değil, öğrenmek için çaba bile göstermedim) bu gürültücüler korosunun arzularına uyarak Hatip Dicle’ye bir kere bir kere daha okutuyor yemini. Olmadı, bir daha, olmadı bir daha. “Sözümü geri aldım de.” Tam dört kere. Sonra Leyla Zana geliyor kürsüye. Güzel ve onurlu bir kadın. Gencecik, pırıl pırıl. Ve en önemlisi dimdik. O gürültücüler kalabalığı kurban olsun bu genç kadına. Onun bağırtıcılar karşısındaki gururlu duruşu yeter. “Saçına bayrak takmış” diye bağırıyor birisi, Leyla Zana’nın kırmızı, sarı, yeşil renklerden oluşan tokasını kastederek. Her türlü ulusal bayrağa karşıyım ama o an Leyla Zana’nın yanındayım. Yemini, Kürt aksanını iyice vurgulu hale getirerek okuyor ve ardından Kürtçe bir slogan atıyor. Birinizin göğüs kafesinde gerçekten çarpan bir yürek olsaydı, bu genç kadına zorla boyun eğdirmeye çalışmanın insanlık onurunu çiğnemek demek olduğunu görür ve bu rezalete karşı çıkardınız. Bunlar mıymış ülkeyi yönetecek olanlar? Zaten nasıl yönettiklerini de gördük. Ülkenin kana bulanmasından sorumludurlar. Sadece öldürülen gerillalardan ya da faili meçhullerden değil, devlet görevlisi asker, subay ve polislerin ölümünden de.
Şimdi bir yemin töreni daha var. Sanırım bugün. Ya da bir iki gün içinde. Yabancılaşma ve iki yüzlülüğü kendilerine temel alanlara değil sözüm. Bu yabancılaşma ve riyakârlık ritüelini uymak zorunda bırakılacak blok milletvekillerine.
Belki de yalancıktan birkaç söz söylendiğinde, yemin edildiğinde kimse yalancı olmaz diye düşünüyorsunuzdur. Mesele yalancı olmak değil ki ama. Mesele kamuoyu önünde bir söz vermek. Keşke sözünüz yalan olsaydı. Ne yazık ki, yalan olmayacak. O yemini ettiğiniz an gerçekten de artık “devletin bölünmez bütünlüğünün” çemberi içine girmişsiniz demektir. Sanıyor musunuz ki, devletin bu yemin ritüelinde bunca ısrarlı olması sebepsizdir.
En yakından kendisini tanıdığım için önce Ertuğrul Kürkçü geliyor gözlerimin önüne. 1968’in Ertuğrul’u. Saçları uzun, dalga dalga, gözleri ateş saçan bir genç. Biz o zamanki Dev-Genç’lilerin “hippylerin Türkiye şubesi” diye küçümsediğimiz ölçüde hepimizden ileri, hepimizden isyancı. Sonradan saçlarını kesip bir “militan” oldu, kısa süre sonra da Dev-Genç’in en son Genel Başkanı. “Militan” olmak için berberin önüne mi oturmak gerekiyordu illâ? Çok saçma ama öyleydi, evet. “Militan” mücadele, ne kadar özgürlükçü olduğunu söylerse söylesin daha o zamandan bir askeri kamp görüntüsünü dayatmaya başlamıştı.
Neyse, konumuz bu değil şimdi. O gözlerinden ateş saçan, uzun saçlı genç, şimdi saçlarını kesmekten daha acı verici bir eylemi gerçekleştirmek zorunda. Bu sefer saçlarını değil, dilini kesecek. Bazılarınız belki amma da abarttın diyecektir… Bunu diyenlerin haklı çıkmasını gerçekten isterim ama bence Mecliste şuna buna bağlı kalacağı andı içmenin bir devrimci açısından dilini kesmekten farkı yoktur. Artık o noktadan sonra mecliste irad edeceği “devrimci nutukların” bir değeri de.
Açık açık konuşmanın zamanıdır. Kürt hareketinin tamamen yanlış bir yönelim içine girdiğini ve girdiği bu mecrada hızla ilerlediğini düşünüyorum. Egemenler, Kürt hareketini meclis kapanının içine almaktan ne kadar memnunlar, görmüyor musunuz? Ve tabii ki, İmralı’yı da.
Bunları söylerken savaş taraftarı olduğum sanılmasın. Savaşa kesinlikle karşıyım. Hülya Tarman’ın Peşime Verdi (Kibele Yayınları, 2011) kitabı “çocuk gerillalar” trajedisini ve savaşın halk üzerindeki olumsuz etkilerini çok güzel anlatmaktadır. Bu kitaba yazdığım önsözün son cümlesinde şöyle diyorum: “Bu sorumluluk duygusudur, iç kolonyalizmi de, yeni egemenlik heveslilerini de, sonunda, hem de silahsız yenip insanlarımızı, insanlığımızı var edecek, toplumu bir arada tutup yaşanmaya değer kılacak.” (s.11)
Parlamento yolu, savaşı bitirmiyor, anti-kolonyalist Kürt hareketini bitiriyor, Kürtler bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Kürt köylü kadınlarının o güzel coşkusu hepimizin göğsünü kabartıyor, sokak hareketi güzel ama bunların Kürtlerin parlamento kapanına kıstırılmasına hizmet etmesi gerekmez ki.
Nedir peki? Bir başka yol, üçüncü bir yol var. İşte BDP’nin özerklik programı bu yolu gösteriyor. Yerel komünal birliklerin özyönetimi. Kürtleri gerçekten tüm dünyaya da örnek kılacak yol budur. Ama hem parlamento hem özerk yönetim olmaz. Merkezi devletin merkezi aygıtına tabi olduğunuz an özerk yönetimi falan unutun. Bu noktadan sonra Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile merkezi düzeyde kaynaşması başlayacaktır. O parlamento sıralarında ezilen, sokaklarda “lo lo” çeken Kürt kadınlarının ve çocuklarının değil, palazlanan Kürt burjuvazisinin temsilcileri oturacaktır.
O zaman “yemin”in bir riyakârlığa bile izin vermeyip tamamen gerçeği, Kürt halk kitlelerinin istismarı gerçeğini ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Gün Zileli
11 Temmuz 2011
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
İlahi Binbir Surat… Hiç vazgeçmiyorsun şaklabanlıktan.
Banu Güven’den ‘NTV’den neden ayrıldım’ röportajı
‘Seke seke giderken ‘çat’ duvara çarptım’
12.07.2011 – 09:26
Seçimden önce Leyla Zana’yla yapmayı planladığı söyleşinin krize dönüştüğünü açıklayan Banu Güven NTV’den ayrılış sürecini Taraf’a anlattı: Seke seke giderken ‘çat’ diye duvara çarptım ben..
Banu Güven geçen hafta –dile kolay– 14 yıldır çalıştığı NTV’den ayrıldı. Ama nasıl ayrıldı? İpler aslında ne zaman kopmuştu, talep kimden, neden gelmişti? Asıl önemlisi, gazeteciyle işvereni arasındaki bu olay genel siyasi iklimle ne kadar alakalı ne kadar alakasızdı? Güven, Türkiye’de hem medya dünyasını hem de politik atmosferi yorumlarken ihtiyacımız olan bu soruların yanıtlarını aşağıdaki satırlarda kendi perpektifinden aktardı.
İYİ VERİLEN BİR SINAV DEĞİL BU
14 yıldır çalıştığınız NTV’den geçen hafta ayrılmak zorunda kaldınız. Nasıl bu noktaya geldiniz?
Türkiye’de birçok medya kuruluşunun uzun zamandır netameli konulardaki haberleri tartarak değerlendirdikleri bir sır değil. Muhabirlerin yıllardır fırça yemekten korktukları da bir sır değil. Ankara’da herkesin anlatabileceği iyi hikâyeleri var. Unutmamak gerekli, bir dönem sadece başbakanlıkta değil genelkurmayda da akreditasyon krizleri yaşandı. Bunlara medya nasıl yaklaştı? İyi verilen bir sınav değildi bence bu. Bunların içinde biz gene de benim çalıştığım kurumda işimizi yaptık. NTV yayın politikası olarak nesnellik konusunda azami gayret göstermiştir, gazetecinin eleştirel olması gerekir, bunun için de alan sağlamış bir yerdir. Ben de son yayın döneminde, en çok keyif aldığım dönemlerden birini yaşadım aslında. Zaman zaman ana akım medyanın gündeminde çok üst sıralarda yer almayacak konuları ya da kimsenin dokunmadığı alanları konuştuk. Her şeye rağmen, bu basınca rağmen bunların yapılabiliyor olması bende iyimserlik yaratıyordu.
ÇOK BÜYÜK HATALAR YAPILDI
Nasıl dağıldı bu iyimser hava?
Seçim öncesinde öyle bir yere gelindi ki… Çok büyük hatalar yapıldı bence. Hükümet tarafından herhalde açıkça söylenmiş olması gerekiyor ki bizim yapacağımız işin sınırı belirlendi. Tartışma programları seçimden birkaç hafta önce kalktı. Neden biz daha fazla konuşmuyoruz gibi sitemlerle üzerinize gelindiği noktada dükkanın o bölümünü kapatmak gibi bir hareket oluyor ki problem çıkmasın. Ben devam ettim bu arada. Genel Yayın Yönetmeni’miz Ömer Özgüner’le çok yakın çalıştık. Kimselerin dokunmak istemediği bir çok konuda onun desteğini görmekten çok mutlu oldum. Ama seçim öncesinde bu gerilimli hattı geçince, basıncı ben de daha fazla hisseder oldum, herkes gibi… Son yaptığım yayınlardan Vedat Türkali, birtakım çevrelerden gelen tepkiler sebebiyle kanal içinde tartışma konusu oldu. Aslında söylediklerinin çoğunun Cengiz Çandar’ın kaleme aldığı TESEV raporunda hükümetin demokratik açılımına dair haritada birebir bulunduğunu görüyorsunuz. Tabu olmaktan çıkmış bir konuydu bu.
GAZETECİLİK HAYATIMIN EN ZOR GÜNLERİNDEN BİRİYDİ
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile ‘Öcalan bir aktör’ dedi…
Evet… Biz bütün bunların gerisinde kalmış olduk aslında. Bu ironik ve acı bir durum benim için. Sonra pazartesi günkü konuğum için heyecan duyuyorduk Ömer’le (Özgüner) beraber. Leyla Zana gelecekti. Ama sonra böyle bir röportajın da içine sokulduğumuz sınırların dışında kaldığını öğrendim. O iyimserlikle devam ederken, seke seke giderken, çat diye duvara çarptm ben.. Biz, hep beraber… Çarptık bence… Neyse… Bunu kabullenemedim tabii. Çözmeye çalıştım. Gazetecilik hayatımın en zor günlerinden biriydi. Sonuçta dendi ki: “Ha-yır, o-la-ma-yacak.”
Kim olursa olsun, seçim öncesinde son haftaya girerken, çok kısıtlı tuttuğu söyleşi programına dahil ettiyse ve ona göre hareket ediyorsa ve bu iptal oluyorsa; bu çok utanılacak bir durumdur. Kim olursa olsun… Leyla Zana olması iki kat önemli kılıyor. Çünkü onun ismi, yaşadıkları, hapiste geçen 10 yılın ne için olduğu ortada. İfade özgürlüğü konusunda yaşanan büyük skandal… Bütün bunların üzerine, bu kadar yıl sonra anaakım medyaya konuşmaya karar vermiş bir insana bu haksızlığı yapıyor konumuna düşmek de canımı hâlâ çok yakıyor. Hakikaten çok yakıyor.
Leyla Zana nasıl karşıladı bu durumu?
Çok soğukkanlı davrandı. “Biz neler gördük” dedi.
Bu kriz üzerine sizin programınız tatile çıkarıldı…
Bu krizle beraber benim açımdan denizin bittiği netleşti. Hiçbirşey olmamış gibi yaparak yayına çıkamazdım. Ben “Madem öyle, rica ediyorum erken tatil olabilir mi” dedim. Sonrasında “Nasıl devam edebiliriz, konuşalım” dedik. Ama seçim sonrasında da bir değişiklik olmadı. Önceden çıkaramadığım konuğu o zaman çıkarabileceğim söylenmedi. Tam tersi. Önümüzdeki yayın dönemi için de olmayacağını anladım.
NTV çizgisinde ciddi değişiklikler olacağı söyleniyor…
Bu formattaki programlar dışında daha çok haber bülteni veren bir NTV düşünülüyor. Benim gördüğüm daha farklı kimlikte bir kanala gidilmiş olduğu. Dolayısıyla ben o koşullara, o alana önümüzdeki dönemde de sahip olmayacaktım.
Peki Leyla Zana’nın programa çıkarılmaması nasıl açıklanıyor? Sonuçta milletin vekili olmak için meşru şekilde adaylığını koymuş bir insan…
Ve seçim öncesinde AK Parti’nin oylarının azalmasına sebep olacak bir insan…
OTOSANSÜR ÇOK TEHLİKELİ BİR ŞEY
AK Parti’nin oyları hesap edilerek mi yapılıyor NTV’de programlar?
Seçim öncesinde NTV şu partiyi, bu partiyi kollayayım diye bir şey demiyor tabii. Burada sorun 15 yıldır bir marka, bir güvenilirlik oluşturmuş, bunun için kavga etmiş bir kanal artık niye bu noktaya geliyor? Bu sorunun cevabını, rica, talep, uyarı tehdit, neyse bunu dolaylı ya da doğrudan yapanlar; bunun sonucunda oto sansürü devreye sokanlar –aslında oto sansür hep vardır memlekette de– oto sansürün güçlenmesine katkıda bulunanlar ve bunun sonucunu yaşayanların oturup düşünmesi lazım. Otosansür çok tehlikeli bir şey; biri beşle de çarpabilir. Bu konuştuğumuz tablo NTV özelinde yaşanan bir hikaye. Hemen her yerde, bir otokontrol mekanizması var. Bununla beraber, Karayılan röportajları da var. Ama Ertuğrul Mavioğlu yargılanıyor. Ama böyle şeyler de yapılabiliyor.
Otosansür dediğimiz şey bir yandan baskıyla, gerçeklikle ilgili ama bir yandan da medya sahibinin durumu algılamasıyla ilgili…Sizce NTV’de hangisi daha etkili?
Gerçekte neler olduğunu bilmeden bir yorum yapmak istemem ama bir ölçüde kişisel değerlendirmelerin sonuçlarını da yaşıyor olabiliriz. Söylediğinizde bir doğruluk payı olabilir. Cevabını bir gün doğrudan sorarak alabilirim.
Hükümetin somut baskısına dair bir duyumunuz oldu mu?
Hayır, hayır genel geçer sizin benim duyduğumuz şeyler… Ama fazla zaman geçmedi üzerinden; en büyük medya kuruluşuna büyük cezalar kesildi. Bu, bir çok yayın kuruluşu sahibinin yoğurdu üfleyerek yemesine neden oldu. Özellikle de başka alanlarda faaliyeti olanların…
Sizce medya sahiplerinin başka alanlarda da yatırımlarının olması, tüm bu tartıştığımız meselelerin düğümlendiği nokta olabilir mi?
Söylediğiniz kesinlikle geçerli bir argüman. Dünyanın her yerinde tartışılan bir konu zaten.
On yıl öncesine göre bazı konularda da medya özgürleşti aslında…
Evet, evet. Ama şunu da unutmamak lazım: Biz hep Kürt meselesi üzerinden gidiyoruz. Çevre ya da benzer konularda haber yapıldığında da acayip bazı hassasiyetlerle karşılaşılmıyor mu? Bu Kürt meselesi yakın tarihte görülmemiş bir cesaretle çözümlenmiş olabilir. Bu ancak alkışlanır. Ama bunun ardından ben gene demokrasinin bütünsel bir şey olduğunu söyleyeceğim.
İNSANLAR DAHA BAĞIMSIZ ŞEYLER YAPMAYA ÇALIŞACAK
Medyanın gidişatı nereye doğru sizce?
Başka mecralar oluşacak. İnsanlar daha bağımsız şeyler yapmaya çalışacaklar bence. Koskoca bir İran’da cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra ajansların çalışması engellendi de habersiz mi kaldık biz? Yani gazetecilik yapmak yalnızca birileriyle karşılıklı konuşmak değil. En azından sosyal paylaşım ağlarımız var. İki cümle bile bize bir haber verir. Bu taraftan bakarsak iyimser olabiliriz belki ama medya kuruluşları açısından durum pek iyimserlik verici değil. Bağımsız medyanın büyümesini, yerel medyanın güçlenmesini çok temenni ediyorum. Bakalım bundan sonra ne olacak? “Bize ayrılan sürenin sonuna geldik”… Bugünlerde beni arayanlara telefonu açar açmaz böyle diyorum.
Bence “Sizi izlemeye devam edeceğiz”. Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?
Kararlıyım öyle ya da böyle devam edeceğim. Bu olan biten, bende şunun haberini yapmak isterdim bu kişiyle röportaj yapmak isterdim duygusunu eksiltmedi.
Aksine kamçılandınız?
Evet. Bunu nasıl yapacağıma dair birtakım planlarım da var.
Ne gibi?
Net değil hâlâ ama… Tek mecra bizim anaakım medya olarak tanımladığımız basın, televizyon değil… Şimdilik bu kadarını söyleyeyim.
BAĞIMSIZ OLMAK İSTİYORUM
Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?
Öncelikle kişisel bir mağduriyet hikayesi değil bu. İnsanlar ‘Ne olacak şimdi’ diye düşünüyor. Ben telaş içinde değilim, huzursuzluk içinde değilim. Bağımsız olmak istiyorum. Gazeteciliğin kendi sınırlarından gayrı başka sınırlar içine girmemek arzusuyla alakalı bir şey bu. Tek inandığım şey bu..
parlementer meclis seçeneğinin bir hedef mi yoksa bir taktik araç meselesi olup olmadığı sorusu önemli.Bu parlementer hedef sorunu hem öznel hem de nesnel düzeyde alınmalı.Burada güncel/kritik husus olan bdp açısından Hatip Diclenin tahliye edilmesi meselesi ve konudaki kararlılıktır.yani hatip dicle konusunda güvence ve teminatlar almadan hiçbir şekilde meclise gidilmemesidir.Yani gerektiğinde parlementer meclisten vaz geçilebileceği ve alternatif demokratik toplum kongresi ve delege seçimidir.her halükarda bu görece öz yönetim önemlidir.
tabi bu taktik aracın sınırları ve sınırlı oluşu da gözetilmelidir.Körle yatan şaşı kalkar pozisyonuna düşülmemesi için!
bahsettiğim ‘tasfiye operasyonu’ olasılığıyla alakalı ilgi çekici birkaç yazı:
http://www.kurdistan-report.com/?p=4045
http://www.soldefter.com/2011/07/09/beni-kurtleri-tasfiye-projesinin-basina-getirmek-istediler-altan-tan/
Dersim inbanu güven meselesindeki ironiyi anlamasını beklerdim.öncelikle banu nda söylediği gibi zana nın ntv de yapacağı röpörtajın sistemin devlet-iktidar hegomonyasının işine gelmemesindende belli olduğu gibi egemenlerin en çok korktukları şey olan toplumsal muhalefetin kendine güveni gelip kendi kendini yönetme becerisi göstermesi olduğundan da anlaşılacağı gibi özgürlükçü siyasi kürt hareketinin bütün türkiyenin özgürleşmesi projesini üretebilmesindeki en önemli ayak parlamento olduğu gerçeğidir.egemenlerde farkında olduğu gibi blokun meclise seçilen kadroları ve bütün eksiklerine rağmen toplumsal muhalefetin geldiği yer mecliste ana muhalefeti üstlenerek devlet-iktidar egemenlerinin aslında aynı olduğunu açığa çıkarıp 3.bloğun sistem mağdurlarının seçeneği ana muhalefet seviyesinde iş göreceği endişesidir egemenlerin bu endişelerini giderecek parlemento boykotumu yoksa şimdiden sistemin ana muhalefeti olduğu açığa çıkan hareketin meclisten devlet-iktidara konuşan değil sistem mağdurlarına konuşan çalışmaları verimli olacağını düşünürsek.gelecektede asıl iktidarı halka devredecek kural kurum ve işleyişlerin parlamento seviyesinde kabül edilmesini sağlayacaktır.tasviye meselesine gelince oldum olası türklerin sevr sendromu bölüneceğizle kürtlerin bizi tasviye edecekler sendromunun sistemin egemenlerinin istediği işlevi görüp kürtleri kendi kimliğinin içine hapsedip kenardan talep eden muhalefet seviyesinde bıraktığını unutmayıp tasviye etmeye çalışıldığını başarı siyasetinin tasviye edilemeyeceği gerçeği ile bu sendroma takılmadan toplumlar tarihi örneklerindeki gibi toplumsal muhalefetin alternatif başarı siyasetinin önündeki asıl işlere odaklanıp hepimizin özgürleşerek insanlık ailesine katılacağı özgürlük projesine odaklanmalı geldiğimiz yeri iyi anlayıp geçmişimizi olumlu tüketip daha büyük hedeflerde geleceği kurmalıyız.
Syın zileli ve hepimizin ortak çabası ile en fazla birkaç bin kişiye ulaştırabildiğimiz toplumsal muhalefetin özgürlükçü dilini kürkçünün mecliste sistem mağdurlarına ulaştırdığında dilinin kesilip kesilmediğini anlayacağız.ekim devriminden heyecanlanan emma gibi bizde sayın zileli gibi kürkçü ve diğer blok vekillerinin kürsüde söylediklerini takip ederken şimdiye kadar savunduğumuz düşünce ve cümleleri sarf ettiklerinde biz niye orda değiliz fesatlanmasına düşmeden bu durumun kişilerden çok hiçbir çabanın boşa gitmediği biriken toplumsal muhalefet emeklerinin birikimi olarak algılayıp zana ve diclenin geçmiş devrimci duruşlarının devamı diye alkışlamasınıda bilmeliyiz.
sayın odabaş,
bahsettiğiniz özgürleşme projesinin asıl mimarları, teorisyenleri, onu aşağıdan muhalefetle inşa etmeye çalışan yerel yönetim sorumluları siyasi polis operasyonlarıyla bir kırıma uğratılırken onların yerine daha uzlaşmacı, reformist kişiler getiriliyor(veya getirilmeye çalışılıyor). sistemin 30 yılda askeri yollarla yenemediği bir hareketi daha “pasifist” yollardan bölmeye ve ehlileştirmeye çalışması her baskıcı düzenin doğasında olan altın bir kuraldır. o yüzden bu operasyonun arka planındaki gerekçeleri iyi okumak gerekir. onu sadece bir paranoya olarak veya “bizi tasviye edecekler sendromu” olarak görmek yanlış olur. Hatip Dicle’nin sistem tarafından hedef tahtasına konulması bir tesadüf değildir. Dicle, demokratik özerklik projesinin teorisyenlerinden biridir ve sosyalist bir aydındır. aynı şekilde Hareket’in üyelerinden Sebahat Tuncel de sistem tarafından sık sık hedef gösterilen ve önüne en çok yasaklar konan kişilerdendir, ki o da sosyalist feminist ve mücadeleci düşünceye sahiptir. Kemal Burkay, Orhan Miroğlu, Altan Tan, Şerafettin Elçi gibi uzlaşmacı isimlere bugün düzenin medyası, partileri ve hukuku tarafından fırsatlar tanınıyorken Dicle ve Tuncel gibi devrimci radikal isimlerin hedef gösterilmesi dikkate değerdir. Hareket’in demokratik özerkliği hayata geçirebilmesinin yolu Türkiye Büyük Sermaye Meclisi’nden değil, yerel halk meclislerinden geçer. bu yolda yapılması gereken ilk şey Hareket’in doğrudan demokrasinin bir gereği olan aşağıdan tartışmalar yoluyla kendi içerisindeki reformist sapmalarla ideolojik açıdan hesaplaşmasıdır.
Ak Parti ilk seçimlerde sosyalist aydinlardan 10 tanesine söyle kontenjandan bir yer ayirsa, milletvekili olmak için ne sosyalist teoriler uydurulur, kimler kaç takla atardi? Dogrusu oldukça komik bir durum olurdu bu. Sözde Türk ulus devletini elestirirken , Kürt ulus devletinin insasi için kuyruk olanlar insanda acima duygusu uyandiriyor. Hey gidi koca sosyalist ideoloji hey.
anarkocu,
hepimizin özgürleşmesinin aşağıdan yukarıya doğrudan demokrasinin kural kurum ve işleyişlerinin kurumlaşması ile olacağı son yorum ve endişelerinize katılıyorum.bu çabanın kocaeli gibi bir kentinden pratiğine katılan biri olarak egemenlerin özellikle bölgede yerel yönetim ve başarı siyaseti deneylerinden geçmiş yaratıcı kadroları engellemeye çalıştığını biliyoruz.işte tam bu noktada aşağıdan yukarıya sağlıklı işleyen sorunun içindeki hayatı yaşıyan kadroların iradesini temel alan kişilerle sınırlanmayıp kurumsal demokratik işleyişlerle sürekli kendini yenileyen özgürlük hareketi engellenenlerin yerine onlarıda aşan seviyede yeni yaratıcı kadrolar yetiştireceğinden eminim.siyasi hayatımızda içinden genç liderler(Selahattin Demirtaş) yetiştirme yeteneği gösteren tek örneğin olumlu eleştirilerle içinde bulunduğu eksik ve yanlışlardan kurtularak hepimizin özgürleşmesinin taşıyıcısı toplumsal muhalefetin başarı öykülerini yaratacağı umudundayım.zilelinin yazısınıda olumlu eleştiri olarak algılayıp tarışma zemini yarataması ve kendini yenileyebilmesine olanak vermesi gibi okuyabilmeliyiz.
Kürt ulus devleti inşacısı diye eleştirmeye çalıştığın bdp blok ve özgürlükçü siyasi kürt hareketinin bu gün geldiği yeri hiç anlamamışsın casus.bu hareketin ulus devlet anlayışının 1980 lerden sonra tarihin çöplüğüne gittiğini bilerek toplumsal muhalefetin başarı projesi olarak sadece ülkemizin değil komşularımızında ab ye üye olmasını savunarak sadece bizim özgürleşmemizi ve insanlık ailesine katılmamızı değil komşularınında ceberrut ulus devlet paradigmasından kurtulup özgürleşmesini savunursa şaşırma? yoksa kürt ulus devleti inşası kadim devlet ulusçuluk projesi olup sen savunuyor olmayasın?
sayın Casus Belli,
AKP tarafından ehlileştirilmiş sosyalistler zaten var (tabi yalnızca bu kişiler kendilerini ‘sosyalist’ diye adlandırıyor), bunlara zaten yeterince imkan sağlanıyor, milletvekili kontenjanı verilmesine gerek yok. işte birkaç tanesi;
http://www.akpartigencistanbul.com/index.php?page=content&f=n&s=68&href=328
*ayrıca Demokratik Özerklik projesinin bir ulus devlet projesi olmadığını görebilmen için de biraz okuma çalışması yapman gerekiyor. Özgür Gündem gazetesinin arşivinden başlayabilirsin.
49 Gün Zileli 12 Temmuz 11 / 12pm
YENİ YAZI: YEMİN !!!
(Not: TEKNİK İŞLERLE İLGİLENEN ARKADAŞA ULAŞILAMADIĞINDAN 11.07.2011 TARİHLİ DÜNKÜ YAZIMI BURAYA KOYMAK ZORUNDA KALDIM. ARKADAŞIMIZ YAZIYI ALDIĞINDA YENİ YAZI OLARAK ANA SAYFADAN KOYACAKTIR.)
Yemin !!!
Yemin kişiliği parçalar, riyakârlığı teşvik eder. Kendisi de en büyük yabancılaşma unsuru ve riyakârlık üzerine kurulu devletin yemin türü ritüelleri teşvik etmesinde, özellikle Meclisin açılışı gibi ritüellerde bu toplu ayini zorunlu kılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ama sadece bu kadar mı? Her ritüel ve riya, aynı zamanda katı bir gerçekliğin dayatmasıdır da.
Bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce Meclis’te meydana gelen ve daha sonrasında Kürt vekillerinin tutuklanıp yıllarca hapse atılmalarına neden olan yemin rezaletini bir kere daha acıyla seyrettim geçenlerde. Bir Meclis düşünün ki, “millet”in en üst yönetici organı ve “temsilcisi” olduğunu iddia ediyor ve düzenlediği yemin ayininde bu meclisin üyelerini zorla riyakârlığa teşvik ediyor. Hatip Dicle, bu riyakârlığa alet olmamak için “ben ve arkadaşlarım bu yemini Anayasanın baskısı altında” okuyoruz diyor. Başta o anlı şanlı devlet adamı Süleyman Demirel olmak üzere, o zamanki Meclis kalabalığının çoğunluğu uzuvlarını sıralara vurarak protestoda bulunuyor. O zamanki Meclis Başkanı her kimse (ismi lazım da değil, lüzumlu da değil, öğrenmek için çaba bile göstermedim) bu gürültücüler korosunun arzularına uyarak Hatip Dicle’ye bir kere bir kere daha okutuyor yemini. Olmadı, bir daha, olmadı bir daha. “Sözümü geri aldım de.” Tam dört kere. Sonra Leyla Zana geliyor kürsüye. Güzel ve onurlu bir kadın. Gencecik, pırıl pırıl. Ve en önemlisi dimdik. O gürültücüler kalabalığı kurban olsun bu genç kadına. Onun bağırtıcılar karşısındaki gururlu duruşu yeter. “Saçına bayrak takmış” diye bağırıyor birisi, Leyla Zana’nın kırmızı, sarı, yeşil renklerden oluşan tokasını kastederek. Her türlü ulusal bayrağa karşıyım ama o an Leyla Zana’nın yanındayım. Yemini, Kürt aksanını iyice vurgulu hale getirerek okuyor ve ardından Kürtçe bir slogan atıyor. Birinizin göğüs kafesinde gerçekten çarpan bir yürek olsaydı, bu genç kadına zorla boyun eğdirmeye çalışmanın insanlık onurunu çiğnemek demek olduğunu görür ve bu rezalete karşı çıkardınız. Bunlar mıymış ülkeyi yönetecek olanlar? Zaten nasıl yönettiklerini de gördük. Ülkenin kana bulanmasından sorumludurlar. Sadece öldürülen gerillalardan ya da faili meçhullerden değil, devlet görevlisi asker, subay ve polislerin ölümünden de.
Şimdi bir yemin töreni daha var. Sanırım bugün. Ya da bir iki gün içinde. Yabancılaşma ve iki yüzlülüğü kendilerine temel alanlara değil sözüm. Bu yabancılaşma ve riyakârlık ritüelini uymak zorunda bırakılacak blok milletvekillerine.
Belki de yalancıktan birkaç söz söylendiğinde, yemin edildiğinde kimse yalancı olmaz diye düşünüyorsunuzdur. Mesele yalancı olmak değil ki ama. Mesele kamuoyu önünde bir söz vermek. Keşke sözünüz yalan olsaydı. Ne yazık ki, yalan olmayacak. O yemini ettiğiniz an gerçekten de artık “devletin bölünmez bütünlüğünün” çemberi içine girmişsiniz demektir. Sanıyor musunuz ki, devletin bu yemin ritüelinde bunca ısrarlı olması sebepsizdir.
En yakından kendisini tanıdığım için önce Ertuğrul Kürkçü geliyor gözlerimin önüne. 1968’in Ertuğrul’u. Saçları uzun, dalga dalga, gözleri ateş saçan bir genç. Biz o zamanki Dev-Genç’lilerin “hippylerin Türkiye şubesi” diye küçümsediğimiz ölçüde hepimizden ileri, hepimizden isyancı. Sonradan saçlarını kesip bir “militan” oldu, kısa süre sonra da Dev-Genç’in en son Genel Başkanı. “Militan” olmak için berberin önüne mi oturmak gerekiyordu illâ? Çok saçma ama öyleydi, evet. “Militan” mücadele, ne kadar özgürlükçü olduğunu söylerse söylesin daha o zamandan bir askeri kamp görüntüsünü dayatmaya başlamıştı.
Neyse, konumuz bu değil şimdi. O gözlerinden ateş saçan, uzun saçlı genç, şimdi saçlarını kesmekten daha acı verici bir eylemi gerçekleştirmek zorunda. Bu sefer saçlarını değil, dilini kesecek. Bazılarınız belki amma da abarttın diyecektir… Bunu diyenlerin haklı çıkmasını gerçekten isterim ama bence Mecliste şuna buna bağlı kalacağı andı içmenin bir devrimci açısından dilini kesmekten farkı yoktur. Artık o noktadan sonra mecliste irad edeceği “devrimci nutukların” bir değeri de.
Açık açık konuşmanın zamanıdır. Kürt hareketinin tamamen yanlış bir yönelim içine girdiğini ve girdiği bu mecrada hızla ilerlediğini düşünüyorum. Egemenler, Kürt hareketini meclis kapanının içine almaktan ne kadar memnunlar, görmüyor musunuz? Ve tabii ki, İmralı’yı da.
Bunları söylerken savaş taraftarı olduğum sanılmasın. Savaşa kesinlikle karşıyım. Hülya Tarman’ın Peşime Verdi (Kibele Yayınları, 2011) kitabı “çocuk gerillalar” trajedisini ve savaşın halk üzerindeki olumsuz etkilerini çok güzel anlatmaktadır. Bu kitaba yazdığım önsözün son cümlesinde şöyle diyorum: “Bu sorumluluk duygusudur, iç kolonyalizmi de, yeni egemenlik heveslilerini de, sonunda, hem de silahsız yenip insanlarımızı, insanlığımızı var edecek, toplumu bir arada tutup yaşanmaya değer kılacak.” (s.11)
Parlamento yolu, savaşı bitirmiyor, anti-kolonyalist Kürt hareketini bitiriyor, Kürtler bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Kürt köylü kadınlarının o güzel coşkusu hepimizin göğsünü kabartıyor, sokak hareketi güzel ama bunların Kürtlerin parlamento kapanına kıstırılmasına hizmet etmesi gerekmez ki.
Nedir peki? Bir başka yol, üçüncü bir yol var. İşte BDP’nin özerklik programı bu yolu gösteriyor. Yerel komünal birliklerin özyönetimi. Kürtleri gerçekten tüm dünyaya da örnek kılacak yol budur. Ama hem parlamento hem özerk yönetim olmaz. Merkezi devletin merkezi aygıtına tabi olduğunuz an özerk yönetimi falan unutun. Bu noktadan sonra Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile merkezi düzeyde kaynaşması başlayacaktır. O parlamento sıralarında ezilen, sokaklarda “lo lo” çeken Kürt kadınlarının ve çocuklarının değil, palazlanan Kürt burjuvazisinin temsilcileri oturacaktır.
O zaman “yemin”in bir riyakârlığa bile izin vermeyip tamamen gerçeği, Kürt halk kitlelerinin istismarı gerçeğini ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Gün Zileli
11 Temmuz 2011
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
YUKARDAKİ YAZI İKİ GÜN ÖNCE YAZILMIŞTIR. ŞU ANDA ANA SAYFADAN TEKNİK NEDENLERLE KONAMADIĞINDAN YENİDEN BURAYA ALMAK ZORUNDA KALDIĞIM İÇİN ÖZÜR DİLERİM.
sayın sinan odabaş pkk’yi tam anlamamışsınız malesef,yeni genç liderler yetiştiğinden kuşkuluyum,kanımca pkk de apo’dan bağımsız heç bir şey gelişemez gelişirse de tesadüfü olur,yani bu harekette apodan bağımsız ve habersiz bir sinek bile uçamaz/kaçamaz.Atatürkün bile bukadar gücü varmıydı kendi siyasi kadroları üzerinde bilemiyorum.Legal kürt hareketi belki görece bu konuda öcalana uzaktır,ki son çıkan imralı görüşme notları kitabını okuduğunuzda göreceksiniz ki,öcalan insiyatifin kendisinden kopacağından endişelendiği için parlemontaya milletvekili sokma konusunda endişeli bir hal içerisinde öyle ki durup dururken bdp nin amblemindeki gülü eleştiriyor,böyle gül olmaz diyor, dişe dokunur pek bir şey söylemiyor,kuruntularla,vesveselerle bdp ye vuruyor.tabi bir ara hatırlarsanız osman baydemirin bir çıkışı oldu,öcalan ta imralıdan kükredi,baydemir diyarbakırda pustu oturdu,baydemirin bir liderliği olsaydı öcalanın karşısına çıkardı,bir cephe açardı,korkusundan istifa dahi edemedi sankim,japon samurayları neder kanlı bir savaş yürütmeyen heç bir kimse liderliğini ortaya koyamaz!liderlik demek çatışma ları yönetmektir hatta maodan anladığımız kadarıyla gerekirse çatışma çıkarmaktır.o yüzden liderler için olayları yaratan kişiler dernir,olaylarca sürüklenen kişiler denmez.çatışma yönetimine örnek olsun diye tayyip erdoğana seçim döneminde kastamonuda yapılan suikastı hatırlayın,aslında suikast demek doğru olmaz öldürme niyeti yoktu,gözdağı verildi sadece,kalaşnikofla özel zırhlı araca suikasta yapılamayacağı açık kanıt.sebep şuydu tayyip erdoğan seçim sürecinde idam tartışmasını tekrar ısıtıp gündeme getirince,akp kontür demiş oldu,pkk nin de eli elma toplamıyor kastamonu da sürkontür çekti.
sayın anarkocu kürt hareketini bence sinan odabaşına göre daha yakından biliyorsunuz,kck operasyonları dediğiniz gibi türk devletinin kürt hareketi içerisindeki tasfiye hareketidir,inatla mahkemelerin bu kişileri tasfiye etmemesi ondandır,3500 kişi gibi sayıya ulaşan tutuklama vardır,pasifist parlementer çizginin hakim olunmasını istiyorlar.bazı tiplere gösterilen tolerans hatip dicle ve leyla zanaya gösterilmiyor,banu güvenin ntv’den kovulmasındaki etken de yukarda haberi foruma yansıtmıştım,leyla zananın konuk olması.ntv gibi liberal/demokrat bir tv bile devrimci/yurtsever tutuma en küçük bir müsahaması bile yoktur.yalnız şunu da fazla abartmayın tabandaki bu kadrolar işi sırtlamıştır ancak apodan bağımsızz kuş bile uçmaz,gerekirse apo bu kesimleri gözden çıkarabilir demektir bu da.tıpkı kardeşi olan anlaşmazlıkta kardeşini gözden çıkardığı gibi,osmanı tasfiye etmiştir amerikayla itifak yapalım dediği için ancak kendisi amerikayla ittifak ilişkisine girerse şaşmam,osman vakitsiz öten horozdu,başı kesilir biliyorsun bu horozun sesi parazit yaptığı için.Bu ittifaka kck kurban edilir mi!bu da bir sorudur.
sayın dersim3868,
yorumum hakkındaki olumlu fikirleriniz için öncelikle size teşekkür ederim. Öcalan’ın Hareket üzerindeki olası vesayetiyle ilgili kaygılarınıza katılıyorum, ancak onun son aylardaki görüşme notlarından edindiğim izlenime göre bazı nedenlerle (sağlık sorunları, iletişim imkanlarındaki kısıtlılık vs) Hareket’in öncülüğünü yeni kadrolara bırakma hazırlığında olduğunu seziyorum. zaten demokratik özerkliğin bugün denenmekte olan nüveleri gelişip artarsa, Öcalan’ın yönetimi yeni nesillere ve halkın kendisine bırakması için aşağıdan basınç oluşur diye düşünüyorum. tabi Hareket önceden de belirttiğim gibi kendi içindeki reformist eğilimlerle fikirsel anlamda köklü bir hesaplaşma gerçekleştirmezse, demokratik özerkliğin nüvelerinin yaygınlaşması da bir hayal olmaktan öteye gidemez.
sayın anarko
sorunu tam anlatamadım,öcalan hem kadrolar hem de kürt halkı için neredeyse peygamber seviyesinde,hatta bi aralar yakalanmasının ertesinde özgür halkta isa/mesih benzetmesi ve imralıdaki durumunuda çile çekme veya tüm kürt halkının çilesini çekme olarak nitiliyor ve niteliyorlardı.Nitekim öcalanın görüşme notlarından hareketle cengiz kapmaz tarafından yazılan kitapta öcalanın çilesi deyiminin herbirinin altını çizip numaralandırıp sayıp toplayın enteresan bir şey çıkar sanırım.kürt toplumu geleneksel yönü kuvvetli/muhafazakar ve dindar bir toplumdur ki akp li imamların arkasında namaz kılmayın diyip bu toplumu camilerden çıkarıp cuma namazını diyarbakırda meydanda kıldıracak kadar etkilidir,unutmayalım ki orta doğu peygamberlerin çıktığı bir merkezdir,urfa için peygamberler şehri deyimi kullanılır,kürdistan coğrafyasında çok sayıda dinsel merkez vardır,bunlar ilginç bir araştırmanın konusu olurdu herhalde!öcalanın etkisi sadece klasik bir liderlik olarak anlaşılmaması gerekir,bir nelson madelanın,kastronun böyle bir gücü varmıydı bilemiyorum.
valla ben Bölge’den biri olmadığım için oranın insanının düşünce yapısını sizin kadar iyi bilmiyor olabilirim. benim belirtmeye çalıştığım şey sadece demokratik özerklik projesinin, onu yaratan liderliği ve hiyerarşisini de sarsabileceğidir, hani derler ya “devrimler kendi çocuklarını yer” diye. Hareket’in yarattığı aşağıdan sekülerleşme ve demokratikleşme belki de ileriki zamanlarda, bahsetmiş olduğunuz peygamberlikle özdeşleşmiş liderliği ve mutlak itaati de sarsabilir, bu liderlik imajı çok güçlü olsa bile. saygılar…
Sayın dersim toplumsal mücadeleyi kişilere bağlayacak seviyede indirgemeci analizlerle aslında kürt özgürlük mücadelesinin geldiği yeri ve burdan hareketle yapabileceği insanlığın özgürleşme mücadelesine katkısını anlayamazsınız.kuşkusuz bu mücadelenin bireylerle yapıldığı gerçeğinden kişilerin işlevi özellikle başından bu güne örgütü yönetmiş liderin işlevi önemli ve belirleyici olacaktır.bu önemli mücadele deneyinde gelinen noktadaki özgürlükçü demokratik birikimler belirleyici olup bizzat pratik hayatı yaşamayan mahpus liderin mücadelenin seyrini değiştirecek seviyede yeni şeyleri söyleyen olması ironidir.tam bu noktada özgürlükçü demokratik birikimlerin pratik hayatın içindeki asıl sorunları yaşayan halk ve kadrolarca mücadeleye yeni ve yaratıcı kural kurum ve işleyişler üreteceği gerçeğini yakında görürsek şaşırmayalım.eğer toplumsal muhalefetin dinamiği mücadele anlayışını türkiye toplumsal muhalefeti seviyesine yükselterek çatı partisi çabalarında başarılı olursa önümüzdeki süreçte bütün seçilecek kadroların üye ve ilgili seçmen iradesinden geçmesi gerektiği kural haline gelip anarkocunun bahsettiği aşağıdan halk iradesinin belirleyiciliğinde hegomonyanın asıl sahiplerine devredilerek doğrudan demokrasi örnekleriyle peygamber seviyesindeki mutlak güç ve otoritelerden bahsetmeyiz.bu dinamiği ödediği ağır bedellerle geldiği yeri anlayan özgürlükçü hareketlerin bizzat kendi içinde barındırdığını toplumsal mücadele pratiklerinden biliyoruz yaptığımız tartışmalarında bu çabalara hizmet etmesi seviyesine yükseleceğinden eminim
sayın zileliden haklı olarak övdüğü bdp nin demokratik özerklik programını yerel kömünal birliklerin öz yönetimi diyerek kürtlerin asıl 3 seçeneği dediğini bütün türkiye için önermesini beklerdim.aslında zileli bu öneriyi yapar kocaelinde kandıra örneği var diğer ilçelere hiç benzemez sanayi yok tarım,turizim,ticaret kenti olup kendine özgü farklılıklar içerdiğinden hareketle kandıra demokratik özekliği olarak bizim sorunlarımız ve çözümlerini merkezler bilemeyeceğinden kendi bütçemizden kaymakamımıza kendi özerk yönemimizi biz yapmalıyız dersek zileli hayır yapamazsınız demeyeceğini biliyorum.tamda bunu gerçekleştirme zemini genel parlamento değilmi zilelinin düşüncelerini anlatıp kurumlaştıran toplumsal muhalefetin orada bunu gerçekleştirmesini iştememiz gerekmezmi?
sayın sinan odabaşı;sorunu öcalanın örgüt içi ve örgüt dışı yapı ve kurumlar arasındaki katalizör işlevi çerçevesinde bakıyorum,yani tek başına her şeyi başaran biri değil fakat katalizör işlev ve gücünün eriştiği noktada çerçeveleme işlemi yürütmektedir,bunda da ustalaşmıştır. zaman zaman ben artık aradan çekiliyorum demesi de ondandır,barış için üstüme düşen neyse yaparım demesi her şeyden önemlisi imralı duruşmalarında gerillanın sınır ötesine çekilme ve konumlanma emrini vermesinden sonra geri çekilme esnasında geçenlerde sky tv de imralı notları kitabının yazarı cengiz kapmazın şimdiki zaman proğramında ifade ettiği üzere 650 gerillanın yaşamını yitirmesi pahasına bu tehlikeli ve zor geri çekilme operasyonunu gerçekleştirmesi örnektir.Bu kararı tek başına almadığı açık,imralıda bazı ilişki ve gelişmelerin ne olduğunu avukatları dahi bilmediği kanısındayım.
bir dönem kürt çevrelerinde hasan sabbahın alamut kalesi romanı çok önerilirdi,yaklandığı dönem onlarca insan kendini yaktığı da bir ortada,belirtmiş olduğum faktör tek faktör değil,ancak siyaset güç toplama,sevketme işidir bu da insanların yaptığı bir şeydir,ve de çok zor bir şeydir,bir yığın bedelödeme ve bir çok şeyden vazgeçmek gerekebilir,mücadele süreci insanı sınıyan bir süreçtir,gerçek hayattır oda.saygılar
toplumsal muhalefetin ana dinamiği özgürlükçü siyasi kürt hareketini konuşup tartışırken bu site takipçilerinin gelecek beklentileri diyeceğimiz devrimci yapısal değişimleri tarihteki örnekleri gibi toplumsal muhalefetin yaptığını unutmadan bu hareketin ana dinamiğinde anarkocununda endişesi olan özgürlükçü siyasi kürt hareketini parçalayıp etkisizleştirmek isteyen devlet-iktidar egemenlerine fırsat vermeden tartışabilmemiz daha verimli olacaktır.bu durum bile olumlu eleştiri dediğimiz konuları konuşmamıza engel değildir seçim sonuçlarının bölgedeki olumlu havanın etkisi ile sağlıksız yapılmaması bütün yerel dinamiklerin ilçe ilçe mahalle mahalle 2009 il genel meclisi oyu ile bu günkü oyun karşılaştırılıp olumlu tüketilmesine ihtiyaç vardır.çok büyük başarı olarak görmediğim sonuçların özellikle batıda ve metropollerde sorunlu olduğunu batıya yönelik projelerin olmadığı açığa çıktığı gibi blokun türkiye projesinin vitrin seviyesinde kalıp sistemle sorunlu sistem mağdurlarının gelecek beklentilerini fikir ve anlayış seviyesinden bütünlüklü proje seviyesine çıkaramadığını söylemeliyiz.içinde çevreye duyarlı ekonomik kalkınma,demokratik özerkliğide barındıran özgürlük ve demokrasi,her türlü inananç ve anlayışın özgürleşerek kendini gerçekleştirip üretebilmesini sağlayacak kutsala özgürlük gibi yeni kıbrıs,yeni bir ab gibi geleceğin başarı siyasetinin projelerine ihtiyaç olduğunu geleceğin iktidarı benim diyebildiğimizde önümüzdeki asıl büyük iş olarak bulacağız öyle büyük bir iş ki herkese ihtiyaç ve yer olduğunu anlayacağız en başta sayın zileliye
PKK’nin cemaate dair fikri değişti
09.12.2010 – 14:15 Yazdır Arkadaşına gönder Bir süredir PKK’nin sert biçimde eleştirdiği Gülen cemaatiyle Öcalan arasında beklenmedik bir yakınlaşma doğdu. Öcalan, “PKK-cemaat işbirliği Türkiye’de birçok temel sorunu çözecektir” dedi. Hüseyin Gülerce de Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesinde “Karşılıklı jestler lazım” dedi.
Abdullah Öcalan’ın avukatları, Zaman gazetesi yazarı ve Fethullah Gülen’in Türkiye’deki sözcüsü konumundaki Hüseyin Gülerce’yle görüştüler. Gülerce, görüşmenin ardından Mehtap TV’de PKK konusunda çeşitli değerlendirmelerde bulundu. Abdullah Öcalan, dün avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamalarda Gülerce’nin değerlendirmelerinden bahsederek, Gülen cemaatine zeytin dalı uzattı.
Öcalan: “PKK-cemaat işbirliği Türkiye’nin sorunlarını çözer”
PKK’nin ve Gülen cemaatinin Türkiye’de ve Ortadoğu’da önemli aktörler olduklarını ve cemaatin bölgenin demokratikleşmesinde önemli bir rol alabileceğini söyleyen Öcalan, “[Cemaat] tek başına ne bir tarikat ne de bir cemaattir. Biraz sivil toplum örgütü hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum. Rolü önemlidir. Bana göre daha çok Türkiye ve Ortadoğu’da bir sivil toplum örgütüdür. Sivil toplum örgütleri gibi toplumun demokratikleşmesinde, aydınlatılmasında herhangi bir siyasi çıkar beklemeden rol alabilirler. Hatta Ortadoğu’nun bir siyasi partisi gibiler. Ben böyle görüyorum kendilerini” dedi.
Öcalan, sözlerine şöyle devam etti: “Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir. Bu dayanışma sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu’yu da etkileyecektir. Burada önemli olan bazı temel kavramların tanımını iyi yapmaktır. Örneğin ben, kendilerinin Türklük ve islamiyet konusundaki görüşlerini biliyorum, bu görüşleri önemli buluyorum. Burada belki uzun uzadıya açamayacağım ancak bu konuda araştırmalarım ve derinleşmem var. Son yazdığım savunmamda da bu konulara oldukça değiniyorum. Türkiye’de statükonun aşılması ve demokratikleşme süreci için herkes birlikte çalışabilir. Bu konularda ortak zemin demokrasi olmalıdır.”
Gülerce: Samimiyet ve üslup
Hüseyin Gülerce de bugün Zaman’daki köşesinde Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesini anlattı ve Öcalan’ın açıklamalarını değerlendirdi. Cemaat adına değil, Zaman gazetesi yazarı sıfatıyla görüştüğünün altını çizen Gülerce, Yalova’da bir alışveriş merkezinde Öcalan’ın avukatlarıyla görüştüğünü iddia ederek “Dün de PKK’ya yakınlığı ile bilinen Fırat Haber Ajansı’nda bu görüşme yer aldı. Haberde bizim görüşmemizin aktarılmasından sonra, Öcalan’ın değerlendirmesi, “Gülen Hareketi’ne önemli roller düşüyor” başlığı ile verilmiş. Dolayısıyla sanki kendisine bir mesaj iletilmiş, o da bu mesaja cevap vermiş gibi yanlış anlamalara neden olabilecek bir algı doğabilir. Belirtmek istediğim şudur: Görüşmemizde, ben Sayın Cumhurbaşkanımızın, aylardır, Türkiye’nin en önemli meselesinin “Kürt sorunu” olduğunun altını çizdiğini hatırlatarak, bu meselenin ülkemiz ve geleceğimiz için çözülmesinin şart olduğunu belirttim” dedi.
Gülerce, “İki hususu da çok önemli bulduğumu ifade ettim: Samimiyet ve üslup” ifadelerini kullandı.
Çözüm için makul insanların devreye girdiği sırada, bir BDP sözcüsü, bir çuval inciri berbat edecek laflar ediverdiğini savunan Gülerce, çözümün demokratik zeminde olacağını söyleyerek “Somut olarak atılacak adımlar konusunda da şahsi fikirlerimi şöyle sıraladım: AK Parti iktidarı samimi gayretler gösteriyor. Bölgeye, şimdiye kadar yapılmamış hizmetler götürülüyor. Ama bu mesele, sadece siyasilere bırakılamaz. Onların gayretleri yanında, kardeşliğimizi artıracak jestler üzerinde de durmalıyız. Çünkü hazırlanan, oynanan bütün oyunları ancak bizim kardeşliğimiz bozabilir” dedi.
Gülerce, bu esnada avukatlardan birinin “Mesela BDP heyeti, Çanakkale Şehitliği’ni ziyaret etse…” dediğini, kendisinin de “Jestten kastettiğim, işte böyle bir şey” yanıtı verdiğini yazdı.
BDP’nin Türkiye partisi olması gerektiğini söylediğini belirten Gülerce, “Hemen söze girdiler ve ‘Müvekkilimiz bu konuda kendilerini çok ikaz ediyor; (Türkiye’nin sorunları ile ilgilenmiyorsunuz) diyor’ diye eklediler” dedi.
Gülerce, görüşmede Doğu ve Güneydoğu’da “hayırsever işadamlarının” faaliyetlerinden de bahsettiğini yazdı.
Yakın zamana kadar gerilim vardı
Öcalan ve PKK daha önce de dönem dönem Gülen cemaatine sıcak mesajlar vermişlerdi. Ancak son zamanlarda iki aktör arasında açık bir gerilim göze çarpıyordu. 11 Kasım’da ANF’de çıkan “Denizde kum Zaman’da yalan” başlıklı haberde “Kürt ve Alevi karşıtı” olarak nitelenen Zaman gazetesinin yalancı olduğu yazılmıştı.
Yine 15 Kasım’da ANF’de Cihan Özgür imzasıyla çıkan “Fethullahçıların Şemdinli’deki örgütlenmesi deşifre oldu” başlıklı haber, “Kürdistan genelinde bir özel savaş aygıtı gibi faaliyet yürüten Gülen Cemaati, eğitim kurumu adı altında açtığı okul ve dershaneler yoluyla Kürt Hareketi aleyhine propaganda faaliyetleri yürütüyor. Kürt halkının dinini inancını istismara dayalı geliştirilmek istenen siyasal İslam’ın bölgede Kürt ulusal kimliğinin önüne geçmesi hedefleniyor” sözleriyle başlıyordu.
Kasım’ın son haftasında Kürt illerinde birçok cemaat evine, “Kürtçe konuşmak baskı altına alınıyor” denilerek molotof kokteylleri atılmıştı.
Doğu ve Güneydoğu’nun İslamcılaştırılmasının AKP’nin Kürt hareketine karşı taktiği olduğu temasını sıklıkla işleyen ANF, son olarak 2 Aralık’ta “Fethullahçılar zayıflayınca Süleymancılar devreye sokuldu” başlıklı haberinde “AKP hükümeti Kürt illerinde tıpkı Fethullahçılar gibi ‘Türk İslam’ sentezli Süleymancılar Cemaati eliyle yeni bir asimilasyon planını devreye koymaya hazırlanıyor. Gülen cemaatinin bölgede deşifre olup zayıflamasından sonra AKP Hükümeti ‘Süleymancıları’ ön plana çıkarma arayışlarına girdi” ifadeleri yer almıştı.
(soL – Haber Merkezi)
Dersim`de iki kişi silahlı bir grup tarafından kaçırıldıTemmuz 14, 2011 13:43
ANA SAYFAGÜNCELKÜRDİSTANDÜNYA ARŞİV İLETİŞİMENGLISHKURDÎCemaatten İsmail Beşikçi ile sürpriz görüşme ANF17:28 / 13 Temmuz 2011 İSTANBUL – Fetullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Kürt sorunu konusunda yazdığı kitaplar yüzünden yıllarını cezaevinde geçiren İsmail Beşikçi ile Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya ile görüştü.
Gazeteciler ve Yazarlar vakfı, Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan İsmail Beşikçi’yi davet etti. Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner aracılığıyla 17 Mayıs’ta gerçekleşen görüşmede Beşikçi’ye, önce vakıf konusunda bilgi verildi. Ardından İsmail Beşikçi cemaat üyelerine 45 dakikalık bir konuşma yaptı.
Gülen cemaati bu buluşmadan bir ay sonra da Cumhuriyet yazarı ve gazetenin yayın kurulu üyesi Hikmet Çetinkaya’yı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda kahvaltıya davet etti. Görüşme yaklaşık 2 saat sürdü.
Görüşmeye ilişkin Beşikçi, davet üzerine bir konferansa katıldığı ve Kürt sorunu üzerine görüşlerini paylaştığını söyledi.
ANF NEWS AGENCY
PKK’nin Gülen cemaati hakkında ciddi bir fikir değişikliğine gideceğini sanmıyorum. var olan olayın daha çok Öcalan’ın bilindik pragmatik tavrından kaynaklandığını düşünüyorum. AKP yeni bir anayasa hazırlığına doğru giderken Öcalan’ın, Kürt’lerin daha çok söz sahibi olabilmesi için cemaate “küçük jestlerde” bulunması doğal. ayrıca Öcalan’ın konjonktürel anlamda etkileneceği Suriye örneği de var. Suriye’de Baas karşıtı gösterilerde Müslüman Kardeşler örgütü (ılımlı islamcı, neoliberal bir örgüt ve yapısı itibariyle Gülen cemaatine çok benzemekte) ile PKK’ye yakınlığıyla bilinen PYD dirsek teması halinde. tabi Öcalan’ın bu pragmatist yönelimlerini iyi niyetli bulsam da desteklemiyorum.
zaten doğruları yazmakta /göstermekte/ anlatmakta bir engel yok,sansür yok, oto sansür yok.yanlış olan; yalan yazmak,halkı manüple etmeye çalışmak(heyhat) amiyane tabirle çamur atmak.bundada bir engel yok ama banu isimli vatandaşın patronu böyle bir defansif anlayışa girdi ise ,bunun hesabını başbakandan sorması karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta araması gibi abes!böyle çamur sanatı ile uğraşanlar halkın vicdanında ozon gibi açığa çıkarlar.bu durum akp lehine oya tahvil olunur.bu ülkede en kolay olan; akp yi ,cumhur başkanını,başbakanı eleştirmektir.internet sitelerinin yorumcularını okumanız yeterli…
Bu Ayhan bey kardeşimiz de masadan mıdır? Biraz sert bir arkadaşmış. Yine de tanıştığımıza memnun oldum. Neredendi tayin?