Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Özgürlük Barikatlarında Mevzilen!

Direnişler, Faşizm, Kürt Sorunu, Savaş, Seçimler, Siyasi Tahlil

8 Haziran sabahını hatırlayın. Herkesin yüzü gülüyordu. Herkes rahatlamıştı. 13 yıllık iktidar ağır bir darbe yemiş, seçimler yoluyla tek başına iktidarı kaybetmişti. Bu, onlar için ölüme eşitti.

Herkeste iyimser bir hava esiyordu. Hatta bir barış ve dostluk havası. AKP iktidarından bizar olan insanlar HDP’nin barajı geçmesi ve AKP hükümetine dur demesiyle geniş bir nefes almıştı. AKP’li olmayan herkes birbirini kutluyordu yolda rastlaştığında. Durumu çaktırmıyorlardı ama MHP’liler bile sevinmişlerdi bu duruma. Hatta bir kısım AKP’li bile, önlerine baka baka, “bunu hak etmiştik” diye düşünmeye başlamıştı. Bir barış ve kardeşlik havası kaplamıştı toplumu. Parlamentonun en küçük, %13 oy alan partisi HDP, %41 oy alan AKP’ye dünyayı zindan etmiş, özgürlüğe bir kanal açmıştı.

Çok geçmedi üzerinden. Sadece üç ay geçti. Ve şimdiki manzaraya bakın. Ne oldu? Bu ölümlerin, yükselen bu alevlerin sebebi ne? Neden ölüyor bu insanlar? Neden Cizre halkı, ölülerini bile gömemeyecek duruma getirildi.

Saldırıların hedefinde ne var?

Saldırıların hedefinde olan, ne polis, ne asker, ne gerilla. Saldırıların bir tek hedefi var, o da “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla AKP’nin yenilgisine yol açan HDP. Polisin, askerin, gerillanın, sivil insanların öldürülmesinin nedeni de HDP’nin bastırılması hedefi. Çünkü AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasının önündeki en büyük engel HDP.

Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Başbakan yardımcısının vb. konuşmalarına dikkat edin. “Terör örgütü” diye başladıkları konuşmalarını nereye bağlıyorlar, dikkatle dinleyin. Lafı getirip en sonunda HDP’ye bağlıyorlar, HDP’li belediyelere bağlıyorlar, PKK’nin döşediği mayınlardan bile HDP’li belediyeleri sorumlu tutmaya başladılar.

Sen misin “beni” başkan yaptırmayan! Sen misin benim tek başıma iktidarıma son veren! Sen misin benim yolsuzluklar diktatörlüğüme darbe indirip özgürlüklere yol açan! Bunun hesabını vereceksin!

Hesap açık.

Hesap, savaşı sonuna kadar götürüp HDP’yi köşeye sıkıştırmak. Bir ölü, beş ölü yetmiyor mu? O zaman ölü sayısını daha da artırmak gerekir.

Ne olacak o zaman? Olanlar ve olacaklar ortada.

Kürdistan’ı yarı açık bir cezaevine dönüştürürsün. Seçimlere şurada ne kaldı ki. Seçimlere fiili darbe koşullarında gidersin. Kürt bölgelerinde baskı ve korkutmayla (hatta fiilen oy kullandırtmayarak) HDP’nin oyunu bir milyon azaltsan yeter. Batıda patriyotizm histerisini had safhaya çıkarıp HDP’ye oy vermiş insanları yıldırarak oradan da yarım milyon kadar oyu kopartsan, o da kârdır. Bu durumda AKP oyunu artıramasa bile %4 nispetinde oyu azaltılan HDP baraj altında kaldığı zaman operasyon tamamlanmış olacaktır. HDP baraj altında kalınca AKP otomatikman tek başına iktidar olacaktır. Bir kere parlamentoda çoğunluğu ele geçirsinler, iş tamamdır. Ondan sonra beş sene kafamızda boza pişirseler, “milli irade”nin hükmüne kim ne diyebilir!

Bu da yetmez. Mesela HDP Genel Başkanının her konuşması hakkında soruşturma açtırırsın. Dokunulmazlığının kaldırılmasını istersin. MHP’nin desteğiyle bunu da denersin. Eğer bunu başarabilirsen, HDP’nin bugünkü özgürlükçü politikalarının baş mimarı Demirtaş’ı içeri bile attırırsın. Neden denemesinler ki!

Bunlar da mı yetmedi?

Baktılar ki, her şeye rağmen halk HDP’nin arkasında duruyor ve Kürdistan’da ne kadar baskı yaparlarsa yapsınlar HDP’nin oylarını düşüremiyorlar, tersine kendi oyları düşmeye devam ediyor, kolayı var. “Savaş hali” diyerek seçimi erteler ve koşullar kendileri açısından elverişli oluncaya kadar fiili bir darbe hükümetiyle işleri yürütürler. Planlarında bu da var.

Öcalan’ı konuşturmamaları da planlarının bir parçası. İsteseler konuştururlar. Deniz Zeyrek’in haberine göre, güya Öcalan “sözünün Kandil tarafından dinlenmeyeceğini düşündüğü için savaşı durdurun çağrısı” yapmıyormuş. Gel de inan! İddia ediyorum: Öcalan şimdi çıkıp ateşkes çağrısı yapsın, Kandil anında durdurur silahlı eylemleri. Kandil, Öcalan’ı asla çiğneyemez. Ayrıca neden çiğnesin? Bana kalırsa, Kandil bu savaşı Öcalan’dan giden gizli bir çağrıyla başlattı. Kandil’in Öcalan’ın çağrısına uymadığını farz edelim. PKK, Kürdistan’daki tüm halk desteğini anında kaybeder. Öcalan bunu bilmiyor mu? Bildiğine göre neden bahaneler ileri sürüyor dersiniz. Çünkü hükümet onun böyle bir çağrı yapmasını istemiyor, o da hükümetle işbirliği içinde olduğundan buna uyuyor. Bence olay bu kadar net.

Çünkü AKP diktatörlüğünün hedefi PKK falan değil. AKP diktatörlüğünün hedefi, onu seçimlerde yenilgiye uğratan HDP. Ve HDP’nin inisiyatif kazanmasından endişelenen Öcalan ve Kandil’i, HDP’yi bastırabilmek için kullanıyor. Kandil emir kulu. Öcalan’dan savaşı başlatın talimatı gelmeseydi savaşı bu kadar iştiyakle yürütmeleri mümkün değildi.

Ortada bir tek kurban var, o da HDP. Çünkü HDP bugün AKP diktatörlüğünün önündeki en büyük engel. Kılıçdaroğlu, dünkü basın toplantısında, adını vermeden HDP’yi eleştirdi. “Terör örgütü” ile arasına daha net mesafe koymasını istedi. Oysa Selahattin Demirtaş bunu defalarca yaptı. Ceylanpınar eyleminden başlayarak PKK’nin neredeyse her eylemini eleştirdi. Daha ne yapsın. Ama HDP’den, terörle mücadele adı altında Kürdistan’da halka karşı terör estiren özel timlerin cinayetlerine, Cizre’de olduğu gibi gaddarca uygulamalara karşı çıkmaması isteniyorsa, bu mümkün değil.

Tam tersine, bence CHP ve Kılıçtaroğlu, devlet terörüyle, AKP diktatörlüğünün terörüyle arasına mesafe koymalıdır. Kürtlere yapılan baskıya karşı çıkan Sezgin Tanrıkulu gibi kimi CHP milletvekillerini tenzih ederim ama CHP merkez yönetimi Kürt halkını hedef alan devlet terörüyle arasına gereğince mesafe koymamaktadır. Yapılanların üstüne gereğince gitmemektedir. Hatta HDP binalarına karşı girişilen saldırılara karşı bile gereğince sert bir tutum aldıkları söylenemez. Ne demek “yürüyeceksiniz elbette. Terörü lanetleyeceksiniz elbette” diye gaz vermek. Bilmiyor musunuz o yürüyenlerin esas amacının terörü lanetlemek falan olmayıp HDP’yi kurban etmek olduğunu? O yürüyenler, binalara saldıranlar, gariban Kürt esnafın dükkânlarını yakanlar, Diyarbakır plakalı arabaların yolunu kesenler, terörü falan lanetlemiyor. Onların tek lanetlediği şey, AKP’yi yenilgiye uğratan HDP, bunu görmüyor musunuz? Eğer gerçekten terörü lanetlemek diye bir niyetleri olsaydı bunların, Suruç’ta otuz dört genç MİT’in bombalarıyla havaya uçurulduğu zaman da sokaklara dökülürlerdi. Ya da Dağlıca’yı lanetlerken, Dersim’de polis kurşunuyla bir genç kızı öldüren özel timleri de lanetlerlerdi. Bunları neden belirtmez Kılıçdaroğlu?

Seçimlere kadar bu böyle sürecek. Sarayın savaşı deniyor ya, doğru, halk hükmünü çoktan vermiş. Seçime kadar çok canlar yanacak, ne yazık ki. Çünkü iktidar hırsı dünyanın en korkunç hırsıdır. Tarihteki bütün katliamların ardında iktidar hırsı vardır. Ama iktidar hırsı varsa, özgürlük tutkusu da vardır.

Ne can almaya git, ne can vermeye!

Özgürlük barikatlarında mevzilen!

Gün Zileli
10 Eylül 2015

166 Comments

  1. Saçma!

    çok saçma! linççiler mhp-ügd’li faşistler. akp’li kitle hürriyet gazetesi önündeki iki eylem yaptı. “operasyon değil, katliam istiyoruz” diye yürüyen serseri güruhu da bozkurt işaretleriyle yürüyorlardı.

    400 vekil seçilmedi diye hdp’ye yönelindiği iddiası saçma. hdp’ye çoktan razıydı bu düzen. hdp’ye asıl karşı olan pkk-kandil idi.

    hdp tarihinde ilk defa “elini tetikten çek” dedi pkk’ye. bakın şimdi de leyla zana asıl olarak pkk’ye karşı açlık grevine gidiyor.

    pkk’yi çok sert ve kararlı biçimde eleştirmek gerekli. soldan ve kürd cephesinden yapılacak eleştirilerin önemi çok fazla. pkk ancak böyle durdurulur ve her gün ölmeye devam edecek olan masumların hayatı ancak böyle kurtulur.

  2. Gün Zileli

    AKP’nin palanlarını ve oyunlarını tam göremediğinizi düşünüyorum.

  3. Gün Zileli

    Leyla Zana HDP’liden çok AKP’lidir.

  4. Saçma!

    🙂 leyla zana sadece, sizler kadar ateşli bir anti-erdoğan’cı değil, o kadar. bu da onu sizin gözünde akp’li yapmaya yetiyor. bu nasıl bir dünya oldu böyle?! 🙂

    demirtaş da mı akp’li? o da pkk’ye ellerini derhal tetikten çek!” dedi. bu ilk kez oluyor ve hem net hem de biraz aşağılayıcı bir açıklama. normalde daha kibar ve ürkek, “silahlı mücadeleyi sonlandırın” gibisinden bir açıklama beklenirdi. oysa demirtaş, kaba bir dille ve haklı olarak, “elini tetikten çek!” diyordu.

    evet, asıl sorun pkk. rojava’daki konjonktürel durumdan fırsat çıkarmak istedi ve devletçiğini kurabilmek için bu anlamsız ve kör yola başladı.

  5. Orkun

    Özsavunma dışında öldürmemeli mi? Eğer sağ yanağımızı da çevirmeyeceksek, o zaman özsavunma durumuna düşmemek için atak mı olunmalı? Yoksa Mevlana, Gandhi, Tolstoy mu, yoksa Bakunin-Maletasta-Durruti Che mi Gün Abi?

  6. Anonim

    Gücenmeyin ama Gün Bey,

    Selahattin Demirtaş ve ekürisinin cürmü ne ki; Abdullah Öcalan’a, PKK’ya, Kandil’e, Kürt Siyasi (+Militer) Hareketi’ne tek başına kafa tutabilecek bir kitle olsun?

    Sadece “seni başkan yaptırmayacağız” sözünü söylemiş olması sebebiyle mi; PKK, Demirtaş unsurunu bertaraf etmeye çalışıyor? Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?

    Ek bilgi: Sırrı Süreyya Önder’in belâgâti kuvvetli bir şahsiyet olduğunu siz de gayet iyi bilirsiniz. Siyasete atılmadan önce de tanınan, saygı gören bir şahsiyet idi. “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü S.S.Öner’in bir tür “oy kazanmak manevrası” olarak Demirtaş’a önerdiği ve Demirtaş’ın da bu taktiği fevkâlade bulup kullandığı söyleniyor. Bu rivayetin rivayet değil; gerçek olduğunu biliyoruz.

    HDP içindeki (bazı aşiret palazanmaları hariç; örneğin Dengir Mir Mehmet Fırat, Ahmet Türk, Altan Tan hariç) her kişi Öcalan’ın (ve Kandil’in) süzgeç ve onayından geçmek zorunda! Onay yoksa bırakın “eş başkanlığı”, “meş başkanlığı”; HDP ilçe binalarında çaycı bile olamazsınız!

    Demirtaş’a (ve ekürisine) niçin bu kadar büyük bir anlam yüklüyorsunuz? Kendisi (ve ekürisi) hiçbir zaman Öcalan’ın ve Kandil’in sözünden dışarı çıkmadı ki şimdi çıksın!

    Mevcut hâlde:

    Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında Ahmet Davutoğlu’nun postu ne ise;

    Abdullah Öcalan’ın (ve PKK+Kandil’in) yanında Selahattin Demirtaş’ın postu da odur!

    “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü sadece bir taktikten ibaretti; o kadar! 7 Haziran’da HDP’nin barajı aştıktan sonra AKP ile koalisyon kuracağı, anayasayı değiştireceği ve hattâ başkanlık sistemine onay vereceği, ve nihayetinde özerkliği alacakları söylentileri ortalıkta dolaşıyordu. Öcalan ve Kandil önceki cümlede sıra sıra yazdıklarımız gerçekleşmediği için mi AKP-PKK savaş koalisyonu kuruldu ve 1 Kasım’da tekrar seçime gidiyoruz?

  7. Gün Zileli

    Evet.

  8. Gün Zileli

    Demirtaş, elini tetikten çek dedi diye neden akp’li olsun. Tam tersine. Bugün eli tetiğe atmak akp’in planlarına hizmet etmektir. Demirtaş da bu oyunu gördüğü için bunu yaptı ve doğru yaptı. Leyla Zana, Barzanicidir ve erdoğan’la neredeyse kanka denecek kadar yakın bir ilişkisi vardır.

  9. Saçma!

    leyla zana’nın barzaniciliği, kürd halkının milletleşmesi bağlamında görülmelidir. kürd devleti savunucuları “bugün barzani’yi savunalım, yarın devlet olunca onu değiştiririz” fikrindeler. bu da amacın doğruluğu-yanlışlığı bir tarafa, amacın politikası açısından mantıklı ve doğru. pkk ise barzani’yi “feodal”, “ilkel milliyetçi” vb diyerek küçümseyegeldi ama kürd halkına da hep zarardan başka bir şey getirmedi.

  10. Gün Zileli

    Leyla Zana’nın bu meseleyi çözerse Cumhurbaşkanı çözer demesine ne demeli.

  11. Saçma!

    çözüm ihtimaline bir kapı aralama çabası. “seni başkan yaptırmayacağız”a göre çok daha yapıcı ve olumlu bir politika. bir ara işe yaradı. bir süreliğine silahlar sustu. ölümler olmadı. bizler için belki değil ama, “onlar için çok şey farketti.”

  12. Anonim

    Gün Bey,

    Mevcut hâlde:

    Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında Ahmet Davutoğlu’nun postu ( cürmü! ) ne ise;

    Abdullah Öcalan’ın (ve PKK+Kandil’in) yanında Selahattin Demirtaş’ın postu da ( cürmü de! ) odur!

    Selahattin Demirtaş ve ekürisinin cürmü ne ki; Abdullah Öcalan’a, PKK’ya, Kandil’e, Kürt Siyasi (+Militer) Hareketi’ne tek başına kafa tutabilecek bir kitle olsun?

    Bunu göremeyecek kadar tecrübesiz bir kişi değilsiniz ki siz!

    Öyle anlaşılıyor ki:

    1 Kasım seçimlerinde HDP’nin oylarında azalma olmasın (ve hattâ artış olsun) diye böyle bir yazı yazdınız!

    Merak etmeyin; biz de HDP’ye oy verdik, yine vereceğiz!

    Ama bunu yaparken çevremizdeki insanlara; “HDP ve Demirtaş ayrı telden; Öcalan ve Kandil ayrı telden çalıyor! Aman bu ayrıma dikkat edin ha!” demiyoruz! Yani; “manipülasyon yaparak” oy devşirmeye çalışmıyoruz!

    Siz, galiba sitenizin takipçileri arasında gençlerin de olduğunu ve bu gençlerin bir kısmının siyasetten pek anlamadıklarını düşündüğünüzden; fakat asıl önemlisi “silah” unsurunu pek göstermemek için; “PKK pis! HDP temiz! Siz boşverin PKK’nın yaptıklarını da; HDP’ye 1 Kasım’da yine oy verin!” diyorsunuz!

    Bunu yapmayın Gün Bey!

    AKP ile aynı dili, aynı üslubu, aynı ağzı kullandığınızın farkında değilsiniz! (Lütfen hemen sinirlenmeyin! Lütfen birkaç dakika bu yazdıklarımızı sakin kafayla tekrar tekrar düşünün!)

    Açık açık yazın!

    Abdullah Öcalan, PKK, Kandil ve tabii ki Selahattin Demirtaş (ve ekürisi) ayrılmaz bir bütündür; parçalanamaz! Eğer saptamalarınızı bu çerçevede yaparsanız, yazdıklarınızın doğruluğu daha belirgin hâle gelir!

    Siz kasten saptırıyotsunuz! (Galiba) en azından sizin sitenizi takip edenler; PKK’nın silahından korkup 1 Kasım’da HDP’ye oy vermekten kaçmasınlar diye bile bile manipülasyon yapıyorsunuz!

    Cevabınız?

    (Lütfen “evet” – “hayır” gibi kısa kısa yazmayın Gün Bey! Açık açık izah edin de; bir daha sizi meşgul etmeyelim?)

  13. MİT & PKK İLİŞKİSİ

    Nam-ı diğer; “Pilot Necati”…
    Adını kiminiz bilirsiniz; Necati Kaya.

    Ağrı doğumluydu; doğum tarihi resmi belgelerde 1956 gözükse de doğru olmadığı söylendi hep. Çünkü, 1976’da Abdullah Öcalan’ın “sağ kolu” olarak Ankara’da bulunduğunda “en az 26-27 yaşındaydı” deniyor.

    “Pilot Necati” bir efsane; kim olduğu konusunda kesinlik yok. “Askerlikten atılma” deniyor. “Pilotluk” hava kuvvetleri personeli olduğundan mı geliyor, kesinlik yok!

    PKK’nın kuruluşuna giden kimi toplantıların 1977 yılında Ankara Dikmen’deki evinde yapıldığı biliniyor.
    “Sabiha Gökçen’i kaçıralım” gibi terör eylemleri teklifi/ önerisi yaptığı biliniyor.
    Neyse…

    12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen önce Öcalan, Suriye’ye kaçınca bu “Pilot Necati” kayıplara karıştı. Ve…

    Tarih: 9 Eylül 1982.
    Antalya Antbirlik’e bağlı ilaçlama uçağı yüksek gerilim hatlarına çarpıp yanarak düştü.
    Pilotu Necati Kaya hemen öldü.

    Allah… Allah…

    Öcalan’ın “sağ kolu” olarak bilinen “Pilot Necati”ye 12 Eylül darbecileri dokunmamış/cezaevine göndermemişti demek! Niye?

    Sahi kimdi bu “Pilot Necati”?

    Öcalan “Devrimin Dili ve Eylemi” kitabında “Pilot Necati”nin MİT görevlisi olduğunu yazdı.
    Uğur Mumcu “Kürt Dosyası” eserinde “Pilot Necati” vasıtasıyla MİT’in “Öcalan’ı beslediğini” yazdı. Vs…
    “Pilot Necati” tartışmaları hiç bitmedi…

    Ergenekon kumpası sürecinde adı yine gündeme getirildi. Gizli tanık Galip’e göre, “Pilot Necati” yaşıyordu ve Ergenekon Terör Örgütü’nün liderlerindendi!

    Kudretli savcı Zekeriya Öz boş durur mu; “Pilot Necati”nin Ankara Karşıyaka Mezarlığı’ndaki mezarını açtırdı.
    Sonuç… “Pilot Necati” ölüydü!

    İşte…

    Ölümünün üzerinden 30 yıl geçtikten sonra “Pilot Necati”yi Ergenekon savcılarının gündeme getirmesi bugün yaşadığımız şehit acılarının sebeplerinden biridir.
    Nasıl mı?..

    Ajanlar deşifre edildi

    Adı, İrfan Dündar…
    Türkiye’ye getirildiği 1999’dan itibaren Öcalan’ın avukatlığını yaptı. Avukatlıktan ziyade İmralı-Kandil haberleşmesini sağladı.

    Tarih: 22 Kasım 2011.
    Avukat İrfan Dündar KCK operasyonunda gözaltına alındı.
    Elinde Kalaşnikof silahla çekilmiş İrfan Dündar fotoğrafını Cemaatci savcılar, Cemaat gazetelerine servis etti. O dönem ilişki içinde oldukları Nagehan Alçı gibi yandaşlar ekranlara çıkıp “Öcalan’ın avukatı Kandil’de” diye fotoğrafı gösterdi.
    Üç gün sonra İrfan Dündar serbest bırakıldı!
    Bırakılma nedeni şuydu:
    Öcalan’ın avukatı MİT ajanıydı.

    Keza…

    KCK operasyonunda gözaltına alınan aralarında AFP (Ajans France Press) muhabiri Mustafa Özer gibi isimlerin MİT için çalıştıkları ortaya çıktı.
    Cemaat’in MİT ajanı PKK’lıları ortaya sermesinin nedeni 2 ay sonra ortaya çıktı…

    Tarih: 7 Şubat 2012.
    Oslo’da PKK-MİT görüşmelerini sızdıran; PKK içindeki MİT ajanlarına operasyon düzenleyerek ortaya çıkaran Cemaat, MİT’e operasyon yaptı.
    Cemaat, TSK’dan sonra MİT’i de ele geçirmek istiyordu.
    Başardı mı? Hayır.

    Ama…

    Bu operasyon yani “Cemaat’in MİT’i ele geçirme”operasyonu bugün neye mal olmaktadır?
    Bu soru üzerinde hiç durulmuyor. Oysa…
    (“Pilot Necati” örneğinde olduğu gibi) kuruluşundan itibaren örgüt içinde bulunan MİT ajanlarını Cemaat’in açığa çıkarması; görülüyor ki bugün PKK ile yapılan mücadeleyi tökezletiyor. Güvenlik güçleri istihbarat toplayamıyor.

    Bu gerçek ortada iken…
    Cemaat’in Bugün TV’sine çıkan Mehmet Altan pişkin pişkin, “bu kadar olaylar yaşanıyor, devletin hiç mi istihbaratı yok” dedi!
    Sanki Cemaat’le birlikte neler yaptıklarını unutmuş görünüyorlar!
    Biz unutmadık. Örneğin…

    Kayıp cihazlar

    Bugün…
    PKK terörü bu derece azgınlaştı ise, bunda başta Erdoğan olmak üzere Cemaat ve Mehmet Altan gibi liboşların büyük katkısı oldu.
    Taraf gazetesinin dünkü manşeti şuydu:
    “Askeri İstihbaratı Çökertmişler.“
    Şöyle diyordu Taraf:
    “…(GES), daha çok PKK’lıların iletişimlerinin izlenmesinde kullanılıyordu. Telsiz konuşmaları ve telsiz sinyalleri, uzman ekipler tarafından analiz edilerek, PKK’nın eylem hazırlığı yapıp yapmadığı belirleniyordu. Yine bu bilgiler ışığında, top atışları ve bombalama işlemleri gerçekleştiriliyordu. GES’in MİT’e devredilmesi ile birlikte, Genelkurmay’ın teknik takip gücü de gitti.”
    Hadi yaa!..
    Kim yaptı bunu?..
    Bunun olması için Ergenekon-Balyoz sürecinde kim yalan haberlere imza attı?

    Örneğin, 2008 Şubat’ında GES Komutanı Tuğgeneral Münir Erten’e ait olduğu öne sürülen ve 2 gün sonra Kuzey Irak’a başlatılacak sınır ötesi harekât ile ilgili bir telefon konuşmasının kaydını kim dinledi; kim internette ve Taraf gazetesinde yayınlattı?
    Ayrıntıya girmeyeyim…

    Bakınız…

    “İstanbul Askeri Casusluk, Fuhuş ve Şantaj” davası kapsamında, Ekim 2010’da GES Komutanlığı’nda polisler “arama” başlattı. Birçok bilgisayara el konulurken, GES’te görevli bazı askerlere “casus” suçlaması yöneltildi. Ve sonra…

    Tarih: 2 Ocak 2012.
    Cemaatçi Bugün gazetesi “müjdeyi” verdi; GES Komutanlığı tüm ekibi ve teçhizatı ile birlikte MİT’e devredilmişti.
    Bir ay sonra Cemaat, MİT’i ele geçirme operasyonuna başladı!

    Demem o ki:

    Cemaatçiler, liboşlar ve AKP’liler dün içiçeydiniz.
    Bugün şehit kanlarının dökülmesinden hepiniz sorumlusunuz.

    TV ekranlarına çıkıp “nerde bu istihbarat” diye sormayınız; devletin çivisini sizler çıkardınız. Hangisini yazayım:
    2011 yılından beri devletin envanterinde olan 11 mobil dinleme aracı bugün kayıp!

    Biliyoruz ki… Cemaat bunlarla hepimizi takip etti, görüntü aldı, dinledi. Kendine operasyon başlayınca imha etti!

    Evet… Bu ülkeye düşmanlıklarınızın hangi örneğini vereyim.
    Biraz onurunuz…
    Biraz vicdanınız…
    Ve biraz bu topraklara bağlılığınız varsa….
    Artık susunuz…

  14. MAHİR ÇAYAN

    Emperyalistler en fazla Kemalizm’den nefret ederler. Çünkü emperyalizmi yenen tek adam Mustafa Kemal’dir!

  15. Anonim

    Örgütlerin şiddetine karşı olunabilir ama buna terör denmemeli. Terör kelimesi devletin ve devletçi sürünün kullandığı ikiyüzlü, iğrenç bir sözcüktür. Devlet teröründen başka terör yoktur. Örgütlerin uyguladığı şiddetin de tek sorumlusu devlettir. Devlet olmasaydı bu örgütler de olmazdı çünkü.

  16. Gün Zileli

    tabii doğru ama örgütlerin uyguladığı da terör. Bu dili devlet tek yanlı kullandığı için ben de kullanmayı pek tercih etmem.

    şu yazıyı okumanızı önereyim: http://www.gunzileli.com/2007/10/25/terorist/

  17. Saçma!

    saçma! neden örgütlerin şiddetine terör denmesin? eşyayı adıyla çağırmak gerekir. isimlerde tarafgir olunmaz.

    mesela şöyle bir ifade yadırganmamalı:

    “yol kesen gerillalar, pek çok aracı ateşe vererek büyük bir terör estirdiler.”

  18. Gün Zileli

    ne yani şimdi bu yazı. Soner Yalçın, Mehmet altan’a liboş diye saldırıyor. Liboş ne demek bir kere. Liberal mi? O zaman neden liberal denmez de bu, hafif efemine tınısı veren deyim kullanılır? Ayrıca Mehmet altan bugün AKP’ye karşı Soner Yalçın’dan çok daha etkili bir mücadele sürdürmektedir. Ulusalcılar, yarı yarıya müttefiki AKP’nin.

  19. Gün Zileli

    olur.

  20. Anonim

    Gün Bey,

    (Lütfen “evet” – “hayır” gibi kısa kısa yazmayın Gün Bey! Açık açık izah edin de; bir daha sizi meşgul etmeyelim?)

    size laf atmaya çalışmıyoruz.

    Lütfen 8 numaradaki metnimize cevabınızı açık açık yazınız?

  21. Nahit

    “halk hükmünü çoktan vermiş”..

    Bu yasina gelmis birisinin (bu zaman zarfinda da hurafelere bel baglaMAmagi onrenmis birisinin) bu tur sacma sapan antromorfizmlere siginmasi komik oluyor.

    ‘Halk’ diye somut bir sey yok.

    Size kalsa, yagmur/firtina vb icin “atmosfer hükmünü çoktan vermiş” diyeceksiniz.

    Tabii, daha da sacma olan, bazi kerameti kendinden menkul taifenin kendini ‘halk’in temsilcisi, hatta ‘halkci’ sanmalaridir ya, o ayri.

    Analizinizin geri kalanini da zerre kadar begenmedigimi eklemeliyim: Dedikodu bile sayilmayacak seyleri sanki veri imiscesine yazmissiniz.

  22. Anonim

    Yanlış biliyorsunuz Gün Zileli beycağzım!

    Soner Yalçın, tam manasıyla bir Marksist-Leninist’tir! (Gerçekten öyledir!)

    “Hürriyet” ve “CNN Türk”te çalıştığı yıllarda maaş oluk oluk aktığı için, maddi yönden durumu çok iyiydi ve o zamanlar “aşırı siyasallaşmamıştı”!

    Şimdiye bakalım:

    Soner Yalçın; “odatv.com” sitesini ve gündelik hayatını devam ettirebilmek için bugünkü bütçesini titizlikle ayarlamaya mecbur! Bu sebeple; “Sözcü” gazetesinde “Kemalizm”cilik oyununu gönlü hiç istemese de oynamaya mecbur!

    Siz de biliyor olmalısınız Gün Zileli beycağzım:

    “Sözcü”yü ayakta tutan sütunlar;

    1. Emin Çölaşan’ın Doğan Holding bünyesinde çalıştığı yıllarda edindiği serveti Sözcü’de yatırım sermayesi olarak kullanmasıdır!

    2. Uğur Dündar’ın yıllardır medya sektöründe kazandıklarını Sözcü’de yatırım sermayesi olarak kullanmasıdır!

    3. Ve Saygı Öztürk’ün “Fethullah Gülen’in Kemalist kanattaki temsilcisi” olarak Sözcü’ye haber hazırlamasından kaynaklanır!

    “Sözcü” gazetesi ile “Hürriyet” gazetesinde bir tek fark vardır:

    “Sözcü”; Kemalizmden haberi olmayan kemalist & ulusalcı & Beykoz konakları & Askerci-Orducu & laisist kapitalistlere satılacak haber yapar!

    “Hürriyet”; TÜSİAD’ın kuyruğundan asla ayrılmayacak Maslak merkezli şirketlerdeki vahşi kapitalist “beyaz yaka kapitalistler”e satılacak haber yapar!

    Örneğin her iki gazetenin, haftasonu kıytırık eklerini alıp, merak edip okursanız; zerre fark olmadığını görürsünüz!

    “Sözcü”; bir Fethullah Gülen gazetesidir artık! Tıpkı “Cumhuriyet”in de Fethullah Gülen gazetesi olması gibi!

    Soner Yalçın ve diğerleri bütün bunların farkında ama seslerini çıkarmıyorlar! Çünkü maaş artık eskiden olduğu gibi oluk oluk akmıyor!

    Money! Money! Money!

    Para! Para! Para!

    Şimdi doğruyu öğrendiniz mi Gün Zileli beycağzım?

  23. Anonim

    Gün bey’in yorumuna ilaveten, AKP’nin devletleşmesiyle birlikte ona muhalefet ve destekçilik konumları liberaller ve ulusalcılar arasında yer değiştirmiştir.

  24. Gün Zileli

    Güzel bir saptama (ama tabii bütün liberaller ve bütün ulusalcılar için aynı şeyi söyleyemeyiz. ama akımlar olarak doğrudur bu.)

  25. Gün Zileli

    Bugün AKP diktatörlüğü ile özgürlük güçleri arasında kıyasıya bir mücadele var. HDP özgürlük güçlerinin en önünde bugün. Oy meselesi değil. Eğer diktatörlüğün saldoırısı altındaysa HDP’yi elbette sonuna kadar savunacağız. PKK ise, sübjektif mi bilmiyorum ama objektif olarak, bugün izlediği çizgiyle ne yazık ki, Kürt halkının değil, AKP’nin safında. Kısaca cevabım budur.

  26. Gün Zileli

    yukarıda yazdım.

  27. Gün Zileli

    İmide bir yaşımı söz konusu edip durmayın. Akıl yaşta değil baştadır demişler. Yirmi yaşında bir genç bir konuda benden çok daha sağlıklı ve sağlam yargılara varabilir. Halk derken, belli bir kamuoyunu kastetmek istemiytim. Kamuoyunun bazen bütünsel bazen parçalı bir şekilde yargıları olabilir. Toplumsal mücadelede de zaten bu kamuoyu yargısını etkilemek içindir. Buigün kamuoyunun belli bir kesiminde, daha doğrusu oldukça uyanık kesimlerinde bu savaşın sarayın çıkarları için çıkartıldığı yaygın bir kanıdır. Bunu anlatmak istemiştim.

  28. Gün Zileli

    Bana sadece arkadaş demeniz yeterli. Bey, paşa gibi deşimlerden hiç hoşlanmam. Hele “cağız” türü yalakalıkları hiç sevmem. Belki alay etmek istediniz, olabilir ama alayın bile bir kalitesi olması iyi olur. yine de siz bilirsiniz.

  29. Anonim

    8’deki cevabınızı nihayet okuduk.

    “Bugün AKP diktatörlüğü ile özgürlük güçleri arasında kıyasıya bir mücadele var. HDP özgürlük güçlerinin en önünde bugün. Oy meselesi değil. Eğer diktatörlüğün saldoırısı altındaysa HDP’yi elbette sonuna kadar savunacağız.” Evet! %100 haklısınız!

    “PKK ise, sübjektif mi bilmiyorum ama objektif olarak, bugün izlediği çizgiyle ne yazık ki, Kürt halkının değil, AKP’nin safında.” Hiç kusura bakmayın Gün Bey: Burada HDP’nin 1 Kasım seçimlerinde oy kaybetmemesi için; PKK’yı bile bile ötekileştiriyorsunuz! NTV ve Habertürk’te hafta içi her akşam car car konuşan teori-pratik tellalları var ya; işte bu cümleniz onlarınkiyle aynı!

    Siz de kasten saptırıyotsunuz! (Galiba) en azından sizin sitenizi takip edenler; PKK’nın silahından korkup 1 Kasım’da HDP’ye oy vermekten kaçmasınlar diye bile bile manipülasyon yapıyorsunuz!

    NİÇİN?

  30. Robespierre'in yeğeni

    Yeniden okunması gereken bir yazı:
    http://odatv.com/abdullah-ocalan-dahil-genel-af-sart-1606151200.html

  31. Nahit

    “Akıl yaşta değil baştadır demişler.”

    ‘Akil’ cikar baglamli tercihlerde bulunmak icin gereklidir. Analizi (sebep-sonuc iliskilerini) ‘zeka’ yapar.

    “Yirmi yaşında bir genç bir konuda benden çok daha sağlıklı ve sağlam yargılara varabilir.”

    Teoride hersey mumkun tabii ki. Ama, 20 yasinda birisinin teorik olmayan konularda (fizik gibi, mesela) oyle cok da saglikli ‘yargi’lara varabilecegini soylemek, durduk yerde 20’li yaslardakileri pohpohlamak degilse, kisinin kendisinin 20-30’undan sonra bunamis oldugunun beyan edisi anlamina gelmez mi?

    “Toplumsal mücadelede de zaten bu kamuoyu yargısını etkilemek içindir.”

    ‘Aydinlik’ gunlerinden kalma aliskanliklardan kurtulamadiginizi mi anlamaliyim –analiz ya da fikir yazmaktan maada, propoganda yapmaktan bahsediyorum..

    Her ne olursa olsun: Ben, bir anarsistin ‘halk’ heyyulasina/hurafesine itibar etmesini yadirgiyorum.

    “Bugün kamuoyunun belli bir kesiminde, daha doğrusu oldukça uyanık kesimlerinde bu savaşın sarayın çıkarları için çıkartıldığı yaygın bir kanıdır. Bunu anlatmak istemiştim.”

    ‘Uyanık’i ‘madrabaz’ anlaminda kullanmadiginizi varsaysak bile, bu ‘uyanık kesimler’in, diger genis kesimlerle uzlasmaksizin bir arpa boyu mesafe alamayacaklarini kestirememis olduklari gercegi oratadayken, pek akilli olduklarini soyleyemeyiz herhalde.

  32. Anonim

    14. yoruma cevap.
    “Terör estirmek”, “teröre başvurmak” vs. denebilir ama “terörizm”, “terörist”, “terör örgütü” gibi kavramlar yanlıştır. Terör bir amaç değil araçtır. Bu nedenle amacı terör olan, “terör örgütü” diye bir örgüt türü olamaz. Kadir Cangızbay’ın bundan bahseden bir yazısı vardı yanlış hatırlamıyorsam.

  33. ogürsel

    Silahlı propaganda-siyaset, “öncü’lük” halkı “bilinçlendirip” arkasına takma amaçlı değil mi?
    Tartışmalar bir yana sonunda PKK bunu başarıp, HDP aracılığı ile bölgesinden % 70-80 oy almadı mı? İkna ettiği “batılılar” ile de bir anlamda “günahlarının” bile unutulmak istendiğini görmedi mi?
    Bu anlamda işlevini gördü; bu nedenle de bir yana çekilmesi, “sivil” siyasete dahil olması gerekmez mi?
    “Tarihsel görevini” yerine getirdi ve en azından bu seçimlerden sonra bir süre olsun “uykuya” dalması gerekmez miydi?
    Ve yine geldik.. GZ’nin andığı İktidar Hırsına! Bu hırsı anlayamayan militanların başına ne geldiğini de Aytekin Yılmaz yazdı zaten…

  34. ogürsel

    Yüksekova’ya da sokağa çıkma yasağı getirilmiş.
    Sırada hangi ilçe var…
    Seçime yakın zamanlarda da Diyarbakır mı?
    ***
    “İstikşafi” görüşmelerden keşfedilen büyük olasılıkla CHP’nin içinde bulunduğu siyasal gerçekliği hala algılamadığının tespiti olmalı… CHP’lilerin hala Ecevit’in İskandinavyası’nda ikamet ettiğini notlarına almışlar…

  35. Gün Zileli

    bilmem.

  36. Gün Zileli

    sanırım bu site üzerine çalışan bir ekip var.

  37. Hüseyin

    Gün abi,
    kalemine sağlık, harika bir yazı yazmisin . Sadece Leyla Zana hk. Dediğini fazla sert buldum . Bugünkü Aydın Engin’in yazısını okumanı öneririm. Geçmişte katılmadığım bazı Davranışları olsa da benim gözümde Leyla Zana çok Yürekli bir kadın.

  38. Anonim

    HDP’nin Bayrak Aşkı Sizi Utandırmadı mı?

    Devlet terörüne karşı gelişen haklı tepkiler Kürdistan’da ulusal bir potansiyelin oluşmasına zemin hazırlıyor. Her seferinde biriken ulusal potansiyeli siyasi ranta çeviren PKK ve türevleri, hem herkesi kendi politikalarının esiri yapıyor hem de biriken potansiyeli “ortak vatan” ve işgal bayrağına feda ediyor.

    Günlerdir Cizre’de yaşanan devlet terörü ve Kürdlerin yaşadığı trajedi, ben insanım diyen herkesi rahatsız etti. Bu rahatsızlık birçok “aklı başında” insanda körleşmeye de neden oldu. Bu körleşme, PKK/HDP misyonunu unutturacak bir boyut kazandı. Neredeyse “PKK/HDP’li olmayanlar haindir” diyecek kadar duygusallaşan/körleşen bazı çevreler, ‘Kürdlerin çaresizliğine sadece PKK/HDP sahip çıkıyor’ diyerek gönüllü entegrasyon elçiliğine soyunduklarını bile fark etmediler.

    Cizre’de yaşananlar PKK’nin çok bilinçli bir girişimiydi ve Kürdleri devlet terörüne teslim ederek yaşanan trajediden siyasi rant devşirme, kendisine yönelik haklı eleştirileri boşa çıkarma ve tüm ulusal çıkışları anlamsızlaştırarak entegrasyonu tek seçenek olarak dayatmaktı amacı. Ne yazık ki her zamanki gibi amacına ulaştı. Amacına ulaşır ulaşmaz da “Ortak vatan” edebiyatını devreye soktu.

    Çanakkale’de faşistlerce tahrip edilen HDP il binasına Türk bayrakları asılmıştı. Bu tutum, devletin hizmetçisi olmayana yaşam hakkı yok mesajıydı. Çünkü işgal bayrağı, ırkçılığı/işgali ve tekçi Türkçülüğü simgeliyor. HDP yöneticileri ‘bayrağa karşı olmadıklarını göstere göstere Türk bayrağını binalarına asarak’ faşistlerin yanlış yer bastıklarını anlatmaya çalıştılar. HDP yöneticilerinin açıklamaları ve bayrak sevgisi, kendilerine anlam yüklemeye çalışanları bir kez daha utandırdı.

    Cizre için bir şey yapmak, Türk bayrağını gönüllü asmaksa ve “ortak vatan” sevgisiyse, hiçbir şey yapmamak çok daha onurludur. En azından halkı ölüme gönderip bu ölümlerden “İşgal Bayrağını” meşrulaştırma gibi bir ihanetin parçası olmamak gibi anlamlı bir tutum alınmış oldu.

    Öyle bir sistem kurulmuş ki, bir şeyler yapmaya çalıştığında dönüp dolaşıp PKK’ye/devlete hizmet edeceksin. Bu tuzağı aşmak için ilk şart, PKK’nin Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi önünde en büyük engel olduğu gerçeğini kabullenmek ve bu gerçeğe uygun davranmaktır!

    Bu videoyu izleyin!

    Yıllardır oynanan oyunda nasıl bir rol aldığınızı görün!

    “Bir şeyler” yapmış olmak buysa, bir şey yapmamış olmanın nedenlerini de belki görürsünüz…

    Haber/Yorum

    10.09.2015

    HDP’nin Bayrak Aşkı ve Oartak vatan” sevgisini görmek için aşağıdaki linki tıklayınız:

    http://www.haberler.com/canakkale-hdp-canakkale-den-tabela-ve-bayrak-7678484-haberi/

    http://www.nasname.com/a/hdpnin-bayrak-aski-sizi-utandirmadi-mi

  39. Gün Zileli

    Geçmişte Leyla Zana için güzel şeyler de yazdım. http://www.gunzileli.com/2011/07/14/yemin/
    Ama Tayyip’in kapısına gidip onunla özel görüşme yapması ve bu meseleyi çözerse c.başkanı çözer demesi affedilir gibi değildi. Bunun özeleştirisini de bugüne kadar yapmadı.

  40. ŞEHİRLER HAVAYA UÇACAK, 1 KASIM'DA HDP MECLİSE GİREMEZSE!

    1 KASIM’DA:

    YA 7 HAZİRAN’DAKİ İLE AYNI SONUÇ ÇIKACAK;

    YA DA HDP MECLİSE GİREMEZSE, ŞEHİRLER HAVAYA UÇACAK!

    Financial Times gazetesi, “Şiddet tırmanırken, Kürt partisi her taraftan kuşatıldı” başlıklı haberinde, HDP’nin “inatçı Erdoğan’la yasa dışı militanların arasında kaldığını” yazıyor.

    Gazete HDP için “HDP’nin açık bir şekilde PKK’yla bağları var” derken; CIA Türkiye uzmanlığı yapmış Henri Barkey’in “Erdoğan her hâlükarda bir kaybet-kaybet durumuyla karşı karşıya. Ya seçimlerden aynı sonuç çıkacak. Ya da HDP meclise giremeyecek ve şehirler havaya uçacak” sözleri de dikkat çekiyor!

    BBC Türkçe’nin aktardığı haberde Financial Times gazetesi, aralarında Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu HDP’li milletvekillerinin Cizre kırsalında polis tarafından durdurulduğunu belirterek “Manzara üç ay önceki seçimlerde kalıpları yıkan ancak şimdi devlet ile militanlar arasında sıkışan HDP’nin yaşadıklarını özetliyor. Partinin Eş Başkanı, bazı milletvekilleriyle, polis tarafından kuşatılan bir çorak bir bayırda saatlerce mahsur kaldı” diyor.

    Haberin devamı şöyle:

    “Bundan 12 saat önce savcılık Türk devletine ve Erdoğan’a hakaret ettiği ve bir terör örgütü için propaganda yaptığı gerekçesiyle Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Bu suçlamalarla Demirtaş 19 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilir.”

    “Bu, 7 Haziran’daki seçimlerde parlamentoda önemli bir temsil hakkı kazanan ve AKP’yi 2002’den beri elinde tuttuğu meclis çoğunluğundan eden parti için sert bir düşüş oldu. Eğer HDP 1 Kasım’daki erken seçimlerde halk desteğini koruyabilirse; Erdoğan’ın Türkiye’nin tartışmasız lideri olduğu günlerin sonu gelir.”

    1 KASIM’DA YA HDP MECLİSE GİREMEYECEK; YA DA ŞEHİRLER HAVAYA UÇACAK!

    “Ama şimdi Erdoğan tarafından teröristlerle aynı saflardaymış gibi hedef alınıyor. Parti, PKK’nın düzenlediği saldırılar nedeniyle de zarar görüyor. Ordu 1100 PKK’lının öldürüldüğünü söylüyor. Şiddet Türkiye’nin en büyük şehirlerine yayıldı. HDP binaları ateşe veriliyor. Kürtlerle bağlantılı bir yapı (KCK) dün ayaklanma çağrısı yaptı.”

    “Demirtaş her taraftan sorunlarla karşı karşıya. Washington merkezli düşünce kuruluşu Woodrow Wilson’ın Orta Doğu Programı Direktörü Henri Barkey, ‘PKK’nın komutanları Kürt hareketinin liderliğini HDP’ye bırakmak istemiyor. Erdoğan da HDP’nin başarısını engellemek istiyor. Ama Erdoğan her hâlükarda bir kaybet-kaybet durumuyla karşı karşıya. Ya seçimlerden aynı sonuç çıkacak. Ya da HDP meclise giremeyecek ve şehirler havaya uçacak’ diyor!”

    “Bazı uzmanlar, Cizre’deki şiddetin kentlerde yeni çatışmaların habercisi olabileceğini söylüyor. 24 saat sokağa çıkma yasağı uygulanan Cizre’de hükümet 30 teröristin öldürüldüğünü söylüyor. Orada yaşayanlar, 10 yaşındaki bir kız çocuğu, 7 çocuk annesi 53 yaşındaki bir kadın dahil cenazelerini buzdolaplarında ve soğuk odalarda tuttuklarını söylüyorlar. Demirtaş ve heyetine Cizre’ye girme izni verilmedi. Hükümet de kendisine ve partisine yüklenmekten vazgeçmiyor. Erdoğan bu hafta ‘Terörün yanında saf tutarsanız, bedelini ödersiniz’ dedi.”

    “HDP’nin açık bir şekilde PKK’yla bağları var. Parti müzakerelerde hükümetle PKK arasında aracı oldu. Demirtaş defalarca PKK’ya saldırılarını durdurması, hükümete de militanların Türkiye’den çekilmesine izin vermesi için çağrı yaptı.”

    “Buna rağmen kamuoyu yoklamaları, partinin 7 Haziran seçimlerindeki %13’lük oy oranını koruduğuna işaret ediyor. AKP’nin sert tutumu da işe yaramış görünüyor. Anketlere göre AKP’ye olan destek 7 Haziran’a kıyasla 3-4 puan arttı. Ama bu oran, çoğunluğu sağlamasına yetmiyor.”

    http://odatv.com/ya-ayni-sonuc-cikacak-ya-da-hdp-meclise-giremeyecek-ve-sehirler-havaya-ucacak-1109151200.html

  41. t.d

    Bu yazıyı abartılı bulabilirsiniz ama yazının içinde gerçeğe tekamül eden çok done var..Yani bu savaş AKP VE PKK ‘yı var etme savaşıdır.Her ikisi bu savaşla var olmak birisi siyasette,diğeri bölgede ağırlığını hissettirme derdinde.HDP’nin bölünmeyeceğiz,türkiyelileşeceğiz söylemi pkk’yı yok saymak demektir.Çünkü pkk 40 yıla dayanan bu savaşın sonucu olarak kürdistan kurup ve yönetmek istiyor..Düşünün 40 yıldır bölge halkının sadece yarısının desteğini almış bir örgüt hdp sayesinde kürt oyların tamamını aldı.Bu durum pkk artık yeni siyasi figür olan hdp yanında ikincil bir duruma düşecekti işte bunu kabul etmediler.Diğer taraftan suriye de işidin yenilmesi ve orada kantonlar kurulması ve uzun bir koridor kurulması Türkiyeyi rahatsız etmiş olması da bu savaşın diğer bir sebebidir..Eğer akp seçim hezimetinden çok önce masayı devirseydi belki bu yazı saçma olabilirdi ama seçimlere sayılı gün kala masanın devrilmesi ve dolmabahçe mutabakatının itibarsızlaştırılması bu yazıya gerçeklik payı katmaktadır..HDP ise hiç yanlış yapmadı demek doğru değil hdp de etkili siyaset yapmasına rağmen bir çok noktada büyük hatalar yapmıştır.Mesela emanet oylarım var bu nedenle hiç bir şekilde koalisyon kuramam gibi bir çıkış doğru değildi.

  42. Nahit

    “sanırım bu site üzerine çalışan bir ekip var.”

    Kendinizi asiri onemsiyor oldugunuza isaret etmeseydi, bunu bir iltifat sayabilirdim.

  43. Gün Zileli

    hçbir zaman paranoyak eğilimlerim olmadı. Fakat sezgilerime güvenirim. Çok değil, aşağı yukarı 2 haftadır bir ekibin siteyi kurcaladığını sezinliyorum.

  44. Anonim

    8′deki cevabınızı nihayet okuduk.

    “Bugün AKP diktatörlüğü ile özgürlük güçleri arasında kıyasıya bir mücadele var. HDP özgürlük güçlerinin en önünde bugün. Oy meselesi değil. Eğer diktatörlüğün saldoırısı altındaysa HDP’yi elbette sonuna kadar savunacağız.” Evet! %100 haklısınız!

    “PKK ise, sübjektif mi bilmiyorum ama objektif olarak, bugün izlediği çizgiyle ne yazık ki, Kürt halkının değil, AKP’nin safında.” Hiç kusura bakmayın Gün Bey: Burada HDP’nin 1 Kasım seçimlerinde oy kaybetmemesi için; PKK’yı bile bile ötekileştiriyorsunuz! NTV ve Habertürk’te hafta içi her akşam car car konuşan teori-pratik tellalları var ya; işte bu cümleniz onlarınkiyle aynı!

    Siz de kasten saptırıyotsunuz! (Galiba) en azından sizin sitenizi takip edenler; PKK’nın silahından korkup 1 Kasım’da HDP’ye oy vermekten kaçmasınlar diye bile bile manipülasyon yapıyorsunuz!

    NİÇİN?

    Gün Zileli’nin cevabı: “bilmem” !

    Sayın Zileli,

    Şizofreni belirtileri gösteriyor olabilir misiniz?

    Sizin bir konuda niçin ısrarcı olduğunuzu anlamaya çalışıyoruz? Ama cevap vermeye yanaşmıyorsunuz?

  45. Gün Zileli

    akptrollere cevap vermemek gfibi bir huyum vardır, evet. Göreve yeni mi başladınız?

  46. Gün Zileli

    aktrol beycağzım, ne kadar gizlemeye çalışsanız da yakayı ele verdiniz yine. Bu sitede bir zamanlar (ergenekon zamanı) akpolis ekibi vardı. Sonra dağılıp gittiler. Belki de bunlar çoğunlukla fetullahçıydılar. Şimdi de siz görevi almış bulunuyorsunuz. Kuşkularımda haklı çıktım. Buradan ilan ediyorum: Siteye bir aktrol ya da aktrol ekibi musallat olmuştur ve sureti haktan sorular yöneltme taktiği ile bu sitede algı yönetimi yapmaya kalkmaktadır. Bu şahsı ya da şahısları (ekip olmaları daha büyük ihtimaldir) her seferinde teşhir edeceğim.

  47. Gün Zileli

    hdp’ye ne zamandan beri oy veriyor hdprolleri? Her kılığa gidersiniz siz.

  48. Gün Zileli

    Farklı isimler kullanıyorsunuz. Saçma da aktrol.

  49. Anonim

    Esefle kınanıyorsunuz sayın Zileli!

    Hiç mi okumadınız, 8’de ne yazmışız: “Merak etmeyin; biz de HDP’ye oy verdik, yine vereceğiz!”

    Anlamadığımız nokta şu:
    Bir insan herşeyden evvel kendi içinde tutarlı olmalı!

    HDP’nin, Selahattin Demirtaş’ın; Abdullah Öcalan’ın, PKK(Kandil)in yanında cürmü ne?

    Bunu siz bilmiyor musunuz!

    HDP’NİN MECLİSE GİRMESİNİ EN AZ SİZLER KADAR İSTİYORUZ! BUNUN İÇİN PARTİ OLARAK FAALİYETLERİMİZ BÜTÜN HIZIYLA SÜRÜYOR; HER NE KADAR BİZLERİ EZMEYE ÇALIŞSALAR DA!

    AMA FAALİYETLERİMİZİ YÜRÜTÜRKEN; HİÇBİR ZAMAN “PKK’YI ÖTEKİLEŞTİREREK” HAREKET ETMİYORUZ! ETLE TIRNAK GİBİYİZ!

    SİZE SORUYORUZ:
    NİÇİN AKP’NİN TAKTİĞİNİN AYNISINI UYGULUYORSUNUZ?

    SİZE SORUYORUZ:
    NİÇİN İNATLA HDP İLE PKK’YI AYRIŞTIRMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ?

  50. Gün Zileli

    siz neden ikisini özdeşleştirmeye çalışıyorsunuz? Tipik akp taktiği. Bütün mesajlarınızı yeniden inceledim. Akptrolsünüz. Ama mesajlarınız teşhir amacıyla yayınlanacak.

  51. Gün Zileli

    Bir de sormak istediğim şu: aktrollüğü maaş karşılığı mı yapıyorsunuz, yoksa gönüllü olarak mı?

  52. Anonim

    Gün Bey, anlamıyor musunuz? Yoksa kasıtlı olarak anlamazlıktan mı gelmek istiyorsunuz?

    EĞER AKTROLL OLDUĞUMUZU DÜŞÜNÜYORSANIZ; SİZİ DAHA BAŞKA NASIL İNANDIRABİLİRİZ BİLMİYORUZ! ŞUNLARI YAZALIM:
    RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN DA,
    AHMET DAVUTOĞLU’NUN DA,
    FETHULLAH GÜLEN’İN DE,
    İSLAMCILIĞIN DA,
    HER TÜR FUNDAMENTALİZMİN DE…
    (küfür içeren kısmı yazmadık! Çünkü hakaret içeren yorumları yayınlamıyorsunuz! Eğer hala AkTroll olduğumuzu düşünüyorsanız; yukarıdaki isimlere küfür edilen halini de gönderebiliriz!)

    Size çok yalın bir soru soruyoruz:

    HDP’nin, Selahattin Demirtaş’ın;
    Abdullah Öcalan’ın, PKK(Kandil)in yanında cürmü ne?

    Abdullah Öcalan’ın, PKK(Kandil)in onayından geçmeyen hiçkimsenin (Mir Fırat gibi feodalleri yukarıda ne yazık ki hariç tuttuk!) HDP’de çaycı bile olamayacağını yazdık! Ki bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz!

    HDP’NİN DAHA FAZLA OY ALMASI İÇİN SADECE KADIKÖY DE VEYA SADECE CİHANGİR DE DEĞİL; BÜTÜN ÜLKEDE HARIL HARIL ÇALIŞIYORUZ! BUNU YAPARKEN “PKK’YI ÖTEKİLEŞTİRMEYE” ÇALIŞMIYORUZ! ETLE TIRNAK GİBİYİZ!

    Bu gerçeği bilip, hala inatla HDP ile PKK’yı ayrıştırmaktaki amaç ne? Biz bunu anlamıyoruz!

  53. Gün Zileli

    bak delikanlı. 53 yıldır bu işlerin içindeyim. Kimin ne olduğunu, nasıl taktikler yürüttüğünü anlayacak kadar deneyimim de zekâm da var. Siz tipik aktrolsünüz. Şimdi de pkk’ye sıkı sıkı sarılmış hdp’li kılığına girmeye çalışıyorsunuz, muhtemelen bir ekip halinde aktrol olarak çalışıyorsunuz. Merak ettiğim, maaşlı memur musunuz, yoksa bu işi gönüllü olarak mı yapıyorsunuz. Böyle aşağılık bir iş gönüllü olarak yapılmaz pek, bu yüzden bence birinci ihtimal daha ağırlıkta. Dediğim gibi, burada ergenekon zamanında ağırlıklı olarak fetullahçılardan oluşan akmasa ya da akpolis dediğimiz bir ekip de çalıştı, sonra çekip gittiler. Bu sitenin eski izleyicileri hatırlar.

    Ne yaparsanız yapın, bu siteden tek bir taş kopartamazsınız, tek bir insanın kafasını çelemezsiniz. Bu sitenin izleyicileri azdır ama süzmedir. Yani sizin aptalca sorularınızla kafaları karışmaz. Başka kapıya diyeceğim ama ekmek paranızdan olacaksanız bunu demek de istemem doğrusu.

  54. Anonim

    DEMEK Kİ SÖZÜMÜZE HALA İNANMIYORSUNUZ GÜN BEY!

    DEMEK Kİ AKTROLL OLDUĞUMUZU DÜŞÜNÜYORSUNUZ GÜN BEY!

    YAZALIM ÖYLEYSE:

    RECEP TAYYİP ERDOĞAN’I SABAH AKŞAM Sİ****RUZ!

    AHMET DAVUTOĞLU’NU DA SABAH AKŞAM Sİ****RUZ!

    FETHULLAH GÜLEN’İ DE SABAH AKŞAM Sİ****RUZ!

    İSLAMCILIĞI DA SABAH AKŞAM Sİ****RUZ!

    HER TÜR FUNDAMENTALİZMİ DE SABAH AKŞAM Sİ****RUZ!

    Ne sizden, ne sitenizden, herhangi bir parça koparmaya çalışmıyoruz!

    Hiçkimsenin aklını çelmeye çabalamıyoruz!

    İfade ettiklerinizin tam tersine;
    “Gelin mücadeleye hep beraber ortak olalım! HDP ile PKK’nın ayrıştırılmasına müsaade etmeyelin!” diyoruz!

    ŞİMDİ SORUMUZU BİR KEZ DAHA TEKRARLIYORUZ:

    HDP’nin, Selahattin Demirtaş’ın;
    Abdullah Öcalan’ın, PKK(Kandil)in yanında cürmü ne?

    Abdullah Öcalan’ın, PKK(Kandil)in onayından geçmeyen hiçkimsenin (Mir Fırat gibi feodalleri yukarıda ne yazık ki hariç tuttuk!) HDP’de çaycı bile olamayacağını yazdık! Ki bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz!

    HDP’NİN DAHA FAZLA OY ALMASI İÇİN SADECE KADIKÖY DE VEYA SADECE CİHANGİR DE DEĞİL; BÜTÜN ÜLKEDE HARIL HARIL ÇALIŞIYORUZ! BUNU YAPARKEN “PKK’YI ÖTEKİLEŞTİRMEYE” ÇALIŞMIYORUZ! ETLE TIRNAK GİBİYİZ!

    Bu gerçeği bilip, hala inatla HDP ile PKK’yı ayrıştırmaktaki amaç ne?

  55. Nahit

    “Fakat sezgilerime güvenirim.”

    Internet’te yazismanin o bilindik talihsizligine ducar olmaga basladiginizi gorur gibiyim.

    Kimin kim oldugu (ya da neyi nicin yazdigi) asikar olmadigindan, sezgiler devreye giriyor ve alisilmadik seyleri soyleyenlerin sayisi arttigi kanaati hasil olmaga basladigi andan itibaren bir operasyonun muhatabi oldugunu dusunmege basliyor insan.

    Basima gelmisligi var ve sezgiler –yardimci olmak bir yana– yipratici oluyor.

  56. Gün Zileli

    akp’nin taktiğini çok güzel ele veriyorsunuz. hdp’yi pkk’ye yapıştırıp bir taşla iki kuş vurmak. Daha doğrusu hdp kuşunu vurmak. Çünkü hdp, bugün akp’nin önündeki en büyük engel. Çocukça ve salakça taktikleriniz var. Kendinizi akıllı başkalarını salak sanıyorsunuz.

  57. Gün Zileli

    aktrollerle yazışmalarımı okuyun. Siz de ekibe dahil misiniz, bilmiyorum.

  58. t.d

    Bu aktrollerle uğraşmak çok zor bir iş adamlara bir laf anlatana kadar 40 deveyi 80 hendekten atlatmak daha kolay..
    geçen twiterde denk geldik önce fetocu oldum,sonra dhkp-c’li sonra pkk’lı sonrada mhp’li oldum.O kadar çok yaftalama yapıyorlar ki cehaletin kafadan aşağı süzüldüğünü görebiliyorsun. 🙂 baktılar başa çıkamayacağız bu sefer küfür etmeye başladılar..Benimde merak ettiğim bu kadar cahil insanları niye seçiyorlar bari biraz okumuş falan olsalar belki insanların kafasını daha kolay karıştırırlar..

  59. Anonim

    Gün Bey, 34 numaradaki cevabınızı okuduk: Kahrolduk!

    Halbuki biz sizin “düşene tekme vurmam, her zaman elinden tutarım” şiarınıza yüksek saygı gösterirdik (hala gösteriyoruz!)

    Sinirli olduğunuz aşikâr! Özellikle bugün!

    Sinirli olmanız sebebiyle; cevap yazarken bazen kendinizle çelişiyorsunuz (özellikle bugün)!

    HDP’nin AKP’nin önündeki en büyük engel olduğunu bilmediğimimizi zannediyorsunuz!

    AKP makinesinin bütün kapkara provokasyonlarına rağmen;
    HDP’yi PKK’dan ayrıştırmak; ihanettir!

    Canavar AKP; HDP’yi PKK’dan ayırma taktiğini bütün gücüyle uygulasa bile; gerçekler değişmez!

    Sırf AKP canavarının ekmeğine yağ sürmeyeceğiz diye; (kusura bakmayın) HDP’yi PKK’dan kopartmaya ortak olmayız!

    Biraz dinlenin arzu ederseniz Gün Bey; bir dost tavsiyesidir.

    Size karşı hiçbir zaman kabalık etmedik, etmeyeceğiz!

    HDP ile PKK’yı niçin ayrıştırdığınızı da; sakinleşince izah edeceğinize inanmak istiyoruz!

  60. Nahit

    “aktrollerle yazışmalarımı okuyun.”

    Bu tur etiketlemeler (kategorize etmeler) hic hos degil: Fanatiklik esigini astiginiza (ya da asmak uzere oldugunuza) isaret ediyor.

    Bu esigi asmak suc/kabahat degil tabii ki; ama, sozunuzle/yazdiklarinizla ikna edemeyeceginizi dusundugunuzden dolayi vazgecmis (havluyu atmis) ve baskalarini duymak/dinlemek yerine dislamak noktasina gelmisliginize delalet ettigi icin (sorsak, eminim, kendinizi –‘uyanik’ demiyorum– bir ‘aydin’ olarak niteleyeceginiz halde) bu tercihinizi/davranisinizi ayiplamak durumundayim.

    “Siz de ekibe dahil misiniz, bilmiyorum.”

    Beni kabul edecek kadar alcalmis olan hicbir klube uye olmaga tenezzul etmedim bugune kadar.

  61. Gün Zileli

    yukarıdaki nokta noktalarınızı görünce aktrol olduğunuza iyice ikna oldum.

  62. Gün Zileli

    peki.

  63. Gün Zileli

    kimsiniz siz? Çoğul konuştuğunuza göre…

  64. Gün Zileli

    PKK, bugünkü politikalarıyla, silahlı eylemleriyle Akp’nin en büyük yardımcısıdır. HDP ise bugünkü duruşuyla akp’nin önündeki en büyük engeldir. Daha ne olsun. Sizin de ikisini birbirine yapıştırmaya çalışmanızın tek amacı hdp’yi pkk’nin ortağı gibi gösterip harcama planına hizmet etmektedir. bu kadar net.

  65. Gün Zileli

    bizim buradakiler fena sayılmaz.

  66. Anonim

    Gün Bey, tek kişi değiliz ki!

    Sizin gibi tecrübeli bir yoldaşımızdan niçin tek kişi istifade etsin!

    …(nokta noktalar)da küfür var Gün Bey!

    Ve hattâ; sizi inandırabilmek için 34 numarada (o iğrenç ifade!) Sİ****RUZ! u bile yazdırmaya mecbur bıraktınız bizi!

    Kim miyiz?

    Biz:
    Gün Zileli’yiz!

    Biz:
    HDP’ye ve PKK’ya sadece klavye başından değil; gönülden, sahaların ortasından, şehirlerden, parti binalarından, kırsaldan, dağdan, ovadan, kâh Cihangir’den, kâh Lice’den, kâh Çorlu’dan, kâh Cizre’den bağlıyız!

    HDP’yi PKK’dan, PKK’yı da HDP’den hiçbir zaman ayırmayız!

    “Sizin de ikisini birbirine yapıştırmaya çalışmanızın tek amacı hdp’yi pkk’nin ortağı gibi gösterip harcama planına hizmet etmektedir. bu kadar net.” NASIL BU KADAR EMİN OLABİLİYORSUNUZ!

    Sırf AKP canavarının ekmeğine yağ sürmeyeceğiz diye; (kusura bakmayın) HDP’yi PKK’dan kopartmaya ortak olmayız!

    Şu yazılanları dikkatle okumanızı öneririz:

    “Şam’daki Ermeni’yi,
    Çorum’daki Türkmen’i,
    İstanbul’daki Rum’u,
    Adapazarı’ndaki Çerkezi,
    Şırnak’taki Kürt’ü;
    Yeni bir başlangıç yaparak ortak ve eşit bir hatta taşıyacak olan da Alevi’nin sırrıdır.”

    Dünyadaki bütün büyük özgürlük güçleri, toplumsal krizlerin en çıkışsız zaman aralıklarında, özgürlük talep eden toplumsallığın en biçimsiz anında bir yanıt olarak ortaya çıkarlar. Özgürlük güçleri bir yanıt olacakları soruya karşı verilen en sert tepkidir. Özgürlük istemekten yorulmuş, talepleri küçümsenmiş, diyalog kurma çabaları aşağılanmış olanların, tüm bunlardan vazgeçtikleri anda bir güç olarak çıkar özgürlük.

    Çünkü özgürlüğü çalınanın yaşama, gerçekleşme hakkı, varlığını kökleştirme hakkı da sakatlanmış olur. Sakatlanan yaşam biçimleri içinde, ölümlerin, yas ve karamsarlığın içinde kök bulur kendi öyküsünü yazan kolektif özneler. kararmış çetelelerden yeni bir dille kurar… Bir özneyi bir sorunun yanıtı olarak inşa etmek başlı başına kendi öyküsüne yürümektir. Kendini bir yol hâline getirmektir.

    Yanıtı özgürlüğün bir talep etme biçiminde özgürsüzlüğün sistemine doğru değil, bir yıkma-kurma halinde kendisinedir. Kendi sorusunu yanıtlayan bir kolektif özne artık elinde bir Labrys* ile yürümeyi öğrenmiştir. (*Antik Anadolu ve Mezopotamya çok sık rastlanan çift taraflı bir balta. Anadolu Amazonları’nın ve Zeus’un güç simgesi.)

    Alevilerin Labrys’i

    Ortadoğu’nun en kadim felsefik, mistik kültür-kimliklerinden biri olan, aralarındaki küçük ayrımlara/yorum farklarına rağmen çok uluslu, geniş coğrafyaya bir sahip olan Aleviler, başta Türkiye’de olmak üzere tüm bölgede bir özgürlük sorusuyla boğuşuyorlar. Yanıtını ancak kendilerinin verebileceği bu sorunun bedeli olarak öldürülüyor, aşağılanıyor ve etnik temizlik-asimilasyonla öğütülüyorlar.

    Anadolu ve Mezopotamya toprağında 20 milyonu aşkın Alevi, tekçi Sünni/Şafi/Hanefi İslam’ın baskısı altında, öldürülerek, kitlesel göçlere zorlanarak, bir kültürel şizofreniyle kuşatılıyor. Gizlenerek yaşamak ile kentlerin gettolarına kapanmak, asimilasyona ile kendini inkâr arasında muhtelif biçimlerde bir ‘varlık sancısı’ çekiyorlar.

    Türkiye özgülünde düşünürsek; birçok kavşakta destekledikleri Cumhuriyet tarafından baskılanarak, kitlesel öldürme pratikleriyle terbiye edilerek denetim altında tutulurken, “çoğunluk İslam”ı tarafından ölçüsüz bir aşağılamayı da kabullenmek zorunda kalıyorlar.

    Çünkü Alevilerin Labrys’i yok…
    Çünkü Alevilerin bir PKK’sı yok.
    Çünkü Aleviler önderliksiz, ‘düşürülmüş’ bir halk olarak devlet ve kitle faşizmini mütemadiyen yaşamak ve kabullenmek zorundalar. Anlayışlı ve makul kalarak düzenin ne içinde ne de dışında bir yerde arafta ‘beklemekle’ yükümlü kılınmışlar.

    Alevi’lerin bir Labrys’i olmalı. Bu çift tarafı keskin balta ile bir yandan kendisine kölelik reva gören toplumsal-politik sisteme amansızca vururken, bir yandan da baltanın kendine dönük yanıyla ‘köle Alevi’ye vurabilmeli. Her vuruşta kendini bir hakikate zorlayacak ve yeri geldiğinde kendisine daha amansızca vuracak gücü de buradan alacaktır. Çünkü özgürlük sorusunu Alevilerin yakasına yapışmış yanıtını istemekte, yanıta zorlamaktadır.

    Çünkü Alevilerin uslu’luğu rasyonel devlet aklı tarafından doğru anlaşılmış, talim ve terbiye, Yavuz’un mührüyle Cumhuriyet’in fişleme defterlerine taşınmıştır.

    Alevilerin bu yüzden bir PKK’sı olmalıydı!

    PKK’da sadece bir silahlı örgüt pratiği görenler için bu gereklilik anlaşılmazdır. PKK, Kürtler için bir örgüttür, bir politikadır ama bunların tümünden daha önemlisi bir gerçekleşme denemesidir. PKK, Kürdistan’ın en ağır sorusuna verilmiş bir yanıttır: Ben kimim?

    PKK’nın Ankara sokaklarında başlayıp, Kürt coğrafyasında karşılık bulan uzun yolculuğunun politik, tarihsel boyutları bu yazının haddini aşar. Ama o yolculukta saklı insan arayışı Alevilik için kırık aynadaki akistir. PKK sömürgeciden arta kalan, geriye bırakılan, sömürgecinin kabul ettiği değil, yepyeni bir insanı aradı. Bu yolculuk sürüyor.

    PKK; yolculuğu boyunca hatalar yaptı, yanıldı, yanılttı da… Fakat 40 yıla yaklaşan serüveni boyunca, devlet ile Kürtler, statüko ile halk arasında bir gerilim odağı olarak kaldı. Bir toplumsal sistem haline gelerek Kürtleri, “Kart Kurt sesi”nden, “Kürt Vatandaşlarımız”a ve bunları da aşarak Rojava devrimine taşıyan alt üst oluşun bir politik öznesi vardır. Toprağa düşmüş 40 bin gencecik insanın sinesindeki heves bir örgütten fazlasıdır…

    Aleviler Anadolu inançlarının binlerce yıllık damıtılmış bilgisiyle, Ortadoğu’nun mülkiyet sistemiyle yenilgiye uğratılmış Heretik isyanıyla bu toprağın komünâlistik nüvesidir. Alevilerin bu yüzden sömürgecilik karşıtı bir söyleme, uzlaşmaz bir özgürlük bilincine ihtiyacı vardır. Alevilerin Fanon’a ihtiyacı vardır. Beyaz maskesini kazıyarak çıkartan siyah deriyi iyileştirecek, bedenine giydirilmiş Suni/Sünni dengeyi de yırtacak cür’eti aramaktadır Aleviler.

    Çünkü Alevilerin özgürlüğü Sünnileri de özgürleştirecektir.

    Alevileri bir katliamlar parantezine kapatan iktidarların umduğu da korkuyla teslim aldıkları milyonlarca insanı, yas ve keder sarmalında boğmak, ölülerini saymaktan özgürlük için savaşacak vakti bulamayacak denli yormaktır.

    Maraş’ın dediği budur.

    Çorum’da ‘Allah Allah’ nidalarıyla tecavüz edilen kadınların öğrendiği budur.

    Sivas’a ‘tekbir’ edilerek yakılan Hasret Gültekin’in en güçlü bestesi tam da bunu anlatır.

    Gazi Mahallesi’nde yaşlı kadınların bedenlerinden çıkan kurşunlar bunun diyetidir.

    Kimsesizler mezarlıklarından tırnaklarını toprağa batırarak oğullarını çıkartan Ocak Ailesi’nin de ‘Amenna’ dediği bu hakikat bizi sarsmaktadır.

    Alevilerin köleliği, ateistlerin, kadınların, Kürtlerin de köleliğidir.

    Gezi’nin Alevi Çocukları

    İsyan; mülk değildir. Ona katılan, onunla kalbini, hünerini birleştiren herkesindir. İsyan bu yüzden kardeşleşme, iyileşme ve gerçekleme biçimidir. Gezi isyanları bu yüzden kimsenin değil, onur ve özgürlük isteyen tüm halkındır. Gezi’nin Alevi çocukları da bu isyanın içinde, kalbinde ve mezarlarında yerlerini alarak; Türkiyeli halklara bir kere daha kardeş ellerini uzatmışlardır. Gezi isyanı sadece bir Alevi ayaklanması değildir. Bu gerçektir ama içinde bir gerçeği daha muhafaza eder; sadece bir Alevi ayaklanması olmayan bir Alevi ayaklanmasıdır da!

    Bu satırların ilk temrinleri Batıkent Cemevi’nde Ethem Sarısülük’ün tabutunu taşıyan kadınların yüzlerlerine bakarak yazıldı.

    Muzaffer Sarısülük’ün derinleşerek okunduğunda coğrafyamızın özgürlüğünün yolunu açan ve oğluna, “Baktıkça devleti ve dini harabeye çevirecek bir isyanı hatırlatır bana mezarın” dediği mektubuyla toparlandı. Hasan Ferit Gedik’in dedesi Mustafa Meray’ın elini göğsüne koyup torunun fotoğrafına yaslandığı yerde sesini buldu.

    Antakya’nın Armutlu Mahallesi’ni Tuzluçayır’a bağlayan, Sarıgazi barikatlarından Gazi Mahallesi’ne uzanan Alevi fayı boyunca Gezi isyanları boyunca Aleviler yüzbinler olarak sokaklarda özgürlüğü mayaladı.

    Ali İsmail Korkmaz’a atılan o son tekmenin, Lazkiye’de, İzmir Yamanlar’da, Eskişehir Gültepe Mahallesi’nde hissediliş halini hesap edemedikleri açıktır iktidarların.

    Roboski ve Reyhanlı katliamları aralığından bakıldığında coğrafyaya özgürsüzlük ihraç eden güçler oldukça berraktır. Hama’da, Lazkiye’de basılmış köyler, öldürülmüş çocuk fotoğrafları Alevilerin katliam albümünde tanıdık kareler olarak yerini alır. Hama’nın Maraş’a benzerliği bir işarettir: Alevilerin bölgesel bir örgütlü önderliğe ihtiyacı vardır.

    Kimlik Belası

    Bir insanın, seçmediği ama içinde kendiliğini kurduğu bir aidiyetin sürekli ona hatırlatılmasıyla geliştirdiği politikası kimliğidir.

    Kimlik, ‘kimim ben’ sorusunun etrafında gelişen hareket halindeki enerjilerdir. Kim olduğuna dair verilen yanıt, bu kimliğin yaşanabilir olması için gerekli koşulların olup olmadığını sorduğunda ise özgürlük arayışı başlar. Kimlik sizin bulduğunuz değil size anımsatılandır. Bütün Alevi çocuklarına ‘Alevi’ oldukları ‘Sünni’ arkadaşları tarafından söylenmiştir. Alevi kendinde Alevi olmayı, (dinsel bir inanç toplamı olmaktan çok bir kültür biçimi olarak) nasıl yaşayacağını sorguladıkça; devletin ve onun toplumsalının duvarına çarpar. Bu örselenme kimliği bütünler, cismanileştirir ama elbette örseler de.

    Türkiye’de Alevi ateizmi de bu örselenmeyle akrandır. Türkiyeli devlet-dışı alanda örgütlenen özgürlük güçlerinin Alevilikle kurdukları ilişki bu açıdan oldukça ilginçtir. Çünkü Türkiye’de özgürlük güçlerinin Sünni İslami geleneklere duydukları (haklı) saygı ve anlayışı, kortejlerini dolduran Alevilere karşı göstermekten imtina etmeleri başlı başına bir tahlil konudur.

    Alevilerin Alevi olmaya ihtiyaçları vardır. Kürtlerin nasıl Kürt olmaya ihtiyaçları vardıysa…

    Bu yüzden ayrılmak hakkı kadar ayrı örgütlenme hakkını da içeren bir siyasal inşa ettilerse, Alevilerin de Alevi olmaya ve gerektiğinde kimlik olarak örgütlenme ihtiyaçları vardır. ‘Büyük Alevi’ mitingleri bu gerçeğin haklı göstergesidir.

    Alevilerin Anadolu inanç ve kültürlerinden aldıkları birikimi anlamaya, yaşamaya, devlet-dışı bir biçimde inşa etmeleri gerekmektedir.

    Koçgiri’den gelen Türkmen “Gulbang”ları, Dersim’in “Duaz-ı İmam”ları ile harlandığında Alevilerin yaslanacakları kök; toprağa sıkıca tutunmuştur!

    Dersim’de Seyid Rıza’da can bulan önderlik, onun çalınmış bedeni ve kaybedilmiş mezarıyla paralel biçimde yitirilmiştir. 1970’ler, 1990’lar boyunca bu önderliksiz yürüyüş kendine akacak su çatlakları bulmuş, kimi zaman o çatlakları nehirlere dönüştürmüştür.

    Alevilerin Toplumsal Projesi

    Alevilerin hakikate duydukları büyük ilginin nedeni bir yalan içinde kuşatılmış olmalarından geliyor. Bir türlü kendisi olmasına izin verilmemiş, kendisi olmadığı için bir türlü kendiliği ile ilgili yaşadığı yarılmayı aşamamış, kitlesel emek göçü ve yerinden edilmeye dayalı politik göçle Türkiye’nin ve Avrupa’nın metropollerine dağılmış milyonlarca insan; Alevi oldukları için özel bir ilgiye mahzar olmadan, Alevi oldukları için hakaret görmeden, inancını saklamadan, ibadetini gizlemeden yaşamak istiyor. Bir yeni hayat arıyor. Bu arayışının toprağından devraldığı dayanışmacı-komünâlistlik ilişkiler sistemi içinde, coğrafyasının en seküler inanç biçimi olma özelliğiyle birleşince bir olanak doğuyor.

    Alevi olanağı: Ortadoğu’nun dinsel fanatizmden, kadın düşmanlığından, ayrımcı toplumsal kast sistemlerinden çıkartacak toplumsal proje. Alevilerin özgürlüğü, Ortadoğu’nun diğer özgürlük arayışlarıyla birleşecek ve ‘yeni hayat’ arayışını bölgeselleştirerek Ortadoğu’da emperyalistlerin cetvelli haritalarının yerine hakların haritasızlığını kuracaktır.

    Batman’da bir çay bahçesinde Şafi inanca sahip bir genç kadına neden Zülfikar taktığını sormuştum. Yanıtı, “Kürt özgürlük Hareketi içindeki Alevilere büyük hayranlık duyuyorum, biz kadınlar Alevi kadınlarından çok şey öğrendik” olmuştu… Batman’da Zülfikar takan Şafi bir aileden gelen Kürt kadınının sezgisi; bahsetmeye çalıştığım ‘Alevi olanağı’dır.

    Bu olanağın bilinç halinde, politika halinde, hareket biçimi halinde bir karşılığı henüz yoktur. Türkiye Devrimci Hareketi’nin bazı bileşenlerinin neredeyse tamamını oluşturan Alevilerin önderliğe, bir özgürlük hareketine duydukları yakıcı ihtiyacı doğru okumaları hayatidir.

    “Devletin Alevisi olmayacağız” şiarıyla Tuzluçayır’da dövüşen; inşaat işçisi, garson, ev emekçisi, büro işçisi Alevilerin aradığı özgürlük salt kendileri için ayrılmış bir özel mevki değil; eşitlik, özgürlük ve adalet temelli bir toplumsal projedir.

    Şam’daki Ermeni’yi,
    Çorum’daki Türkmen’i,
    İstanbul’daki Rum’u,
    Adapazarı’ndaki Çerkezi,
    Şırnak’taki Kürt’ü;
    Yeni bir başlangıç yaparak ortak ve eşit bir hatta taşıyacak olan da Alevi’nin sırrıdır.

    Alevi’nin lokması Ortadoğu’ya helaldir.

    “Şu kendini yok etmeye çalışan dünyada tek görevim Siyah gerçeği vazetmek mi olacak? Hayır!

    Kendimiz için ve insanlık için:
    Yeni bir başlangıç yapmalı!
    Yeni bir düşünce tarzı geliştirmeli!
    Ve yeni bir insan yaratmaya çalışmalıyız…”
    (Frantz Fanon)

    http://fraksiyon.org/alevilerin-neden-bir-pkksi-olmaliydi/

  67. Gün Zileli

    Her satırınızdan buram buram sahtelik kokusu geliyor. Fazla kafa şişirdiniz ayrıca.

  68. Gün Zileli

    bu şekilde devam ederseniz mesajlarınızı çöpe atmak zorunda kalacağım.

  69. Anonim

    Gün Bey, elinizden geleni ardınıza koymayın lütfen!

    Her harfimizi bırakın çöp kutusuna atmayı; uzay boşluğuna da gönderseniz; haklı olduğumuz apaçık ortada!

    ÇÜNKÜ:
    MANİPÜLASYON YAPIYORSUNUZ!

    HDP’yi PKK’dan, PKK’yı da HDP’den hiçbir zaman ayırmayız!

    “Sizin de ikisini birbirine yapıştırmaya çalışmanızın tek amacı hdp’yi pkk’nin ortağı gibi gösterip harcama planına hizmet etmektedir. bu kadar net.” NASIL BU KADAR EMİN OLABİLİYORSUNUZ!

    Sırf AKP canavarının ekmeğine yağ sürmeyeceğiz diye; (kusura bakmayın) HDP’yi PKK’dan kopartmaya ortak olmayız!

    Size sakinleşmeniz için tavsiyede bulunmuştuk ama oralı değilsiniz!

    Doğruyu görene kadar kafanızı şişirmeye devam edeceğiz!

    (Umarız;

    “Şam’daki Ermeni’yi,
    Çorum’daki Türkmen’i,
    İstanbul’daki Rum’u,
    Adapazarı’ndaki Çerkezi,
    Şırnak’taki Kürt’ü;
    Yeni bir başlangıç yaparak ortak ve eşit bir hatta taşıyacak olan da Alevi’nin sırrıdır.”

    ile başlayan yazımızı dikkatle okumuşsunuzdur!
    Kim sahte? Kim değil?
    her şey ortada!)

  70. kadir

    selam arkadaşlar kürt hareketinde içinde şiddetin bulundugu tavan yaptıgı bir cografyada yaşıyoruz apo hükümeti meclisi masaya oturtmaya çalışıyor akp hükümeti ise 3 maymunu oynuyor akp hükümeti özerkligi kabul etmişti fakat ordunun üst rütbeleri özerkligin arkasının kürdistan oldugunu bildiginden ters tepki verdiler ölümlerin tümünü lanetleniyorum medya tarafından pompalanan şehit kademeleri fakir çoocukların hayatlarını yok olmasına sebep olmaktadır pkk ise barış sürecinde ise hiç de barışcıl bi görüntü sergiledi gerek ıraktaki artık silahların ellrine geçmesi usa alman silahlarıyla sehir yapılanmlarıyla kendilerini güçlü hissetmelerine sebep olduNe can almaya git, ne can vermeye!

    Özgürlük barikatlarında mevzilen!

    Gün Zileli

  71. küçük burjuva

    Gün abiye takmış çakal sürüsü.Abi silin şu salakları ya.Analiz için geldim troll kaynamış.

  72. Anonim

    Gün Bey’e,
    41 numaralı “kadir”e,
    Ve 42 numaralı “küçük burjuva”ya cevap verelim:

    “Özgürlük barikatlarında mevzilen!” aynısını haykırıyoruz!

    Bu mevzilenmeyi yaparken eğer HDP’yi PKK’dan ayırırsak hepimiz kaybederiz! Bunu göremiyor musunuz!

    Kim çakal sürüsü! Anlaşılan o ki siz; çakal sürüsü kim öğrenememişsiniz!

    Çakal sürülerine karşı;
    (yani R.T.Erdoğan canisinin bizzat kendisine karşı!
    AkTroller’e karşı!
    Ülkücü faşist cellatlar’a karşı!
    Kemalist Kadıköy+Cihangir tatlısu ulusalcıları’na ve ulusolcuları’na karşı!
    Ve Fethullah Gülen’in bizzat kendisine ve kuyruğundan ayrılmayan köleler’e karşı!)
    asıl mücadeleyi veren bizleriz!

    HDP’yi ve PKK’yı birarada tutabilmek için canla başla çalışıyoruz!

    Özgürlüğün ve barışın ancak ve ancak bu yolla gerçekleşebileceğini sizlere hatırlatıyoruz! Ama hiçbiriniz oralı olmuyorsunuz!

    Yazık!

  73. Gün Zileli

    ya çok güldürüyorsunuz beni. Arkadaşlar, görüyor musunuz aktrollerin taktiğini. aktrollük yapmak için efendilerine küfür etmek zorunda bile kalıyorlar.

  74. Anonim

    Gün Bey,

    Anladığımız kadarıyla; siz de bir problem var!

    HDP’nin meclise girmesini sizler kadar istediğimizi defaatle söylememize rağmen; bizleri şaşırtıyorsunuz!

    HDP ile PKK etle tırnak gibidir, bunu göremiyor musunuz!

    R.T.Erdoğan canisinin bizzat kendisine karşı!
    AkTroller’e karşı!
    Ülkücü faşist cellatlar’a karşı!
    Kemalist Kadıköy+Cihangir tatlısu ulusalcıları’na ve ulusolcuları’na karşı!
    Ve Fethullah Gülen’in bizzat kendisine ve kuyruğundan ayrılmayan köleler’e karşı!

    dişe diş, kana kan mücadele ettiğimizi size ispatlamak için:

    Bir başka cellat ordusu IŞİD gibi kafa mı keselim!

    Sizin de üzerine değerlendirme yazdığınız Aytekin Yılmaz’ın kitabı “Yoldaşını Öldürmek”te (http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/yoldasini.pdf) acı çeke çeke anlattığı “sol’un kendi içindeki cinayetleri”ni mi tekrar anlatalım!

    Bir başka cani olan Stalin’i mi hatırlatalım!

    Yukarıda anlatılan bütün bu dehşeti gördüğünüz için ancak böyle bir cellatlığı yaparsak mı bizlere inanırsınız Gün Bey!

    Lütfen kendinize gelin artık! Lütfen birkaç dakikalığına sakinleşin artık!

    AKP diktatöryası bütün Kürt halklarının üzerine bombalar yağdırıyor, katlediyor! HDP’yi yanımıza, yuvasına, yoldaşlarına, Cizre’ye, PKK’ya yaklaştırmamak için bütün gücüyle çalışıyor; siz gelmiş burada bizleri nelerle itham ediyorsunuz!

    HDP ile PKK etle tırnak gibidir! Bunu göremiyor musunuz!

    HDP’nin 1 Kasım seçimlerinde meclise girmesinin en büyük garantisi PKK’dır! Bunu göremiyor musunuz!

    Lütfen kendinize gelin artık!

  75. Zafer Arapkirli

    Bu hükümet Gezi’de çoluk çocuğa “çöküp” katleder ama dağdakilere şefkat eli uzatırken , biz O GÜN DE PKK’ya terörist diyorduk..

    https://twitter.com/ZaferArapkirli/status/625780734238793728

    Zafer Arapkirli

  76. Anonim

    12 Eylül 1980! Ben tabii daha yokum.

    Askerler köye geliyor, bütün erkekleri köy kahvesinin oraya çağırıyorlar. Dedem, amcalarım gidiyor.

    Babam gitmiyor, ‘bunlar bi halt ederler’ diyor, yukarı zeytinliğe çıkıyor, askerler evleri kontrol ediyor, bizim eve de geliyorlar.

    Adnan abime babamı soruyorlar (daha 4 yaşında), ‘yukarıda zeytinlikte’ diyor. Annem Antakya’ya gittiğini söylüyor. Askerler bir şey demeyip gidiyorlar.

    Dedem, amcalarım kanlar içinde eve dönüyor! Komutan birşeyler söylemiş, bizimkiler anlamamış, köyün erkekleri ikiye ayrılmış.

    Bir yarısını ‘tamam evinize gidebilirsiniz’ diye göndermişler,
    dedem ve amcalarımın bulunduğu grubu dikenli tarlaya götürmüşler!

    Elbiseleri çıkarttırmışlar ve o dikenlerin üzerinde süründürmeye başlamışlar! Herkes kanlar içinde!

    Muhtar dedemin yanına gelip ‘sen evdeki silahı vermiştin ya’ diyor, dedem ‘evet’ cevabını veriyor. Komutana bu iletiliyor!

    Söyleneni anlamadıkları için epeyce dikenlerin üzerinde sürünüyorlar! Köyde herkesten ve herşeyden bihaber bizimkiler bile işkence görüyor!

    Zafer Cömert, Abdullah Can Cömert’in ağabeyi
    12 Eylül 1980!
    12 Eylül 2015!

    https://twitter.com/Abdocan_Comert/

  77. Anonim

    DUYDUĞUMUZ: ÇAKALLARIN ULUMASIDIR!

    PKK’YA NASIL BAKIYORUZ?
    HDP’YE NASIL BAKIYORUZ?

    (Ahmet Bekmen, 10 Eylül 2015)

    Savaş siyasetin silahla yürütülen biçimidir. Öyleyse siyaset yapanlara bakmak gerekir. Saray siyasetinin “dâhili” amaçları az çok belli: 7 Haziran seçimlerinde sandıkta kaybettiği inisiyatifi zor yoluyla yeniden ele geçirmek. Kürt hareketi ise (şimdiye kadar pek görmediğimiz şekilde) bir kent hareketi olarak bölgedeki etkinlik ve inisiyatifini derinleştiriyor. İnisiyatif kazanmaya çalışan bu iki güçten Saray’ın dezavantajlı olduğu söylenebilir. Zira inisiyatif kazanmak için işbirliğine gittiği güçler kendisini alaşağı edebilir ve zaten fazlasıyla hırpalanmış olan “yönetebilirlik” vasfını hepten kaybedebilir. Faşist güruhlar 8 Eylül gecesi tüm Türkiye’de “katliam istiyoruz” diye dehşet saçarken, Bahçeli’nin “eğer ülkemize yönelen hain ve hasmane saldırıların önü alınamaz, Erdoğan’ın komplo ve tuzakları ısrarla devam ederse, benzerlerine birçok ülkede rastlanan tarihi nitelikli büyük saray yürüyüşünün icrası da kaçınılmaz olabilecektir” şeklindeki beyanı bu anlamda dikkate değerdir. Tabi bu durum Saray’ın daha da el yükselterek yapabileceklerini görmezden gelmemize yol açmamalı. Karşımızda Türkiye’yi faşist bir yapılanmanın hâkimiyeti altına almak için devlet aygıtı içerisinde alan hâkimiyeti kurmuş ve arkasına geniş bir toplumsal kesimi bloklamış bir siyaset var.

    Siyasetin adım adım, taktik manevralarla sürdürüldüğü kritik bir dönemden geçiyoruz. Taktik adımlar atabilmek için arkanızda belirli bir toplumsal ve örgütsel gücünüzün olması gerekir. Sosyalist solun önemli bir kısmı, böyle bir güce sahip olmadığı için, ya Kürt Özgürlük Hareketi ile CHP arasındaki zamk işlevini oynamaya çalışıyor ya da kendi siyasal iradesini Kürt Özgürlük Hareketi’nin içerisine gömüyor. İki yol da etkin olamıyor. Kürt Özgürlük Hareketi ile CHP arasındaki mevcut ilişkinin bir blok tesis etmeye doğru ilerlemesi bu konjonktürde söz konusu değil. Bu, hiçbir ilişki olmadığı anlamına gelmiyor. CHP’nin “dengede durması” üzerine kurulu bir ilişki var ve bu türden bir ilişkinin bloklaşmaya yönelmesi çok zor. Öte yandan, kendisini HDP içine gömen sosyalist solun mevcut durumda etkin bir güç olduğunu söylemek de maalesef zor.

    Bu noktada “Barış Bloku” deneyimini ayrı ele almak gerekir. Batıda birleşik, aktif ve etkin bir barış siyasetini yaratmak gibi bir çizgiye oturmadıkça Blok işlevli olamıyor. Böyle olamamasının hem Kürt Özgürlük Hareketini hem de sosyalist hareketi bağlayan nedenleri var. An itibariyle Barış Bloku, sosyalist hareket açısından “çağrıya icabet etmek” anlamında gidilen, bulunulan bir yer. Oysa sosyalist hareket Batıda barış siyasetini etkin kılacak özne olabilir. Zira bugün itibariyle barış siyaseti Kürt halkı ile dayanışmanın yanı sıra, hatta ondan daha çok Türk halkını ite-kopuğa teslim etmemek ile ilgilidir. Ferda Koç’un geçen günlerde Sendika.org sitesinde yayınlanan anlamlı yazısında belirttiği gibi:

    “PKK’yı yok etmek, Kürtleri ezmek ve susturmak için savaşmıyorsunuz! Türkleri ezmek ve kendinize mecbur etmek için bu savaşı çıkardınız! Kürtler tepelerine yağdırdığınız bombalara, keskin nişancılara, kuşatmalara karşı direnebilir ve direnecek. Ve siz Türkleri ezmeyi ve kendinize mecbur etmeyi başardığınız zaman Kürtlerle yeniden masaya oturacaksınız. Yani Kürtlere karşı savaşınız, Türkleri yendiğiniz zaman bitecek! Türkleri yenmeniz için yoksul Türk çocuklarını Kürt isyancılarına kitleler halinde öldürtmeyi yol olarak bellediğiniz anlaşılıyor. Kısacası sorun, Kürtlerin yenilip yenilmeyeceği değil; Türklerin AKP’ye, mezhepçi ve ırkçı faşizme yenilip yenilmeyeceğidir!”

    Duyduğumuz çakalların uluması ise, bize düşen safları sıklaştırmaktır. Siyaseten başlangıç noktası olarak ele alacağımız iki husus var:

    1. BARIŞ SİYASETİ: Kürt halkına yönelik faşist saldırılar karşısında “Allah’ını seven savunmaya gelsin” anlayışıyla hareket etmekten, barışı Batı kamuoyunda sinik değil, etkin bir siyaset haline getirmeye kadar bir dizi iş bizi bekliyor. İnsanlar bir yandan her zamanki “terör” söylemi ile sindirilirken, öte yandan savaşın yeniden başlamasının Saray’ın siyaseti olduğunu bilir durumdalar. Bu duruma müdahale etmeliyiz. İnsanların sinik bir şekilde içlerinde beslediklerini açığa çıkarmanın siyaseti olarak örmeliyiz barış siyasetini.

    2. HDP’NİN SİYASAL ALANININ AÇILMASI: Saray’ın siyasal taktiği, HDP’nin siyasal alanını mümkün olduğu kadar kapatmaya dayanıyor. Haziran seçimleri sürecinde Batı’da etkin ve meşru bir siyasal güç haline gelen HDP’nin Kürt coğrafyasına hapsedilmesinin önünde durmalıyız. HDP’nin bir Türkiye partisi olarak siyasal varlığının ve meşruiyetinin korunmasının, Türk ve Kürt halkları arasında barışı tesis etmenin yegâne yolu olduğunu, Saray’ı tasfiye etmenin de buradan geçtiğini kitlelere anlatabilmeliyiz.
    Mevcut durumda bu iki husus üzerinden bir siyasal hat örmek son derece zorlu bir sürecin içerisine girmek anlamına geliyor. Fakat üzerimize hızla gelen tehlikeyi salt sandıkta alt edemeyeceğimizi ve mücadelenin 1 Kasım’dan sonra da süreceğini biliyoruz. Sosyalist solun yenilenmesi ve inşası bu mücadele içerisinde olacaktır.

    Sinmeyelim, halkın sindirilmesine izin vermeyelim. Harekete geçelim. Zira diyalektiğin bir düsturudur: Harekete geçen alanı ve kendisini çevreleyen hareket halindeki özneleri daha farklı algılar. O zaman da bizleri atıl kılan tüm siyasal zincirlerimiz birer birer kırılır.

    http://baslangicdergi.org/duydugumuz-cakallarin-ulumasidir/

  78. FOTİ BENLİSOY

    “KÜRT SORUNUNA” NASIL BAKIYORUZ?
    KISA BİR HATIRLATMA:

    Kabul etmek gerekir ki, sosyalist hareketin büyük bir kesimi Kürt meselesini Türkiye’deki genel demokratikleşme sorunun bir sonucu olarak gören ve bu bağlamda onu bireysel temelde bir kimlik ve kültürel haklar meselesi olarak ele alan liberal çerçeveden kendini çok da ayrıştıramıyor. Kürt meselesi klasik tabirle bir “ulusal sorun” olması hasebiyle bir “kimlik” ve kültürel haklar meselesidir elbette; ancak aynı zamanda bir kendi kendini yönetme meselesidir. Bu ikinci boyutun gözardı edilmesi; Kürt meselesinin, en iyi durumda, anayasanın giriş kısmında yapılacak kozmetik bir tadilata indirgenmesi riskini ihtiva ediyor!

    Kürt meselesi sadece Kürtlerin devlet tarafından ezilmişliği, Kürtlerin maruz bırakıldıkları Türkleştirme politikaları ve saireden ibaret değildir. Kürt sorunu bunlarla beraber aynı zamanda Kürtlerin kolektif kimliklerini her türlü baskıya karşı inşa etmek ve kendi kendilerini yönetmek mücadeleleridir. Yani Kürt meselesi esas itibariyle kendilerini siyasal mücadele yoluyla inşa eden bir halkın kendi kendini yönetebilmek iradesinin nasıl hayata geçirilebileceği meselesidir. Kürt meselesi, (bilhassa sosyalistler açısından) bu mücadele içerisinde biriktirilen kendi kendini örgütlemek ve eyleme geçmek deneyimleridir. Son günlerdeki “‘özyönetim’ ilanları da nereden çıktı!” demeden önce meselenin bu boyutunu akılda tutmalı öyleyse!

    Kürtlük, bir ezilmişlik ve mağduriyet deneyimi olduğu kadar; bir kolektif siyasallaşma ve radikalizasyon pratiğine de işaret ediyor. Kısaca: Kürtler sadece ulusal ve sınıfsal baskılara maruz kalmış bir kitle değil; aynı zamanda kendi kimliğini siyasal ve toplumsal mücadeleler içerisinde inşa eden siyasal öznelerdir. Ancak sosyalistler dahi Kürt kitlelerini çoğu zaman sadece ezilmişlik ve mağduriyet terimleriyle düşünüyor! Oysa on yıllardır yaşadıkları bütün haksızlık ve eziyetlere karşın Kürt alt sınıflarının azımsanmayacak bir bölümü gündelik direnişler yoluyla kendilerini direnen ve hakkını arayan politik özneler olarak konumlandırıyorlar! Kürt meselesini sadece Kürtlerin mağduriyetleri temelinde anlamlandırmaya çalışmak; bizzat Kürtlerin bu on yıllara yayılan süreçte edindikleri siyasal deneyimleri azımsamak demek!

    Sosyalist hareket Kürt meselesini bir mağduriyet ve ezilmişlik sorunu olarak gördüğü, onu kültürel talepler çerçevesine sıkıştırdığı sürece; kendisini mevcut liberal çerçeveden ayırmakta güçlük çekecektir! Kürt hareketinin açığa çıkardığı radikal siyasal mobilizasyon biçimleriyle ancak “dışarıdan” bağ kurabilecektir! Böylece Kürt meselesi TC’nin ulus inşası siyasetlerinin ortaya çıkardığı bir mağduriyetten ibaret kalacaktır. Oysa tersine; Kürtlerin ciddi mücadeleler içerisinde deneyim kazanan siyasal özneler olarak tanınması, kendi kendini yönetmek boyutunun dikkate alınması, beraberinde aşağıdan ve ortak mücadele zeminlerinin oluşturulmasına imkân tanıyan, Kürt meselesinin çözümünü de daha kökten bir toplumsal dönüşüm tasavvuruyla bütünleştirebilecek bir zemin oluşturacaktır.

    Foti Benlisoy
    11 Eylül 2015
    http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/128846991284/k%C3%BCrt-sorununa-dair-k%C4%B1sac%C4%B1k-bir-hat%C4%B1rlatma

  79. Anonim

    “ÇATIŞMALAR DURSUN!” DEMEK YETERLİ Mİ?

    PKK’NIN NE UĞURDA SAVAŞTIĞINI ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKENLER NİÇİN VAR?

    PKK’NIN YAPTIĞI SAVUNMAYI, ERDOĞAN’IN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEK OLARAK DEĞERLENDİREN KESİMLER NELERİ GÖREMİYOR?

    (Özlem Barın, 11 Eylül 2015)

    24 Temmuz gecesi T.S.K.’nın Medya Savunma Alanlarına yönelik yoğun bombardımanıyla başlayan çatışma sürecinin ve arkasından gelen kentlere yönelik asker-polis saldırılarının nedenlerine ve çatışmaların nasıl ilerlediğine dair çokça şey yazıldı.

    Bu savaşın “sarayın savaşı” olduğunu,
    Erdoğan’ın Türkiye’de kendi isteği doğrultusunda bir rejim değişikliği için bu savaşa ihtiyaç duyduğunu,
    Tekrarlanan seçimlerde HDP’yi ölümler üzerinden baraj altında bırakmayı hedeflediğini sıkça tekrarladık.

    Bugün Türkiye kamuoyunda bu oyunun sanırım farkında olmayan yok, ama bu savaşın küçük bir grubun politik çıkarları için yürütüldüğünü düşünenler üzerinde de bunun pek bir önemi yok gözüküyor.

    Zira; bu savaşın Erdoğan ve adamlarının savaşı olduğunu ve ülkeyi bir felakete sürüklediğini düşünenler, görenler:

    Ya her eylemde alelacele kalemlerine sarılıp PKK’ya ateşkes çağrısı yapıyor;

    Ya da gerilla eylemleri ve asker-polis ölümleri karşısında HDP ve Kürtlere saldırıyor!

    Cizre’de günlerdir süren ablukaya, sivillere yönelik saldırılara, çocuk ölümlerine, keskin nişancılarla hareket eden herşeyin vurulmasına veya gözgöre göre başarısız olunacağı bilinen bir operasyona yüzlerce askerin çıkarılmasına ve ölüme gönderilmesine karşı operasyonların durdurulması ve Kürt illerindeki polis-asker ablukasının kaldırılmasına ilişkin ciddi bir ses yükselmiş değil.

    Bu savaşın Türkiye’de tekrarlanan seçimlerin sonucunu etkilemek, AKP’yi yeniden tek başına iktidar kılıp, anayasayı değiştirecek, dolayısıyla Erdoğan’ı “the President” kılacak bir çoğunluğun sağlanması için yapıldığını düşünenler elbette PKK’nın neden savaştığını anlamakta zorluk çekiyor!

    Ve PKK’nın şiddeti yükseltmesini; “Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmek” olarak görüyor!

    Analizi biraz daha ileri götüren soğuk kanlılar ise tarafların karşılıklı bir güç sınaması içinde olduğunu, kontrollü bir çatışma içinde müzakere masasına yeniden oturulurken; “yeni bir güçler dengesi” kurmayı amaçladıklarını söylüyor.

    Oysa Cizre’de günlerdir süren abluka, sivillerin katledilmesi ve Dağlıca ve Iğdır’da öldürülen polis-asker sayısı ve elbette 7-8 Eylül pogromu işin pek de kontrollü gitmediği, çığrından çıktığı, ülkenin bir iç savaşa sürüklendiği endişesini doğuruyor. Tam da 8 Eylül gecesi bu korkularla memleketin bütün liberalleri kaleme sarılıp acil ateşkes çağrıları yaptılar!

    Bu ateşkes çağrılarının ve “bırakın siviller konuşsun!” çağrılarının gayet yerinde olduğunu düşünüyorum, fakat bu çağrıların arkasındaki “mutlak şiddet karşıtlığı üzerinden kurulan liberal sözün” karşı karşıya olduğumuz durumun bir çok boyutunu örttüğünü ve bizzat savaşa karşı daha geniş bir kitleyi kendisini savaş karşıtı hareketin öznesi kılacak bir dilden yoksun bıraktığını düşünüyorum!!!

    Bu liberal söz bize; öncelikle şiddetin ancak şiddet doğuracağını, saldırı ve savunmanın içerdiği şiddet biçimleri arasında bir fark olmadığını, ezilenlerin şiddetinin ezenlerin şiddetiyle aynı sonuçlara götüreceğini, politik amaçlara araç kılınmış şiddetin ancak kendisini besleyeceğini söylüyor.

    PKK’nın Dağlıca ve Iğdır eylemlerinin bir meşru savunma zemininden çıktığını, tam da şiddetin şiddetle beslendiğini söyleyenlerin artması gibi. Şiddeti bağlamından kopararak tartıştığımızda, ezen ve ezilenlerin şiddeti ayrımını yapmadığımızda, Türkiye ve Kürdistan özelinde sömürgeci işgal politikaları ve buna karşı direniş bağlamı içinde okumadığımızda; elbette bu söylenenler de haklılık payı bulabiliriz! Bu liberal şiddet anlayışının Kürt hareketini şiddet karşıtlığı üzerinden terbiye etmeye vardığı üzerine de çokça yazılmıştı, tekrarlamaya gerek yok.

    (Foti Benlisoy, “Kürt Muhalafetini Ehlileştirme Aracı Olarak Şiddet Karşıtlığı”:
    http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/133118-kurt-muhalefetini-ehlilestirme-araci-olarak-siddet-karsitligi )

    Benim burada derdim ise bu liberal sözün bizi nasıl bir politik özne ile karşı karşıya bıraktığı ve kendimizi savaş karşıtı özneler olarak kurmamızı nasıl engellediği!

    Bu yaklaşım bize kısaca şunu söylüyor:

    Türkiye bir iç savaşa sürükleniyor. Bu savaştan kimse nihai bir sonuç elde edemez. Bu kanda hepimiz boğuluruz. Buraya kadar evet, haklılar tabii.

    Ama aynı zamanda şunu da söylüyor:

    Türkiye bu kanlı savaşa iki taraf tarafından karşılıklı şiddetin dozu yükseltilerek hızla ilerliyor. Bu her iki taraf da kendilerine ait bir takım “hesaplara”, hattâ bizim pek de akıl sır erdiremeyeceğimiz bir plâna ve rasyonaliteye sahipler. Erdoğan ve AKP bir takım iç ve dış politika hesaplarıyla bu savaşı derinleştirirken, PKK da kendi hesabını yapıyor ve saldırılarını derinleştiriyor. Her iki tarafın da kendine göre bir plânları var ve biz bu iki tarafın plânlarının dışında tutulanlar; bu hesaplara akıl sır erdiremediğimiz gibi arada canı yakılacak pasif bir kitleyiz! Cengiz Çandar’ın 8 Eylül gecesi kaleme aldığı yazı bu bakış açısına iyi bir örnek oluşturuyor!

    (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/turkiye_suriyeye_kafiye_olmak-1430686)

    Nuray Mert de bir yazısında; “Siz bir takım hesaplara sahipsiniz ve biz bilmeyeceğiz, öyle mi!” diye soruyordu!

    (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/360289/Cinayeti_gorduk__derhal_durdurun_.html)

    Örnekleri bol! Bir takım gizli siyasi emeller, güç pozisyonları üzerinden yürütülen bir savaş bu, buradaki söyleme göre!

    Her iki tarafı hesap kitap üzerinden eşitleyen, tüm bir Kürt halkının taleplerini yok sayan, öz-yönetim ilânlarını PKK’nın hesaplarına, PKK’yı de aslında bir siyasi programa sahip olmayan, sadece güç isteyen bir silahlı örgüte indiren bir anlayış bu! Bu savaş bu hâliyle kitleleri pasifize ettiğine göre; “savaşı durdurun!” diyenler de herhâlde bu plânları az çok sezen aydınlar olmalı!

    Peki gerçekten de durum bu mu? Bizim akıl sır erdiremediğimiz, sadece Türkiye’de iç siyaset üzerinden yürütülmekle kalmayan, Orta Doğu sahasında oynanan bir güç kapışması mı bütün bu yaşananlar? Böyle bir durumda biz sadece arada pasif izleyiciler olarak canı yanacak, kanı dökülecek kitleler miyiz? Bizim müdahil olmamız, sesimizi yükseltmemiz nereden kurulacak? Akan kanı durdurun demek, ateşkes çağrısı yapmak, barış, müzakere talebini yükseltmek bu aşamada ne kadar yeterli? “Liberal söz” bizi buraya hapsediyor, oysa artık hepimiz seziyor ve hattâ yaşıyoruz ki; bu noktada değiliz! Bugün Kürt illerinde ilân edilen “öz-yönetimlerin”; kendi geleceği için direnenlerin taleplerini görmeden, bir kurucu iradenin açığa çıktığını yok sayarak bir söz üretmek mümkün mü? “Liberal söz” tam da bugün bunu ihmal ediyor, üstünü örtüyor! Bu mesele Nazan Üstündağ’ın geçenlerde yazdığı bir yazıyla tartışmaya çoktan açıldı! Kürdistan’da bugün açığa çıkan kurucu irade ve inşa süreci üzerine Nazan’ın yazısına bakılabilir:

    “ÖZ-YÖNETİM” ve “ŞİDDET”:

    http://www.ortakhaber.com/savas-genclik-ve-ozyonetim.html#.VeVwClPNNvv.facebook

    “Neden bu ‘öz-yönetim’ ilânları! Neyi amaçlıyorsunuz! Katliam çağrısı yaptığınızın farkında değil misiniz!” demenin artık hiçbir anlamı yok!

    Mesele:
    Ne olup biteni sosyolojik açıdan anlamaya çalışmak;
    Ne de politik olarak bizim dışımızda sadece Kürt illerinde süre giden bir durumu politik olarak kavramamız!

    Eğer öyleyse:
    Arkada gizli saklı bir plân yok!

    “Bese Hozat”; son yazısında gayet net anlatmış:

    “Devletin başındakilerin bu inkârcı ve yok edici politikalarına karşı Kürt halkı da ‘Beni yok sayan bir devlet artık beni yönetemez. Ben kendimi yöneteceğim!’ diyerek iradesini tek taraflı ortaya koydu ve demokratik özerk yönetimlerini ilân etti!

    Saldırılara karşı da savunmasını geliştirdi!

    Kürdistan’daki bu yeni ve tarihi gelişmeleri Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesinden bağımsız ele almak çok yanlıştır!

    Demokratik Özerk Kürdistan; Demokratik Türkiye’dir!

    Kürdistan’daki bu tarihi adımları kesinlikle Demokratik Cumhuriyet inşasının yapı taşları olarak görmek gerekir!

    Türkiye’de mevcut ‘ulus-devlet sistemi’ çökmüştür! Yerel meclisler zorunlu bir ihtiyaçtır. Kürtlerin öz-yönetim mücadelesiyle inkârcı ulus-devlet sistemi bir ayrışma sürecine girmiştir. Artık gelinen aşamada Türk devleti Kürt halkının öz-yönetim iradesini tanımak ve saygı göstermek durumundadır. T.C. devleti; Kürt halkının bu iradesini tanır ve saygı gösterirse Kürt halkı da devleti tanır ve ona saygı gösterir. Bundan böyle tanıma ve saygı karşılıklı olacaktır. T.C. devleti Kürt halkının öz-yönetim iradesini tanıdığı oranda Kürt halkı da devleti bir o kadar tanıyacaktır.”

    http://ozgur-gundem.com/yazi/133945/tanima-karsilikli-olacaktir

    Bese Hozat’ın bu sözleri:

    Durumun artık devletin saldırısı karşısında PKK’nın cevap vermesi, kör bir şiddetin bu şekilde kar topu gibi büyümesine, duyarlı kişilerin ateşkes çağrılarına indirgenemeyeceğini açıkça ortaya koyuyor! Yaşanan politik bağlamı görmeyen, bu politik bağlamın içine kendini yerleştirmeden üretilecek her söz politik olarak dışsal kalmaya mahkum!

    Bu politik bağlamın ne olduğu ise artık çok açık değil mi?

    Bugün Türkiye’de bir rejim değişikliği tartışmasının ve çatışmasının içinde bulunuyoruz. 7 haziran seçimlerini de bunun gayet farkında olarak geçirmedik mi, “Seni başkan yaptırmayacağız” derken bu değil miydi kastımız!

    AKP ve Erdoğan’ın öngördüğü rejim değişikliğine karşı tavır almadık mı!

    Peki bunu sadece totaliter bir başkanlık seçimine karşı siyaseti “normalleştirecek” parlementer bir sistem içinde kalmak için mi yapmıştık!

    Sanırım burayı fazla tartışmadık! Bu nedenle kafalarında bocalama yaşayanlar halâ var!

    Sosyalistler arasında “sandık” ve “sokak” kulvarlarında yürütülen bir tartışma birçok şeyi gözden kaçırmadı mı!

    Fazla haksızlık da yapmayalım; elbette HDP ile birlikte örmeye çalıştığımız bugün Türkiye halkları arasında bir “birlikte yaşama projesi”dir; bunun siyasi biçimleri üzerine fazla söz üretmemiş olsak da!

    Bugün karşı karşıya kaldığımız egemen blokun; bir tür yeni ittifaklarla kendini tahkim ederken, bu rejim tartışmasının seçimler üzerinden yürütülmesine izin vermemesi değil mi!

    Bir “rejim değişikliği” elbette sandıkta değil; sokakta verilen mücadele ile mümkün!

    Kürt siyasi hareketinin burada bir model önerdiği, şimdi de bu modeli tam da böylesi bir kurucu süreçte hayata geçirmeye çalıştığı artık malumumuz. Bugün taraf olacağımız “şiddete” karşı barış ise tam da nasıl bir siyasi modelden yana olacağımız, bunun inşasına nasıl katılacağımız belirleyici değil mi!

    Totaliter bir başkanlık modeline karşı “öz-yönetim mekanizmaları”nın geliştirildiği bir modeli hem savunmalı hem de inşasına ortak olmalıyız!

    Bilemeyeceğimiz politikaların pasif izleyicisi değiliz, bizzat bir inşa sürecinin davetlileriyiz! Bunun yolu öncelikle karşı karşıya bırakıldığımız saldırılar karşısında direnmekten geçiyor elbette! Bugün Cizre’de yaşananları hepimizin meselesi kılmaktan geçiyor elbette!

    Devlet; “öz-yönetim ilânları”nı işgalle, katlederek, yakarak, yıkarak, gözaltılarla, belediye araçlarına el koyarak, belediye başkanlarını görevden alarak bastırmaya çalışırken yıkılan hepimizin hayatları!!!

    http://baslangicdergi.org/catismalar-dursun-demek-yeterli-mi-ozlem-barin/

  80. Gün Zileli

    akp kongresine gitmediniz mi? 🙂

  81. Gün Zileli

    bu yaşta bu zekâ 🙂

  82. Gün Zileli

    gelirim.

  83. Gün Zileli

    üzülmeyin.

  84. Gün Zileli

    pöh. Çöplük bir yazı. Foti Benlisoy’un düzeyinin çok altında. Siyasal uyanıklıktan ise eser yok.

  85. Gün Zileli

    bu da bir başka zırva. Akıl veren, her şeyi bilen solcu havaları.

  86. Anonim

    Gün Bey,

    Bizlere, yani yoldaşlarınıza, arkadaşlarınıza, size daima saygı gösterenlere böyle bir tavir sergilemeniz çok kırıcı!

    Foti Benlisoy, Ahmet Bekmen, Özlem Barın, Barış Yıldırım, Evren Barış Yavuz, Süleyman Altunoğlu, Eren Buğlalılar ve niceleri niceleri niceleri size ne kötülük etti!

    Niçin birden bire böyle bir tavır takınmaya başladınız; anlamış değiliz?

    Ne oldu!

    HDP’li yoldaşlarımızdan birileri kalbinizi mi kırdı?

    PKK, size kötü bir söz mü söyledi?

    Niçin değişmeye başladınız Gün Bey?

  87. Gün Zileli

    Ya beni gerçekten çok eğlendiriyorsunuz. Aktrollerin bu kadar komik olacağı hiç aklıma gelmezdi. hahahahahahahaha…..

  88. admin

    aktrol yayınlanmadı

  89. satirus

    bu başlangıç ekibi hdp içinde kariyer yapmak istiyor zannımca. bir iki milletvekilleri olsaydı fena mı olurdu şöyle akademisyen özyönetimi kontenjanından 🙂 bizleri salak yerine koymalarının bir getirisi olmalı hem.

  90. Anonim

    Gün Bey,
    ve 87 numaralı “satirus”,

    Ne milletvekilliği, ne ün, ne şöhret peşindeyiz!

    HDP’nin meclise oylarını arttırarak girmesini belki de sizden daha fazla istiyoruz! Fakat bunu yaparken; HDP’yi PKK’dan koparmanın ne büyük bir hata olduğunun da farkındayız!

    *
    “aktrol yayınlanmadı” AkTroll olmadığımızı ispatlamak için ne yapmamızı bekliyorsunuz?

    Siz gerçek AkTroll’ler kimdir, nasıl davranırlar; bilmiyorsunuz!

    33 ve 34’te yazdıklarımızı anlamamakta niçin ısrar ediyorsunuz?

    Foti Benlisoy, Ahmet Bekmen, Özlem Barın, Barış Yıldırım, Evren Barış Yavuz, Süleyman Altunoğlu, Eren Buğlalılar ve nicelerini neye dayanarak AkTroll itham ediyorsunuz?

    Hepimiz 1 Kasım’da HDP’nin meclise girmesi için, oylarını daha da arttırması için çabalıyoruz! Ama bunu yaparken HDP’yi PKK’dan koparmaya çalışmıyoruz!

    1 Kasım’da seçim sandıklarını; hepsi birer lağım faresi olan AkTroll’lerden korumak için canla-başla çalışıyoruz!

    Özlem Barın’ın bir “ajan” olup-olmadığını, zekâsının ileri mi-geri mi olduğunu hangi kriterlere göre belirliyorsunuz?

    Niçin HDP’yi PKK’dan koparmaya çalışıyorsunuz?

    Bütün bu sorulara detaylı bir cevap yazarsanız; sizi daha az meşgul edeceğiz!

    Eğer detaylı bir cevap yazmazsanız; sizi soru yağmuruna tutmaya devam edeceğiz!

  91. kadir

    anonim seni allaha havele ediyorum tarih boyunnca öldürülen ve ölen kürt halkının bugüne kadar hiç bir önderleri fakir kürt halkının ölmek ve öldürmek dünyanın felakati demedi böyle demedigi müddetcede tarih boyunca hep ölen cahil ve fakir insanlar olacaktır

  92. Gün Zileli

    aktrol son kez yayınlandı.

  93. Ahmet

    Anonim arkadaslar, Siz HDP yönetiminden HDP dostları olduğunuza dair noter tasdikli belgeler getirseniz dahi Gün sizin AKP li olduğunuzu yine iddia eder. Hani bu fikri aklına ben sokmuş gibi olmayayım ama , bu sefer de sizi trol değil ama PKK li ilan eder, ee PKK kim AKP nin işbirlikçisi, o zaman PKK lı olarak siz de AKP lisiniz. Sonuçta naparsanız yapın AKP lilikten kurtulamazsınız. Gün 10 sene Behice Boran’ın aslında faşist olduğunu başarıyla savunan birisidir. Kı o zamanlar henüz gençti.

    Ama bunu boşverin de siz niye salya sümük liberalleri aslında PKK ve HDP nin aynı köke ait bir agacın farklı dalları olduğunu ispatlamaya çalışıyorsunuz ki? Liberaller politik olarak HDP PKK ayrılığını kaşımaya kafaya koymuş durumdalar, bence bunun nedenleri üzerine kafa yormanız lazım. HDP ye destek belirten ne kadar liberal varsa birden PKK yı terörist ilan etmiş durumda, hatta geçmişte Kürt halkının özerkliğini savunanlara bile kemalist olarak saldıranlar birden sembolikte olsa bazı gençlerin ve belediyelerin özyönetim ilan etmesini terörizmle, AKP işbirlikçiliği ile bir tutmaya başladılar. Bence bunun nedenlerini düşünseniz iyi olur. Liberaller, sizin niye böyle davrandığını anlayamadığınız, düne kadar en çok kürtçü olan liberaller Kürt ulusal hareketinin bölünmesinin ideolojik temellerini yaratmaya çalışıyorlar. Ve bu durum devletin Sri Lanka çözümü için en uygun koşulları yaratıyor. Orada da hesapta Tamil halkının dostlaı liberaller ve OSLO daki Avrupalı görüşmeciler çok lanet bir rol oynamıştı. Tamil Kaplanları 40-80 bin arası öldürülerek yok edildi. Sonuç Tamil kaplanları artık yok ama onların arasından çıkan ve bölünmenin başını çeken birisi hükümette. Başarabilirler mi bilmem ama Kücükaydın’dan Çandar’a kadar ( Gün’e fazla yüklenmeyin, o ne yaptığını bilmiyor, sadece AKP nin gücü karşısında paniğe kapılmış durumda, o yüzden liberal koroya takılmış durumda) Baydar’dan Nuray Sert’e kadar tüm liberalerin zorladığı bir iyi kürt, kötü kürt bölünmesi. Bence asıl bunu sorgulayın.

    Tarih çok garip; içimde kalmasın söyleyeyim, Grup Yorum ki Türkiye’nin güzelliğidir, sırf Rojava devrim değil dedi diye Van dan kovulmuştu. Rojava daki direnişi selamlıyorlar onu destekliyorlardı ama onu devrim olarak görmüyorlardı. Türkiye de kürt halkının dostlarını sayın desen ilk sırada Grup Yorum gelir. O zaman adamlar linç edildiğinde Türkiye de kimse kürt milliyetçilerine ”ne yapıyorsunuz, aptalmısınız siz” dememişti. Sol liberalelr el üstünde tutuluyor hatta vekil listeleri onlarla dolduruluyordu. Umarım kürt ulusalcıları artık dostunu düşmanını daha iyi ayırır

  94. Anonim

    Sayın 58 no’lu yorumun sahibi arkadaşım. Gün Zileli gayet net bir cevap vermiş ama ben biraz daha açık ifade edeyim kendi düşüncelerimi.
    Öncelikle “siz” kimsiniz? Yani bu yazıları bütün başlangıç adına mu yazıyorsun (soru yağmuruna tutacakmışsınız ya) yoksa kendi adına mı?
    Özlem Barın’ın yazısını ve yazısında adı geçen yazıları okudum ve afalladım. Düzeyden anlaşıldığı üzere siyasi yazılar yazmaya başlayan genç bir arkadaş. Ama yine de bu ne Başlangıcı ne de kendisini eleştiriden muaf kılmaz. Bu kadar ucuz biçimde pkk’nin her şiddeti ve eylemi kategorik olarak savunulamaz çünkü. Neymiş efendim özyönetimler dalga dalga geliyormuş. Devlet tanıdı Cizre’de özyönetimi işte. Elektriğini, suyunu kesiyorum buyur yönet bakalım dedi. Yığdı keskin nişancıları görelim özsavunmanı dedi. Yaşlı, çocuk demeden öldürdü sonra. Önemli değil tabi bu ölümler, ne de olsa özyönetimler dalga dalga geliyor. Cihangir’den Özlem Barınlar Nazan Üstündağlar da bize parmak sallıyor özyönetimleri anlayın diye. Tane tane anlatsalar da anlasak. Ortada ucuz bir kralcılıktan başka birşey yok. Bakın devlet çok katil diye akıl öğretiyorlar Cizre’de katliam olunca, yapma ya hiç farkında değildik. Gençler artık eline silah almasın, PKK koşulsuz silah bıraksın diyen Selahattin Demirtaş hakkında ne düşünüyor bu Başlangıç ekibi merak ediyoruz? Bence kısa zamanda bir deklerasyonla Kürt hareketinden atsınlar onu.
    Ez cümle demek istediğim kardeşim, birilerinin silahlı külahlı işlerinde oturduğun yerden rahat pozisyon almamak gerekiyor. PKK’nin HDP’yle ilişkisi beni ilgilendirmiyor. Onu sorgulayan farkındaysan ve HDP eşittir PKK diyen devlet. Peki sen “HDP’yi PKK’dan kopartmıyoruz ama biz” trollüğünü niye yapıyorsun! Başlangıca bakarım arada böyle saçma bir tartışma yok. Bir de isimleri açık açık yazıyorsun, kastın ne bu insanlara! Sen aktrolün daniskasısın!

  95. satirus

    58 no’lu yoruma karşılık veren yorumu ben yazdım. İsim belirtmeyi unutmuşum

  96. Gün Zileli

    1. Behice Boran’a 10 yıl boyunca faşist dediğimi gösteren tek bir satır koy ortaya, sana yalancı demeyeceğim.
    2. Ne zamandan beri aktrollerle iş tutmaya başladın? Bunların aktrol olduğunu görecek kadar zekân var, biliyorum ama bunu neden yapıyorsun şimdi?
    3. Liberal dediklerin ilk kez doğru bir tutum almışken mi aklına geldi onlarla mücadele etmek?
    4. Ve aşağıda bir arkadaşın belirttiği gibi, bugün akp’nin pkk ile hdp’yi aynı şey gibi gösöterme çabasının gerçekten farktında değil misin?

  97. Anonim

    AKP’ye ne kadar karşıysak muhalefetteki faşistlere de o kadar – hatta daha çok karşı olmalıyız. Bugünkü Sözcü paçavrasının Tokmak köşesine bakın anlarsınız.

  98. ogürsel

    HDP’yi PKK’lılaştırma siyaseti AKP propagandasıdır. HDP’yi doğuran ve geliştiren PKK siyaseti değil, Kürt halkının yeni arayışıdır. A.Öcalan inisiyatifi ile kurulmuş olması gerçeği değiştirmez; halk tabanında karşılığını bulan bir siyaset artık kişilerden bağımsızlaşır.
    PKK öyle ya da böyle bir savaş ve terör mekanizmasıdır. Sonuçta “işe” yaramıştır! Ama şimdi Kürt Özgürlükçü siyasetine engel olmaya başlamıştır. Hayalini bile kuramayacağı oy alan HDP’nin altını oymasının daha iyi açıklaması olamaz.
    Yararlı olan bir “düşünce-eylem tarzı” ilanihaye değildir; neredeyse her zaman günü gelir, “zararlı” olmaya başlar; evrilmek, değişmek, kendi içinden yeni dünyaya-koşullara karşı daha etkin yeni bir “varlık” çıkartmak zorundadır. HDP Kürt siyaseti için bu yeni varlıktır! Mükemmel değildir ama kendini geliştirebilir. Yapamazsa da ölür ama şimdi PKK siyaseti sanki bu işi bir suikast gibi yapmaya kalkışıyor. Korkunç yanlış bir politika olduğunu düşünüyorum; önünde sonunda Kürt halkına ağır bedeller ödetebilir, RTEnin sanki PKK’yı da kullanarak kurguladığı bu “proje savaş!”
    RTE’yi bir taktisyen olarak küçümsyen, hezimete uğrar!

  99. Gün Zileli

    elbette.

  100. İSMAİL BEŞİKÇİ'Yİ HATIRLAYAN VAR MI?

    Gün Bey’e,
    57 ve 61 numaralı “satirus”a
    59 numaralı “kadir”e,
    Ve 64 numaralı “ogürsel”e,

    1960’ların ikinci yarısında “D.D.K.O. & Devrimci Doğu Kültür Ocakları” ile başlayıp,
    1977 sonu 1978 başında Abdullah Öcalan’ın liderliğinde kitleselleşip,
    Yüzyıllardır ezilen Kürt azınlığın insanca bir hayat yaşaması ve aynı zamanda T.C.’nin demokratikleşmesi için mücadele eden PKK’yı;
    Nasıl bir çırpıda çöp kutusuna gönderebiliyorsunuz!

    Bu ne aymazlık!
    Bu ne inayetsizlik!

    Utanmadan bir de bizlere; hepsi birer lağım faresi olan AkTroll kulpunu takmaya yeltenebiliyorsunuz!

    33 ve 34’te yazdıklarımızı anlamamakta niçin ısrar ediyorsunuz!

    Foti Benlisoy, Ahmet Bekmen, Özlem Barın, Barış Yıldırım, Evren Barış Yavuz, Süleyman Altunoğlu, Eren Buğlalılar ve nicelerini neye dayanarak AkTroll itham ediyorsunuz!

    “Biz kim miyiz?”: Cevabı 39 numarada yazdık. Anlamamakta niçin ısrar ediyorsunuz sayın “satirus”!

    Biz:
    Gün Zileli’yiz!

    Biz:
    HDP’ye ve PKK’ya sadece klavye başından değil; gönülden, sahaların ortasından, şehirlerden, parti binalarından, kırsaldan, dağdan, ovadan, kâh Cihangir’den, kâh Lice’den, kâh Çorlu’dan, kâh Cizre’den bağlıyız!

    HDP’yi PKK’dan, PKK’yı da HDP’den hiçbir zaman ayırmayız!

    Ne milletvekilliği, ne ün, ne şöhret peşindeyiz!

    1 Kasım’da HDP’nin meclise oylarını arttırarak girmesini belki de sizden daha fazla istiyoruz! Fakat bunu yaparken; HDP’yi PKK’dan koparmanın ne büyük bir hata olduğunun da farkındayız!

    “Özlem Barın’ın yazısını ve yazısında adı geçen yazıları okudum ve afalladım. Düzeyden anlaşıldığı üzere siyasi yazılar yazmaya başlayan genç bir arkadaş. Ama yine de bu ne Başlangıcı ne de kendisini eleştiriden muaf kılmaz. Bu kadar ucuz biçimde pkk’nin her şiddeti ve eylemi kategorik olarak savunulamaz çünkü. Neymiş efendim özyönetimler dalga dalga geliyormuş. Devlet tanıdı Cizre’de özyönetimi işte. Elektriğini, suyunu kesiyorum buyur yönet bakalım dedi. Yığdı keskin nişancıları görelim özsavunmanı dedi. Yaşlı, çocuk demeden öldürdü sonra. Önemli değil tabi bu ölümler, ne de olsa özyönetimler dalga dalga geliyor. Cihangir’den Özlem Barınlar Nazan Üstündağlar da bize parmak sallıyor özyönetimleri anlayın diye. Tane tane anlatsalar da anlasak. Ortada ucuz bir kralcılıktan başka birşey yok. Bakın devlet çok katil diye akıl öğretiyorlar Cizre’de katliam olunca, yapma ya hiç farkında değildik. Gençler artık eline silah almasın, PKK koşulsuz silah bıraksın diyen Selahattin Demirtaş hakkında ne düşünüyor bu Başlangıç ekibi merak ediyoruz? Bence kısa zamanda bir deklerasyonla Kürt hareketinden atsınlar onu.” Siz bir reel politik teorisyeni misiniz sayın “satirus”! Özlem Barın’ın veya bir başkasının seviyesinin ne olduğunu ölçebilecek meziyete sahip olduğunuzu size kim bahşetti! Niçin; bütün dünyaya sadece kendi durduğunuz yerden bakıyorsunuz! Niçin açınızı genişletmeye çabalamıyorsunuz!

    Sayın “satirus”; size bir tavsiyemiz var. 61 numarada “PKK’nin HDP’yle ilişkisi beni ilgilendirmiyor.” cümlesini yazan sizsiniz! Bunu yazdığınıza göre; sizle daha fazla zaman kaybedemeyiz! Lütfen biraz tarih kitapları okuyunuz! Fakat; talim terbiye kurulunun onayından geçen, Kemalist zırvalamaları tarih kitaplarını değil! Halkların tarih kitaplarını okuyunuz!

    *
    Kınalıada’daki o şirin bahçenizde ikram ettiğiniz o tavşan kanı çaylarınız eşliğinde yaptığımız sohbetlerde sizin tecrübelerinizden çıkardığımız dersleri,
    Bizleri,
    Yoldaşlarınızı;
    Hafızanızın alamayacağı kadar çok kahrediyorsunuz Gün Bey!

    Yıllardır PKK’yı; ezilen sınıflar için mücadele eden bir özgürlük hareketi olarak desteklediğinizi her platformada dile getirmiş olan siz Gün Bey;
    Ne oldu da bugün birden bire PKK’ya sırt çevirmeye başladınız!

    PKK’nın;
    Recep Tayyip Erdoğan celladını ve AKP makinesini iktidara taşımak için bütün bu olayları sürdürdüğüne,
    Erdoğan celladı ve AKP makinesi ile 1 Kasım seçimleri uğruna bir ittifak kurduğuna;
    Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz!

    53 yılınızı,
    Ve “sezgilerinizi” gerekçe gösteriyorsunuz ama;
    Yanılıyor olabileceğiniz hiç mi aklınıza gelmiyor!

    Bu kadar mı “akıl dışı” alanlara savruldunuz Gün Bey!

    Çoğu şeyi unuttuysanız bile;
    “İsmail Beşikçi” ismi hiç mi aklınıza gelmez Gün Bey!

    Eğer halâ;
    Hepsi birer lağım faresi olan AkTroll olduğumuzu düşünüyorsanız,
    Eğer halâ;
    Birer kripto-Fethullahçı olduğumuzu düşünüyorsanız,
    Eğer halâ;
    Kemalist otokrat olduğumuzu düşünüyorsanız,
    Eğer halâ;
    Liberallerin 1001 maskesinden biri olduğumuzu düşünüyorsanız,
    Eğer halâ…
    Eğer halâ…
    Eğer halâ…
    Beyninize acıyoruz!

    “Kürt Siyasi Hareketi” içinde;
    Bugün:
    PKK’nın yeri nedir?
    HDP’nin yeri nedir?
    Abdullah Öcalan’ın yeri nedir?
    Selahhatin Demirtaş’ın yeri nedir?
    Bütün bu soruların cevaplarını, hiçbir manipülasyona mahâl vermeyecek şekilde öğrenmeye niyetiniz varsa;
    Buyrun:

    1. “İsmail Beşikçi” kimdir?
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=kat&KatId1=3

    2. “Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-ekonomik ve Etnik Temeller”
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dogu-anadolunun-duzeni-amp-sosyoekonomik-ve-etnik-temeller/339202.html

    3. “Rejimin Niteliği ve Kürtler”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=108

    4. “Devlet ve Kürtler”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=107

    5. “Orgeneral Mustafa Muğlalı olayı ’33 Kurşun'”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=90

    6. “Kürtlerin Mecburi İskânı”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=86

    7.
    “Bilim-Resmi İdeoloji,
    Devlet-Demokrasi,
    Ve Kürt Sorunu”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=105

    8. “Devletlerarası Sömürge: Kürdistan”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=101

    9. “Bilim Yöntemi”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=85

    10. “Kürt Aydını Üzerine Düşünceler”
    http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=duyuru&id=103

    Bir kez daha hatırlatıyoruz:

    1 KASIM SEÇİMLERİNDE HDP’NİN MECLİSE DAHA FAZLA OY ALARAK GİRMESİNİ BELKİ DE SİZDEN ÇOK İSTİYORUZ!

    İSTEMEKLE KALMIYORUZ, SADECE KLAVYE BAŞINDA DEĞİL; “HER SAHADA” ÇABALIYORUZ!

    BU FAALİYETLERİMİZİ YÜRÜTÜRKEN, HER TÜR SEÇMENLE KONUŞUP ONLARI HDP’YE OY VERMELERİ İÇİN İKNA ETMEYE ÇABALARKEN; PKK’NIN GEÇMİŞİNİ DAİMA ANLATIYORUZ! PKK’NIN HDP’DEN, HDP’NİN PKK’DAN AYRILAMAYACAĞINI, ETLE-TIRNAK OLDUĞUNU GURURLA İFADE EDİYORUZ!

    RECEP TAYYİP ERDOĞAN CELLADININ VE AKP MAKİNESİNİN BÜTÜN KARA PROPAGANDASINA RAĞMEN;
    PKK’NIN GERÇEKTE KİM OLDUĞUNU,
    PKK’NIN NE UĞURDA MÜCADELE ETTİĞİNİ BİZLERDEN, YANİ “İSMAİL BEŞİKÇİ’NİN ÖĞRENCİLERİNDEN” ÖĞRENİYORLAR!
    IŞİD SEMPATİZANI İSLAMCI SÜRÜSÜ AKP MAKİNESİNDEN VE LAĞIM FARELERİ AKTROLL’LERDEN DEĞİL!

    Umarız “sezgilerinizin” bu kez yanlış sonuçlar çıkardığını en yakın zamanda öğrenirsiniz Gün Bey!

  101. satirus

    Bu anonim aktrollere malzeme olan solcuları birisi uyarsın. Belli ki üç-bek kişilik hayalci cici çocuktan müteşekkil ultrasolcu siteleri bile yakın takip altında.

  102. Ahmet

    Gun sen TIP in yillarca sosyal fasist bir parti oldugunu savunmadin mi? Bu arada Behice BoranIn o yillarda TIP in genel baskani oldugunu belirteyim. Hatta size gore SSCB yukselen emperyalist oldugu icin daha tehlikeli idi o yuzden dosyal fasistler size gore daha tehlikeli idi simdi tum bunlari inkar mi ediyorsun

  103. Gün Zileli

    1 derste aktrol neler yazabilir, ne taktikler kullanır.

  104. Gün Zileli

    Kesin öyle.

  105. Gün Zileli

    Açığa çıkınca bilgisayar değiştirdiler. Takım halinde çalıştıkları kesin.

  106. Anonim

    Gün Bey’e,
    Ve 66 numaralı “satirus”a,

    Acaba 65 numarada yazdıklarımızı dikkatle okudunuz mu; okusanız bile anladığınızı hiç sanmıyoruz!

    Bizleri kahrediyorsunuz;
    Özellikle siz Gün Bey!

  107. Gün Zileli

    Ah be Ahmet, sen adam olmayacaksın. “Sosyal faşist” o zamanki literatürde Maocuların Sovyet taraftarları için kullandıkları tamamen yanlış bir deyimdi. “Sosyal faşisti”, o zaman Maocu olduğum için ben de kullandım elbette ya da bunu kullanan bir harekete mensuptum. Bunu böyle söylemek başka bir şey, “sen Behice Boran’a 10 yıl boyunca faşist dedin” demek başka bir şey. Bu tarihi yakından bilmeyen, bilmemesi doğal olan genç insanların kafasını bulandırmaya utanmıyor musun? Ama siz Stalinistlerde utanmak ne gezer. Yıllar boyu insanları söylemedikleri, yapmadıkları şeylerden suçlayarak idam mangalarının önüne yollamak sizlerin fıtratında var.

  108. Gün Zileli

    ya pazar günleri de mi mesaidesiniz siz!

  109. Anonim

    Gün Bey,

    Sizin için çok üzülüyoruz çok!

    Gün gelecek kafanızı duvarlara vuracaksınız ama ne fayda!

    “Keşke o sözleri etmeseymişim! Keşke sezgilerimin yanlış sonuçlar çıkarabileceğini de görseymişim!” diye ağlamaktan gözleriniz kan çanağına dönecek ama ne fayda!

  110. Gün Zileli

    vurmam.

  111. Gün Zileli

    dönmez.

  112. satirus

    yok yok anladım ben sizi dert etmeyin. Yalnız tavsiyem biraz daha okuyup havuza terfi etmeyi de düşünün. Hem parası çok pazar mesaisi yok. Milletvekilliğine kadar yolunuz açılır valla. Buralarda şebeklik yaparak ömür mü geçer.

  113. Anonim

    Gün Bey,

    Cevapları bulmaya çabalıyoruz:

    Sezgilerinize niçin bu kadar çok güveniyorsunuz?

    Yanılıyor olabileceğiniz ihtimâlini niçin kabullenemiyorsunuz?

  114. Gün Zileli

    🙂

  115. Gün Zileli

    kabullenemiyorum.

  116. Anonim

    Gün Bey’e,
    Ve 70 numaralı “satirus”a,

    Gün Bey hakaret etmeyi düşünürse; kılı kırk yararak üslubunca yazar!

    Ama sayın “satirus”; sizde bu erdem yok! Ne yazık ki 65 numarada yazdıklarımızı anlamamışsınız! Size sağlıklı günler dileriz…

    *
    Gün Bey,

    “kabullenemiyorum.” yanıtını vermişsiniz.

    Yanlış anlamayınız;
    Size karşı kıran kırana mücadele içinde değiliz! Sadece yaptığınız hatayı size işaret etmeye çabalıyoruz o kadar!

    “Yanılıyor olabileceğiniz ihtimâlini” kabul ederseniz; bizim başımız da, sizin başınız da göklere ermeyecek!

    Herkes hata yapabilir. Bu “ihtimâli” kabul etmemekte diretmenizin nedeni ne?

  117. Gün Zileli

    bu kadar çok yazdıklarına göre parça başı ücret alıyorlar.

  118. Gün Zileli

    Satirüs site havuz medyayı önermiş. Bence doğru bir öneri bu. Havuz medyanın patronu Ethem Sancak’ı eskilerden tanırım. İsterseniz sizin için torpil yaptırabilirim.

  119. ogürsel

    Kendi adıma 20 yaşımdan beri Kürt Halkının isyanını destekledim ama PKK yöntemlerini her zaman eleştirdim. Bu yöntemlerle zaman, zaman “başarılı” görünmüş olsa da uzun vadede “komplikasyonlar” kaçınılmazdır ve belki de bu son savaş tuzağına balıklama dalışındaki “irade” ya da iradesizlik bunu gösterir. PKK sürdürdüğü şiddet yöntemleri ile yüzleşmek zorundadır. Yoksa kendi halkına çok zarar verecek.
    Yüzde 13 oy alan HDP’yi “itibarsızlaştırmada” AKP ile aynı tarafta sanki! Bu hal bile HDP-PKK aynı tezini çürütür.
    Bir an için HDP’yi PKK’nın “devamı” olarak görsek bile, “isyan siyasetini”, şiddete dayanmayan yöntemlere evrilme çabası olarak saygı ile karşılamak gerekirken, bilinen HDP’yi PKK ile aynılaştırmak en azından bir cahilliktir. “Ben onun babasını tanırım.” Beyni kurumuş, yeni bir şey öğrenmeye kapalı insanların kurduğu cümle bu.. PKK-HDP aynı… Hadi oradan..

  120. Anonim

    Gün Bey,

    Ethem Sancak isimli şahıs; birer lağım faresi olan AkTroll’lere maaş ödüyor! Siz bizi halâ bu iğrenç lağım fareleriyle karıştırıyorsunuz! İşte bu nedenle size şizofrenik, paranoyak bir durumunuz olabilir diye ikazda bulunmuştuk!

    33, 34, 39 ve 65 numarada yazdıklarımızı anlamamakta niçin inat ediyorsunuz!

    Recep Tayyip Erdoğan celladının ve AKP makinesinin kuyruğundaki bir bakteri olan Ethem Sancak ismini buraya yazdığınız için; klavyenizin tuşlarına basan parmaklarınız ağlıyor, haberiniz yok!

    Parmaklarınız ağlıyor: “Sahibimiz Gün Zileli; niçin E-t-h-e-m S-a-n-c-a-k yazarak bize işkence yapıyor!”

    Klavyenin tuşlarına basan parmaklarınız da size karşı “öz-yönetim” ilân ederse; siz de misilleme olarak “sıkı-yönetim” mi ilân edeceksiniz Gün Bey!

    Ethem Sancak, Kurtuluş Tayiz, İbrahim Karagül, Melih Altınok, Ceren Kenar, Emre Aköz, Yiğit Bulut, Abdurrahman Dilipak, Ali Saydam, Salih Tuna, Mehmet Barlas, Yusuf Kaplan, Yasin Aktay, Atilla Yayla, Ali Bayramoğlu, Cem Küçük, Abdülkadir Selvi, Engin Ardıç, Mahmut Övür, Nagehan Alçı, Rasim Ozan Kütahyalı, Hilal Kaplan, Mustafa Karaalioğlu, Nihal Bengisu Karaca, Burcu Çetinkaya, Canan Eraslan, Yıldıray Oğur, Ahmet Kekeç, Ahmet Taşgetiren, Taha Özhan, Orhan Miroğlu, Halime Kökçe, Mehmet Metiner, Nasuhi Güngör, Hüseyin Gülerce, Alev Alatlı, Muhsin Kızılkaya, Markar Esayan, ve diğerleri; Recep Tayyip Erdoğan celladının ve AKP makinesinin kuyruğundaki bakterilerdir! Bu isimleri duyunca midemiz bulanıyor, kusuyoruz!

    Ekrem Dumanlı, A. Turan Kalkan, Abdullah Aymaz, M. Nedim Hazar, Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Kerim Balcı, Lale Kemal, Mustafa Armağan, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, ve diğerleri; yukarıdaki bakterilerin laciverdi! Al birini, vur ötekine! Fark yok!

    İslamcı camianın bakterilerinden en şöhretlilerini yukarıda yazarak yine kustuk!

    Kemalist camianın bakterileri, Liberal camianın bakterileri ve diğerlerini de yazarak midenizi daha fazla bulandırmayalım isterseniz Gün Bey!

    *
    Sorumuzu tekrarlıyoruz:

    “kabullenemiyorum.” yanıtını vermişsiniz.

    Yanlış anlamayınız;
    Size karşı kıran kırana mücadele içinde değiliz! Sadece yaptığınız hatayı size işaret etmeye çabalıyoruz o kadar!

    “Yanılıyor olabileceğiniz ihtimâlini” kabul ederseniz; bizim başımız da, sizin başınız da göklere ermeyecek!

    Herkes hata yapabilir. Bu “ihtimâli” kabul etmemekte diretmenizin nedeni ne?

  121. Gün Zileli

    bugünlük bu kadar güldürü yeter bence.

  122. Anonim

    Gün Bey’e,
    Sayın (73) “ogürsel”e,

    “HDP ile PKK’yı birbirinden koparmayalım!” diye niçin ikazda bulunuyoruz; 65 numaralı yazımızı okumadınız mı!

    İsmail Beşikçi’den hiç mi haberiniz yok!

    PKK’yı pasifize edin bakalım; meclise HDP’yi sokuyorlar mı, sokmuyorlar mı!

    PKK pasifize edildiği anda HDP’yi darmadağın ederler!

    Kim eder? Recep Tayyip Erdoğan celladı en başta olmak üzere, ellerini ovuşturarak bekleyen Kemalist otokratlar ve faşist kan emici MHP!

    Bir kez daha bakın bakalım sayın “ogürsel”; PKK’nın Kürt Siyasi Hareketi içindeki konumu nedir:

    1. http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/133118-kurt-muhalefetini-ehlilestirme-araci-olarak-siddet-karsitligi

    2. http://fraksiyon.org/alevilerin-neden-bir-pkksi-olmaliydi/

    3. http://baslangicdergi.org/catismalar-dursun-demek-yeterli-mi-ozlem-barin/

    “HDP’yi PKK ile aynılaştırmak en azından bir cahilliktir. ‘Ben onun babasını tanırım.’ Beyni kurumuş, yeni bir şey öğrenmeye kapalı insanların kurduğu cümle bu.. PKK-HDP aynı… Hadi oradan..” Gün Bey’in neredeyse birebir kopyasısınız!

    65 numaralı yazımızı bir kez daha okumanızı öneriyoruz!

    *
    Gün Bey,

    Sorumuzu tekrarlıyoruz:

    “kabullenemiyorum.” yanıtını vermişsiniz.

    Yanlış anlamayınız;
    Size karşı kıran kırana mücadele içinde değiliz! Sadece yaptığınız hatayı size işaret etmeye çabalıyoruz o kadar!

    “Yanılıyor olabileceğiniz ihtimâlini” kabul ederseniz; bizim başımız da, sizin başınız da göklere ermeyecek!

    Herkes hata yapabilir. Bu “ihtimâli” kabul etmemekte diretmenizin nedeni ne?

  123. Gün Zileli

    paydos zili çaldı siz hâlâ buralardasınız.

  124. ogürsel

    Şivan Perwer..
    …- Erdoğan’ın çözüm sürecinde size uzattığı eli tuttunuz. Pişman mısınız? Kandırıldığınızı düşünüyor musunuz?

    … Toplumlar, liderlere kurban ediliyor. Ben de 40 yıllık özgürlük mücadelemi çözüm sürecine kurban ettim. Bunun bile az da olsa değerini bilemediler. Çözüm sürecine güvenim kalmadı. Çözüm sürecini ortaya koyan Erdoğan ve Öcalan’dı; en büyük darbeyi de maalesef Erdoğan ve Öcalan’ın PKK’si, Kandil vurdu.
    …- Erdoğan ne yapmalı sizce?

    * Reforma sahip çıkan bir Erdoğan istiyorum. İktidarda dine saplanmış, kadınların başını bağlayan, bir sözü diğerini tutmayan bir Erdoğan istemiyorum. Savaş kararı veren bir Erdoğan hiç istemiyorum.
    … Bu ölümlerin sorumlusu,
    Türkiye’deki iktidar ve onun çözümsüzlük sürecine katkı sunan Kandil’in politikalarıdır.
    Bu son yaşananlar sadece suçsuz insanların kurban edildiği, kanlı bir iktidar ve güç savaşıdır.

  125. Anonim

    Gün Bey,

    Size yavaş yavaş acımaya başlayabiliriz!

    Sizin için çok üzülüyoruz!

    Dostlarınıza, yoldaşlarınıza böyle bir tavır takınmanız ne acı!

    Kahrediyorsunuz bizi!

  126. Gün Zileli

    kahrolmayın!

  127. Anonim

    Sayın (76) “ogürsel”,

    Örneklem üzerinden izah edelim:

    Fulgencio Batista Zaldívar’ın ölüm makinesi ordusunun katliamlarına karşı
    “26 Haziran hareketi” & Fidel Castro & Che Guevara’nın direniş mücadelesi;

    “1948 İsrail-Arap savaşı” ve “İsrail Savunma Kuvvetleri”nin katliamlarına karşı
    Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin direniş mücadelesi;

    T.C.’nin T.S.K.’sının, Polis’inin, M.İ.T.’inin katliamlarına karşı
    Kürtlerin PKK’sının direniş mücadelesi;

    örneklerini anlamamaktaki ısrarınızın nedeni ne!

    “Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda eğer ‘ben tarafsızım’ diyorsan; adaletsizlik yapanın tarafındasın demektir. Eğer bir fil bir farenin kuyruğuna basıyorsa, bu fare senin nasıl hâlâ tarafsız kalabildiğine anlam veremeyecektir!”

    “If you are neutral in situations of injustice, you have chosen the side of the oppressor. If an elephant has its foot on the tail of a mouse and you say that you are neutral, the mouse will not appreciate your neutrality!”

    (Desmond Tutu)

    Size boşuna mı şu adresleri dikkatle okumanız için tavsiyede bulunduk sayın “ogürsel”:

    1. http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/133118-kurt-muhalefetini-ehlilestirme-araci-olarak-siddet-karsitligi

    2. http://fraksiyon.org/alevilerin-neden-bir-pkksi-olmaliydi/

    3. http://baslangicdergi.org/catismalar-dursun-demek-yeterli-mi-ozlem-barin/

    Tıpkı şimdi Gün Bey’i ikaz ettiğimiz gibi;
    Yıllar önce Şivan Perwer’i de ikaz etmediğimizi mi zannediyorsunuz!

    Perwer’e defalarca:
    “Recep Tayyip Erdoğan celladı ve AKP makinesi senle bir oyuncak gibi oynar ve kenara fırlatır! Pişman olduğunda seni biz bile kurtaramayız!”
    diye diye dilimizde tüy bitti ama anlatamadık!

    Şimdi de pişman olduğunu itiraf ediyor!

    Bari aynı hatayı Gün Bey etmesin,
    Bari aynı hatayı sayın “ogürsel” etmesin diye çabalıyoruz ama bize hönkürüyorsunuz!

    Kahroluyoruz!

    Kalbimizi yaralıyorsunuz!

  128. satirus

    Ulan arkadaş trollük yapıyosanız hakkını verin bari. Anca komiklik, gırgır, şamata. Sayenizde baya eğlendik bugün bak. Böyle giderseniz söyleyim işinizden olursunuz hafazanallah. Hadi zeki, bilgili olmanızı beklemiyorum da bari konuları çeşitlendirin, ne bileyim her biriniz ayrı saçmalayın, başka metotlarla hdp’nin pkk olduğunu kanıtlamaya çalışın, Gün Zileli’ye daha incelikli sırnaşın falan. Komik olmadan da sinir bozulabilir ama siz de yok anam o kabiliyet. Çekilin, sıfır!

  129. Anonim

    Bakın Baylar,
    Internet ortamında ‘trollük’ yapanların 2 temel stratejisi vardır: 1) Eksen kaydırmak. 2) Konuları kişiselleştirmek.

    Böyle hareket ettiğiniz çok açık; samimi ve katılımcı-katkıcı şekil takılmıyorsunuz. Alışkın olduğunuz tarz ile forum, haber grupları, sözlük vb. ortamlarda tatava yapmaya devam edebilirsiniz.

    Ancak bu platformu muaf tutun.
    Katılımcıların ve tabii Gün Bey’in sosyal nezaketlerini suistimal etmeyin.

  130. Anonim

    Hamaset denizinde semboller aşınır, kavramların içi boşalırken
    M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

    Hamaset, toplumumuzun entelektüel tartışması ve siyaset yapımında yaygın biçimde kullanılan bir araçtır. Kullanımı modern siyaset ve partilerin ortaya çıkışı ile ivme kazanan “hamaset”ten “sağ” ve “sol” siyasal eğilimleri çatısı altında barındıran Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından yaygın biçimde yararlanılmıştır. “Hamaset” daha sonra “sağ” ve “sol” etiketler altında farklı gelişim çizgileri izlemiştir.
    Dolayısıyla son dönemlerde yeni bir yoğunluk kazandığı gözlemlenen “hamaset,” genellikle varsayıldığı gibi sadece “tarih,” “din,” “Osmanlı,” “fetih,” “evliya ve sultan menâkıbı,” “tarihin derinliklerinden gelen kutsal dava,” “milletin emanetini sahiplenme” benzeri kavram ve yaklaşımlar üzerinden yapılan muhafazakâr ve siyasal olarak da “sağ” bir söylem olmaktan uzaktır.
    Türkiye’de muhafazakâr siyaset ve entelektüel hareketlerin hamaset vurgusu fazlasıyla güçlü söylemler ürettiği olgusu tartışma götürmez. Buna karşılık kendilerini “sol”da konuşlandıran entelektüeller ve bu iddia ile ortaya çıkan siyaset de “mücadele tarihi,” “aydınlanma,” “Cumhuriyet,” “kurtuluş,” “lider kültü,” “seküler biçimde kutsanan dava,” ve “halkı koruma onu ileriye götürme” gibi kavram ve yaklaşımlar yardımıyla “hamaset”i yoğun biçimde kullanmaktadır.

    Mega söylemler
    Hamasetin entelektüel tartışma siyaset yapımında bu denli yoğun kullanımının değişik nedenleri vardır. Bunlardan birincisi pek çok yapısal sorunumuzun tetikleyicisi olan siyaset kavramsallaştırmasıdır. “Siyaset”in toplumsal talepleri karşılama biçiminde değil “tarihî davalar”ı gerçekleştirme amacı olarak kavramsallaştırılması, “mega söylem”leri zorunlu kılmakta, onlar ise en etkili biçimde yoğun hamaset kullanımı ile dile getirilebilmektedir.
    “Siyaset”i tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan ve ebediyete kadar sürdürülecek büyük “davalar”ın ya da “Türk Aydınlanması” benzeri yüksek dönüşüm projelerinin aracı haline getiren söylemler doğal olarak “tarih,” “din,” “bilim,” “aydınlanma,” benzeri kavramların hamasî biçimde kullanılmasını gerekli kılmaktadır.

    İdeokrasi ve logokrasi
    Hamasetin temel siyaset söylemi haline gelmesinin Osmanlı “din ü devlet” yaklaşımı ve siyaset kavramsallaşmasına götürülmesi mümkün kökleri vardır. Zikrettiğimiz gibi toplumda modern siyasetin başlaması sonrasında İttihad ve Terakki Cemiyeti “hamaset”i mega söylemini dile getirme ve iletmenin temel aracı olarak kullanmıştır. Dolayısıyla “hamaset”in tarihi Cumhuriyet öncesine uzanmaktadır.
    Buna karşılık söz konusu kullanımın Cumhuriyet sonrasında yeni zirvelere ulaşmasının temel nedeni modern Türkiye’nin bir ideokrasi olarak kurulması ve süreç içinde bir logokrasiye evrilmesidir.
    Erken Cumhuriyet söylemi siyasete yüksek idealler, büyük projeleri hayata geçirmek için yapılan bir toplumsal mühendislik faaliyeti olarak yaklaşmıştır. Oluşturulan ideokrasi bu çerçevede siyaseti “medeniyetin kurucusu olan bir ulusun neolitik çağdan yaşanan zamana uzanan büyük serüveni”ni zafere eriştirme aracı olarak kavramsallaştırmış, hamaset ise bu mega söylemi kitlelere iletmek ve benimsetmek için yoğun biçimde devreye sokulmuştur.
    Bu çabanın, aynı dönemde ortaya konulan “dinî”nin yerine “millî” olanı geçirerek “millet inşa etme” gayretleriyle kesişmesi kullanılan hamasî söylemlerin, törensellik ve yaygın sembol kullanımıyla desteklenmesini beraberinde getirmiştir.
    Türkiye’nin süreç içinde mega söylemlerin inanılmadan tekrarlandığı ve bunun bir âyin özelliği kazandığı bir logokrasiye dönüşmesi “hamaset” kullanımında bir değişikliğe neden olmamıştır. Söylemlere inanç fazlasıyla azalmış, ancak onların temel niteliği ve onlar aracılığıyla yapılan siyaset kavramsallaştırılmasında ciddî bir değişiklik olmamıştır.

    Sembol aşınması
    Hamasetin siyaset yapımında yoğun biçimde kullanılmasının önemli toplumsal neticeleri olması nedeniyle onun küçümsenerek bir kenara bırakılması mümkün değildir. Çünkü o, sadece siyasal söylemleri ilkokul müsameresine dönüştürmekle kalmamakta, bunun yanı sıra ortak sembolleri aşındırmakta, önemli tarihî gelişmeleri farklı söylemler çerçevesinde çarpıtmakta, kavramların içini boşaltmakta ve onlar üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmasını önlemektedir. Bunlar ise son derece ciddî sorunlardır.
    Bu sakıncalar değerlendirilirken “sağ” hamasetin sembol aşındırma, “sol” hamasetin ise kavramların içini boşaltma alanında öne çıktığını, tarihî gelişmelerin araçsallaştırmasının ise paylaşılan bir yöntem özelliği taşıdığını vurgulamak yerinde olur.
    Sağ siyasetin mega söylemlerinin aracı olarak kullanılan hamaset, yaygın semboller ile kilometre taşı niteliğindeki tarihî gelişmeleri de fazlasıyla aşındırmakta ve bunların toplum nezdindeki önemlerini yitirmelerine neden olmaktadır.

    Kavramların içi boşalırken
    “Sağ” siyasetin aracı olarak kullanılan ve vülger düzeyde İttihad ve Terakki Cemiyeti hatibi Ömer Naci Bey’in “Vatan, Millet, Edirne (Cumhuriyet sonrasında Edirne ifadesi Sakarya ile idame edilecektir)” söylemiyle dile getirilen “hamaset” fazlasıyla eleştirilerek alay konusu yapılırken, kavramların içini boşaltan “sol” hamaset genellikle gözardı edilmektedir.
    Halbuki “sol” hamaset de toplum için son derece hayatî kavramların içini boşaltmakta, bunları ortak uzlaşı alanının dışına itmekte ve önemsizleştirmektedir. Türkiye’de “sol” hamasî söylemin “barış,” “özgürlük,” “demokratikleşme” benzer hayatî önemdeki kavramları, keyfemayeşâ biçimde tanımlayarak, Ömer Naci Bey’in “Vatan, Millet, Edirne” nutuklarına benzer biçimde her bağlamda tekrar etmesi onların içini fazlasıyla boşaltmakla kalmayarak toplumun bir bölümünün onlara karşı mesafeli tavır almasına neden olmaktadır.
    Sol “hamaset”in tekelci yaklaşımı ve böylesi kavramları bağlamlardan bağımsız olarak sürekli biçimde tekrarı, onları ortak tanımları üzerinde ulaşılacak toplumsal uzlaşmadan yoksun kılmaktadır.
    Şüphesiz bu kavramların özcü (essentialist) tanımlarını yaparak bununla uyum göstermeyen yorumların saf durumdan “sapma” olduğunu söylemek anlamlı değildir. Buna karşılık toplumun temel kavramlar üzerinde taban tabana zıt yorumlar etrafında kutuplaşması son derece önemli bir sorundur. “Sağ” ve “sol” karakterinden bağımsız olarak “hamaset”in “hamaset için yapılmadığı” gerçeği onu üreten nedenlerin tartışılmasını zorunlu kılmaktadır. “Hamaset” ve onun kullanımının doğurduğu zararların önlenebilmesi en başta “siyaset” kavramsallaştırmasının gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu yapılırken de “hamaset”in “vatan, millet, Sakarya” söylemi ile sınırlı kalmadığını gözden uzak tutmamak gerekmektedir.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/09/13/hamaset-denizinde-semboller-asinir-kavramlarin-ici-bosalirken

  131. Anonim

    Sayın (79) “satirus”a,
    Ve (80) anonim’e,

    Sayın “satirus”; 72 numarada cevabımızı verdik. İlk önce, tarih bilginizi geliştiriniz. İkinci olarak, kimin hangi notu alacağını belirleyebilecek meziyete sahip olduğunuzu size kim telkin etti? Hiç kimse! Ne yazık ki 65 numarada yazdıklarımızı anlamamışsınız! Size sağlıklı günler dileriz…

    *
    Ortada trollük bir mesele yok! Boşuna yazmadık; siz “gerçek trollüğün ve AkTrollüğün” ne olduğunu deneyimlememişsiniz!

    “Eksen kaydırmak” söz konusu değil, çünkü; bu sayfada en başından beri Gün Bey’e niçin HDP ile PKK’yı birbirinden koparmaya çalıştığını soruyoruz ama cevap vermiyor!

    “Konuları kişiselleştirmek” bizim tarafımızdan yapılmıyor! Özellikle “satirus” isimli kişi ve Gün Bey, birer lağım faresi olan AkTroll temelinde ithamlarda bulunuyor! Kişiselleştirmeyi kimlerin yaptığı ortada!

    Sayın (80) anonim; 65, 74 ve 78 numarada yazdıklarımızı bir kez daha okumanızı öneririz!

  132. ogürsel

    Şiddete tapan siyasetlerin bu gezegende kurdukları bir olumlu toplum örneği var mı bay çok bilmiş.
    Yok!
    Bu gevezelikler neden?
    İnsanlık tarihi 10 bin yıldır şiddete dayalı özel mülkiyet-devlet siyasetleri içinde. Şiddete tapan siyasetler, kurtardıklarını sandıkları halka da aynı yöntemle davranır. Kurtarmasınlar!
    Ve HDP de bugün şiddeti savunmuyor; yalan mı söylüyorlar; RTE gibi taktik yalancılık mı yapıyorlar.. Kanıtlayın..
    Şiddete dayalı siyaseti savunuyorsanız, bu sitede pek yandaş bulamazsınız..
    PKK şiddete tapan bir örgüttür; şunu söylerim; HDP söylemi iyidir; bu söyleme olsun sahip çıkılmalı.. Bu taktik mi? HDP, PKK’nın maskeli hali mi? Son zamanlarda olan biten tam da bunun aksini düşündürürken;Sonra S. Demirtaş ile RTE arasında bir seçim yapsak, kimi seçebiliriz ki; nefesinizi tüketmeyin.. Bu kadar gevezeliğe gerek yok; seçimler olursa, HDP seçimlere katılabilirse, DOĞU G. Doğu illerinde adil seçim yapılabilirse siz oyunuzu kime verirsiniz?
    Ben HDP’ye vereceğim, hem de PKK nın şiddet gerektirmeyen bir siyasete de inanması için!

  133. Gün Zileli

    Cevap basit: Çünkü bugün PKK ile HDP’yi özdeşleştirmeye çalışan AKP’den başkası değil. Bunun adı bir taşla iki kuş vurmaktır.

  134. Tekin Y

    Deniyor ki, ‘HDP, PKK ile ilişkisi kesmeli.’

    ..
    İktidardakilerin tek derdi bu.

    Üzüm yemek değil bağcıyı dövmek

    Eğer iktidarın derdi PKK’ya silah bıraktırmak olsaydı PKK ile mücadele ederken, Kürt siyasetinin önünü olabildiğince açardı. Fakat iktidar bunu yapmıyor. PKK ile silahlı mücadeleye dönerken diğer taraftan da HDP’yi terörist gibi göstermeye çalışıyor.

    ..

    Bir de diğer grup: HDP’nin PKK’yle ilişkisini kesmesi gerektiğini samimiyetle isteyenler. Onlara da söyleyeceklerim var.

    Lütfen iktidarın bu kirli hesabının ortağı olmayın.

    HDP’nin PKK’yle ilişkisini kesmemesi gerekiyor. Ülkemiz için, huzurumuz için, çocuklarımızın canını kurtarmak için bu ilişkinin sürmesi gerekiyor.

    ..
    Tabanı, PKK üzerinde toplumsal baskı oluşturmaya ancak HDP ikna edebilir. PKK’yı kınayan, onunla her türlü muhataplığı kesen bir HDP bunu yapamaz.

    Barışa giden en barışçı yol bu. Başka yolumuz yok.

    Kaldı ki HDP seçimden sonra bu işlevini yerine getirmeye çalışıyor. Selahattin Demirtaş’ın her ortamda ‘barış’ vurgusu yapması, tam da buna hizmet ediyor.

    Eğer hükümet HDP’yi terörize edip köşeye sıkıştırıcı bir politika izlememiş olsaydı, eminim ki bu çabaları daha net olarak görecektik. Fakat ne yazık ki iktidar, işine gelmediği için, HDP’nin bu çabalarını boşa çıkarmaya uğraşıyor.

    Peki HDP’nin yanlışları yok mu? Kimi HDP’lilerin hepimizi rahatsız eden bazı açıklamaları olmuyor mu?

    Elbette oluyor. Elbette bazen, “Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz türden konuşmalar yapıyorlar. Şahsen ben de rahatsız oluyorum.

    Fakat dikkat ederseniz, tüm siyasi yapılarda, tüm partilerde aynı durum söz konusu. AK Parti’de, CHP’de, MHP’de de sivri çıkışlar, aşırılıklar fazlasıyla görülüyor. Partiden ihraçlar, “Onun kişisel fikri” şeklinde açıklamalar veya “Onu demek istemedi” türünde yorumlar yapılıyor.

    Hem yıllardır PKK’ya “Bırak silahı gel, burada ne söyleyeceksen söyle. Şiddete bulaşmadan herkes her şeyi söyleyebilir” demiyor muyduk?

    ‘Hata’ sözle olsun. İnsanlar yanlış konuşarak kusur işlesinler. Çocuklarımızı öldürerek değil. Zaten seçmen bu konuşmalara bakarak sandıkta tavrını koymuyor mu?

    Kimi HDP’lilerin bizi rahatsız eden konuşmalarına bakarak HDP’nin esas işlevini görmezden gelemeyiz.

    Peki nedir o işlev?

    Barışın tesis edilmesi, tüm sorunların sivil, demokratik yollarla, konuşarak çözüme kavuşturulması.

    Ne yazık ki iktidar, HDP’yi sadece ‘tek başına iktidar yolundaki büyük engel’ olarak görüyor.

    Ne faydası var?

    ..
    İnsanlara bir yol açmadan, bir çıkış sağlamadan bu sorunu nasıl çözeceğiz? Hem “Silahı bırak” deyip hem de siyasetin önünü tıkadığımızda bu insanlar ne yapacaklar? HDP olmadığında, Kürtleri bütünüyle PKK’nın yanına itmiş olmayacak mıyız?

    Tabanı da arkasına alarak Kandil’dekilere sesini duyurabilecek bir siyasetçiye “PKK’yı kına, arana mesafe koy” demek, “30 yıl daha birbirimizi öldürelim” demekten başka hiç bir anlam taşımaz.

    Bana göre HDP’ye “PKK ile ilişkini kes” diyeceğimize “Hayır ilişkini kesme. Git, gerekirse aylarca Kandil’de kal. Onları ikna et ve silahları sustur” dememiz gerekiyor.

    Eğer ülkede huzur istiyorsak HDP’nin PKK ile ilişkisini kesmesini değil, AK Parti’nin Erdoğan’la ilişkisini kesmesini istemeliyiz. Bunun için çabalamalıyız. Bunun için bastırmalıyız.

    Şöyle dedim: Erdoğan tek başına iktidarını geri almak için barış masasını devirip çatışmalara geri döndü. Amacı kaos yaratıp, HDP’yi barajın altında bırakmak. Bunu yapacağı aylardır belliydi. Hepimiz yazdık, uyardık. Tüm bu uyarılara rağmen 30 yıllık bir örgüt bu ‘tuzağa’ niçin düştü?

    Bir taraftan iktidar Kürtleri öldürüyor diğer taraftan PKK.

    Ve PKK’ya sordum:

    Niçin Kürtleri öldürüyorsun? Niçin yolları kesip araçları yakıyorsun? Niçin yolcu otobüsünü durdurup yolcuları indirdikten sonra otobüsü ateşe veriyorsun? Ardahan Göle’de, Elazığ’da, korkup, dur ihtarına uymadığı için, niçin kadınları, gençleri kurşun yağmuruna tutuyorsun?

    Diyarbakır’da niçin çorbacıyı tarayıp 22 yaşında bir Kürt gencini öldürüyorsun?

    Ve niçin Selahaddin Demirtaş’ın da “Özerlik silahla olmaz” diyerek itiraz ettiği gibi böyle bir ortamda özerlik ilan ederek adeta devlete “Gel gel” diyorsun?

    Ve Kürtlerin hayatını niçin cehenneme çeviriyorsun?

    “Bunları ben yapmıyorum içimizdeki MİT elemanları yapıyor” diyorsan bunu önleyici bir tavra niçin yönelmiyorsun?

    ‘Dağda’ da olsa kendi çocuklarının üzerine bomba yağdırmak da vahşilik; asker, polis, sivil öldürmek de vahşilik. Bize düşen ikisine de yüksek sesle itiraz etmektir. Sizi niçin ikisine de itiraz etmiyorsunuz?

    PKK’nın cinayet işlemekten başka bir misyonu yok mudur? Velev ki devlet çatışmanın içine çekmeye çalışıyor. Bu oyuna gelmeyecek, farklı yöntemlerle caydırıcılığını koruyacak bir zekası yok mudur?

    http://www.diken.com.tr/hdp-pkk-ile-iliskisi-kesmeli-diyenler-bize-ne-demis-oluyor/

  135. Anonim

    Be arkadaş bu ne ya!

    http://www.hurriyet.com.tr/dunya/30065530.asp

    Sizin bizden bunca yıldır sakladığınız ikiziniz mi vardı?

  136. Gün Zileli

    🙂

  137. Anonim

    Gün sen ne ara İngiltere’ye gittin?

    Kaşla göz arasında ne yaptın?

    http://www.evrensel.net/haber/260614/isci-partisinde-corbyn-ruzgari

  138. Anonim

    Sırrı Süreyya Önder: “Öcalan, devletin yaklaşımlarını kabul etmediği için görüştürülmüyoruz.”

    5 Nisan’dan itibaren PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştürülmeyen İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder, Öcalan devletin yaklaşımlarını kabul etmediği için İmralı Adası’na götürülmediklerine dikkat çekerek, izleme heyeti ile beraber resmi heyetlerinin en kısa zamanda İmralı Adası’na gidip müzakerelere başlaması gerektiğinin altını çizdi.

    PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 2013 yılının başından itibaren Kürt sorununun demokratik çözümü için görüşmeler gerçekleştiren İmralı Heyeti, AKP’nin topyekün savaş konsepti ve tecrit politikalarından dolayı 5 Nisan’dan beri Öcalan ile görüştürülmedi. Öcalan üzerindeki tecridi ve İmralı Heyetinin neden Öcalan’la görüştürülmediğini değerlendiren İmralı Heyeti Üyesi ve HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, devletin İmralı’ya gidişlerini engellemesinin temel nedeninin, Öcalan’ın devletin tutumunu kabul etmemesinden kaynaklı olduğuna dikkat çekti.

    ÖCALAN: İZLEME HEYETİ İLE GELMEZSENİZ GELMEYİ REDDETMELİSİNİZ

    Öcalan ile yaptıkları 5 Nisan tarihli son görüşmeyi hatırlatan Önder, Öcalan’ın son görüşmede kendilerine söylediklerinin referans olduğunu vurguladı. Önder, yaptıkları son görüşmede Öcalan’ın kendilerine, “Bu görüşme son görüşme olabilir. Devlet bu konuda gayri ciddi bir tutum içerisinde. Ama bütün buna rağmen ben barışa, demokrasiye, geleceğe bir şans vermek istiyorum. Ben bu kararın arkasındayım. Gerek siz, gerek devlet heyeti bundan sonra görüşmeye izleme heyeti ile beraber gelmezseniz bunun benim nazarımda bir hatır görüşmesinden yana hiçbir bağlayıcı yanı resmi bir niteliği yoktur ve olamaz. Siz eğer izleme heyeti ile gelmezseniz gelmeyi de reddetmelisiniz” şeklindeki söylemlerini aktardı. Öcalan’la yaptıkları bu son görüşmenin perspektifiyle hareket etmeleri gerektiğinin altını çizdi.

    ‘DEVLET PSİKOLOJİK SAVAŞ YÜRÜTMEKLE MEŞGUL’

    Devlet yetkilileriyle görüşmelerindeki resmi taleplerinin, mutabık kalınan izleme heyeti ile beraber resmi heyetlerinin en kısa zamanda İmralı Adası’na gidip Öcalan ile resmi görüşmelere başlamak olduğunu vurgulayan Önder, devletin ise görüşmeler noktasında psikolojik bir propaganda ve savaş yürütmekle meşgul olduğunu belirtti.

    ‘ESAS OLAN ÖZGÜRLÜK VE MÜZAKERE’

    Önder, devletin Öcalan’la görüşmelerini engellemesinin nedeninin ise Öcalan’ın, devletin yaklaşımlarını ret etmesi ve ortaya koyduğu direnişten kaynaklı olduğunu ifade etti. Öcalan’ın sağlık durumunun önemli olduğunu fakat konunun sağlık boyutunun ötesinde özgür koşullar altında müzakere yapmak olduğunu vurgulayan Önder, “Bu değerlendirme de bize ait değildir. Bu değerlendirme bizzat Sayın Öcalan’ın çizdiği bir değerlendirmedir” diye konuştu.

    Baştan beri devlet tarafında çatlaklıkların olduğunu söyleyen Önder, egemen devlet bloku içerisinde müzakere ile yol alınmasını isteyenler olduğu kadar, mutlak bir savaş ile yok etme ve imha temelli yaklaşımların da olduğunu belirtti.

    http://www.grihat.com.tr/onder-ocalan-devletin-yaklasimlarini-kabul-etmedigi-icin-gorusturulmuyoruz-25798h.htm

  139. Barış Yapıcı

    Bahsedilen “iktidar hırsı” aslında hükmetme hırsıdır. .Aslında tersine sırası şöyledir: Çatışma ve yıkım hükmetme isteğinden, hükmetme isteği, sahip olma isteğinden doğar, sahip olma isteği ise deneyimleme isteğinden. Deneyimleme isteği ise tutku ve coşkulardan doğar. Tutku ve coşkular ise duygulardan. Duygular, algılardan, algılar ise özne-nesne ikiliğinden kaynaklanan bilinçten doğar.

    Burada can alıcı önemde olan tutku ve coşkuların denetlenebilmesidir. Bunlar denetlenebilmesi için duyguların sağlam bir bünyeden kaynaklanması zorunluluğu vardır.

    Deneyimleme ve sahip olma isteklerinin yol açtığı en rezil içgüdüden daha aşağı olan hükmetme isteğinin önüne ancak böyle geçilebilir.

    Emeğimizin karşılığı olmak kaydıyla, emeğimizden başka, hiçbir şeye sahip olamayacağımız için, hükmetme isteğinin bireyi veya toplumu çatışmaya sürüklemesi mutlaktır.

    Varoluşun insanı hiçbir yere götürmediği göz önüne alındığında, coşku ve tutkulardan özgürleşilmediği kadar bütün çaba ve emek, olduğu gibi israftır.

  140. Anonim

    Buradaki sen misin Gün Abi?

    http://www.radikal.com.tr/dunya/isci_partisine_sol_baskan-1432973

  141. Gün Zileli

    haha . Jeremy benden daha beyaz tenli ve daha ince yüzlü gibi

  142. Gün Zileli

    o zaman bütün sol gösterilere küçük büyük demez katılırdı. 90’larda yani

  143. Anonim

    “Beştepe Cuntası ve Cizre ablukası”

    EMRAH SERBES
    13 Eylül 2015

    Gerçekler zamanla anlaşılmaz. Zamanla anlaşıldığı iddia edilen gerçek, daha üst düzey bir yalan biçimi, bir nostalji batağı ve avunma rıhtımıdır. Şimdi anlaşılması gereken eğer şimdi anlaşılmazsa, artık anlaşılmasa da olur. İş işten geçtikten sonra anlamak tarihçilerin işidir, önemli bir misyondur ama yaşayanlar, hâlâ nefes alıp verenler, akıp giden günlerin doğal tanıkları, bir an evvel anlamak zorundadır. Beştepe cuntasının iç savaş hazırlığını ve bunun en kanlı provalarından birini yaptığı Cizre ablukasını, bugün, tam şimdi anlamak zorundayız.

    Anlaşılması elzem olan gerçekler, bin kez yinelenebilir, bin birinci kez yineliyorum, sakınca yok. AKP’nin 7 Haziran’dan önce başlattığı ve 24 Temmuz’da resmen yürürlüğe koyduğu savaş konsepti yüzlerce cana mal oldu. O günden bugüne hayatını kaybeden bütün asker ve polislerin, Suruç’ta katledilen gençlerin, Cizre ablukasında hayatını yitiren sivillerin baş sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Beştepe cuntası ve cuntanın kukla hükümetidir.
    AKP’nin yetkili isimleri yıllardır aynı teraneyi yineliyor, “HDP terörle arasına mesafe koysun,” diyor, öncelikle kendileri, devlet terörüyle aralarına mesafe koysunlar, sarayla aralarına mesafe koysunlar ve Cizre ablukasında yaşananları açıklasınlar. Öyle bir niyetleri yoksa, tanıklık için orada bulunmak isteyen basın mensuplarını, milletvekillerini, bakanları, yurttaşları engellemesinler.

    Cizre’de günlerdir sayısız savaş suçu işlendi, 21 sivil hayatını kaybetti, 14’ü keskin nişancıların hedefiydi, sokağa çıkma yasağının kalkacağı sabaha karşı bile hâlâ evler taranıyor, bombalanıyordu. Sokağa çıkma yasağının kalkmasıyla birlikte doğrudan tanıklıklar, haberler geldi, abluka boyunca zor şartlarda peyderpey ulaşabilen bilgiler ve fotoğraflar sabah saatlerinden itibaren topluca geliyor. Evlerde bekleyen cenazeler, kendi imkânlarıyla yaralarını saranlar, kanamalarını bastıranlar, telef olmuş hayvanlar, bombalanmış binalar. Fırın açık demişlerdi doğru, fırının bir tek demir kapısı açık. Ne cam ne çerçeve kalmış, yıkılmış duvarlar, uçuşan bir perde, duvarda yamuk bir takvim, ocağın karanlığı, fırın ortada yok, bir zamanlar fırın olduğu gerçeği var sadece ortada. Bütün köpekleri tenzih ederek yazıyorum, şöyle bir atasözü var, aç köpek fırın duvarı yıkar. Sarayın savaşı için sivillere kudurmuşçasına saldıranların yıktığı fırın budur. Geri çekilirken yakıp yıkan ordular ne yaptıysa Cizre’de yaptıkları odur.

    Bugün aynı coğrafyada başka yerlerde de tanklarıyla tüfekleriyle kuşatıp yasak bölgeler ilân ediyorlar, bilinen OHAL. OHAL’e, bu hâl şu hâl deyince hâlin gerçekliği değişmiyor. Ve meclis tatilde çünkü sultan öyle istiyor. Bu ara bir de meclisle hiç uğraşamam diyor. Bunca insan ölürken meclis nasıl tatil yapabilir? Ancak bir cunta kendini meclisin yerine koyarsa yapar.

    Kritik bir dönemeçteyiz, belki de Türkiye halkları olarak bir duygudaşlık paydasında buluşabileceğimiz son zamanlardayız, dar zamanlardayız, pratik çözümlere muhtaç zamanlardayız, çok acı ama günü kurtarma zamanlarındayız. Önümüzdeki her günü tek tek kurtaramazsak, kurtarılacak günümüz kalmayabilir.

    Merkez medyanın televizyonlarına bakıyorum uzmanlar çıkıyor. Kimisi strateji uzmanı, kimisi askerlik uzmanı, önlerindeki dev ekranda bir harita, haritanın üstünde bir takım ateşli bölgeler, ellerinde çubuklar, şöyle oldu, böyle oldu diyorlar. Haritada insan olmaz. Haritada halk olmaz. Bir halkın isyanını haritaya bakıp anlayamazsınız. Sanki orada Kürt halkı yaşamıyormuş gibi davranamazsınız.

    90’larda Kürt demek yasaktı, Ahmet Kaya’ya Kürt yoktur diye bağıranlar kimlerdi, o zaman okullarda kart kurt masalları anlatanlar kimlerdi, TRT’de Anadolu’dan Görünüm’ü yayınlayanlar kimlerdi. Bütün o insanlar ve televizyonlarda yorum yapan uzmanlar, bugün Kürtlere Kürt diyebiliyorsa eğer, Kürt halkının adını anabiliyorsa eğer öncelikle dönüp Kürt hareketine teşekkür etsinler. Bu halk, ismiyle anılabilme özgürlüğünü bile kırk yıl süren bir mücadeleyle kazanabildi. Hiç kimse bahşetmedi Kürtlere bu hakkı.

    Şundan eminim, Türkiye halkları istemediği sürece Türkiye bölünmeyecek. Halklar birbirine düşman olmadığı sürece Türkiye bölünmeyecek. Son kertede sınırları ne cuntalar, ne kukla hükümetler, ne de askerler çizebilir. Onlar sadece harita çizebilirler. Son kertede sınırları sadece halklar çizer. Lenin’in tezi hâlâ geçerli, hatta ulus temelli bütün devletlerin sarsıldığı bugünün dünyası için çok daha geçerli, her halk kendi kaderini tayin eder, edecek.

    Kürtler bu ülkeden ayrılmak istemiyor. Tek istedikleri eşit haklara sahip yurttaşlar olarak yaşamak, insanca yaşamak. Ne silahlı Kürt hareketinin ne de HDP’nin ayrılmak gibi bir talebi yok. Senelerdir ısrarla bir arada yaşamayı savunuyorlar. İki gün bir odada kilitli kalın üçüncü gün kendinizi sokağa atarsınız. Bir ay bir odada hapis kalın bütün dünyaya düşman olursunuz. Abdullah Öcalan 16 yıldır bir hücrede, tek başına, tecrit altında yaşıyor, hâlâ bir arada yaşamayı savunuyor. Nisan ayından beri kimseyle görüştürülmüyor, akıbeti belirsiz, bu durumu hiç kimsenin görmezden gelmeye hakkı yok.

    Temel bir diyalektik var, barış umutlarının arttığı süreçlerde karşı kutbun nefreti de artar, barış istemeyenlerin nefreti. Bugün belki de, barış istemeyenlerin son savaş girişimlerini, son saldırılarını da yaşıyor olabiliriz.

    Toplumda Kürtlere yönelik nefreti körükleyerek Cizre ablukasına uzanan yolun taşlarını döşediler. Saray cuntası, sokaktaki linçlere, HDP binalarına yönelik saldırılara güvenerek dokuz gün boyunca Cizre ablukasında ısrar etti. Görülmez duyulmaz zannettiler ama cümle âlem duydu. Cizre’deki Kürtler şu an kendilerini terk edilmiş ve yalnız hissediyor olabilir, hendeklerin başındaki gençler bu hisse kapılabilir, çok doğal. Bu abluka kaldırıldı ve tamamıyla kalktığında onlar da şu gerçeğin farkına varacaklar, onlara yapılanları Türkiye’de barış isteyen herkes gördü, dünya kamuoyu gördü. Görmek isteyen herkes de görecek.

    Doksanlı yılların JİTEM’i Türkiye’nin Batısı için hayalet bir örgüttü. Aslında yoktu, ona inanmak saçmalıktı, o hayaletin somut zulmünü Kürtler çekti ve seslerini duyuramadılar. Ama bugün, aynı JİTEM geleneğini faaliyete geçiremezler. Artık öyle değil. O zaman Toroslar dolaşıyordu, şimdi Rangerlar. Plakasız dolaşan bütün Rangerların fotoğrafları, videoları da dolaşıyor. Artık kimse doksanlı yılların JİTEMcileri gibi görünmez adamlık taslayamaz. Görünmez arabalarla dolaşsalar bile bunu yapamazlar, o arabalar yine görülecek.

    AKP artık kaybetmeye mahkûm. Güvendiği muhafazakâr-milliyetçi taban da ondan uzaklaşıyor. Kandırabileceği, kendini inandırabileceği insan sayısı Cem Uzan’ın bir vakitler denediği Genç Parti girişimi kadar olabilir.

    Kendi gözlemlerimden yola çıkarak yazıyorum, bugün İstanbul’un sokaklarındaki faşizan öfkenin iki odağı var, birincisi HDP ve Kürtlerse, ikincisi bizzat Tayyip Erdoğan. Kürtlere küfür ediliyorsa Tayyip Erdoğan’a da küfür ediliyor. Teröre lanet adı altında bir araya gelenler İstanbul’da örgütlü mahallere yürüyemiyor. Gazi’ye, Okmeydanı’na, Armutlu’ya, 1 Mayıs Mahallesi’ne yürüyemiyor. Ankara’da Tuzluçayır’da denediler, yine başaramadılar. Onlar ancak merkezdeki semtlere ve İstanbul’un çeperlerine itilmiş örgütsüz mahallelere polis eşliğinde saldırabilirler. Batı’da yeni örgütlenen HDP binalarına saldırabilirler. Yolda Kürtçe konuşan bir genci öldürebilirler.

    Sıklıkla linç kültüründen söz ediliyor. Linç bir kültür değildir, bu ülke için hiç değil. Türkiye’nin ruhunda linç var, bu ülkenin somut bir gerçeği linç. Her an her yerde vuku bulabilir, herkes bunun mağduru olabilir. Tek başına bir insana saldırmak, sayıca az bir kalabalığa saldırmak, cezasız kalacağı bilinciyle bunu yapmak faşizan hareketlerin Türkiye’deki geleneğidir, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta bu yaşandı. Demirel’in “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz,” sözü, bugün dahi sırtını muktedirlere yaslayan bütün güruhların ortak hafızasında yaşıyor.
    Bugün bir Kürt ölmüşse muktedirler, gerilla yahut sivil ayrımı yapmıyor. Tayyip Erdoğan liderliğindeki Beştepe cuntası ve onun kukla hükümeti ve yandaş basını için bir Kürt öldüğünde etkisiz hâle getirilmiştir.

    O zaman soruyorum: Cizre’de tek sivil ölmedi diyen Başbakan Davutoğlu, Cizre’yi günlerce abluka altına alan özel harekâtçılarınız 35 aylık bebeği mi etkisiz hâle getirdi? Cenazesi buzdolabında bekleyen 13 yaşındaki Cemile’yi mi etkisiz hâle getirdi? Davutoğlu ya bunun açıklamasını yapsın ya da ben bir kuklayım desin, iplerim sarayda desin, Allah’ın bildiğini seçmenden saklamasın. Davutoğlu bu açıklamayı yapmak zorunda. Sadece Cizrelilere değil, sadece Kürtlere değil, bütün Türkiye’ye yapmak zorunda. Elbette yapacak bu açıklamayı, eğer bugün yapmazsa ileride, savaş suçları mahkemesinde yapacak. Hastane giriş çıkışlarını sivillere kapatmak, ambulansların yaralıları almasını engellemek, yaralıları hastaneye kendi imkânlarıyla ulaştırmak isteyenlere ateş açmak, keskin nişancılara sivilleri kurşunlatmak, cenazelerin gömülmesine izin vermemek, görüntü almak isteyen basın mensuplarına ateş etmek, fırınlardaki ekmeklere el koymak, elektrik trafolarıyla su depolarına saldırmak, 120 bin insanın yaşadığı bir ilçenin suyunu kesmek, ilçeye girmek isteyen milletvekillerini engellemek ve tartaklamak, bunların hepsi savaş suçudur. Madem yürütmenin başısın, İçişleri bakanı da, valiler de senin emrinde, bunların zaman aşımı yok Davutoğlu, yargı unutsa tarih unutmaz. Aç Miloseviç’in biyografisini oku.

    Şunu artık çok açık görebiliyoruz, cuntanın ve AKP’nin etkisiz hâle getirmek istediği Kürt halkıdır. Onların etkisiz hâle getirmek istediği bu ülkede barış isteyen herkestir. Bütün toplumsal muhalefettir, bütün devrimcilerdir.

    Sokaklarda atılan “Ya Allah Bismillah Allahuekber Kürt Geber” sloganın bir anlamı var bugün. Cizre’de yapılan “Hepiniz Ermeni’siniz” anonsunun da bir anlamı var. Ermeni soykırımının 100. yılında, AKP bu şuursuzlukta ısrar ederse varacakları nokta bir Kürt soykırımıdır. Saray cuntası, başkanlık hayalleri üzerinden ortaya koyduğu savaş konseptinin son aşamasında bir Kürt soykırımını da göze almış durumda. Ve bu Kürt soykırımda sadece Kürtler ölmeyecek, bu soykırıma karşı direnen herkes ölecek. Kürtler savunma pozisyonundan vazgeçtikleri noktada Türkler de ölecek. Hiçbir şeyin anlam ifade etmediği, Allah’ın unuttuğu bir ülkenin birbirini boğazlayan kulları mı olacağız? Önümüze sürdükleri seçenek bu, reddetme şartları hâlâ mevcut.

    80 öncesi Kenan Evren’in yaptığı hazırlıklarla şu an Tayyip Erdoğan’ın yaptığı hazırlıklar arasında hiçbir fark yok. Sadece Kenan Evren daha gizli bir usul benimsemişti, yapmak istediklerini uluorta bağırmıyordu. 1 Kasım’a giden süreçte yahut sonrasında Tayyip Erdoğan ne umuyor, bir sabah TRT’de canlı yayına çıkacak ve toplumdaki anarşiyi önlemek için, sokaktaki kardeş kavgasına son vermek için, demokrasiyi rayına oturtmak için başkanlığımı mı ilan ettim diyecek. Ne diyecek. Kim savunacak onu. Mustafa Karaalioğlu mu, Yasin Aktay mı, Hüseyin Yayman’ı, Akif Beki mi, Akit Gazetesi mi, Yeni Şafak mı, Star mı? Ne diyecek o insanlar, ne yazacak o gazeteler, sokakta kardeş kardeşi vuruyordu, o yüzden Tayyip Sultan yönetime el koyarak iyi mi yaptı diyecekler. Hayır, ilk onlar çark edecek. İlk onlar kaçacak. Böyle bir seçenek yok. Böyle bir dünya da yok. Tayyip Erdoğan bir hayal dünyasında yaşıyor. Hayaldi gerçek oldu sloganına ve onun arkasından kazandığı seçime takılıp kalmış durumda.

    O günleri görür müyüz göremez miyiz bilemiyorum; ama bugün Tayyip Erdoğan için son perdeyi rahatlıkla söyleyebilirim. Başkanlık senin için bir hayaldi kâbusun olacak.

    http://www.birgun.net/haber-detay/bestepe-cuntasi-ve-cizre-ablukasi-89243.html

  144. Gün Zileli

    tebrikleri kabul ediyorum bugün 🙂

  145. Gün Zileli

    evet. benden üç yaş küçüktür. anne bir baba ayrı 🙂

  146. Anonim

    Parlamenter budalalığa reddiye
    Sungur Savran

    “Erdoğan’ın hiçbir koşulda bu ülkenin başından efendi efendi çekilmeyeceğini öngörmek gerekir. Erdoğan önümüzdeki beş yıllık dönemi içinde düşmenin eşiğinde olduğunu hissederse büyük ihtimalle savaş çıkaracaktır.” (Vurgu sonradan.)

    Bu satırlar Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) 3. Kongresi’nde kabul edilen Türkiye üzerine kararında yer alıyor. Gerçek gazetesinin sitesinde hemen kongre sonrasında Nisan başında yayınlanan bu kararın ilk taslağı Ocak ayında yazıldı. Yani DİP, 7 Haziran’da AKP seçimleri kaybettiği takdirde Tayyip Erdoğan’ın savaş çıkaracağını seçimden altı ay önce saptamış, bunu seçimden üç ay önce resmi bir parti kararı haline getirmişti.

    Seçim sonuçları geldiğinde sağda solda koskoca bir koro “istikrar” diye yırtındı. Büyük burjuvazi fiili metal grevinin ardından yaklaşan ekonomik kriz bağlamında güçlü bir koalisyon istiyordu. Küçük burjuvazi piyasa açılsın istiyordu. Küçük burjuva sosyalistleri ve aydınlar ise sıkılmışlardı, sükûnet istiyorlardı. Biz seçimin hemen ertesinde şöyle yazdık: “Erdoğan’ı en zayıf olduğu zamanda devirmeye girişmediğimiz için şimdi o cumhurbaşkanı koltuğunda oturuyor. Ve düşmemek için her şeyi yapacaktır! Türkiye’nin başına en büyük belaları bile açacaktır! Savaşa, Kürt savaşına ya da Ortadoğu’da Sünni-Şii savaşına hazır olun!” (Vurgu sonradan.) Bu satırların yazılmasından yaklaşık bir ay sonra Kürt savaşı başladı ve devam ediyor.

    Küçük burjuva sosyalistlerinin ve aydınlarının yaklaşımıyla DİP’inki arasındaki fark ne? Onlar Türkiye politikasının hangi yönde gelişeceğini sadece parlamenter dengelerin belirlediğini sanıyorlar. Türkiye solunun, 12 Eylül’den ve Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşünden sonra Marksizmden bütünüyle kopan büyük çoğunluğu, politikayı parlamento dengelerine indirgeyecek kadar gerilemiştir. “Parlamenter budalalık” derken bundan söz ediyoruz. Yoksa DİP de ilk biçimlenmelerinden itibaren hep seçimlerle ilgilenmiş, olanak bulduğunda aday göstermiş, bulamadığında en anlamlı partilere oy verilmesi çağrısında bulunmuştur. Ama asla parlamentonun politik gelişmeleri belirleyen unsurlardan yalnızca bir tanesi olduğunu, başka birçok gelişmenin, ama en önemlisi yaşayan sosyal güçlerin, en çok da işçi sınıfının hareketinin önemini unutmadan.

    Türkiye solu 1970 yılında 15-16 Haziran günlerinde işçi sınıfının silahsız bir ayaklanmaya girişmesinden, öncü savaşı sonucunu çıkartmıştı. Hata büyüktü, ama hiç olmazsa yüzünü devrime dönmüş bir hataydı. Düzeltilebilirdi. Eski devrimci hareketin bir gölgesi haline gelmiş 21. yüzyıl Türkiye solu ise Gezi ile başlayan halk isyanından parlamentarizm çıkarttı! Bu sefer hata düzenle bütünleşmeye işaret ediyor maalesef. İflah olmaz.

    Şimdi de aynı siyasi bakış açısı umudunu 1 Kasım seçimlerine bağlıyor. Hiçbir zaman yapılamayabilecek seçimlere. Daha önemlisi yapılsa savaşın belki de derinleşmesine yol açacak seçimlere. 7 Haziran sonrası yazdıklarımızın son cümlesine yeniden bakın lütfen: “Savaşa, Kürt savaşına ya da Ortadoğu’da Sünni-Şii savaşına hazır olun!” Bunun ilk yarısı gerçekleşti. Şimdi, AKP bir kez daha yenilgiye uğrarsa ikincisi gündeme gelecektir.

    “Peki, ne yapalım?” diye sormayın! Örgütlenin! Seçim sandığına gidip oy atmakla tarihi etkileyemezsiniz. Ama tarihi belirleyen en önemli aktör olan işçi sınıfının içinde örgütlenerek dağları devirebilirsiniz!

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/parlamenter-budalaliga-reddiye

  147. Anonim

    1 Kasım’da nereye?
    Gerçek

    Türkiye resmen 1 Kasım’da yeniden seçime gidiyor. 7 Haziran’dan, AKP meşru yollardan tek parti iktidarı kurma olanaklarını yitirmiş, Erdoğan ise yine meşru yollardan Başkan olma hayalleri suya düşmüş şekilde çıktı. Ancak Erdoğan durumu kabullenmedi. Çünkü ortaya çıkan tablo ile, meclis çoğunluğunun 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarını yeniden gündeme getirme, MİT’in Suriye’ye silah taşıyan TIR’larının hesabını sorma olanağı belirmişti.

    Erdoğan bu tabloyu değiştirmek istiyor. Yeni seçime, savaşı yeniden yükseltip HDP’yi baraj altına itme stratejisiyle hazırlanıyor. Ancak Erdoğan, Türkiye solu gibi parlamentarist değil. İşine gelmeyeceğini gördüğünde savaş ilan edip, anayasal kılıf altında seçimlerin ertelenmesini de, seçimlerden yine aynı sonuç ya da kendisi için daha beteri çıkarsa, güvenoyu almamış hükümetle yola devam etmeyi yani yetki gaspına devam etmeyi de gündeme getirebilir. Dolayısıyla yaklaşan seçimleri tartışırken her şeyden önce bu seçimlerin olmama olasılığını, yapılsa bile Erdoğan’ın ve AKP’nin koltuğu terk etmemek için yine her yolu deneyeceğini hesaba katmak gerekiyor.

    1 Kasım’da seçimin yapılmama olasılığı bile var dedik. Yapılsa bile bunun özellikle Kürt illerinde eli sopalı bir seçim olma olasılığı son derece yüksek. Bugün kamuoyu araştırmalarında görünen o ki AKP’nin oy oranları düşmekte, HDP’nin oyları ise artıyor. Peki, 1 Kasım’da oy vermek anket şirketinin sorularını yanıtlamak kadar kolay olacak mı? Davutoğlu, seçimlerin demokratik şartlarda ve hukuk çerçevesinde yapılacağını söylüyor. Seçime giden bir partinin kapatılmakla tehdit edildiği, liderlerinin soruşturulduğu, belediye başkanlarının tutuklandığı demokratik şartlarda mı, Cumhurbaşkanı’nın rejim fiilen değişti şimdi bunu tescil etmek lazım dediği bir hukuk çerçevesinde mi yapılacak bu seçimler?

    Erdoğan, “400 milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” demişti. Millet vermedi, o da milletin huzurunu kaçırmakta beis görmedi. İstediği oy artışını sağlayamazsa, belli ki 400 milletvekili ve başkanlık isteğinden vazgeçmeyecek. “Lanet olsun al başkanlığı rahat bırak bizi, düş çocuklarımızın yakasından” dedirtinceye kadar halkın huzurunu kaçırmaya devam edecek. Elbette Erdoğan’ın şantajına boyun eğmek huzurun değil cehennemin kapısını açmak demek. İş, ekmek, barış ve kardeşlik için Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulmak üzere sandığı da, meclisi de, seçim hükümetini de kapsayan topyekûn bir siyasal mücadele gerek.

    Hürriyetgazetesini basan AKP’li güruhun elebaşı, eski AKP Gençlik Kolları Başkanı, yeni milletvekili Abdurrahim Boynukalın’ın zihninin son derece berrak olduğunu gördük: “1 Kasım’da ne sonuç çıkarsa çıksın seni başkan yaptıracağız” dedi. Üç defa tekrarlayarak. Acaba solun, sosyalistlerin ve HDP’nin de zihni bu kadar berrak mı? Seçim yapıldı. HDP barajı aştı, AKP’ye çoğunluk vermedi. Ancak AKP hâlâ iktidarda! Derhal meclis çalıştırılmalı, hemen yolsuzluk dosyaları, MİT TIR’ları gündeme taşınmalıydı. Ama muhalefet beklerken AKP beklemedi. Meclisi tatil etti. Koalisyon görüşmelerini sündürdü. Savaş çıkarttı. İktidarda kaldı. Seçim hükümeti kurulduğunda bile 2 HDP’liyi sembolik bir noktaya itti. Yasa, hukuk tanımadan HDP’li bakanların elini kolunu bağladı. Hükümetin AKP hükümeti olma niteliğini korudu. Demek ki yeni seçimin nasıl bir oy dağılımı ve milletvekili tablosu ortaya çıkartacağından daha önemli olan, 1 Kasım’dan önce ve sonra Meclis’te, sokakta, işyerinde ve şimdi seçim hükümetinin içinde verilecek olan mücadeledir. Diktatörlük hevesi ne referanduma konu edilebilir ne de herhangi bir oy oranı ya da herhangi bir milletvekili sayısıyla meşrulaştırılabilir. Demokrasi isteyen, sadece Erdoğan’ı değil kimseyi başkan yaptırmamalıdır! Ne olursa olsun başkanlık sistemine karşı direnmelidir!

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/1-kasimda-nereye

  148. ogürsel

    ..Can Dündar, Hamburg’da “Türkiye’de basın özgürlüğü” konulu bir toplantıda konuşurken “12 Eylül döneminde de, söylediğim gibi gazetecilik yaptım. O zaman gazeteler toplatıldı, o zaman da gazeteciler tutuklandı. Ama ben bu çapta bir baskıyı 12 Eylül’de bile hissetmedim” demiş. ……..
    …Birincisi, askeri rejim, kalıcılık iddiasında olmayan, bir baskı rejimidir -bir iki yılda gider-. İkincisi, yasaklarını açıkça ortaya koyar, uymayanları cezalandırır. Bugünkü baskı rejimi 13 yılda, “pasif devrim”, “moleküler dönüşüm” kavramlarıyla ifade edilebilecek bir süreç içinde devletin, toplumun dokusuna sızarak yerleşmiştir; kalıcı olmak iddiasındadır. İkincisi, bugünkü rejim keyfidir, baskısını bu zeminde arttırmaktadır.
    Diğer taraftan 12 Eylül Askeri diktatörlüğü hem kendi olağanüstülüğünü, geçiciliğini “tanıyan” bir rejimdi hem de, AKP rejimi ile arasında, baskının bugünkü kadar daha ağır hissedilmemesine yol açan “yapısal” farklar vardı.
    12 Eylül askeri rejimi, meşruiyetini kendi “kılıcının” gücünden, yerli ve uluslararası egemen sınıfların desteğinden alıyordu; halkın aktif desteği değil, pasif kabulü yeterliydi; bu anlamda askeri rejim toplumun (sivil toplumun) içinde değil üzerinde örgütlüydü. Etkisi, toplumun dokusuna, günlük yaşamına göre yüzeyseldi. İdeolojisi, toplumun genel çıkarını, koruma kollama savından besleniyordu.
    AKP rejimi, siyasal İslam hareketinin karmaşık, toplumun dokularına sızmış bir baskıyı üretebilen, fiziki, daha önemlisi simgesel şiddeti, günlük yaşamın mikro süreçlerinde harekete geçirebilen örgütlenmesine dayanıyor. Bu rejim hem özgün bir toplumsal tabana sahiptir hem de bu toplumsal taban bir, dini (Sünni) “hakikat rejiminin”, bu rejimle beslenen bir liderlik kültünün etkisi altındadır.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/370837/AKP_rejimi_uzerine_iki_saptama__iki_not.html

  149. Mülayim Sert

    http://www.radikal.com.tr/turkiye/cizre_bilancosu_kim_nasil_hayatini_kaybetti-1434632

    Cizre’de ölenler ya 18 yaşın altı, ya 40 yaşın üstü. Sivil katliamı yapıldığını tek başına göstermeye yeter bile.

  150. Anonim

    Demokratikleşme ile Kürt sorununda çözüm ve barışın ve otoriterleşmeyle çözümsüzlüğün beraber gittiği görüşü yaygın. Bunun tersinin olduğu dönemler unutuluyor. Hanioğlu’nun verdiği Tanzimat, II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet örnekleri ilginç. Çözüm sürecindeki AKP-Kürt ittifakı da malum.

    Demokratikleşme, iktidar paylaşımı ve Kürt sorunu
    M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

    Pek çok kapsamlı sorunun içiçe geçtiği Türkiye’de bunları doğuran nedenler birbirine karışmakta, bunun neticesinde ise anlamlı olmayan sebeb- sonuç ilişkileri kurulmaktadır. Bunların en önemli örneklerinden birisi de şüphesiz demokratikleşme, iktidar paylaşımı ve Kürt Sorunu arasındaki karmaşık münasebettir.
    Genellikle varsayıldığının tersine toplumun genel anlamda “demokratikleşmesi” Kürt Sorununu çözecek sihirli bir değnek olmadığı gibi “şiddet”i ortadan kaldırma alanında da sınırlı etkiye sahiptir.
    Tarihî gelişmelerin de ortaya koyduğu gibi “genel demokratikleşme” gerekli olmasına karşılık sorunun çözümü alanında yeterli olamamaktadır. Bunun temel nedeni egemen Kürt siyasetinin soruna toplumun genelinde ne olduğundan bağımsız biçimde belirli bir coğrafya ile ilintili bir “iktidar mücadelesi” olarak yaklaşmasıdır.
    Dolayısıyla Kürt Sorunu’nun siyasal çözümü genel demokratikleşmenin yanı sıra iki önemli gelişmenin gerçekleşmesini zorunlu kılmaktadır. Bunlardan birincisi Kürt siyasetinin kendisini büyük toplumsal resim içine yerleştirmesi, son zamanların popüler kavramsallaştırması kullanılacak olursa, “Türkiyelileşmesi”dir. İkincisi ise bunun neticesinde toplumun geri kalanı ile ortak paydalar etrafında yaratılacak “biz” tasavvurunun Kürt vatandaşların çoğunluğu tarafından çoğulcu yollarla benimsenmesidir.

    “Sorun” ve demokratikleşme
    Tarihî süreçler gözönüne alındığında toplumun genel demokratikleşmesi ile “Kürt Sorunu”nun çözümü arasında belirleyici bir ilişkinin varolmadığı yorumu yapılabilir. Örneğin toplumun genelinde eşitlik temelinde bir dönüşüm yaratmayı hedefleyen Tanzimat siyasetleri Bedirhan Bey isyanının da gösterdiği gibi merkez ile Kürtler arasında daha çatışmacı bir ilişkinin gelişmesine neden olmuştur.
    Buna karşılık merkez ile Kürtler, II. Abdülhamid rejimi altında, iktidar paylaşımına dayalı bir denge üzerinde uzlaşabilmişlerdir. Bu uzlaşma Kahire’de yayına başlayan Kürdistan mecmuası ya da “Kürtleri Ermeniler ile çatışmamaya davet eden” Azm-i Kavî Cemiyeti benzeri örgütlenmelerin temsil ettiği proto milliyetçiliğin etkisini marjinalleştirmiştir.
    Kürt seçkinleri büyük resme bakıldığında Saray ile kurdukları yeni dengenin karşılığını aldıklarını düşünmüşlerdir. Millî İbrahim Bey benzeri yerel liderlerin paşa yapıldığı, Hamidiye Alayları üzerinden yerel iktidarın yeniden güç kazandığı, merkezî bürokraside Kürt seçkinlere önemli mevkilerin tahsis edildiği bir denge proto-milliyetçi rejim eleştirilerinin Kürt coğrafyasında etkili olmasını önlüyordu. Kürt unsurunun merkezle en olumlu ilişkileri sürdürdüğü dönemlerden birisi II. Abdülhamid rejimi olmuştur.
    Buna karşılık coğrafyamızın pek çok bölgesinin çoğulculuk alanında uzun süre ulaşamadığı koşulları yaratan 1908 İhtilâli sonrasında beklenenin tersine Kürt proto milliyetçiliği güçlenirken merkezle yaşanan gerilim artmış, Rusya ile ilişki kuran İrşad ve Cihandanî benzeri örgütlenmeler merkezle ciddî çatışmaya girmişlerdir.
    Bu tarihî sürecin ortaya koyduğu gibi Osmanlı son döneminde Kürtler ile merkez arasındaki ilişkinin niteliğini şekillendiren toplumun genel anlamda demokratikleşmesi, rejimin liberalleşmesi değil Kürt unsurun kendi coğrafyası olarak mütalâa ettiği alanlardaki “iktidar paylaşımı” olmuştur.

    Cumhuriyet sonrası çatışma
    1918 sonrasında Kürt seçkinlerinin çoğunluğu ayrılıkçı tezleri de dile getiren etnik milliyetçiliği değil tabandan yukarıya gelişen bir “dar ölçekli Panislâmizm” girişimi olan “Müslüman milliyetçiliği”ni tercih etmiştir. Bunda ise Kongreler İktidarı ile başlayan süreçte İttihad ve Terakki siyasetlerinden farklılaşan ve ittifaka katılan değişik İslâm anâsırına geniş alanlar açacağı düşünülen bir yönetim yaklaşımının benimseneceğine duyulan inanç önemli rol oynamıştır.
    Bu beklentilere karşılık Erken Cumhuriyet’in tektipleştirme çabaları Kürtlerle merkez arasındaki ilişkinin şiddetli bir çatışmaya dönüşmesine neden olmuştur. Bu çatışmanın temel nedeni Erken Cumhuriyet’in “toplumun genelinde ne yaptığı”ndan ziyade Kürtlere iktidardan herhangi bir parça vermeyi reddetmesiydi. Bu da Kürtler ile merkez arasında şiddetin yoğun biçimde kullanıldığı bir ilişkinin gelişmesine yol açmıştır.
    Şiddet kullanımı ile bastırılan isyanlar, tektipleştirme siyasetleri, zorunlu iskân uygulamaları, 1950 sonrasında ivme kazanan iç göç sorununun daha karmaşık hale gelmesine yol açtığı kadar onu toplumun genelindeki gelişmelerle daha irtibatlı hale getirmiştir.

    Kürtler ve toplumun geneli
    Buna karşılık bu acılarla dolu süreç Kürt siyasetinin toplumun geri kalanı ve merkezle olan ilişkilerindeki temel belirleyiciyi değiştirmemiştir. Kürt toplumunun sözcülüğü üzerinde tekel kuranlar günümüzde de bu alanda önemli olanın belirli bir coğrafî alanda iktidar paylaşımı/ devri olduğu yaklaşımıyla siyaset şekillendirmektedir.
    Bu nedenle demokratikleşme alanında atılan adımlar Kürt siyaseti ile uzlaşma yaratılması alanında sınırlı etki yaratabilmektedir. Bu siyaset Kürt kimliğini inkâr eden, toplumun genelinde de ağır bir baskıcılık uygulayan merkezle de bu alanlarda önemli liberalleşme sağlayan merkezle de benzer biçimde çatışmıştır.
    Bu açıdan bakıldığında “Türkiyelilik” yaklaşımı ile ciddî bir dönüşüm yaratacağı, toplumun geri kalanına açılacağı izlenimini veren egemen Kürt siyasetinin İlinden ayaklanması sonrasında kurulan Kruşevo Cumhuriyeti benzeri özerklik ilânları üretmesi şaşırtıcı değildir. Bu, egemen Kürt siyasetinin değişimi okumak ve toplumun geri kalanıyla bütünleşmek alanında fazlasıyla ağır kaldığını ortaya koymaktadır.
    Dolayısıyla sorunun siyasal çözümü için Kürt siyasetinin toplumun bütünüyle “iktidar paylaşımı” ötesinde bir ilişki kurması gerekmektedir. “Türkiyelilik”i “coğrafya temelli iktidar paylaşımı taleplerimize destek veren diğer toplum unsurlarına açılma” olarak kavramsallaştıran bir siyasetin bunu gerçekleştirmesi ise fazlasıyla zordur.
    Söz konusu egemen siyasetin Kürtler arasında toplumun geneliyle farklı boyutta ilişki kurmak isteyenlerin seslerini duyurmasına izin vermemesi sorunu daha da çetrefilleştirmektedir. Bu ise çoğulcu biçimde gerçekleştirilecek bir “biz” tasavvuru ile toplumun geri kalanıyla eklemleşilmesini imkânsız hale getirmektedir.
    Bu çerçeveden bakıldığında “demokratikleşme”ye Kürt Sorunu’nu çözecek bir gümüş kurşun biçiminde yaklaşılması doğru değildir. Bu, toplumun genelinde demokratikleşme ve Kürt vatandaşlarımızın doğal haklarının teslimi alanındaki çabaların bir kenara bırakılması gerektiği anlamına gelmez. Ancak Kürt siyasetinin de “çözüm” için kendisinin atması gereken adımlar olduğunu unutmaması gereklidir.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/09/20/demokratiklesme-iktidar-paylasimi-ve-kurt-sorunu

  151. ogürsel

    Burada bir arkadaş vardı bilinen yazar takımı için para alarak yazıp küfretmelerini ve “kimilerini” hedef göstermelerini “normal” buluyordu. Hala aynı mı düşünüyor? Askerî diktatörlükler yazarları mahkemelerde, hapislerde süründürürdü; şimdi paramiliterlerine dövdürtüyor, kemiklerini kırdırtıyorlar… Linç girişimi bu… A. Hakan’a çok geçmeden bir haber gelecektir; “acıdık, öldürmedik! Ona göre!”
    Hangisi daha “uygun”? Hangisi daha faşistçe! Hangisi daha etkili; ve diğer gazeteciler için de hangi yöntem daha caydırıcı ya da kışkırtıcı…
    Belki de “sivil” ve askerî faşizm arasındaki fark bu!
    Ve artık Faşist bir çete olduğuna ait tanım ile bundan böyle doğrudan suç ortaklarının kaderi-yargısı, halkın insafına kalacak…

    ***
    Olur da Doğan Y. grubunu sindirirlerse, o zaman bu ülkede herkesi hallederiz diye düşünüyor olmalılar. Bu ve benzeri siteler, Birgün, Cumhuriyet, Evrensel.. lafı mı olur? “Kimsesiz”, “dilsiz”, “kolsuz, kanatsız” Kürt diyarında insanlar kentleri, kasabalarında aç susuz evlerine hapsediliyor.
    1 Kasım bekleniyor!
    Yazık… Uyandırılan nefret öyle büyük ki; barajı yıkıldı; yıkılacak.. Suç ortakları ne yapacak o zaman?
    *
    Hep yapılırdı; her siyasal iktidarın dayandığı ekonomik sınıflar, uluslararası güçler analiz edilirdi..
    Birisi de RTE ve AKP yi böyle analiz eder mi? Veya böyle bir yazıyı bildirir mi? Sanırım tipik bir oligarşi, yoksa Peronizm dedikleri mi?

  152. ogürsel

    beklenilen oldu!
    Arkası var mı? Anket sonuçlarına göre yenilerine de ihtiyaç olur mu?
    Seçimleri “ertelemek” için bu katliam en azından zamanlama olarak iyi değil! Hani seçimden 1-2 gün önce olsaydı..
    O zaman anket sonuçlarına göre seçimlerden 1-2 gün önce daha da büyük, aynı anda 5-10 yerde katliam mı örgütlemek gerekecek?
    Bu katliam faillerine ait bir uluslararası istihbarat ortaya çıkıverse.. Gerçek failleri gösteren, kuşku uyandıran..
    Yoksa bu iktidarın kanlı oyunu aynen sürecek…
    İçimde aptalca bir iyimserlik var; bir kaç yıla kalmaz bu çete tümü ile bir şekilde layık olduğunu yaşayacak gibi geliyor bana..

  153. ogürsel

    Mersin’de haftalık gazete çıkartıyoruz.
    5-600 basıyoruz. Şimdilik 100 abonemiz var. Masrafları cepten karşılıyoruz. Ticarî kaygı yok. Ortak bir yayın kurulu var. Son yazım..

    http://mersinyasam.net/KoseYazisiDetay.aspx?id=25

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑