Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Otoriter Rejimlerin Yargı Diktatörlüğü

Gün Zileli, Rejimler, Totalitarizm, Totaliter Devletçilik-otoriter Devletçilik

 

 

Bütün rejimlerin “meşruiyet” ve “zor” organları vardır. Totaliter ve otoriter rejimlerde bu tür organlar duruma göre farklılık gösterir. Örneğin, Nazi totaliter rejiminin meşruiyet organı NAZİ Partisi, zor organı SS ve Gestapoydu. Sovyet totaliter rejiminin meşruiyet organı ise SBKP (B), zor organı uzunca bir süre GPU, sonra da NKVD adlarıyla gizli siyasi polis örgütüydü. NAZİ rejimiyle Sovyet rejimi, tek parti diktatörlükleriyle ve terörcü siyasi polis örgütleriyle birbirlerine bir hayli benzerlerdi.

 

Totaliter rejimler daha çok 1930’lu yılların ana trendiydi. Bunlar, savaşla (1945’de Nazi rejimi) ve süreç içinde (1990’da Sovyet rejimi) yıkılıp gittiler. Günümüzde halen ayakta olan Kuzey Kore gibi bazı totaliter rejimler var ama bunlar zamanın ana eğilimini temsil etmiyorlar artık.

 

Zamanımız ana eğilimi totaliter değil, otoriter rejimlerdir. Otoriter rejimler, eski totaliter rejimlere göre kendilerini daha iyi kamufle eder ve “demokratik” rejimler olduklarını iddia ederler. Bu elbette bir iddiadan ve görüntüden ibarettir. Bir yasama organı olarak parlamentoları vardır (Nazi rejiminde Reichtag, Sovyet rejiminde de Sovyet vardı). Totaliter rejimlerde tamamen göstermelik olan ve hiçbir iktidar yetkisine sahip olmayan bu tür organların tersine, günümüz otoriter rejimleri meşruiyetlerini genellikle parlamento seçimlerinden ve parlamentodan alırlar. Yani parlamentolar otoriter rejimlerin meşruiyet kaynağı, Nazi rejimindeki gibi NAZİ Partisi ve Sovyet rejimindeki gibi SBKP (B) değil, parlamentodur. Öte yandan, otoriter rejimler devlet zorunu yine totaliter rejimlerden farklı olarak, polis gücünden yargı gücüne aktarmışlardır. Bu rejimlerde polis, zorun esas uygulayıcısı YARGI’nın kolluk kuvvetinden başka bir şey değildir.

 

Türkiye’de yargı, AKP iktidarı ile birlikte zorun esas uygulayıcı gücü haline gelmiştir. Polis, sadece yargının emrindeki kolluk kuvvetidir. AKP iktidarından önceki rejimde parlamento, sadece meşruiyet kaynağı değil, aynı zamanda zor araçlarına (ordu ve polis) kumanda eden bir konumdaydı. Yargı ise, parlamento ile zor aygıtları arasında asılı kalmış, görece “bağımsız” organlar durumundaydı. Yani doğrudan doğruya iktidarın basit bir baskı aygıtı değildi. Bu yüzdendir ki, böyle bir rejimde polis gücü, siyasi “suçluları” yargıya göndermeden önce işkenceden geçirir, bu yolla “kanıtları” elde eder ve sanıkları yargıya bu tür ifadeler eşliğinde sevk ederdi. AKP döneminde bu tür işkencelere pek gerek kalmamıştır. Çünkü yargı artık tamamen iktidarın denetimindeki bir zor aygıtına dönüşmüştür. Dolayısıyla yargının, insanları mahkûm etmek için işkenceyle alınmış ifadelere ihtiyacı kalmamıştır. İktidarın istekleri doğrultusunda bu işlevini, fazla “delil”e ihtiyaç kalmadan zaten yürütmektedir.

 

Böylece Türkiye, 2002’den itibaren, meşruiyet organı parlamento, zor organı yargı olan, zamanımızın geçerli modeli bir otoriter rejime dönüşmüştür. Bu rejimde ordu, “sınır bekçiliği” dışındaki tüm işlevlerini neredeyse yitirmiştir. Polis, sadece yargının “yakala” dediği sanıkları yakalayan bir kolluk gücü olmanın dışında diğer tüm polisiye işlevlerinden soyutlanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki rejime, meşruiyetini parlamentodan alan, devlet zorunu güdümlü yargıya dayandıran bir otoriter diktatörlük diyebiliriz. Aslında bu otoriter diktatörlüğün totaliter diktatörlüğe dönüşmesine birkaç adım kalmıştır.

 

Parlamento çoğunluğu seçimleri ertelediği, dokunulmazlıkları kaldırdığı ve muhalefet partilerine kayyum atadığında, yargı organları muhalifleri (bugün gördüğümüz gibi) içeri tıktığında otoritarizmden totalitarizme geçilmiş olur. Aslında bu süreç, daha başında da olsak başlamıştır bile.

 

Gün Zileli

12 Temmuz 2025

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

 

8 Comments

  1. hozdol

    “Parlamento çoğunluğu seçimleri ertelediği, dokunulmazlıkları kaldırdığı ve muhalefet partilerine kayyum atadığında, yargı organları muhalifleri (bugün gördüğümüz gibi) içeri tıktığında otoritarizmden totalitarizme geçilmiş olur.” demişsiniz “Otoritarizm-totalitarizm” tanımları tartışılabilir. Ancak Erdoğan’ın yapısı itibarı ile “otoriter” olduğu açıktır. Dini söylemi var ama, özü itibarı ile ben merkezli biri. Bana göre; kendisini değil de dini dayatsa idi, totaliterlik denilebilirdi. Yaptıklarının -bir dindar olarak- dinle bağdaşmayan çok yönü olduğunu/ben merkezli hareket ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Tırnak içine aldığım, belirttiğiniz koşullar gerçekleştiğinde (gündemi yakın takip etmiyorum), demokrasinin biteceği ise açıktır. Şu anda da muazzam yaralıdır. Çünkü hukuk devleti ayaklar altındadır. Kuvvetler ayrılığı bitmiştir. Baskılar işi iyice çığırından çıkarmıştır. Tek teselli seçimlerdir. Belki Duverger’in “seçimle gelen krallar” sözünün; sanırım yazarın kendisinin de tahmin edemediği, demokrasi hakkında soru işaretlerinin doğduğu aşırı bir boyutudur.
    Polis hukukunu azçok bilirim. Zor unsuru polistir. Daha doğrusu kolluktur. Bu tüm demokratik ülkelerde de böyledir/sanırım tüm dünyada böyledir. Kolluğa zor kullanma yetkisi kurulduğundan itibaren verilmiştir (yoksa niye silah taşısın). Önleme ve bastırma görevidir. İdari ve önleme hizmeti bakımından yürütmeye, bastırma (adli hizmetleri görebilme yetkisi bakımından) Cumhuriyet savcısına bağlıdır. Eskiden de böyle idi. Değişen ne? Dediğiniz gibi yargının bağımsızlığını büyük oranda yitirmesi, Erdoğan’ın/Yürütmenin boyunduruğuna girmiş olmasıdır. Pratikte dediğiniz gibi, artık yargıya emir verilebilme durumu doğmuştur. Yürütme, ille polise yüklenme zorunluluğundan kurtulmuştur. Bu durum ceza adalet sistemini, ayrı bir bir erk temelinde olmaktan çıkarmıştır. Korkunç bir hukuksuzluk ve adaletsizlik durumu doğmuştur. Yargı/kolluk ayrımı anlamlı olmaktan çıkmıştır. Özne iktidardır, Erdoğan’dır. Asker konusuna girmiyorum. Askerin siyaset dışı olması gerektiği konusunda mutabık olunması gerektiğini düşünüyorum.
    Eskiden sistem mi önemli, insan mı önemli sorusuna, sistem diye cevap verebilirdim. Şimdi ise “belli olmaz” diyorum. Erdoğan gibi kişiler sistemi aşabiliyor/yıkabiliyor. Acaba aynı kişi örneğin Finlandiya’da olsa yine de aşabilir miydi? Bilmiyorum, ancak mutlaka kendi lehine birtakım değişiklikler yapıp sistemi kısmen de olsa dejenere edebilirdi sanırım. Gündemi yakın takip etmesem de, seçimlerin olacağını ve gideceğini düşünüyorum. Muhalefetin durumu da ayrı ya… Neyse.

  2. Anonim

    abi bu Kuzey Kore’de ve Çin’de de aslında iktidardaki tek parti haricinde bir de bir nevi kayyumlu yönetilen dernek gibi partiler var. Bu partiler her seçimde tek partiyi destekler ve onunla ittifak kurar. Sizce gerçekten insanlar bu yan(cı) partilere inanıyor mu, hiç zannetmiyorum ne diye duruyorlar ki? Rolleri bile yok.
    Örnekler: https://en.wikipedia.org/wiki/Korean_Social_Democratic_Party https://en.wikipedia.org/wiki/Revolutionary_Committee_of_the_Chinese_Kuomintang

  3. Anonim

    Sayın Hozdol,
    Yorumunuzu tamamıyla yanlış anlamış olabilirim: özet olarak ve eğer Orwell’i taklit edersem “bazı politikacılar iyi, bazı politikacılar kötü”. Bu da son 7-10 bin yıldır kafese alınmış insanların kurtarıcı Mesih arama marşı.
    Çok büyük beyinli modern bilim adam kadınlarına göre insan sadece son 300 bin yıl büyük büyük beyinli olmuş ve böylece insan gerçekten insan olmuş. Bırak daha öncekileri (ki bence 2-6 milyon yıldır insan var), hayvanları çalışan De Waal’a göre “Hayvanların ne kadar büyük beyinli olduğunu bilecek kadar büyük beyinli miyiz?’
    İnsanlar sadece hayvanları değil özellikle bitkileri evcilleştirdiğinden bu yana evrenin efendisi olduğuna karar verdi. Teknolojik devrimle (17. yüz yıl) canlı cansız her varlığı kafese almayı başardı. Mesih arama laikleşti, aramaya İLERİCİ solcu devrimci türlü türlü “-izm” ler katıldı. Rusya ve Çin en önemli örnekler. Bu dolandırıcılar Avrupa’nın dış kolonileri soymaları yerine kendi iç kolonilerini soyarak Avrupalılar gibi sarışın mavi gözlü süper beyinli süper ırk oldular. Modi önce halkını beyazlaştıracak, dolayısıyla daha uzun sürecek.
    Her neyse. Gazete-Televizyon-Akıllı Telefon vs bilgileriyle dünyayı anlayanlar için bu yazı hayli uzun oldu.
    Derdim şu: 300 bin yıldır insan mavi gözlü sarışın ama bazıları daha mavi gözlü sarışın, önce tarım devrimi (10 bin yıl önce), sonra teknolojik devri (300 yıl önce) canlı cansız tüm varlıkları kafese alan insanlar aslında bir azınlık. Burada sizin sistem-kişi sorununa hafifçe değineceğim. Kişinin etrafı dalkavuk dolu olmasa kendi başına bir şey beceremez. Hatta tarih öncesi (ki aşağıda çok, çok az değineceğim) bir şef Trump ya da Erdoğan gibi etrafa emir vermeye başlarsa aşiret etrafını sarar herifi gebertirlerdi.
    Yorumumum özünü, en önemli kısmını sona bıraktım. Aşağıdaki alıntılar N. Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” kitabından. Daha önce tarih = zaman geçmesi yoktu. Var olan ya kozmik ya da öznel değişmelerdi.
    Eğitim: İlk Okullar
    Okul Günleri: İlk yağcı/ dalkavuk
    Baba ve Oğul: İlk Çocuk suçu/görevi ihmal etmesi
    Uluslararası İlişkiler: İlk “Sinir Savaşı”
    Hükümet: İlk İki Meclisli Kongre
    Sümer’de İç Savaş: İlk Tarihçi
    Sosyal Reform: İlk Vergi İndirimi
    Kanunlar: İlk “Musa”
    Adalet: İlk Yasal Örnek
    Tıp: İlk Farmakope
    Tarım: İlk “Çiftçi Takvimi”
    Bahçecilik: İlk Gölge Ağacı Deneyi Bahçecilik
    Felsefe: İnsanın İlk Kozmogoni ve Kozmoloji
    Etik: İlk Ahlaki İdealler
    Acı ve Teslimiyet: İlk “Eyüp”
    Bilgelik: İlk Atasözleri ve Deyimler
    “Ezopya”: İlk Hayvan Masalları
    BENDEN EKLEMELER
    1. Sümer / Avrupa; Avrupa / Amerika: Diğer bir deyişle, Avrupa kolonilerinde ilk ve ölüm saçmada en başarılı Avrupa Klonu (Frankenstein’i) Amerika.
    2. Büyük Beyinlilik: İlk Yapay Zeka. Sümer tüccarlarıyla alış-veriş yapanlar Sümerlilere “Beyinlerini ceplerinde taşıyanlar” adını takmışlardı.
    Şu an bunların yetiştirildiği büyük beyin fabrikaları, özür dilerim ÜNİVERS-Siteleri, Trump’ın ayağına kapanmışlar. Avrupa hakeza. Kanada, Avustralya, Japonya, Çin, Rusya … hakeza. Diğerleri de karşı çıkma filmi çeviriyorlar.
    Tabii her zaman hazır ve nazır, 7-10 bin yıllık tarihi tatlı dille tatlıya bağlamaya çalışan solcular, devrimciler, kısacası İLERİCİ kurtarıcı Mesih bekleyenler de var. İLERİCİLER Sümer’den önce TARİH olmadığını bile bilmezler. Haklılar da, çünkü tarih öncesi toplumlar kurtarıcıya inanacak kadar enayi değillerdi, karınları acıkınca yiyecek olan yerleri bilirlerdi. Sadece son 300 bin yılı kıstas alırsak, sitedeki yazıların çoğunluğu dolandırıcıların becerilerinin anlatımı, son 7-10 bin büyük-küçük beyinlileri beyinlerinde fışkıranlar. Ne yazık ki, bunların %90’ı da zamanımız laik “herkes herkese karşı, tanrı da herkese karşı” dininin müminleri.
    Zamanı (Tarihi) ya tefeciler ya da cimriler ölçer. Örneğin, dalkavuklar dalkavuğu bilim adam ve kadınları. Bunu da Trump, Xi Jinping, Putin, Netanyahu ve klonları diğer devlet başkanlarına hizmet için seve seve yaparlar.

  4. Anonim

    Sayın Hozdol,
    Ben gerici olduğumdan yorumlarım bu İLERİCİ (= ESKİ KÖTÜ, YENİ İYİ) sitede, haklı olarak, yayınlanmıyor. Fakat bir İLERİCİLİK erdemim var: Hayli yaşlı olmama rağmen, hala hafta içi, sağ ve sol İLERİCİLERİN üretimi ve tüketimi arttırma mesihi / kurtarıcısı EMEKÇİYİM. Sadece hafta sonu bir şeyler yazmaya zamanım ve enerjim oluyor.
    Yazınızdan bazı alıntılara yanıtlar vermek istedim.
    1. “Tek teselli seçimlerdir. Belki Duverger’in “SEÇİMLE GELEN KRALLAR” sözünün; … demokrasi hakkında soru işaretlerinin doğduğu aşırı bir boyutudur”
    Cevabım: İkinci Dünya Savaşından sonra Batı, Nazilerden çok güzel bir ders aldı: Eğer İNSANLAR ÖZGÜRCE BOYUN EĞERLERSE, onları yönetmek çok daha kolay.
    Ben buna sadece bir atasözü ve bir eleştiri ekledim: “Ağzında kemik olan köpek ısırmaz” ve bu da sadece zengin ülkelerde geçerlidir.
    Bence Türkiye resmi olarak “zenginleşme yolunda” ise de, hayli zengin bir tabaka var, özellikle katı Müslümanlar kitlesi içinde.
    Tarih bilmeyenlere bir uyarı: Katı dincilikle ticarette başarılı olmak arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bakınız mesela, Le Goff’un “Marchands et banquiers du Moyen Âge” ve Max Weber’in “The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism”. Üstelik İslam’ı tüccarlar yaydı.

    2. “Askerin siyaset dışı olması gerektiği konusunda mutabık olunması gerektiğini düşünüyorum.”
    Cevabım: Tarihsel olarak ordu çoğu zaman devletin siyasi alanıyla iç içe geçmiş, hatta bazen merkezi bir siyasi organ olarak hareket etmiştir. Ordu doğası gereği siyasidir. Siyasi bir bağlam içinde faaliyet gösterir ve bir dereceye kadar siyasi tarafsızlığını korusa bile siyasi kararlara tabidir. Askeri eylemler, tavsiyeler ve hatta sessizlik dönemlerinin hepsi siyasi sonuçlar doğurabilir

    3. “Eskiden sistem mi önemli, insan mı önemli sorusuna, sistem diye cevap verebilirdim. Şimdi ise “belli olmaz” diyorum. Erdoğan gibi kişiler sistemi aşabiliyor/yıkabiliyor. Acaba aynı kişi örneğin FİNLANDİYA’DA olsa yine de aşabilir miydi?”
    Cevabım: Aşağıdaki en son haberler arasında.
    “Kanada’dan Finlandiya’ya kadar uzanan bir ABD neo-Nazi dövüş kulübü hızla dünyaya yayılıyor.”
    Ama daha da derinde yatanlar da var. Yalnızlık içinde kıvranan yaşlıları soyanlar vb.
    En şahane eleştiri de “İnsanları severim ama İnsancılıktan nefret ederim” sözünü sonsuz beğendiğim Aki Kaurismäki’den. Filmleriyle her yıl ilk 5 en mutlu ülkeler arasında yer alan Finlandiya’da mutluluk bataklığında çırpınan insanları işler.

    Son olarak da bu sitede okuduğum akıl almaz bir alıntı var:
    “Güçlü demokratik gelenekleri olan ABD’de bir tek Demokratlar seslerini yükselttiler Trump’a karşı… ”
    Eski günahlarını çıkarmakla meşgul olanların duymadığı ABD haberleri:
    (“The land! don’t you feel it? Doesn’t it make you want to go out and lift dead Indians tenderly from their graves, to steal from them—as if it must be clinging even to their corpses—some authenticity, that which—
    Here not there. ”
    In the American Grain by William Carlos Williams)
    “Toprak! Hissetmiyor musun? Dışarı çıkıp ölü Kızılderilileri mezarlarından şefkatle kaldırmak, onlardan bir şeyler çalmak -sanki cesetlerine yapışmış olan- gerçeklik (özgünlük, otantiklik) istemenize neden olmuyor mu?
    Burada, orada değil”
    Bu konuda kalırsam, Amerikalılar arasında dolaşan iki deyiş:
    1. “Şef çok, Kızılderili yok!” (tam tersi ABD: Trump TEK, köle olmuş Amerikalı sayısız)
    2. “Kızılderili hediyesi” (anlamı: Eğer Kızılderili sana bir şey verirse, karşılık bekler. Kızılderili için hediye bir sosyal ilişki, sağ-sol devrimcilerin allahı madde değil. Amerikalı ise bunu cimrilik olarak görür, doğuştan bir sağ-sol devrimci, maşallah!
    Her neyse.
    ABD ve yeni Mesihi Trump, orada doğanlar da dahil, mültecileri içeride ve dışarıda, tabii rüşvet karşılığı, dalkavuk ülkelerde, Netanyahu-sadist Siyonist ve genç kadın-erkek askerleri kadar zalim emekçilerin çalıştığı hapislere yollar ama kendilerin hepsi mülteci katillerin torunları.
    “Avrupa kolonist katillerin kolonileri arasında kendilerinin TEK bir tam başarılı klonu oldu: ABD. Ve bakın şu çirkin canavara.”
    Franz Fanon
    Not: Hannah Arendt’ı çok severim ama o bile bu lafa gocundu.

  5. Anonim

    Not: Bu, nedense, yayınlanmayan ilk cevabım.
    Sayın Hozdol,
    Yorumunuzu tamamıyla yanlış anlamış olabilirim: özet olarak ve eğer Orwell’i taklit edersem “bazı politikacılar iyi, bazı politikacılar kötü”. Bu da son 7-10 bin yıldır kafese alınmış insanların kurtarıcı Mesih arama marşı.
    Çok büyük beyinli modern bilim adam kadınlarına göre insan sadece son 300 bin yıl büyük büyük beyinli olmuş ve böylece insan gerçekten insan olmuş. Bırak daha öncekileri (ki bence 2-6 milyon yıldır insan var), hayvanları çalışan De Waal’a göre “Hayvanların ne kadar büyük beyinli olduğunu bilecek kadar büyük beyinli miyiz?’
    İnsanlar sadece hayvanları değil özellikle bitkileri evcilleştirdiğinden bu yana evrenin efendisi olduğuna karar verdi. Teknolojik devrimle (17. yüz yıl) canlı cansız her varlığı kafese almayı başardı. Mesih arama laikleşti, aramaya İLERİCİ solcu devrimci türlü türlü “-izm” ler katıldı. Rusya ve Çin en önemli örnekler. Bu dolandırıcılar Avrupa’nın dış kolonileri soymaları yerine kendi iç kolonilerini soyarak Avrupalılar gibi sarışın mavi gözlü süper beyinli süper ırk oldular. Modi önce halkını beyazlaştıracak, dolayısıyla daha uzun sürecek.
    Her neyse. Gazete-Televizyon-Akıllı Telefon vs bilgileriyle dünyayı anlayanlar için bu yazı hayli uzun.
    Derdim şu: 300 bin yıldır insan mavi gözlü sarışın ama bazıları daha mavi gözlü sarışın, önce tarım devrimi (10 bin yıl önce), sonra teknolojik devri (300 yıl önce) canlı cansız tüm varlıkları kafese alan insanlar aslında bir azınlık. Burada sizin sistem-kişi sorununa hafifçe değineceğim. Kişinin etrafı dalkavuk dolu olmasa kendi başına bir şey beceremez. Hatta tarih öncesi (ki aşağıda çok, çok az değineceğim) bir şef Trump ya da Erdoğan gibi etrafa emir vermeye başlarsa aşiret etrafını sarar herifi gebertirlerdi.
    Not: İlk İslam imparatorluğu Emevilerin emiri ölüme yaklaşmış, tahtı devir derdinde. Ekabirleri toplantıya çağırır ve tahtı oğluna bırakmayı düşündüğünü açıklar. Hala aşiret kafası ile düşünen ekabirlerden bir kılıcını çeker ve “kimin emir olacağına işte bu karar verecek” der. Ne mutlu tarih bilmeyenler!
    Yorumumum özünü, en önemli kısmını sona bıraktım. Aşağıdaki alıntılar N. Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” kitabından. Daha önce tarih = zaman geçmesi yoktu. Var olan ya kozmik ya da öznel değişmelerdi.
    Önce bir uyarı: Avrupa Mezopotamya’ya ne ise, Amerika Avrupa’ya o!
    Eğitim: İlk Okullar
    Okul Günleri: İlk yağcı/ dalkavuk
    Baba ve Oğul: İlk Çocuk suçu/görevi ihmal etmesi
    Uluslararası İlişkiler: İlk “Sinir Savaşı”
    Hükümet: İlk İki Meclisli Kongre
    Sümer’de İç Savaş: İlk Tarihçi
    Sosyal Reform: İlk Vergi İndirimi
    Kanunlar: İlk “Musa”
    Adalet: İlk Yasal Örnek
    Tıp: İlk Farmakope
    Tarım: İlk “Çiftçi Takvimi”
    Bahçecilik: İlk Gölge Ağacı Deneyi Bahçecilik
    Felsefe: İnsanın İlk Kozmogoni ve Kozmoloji
    Etik: İlk Ahlaki İdealler
    Acı ve Teslimiyet: İlk “Eyüp”
    Bilgelik: İlk Atasözleri ve Deyimler
    “Ezopya”: İlk Hayvan Masalları
    BENDEN EKLEMELER
    1. Sümer / Avrupa; Avrupa / Amerika: Diğer bir deyişle, Avrupa kolonilerinde ilk ve ölüm saçmada en başarılı Avrupa Klonu (Frankenstein’i) Amerika.
    2. Büyük Beyinlilik: İlk Yapay Zeka. Sümer tüccarlarıyla alış-veriş yapanlar Sümerlilere “Beyinlerini ceplerinde taşıyanlar” adını takmışlardı.
    Şu an bunların yetiştirildiği büyük beyin fabrikaları, özür dilerim ÜNİVERS-Siteleri, Trump’ın ayağına kapanmışlar. Avrupa hakeza. Kanada, Avustralya, Japonya, Çin, Rusya … hakeza. Diğerleri de karşı çıkma filmi çeviriyorlar.
    Tabii her zaman hazır ve nazır, 7-10 bin yıllık tarihi tatlı dille tatlıya bağlamaya çalışan solcular, devrimciler, kısacası İLERİCİ kurtarıcı Mesih bekleyenler de var. İLERİCİLER Sümer’den önce TARİH olmadığını bile bilmezler. Haklılar da, çünkü tarih öncesi toplumlar kurtarıcıya inanacak kadar enayi değillerdi, karınları acıkınca yiyecek olan yerleri bilirlerdi. Sadece son 300 bin yılı kıstas alırsak, sitedeki yazıların çoğunluğu dolandırıcıların becerilerinin anlatımı, son 7-10 bin büyük-küçük beyinlileri beyinlerinde fışkıranlar. Ne yazık ki, bunların %90’ı da zamanımız laik “herkes herkese karşı, tanrı da herkese karşı” dininin müminleri.
    Zamanı (Tarihi) ya tefeciler ya da cimriler ölçer. Örneğin, dalkavuklar dalkavuğu bilim adam ve kadınları. Bunu da Trump, Xi Jinping, Putin, Netanyahu ve klonları diğer devlet başkanlarına hizmet için seve seve yaparlar.

  6. hozdol

    Değerli Hocam.
    (Uzun yazanlardan pek hazzetmezdim ama, insan eleştirdiği şeye maruz kalıyor.)
    Emekliliğin bahşettiği vaktin imkânı ile bilgisayarın başına geçtim. Gün beyin sitesine aralıklarla ama pek ihmal etmeden bakıyorum. Yaptığım yoruma cevap yazdığınızı görünce memnun oldum. Cevabınıza “Sayın” diye başlamanız da güzeldi (çok aldırmam bunlara aslında, sonrasına giriş olsun diye yazdım), ama ilk birkaç cümlenizi okuyunca içimden negatif bir his gelip geçti. Gün bey’e “Yahu benim gibi sosyalistlerin yazdıklarına yer vermez iken, gericilerin (yani ben oluyorum) yorumlarını yayınlıyorsun” demek istemişsiniz gibi geldi. Gericiliği kabul etmem tabii ki de, insanlığın çeşitli aşamalardan geçtiği biçiminde bir tarih görüşünde, dindarlar epeyce geri bir aşamada kalıyor ise, böyle demek sanki/görüş uyarınca bir tespit gibi olabilir. Çeşitli/farklı görüşlerin veya diğer kişi görüşlerinin ifade edilmesine tahammülsüz dönemler olabiliyor. Özellikle rakiplerinizi veya mücadeleye beraber başladığınız dostlarınızı(geçici/taktiksel) ekarte edip, iktidarı iğreti biçimde tek başınıza ele geçirdiğiniz ilk dönemlerde böyle olabilir. Kök salıp korkmanız azaldıkça tolerans artabilir. Bizim durumumuz ise herhalde bunla ilgili değil. Kısıtlama gereksiz. Hatta faydalı bile olabilir. Bir de gözlemim var benim; insanlar/örgütler kendilerine çok uzak olanlardan ziyade nisbeten daha yakın olanlara karşı daha acımasız davranabiliyor (Gün bey’e bunları kesinlikle yakıştırmam.).
    Bu sitede daha önce de yorum yazdığınızı biliyorum. Her ne kadar “Anonim” deseniz de, yazılarınızda öyle bir sitil ve içerik var ki, aynı kişiden çıktığını anlamamak mümkün değil. Birikiminiz açık ve en az iki yabancı dili kullanabildiğiniz belli. Ancak yine açıktır ki, bunlar hakikati yakalamanın garantisi değiller/olmamışlar. Ben şöyle düşünüyorum; birçok filozof gelmiş geçmiş. Birikimlerinin hele hele akıl yürütmelerinin benden aşağı olmadığını rahatlıkla varsayabilirim. Ama hiçbirinin dediği diğerininkini tutmamış. En azından tam tutmuyor. Körlerin fili tarif etme çabasıdır bence.
    Hocam sadede geleyim. İkinci cevabınızdan başlamak istiyorum. Bundan da önce belirteyim ki, Müslümanların temsilcisi falan değilim. Dindarlar siyaseten zaten çok bölük pörçükler. Ben kendimin temsilcisiyim. Tayyibçi hiç değilim. Esasen bunlar imanın bir parçası da değil.
    İkinci cevabınızda “…Askeri eylemler, tavsiyeler ve hatta sessizlik dönemlerinin hepsi siyasi sonuçlar doğurabilir” demişsiniz. Tamamen katılıyorum. Bunları yaşadım ben zaten. Benim karşı olunması gerektiğini söylerken kastettiğim, seçilmişleri iktidardan uzaklaştırmaları ve kendilerinin yürütmenin başına geçme durumu; yani darbe yapmalarıdır. Ancak açıkça söylemek gerekir ise, bu fikrimin doğruluğundan şüphe ettiğim durumlar da var. 80 ihtilalinde 16 yaşında idim. O zamanlar yaşadığım İstanbul KMPaşa/Fındıkzade semtinde bir solcu (Niğde), bir de ülkücü (Trabzon) talebe yurdu vardı. Bunlardan birinin bulunduğu sokaktan diğerinkine geçemezdik, korkardık. Kamu hizmetini tarafsızlıkla görmesi gereken kurumlar bölünmüştü; tabir caizse paralize halde idiler. Ben bunları kafamdan geçirince; ihtilal olmasa idi daha iyi mi olurdu? sorusunu şüphe ile sorarım. Askerler ne kadar kendileri ittirdiler, bilmiyorum. Geleceğe yönelik olarak/ve ilke olarak, darbelere karşı olmak gerek. Siyasete katkı yapacaklardır tabii ki.
    Birinci cevabınızda yer verdiğiniz sözler ve tespitlerde de karşı olmamı gerektiren bir şey göremedim. Buradan, seçimle iktidara gelmeye de karşı olunması gerektiği sonucunu çıkarmam gerekiyor ise, buna katılmam tabii ki. Azınlıktakilerin propaganda olanaklarından faydalanabildikleri, çoğunluk haline gelebilme yollarının açık olduğu dönemsel seçimlerle iktidara gelen bir yönetime ben karşı değilim.
    Üçüncü cevabınızdan; sistem değil insan önemlidir dediğiniz sonucuna vardım. Ben de -insanına göre, grubuna göre- bunun doğru olabileceğine katılıyorum. İnsanın yapabilecekleri her sistemde aynı olmaz tabii ki, sistemin hiçbir önemi yok da denilemez herhalde. Diğer yandan “ABD: Trump TEK, köle olmuş Amerikalı sayısız” tespiti ile tam olarak aynı noktada değilim. Tespitin “köle olmuş Amerikalı sayısız” kısmına -“köle”mi denmeli bilmiyorum ama- büyük oranda katılırım. Değer verdiğim uluslararası ilişkiler uzmanı Prof Dr. Hasan Köni, Abd’yi lobitokrasi olarak nitelemiş idi. Buna katılıyorum; yahudi lobisi, silah lobisi, ilaç lobisi v.s. hem kongreyi, hem başkanı domine edebiliyor. Seçimleri de paranın gücüne bağlamışlar. Demokrasisi bu anlamda, yani oligarşik yapıların muazzam çarpıtma gücü anlamında, Türkiye’den bile geri denebilir gibime geliyor.
    Hocam, ben altmışımı geçtim. Siz de yaşlı olduğunuzu belirtmişsiniz. Sağlık, huzur diliyorum.

  7. Anonim

    Değerli Hozdol, Merhaba
    Son derece acele bir yanıt.
    En başta yazınızdaki inceliğinize teşekkür ederim.
    Önce çok önemli bir düzeltme: “Yahu benim gibi sosyalistlerin yazdıklarına yer vermez iken, gericilerin (yani ben oluyorum) yorumlarını yayınlıyorsun” demek istemişsiniz gibi geldi.
    Aslında ben gerçekten gericiyim. Bence, yazılarımda bu çok apaçık. Örneğin 300 bin yıllık insan tarihinin (tarım devrimi ile başlayan) son en 10 bin yılın yarattığı düşünceler kalıbına sokulmasına sık sık karşı çıktım. Hayvan ve bitkileri “Doğa Kaynakları” görmek bile beni tiksindirmekte. 17’nci yüzyıldaki Teknolojik devrimle buna cansızlar da eklendi. Hatta insan yerine “İnsan Kaynakları” devri yaşıyoruz.
    Tabii, bunlar daha uzun sohbetlerle aydınlığa kavuşabilir ama ben pek yazmasını da bilen bir kimse değilim ve bataklığa çabuk batarım.
    Cevabınızda açıkça olmasa da bende bir dogmatiklik hissettiğiniz ima edilmiş gibi. Ben tam tersine inandığım için hemen bir cevap vereyim dedim.
    İlki bir İranlı filozoftan: “Bu yolu tutanlar asla yorulmazlar. Çünkü yol ve amaç aynı!”
    İkincisi biraz uzun, çok kısaltarak anlatacağım.
    Bir adam bir sabah uyanır, içeri çok güzel bir kadın girer ve “dile benden ne dilersen” der. Adam dalga geçiyordur diye dondurma ister. Kadın gider dondurma alır gelir. Kısacası, adam her gün yeni bir şey ister: en iyi futbolcu, en iyi şarkıcı, sayısız kadınlarla sevişmek, her gün biftek yemek vs. vs. vs. Nihayet bir gün sorar: “Yahu ben neredeyim?” Kadın, “sen trafik kazası geçirdin, öldün ve öbür dünyaya geldin” der. Adam “ama imkansız burada sayısız kötü insanlar var” der. Kadın, “Ölen herkes buraya gelir. Zaten birbirinizi boğazlayıp duruyordunuz, sizi cennet cehennemle korkutmak için propaganda yaptık.” der.
    Bir gün adam tereddüt içinde ve kadın hissedip “sor, çekinme” der. Adam da, “ben yaşarken ölünce her şey sona erecek ve tekrar maddeye dönüşeceğiz diye düşünürdük” der. Kadın “istersen öyle yaparız” der. Adam da “peki, bunu isteyen diğerleri de var mı?” diye sorar. Kadın “evet hatta çoğunluk bir süre sonra bıkıp tamamıyla yok olmak isterler” der. Bu defa adam sorar “peki, hiç ölmek istemeyenler var mı?” Kadın “var ama çok az” der. Adam sorar “peki onlar ne yapıyorlar?” Kadın cevap verir: “Konuşuyorlar!”
    Doğru ki benim çok derinden inandığım bir görüşüm, bir dogmam var. Bence tarım devrimi ile insan, hemen değilse de, bir süre sonra (MÖ 1000-MS 600) evrenin asıl efendisinin kendisi olduğunu sezdi ve kendini Tanrı edip yukarıya koydu. Bu bir çeşit ayıp donuydu ve Rönesans ile daha açık ilan etti.
    Bunu dile getirenlerden biri devrimden önceki Rusya.
    Not: Anahtar kelime büyülü dünya. Çocuklar dünyayı öyle görürler. Buna “numinous” dünya denir ve kelimenin tanımına bakarsanız, insanların önünde huşu içinde secdeye vardığı PARA dışında her türlü laik tanımlarla beyin yıkamalarını görürsünüz.
    Rusya bu büyülü dünya ile karşılaştığında, şairler, yazarlar, bir çeşit donarlar. Batı çılgınlığı bir yana, Rus entelijansiyası ve Bolşevikler bolluk yaratma geleceğine hazırlanırlar.
    Bence tarım devrimine kadar (tabii hemen sona ermedi ve hala hayvanlarla konuşanlar, bozuk makineleri tekmeleyenler var) insanlar böyle bir dünyada yaşadılar.
    Her neyse, gerçekçi, materyalist, bilim-tekniksel… Tek boyutlu insanların yarattığı dünyanın durumu apaçık: İklim ve Nükleer Savaş felaket olasılıkları.
    Selamlar

  8. Anonim

    Eleştiri hem sever hem sevmez sitesine hoş geldiniz!
    ŞU AN “HER ŞEY TEORİSİ” SON DERECE MODA
    Mistik Formülü “Körlerin fili tarifi” eski bir “her şey teorisi”.
    Mahalledeki fakir kızların kahve fallarında daima o zamanların hayatını en iyi kazananlardan biri olan bir subay geldiğini gören zavallı annem daha henüz Marksist ve Anarşist EMEK savunucuları peyda olmadığından verdiği FİKRİ EMEĞİ karşılığı sadece iyi haberi duyan genç kızların umudu ve sevgisi ile yetinirdi. Ama şimdi ne güzel! Diploma veren OKULLAR ve FİKRİ MÜLKİYETİ koruyan ve savunan DEVLET yasaları var!
    DEVLET ve OKUL deyip geçmeyin! Örneğin bulunduğum ülke dolandırıcı ile enayiyi kardeş yapan uluslaşma gününü kutladığı için bir EMEKÇİ olarak tatilden faydalandım. Neyse ki bu ULUSAL günü kutlamak isteyen sol devrimciler ve işçi sendikaları devreye girip emekçiyi tatilde bile Marksist ve Anarko Kapitalist – Anarko Komünist kafa ütüleme nutuklarına davet etmediler!
    DEVLET, zamanımız teslisi, BABA OĞUL VE KUTSAL RUH yani DEVLET SANAYİ ve BANKA üçlüsünden biri.
    OKUL da doğayı “Doğa Kaynakları” ve insanı “İnsan Kaynakları” at gözlükleriyle gören faydalı enayileri, bilim/teknik adam ve kadınlarını hazırlar.
    Marksistler, Anarko Kapitalist – Anarko Komünistler ve Kapitalistler kardeşçe bu enayileri üreten okul açmalarını savunurlar. Yoksa bir şey mi saklıyorlar?
    Milyonların “Embesil” Trump’ın (aynı şey her ülkede geçerli) ayaklarının altını yalamaları bile bu embesilleri taş uykularından uyandıramıyor.
    Daima dünyanın en mutlu ilk beş ülkesi arasında olan Finlandiya rejisörü Aki Kaurismäki’nin şahane bir lafı var: “Amerika’ya gidin, orada her şey satılabilir.”
    Amerikalılara MİSTİKLİK satışı yapmak isteyen, ileriden bile haber alma antenleri güçlü, MİSTİK Halil Cibran duymuş olmalı, Amerika’ya kapak atar ve büyük beyinlilerin elinde tamamıyla aptallaşmış halka bir teselli olacak MİSTİK “Körlerin fili tarifi” altın yumurtasını yumurtlar. Şu an yaşanan dünyaya en uygun ve çok daha iyi satışı olabilecek bir Türk atasözü var: “Ölümden başka her şey yalan.” Trump “paradan başka her şey yalan” der, secdeye yatanlar milyonları aşar, bunu TikTakTok’a koy, milyarlar kazanırsın.
    Hem de şu an Amerika’da şarlatanlık yapan son zamanların Halil Cibran’ı bir Türk de var: Mehmet Öz. Tek fark, Trump’ın dalkavuğu olan bu herif zavallılara şekerleme dağıtmıyor, fakir oldukları için ölüme sürüklüyor.
    Her şeye rağmen anlamadığım bir şey var: “Körlerin fili tarifi” yerine sonsuz daha derinlere inen Yunus Emre’nin sözü var: “Hayatım boyunca Allah’ı aradım, buldum. Peki şimdi?” Neden acaba sorunun bilgi değil insanın kendisi olduğuna işaret eden Yunus değil de bu “BİLGİ” bir saplantı olmuş? Yoksa insan, dolandırılma nedenlerinin bilgiden kaynaklandığını sezmiş mi? İki ilk günahtan birinin bilgi ağacının meyvesini yemek olduğu Medeniyet’in doğduğu yerde ilan edilmesi sadece bir tesadüf mü? Unutmayın ilk Medeniyet ile ilk OKULLAR beraber peyda oldu.
    Peki, istisna yok mu? Var ama az. Şimdilik tek bir örnekle yetineceğim.
    Kaynak: Wing-tsit Chan’ın “Çin Felsefesi Kaynak Kitabı, Konfüçyüs’çülük öncesinden Çin Komünizmine kadar Çin düşüncesinin anıtsal bir özeti”
    ( A Source Book in Chinese Philosophy, A monumental compendium of Chinese thought, from pre-Confucianism to Chinese Communism”)
    Kitabın “Chuang Tzu’nun MİSTİK Yolu” bölümünden bir alıntı. Allah, Allah yine karşımıza MİSTİK lafı çıktı! Neyse, devam edeyim.
    Kaynak: Çin Heredot’u olarak bilinen Ssu-ma Ch’ien (145-86 B.C.?).
    ” Ünlü tarihçi ve Chuang Tzu’nun ilk biyografi yazarı olan Ssu-ma Ch’ien (M.Ö. 145-86?), onun çalışmalarını “gerçeklere dayanmayan boş konuşmalar … öncelikle kendini memnun etmeyi amaçlayan ve İNSANLARIN YÖNETİCİLERİ İÇİN YARARSIZ” olarak nitelendirmiştir
    Bak şu Chuan Tzu’ya Trump ve benzerleri önünde milyonlarca büyük beyinliler gibi secdeye yatmamış.
    Şimdi, ben de günümüzde her nanosaniye fırlayan reklamcılığa katılacağım. Hitler’i atom bombası yapmaya ikna etmeye çalışan ve kuantum fiziğin kurucu babalarından biri, Heisenberg, zamanına kadar bir bilim adamının asla yapmayacağı bir şey yapar. Chuan Tzu’unun insanların ve özellikle Heisenberg gibilerin mekanik kalpli olduklarını anlatan bir düşüncesini aktarır.
    Bakın milyonların beyinlerinden daha büyük beyinli Heisenberg bile filin ne olduğunu anlamış!
    Önemli ve başta gelenlerden olan Neo-Konfüçyüs’çü Chu Hsi (1130-1200), “Lao Tzu hala bir şeyler yapmak istiyordu ama Chuang Tzu hiçbir şey yapmak istemiyordu. HATTA NE YAPACAĞINI BİLDİĞİNİ AMA SADECE YAPMAK İSTEMEDİĞİNİ SÖYLEDİ.”
    Tüm bilim adam-kadınlarının atası ve kopya ettikleri dalkavuk Arşimet’e hiç benzemiyor. Arşimet, heyecan içinde çırıl çıplak koşturup Sicilya’nın en büyük dolandırıcısına nasıl dolandırılmayacağını müjdeler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑