Mehmet Akkaya / ROMAN VE POLİTİKA: MEYVESİZ MEVSİMLER
Solda Mehmet Akkaya, sağda Gün Zileli
Yakın tarihimizde, “68 olayları” olarak bilinen hareketten bu yana yaklaşık elli altmış yıl geride kaldı. Dönemin ekonomi-politiği olsun kapsamlı bir felsefesinin yapılması olsun henüz gerçekleşmedi. Yine de, gelişigüzel olmakla birlikte “1968 Hareketi” üzerine birçok teorik analiz yapıldığına, sonuçlar çıkartıldığına tanıklık ediyoruz. Konuya dair birçok sinema filminin yapıldığını, öykü ve özellikle romanların yazıldığını da biliyoruz. Politik-aktivist olarak tanınan ve dönemin militan kimliklerinden birisi olan yazar-romancı Gün Zileli, İletişim Yayınları arasında çıkan Mevsimler adlı romanıyla döneme ilişkin devrimci mücadeleden dinamik kesitler sunuyor.
Romanda birçok gerçek kişiden, olay ve örgütlerden söz edilse de metnin ağırlıklı özelliği bir kurgu oluşudur. Behice Boran, Mihri Belli ve M. Ali Aybar’dan 1971’in militan kuşağı Mahir Çayan ve İbrahim Kaykapkaya’ya denli pek çok gerçek karakterin de anıldığı Mevsimler romanı, bir solukta okunacak özellikte kurulmuş. Biçimsel açıdan pek çok niteliği temsil ettiği ilk anda fark edilmektedir. Genel veya büyük olayın kuruluşu ve ona eşlik eden küçük öykülerin akıcılığı romanı sıkıcı olmaktan çıkarmıştır.
Romanın içeriği de pek çok açıdan tahrik edicidir. Roman kişilerinden birisinin şu ifadeleri oldukça kışkırtıcıdır: “Stalin’in Boğazları talep etmesi üzerine ne demişti İsmet İnönü? Amerika bize sahip çıkmasaydı halimiz kötüydü efendim. Çin’le birlikte komünizm tehlikesi bütün Asya’yı sardı, hatta bütün dünyayı. Kore Harbi’ne iştirak etmemiz bir mecburiyetin neticesiydi. NATO’ya iştirak etmemiz de öyle.” Mevsimler’i, yaşayan bir insanın yerine koyarsak burada dile getirilenler, -Stalin eleştirisiyle başladığı için- romanın ruhunu oluşturmaktadır denilebilir.
Mevsimler, Türkiye toplumunu çözümlemede ve Türkiye sosyalist hareketini değerlendirme açısından birçok tezi de içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla Mevsimler’in siyasal bildirisinde dile getirilenler tartışma kaldırır cinsten düşüncelerdir. Roman; Gediz, Suat, Rümeysa, Atok, Sibel ve Ferit diye sınırlandıracağımız ana karakterler ve bunlarla ilişkileri babında ikincil konumda yer alan birkaç kişi üzerinden yürümektedir. Yalın bir roman olması bakımından olumlu ve ilk okumada kolaylıkla anlaşılır bir eserdir. Bununla birlikte olaylar ve kişiler büyük oranda abartılı bir tarzda verilmiş, sosyalist mücadeleye eleştirel bir bakış getirelim derken değerlerin tüme yakını aşındırılmıştır. Her şeye rağmen Mevsimler, piyasa romancılarının (O. Pamuk/Masumiyet Müzesi, A. Ümit/İstanbul Hatırası, E. Şafak/Baba ve Piç vb) romanlarına oranla güzeli gerçekleştirmekte daha inandırıcı ve tabir caizse bizdendir.
Başka bir yazımda (Marksizm mi Anarşizm mi?) Gün Zileli’nin görüşlerini siyasal ve felsefi-ideolojik açıdan açıklamış ve eleştirmiştim. Mevsimler bağlamında ise onun estetiğini eleştirmiş/değerlendirmiş oluyorum. İtiraf edelim ki, Zileli iyi bir bilinç, yüksek bir zeka ve yaratıcı düşünce bakımından olumlu yerde duruyor. Konumuz açısından söylersek, bu yaratıcı düşünüş tarzını sanat ile politikayı ayırmadan sunmasında arayabiliriz. Onun optiğinde ‘sanat da siyasetin estetik alanda sürdürülmesidir’.
Bu noktada altı çizilmesi gereken, sanat ile siyasetin birlikte verilirken siyasetin sanata kumanda edip etmediğidir. Kesin bir yargımı söylemeliyim ki, siyasetin sanata kumanda etmesiyle kurulan eserler kötüdür/çirkindir. Siyaseti izole eden, yapısında bir fikrin barınmasına olanak vermeyen sanat eserinin de nitelikli olduğu kuşkuludur. Aynı zamanda siyasal bildirisi olmayan eserin de güzelliği şüphe götürür.
Bu kriterler açısından Mevsimler romanının başarısı tartışma kaldırır türdendir. Çünkü romanın güzelliği “anarşist felsefe”nin doğrulanması uğruna zedelenmiştir. Buna bağlı olarak altı çizilmesi gereken ikinci nokta ise bir sanat eserinin siyasal bildirisinin ve felsefesinin yanlış olmasıdır. Bu kriter bakımından da Mevsimler başarısızdır. Bu yüzden Zileli’nin romanını, meyvesiz ağaca benzetebiliriz. Bu kriterler üzerinden ayrıntılı bir değerlendirmeyi başka bir yazımda yapacağımı umuyorum.
Tüekiye’de sanat hep ideolojik yapılmıştır hatta sol ideoloji sanata damgasını vurmuştur.Öyle ki bazı sözde yazar ve sanatçılar tamamıyla bu ideolojik tutumları yüzünden parlamış,parlatılmıştır..Bu nedenle Türk toplumuyla sanat arasında uçurumlar vardır..
Gün Zileli’nin ise dili çok akıcı ve kitapları sıkmadan kendini okutuyor,mesela yarılma isimli kitabı iki günde bitirerek rekor kırmıştım.. 🙂
Bu arada Mehmet Akkaya arkadaşın yanlış anladığı bir hususu açayım. Yazısının başında, garden parti’de, ayaküstü bir sohbet sırasında birinin o günün dış politika ahvaliyle ilgili sarf ettiği cümleleri benim anti-stalinist tutumumun göstergesi olarak almış. Oysa o sözler bana ait olmadığı gibi benimsediğim sözler de değildir. Ortalama bir burjuvanın o dönem ettiği, ağırlıklı olarak anti-komünist laflardır. Mehmet Akkaya, benim anrti-stalinizmimi romanda bulmak istiyorsa son bölümlerdeki hapishane sahnelerine gitmeliydi.