Meclis’in Tek Görevi, Soygun, Talan ve Katliamları Örtbas Etmektir
CHP milletvekili Sabahat Akkiraz, “Soma’nın siyasi sorumluluğunu alamayan iktidara karşı birleşmeli. İktidarın koltuk aşkına, siyasi sorumluluk almama çabasına karşılık Soma’da yitirdiğimiz canların yanında olmak için koltuğa ihtiyacımız yok” diyerek milletvekilliğinden istifa etti ve böylece bireyin vicdanının, kurumların ya da partilerin politik aklından çok çok üstün olduğunu bir kere daha kanıtladı.
Şöyle bir durup düşünelim. Ne işe yarıyor bu Meclis? Ortada geçerli tek cevap var: Soygun, talan ve katliamların örtbas edilmesine, normalleştirilmesine, insanların tepkilerinin yatıştırılmasına, devletin ve sermayenin korkunç cinayetlerinin unutturulmasına. Bundan başka hiçbir şeye değil.
Şimdi yine bağırış çağırış olacak Meclis’te. İktidar milletvekilleriyle muhalefet milletvekilleri birbirine girecek. İnanmayın. Sonuçta hepsi mizansen. Meclis’te sorunların kavgaya varacak ölçüde tartışıldığı izlenimi yaratmaya yönelik bir tiyatro sahnesi.
Muhalefet soru önergeleri verecek. Yeniden tartışmalar, yeniden itiş kakış, karşılıklı suçlamalar. Sonuç? Bir hiç. Her şey eski hamam eski tas. Verilen önergeler iktidar partisinin oylarıyla reddedilecek. Reddedilmese ne olacak ki. Yine bir hiç. Diyelim ki önerge gündeme alındı, hatta olmaz ya, kabul edildi. Ne yapacak Meclis? Bunları dikkate alın demekten başka ne güç var ki elinde. Güç, fiilen iktidar partisi çoğunluğunun tayin ettiği hükümetin, hatta başbakanın elinde. Dikkate almazsa almaz. Kimse de bir şey yapamaz. Meclis’in elinde bir yaptırım gücü yok. Bunu herkes biliyor. Muhalefet de biliyor. Peki o zaman bu sahtekârlığa katılan muhalefet de iktidar kadar suçlu değil mi?
Konu komisyona gidecek diyelim. Malum, “komisyona havale etmek” literatüre bile yansımıştır. Olmayacak bir iş için “komisyona havale edildi” denir. Komisyona havale edilen bir konu hapı yutmuş demektir. Milletvekillerinin bıktırıcı komisyon konuşmalarıyla çiğnenip çiğnenip sonra da çöp tenekesine tükürülecektir. Bu komisyonlardan sadece iktidar partisinin yasa tasarıları çıkar ve oylamaya girer. O zaman komisyonlarda oyalanmanın anlamı nedir ki? Bunu muhalefet de çok iyi bilir ama bilmezlikten gelir. Eh ne de olsa onlar da, emekçilerin ölümü pahasına elde edilen büyük sermaye birikiminden neredeyse ayda 20 bin liraya varan maaşlar almaktadırlar. Bir maden işçisi ölüm kuyularında canı pahasına ayda 1.200 liraya ter dökerken o komisyonlarda goygoy yapıp her ay cebine 20 bin lirayı atmaya utanır insan. Cebinize attığınız yüksek maaşlarınızda işçinin kanı var. Oralarda muhalefetçilik oynayarak vicdanınızı rahatlatmaya çalışmayın. O sizi her yerde takip edecektir.
O meclisteki muhalefetiniz neye yarıyor? Hangi meseleyi çözüyor, bir düşünün. Hiçbir şeye yaramıyor. Sadece korkunç sömürünün ve katliamların sorumlularına meşruiyet katıyor. Orada durduğunuz her dakika, onları meşrulaştıran varlığınızla siz de sorumlusunuz.
Ayrıca, sanki mecliste çoğunluğu sağlayıp siz iktidar olsanız bu rezil sistemin bir taşını yerinden oynatabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Eğer bunu samimi olarak düşünüyorsanız çok yanıldığınızı söyleyeceğim size. Bu katil devlet ve katil sermaye düzeninin kılına bile dokunamayacaksınız. Bu düzen sermayenin hâkimiyetine dayanıyor. Meclis ise onun incir yaprağıdır sadece. Siz gelseniz siz de aynı özelleştirmeleri, aynı taşeron sistemini, aynı işçinin sırtından yapılan aşırı sömürü düzenini, aynı işçinin can güvenliğini hiçe sayan düzeni yürüteceksiniz. Aynı polis, aynı tomalar, aynı biber gazları, aynı jandarma, aynı ordu, aynı hapishaneler ve işkencehaneler bu sefer sizin hizmetinize girecek. Belki biraz yüz kızartıcı bir metafor olacak ama sizi, kerhanenin kapısında, içeridekinin çıkmasını bekleyen müşteriye benzetiyorum. O bir an önce çıksın da ben gireyim. İçeriye girdiğinizde yapacağınız, bir öncekinin yapacağından hiç farklı değil.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bir haftadır suspus. Sadece kısa bir taziye konuşması yaptı. Yolsuzluk soruşturmaları sırasındaki esip gürlemelerinden eser yok. Neden acaba? “Böyle acılı bir günde politika yapmayalım, birlik ve beraberliği koruyalım” ortalama zihniyetine sahip ortalama seçmenin ve orta sınıfların sahte sağduyusundan nemalanmak için bence. “Sorumlu bir devlet adamı” gibi davranırsa bu ortalamalar takımından siyasi rant elde edeceğini, onların oyunu kazanacağını düşünüyor. Hesabı pek de yanlış değil aslında. Kazanır da. Ama işçilerin kan kaybettiği böyle bir ortamda bu kazancın peşinde koşmak da vicdanın sustuğunun göstergesi değil mi? Politik hesabın olduğu yerde vicdan olmaz. Belki bugün yeterince anlaşılamayan ama tarihe geçecek bir davranışta bulunan Sabahat Akkiraz’ın istifası bunun için son derece büyük bir anlama sahiptir. Bireysel vicdan politik aklın ne kadar da değersiz ve boş bir şey olduğunu göstermiştir.
Aslında bu meclis aldatmacasıyla ilgili söylenecek daha çok şey var ama burada kessem iyi olacak.
Bitirirken, bu tutumumla 30 Mart seçimlerindeki “basgeç” tutumum arasında çelişki olduğunu ifade eden arkadaşlara da birkaç söz söylemek istiyorum. Ben bu iki tutum arasında bir çelişki görmüyorum. Bir kere, 30 Mart seçimleri, bir meclis seçimi değildi ve daha önemlisi, AKP diktatörlüğüne karşı bir oylamaya dönüşmüştü. Meclis seçimleri söz konusu olsaydı, genelde meclise falan inanmadığım, özelde de %10 barajlı bir seçimi iyice sahtekârlık olarak gördüğüm için büyük ihtimalle seçimlere katılmamayı savunur ve bunun bir oyun olduğunu açıklamayı daha önemli görürdüm. Fakat 30 Mart seçimleri, ne bir meclis seçimiydi ne de bu seçimde herhangi bir baraj söz konusuydu, bu seçimde AKP’nin aldığı oy oranının ve kazandığı belediyelerin (özellikle İstanbul ve Ankara Büyük Şehir belediyeleri) sayısının düşmesi diktatörlüğü geriletmek açısından çok önemliydi. “Basgeç” derken muhalefet partileri konusunda herhangi bir ilüzyon yaratmamaya özellikle dikkat ettim. “Basılacak oy” şu ya da bu muhalefet partisine “evet” değil, AKP diktatörlüğüne hayır anlamına gelecekti.
Kısacası, dün “basgeç” derken sermaye düzeninin ve devlet zulmünün tepe noktası olan AKP diktatörlüğüne saldırıyorduk. Bugünse meclisi “terk et” derken, sermaye düzeninin ve AKP diktatörlüğünün en önemli temel kurumuna saldırıyoruz.
Gün Zileli
20 Mayıs 2014
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/diktatoru-ayakta-tutan-ne-92643
nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama boşuna ”parlemento burjuvanın ahırıdır.” dememişler. Orada olan milletin milletvekilleri değilki,parti başkanlarının ellerini kaldırıp indirmelerini istedikleri bir mizansen sadece ve bunun için bilmem kaç bin tl maaş alıyorlar.Gün abi dediğin gibi sadece kendilerin kandırıyorlar belki halkı da bir süreliğine daha kandırırlar ama her zaman değil…
“Burjuvazinin ahırı” Lenin’in sözüdür.
Sol bir kez daha sınıfta kaldı kanimca Ama tarih bilmeyeni değil bilipte konusmayani suçlu bulacak Somut politika üretme konusunda hala bilindik eski formüller. Sanırım bu kafa yapisiylada gidecekler yazık…
Bu tutumun doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bu doğru bir politik saldırı ile birleştirilmeli. Mesela, Soma sonrası, Tayyip’in yaptıkları açığa çıktığı anda, meclis kilitlenip, “despotla aynı yerde bulunmamak, onla aynı parlamentoyu paylaşmayıp, onun parlamanto çalışıyor bahanesinin arkasına sığınıp zulüm yapmasını, insanlara küfür etmesini, insanları tokatlamasını, adamlarına dövdürmesini engellemek” için meclis terk edilebilirdi. Böylelikle kalanlar bu ipten kazıktan kopmuşluğu desteklemekle itham edilebilirdi.
Bu tip saldırı hamlesi olmadan parlamentoyu bırakmak, AKP’nin seçmenine “Ülkeyi boş yere kaosa sürüklüyorlar” şeklindeki demagojisine destek olacaktır. Diğer türlüsünde bu demagojiyi yapsalar bile, kimse “bir adam çıksın, markete girip adam dövsün diye milletvekili olmaz” denebilir.
AKP karşıtı güçlerin kendisi de bu despotluğu kaçırıyor. Bu despotluğun teşhiri, yüz tane tapeden daha etkili.
Ama işin doğrusu, CHP tek elden yönetilmediği (yani yeterince despotik yönetilmediği) ve bunun yerine geçecek ortak duyguya da sahip olmadığı (yani yeterince demokratik olamadığı) için bu manevrayı yapmak onlar için çok zor. Dışarıda bunun üzerine ajitasyon da dönmüyor. Dolayısıyla, bu tip bir teketme hangi gerçekle haklılaştırılacak?
“AKP neler yaptı, hangi birisi olsa meclis terkedilebilir!” demeyin. Adamlar demagojinin çemberinden geçmiş, ruhunu şeytana satmış adamlar. Bir nevi overdose kötücül Faust. Doğru anda doğru hareketi yapmak çok önemli böyle bir düşman karşısında.
zileli, sip çizgisine epey yakınlaşmış anlaşılan. sip ideologları da chp’liler toplu istifa etsinler diyor. gün abiyi tutabilene aşk olsun. bir ara kendisine en yakın dsip’i görüyordu. sonra ödp’den medet umdu, merkezinde ödp’nin bulunduğu ittifaklar, stalinist kafayla üretilmiş formülleri hatırlarsınız. iki aydır da sip’in politikalarına paralel yazıyor: sosyalist solda nicelik olarak kim güçlü gibiyse o fraksiyona yamanma stratejisi.
sip hangi parti oluyor?
SİP dedikleri TKP’dir.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/bir-kere-daha-cumhurbaskanligi-92668
90lar jargonunda TKP, SİP’tir. Önce Gerçek mi neydi, ilk olarak STP oldu, sonra SİP oldu, şimdi de TKP.
Şimdiki TKP. SİP (Sosyalist İktidar Partisi) TKP adını aldı.
DSİP yerine yanlışlıkla SİP yazmadıysa.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/bir-kere-daha-cumhurbaskanligi-92668
“Bu solun mahkumiyetidir. Birinci Cumhuriyetçiliğin ve Kürt özgürlükçülüğünün sol üstündeki basıncı ne düzeyde olursa olsun reddedilmelidir.”
Burada ne demek istiyor ben tam anlamadım? “Birinci Cumhuriyetçilik” Kemalizm veya ulusalcılık (kendisi milliyetçiliğin soldan okunuşu), “Kürt özgürlükçülüğü” Kürt milliyetçiliği veya Kürt özerklikçiliği yerine konulmuş hüsnütabirler mi? İlki zaten TKP’ye yakın bir ideoloji, ikincisi ise “özgürlükçülük” dendiğinde nesi yanlış dedirten türde. Özgürlüğe karşı mı şimdi TKP.. Bir ifade bu kadar özensiz olur.
Ayrıyeten bu CHP’ye yönelik “meclisten çekil”, “CHP devrimin önündeki en büyük engeldir”, “CHP’yi yıkmak lazım” tarzı yaklaşım, özellikle TKP’den (Stalinist) gelince bana Hitler’in iktidara gelişinden önce Stalin’in Alman KP’sine salık verdiği yaklaşımı hatırlattı (“esas düşman SPD’dir”..)
CHP ve/ya HDP’nin meclisten çekilmesi CB seçimini engellemez ki kurallara göre halk oylaması ile seçilecek. Ben çok anlamadım bu işi. Elbette büyük ses getirir, özellikle uluslararası arenada AKP’nin ne kadar otoriter bir tek parti rejimi kurduğunu ifade eder ama bu neye yeter? Bu AKP gayet pişkin ve mutlu şekilde yönetmeye devam eder mecliste tek başına.
İçime çok sinmedi bu taktik öneri.
Bir çok şey denedi ama olmadı, bence bu yöntem de denemeye değer. Denemeden sonuçlardan emin olamayız.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/istifa-cagrisi-92729
Mulayim
TKP nin onerisi ayri bir tartisma konusu ama ben iki noktaya dikkat cekecegim.
Birincisi son 20- 30 yildir iddia ediliginin aksine nazilerin iktidara gelmesi oncesi ne Alman komunist Partisi ve ne de Stalin sosyal demokrat partiyi en buyuk dusman olarak gormustur. O yillarda sosyal demokrat parti bir cok eyalette iktidarda idi ve komunistlere karsi fasistlerle beraber saldirilarda bulunuyorlardi. Roza Luxemburg ve arkadaslari sosyal demokrat hukumet elinde oldurulmuslerdi. Ki daha sonra da sosyal demokrat hukumet buyuk katliamlara yol acti. Mesela 1929 mayisinda , sosyal demokrat hukumetin iktidarda oldugu, emniyet mudurunun sosyal demokrat parti uyesi bulundugu Berlin de polis 1 Mayis gosterilerinde komunist iscilere ates acmis ve 30 dan fazlasini oldurmustu. Katliam iki gun devam etti. Bazi komunistler polis tarafindan evlerinden alinip kafalarina sikilip oldurulmuslerdi. Bu yuzden Komintern sosyal demokrat partiyi sosyal fasist olarak nitelediler. Yani sozde sosyalist ama komunistlere karsi fasistler gibi sidet politikalari uyguladiklari anlaminda. Ama birakin en kotu dusman iddiasinda bulunmayi, o kotu kosullarda dahi Alman Komunist partisi sosyal demokrat parti ile isbirliginin kosullarini her sartta denedi. Bu isbirligini reddeden kesim sosyal demokrat partidir.
Oyleki ayni sosyal demokrat hukumet Berlin de Papen”in bir darbesi sonucu devrilince, bu darbeye karsi komunistler sosyal demokrat hukumete ittifak onerisi yaparlar ama bu oneri sosyal demokratlar tarafindan reddedilir. Komunistler buna ragmen tek baslarina darbeye karsi direnirler onlarca komunist sokak catismalarinda olur.
Ikinci nokta ise CHP surekli olarak batili sosyal demokrat partilerle karistiriliyor. Batili sosyal demokrat partiler koken olarak sosyalist hareketlerden gelirler ve isci sinifi orgutlerinin olusturdugu ama zamanla burjuvalasan partilerdir. Ancak CHP zaman hic bir ne isci partisi olmustur ne de sol bir parti. CHP yukselen solu denetimine almak icin 1960larda ortanin solu diye bir sey ortaya atmistir, bu kavrami ortaya atan Erim ise 12 doneminin basbakani idi. Bu noktada Turkiye de en kitlesel sosyal demokrat parti TIP dir bir de simdilerden mesela ODP ya da EMEP gibi partileri sayabiliriz. Bu noktada CHP ye karsi politika belirlerken onu mesela bir 1920 ler alman sosyal demokrat partisi ile benzestirmek bizi yanlis sonuclara goturur.
Siz gelseniz siz de aynı özelleştirmeleri, aynı taşeron sistemini, aynı işçinin sırtından yapılan aşırı sömürü düzenini, aynı işçinin can güvenliğini hiçe sayan düzeni yürüteceksiniz. Aynı polis, aynı tomalar, aynı biber gazları, aynı jandarma, aynı ordu, aynı hapishaneler ve işkencehaneler bu sefer sizin hizmetinize girecek
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/05/20/meclisin-tek-
gorevi-soygun-talan-ve-katliamlari-ortbas-etmektir/#ixzz32LxcEYZD
Euqlides Paradoksu: “Yaptığım açıklama yanlıştır.”
Avukat Paradoksu: Yunanlı ünlü avukat Protogras, verdiği özel dersin ücreti ile ilgili olarak öğrencisiyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre öğrencisi aldığı ilk davayı kazanırsa bu ücreti avukata ödeyecek, kazanamazsa ödemeyecektir.
Dersin bitiminden hemen sonra herhangi bir dava almayan öğrenciden ses seda çıkmaz. Sabrını yitiren avukat, bir dava açarak bu ücreti öğrencisinden talep eder. Yeni avukat olan öğrenci bu ilk davasında kendini savunmayı üstlenir.
Bu davayı öğrenci kazanırsa ilk davasını kazanmış olacağı için davayı kaybeden hocasına parayı ödemek zorunda kalacaktır.
Tersine davayı kaybederse bu kez de davayı kaybettiği için hocasına yine ödeme yapmak zorunda kalacaktır.
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/meclisi-bosaltin-akpyi-susturun-cagrisi-buyuyor-haberi-92768
Soma’da ölen Madenciler de elbette şehittir!
Zaten şehitlerin neredeyse tamamı, egemen sınıf-devlet’in ölüme gönderdikleridir.
“Başbakan Erdoğan’dan Soma’da yaşanan maden faciasında ölen maden işçileri için ‘sivil şehit’ talimatı… Terör saldırısında ölen vatandaşlar için getirilen “sivil şehit” uygulaması, Soma’da yaşamını yitiren madenciler için de geçerli olacak. Önümüzdeki hafta netleşmesi beklenen çalışmaya göre, Soma şehitlerinin yakınlarına maaş ve iş imkânı sağlanacak…”
Ve arkasından “Bozacı, şıracı” ilişkileri!
Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Dr. Ali Muhyiddin el-Karadaği “Bu kardeşlerimizin İslami delillere dayanarak şehit olduklarını söylüyoruz. Kıyamet gününde bu kardeşlerimizin Peygamber ve sıddıklarla haşr olunmalarını temenni ediyoruz” diye konuştu. İl Müftüsü Ali Akpınar, “Bu kardeşlerimiz de hükmi şehittir…. Bu faciada can veren kardeşlerimiz yıkanır, kefenlenir. Bu kardeşlerimiz rızık yolunda can verdikleri için şehit hükmündedir. Dualarımızı da ona göre yapıyoruz”.
Ne imiş şehit?
“Kutsal bir ülkü, din veya inanç uğrunda ölen kimse. Şehit olma eylemine “şehâdet” adı verilir. Birçok dinde şehit ve şehâdet kavramına rastlanır. Türkçede şehit kavramı zamanla dinî anlamından sıyrılıp vatanını veya milletini müdafaa yolunda ölen herkes için kullanılır hale gelmiştir…”
Sözlük tanımı olarak ilk anda doğru gibi görünse de biliyoruz ki “Şehit” olarak tanımlananların sayısal olarak ezici çoğunluğu “devletin sahibi egemen sınıfın çıkarları için öldürttüğü veya ölümüne neden olmuş insanlardır.”
İşte bu anlamda da “Soma ölülerinin” de şehit olduğunu söylemek bir itiraf sayılmalıdır. reel anlamda, “şehit”, devletin sınıf çıkarları için öldürttüğü, sonra da “şehit” diye “güzelleme” yaparak hem suçunu örtbas ettiği, hem de yeni kurbanların hevesinin kırılmasını önlediği bir yanılsama… “Boşuna ölmedinizi” ikna palavraları…
Demek, Soma madencileri “boşuna ölmemiş” demek ki? Evet, boşuna ölmediler! Madenci patronları daha çok kazandılar; AKP’nin yoksul, garibanlardan bedava kömür karşılığı “oy devşirmesi” oy devşirmesi için kömür üretim maliyetini ucuza getirerek… Tamam da… bunlara biz AKP şehidi desek… Olmaz mı?
Şehit yakınlarını tokatlamanın, tekmelemenin de böylece açıklaması mümkün olur; AKP şehitliğine itiraz eden yakınlarının müstehakı ne ise o yaşanmıştır?
İhsan Eliaçık ne güzel tanımlamış…
“Şehid olmak için illa Müslüman olması gerekmez. Evrensel değerler (hak,emek,adalet,eşitlik,barış,zalime isyan)için ölen herkes şehiddir. Şehidlik İslam’ın insanlığa sunduğu evrensel değerlerden birisi. Evrensel değerleri yükseltmeyi ve yüceltmeyi ifade eder. Rahmeti geniştir. Allah yolunda ölmek hak, emek, adalet, eşitlik, sevgi, merhamet, barış, kardeşlik için zalime, zorbaya, sömürüye isyan için ölmek demektir. Hakka, emeğe, adalete, eşitliğe, sevgiye, merhamete, barışa, kardeşliğe, zulme ve sömürüye isyana şahidlik yapana/canını verene şehid denir.”
Bu hukumet iyice ardi arkasi kesilmeyen migren krizlerine benzemeye basladi. Ona karsi verilen butun tepkiler de antiepilektik ilaclarin bir kokteyli, muhalefeti vs.yi bonlestirdikce bonlestiriyor. Bence hic konusmasinlar daha iyi, yoksa sacmaliyorlar zaten. Bu sebze kafayla Josef K’nin zihninde dolaniyor gibiyiz. Uzuntu, kifayetsizlik, dehsete kapilmislik bir arada. Olasi bir tedaviye sitem icinde zaten tahammul yok gibi. Duvarlara kafa atmaya devam… Bir ihtimal yikilirlar.
Meclis zorba bir yönetimin meşrulaşma aygıtı haline dönmüş. CHP, MHP, BDP orada durarak AKP’ye hzmet ediyorlar. İstifa etmeleri daha hayırlıdır. Ancak kılları kıpırdamıyor. Demek ki aslında düzenden memnunlar.
Ota boka Gün Zileli şucu olmuş bucu olmuş diyen arkadaşlar o kadar antipatiksiniz ki anlatmaya sözcükler yetmez. İstiyorsunuz ki herkes sizin gibi laf üretsin somut bir öneri getirip somut bir işin ucundan tutmasın. Türkiye solcusunun kafasındaki duvarları yıkması lazım. Gün Zileli buna iyi bri örnektir. Zilelinin bazı önerileri kanınızı donduruyor çünkü sıcak koltuklardan solculuk yapmaya alışmışsınız.
Tamamen katılıyorum. RTE seçim olayını çözdü. Nereye ne kadar taviz verilecek, kime ne kadar yardım dağıtılacak ki seçim kazanılabilsin. Elinde de bunların hepsini ve daha fazlasını yapabilecek enstrüman varken tek çare masayı devirip oyunu terketmek