“Mütecaviz kitlenin hızla büyümesinin önemli bir nedeni, hiçbir riskin bulunmamasıdır. Risk yoktur, çünkü kitlenin sınırsız bir üstünlüğü vardır. Kurban, kitleyi oluşturanlara hiçbir şey yapamaz. Ya bağlıdır ya da kaçış halindedir, vurarak karşılık veremez; savunmasızlığı içinde yalnızca bir kurbandır ve yok edilmek üzere onlara teslim edilmiştir; buna yazgılıdır; böylelikle kimsenin adam öldürme cezasına çarptırılmaktan korkmasına gerek kalmaz. Onun izin verilmiş katli, insanların öldürme cezasının korkusu yüzünden işlemekten çekindikleri bütün cinayetlerin yerini tutar.” (s. 50) (Elias Canetti, Kitle ve İktidar, çev: Gülşat Aygen, 1998, Ayrıntı)
Herkes kendi geçmişini şöyle bir gözden geçirsin, hayatının herhangi bir anında güruh olarak hareket edip etmediğini araştırsın.
Benim bu konuda epeyce anım var. Tanık olduklarım olduğu gibi, güruhun içinde yer aldığım zamanlar da oldu.
6-7 Eylül 1955 olayları sırasında Arnavutköy’de yaşıyorduk. Turgay ağabeyim ertesi gün heyecanla, Akıntıburnu’ndaki Rum lokantalarını nasıl dağıttıklarını, buzdolaplarını nasıl denize attıklarını anlattı. Babam, “çapulculuk bu yaptığınız” diye payladı ağabeyimi. “Milli duygularım galeyana gelmişti” diye savunmaya kalkıştı ağabeyim kendini ve yaptıklarını. Babam, “başlarım şimdi senin milli duygularına” diye susturmuştu onu.
Güruh, aslında bir korkaklar topluluğudur. Ve daima kolluk kuvvetlerinin müsamahasından cesaret alır. Karşısında ciddi bir güç gördüğü zaman da çil yavrusu gibi dağılır gider.
1963 yılında, Celal Bayar’ın affına karşı yapılan gençlik yürüyüşüne katılmıştım. Aşırı sağcı Yeni İstanbul gazetesinin önüne gelmiş, gazetenin başyazarı Gökhan Evliyaoğlu’nu protesto ediyorduk. Haklı olmanız güruh olmanızı engellemez. Nitekim, o zamanki CHP iktidarının ve dolayısıyla orada süs olsun diye bekleyen polisin müsamahasından yararlanarak sözünü ettiğim gazeteye saldırırken ve daha sonra Beyoğlu’nda, askeri birliklerin göz yumması eşliğinde “sağcı avına” çıkıp elimize geçirdiğimiz birkaç garibanı pataklarken aslında biz de güruha dönüşmüştük.
1960’larda bu veya buna benzer olaylar epeycedir. Hatırladığım bir diğer olay da, DTCF’nin önünde yaşadığım, bir 10 Kasım Saygı Duruşu olayıdır. Sirenler çalınırken ve herkes huşu içinde “Ata’mız” için saygı duruşuna geçmişken, bu ibadete uymayan bir adam, biz “kahraman” devrimci gençler tarafından dövülmüştü. Elimizde sopalarımızla tam bir güruhtuk. Korkak cesareti devlete sırt dayamaktan gelen bir güruh.
Güruh, korkusunu linçle yatıştırır ancak. 1970’lerdeki alevi katliamlarında güruh linçlerinin birçok örneği görülmüştür. Linç, sonunda pogrom ve katliama da dönüşebilir. Maraş katliamı bunun en net örneğidir. Güruhun ayini kanla kutsanır.
1993 Sivas katliamı, güruh terörünün zirvesidir. Amerika’daki ırkçı güruhların siyahları yakalayıp yaktıkları birçok olay vardır Amerika tarihinde. Aleviler, bu ülkenin siyahlarıdır güruhun gözünde. Yakılmaları vaciptir. Devletin kolluk güçlerinin himayesi altında. Sonraki yargılamalar sadece devletin kendini katıldığı suçtan arındırma çabasıdır, başka hiçbir şey değil.
Son Sinop saldırısı bana Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının, Kemalist iktidar tarafından örgütlenen ve teşvik edilen güruh tarafından Karadeniz’de kovalanıp, nihayetinde Karadeniz’de boğdurulmalarını hatırlattı. Yine aynı Karadeniz bölgesi.
Güruhun özel bir bölgesi olmaz ama bu Karadeniz, öyle anlaşılıyor ki, güruhların harekete geçmesi için oldukça verimli bir toprak sunuyor. Hrant’ın katilleri de bu bölgeden devşirilmişti. Öyle anlaşılıyor ki, güruhları cesaretlendiren “güvenlik” güçleri de bu bölgede esaslı bir şekilde üslenmişler. Polisin televizyondaki görüntüleri bunu çok açık biçimde gösteriyordu. Nerede o, ODTÜ’de yürüyüş yapan gençlere daha bir ihtarda bile bulunmadan biber gazı yağdıran polis, nerede bu Karadeniz polisi. Şike yaparak yenilmeye çalışan yalancı pehlivanlardan farkları yoktu. Güruhu dağıtmaya mı çalışıyorlardı, yoksa kucaklaşıyorlar mıydı, belli değildi. Zaten toplasan beş yüz kişiyi geçmeyen bu güruh, bir yerlerden cesaret almasa bu kadar fütursuz bir saldırı düzenlemeye cesaret edebilir miydi?
Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge” programının müdavimlerinden Emre Uslu adlı polis-yazar, BDP’nin Karadeniz bölgesine gitmesini zamansız buluyormuş. Bence BDP’liler bir dahaki sefere herhangi bir yere giderken Emre Uslu’ya sorsunlar, zamanın elverişli olup olmadığını öğrenmek için. Hatta kendisini doğrudan danışman olarak alsalar daha iyi olur! “Zamansız”dı diyenler, aslında güruhlara alttan alta cesaret verenlerdir.
Gün Zileli
19 Şubat 2013
Güruh… korkaklar ve alçaklar topluluğu…
Emre Uslu’nun “zamansızdı” deyişi, aslında muvazaa’yı yürütenlerin inisiyatifi dışında gelişebilecek bir “halkların barışı” olsalığından, sistemin ne kadar ürktüğünü gösteren bir ayrıntıdır. Sırf bu yüzden, sadece KCK tutuklamaları yoluyla bu hareketin devrimci damarını kurutup gerici-milliyetçi bir hareket yaratmanın peşinde değil, aynı zamanda bu hareketin Türkiyeli emekçilere uzanabileceği “düğüm noktalarını” da tahrip etmenin peşindeler. Sanırım Karadeniz’deki bu güruhun saldırısı ile Emre Uslu’nun “zamansızdı” deyişi, sıkça dillendirilen “entegre stratejinin” birer parçası olsa gerek. Nasıl olsa, irili ufaklı Samastları yetiştiren de, Emre Uslu’ya medya-tetikçiliği yaptıran da aynı “Yeşil Gladio” değil midir ki?..
Düzeltme: Yukarda “olsalığından” yazmışım, “olasılığından” olacak.
Baba büyüksün, ha o Mehmet metiner düşük satılmışınıda yazsaydın ya! Kıriz geçirtdi izlerken hepimize
Erdogan: “Biz milliyetçiligi ayaklar altina aldik”
Kiliçdaroglu: “Sikiysa bu laflari Rize’de söyle”
Ek:
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/samsunda-tkp-binasina-saldiri-saldirganlar-binaya-girmeye-calisti-polis-seyrediyor
İçişleri Bakanlığı’na gerekli bilgiler verildiğini ve önlem alınmasının istendiğini ifade eden Kışanak, CHP Sinop Belediye Başkanı’nın açıkça kışkırtıcı beyanlarda bulunduğunu iddia etti. Bu manidar durumu CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğunu zannedenlerin dikkatine sunduğunu belirten Kışanak, en kritik günde şehirde olmayan Vali’nin davranışı eleştirdi.
İçişleri Bakanlığı’yla görüşmede muhatap bulunduğunu dile getiren Kışanak, ancak Sinop’ta gerekenin yapılmadığını savundu. Kışanak, “Gün boyunca kışkırtılmış, organize edilmiş, belli merkezlerden yönetilen küçük bir grupla sanki Karadeniz halkı barışa karşıymış gibi bir durum yaratılmıştır. Yaşanılanlar vahimdir, şiddetle kınıyoruz. Ancak asıl hakaret Karadeniz halkına yapılmıştır.” dedi.
Karadeniz’in halkının barış isteyen, demokrasi yanlısı olduğunu vurgulayan Kışanak, bir grup provakatörün yaptığının halka mal edilemeyeceğini belirterek “Görüntüleri kare kare izlesinler, belki aralarında Ogün Samastlar da çıkabilir. Önlem alsınlar.” uyarısında bulundu
Ne acı bir tesadüf tam bu yazıyı okuduktan sonra ODTU’de feminist ve lgbt grupların Sevan Nişanyan’ı konuşturmadığı haberini okudum. Eski bir ODTU’lü olarak utanç duydum. İşte tam bir güruh, hem de bir ateist Ermen’iyi konuşturmayarak kime hizmet ettiklerini düşünemeyen güruh. Bir de tekbir getirselermiş bari. Feminist-lgbt alperenler eselam olsun!
feminist-lgbt eylemini buraya asmakla cansıkıcı bir konuda bizi gülümsetmiş oldunuz. sağolun. Bu feministlere ve lgbt’lilere ne oluyor ki? nişanyan’ın yıllar önceki eylemi iki kişi arasında olup bitmiş bir olaydı ve o iki kişi sonradan barıştılar.
Haydi diyelim olayın yaşandığı dönem nişanyan’a karşı eylem yaptınız, iyi de aradan yıllar geçti, siz hâlâ orada mısınız? Her gün kadınlar öldürülüyor, sesiniz çıkmıyor da yıllar önceki bir olaya mı sabitlendiniz?
sizi gidi güruheler!… 🙂
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/tkp-mkdan-aciklama-ve-eylem-cagrisi-samsunda-ikinci-madimak-girisimi-suruyor-haberi-68426
http://www.sendika.org/2013/02/ankara-halkevleri-akp-onune-cagiriyr/
Naziler arasinda epeyi lgbt vardi, uzun biçaklar gecesinde bu devrimci güruhun bir kismi normaller tarafindan “sehit” edildi
birinci yanlış bu ziyaret programı bdp değil HDK programı olup çok önceden planlanıp takvimleşmiş ziyaret olup grupta yer alan 3 vekilde HDK vekili olup hdk yürütme kurulu üyesi olduğu halde egemen sistem ve medyası bdp ziyareti gibi gösterip programı engellemek için samsunda ahmet türke saldıran sosyal medyada örgütlenmiş ırkçı beyaz bereli dink katili dünya türk olsun diyenleri teşvik eden tutum takınmıştır.HDK süreci partileşip HDP kurulunca bütün iller gibi karadenizdede parti yönetimleri ve HDK il meclisleri oluşturma programına öncelikle şöven ırkçı guruplar eliyle devlet ve iktidarın engellemesi olarak okumak lazım.zira başlangıçta 50-100 kişi olan grubu saatlerce dağıtmayıp tosuncuk muamelesiyle teşvik edersen bütün sinobun toplanıp içinden lümpen taşkınlıkların olmasını idare istemiş olabilir ayrıca heyet gelmeden esnafa bayrak astırma gibi organizasyonlarda bize bir şeyleri hatırlatması lazım.aynı grühun heyeti takip edip samsunda muhtemel ziyaret edeceği tkp,halkevi,edp gibi partilerin olduğu binalara saldırıp tahrip etmesini imc ye bağlanan yerel gazteci çok güzel anlattı beyaz bere ve samsunspor atkılarıyla sosyal medyada örgütlenildiği hatta bazı sağcı sendika liderlerin açıkça sosyal medyada saldırıya çağrı yaptıkları sinop saldırısı için saldırganların kutlandığı her şeyi takip eden özellikle biz toplumsal muhalefeti adım adım izleyip en ufak bir etkinlikte gereğini yapan istihbarat ve polisin bu olup biteni bimemesine imkan yok bilerek teşvik edilmiştir.genel kurmayın özel harp dairesinin faliyetlerinin meşruluğu açıklamasının peşine olmasıda enteresandır.madımağı hatırlatan linç girişimi bina araç tahribatı ve en önemlisi demokratik siyasetin açıkça engellenmesinin karşılığı göz altı olmaması saldırganların salıverilmesi teşvik edilmesi tam aksine samsında binaları tolu bir yerde olan tkp,halkevi,edp gibi partilerin binasından 40 kişinin saldırganlara mukavemetten gözaltına alınıp hala içerde olmalarıda bize bir şeyleri hatırlatmıyorsa pes vallahi.devlet-iktidar sistem ve sistemin aktörlerini en çok endişeye sevk eden gelişmeler var ilk defa kürt özgürlük hareketi ve siyasi partisi bdp ninde içinde diğerleri gibi yer aldığı toplumsal muhalefetin 31 siyasi partisi ve organizasyon odağı HDK ve onun siyasete müdahele aracı HDP yi kurup türkiye toplumsal muhalefetini oluşturması dikensiz gül bahçesindeki iktidar efendilerini çok endişeye sevk etmiş olmalı.inanıyorumki bu gelişmelerden hemen sonra sinop dahil bütün karadeniz illerinde çok yakında HDP tabelalarıyla iktidarlar değişip kaderi değişmeyen sistem mağduru karadenizin halkı egemen sistemin efendilerine gereken cevabı verecektir.bu duruma devlet iktidarın müdahelesini anlıyoruzda eski efendilerden chp gibi lerin ve bilimum ulusalcı taifenin tavrınıda fesatlanmadan olduğunu ve milliduygularının esaretinden olduğunu düşünüyoruz çok istemelerine rağmen bir türlü iktidar alternatifi olamadıkları ülkede yunanistan örneğindeki gibi özgürlükçü devrimci toplumsal muhalefetin alternatif olup ana muhalefetliği HDP ye kaptırma eendişesi olarak okuyabiliriz.garibime giden başlangıçta HDK ya katılmayıp bir süre gözlemci statüsüyle hdk çalışmalarını izleyip karadenizde en örgütlü toplumsal muhalefet dinamiği olan ÖDP nin bu ziyaret ve olup bitenlerle pratik ilgisinin ne olduğunu gözlemlerinin ne olduğunu merak ediyorum her fırsatta bu tarz gürühlara maruz kaldıklarında birlikte iş yapabilen HDK ile birlikte iş yapabildilermi yoksa karadenize HDK nın girmesi zamansız mı bulundu merak ettim bu turnusoldur geçmişte kürt sorununu ıskalayan devrimci hareketlerin sonunu biliyoruz bu gibi guruhlar karşısında dik duramayan ödp ve halkevlerine halkın faturası kaçınılmazdır.bu duruım bile toplumsal muhalefet dinamiklerinin birlikte iş yapma yeteneklerininde testidir HDK içinde olmayan dinamikleride kapsayıcı kimseyi dışarda bırakmayan proje olmalıdır.bir çif sözde site takipçilerine eeee hani kürt özgürlük hareketi etnik ulusalcı milliyetçi hareket eleştirisi yapardınız ne güzel HDP ile türkiye partisi olmaya çalışması bütün sistem mağduru toplumsal muhalefet dinamikleri ile bir patide olmasından da rahatsız olmuşuz izlenimi veriliyor pes vallahi ne diyelim efendileri anladıkta bize neoluyor?
SİNOP’UN SÖYLEDİĞİ
“Barışı sürecini anlatacağız” diye Karadeniz’de tura çıkanları Sinop’ta linç etmek isteyenlerin ‘hassas vatandaşlar’ olduğuna inandıysanız eğer, Hrant Dink’i katledenlerin Trabzon’un Pelitli ilçesinde bir araya gelmiş bir grup genç faşist olduğuna da inanmaya hazırsınız demektir. Ne ki, Süleyman Demirel söylemişti; “devlet demek dev demektir” ve ağzından ateş saçan bu herzeyi tarihle sınamak hiç de zor değil. 1978’de Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Malatya’da evleri çarpı işaretleriyle donatarak kıyıma girişenler de, Sivas 93’te Madımak’ı ateşe verenler de arkalarında bu devin gücünü hissetmeseler, fare misali deliklerinden çıkmazlardı, bundan emin olun.
(iste bu yüzden , bu ülkede, daha baslangictan itibaren, halktan yana olan güclerin arkasinda, devletin siddetine, ve devletin siddetini arkasina almis sivil fasistlere yanit verecek, fare deliklerinden cikma cesareti gosterenleri, en azindan, kaygilandiracak, devrimci siddet , mutlaka olmalidir, kitlelerin bilinclendirilmesi ve orgutlenmesi, bu ulkede ancak, bu yoldan gecilerek mumkun olur, yoksa parti dernek binalarina gizlenmek, ve basin aciklamalariyla degil, iste bu yuzden mahir cayan onemli bir teorisyendir, iste o yuzden mahir cayan in formule etmeye calistigi ,politik mucadele ile silahli mucadelenin es zamanli baslangictan itibaren birlikte yürütülmesi geregi hala güncelligini korumaktadir, benim notum )
Yaşanan süreç sanılanın aksine daha fazla şiddete gebe. Zira sahnede oynanan ile gerçeklik aynı değil ve herkesin algısını ‘kimlik’ üzerinde yoğunlaştırdıkları anda bile aysberg gibi suyun altında kalanların baskısını hissedeceğiz. Suyun altında kalanı sır gibi gizleyecekler ama bir yandan da sürecin şeffaf yürüdüğüne inanmamızı isteyecekler. Mesela dört parçanın üçünde en güçlü örgütlenmeye sahip olan PKK’ye dair Irak’taki yakın komşu ABD’nin hesaplarının neler olduğunu ya da Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlendiği görevlerin kapsamını ancak sonuçlar ortaya çıktıkça göreceğiz.
MASANIN ÜZERİ
Yine de masanın üzerine bir göz atmakta yarar var. Mesela ABD, İran’la uğraşmak istiyorsa ki istiyor, PKK’nin İran’daki kardeş örgütü PJAK’ı görmezden gelmeyecek. Mesela Esad ile uğraşmak istiyorsa ki istiyor, PKK’nin kardeş örgütü PYD’nin öneminin farkında olacak. Türkiye Esad’ı devirmek istiyorsa ki istiyor, İmralı’dan gelen “PYD Suriyeli muhaliflerin yanında olmalı” açıklaması durup dururken söylenmedi. Kürtlerin mücadelesi Ortadoğu kazanının içinde fokurdarken, kendisi gibi olmaktan çıkmaya işte böyle zorlanacak. Keza kim ne umut pompalarsa pompalasın, içinde CIA patentli bir istihbarat örgütünün gezindiği, handiyse en temel görevi üstlendiği bir ‘barış’ın tatmin düzeyini tüm taraflar tahmin etmekte. Çünkü yıllarca şiddetin, nefretin, linçlerin, katliamların taktik belirleyicileri hep onlar olmuş ve ortada küçük bir ‘pardon’ bile yok.
KAN KOKUSU
Suriye’den İran’a, Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimine, Irak merkezi hükümetine, Suriye’ye kadar pek çoklarını etkileyen oyunlarda rol kapma kavgasına girişen ve bu nedenle NATO’nun patriotlarını, ABD’nin radarlarını topraklarında konuşlandıran, son model silahlarla depolarını doldurup, kan dökmeye hazır bekleyenlerin niyetlerinin ne olduğunu anlamamız için açık açık “hepinizin gözünüzü oyacağız” diye yüzümüze höykürmesi gerekmiyor. Tamam karamsar olmayalım, umut edelim ama böylesi bir tablonun, uzunca bir süre daha ortalığın kan kokmaya devam edeceğinin garantisi olduğunu da bilelim.
Büyük yalanlar boşuna söylenmez; büyük savaşların ikiz kardeşidirler. Oysa hepimizin gerçeğe, havaya, suya duyduğumuz ihtiyaç kadar ihtiyacı var. Aksi halde takım elbiseli zevat, kürsülerde boy gösterip ‘analar ağlamasın, barış gelsin, silahlar sussun’ diye nutuklar atıp seçim borsasında parsayı toplarken, Roboski’ye ölüm yağmaya, Diyarbakır’da panzerler insanları ezmeye devam edecek ve Karadeniz’de daha çok fırtınalar kopacak….
Benim notum kismi haric alintidir, okuyanlarin objektif bakabilmesi icin yazarin adini vermedim
9 pm ye ek : simdi artik sakine cansiz larin neden olduruldugu kime ne mesaj verildigi aciktir. ha nato nun uluslarasi kont gerillasi ha tc nin kontr gerillasi, su soylenmistir pkk ya suriyede senin pyd bizim isleri bozuyor. pkk mesaji almistir. dunyada kendi kendini bilinc bulanikikligina götüren baska bir sol yoktur türkiyeden baska, düsman hic degismeden isini yapiyor, biz habire ona iyi ve kötü kanatlar , güvercinler sahinler, çözüm yanlilari ve savas yanlilari gibi anlamlar yüklüyoruz. yakinda esad in diktatörlügünü yeniden güncelleyerek kesfedecek, suriye de bir diktatör ü desteklemememek politikalari üretecegiz, üstelik kendine ulusalci sol diyen perincek ve sürekasi ile ayni seyi söylemektende kurtulmus olacagiz) yada dogan tarkanlar gibi suriyedevrimi dunya devrimidir diyecegiz. türkiye ve kürdistan sol u perincek ile öcalan arasinda daralmak zorundamidir.. nerede o anli sanli , proletarya nin bagimsiz öncü partileri, destekci, kuyrukcu hepsi, yarisi ulusalci kuyrukcusu, yarisi, gün zileli nin peters sellers filmi ornegi ile kiymetini cok güzel tanimladigi adamin pesinde…. bagimsiz , devrimci, bir ozne öncü olmak. 68 in ruhunu asacagiz derken 68 in entelektuel seviyesini arar olacagiz….
Güruh…
“Mütecaviz kitlenin hızla büyümesinin önemli bir nedeni, hiçbir riskin bulunmamasıdır. Risk yoktur, çünkü kitlenin sınırsız bir üstünlüğü vardır. Kurban, kitleyi oluşturanlara hiçbir şey yapamaz. Ya bağlıdır ya da kaçış halindedir, vurarak karşılık veremez; savunmasızlığı içinde yalnızca bir kurbandır ve yok edilmek üzere onlara teslim edilmiştir; buna yazgılıdır; böylelikle kimsenin adam öldürme cezasına çarptırılmaktan korkmasına gerek kalmaz. Onun izin verilmiş katli, insanların öldürme cezasının korkusu yüzünden işlemekten çekindikleri bütün cinayetlerin yerini tutar.” (s. 50) (Elias Canetti, Kitle ve İktidar, çev: Gülşat Aygen, 1998, Ayrıntı
mütecaviz kitleyi yölendiren ve ona suçunun karsiliksiz kalacagi duydusunu veren , yönetici eliti taciz etmektir. direkt mütecaviz kitleyi hedef almadan, ona taciz etme de yüreklendiren , örgütlenmis, kadiri mutlak sidettin bizzat kendisine siddet uygulamak… cok ayip bir seymidir?
bu taez ırkçı faşist linçi gruhlara karşı yapılacak tek şey devlet,iktidar ve gemen hegemonyadan medet umup kendi gücünden başka güçlere bel bağlamadan bütün sistem karşıtı toplumsal muhalefet dinamikleri hep birlikte parti ve dernek binalarımızı terk edip saldırganlara karşı onurlu bir direnişle toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci organizasyonlarının neler yapabileceğin göstermemizden geçer bir kez bütün toplumsal muhalefet dinamikleri bunu yapabilirsek bu gürühların çil gibi dağılıp asıl efendilerinin yanına koşmalarından bir türlü kaderi değişmeyen düzen mağduru halkımızda kimin ne olup ne yaptığını anlayıp geçmiş örneklerinin aksine kendi özgürlükçü eşitlikçi adaletli geleceği için kiminle birlikte mücadele edeceğinide gösterecektir.toplumsal devrimlerin isyan ateşi bu mücadelelerden sonra yanacağı için toplumsal devrimcilerin görevi bu olmalıdır.
“Tayyip gidemedi BDP’yi gönderdi” diyor Sinop ve Samsun’daki linç girisimi için Aydinlikçi fasistler. Fasizmin igrenç ve katliamci yüzü Dogu Perinçek’in gazetesinde bir kez daha siritti. Perinçek Türkiye halklarinin tarihine en karanlik sahsiyetlerden biri olarak geçecek, taraftarlari da bu damgayi alinlarindan silemeyecekler.
ozgürlükcü yazdiginiz /önerdiginiz dogru nun bir yönünü iceriyor, (her tanim mutlaka belirli baglamda dogru , ama bazi yönleri disarida biraktigi icin eksiktir) vahsi siddet kullanan bir kalabaliga karsi , kendini parcalatmaktan bahsettiginizi düsünmek istemiyorum. bu Linc girisimlerine karsi onerildiginde romantik bir intihar (feda diyenlerde var) anlamina gelir. Ben soyle anladim onerinizi, bu Linc anlarinda degil, bu Linc girisimlerinin olamamasi icin , dernek parti binalari ve basin aciklamalari na daralmis bir faaliyetin ötesinde faaliyetler icin, sokaklara cikmali. ama sadece bu da , kendini , kendi kurallari ile dahi sinirlamayan , örgütlenmis siddet baski orgutunun gücüyle azmis olan, gürühun siddete basvurmasini engellemeye yetmiyecektir. terörize edenlerin terörize edilmesi , ozgurlukten yana olan her siyasi akil icin mesrudur. bunun cok cesitli yollarinin bir tanesini kabul edip digerinin karsisina cikarmak yillardir yapilagelen birsey bizim cografyamizda. belki bölük pörcük olacak yazdiklarim. yasal olanaklari kullanmayi, icazettli bir mesruiyetle kabul ederseniz, zaten dernek parti binalarinizda hapsolmayi size kabul ettirmislerdir. Lincci güruhlar sivil fasistler bunun icin vardir. size legal olanagi taniyanlar cizgiyi astiginizda, demokrasicilik oyununa devam edebilmek icin, linc cilere ihtiyac duyarlar. bundan cikarilacak en son sonuc katiksiz bir illegal mücadele dir ki, teslimiyetin yenilgi kültürünün diger adidir. eger yasal olanak ve örgütlenmeler , gercek bir kitle hareketinin araclari olarak tanimlanacak ise, mesrulugu tamamen hakliligini sürekli kitlelere duyuran , ve Linc ci gürühu onun karar ve icra gücüne daha bastan itibaren , hareketin kitlevi muhtevasiyla bagli, bir karsi siddet gelistirmek, görevi ile birlestiren bir tarz gereklidir. bizi bu tarzin zararli olduguna ikna eden sey , aslinda, o Linc ci gürüh ve arkasindaki gücün bizi ideolojik olarak terörize etmesinden baska bisey degildir. bu ülkede bariscil olarak , sadece bu yöntemle gelistirilecek bir hareket, daha basinda , cizgiyi ilk gectigi yerde, esigi tam asacak potansiyeli aldiginda, karsisinda resmi yada gürüh siddeti cikarilir. Iste suan türkiye de (kürdistan haric) sol harekette bu anlamda bir Legalist bas dönmesi , bir mesruluk anlayisi carpikligi var.. oysa korkunun ecele faydasi yok. ya derneklerde yasal partilerde gercekten güclü yikici alternatifler olmamakla sinirlari cizilmis bir varlik, yada sosyal, siyasal, askeri carpisma. orta yol yok.. Foko culugun silahsiz olan bir tarzida tanimlanmali bence. Ha kitlelerden soyutlanmis bir askeri faaliyet, ha aslinda yikici devrimci olmamaya sartlandirilmis, derneklere saklanmis bir faaliyet..geriye kendiliginden kitle hareketinin mucizeleri ni beklemek kaliyor..
kırk yıl önce kırk yıl sonra (yorumsuz) diye saçmalamayı biliyor. ırkçı chp’linin linç edildiğini de iddia edebiliyor ama faşist aydınlık çetesinin ve faşist doğu perinçek’in 40 yıldır aynı faşist çizgiden hiç sapmadığını bilmiyor. ama faşist aydınlık çetesinin bu iğrenç (ve gerçek) linç girişimini nasıl desteklediğini, sinop ve samsun’daki güruh içinde de bu alçak faşistlerin yer aldığını söylemesini beklemiyoruz elbette faşist aydınlık çetesinin eski 2 numarasından…
Anonimin ekledigi yazinin yazarinin ve cogumuzun yanlis bir fikri var bana kalirsa. Propaganda icin ise yarayabilecek bir fikri, “arkalarinda devlet var” fikrini taktiklerimiz icin de kullanmaya calismak. Bu fasizmin kitle tabanini kucumsemek anlamina geliyor: Arkalarinda devlet var, ondan pervasizlar. Ondan pervasizlar da devlet arkalarindan cekilmeyecek ki. Devlet cekilse “derin devlet”, o cekilse fasist partiler, onlar cekilse mafya olacak arkalarinda. Sorun bir sekilde once hasir alti edilip, ardindan yeniden baska baska sekillerle piyasaya cikacak.
Ustelik “arkalarinda devlet var” sozu kendiliginden edilgen bir soz. Yapmamiz gerekenleri yapmamak icin bir bahane bu. Nasolsa devleti ikna edersek bu fasistler de susacak dusuncesi, tarihte olmeden onceki son sozler litetaturune gecmeli. Bu mantikla Italyadan Almanyaya tum fasist gucler iktidara geldi gecmiste.
Ve yalnizca bu da degil. Bizim ozel durumumuzda bunu soylemek, AKP isterse Kurt sorununu cozer demekle ozdes. Oysa Batida bir sol hegemonya kurulmadan, bu imkansiz. Adamlar her durumda halkin hassasiyetlerini bahane edip kacacak noktalar buluyorlar. O “hassasiyetler”in halkin degil, fasistlerin hassasiyetleri oldugunu ve o hassasiyetleri takarlarsa toplumsal ortak duyguya karsi cikmis olacaklarini (yani oy ve iktidar kaybedeceklerini) gostermek, onlari buna zorlamak gerekiyor. Arkalarinda devlet var dusuncesiyle, yapmamiz gerekenler arasinda boyle bir celiski var bence.
Yusuf Bey “Bizim ozel durumumuzda bunu soylemek, AKP isterse Kurt sorununu cozer demekle ozdes. Oysa Batida bir sol hegemonya kurulmadan, bu imkansiz” diyor. Tam tersine, Bati’da sahillerde, Izmir’de, Antalya’da sol yikilmadan Kürt sorunu çözülmez, Balkanli -Giritli göçmenlerin, alevilerin yasadigi, Bati hayat tarzini benimsemis, raki içen erkeklerin, avrupai kadinlarin çogunlukta oldugu Izmir’de Kürt avina çikiliyor. Atatürkçülük adina kisiler putlastiriliyor, sol adina ulusalci-fasist ideoloji etkin. Tarihte Ermeni soykirimi yapan da bu solcularin atasi olan Ittihat ve Terakki idi. Sol, Kürt sorunu dahil hiçbir sorunun çözülmesini istemez, Türkiye’de tasaronlugunu yaptigi hayat tarzini benimesmis ülkelerin ajanidir ve bu ülkeler karsisinda türkiye’yi sorunlu bir konumda tutmakla görevlidir.
Sinop’la Samsun alevi kenti mi yoksa girit gocmeni mi dolu? Ya Trabzon?
Tamam demek istedigini anliyorum. Yaptigin irkcilik tabi. Ama onu yaparken de gercekleri carpitmak ya da gormezden gelmek zorunda kaliyorsun. Bu ulkede Istanbul, malumistan illeri ve Artvin felan disinda Turk milliyetciliginin prim yapmadigi tek bir kose var mi? Yok degil mi? E o halde ne giriti ne alevisi? Niye giciksin sen bunlara? Hadi giritliler batili felan. Aleviler de anadolulu ama? Sirf senin mezhebinden degil diye boyle dusunmen cok kotu. Ic ege’de var senin gibi dusunenler. Adamlar tahtacilari bile sevmezler. Alakalari bile yok oysa. Kirk yilda bir gorurler. Kapali toplum olmaktan oluyor bunlar…
Aleviler’den, Giritliler’den gicik kapan falan yok, ne gicigi, sadece abuk sabuk bir durum ifsa edildi, solcularin cogunlukta oldugu topluluklarin genellikle Kürt, Ermeni düsmani, irkçi, fasist, militarist egilimler gösterdikleri vurgulandi. Gerçekler acitti galiba, CHP’lilerin maskesini düsurmeye devam edecegiz, sizi gidi Atatürk milliyetçileri sizi.27 Mayi çocuklarindan, solcu, leninci, stalinci insanlik düsmanlarindan irkçilik dersi alacak degiliz, dünyanin en irkçi insanlari solculardir, bu konuda Hitler’e bile fark attilar.
Sinirlenmene gerek yok. Gicik kapmiyorsan tamam. Ama bir inanc grubunun ya da bir etnik kokenin hepsine birden tavir almak irkciligin tanimidir zaten. O kelimeyi yanlis kullaniyorsun. Yok asil sen yanlis kullaniyorsun diyorsan, hadi oyle olsun da, sen kendi irkcilik tanimini soyle, senin diline cevirelim ne demek istedigimizi. Bak solcu kelimesinde de problemin var. Sen onu da soyle, solcu senin dilinde ne demek, ona gore anlatalim ne diyecegimizi. Boyle Suleyman Demirel’in Azerbaycan ziyaretinde “Silah, omza!” komutu verilirkenki gibi durumlar olusmasin.
Ve tabi CHPlilerin maskesini dusurmek istiyorsan yanlis yerdesin. Kalmadi onlardan buralarda. Olsa dukkan senin. Burda olsa olsa, bi ara mucadele buyurse ittifak yapalim mi yoksa birakalim debelensinler mi turunden beyin jimnastigi yapanlar var. Yapmayin diyorsan, ben de yapmayalim diyorum mesela. Anlat anlatmak istediklerini, neden bunun hatali oldugunu, neden felakete yol acacagini da, fikirler olussun. Yuz cicek acsin, bin fikir yarissin. Di mi ama?
EN ÖNEMLİ GÖREV = SAVAŞI ENGELLEMEKTİR
1) PKK’nın yasal uzantısı BDP Karadeniz ziyaretleriyle birlikte iç savaş kışkırtıcılığı yapmaktadır. Ziyaretlerin amacı, olayların basın yayın organlarında düşmanlığın körüklenmesi ve gösterilmesiyle birlikte “Bakın, birlikte yaşama olanağı yoktur. Dolayısıyla yeni anayasada federasyonu ve bölünmeyi kabul etmek zorundayız” algısını yerleştirmektir. Süreci yöneten ABD’nin elçilik görevlilerinin BDP öncesi Karadeniz illerinin valilerini gezmesi ve nabız yoklaması bunun kanıtlarından biridir.
2) PKK’nın AKP’ye hitaben ‘İktidara gelmenizde bizim katkımız var’ seslenişi ‘süreci iyi yönet’ talimatıdır. Obama’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği ‘Açılım sürecini destekliyoruz. Başarısı için her şeyi yapacağız.’ garantisinin ardından AKP ve PKK cesaretlenmiştir. Ziyaret dikkat edilmelidir ki Abdullah Öcalan’ın hakim sınıflar tarafından barış güvercini ilan edildiği, ‘namaz kılardı ‘gibi ‘halktan, bizden’ biri olduğu propagandasının yapıldığı dönemde gerçekleşmiştir. Bölünme aktörleri meşrulaşmakta birlik savunucuları ‘faşist’, Türk kelimesi bölücü bir kelime olarak ilan edilmektedir. Süreç Türkiye’nin bölünerek, Ortadoğu’da piyonlaştırılan bir cemaat diktatörlüğüne götürülme sürecidir.
3) Bu gelişmeler yaşanırken, ABD, ağırlığını koyarak PKK uzantısı PYD örgütünü Özgür Suriye Ordusu dedikleri çete ile yan yana getirerek anlaştırmıştır. Suriye üzerinden koridor açılması ve Barzani devleti ile Türkiye’nin Güney doğusunun birleşmesi için yani Büyük Ortadoğu Projesi’nde Diyarbakır’ın başkent yapılması için bölücülük ve gericilik birleşmiştir.
4) PKK’nın Büyük Türk Milletinin aslı parçası Kürdümüze vereceği emperyalizme ve feodal kalıntılara kölelik dışında hiçbir şey yoktur. Emperyalizmin denetiminde bağımsızlık mücadelesi verilmez. Etnik milliyetçilik ve Şeyh Sait severlik gericiliktir. TÜSİAD gibi milletin kanını emen hakim sınıf temsilcileri ile halay çekerek ‘ezilenlerin hakkını savunduğunu’ iddia etmek ancak siyaset esnaflarına özgü bir sahtekarlıktır. Bölünmeyi her zaman zenginler ister. Başta Yugoslavya olmak üzere bölünen devletler incelendiğinde bölünmeyi isteyenlerin emperyalizmin işbirlikçisi hakim sınıflar olduğu ve bu sınıfların halkın dini ve kültürel çelişkileri derinleştirerek iç savaş kışkırtıcılığı yaptığı görülecektir.
5) Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Türk de biziz, Kürt de biziz! Çözüm, emekçileri milletin efendisi yapacak ikinci kurtuluş savaşında ve devrimdedir. Devrim birleştirir, gericilik böler. Çözüm ırkçılık yaparak sürece dolaylı yoldan destek değil, devrimcilik yaparak anti-emperyalist mücadeleyi yükselmektir. Vatanseverler bu eksende ağırlığını koyarak zor ama sonuç alıcı çözümü yani birliği sağlayabilir. Bugün en kolay, en basit, en bölücü davranış Kürt düşmanlığı yaparak PKK’ya destek olmaktır. TGB tepkisel şovenizme yüz vermez. Halkımız, bugüne dek her türlü kışkırtma girişimine rağmen soğukkanlılığını korumuştur. Türkiye’nin bölünmesi programını uygulamaya girişenlerin oyunlarını bozmuştur.
6) Bozulamayacak olan en önemli süreç, en büyük kardeşlik programı olan, devrimle milletleşme sürecidir.
7) Ülkemizi emperyalizm destekli bölücülükten ve gericilikten kurtarmanın temel koşulu AKP’den kurtulmaktır. AKP yıkıldımı batı destekli bölücülük etkisiz hale gelir. Sonraki süreç büyük bir aydınlanma devrimi ile birlikte Milletleşme sürecini sağlamlaştırmaktır.
TGB Genel Merkezi
yusuf cemal in beni tam anladigini , yada derdimi tam anlatabildigimi soleyemem. Sivil fasist güruhun arlasinda Devletin olmasi, bir gercek.. Ben sadece sivil fasit güruhun bugünden yarina su yada bu sekilde, etkisizlestirilip dagitilabilecegini ima etmiyorum. Bilakis , bu gun batida varolan calisma tarzinin, o bahsedilen sol hegemonya asamasina ulasabilmesi icin, daha bastan ve son gününe kadar, siddet icerebilen, örgütlenmeleride barindirmasi gereken bir mücadele tarzindan bahsediyorum, ha sivil ha resmi devlet, ha ortulu fasist resmi organizasyon kontr gerilla ha mafya, ruseym halinde iken bile , halk gucleri, eger gelisme potansiyeli tasiyor ise, siddete maruz kalacaklardir. bu yuzden, yasal olanaklari , mucadelenin mesruiyeti temelinde, icazet temelinde degil, kavriyan, devletin cis dedigi yerde durmayan, bir anlayisin cok yonlu calisma mucadele tarzi ve bunun orgutlenmelerine ihtiyaci oldugu dusuncesindeyim. bu perspektifin , sadece lincileri geriletme degil, su yada bu olcude , hatta halk guclerinin mucadelesinin güclulugu oraninda artarak sonuna kadar, bahsedilen sol hegemonya nin kurulusana kadar surecek bir surecten bahsediyorum. iste bu baglamda, yasal sinirlari icazetci olarak kabullenmis mantigin niyeti ne olursa olsun, dernek parti bina kapilarinin esiginde, bir tür silahsiz fokoculuga mahkum oldugunu, bu bilinc carpikliginin solun onemli bir kesimine hakim oldugunu dusunuyorum, .. ezilen halklarin mucadelesini verecek , egemenleri mulklerinden siyasi zor olanaklarindan mahrum etmeyi planlayacak ve isteyeceksiniz, ama sinirlariniz onlarin nezdinde mesru olabilecek bir mucadele olacak. alintladigim yazarin her dusuncesine katilmam, ama alintiladigim yazi tespitleri itibariyla dogru, sadece politik onermeleri icermiyor. fasist siddeti sivil resmi diye ayirmak bize ajitasyon faaliyetinde yarar sagliyor. ama sivil yada resmi fasist siddetin kaynaginin ayni oldugunu gözden kacirmak hatadir, (yukarida yazdigim gibi her tanim bir miktar eksik kaliyor , sanirim ondan eksik ve yanlis anlasiliyorum) Kürt ulusal hareketinin reel politik bir mantikla suriye ve ulkede (buna entegre plan diyorlar) devsirilmek istendigi, ve kismi sonuclar alindigi dusuncesindeyim. bu anlamda elestriler , ve bu surecin desifre edilmesinde, turkiyeli devrimci güclere buyuk gorev düsmekte diye dusunuyorum. kürt ulusal hareketinin emperyalist planlara devsirilmek istenmesi bunda kismen sonuc alinmasi ile, kurt ulusal hareketinin emperyalizmin bir uzantisi oldugunu ajite eden bir dogru bakis tarzini hakim kilmak ne yazikki cok güc bugunlerde, sol un ocalan ve perincek sosyal sovenizmi arasinda yarildigini, oncu oznenin bu iki siyasi egilim arasinda su yada bu olcude kuyrukculasma egiliminde oldugu beni gercekten korkutuyor. perincek cizgisi ileri devrimciler acisindan oynadigi rol asikar, ama onun demagojisini yaptigi anti emperyalizme yakinmis gibi gorunecegiz diye, ocalan in cizgisini elestirmekten kacinmak, bazen benim bile icine dustugum bir hata. oysa türkiye ve kürdistanda bu iki egilimdende (ocalan ve perincek.)yüksek teorik entelektuel birikime sahip kisi grup orgutlerle dolu oldugunu dusunuyorum, ocalanin gelistimeye calistigi cizgiyi teshir ve mahkum etmek, perincegi de artik kendi demagojisini yaptigi degerler cercevesinden degilde, mihri belli nin onu tanimladigi cerceveden ( dogu perincek egemenleri desteklemek icin hep devrimci bir sebep uydurur demis m belli) mahkum etmek, secenekci olmak yerine dogru cizgiyi bu iki egilime karsin , onlari mahkum ederek yayginlastirmak, onemli ve zor bir gorev gibi gorunuyor. yoksa dilimizde baris türkuleri ile katledilmeye devam edecegimiz cok acik. Aydinlikcilarin burada yazabilmelerini , Gün Zileli nin onlara olan sempatisine degil, bilakis, biraz naifce buldugum aman onlarda yazsinlar yasakci olmayayim kaygisina veriyor, ve bunu artik gereksiz buluyorum.
kurt ulusal hareketinin emperyalizmin bir uzantisi oldugunu ajite eden bir dogru bakis tarzini hakim kilmak yalnis yazmisim, kurt ulusal hareketinin emperyalizmin bir uzantisi oldugu yanlis bakis tarzi olacakti, kendine ulusalci diyen sola göre ulusal hareket emperyalizmin bi uzantisidir, ne dil ne hak istemelidir, ben tersini soyluyorum, kurt ulusal harketi baris sureci ile zaten perinceklerin de bahsettigi gibi turk devleti ile anlasmakta, ve bu türk devleti emperyalizmin turk devleti zaten.
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/02/19/guruh%e2%80%a6/#ixzz2LY1f25cX
tutarli bir anti emperyalist olunacaksa eger , kürt ulusal hareketine karsi degil, emperyalizmin hücrelrine kadar isledigi sistem ve devlete karsi mucadele edilmelidir. Nato generallerinin sadece Kürt alerjisinden ve Efendilerine ortadoguda ayak bagi olmalarindan dolayi silivride burunlarinin surtulmesi nasil anti emperyalizmle aciklanabilir. sol boyle bir ajitasyonu neden yürütmez, diger yandan, neredeyse karsi cikanin gayri insani sayildigi bu baris surecinin, ne kürtlerin haklarini almasi, ile iliskinliginden cok, kurt ulusal hareketinin , emperyalist ler tarafiondan terbiye edilip, emperyalizmin uzantisi türkiye devleti egemenlerinin ortadogu planlarina devsirilmesi gercegi nasil gozden kacirilir. bu iki sinin birbiriyle celisen seyler oldugu nasil soylenebilinir. sanki türkiyede emperyalist hegamonya akp ile baslamis gibi bir perincekci ajitasyon, sanki baris sureci (ne yazikki ugruna olunuyor) denen sey cok matah bir sey.
anti emperyalistlere soralım,
küreselleşme çağında emperyalizm kavramının anlamı nedir?
günümüzde emperyalizm, sermayenin hareketiyle uyumlu olarak nasıl açıklanabilir?
sermayenin temerküz ve temellük etme hali, ulusal dönemin kavramsallaştırmasıyla ne kadar anlamlıdır; neyi ifade edebilir?
gizli ve açık leninistler, hadi döktürün de konuşalım.
Sanırım, m.aliŞér için yeterli bir açıklama olacak:
http://petras.lahaine.org/?p=1928
Yetmediyse, şu kitap da okunabilir:
http://www.keepandshare.com/doc/3542325/the-globalization-of-poverty-and-the-new-world-order-michel-chossudovsky-2003-pdf-february-1?dn=y&dnad=y
alişerin soruları ve cevapları çok önemlidir.günümüz evrensel ölçekteki sermaye temerküzü ve hareketlerini anlayan bir yeni emperyalizm hegemonya hatta sistemin ideolojisi liberalizm tanımına ihtiyaç vardır bunu yapamayan liberter özgürlükçü toplumsal muhalefet dinamikleri kürt özgürlük hareketinin geldiği yer mücadelesi suriye kürdistanındaki özgün alternatif birlikte yaşama birlikte yönetme deneylerini (devlet ve iktidar hegemonyasısız yeni bir birlikte yaşam inşası) hiç anlayamaz.siyasi hayatımızda belkide en özgürlükçü sistem alternatifi başarı siyaseti mücadele örneği sayılabilecek ve aslında bütün birikimleri ve pratikleriyle özgürlükçü anarşizmden etkilendiği gün gibi açık olan kürt özgürlük hareketini emperyalizmin piyonu yada iş birlikçisi anlamına gelecek yerden eleştirileri anlamak mümkün değil.hemde kendini anarşist ilan edebilen sitede bunların olması aslında kendiyle çelişme olmuyormu?milli duyguları zirve yapmış TGB nin bildirisiyle yaptıklarını bir anlamaya çalışın hem milli olacaksın hemde kürtleri millilikle suçlayıp HDK heyetine saldıracaksın tgb üyeleri görüntülerde tesbit edilmiş suriye kürdistenında kürtler,araplar,türkmenler,süryan,ler,ermeniler yaşayan bütün halklar özgürlük ve katı eşitlikçi adalet temelinde birlikte üretip birlikte yönetip birlikte paylaşmasından egemen hegemonyanın efendileri korkup fesatlanmasını anladıkta kendine özgürlükçü,devrimci,solcu hatta anarşist diyenlerin fesatlanmasını anlayamadık.bereketli topraklarda devlet ve iktidarsız başka bir hayatın inşa çabaları en önce bizi sevindirip etkilemesi gerekmiyormu?sol ve devrimci düşmanı faşiste cevap vermeyin o da çok eleştirdiği ırkçılardan farksızdır başka inanç ve dinlar ve dinsizlerin oluşturduğu bütçeden onun mezhebinin sürekli devlet eliyle yeniden üretilip devlet memurlarından oluşan diyanetin binlerce memuruyla dayatılmasında neden rahatsız değil ne itirazında bulunmuş yoksa altan altan benim dinim ve mezhebimin hegemonyası başkalarının parasıyla kuruluyor diye seviniyormu eşitlik vijdan ahlak anlayışı bumu?kan verdiği kızılayın türk kızılayı gittiği okulun türk milli eğitimi uçurulan uydunun göktürk oluşuna yanındaki laz,kürt,ermeni,gürcü,rum,çerkez komşuma ayıp oluyor diye bir itirazı olduda bizmi düymadık rezil faşist sen bu siteden uzak dur efendilerine başka yerde hizmet yap yeterince kendimizdeki milli duygularla uğraşıyoruz bir de senle uğraşmayalım
27 Nolu anonim. Acik ki soylediklerini anlamamisim. Daha dogrusu baska yerinden anlamisim. Kusura bakma.
Ama yazdiklarin aklima bir iki soru getirdi. Ilki pratik biraz: Iyi de hangi gucle bu silahsiz gucu yaratabilecegiz? Yani Kurtler evet, bunu yaratabilir ama Batidaki sol bu isin altindan kalkamaz bana kalirsa. Ki benzer bir tarz tutturarak ilerlemeye calisan ozneler yok degil. Sonuc sanirim ortada. Yani bu sekilde ilerlemek, kendi gelecegini yaratan bir tarz degil. Insan kazanmaktan bahsediyorum. Ortam uygun olsaydi, mesela Gun Zileli’nin gencligindeki gibi, soyledigin sekilde ilerlemek mumkun olabilirdi. Bugunse bunun olurunu pek goremiyorum. Artması için neden yok. Tabi henüz yok.
Bir ikincisi “yasal olanaklari , mucadelenin mesruiyeti temelinde, icazet temelinde degil, kavriyan, devletin cis dedigi yerde durmayan, bir anlayis” düşüncen. Kesinlikle katılıyorum. Ama bu çok genel geçer değil mi? Yani bizi şu anda sınırlandıran şey, fikirlerimizin, doğru olduğunu iddia ettiğimiz dayanışma tarzının, yapıp ettiklerimizin insanlarca önemsenmemesi. Ama senin yazından edindiğim izlenim, bizi sınırlandıran şeyin “yasallık” olduğunu düşündüğün. Eğer yine yanlış anladıysam düzeltirsin.
Gerçek ve güçlü bir çağrıda (Althusser’in “çağırması” gibi) insanların dertlerini hatırlayacaklarını/ farkedeceklerini ve buna uygun hareket edeceklerini düşünüyor olmalısın. Ben bunun çok iyimser bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Çünkü aynen bu çağrılar yapıldı, yalnızca solcular tarafından değil, CHP tarafından bile kepçe kulaklı zayıf dürüst esmer adam figürü kullanılarak bu denendi. Sonuçta bu manevra AKP’ye çizik bile atamadı. Senin önerdiğin stratejinin bu olmadığını biliyorum, yalnızca arkasında gördüğüm mantığın bu olduğunu düşünüyorum.
Ki bence bir şekilde bu çağrıya yanıt verseler bile, bu histerik bir cevap olurdu. Geleceği kurmak için sokak gösterilerinden çok daha fazlasına ihtiyacımız var bana kalırsa.
Ama, eğer söylediklerini biraz Sorel’vari tarzda algılamaya çalışırsam, yani çalışan sınıfın göstereceği “şiddet”in, grevden sabotaja kadar uygulanabilecek meşru şiddetin, sınıf bilincini patlatacağı noktasından bakarsam, dediklerini düşünmek ve tabi ki test etmek gerekir derim.
34 nolu anonim benim. Yine adımı yazmayı unutmuşum.
emperyalizm kavramına yaklaşım, günümüz dünyasında devlet egemenliğini savunup savunmama noktasında turnusol görevi görüyor bence.
bu kavramı yeterince açıklayamadan kullanan, isterse anarşist olduğunu söylesin, kafa karışıklığı yaşıyor, diye düşünüyorum.
burada birilerinin önerdiği yazı ve kitaplar değil mesele, bu sayfalarda ahkam kesenlerin ne düşündüğüdür.
emperyalizm kavramının ne olduğu bilinmez değil.
lenin bunu kısaca hatırlarsak, şöyle açıklamıştı:
1- tekelleşme, kartelleşme sürecindeki artış
2- bu anlamda banka ve sanayi sermayesinin içiiçe geçerek, finans kapital oluşturması.
3- ulus pazarlarına hakimiyetin ardından gelen pazar doygunluğu neticesi, yeni pazarlar arama ihtiyacı,
4-aynı zamanda hammadde ve ucuz işgücü ihtiyacı…
5- neticede bu “ihtiyaçlarının” temini için mal ve daha çok da sermaye ihracını gereksinen emperyal uluslar ve onların sömürgeleştirdiği mazlum “uluslar”.
bu durum, “sosyalist sistemin” (devlet kapitalizmi) çökmesinin ardından anlamını yitirmiştir bence.
artık sermaye “ulus” karakterli bir birikim sürecinden, çıplak sınıf karakterli bir birikim sürecine geçmenin son engelinden de kurtulmuş durumda.
şimdi birikim için ulus, milliyet, din gibi kimlikler üzerinden değil,
dosdoğru karını artıracak alanlara doğru dizginsiz akarak, kendine her kimlikten ortaklar bulabilme aşamasındadır.
kapitalist küreselleşme dediğimiz budur. sermayenin hareket alanı, olabildiğince kimlikler üstü bir birikime giderken küre ölçeğindeki ulusal yapı artıklarını ya kendine bağlamak, ya da tasfiye etmek şeklindedir.
bu süreci anlamak istemeyenler hala o eski emperyalizm dönemi şablonlarından kurtulamayanlardır ya da devletini savunmak için daha başka teorik argüman bulamayan gizli açık devletçiler…
alişerin emperyalizm den başka bir cümle kuramayanların leninden günümüze bu günkü emperlazmi kapitalizmi ve ideolojisi liberalizmi hiç anlamamış devletçiliklerini bir türlü gizleyemeyenler olduğunu dikkat ettiysek bu tekerlemeyi yapanların daha çok milli duyguları yada ulusal hassasiyetleri yüksek olanlar olmasından anlarız.hepsi devletçidir üstelikte bence proleter devletçiyiz yalanınada inanmamamak lazım her türden devletin bu sistemin üretim ilişkilerinin hegemonyasındaki işlevi bellidir yusuf cemalde anlaşılmayan nasıl güç yaratacağız yani tolumsal muhalefet nasıl kitleselleşip ırkçı linçi gruhlar karşısında mücedele edebilecek alternatif olabilecek sorusuna aradığı cevaplarla yapılan çağrılardaki örneklerine gülmemek elde değil bu çağrıyı kime yaptırdın kadim sistemin devletin partisine hasbel kader başına değişik figür geçmişmişte gene etkili olamamış pes vallahi sizden tolumsal devrimci toplumsal muhalefet dinamiği nasıl olsun dediğinizi siz anlıyormusunuz o senin çağrıcıların değlmi toplumsal muhalefetin alternatif olmasının önündeki en büyük engellerden biri bari biz ona solcu demeyelim.sonra bu ceberrut düzenin mağduru olan mübalasız 73 milyonun 2 milyonun kölesi haline getirildiğini iktidarlar değişip kaderi değiştiğinden kendide bilmezmi?senin çağrıcın efendileri ve sermayeyi hedef alan hangi çağrıyı duydunki onun çağrısını çağrı sayıp olmuyor diyorsun anlayamadık.aslında cevabını aradığımız soru şu olabilir tolumun bütün sistem mağdurlarını alternatif başarı siyasitinin programında toparlayıp kitlesel bir alternatif yaratmak mümkünmüdür sorusu olabilir bu mümkündür yusuf cemalda bizim kafalarla mümkün değil daha doğrusu eski bildik kafa ve yöntemlerle değil çünki bildiğimiz 100 yıllık kömüntern devrimciliği günümüzün evrensel özgürlükçü devrimci demokratik birikim ve değerlerde yeni başarı siyasetinin kural ve kurumlarını sistemin mağduru halkla birlikte aşağıdan yukariya yeni pratiklerle ilmik ilmik üreterek örmek lazım vel hasıl klavye devrimciliği değil bedeli olan prtaik hayatın içinde yaşayarak üretmek zor iştir biz kolayına kaçıyoruz gibi görünüyor bu işin nüvelerinin en güzel örneklerini sergileyip hızla il ilçe HDK meclisleri ile bütün ülkede toplumsal muhalefetin politik partisi inşa ediliyor enseyi karartacağınıza sağınıza solunuza yaşadığınız yereldeki toplşumsal muhalefet dinamiklerinin içine girince anlayacaksınız artık bir seçeneğimiz olduğunu ve alternatif başarı siyasetinin reçetesi yok bizzat pratik mücadelenin içinde birlikte toplumsal muhalefet dinamikleri iş yaptıkça kendileri üretecek bu yeni kural ve kurumları üretiyor zaten hayatın içinde olanlar bilir dışına düşen yada devlet ve sistemden beklentisinin bile farkında olmayanların anlaması zor olabilir
iktidarlar değişip kaderi değişmediğinden olacaktı
Tartismayi mukemmel bir noktaya getirdin Ozgurlukcu. Yani sen HDKnin cagrisiyla insanlarin dertlerini farkedip, durumlarinin bedbahtligina uyanip, yapilan cagriya yanit vereceklerini, kavgaya katilacaklarini dusunuyorsun. Peki o halde neden yillar once mesela Dehap varken o cagriya yanit vermediklerini, neden yillarca secim bloklarinin o “guclu” cagrisini pek de takmadiklarini, sonrasinda kurulacak Turkiye partilerinin neden bir turlu kurulamadigini, o kurgusal partilerin neden yavasca once Cati partilerine donustugunu, sonrasinda da bir sonraki secime kadar hatirlanmadigini da bir aciklayabilir misin?
Bugun BDPnin istikrarli durusunun nedeni o eski, bir turlu sonlanmayan hikayeler degil sonucta. Bagimsiz aday taktiginin benimsenmesi, “kirli savas”in 90larin sonundan itibaren guc kaybetmesi, AKP olgusuyla bas etmeye calisan devletin eski sahiplerinin guc kaybetmesi, Ocalan’i yakalama manevrasinin kurgulananin tam tersi etki yaratmasi, Kurtlerin olagan ustu direnisinin bunu mumkun kilmasi vs. Degil mi? Eski ODPli, sonra SDPli, o parcalandi DTPli, o kapatildi BDPli olan kadrolar mi yeni kan getirdi bu harekete? Yepyeni bir 68 kusagi dogdu da, onlar mi girdi siyasi mevzulara? Yoksa birileri topluma inanilmaz derecede etkiyen ve hizli isleyecek yontemler mi buldu? Kisacasi allahaskina soylesene, bu seferki deneme olan HDKnin, devlet icinde Kurt sorununa karsi baska taktikler izlenmesi gerektigini dusunen AKPnin arada goz kirpmak zorunda kalmasi disinda, iddia ettigin gibi buyuyup Turkiyedeki ana sol muhalefet olacagina iliskin bu umidin nereden kaynaklaniyor? Gecmiste olmadi, simdi olacak mi diyorsun? Diyorsun da gecmisle bugunun farki buna yeter mi? Sirri Sureyya mi? Filiz Kocali mi? Karadeniz turlari mi? Nedir “bu sefer kesin tutacak” dusuncenin nedeni?
Gordugun gibi bu sefer duzen partisinden ornek vermedim. O verdigim ornek de zaten dusuncelerin arkasinda oldugunu dusundugum mantiga iliskin verilmisti. Yazdiklarimda da bunu belirtmistim oysa.
Benim fikrim sudur: Boyle cagrilarla, gaza gelmelerle, bu sefer oldularla olmayacak bu isler. Elimizi tasin altina sokup toplumun geleceginin insasini bugunden baslatmak gerekiyor. “Soz”un politikadaki degeri yerlerde surunuyor, geri gelir mi, insanlar bizi yeniden dinlerler mi, haydi saflara dendiginde bizle gelecekleri bir zaman olur mu, bilmiyorum. Umarim olur cunku gelecege adim adim ilerlemek, onun kumasini ilmek ilmek ormek, onun duvarlarini tugla tugla insa etmek cok yavas bir is. Soz’un, o Althusserci cagrinin bir ara yeniden devreye girmesi, yeniden sozumuzun dinlenir olmasi bize yuzyillar kazandiracaktir. Ama simdilik buna guvenip hareket edemeyiz. Bu durumu tekrar yaratmamiz gerekiyor. Bu anlamda seninle ayni seyi dusunuyorum Ozgurlukcu. Ama HDKnin boyle olmadigini, olamayacagini da dusunuyorum. Nedenlerini yukarida anlattim zaten.
26 nolu tgb yorumuna dair yorumlamalar
“Ziyaretlerin amacı, olayların basın yayın organlarında düşmanlığın körüklenmesi ve gösterilmesiyle birlikte “Bakın, birlikte yaşama olanağı yoktur…”
bdp nin aslında pek birlikte yaşama olanağıyla ilgilenmesine gerek yok, bence biraz solculuktan bununla uğraşıyorlar. Malum kürdistanda fazla türk yok dolayısıyla türklerle birlikte yaşayamamaktan kaynaklanan bir sorun değil sömürgecilik sorunu var. Misal zamanında cezayirliler fransızlarla beraber yaşayamadığından değil fransa sömürgeciliğinden muzdaripti.
tgb diyor ki:
“Bölünme aktörleri meşrulaşmakta birlik savunucuları ‘faşist’, Türk kelimesi bölücü bir kelime olarak ilan edilmektedir”
türkler için bölünme olan kürtler için bağımsızlık olabiliyor, ingilizlerde ira’yı bölücü görmüşlerdi muhtemelen. tabii sürecin nereye gideceğide belli değil ama hemen kuyuya taş atılmış bölünme diye. ayrıca türk kelimesi bölücü değil merak etmeyin birleştirici bir kelime tam da o yüzden faşizan.
bi kaç madde cemaat, abd emperyalizmi, feodalizm kalıntıları türü yeldeğirmenlerine saldırılmış geçiyorum
tgb diyor ki:
“Çözüm ırkçılık yaparak sürece dolaylı yoldan destek değil, devrimcilik yaparak anti-emperyalist mücadeleyi yükselmektir”
ırkçı emperyalist türk devletine karşı doğru tespit…
tgb diyor ki:
“Bozulamayacak olan en önemli süreç, en büyük kardeşlik programı olan, devrimle milletleşme sürecidir.”
son kürdü de asimile edince mi milletleşmiş olucaz bunun amerikan emperyalizmine zararı nedir biri bana açıklasın. onu geçtim bu devrimle milletleşme süreci sadece türklerin uygulayabildiği birşey midir? kürtlerde milletleşse olmuyor mu?
o bu değil de bu tkp ile işçi partisi niye birleşmiyor http://www.youtube.com/watch?v=nPqnxcphIZU
Bu nedenden ötürü birleşmiyorlar:
http://haber.sol.org.tr/medya/aydinliktan-carpitma-ve-yalan-habercilik-buradan-aydinlik-falan-cikmaz-haberi-68558
yusuf cemal özgürlükçüyü anlamaya çalışarak okudukça yusuf cemalin kadin dünyadaki işlevini anladıkça segilediği enseyi karartma halinden kurtulup kendi olabildikçe geldiği yeri geçmişini olumlu tükettikçe gelecek beklentilerinin bir hayal olamıyacağını somut elle tutulur gözle görülür alternatif başarı siyasetinin politik programının aslında çürümüş sistemin yarattığı bütün mağduriyetlerin gelecek beklentilerini içeren toplumsal muhalefetin politik organizasyonunun aşağıdan yukarıya kapitalist sistemin plepleri halklar tarafından hem pratik mücadele içinde hemde insanlığın evrensel birikim ve deneyleriyle inşa etmekte olduğunu kendide fark edecektir.bunun için çok uzağa gitmene gerek yoktur yaşadığın ilin ilçenin toplumsal muhalefet dinamiği özgürlükçü devrimcilerinin yaptıklarını merak edip birlikte işyapayı denersen anlayacaksın.HDK deneyinin geldiği yeri bir hatırla yıllar önce seçim işbirliği ile alınan yol ile son seçimlerde emek demokrasi özgürlük bloğu ile alınan yolu kıyasla gelinen yeri hatırla son blokun bir avuç engellenen vekilin meclis performasını olumlu birlikte tüketelim bu birikimlerin üstüne kürt hareketinin türkiye toplumsal muhalefetinin politik partisi HDP seviyesine sıçraması burjuvazinin ahırı(zileli) ndaki bir avuç vekilin bütün toplumsal muhalefetin sesi olması hızla HDK il ilçe meclisleri kurulup türkiye ölçeğinde gelecek yerel seçim ve genel seçimlere siyasi müdahele edecek HDP nin kurulup 31 siyasi anlayış ve grubun öncelikli kimliğinin HDK lı olabilmesi seviyesinde devrimci geleneklerimizde cevabını aradığımız birlik iş yapma yeteneklerinin yeni pratiklerini reçetelerde belkide eski kömüntern anlayışında değil pratik mücadelenin yeni kural ve kurumlarının içinden üretmesi şimdiden iktidarlar değişip kaderi değişmeyen sistemin mağduru halkımızda düzenin rantçı sömürgeci çürümüş sistem partilerine mecbur ve mahkum değiliz artık bir seçeneğimiz var türkiye halkları ve ezilen pleplerinin toplumsal muhalefein politik organizasyonu HDK VAR dediğini şimdiden duyar gibiyim ilk yerel seçimde sistemin bütün barajlarını alaşağa edip 300 belediye ile yereli yönetmeye başlayıp asıl toplumsal muhalefet olabilip gelecek gerçek halk iktidarının alternatifinin şimdiden görünür olmaya başladığını anlamamak için kör olmak gerekmez.HDK yı toplumsal muhalefetin alternatif politik öznesi yapan asıl özne iktidarı güç ve hegemonyayı sorunlu ve kirli görüp sorunsuz iktidarın gerçek sahibi halkın eline verecek yerinde doğrudan demokrasiyi gerçekleştirmek için yeni kural ve kurumları gerçekleştirmek amacı ve pperspektifinde bir iktidar anlayışı olmasıdır onu büyük ve geleceğin iktidarı yapan anlayışta tam da budur HDK nın devlet ve iktidar talebi yoktur bütün devlet ve iktidarların sorunlu olduğunu bilir
Özgürlükçü, dediklerini yaptım ve yapıyorum aslında. Ama tamamdır. O halde benim de senden ricam şu: Bu iş yine moral bozucu bir şekilde biterse sen de enseni karartma ya da öyle bitsin bitmesin gelecekte bir şekilde politikanın yapılamaz olduğu düşüncesine meyledersen benim yazdıklarımı hatırla. Çünkü o durumlara karşı bir çıkış yolu bulmuş olabiliriz.
TGB Genel Merkezi ne
http://www.firatnews.com/news/guncel/zubeyir-aydar-iki-tarafli-ateskes-hemen-devreye-girmeli.htm
Zübeyir Aydar: İki taraflı ateşkes hemen devreye girmeli
KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, Öcalan ile görüşmelerle başlayan sürecin sağlıklı ilerlemesi için bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç olduğunu söyledi. “İki taraflı bir ateşkes hemen devreye girmelidir” diyen Aydar, bir dizi talepte bulundu.
İsviçre Parlamentosu’ndaki Kürt Dostluk Grubu ve Hükümet Dışı Örgütler (ONG) tarafından organize edilen “Tarafsız ülkelerin Kürt sorununun çözümündeki rolü” konferansına katılan KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, PKK ile devlet arasında bugüne kadar gerçekleşen temasları, PKK’nin ateşkes ilanlarını ve Kürt tarafının pozisyonunu anlattı. Aydar, görüşme sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesi için bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç olduğunu söylerken, Kürt tarafının taleplerini aktardı.
Aydar’ın konuşması şöyle:
“Ortadoğu genelinde Kürt sorunun gündemde olduğu, Türkiye de Kürt sorununun barışçıl çözümü yönünde ciddi arayışların olduğu bir dönemde, müzakere ve çözüm konularını ele alan bir konferansın İsviçre de düzenlenmesi önemlidir. Konuşmama başlarken öncelikle bu konferansa ev sahipliği yapan İsviçre Parlamentosu Kürt Dostluk Grubu ile Kürt İnsan Hakları Merkezine ve konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Burada yapılacak sunumlar ve tartışmaların Kürt sorununda çözüm arayışlarına değerli katkılar yapacağına inanıyorum.
Ben de konuşmamda konferansın ana tema’sı ve panel başlığına uygun olarak, diyalog, müzakere, yol haritası, siyasi çözüm ve barış konularında Kürt tarafının görüşlerini dile getirmeye çalışacağım. Kürt tarafı bu kavramlardan ne anlıyor, bunlara nasıl yaklaşıyor, bu konuda bir çalışması var mıdır, böyle bir sürece nasıl bakıyor, biçimindeki sorulara cevap vermeye çalışacağım.
Kürt sorununda tarihsel sürece girmeden günceli değerlendirmek suretiyle, yani PKK öncülüğünde gelişen son Kürt İsyanı çerçevesinde kalarak, çözüm konusuna yaklaşacağım. Türkiye de Kürt sorununda çözüm tartışmaları 1990’lı yılların başında başladı ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın konuyla ilgilenmesiyle çözüm arayışları da başladı. Bu arayışlara Kürt tarafı hep olumlu karşılık verdi. Bu çerçevede çözüm arayışlarının önünü açmak üzere PKK, 17 Mart 1993’te tek taraflı ateş kes ilan etti. Özal’ın şüpheli bir şekilde ölümü ve karşı tarafın olumlu karşılık vermemesi üzerine bu girişim sonuçsuz kaldı ve ateşkes bozuldu.
1995 ve 1998’de de benzer girişimler oldu ve her iki girişime de Kürt tarafı tek taraflı ateşkesler ilan ederek olumlu karşılık verdi. Ancak her iki girişim de önceki gibi karşı tarafın olumsuz yaklaşımlarından dolayı sonuçsuz kaldılar.
1999 yılı başlarında Sayın Abdullah Öcalan’ın, uluslararası bir komplo sonucu Kenya da yakalanıp hukuksuz ve korsanca bir yaklaşımla Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra da, çözüm arayışları devam etti. Cezaevinde Sayın Öcalan ile yapılan görüşmeler üzerine, Temmuz 1999’da yeniden ateşkes ilan edildi. Diğer ateşkeslerden farklı olarak provokasyonlar olmasın diye, bu sefer Gerilla güçleri Türkiye sınırları dışına çekildi. Bu durum 2004 yılına kadar devam etti. Ne yazık ki Türkiye Hükümeti ve yöneticileri, bu sürede çözüm namına hiçbir adım atmadılar. Çatışmalar kesilince sorun bitti dediler. Kürt tarafı defalarca deklarasyonlar biçiminde nasıl bir çözüm istediğini kamuoyuyla paylaştı. Kürt tarafının talepleri son derece makul ve kabul edilebilir isteklerdi. Kürt tarafının makul istekleri görmezden gelindi, iyi niyetli çağrıları duyulmaz oldu ve bu tavırlar zafiyet olarak kabul edildi.
Bundan dolayı 2004 Haziranında çatışmalar yeniden başladı. Hükümet önce duymazdan geldi. 2005 ortalarından sonra yeniden çözüm tartışmaları başladı. 2006’da da yeni girişimler ve çözüm arayışları devreye girdi. 2005’te ki tartışmalar ile 2006 da ki girişimlere de, daha önce olduğu gibi Kürt tarafı olumlu cevaplar verdi ve tek taraflı ateşkesler ilan etti. İlki 1993’te olmak üzere bu güne kadar Kürt tarafının ilan ettiği ateşkes sayısı 8’dir. Bütün bu ateşkeslere Türk ordusu çok az riayet etmiş ve Türk tarafının çözümsüzlükte ısrar eden tavrı ve askeri operasyonlarını sürdürmesi nedeniyle bozulmuşlardır.
2006 ve sonrasında gelişen diyalog ve görüşme sürecini ayrı ele alıp değerlendirmek gerekir. Bu süreç önce dolaylı olarak aracıların mesaj getirip götürmesiyle başladı. 2007’nin sonlarından başlayarak da yüz yüze görüşmelere geçildi. Kamuoyunda Oslo Görüşmeleri olarak bilinen süreçte, görüşmelerin iki ayağı vardı. Biri İmralı Cezaevinde Sayın Öcalan’la, diğeri dışarıda Örgüt temsilcileri ile yürütülüyordu. Görüşmeler birbirleri ile paralel olarak birinin diğerini tamamlaması şeklinde yürüyordu. Aradaki bağlantı da yazılı belgelerin teatisi şeklindeydi. Zaman zaman tıkanma ve kesilmeler yaşanmakla beraber bu süreç Temmuz 2011’e kadar devam etti. Karşı tarafın verdiği sözleri yerine getirmemesi, çözüm yönünde esasa ilişkin adımlar atmaya yanaşmaması ve var olan randevuları iptal etmesiyle süreç kesildi.
Haklı olarak herkesin aklına “bu kadar sürede ne konuşuldu, kim ne dedi, neden sonuç alınmadı” gibi sorular sorulabilir. Kürt tarafı, soruna siyasi bir çözüm bulmak amacıyla bu sürece samimi yaklaştı. Kendi üzerine düşeni yerine getirdi. Kürt tarafının ilk etapta yapabileceği en önemli şey ateşkesti. Görüşmelerin tıkandığı durumlar dışında bu süreçte tek taraflı da olsa ateşkesler ilan etti ve buna tüm güçleriyle riayet etti. Türkiye Ordusu da gayri resmi bir şekilde ateşkeslere kısmen uydu.
Kürt tarafının barış ve diyalog yoluyla siyasi bir çözüm bulma dışında farklı bir gündemi yoktu. Görüşmelerde taleplerini açık ve net bir şekilde dile getirdi. Bu talepler son derece makul ve normal bir demokraside tartışılmaması gereken asgari taleplerdir. Çözüm için yol haritası ve buna uygun pratik adımları içeren protokoller hazırlayarak karşı tarafa sundu.
Türk tarafının talebi üzerine, Kürt tarafı, barış ve silahsız bir çözümde samimi olduğunu göstermek, ayni zamanda barış ve diyalog konusunda hükümetin elini güçlendirmek amacıyla, gerilla ve Maxmur mülteci kampı sakinlerinden oluşan barış gruplarını oluşturup, ellerine barış mesajını içeren bir mektup vererek, Türkiye’ye gönderdi. Karşı taraf “bu kişiler tutuklanıp-yargılanmayacaklar” demesine rağmen, sonradan bu kişiler tutuklandı ve ağır cezalara çarptırıldı.
Türk tarafını temsil edenler bu süre içinde defalarca söz vermelerine rağmen, hiçbir zaman bir çözüm projesiyle masaya oturmadılar. Türkiye adına görüşmelere katılanlar, tartışmalardan sonra “biz bu hususları hükümete götüreceğiz, gelecek oturumda cevabını getiririz” demişlerdir. Ancak hiçbir zaman tatmin edici bir cevapla dönmemişlerdir. Ana konular gündeme geldiğinde biz bu konuda yetkili değiliz demişlerdir. Kürt tarafı, “yetkili bir heyet gelsin, kaç gün kaç hafta sürerse sürsün, oturalım son noktayı koyana kadar devam edelim” önerisini kendilerine sunmuş, ancak karşılık almamıştır.
Görüşmelerin sıklaştığı, hükümetin Kürt açılımını dillendirdiği, Kürt tarafının ateşkes ilan ettiği ve herkesin bu iş olumluya gidiyor diye umutlandığı bir dönemde, 14 Nisan 2009 da KCK operasyonları adı altında, içinde seçilmişlerin de olduğu her düzeyde görev alan Kürt siyasetçilerine yönelik “Siyasi Soykırım” diye adlandırdığımız tutuklama furyası başlatılmıştır. Görüşmelerde bu konu gündeme geldiğinde, “bu hükümetin tavrı değildir, bazı savcıların kendi başlarına yaptıklarıdır, kısa sürede bırakılacaklardır” demelerine rağmen, operasyonlar genişleyerek devam etmiştir. Bu operasyonlar halen de sürmektedir ve tutuklananların sayısı 10 bine yaklaşmıştır.
Yine bu süreçte (2011 başları) İran, Irak ve Suriye ile anti Kürt ittifakı yenilenmiş, kendilerinin deyimiyle dört taraftan saldırarak “Sirilanka-Tamil” modeli bir operasyonla, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme planı yapmış ve 2011 Temmuzunda bu planı devreye koymuşlardır.
Bu yapılanlar karşısında Kürt tarafında oluşan algı, “Türk tarafının seçimleri rahat bir ortamda yapmak için ateşkese ihtiyaçlarının olduğu, görüşmelerle zaman kazanmaya yönelik oyalama içinde olduğu ve fırsat bulduklarında da son darbeyi vurmaya çalıştığı” yönündedir. Yaşanan pratik de bu algıyı doğrular niteliktedir.
Temmuz 2011’den sonra sert çatışmalar yaşandı, özellikle 2012 yılında çatışmalar daha da şiddetlendi. AKP Hükümetinin çok iddialı olarak sarıldığı “Srilanka-Tamil” modeli Kürdistan da tutmadı. Eylül 2012 den itibaren Türkiye de yeniden çözüm tartışmaları başladı. Özellikle Kürt tutsakların kitlesel açlık grevine girdiği dönemde yeni gelişmeler oldu ve İmralı’ya heyetlerin gidip geldiği yönünde basına haberler yansıdı. En son 28 Aralık 2012 de Başbakan Erdoğan katıldığı bir televizyon programında İmralı da Sayın Öcalan ile görüşmelerin yapıldığını doğruladı. Akabinde 3 Ocak 2013’te iki BDP milletvekilinin İmralı’ya gidişlerine izin verildi.
Bu önemli bir gelişmeydi ve kamuoyunda heyecan yarattı. 14 yıllık esaretinde ilk defa iki siyasetçinin Sayın Öcalan’ı ziyaret etmesi ve bu ziyaretin barışçıl çözüm amaçlı olarak gerçekleşmesi, diyalog yönünde atılmış önemli bir adımdı. Kürt tarafı tüm bileşenleri ile bu girişime değer biçti, Sayın Öcalan’a destek verdi ve sürecin arkasında olduğunu yaptığı açıklamalarla kamuoyuna deklare etti.
Bu arada Türk tarafından kaynaklanan olumsuz gelişmelerde birbirini izledi. Ağır kış şartlarına rağmen askeri operasyonlar hızlandı. Eskiden kat kat daha fazla olarak Güney Kürdistan’daki (Kuzey Irak) gerilla alanları uçaklarla bombalandı. Çatışma ve bombardımanlarda çok sayıda can kaybı yaşandı. 9 Ocak 2013’te Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi vahşice katledildi. Bizdeki tüm bulgu ve emareler bu cinayetin Türk Gladyosu tarafından işlendiğini göstermektedir. Bu dönemde Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklamalar da devam etti. Buna ayrıca başta başbakan olmak üzere bazı hükümet yetkililerinin olumsuz açıklamalarını da eklemek gerekir. Bütün bunlar Kürt tarafında, karşı tarafın gerçek niyetleri konusunda ciddi şüpheler doğurmaktadır.
Hükümet yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında diyalog süreci tıkanmamış devam etmektedir. BDP den yeni bir heyetin tekrar Sayın Öcalan’la görüşmesi gündemdedir. Önceki beklenti bu ziyaretlerin BDP ile sınırlı kalmayacağı ve sıklaşacağı yönündeydi. Ancak aradan epey süre geçmesine rağmen bu beklenti henüz gerçekleşmiş değildir. Sayın Öcalan’ı ziyaret eden iki siyasetçinin belirtikleri dışında, Kürt tarafına iletilmiş bir görüş veya görüşmelerin içeriğine yönelik yazılı bir belge yoktur. İki siyasetçinin ilettikleri de genel değerlendirmelerdir. Bir yol haritası veya takvime bağlanmış bir eylem planı yoktur.
Süreç nasıl işler, eksiklikler nasıl giderilir, bu süreçten barışçıl bir çözüm çıkar mı, çıkmaz mı, sorularına fazla takılmadan, Kürt tarafının bu sürece yönelik görüş ve yaklaşımlarını ortaya koymaya çalışacağım.
ÖCALAN HAREKETİ HER DÜZEYDE TEMSİL EDİYOR
Sayın Abdullah Öcalan, hareketin kurucusudur, lideridir ve hareketi her düzeyde temsil etmektedir. Dolayısıyla kendisiyle görüşmelerin başlatılması yerinde ve isabetli bir karardır. Ancak şu an içinde bulunduğu şartlar bir barış sürecini yürütmeye müsait değildir. Onun için bir an önce barış sürecini rahatlıkla yürütebileceği şartların kendisine sağlanması gerekir. Öncelikle istediği bilgi ve belgeye ulaşabilmesi, örgüt yönetimi dahil istediği kişi, kurum ve çevrelerle görüşebilmesi ve görüşme heyetini istediği şekilde oluşturmasına imkan sağlamak gerekir. Örgüt, “siz başkanımızla görüştünüz ayrıca gelin bizimle de görüşün” demiyor. Örgüt başkanıyla ortaklaşmak istiyor. Eğer barış konusunda samimiyet varsa bu konuda engel çıkarılmaması gerekir.
HEMEN ÇİFT TARAFLI ATEŞKES
Kürt tarafı, bu sürece yeni bir süreç ve her şeyi baştan ele alan bir süreç olarak görmemektedir. Bu daha önceki süreçlerin devamıdır. Özellikle Oslo sürecinde nerede kalınmışsa oradan devam etmek niyetindedir. Dolayısıyla o süreçte oluşturulan belge ve mutabakatlara bağlıdır. Kürt tarafının o süreçte sunduğu yol haritası ve protokoller geçerliliklerini korumaktadırlar.
Sürecin sağlıklı ilerlemesi için bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç vardır. İki taraflı bir ateşkes hemen devreye girmelidir. Bunun yanında Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklama kampanyaları ve polisiye operasyonlar da durmalıdır. İki tarafta açıklamalarına ve diline dikkat etmeli, süreci olumsuz etkileyecek açıklama ve yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Bu çerçevede ilgili tarafların ve katkı sunabilecek kesimlerin içinde yer aldığı ve yetkisini TBMM’den alan bir Barış Konseyi kurulması gerekir.
ANAYASA KONSEYİ OLUŞTURULMALI
Kürt sorununun kalıcı çözümü için, üzerinde mutabık kalınan hususları yasal ve anayasal ifadeye kavuşturmak gerekir. Hazırlanacak yeni anayasanın, Kürt kimliği başta olmak üzere çeşitli toplusal-kültürel kimliklerin varlığını ve kendilerini özgürce ifade etmelerini kayıtsız ve şartsız olarak sağlaması, anadilde eğitimi garantilemesi, demokratik siyaset, ortak vatan ve demokratik uluslaşma anlayış ve uygulamalarına da açık olması gerekir. Bu çerçevede siyasi partilerin ve sivil toplumun da yeterince dâhil edildiği bir Anayasa Konseyini (konvansiyon, kurucu meclis rolüne yakın) oluşturmak gerekmektedir.
HAKİKATLERİ ARAŞTIRMA VE ADALET KOMİSYONU
Demokratik barış ve uzlaşının gelişmesi ve güven ortamının sağlanması açısından şimdiye kadar yaşanan çatışma ortamında Türkiye ve Kürdistan’da büyük acılar ve travmalar yaratan, uluslar arası savaş kurallarına ve insan haklarına aykırı olayları araştırarak açığa çıkaracak Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunun kurulması lazımdır.
Barış Konseyi, Anayasa Konseyi, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunun kurulup çalışmalara başlaması, süreci büyük ölçüde ilerletir. Burada amaç Kürt sorununu tüm sonuçlarıyla birlikte çözmek ve adil bir barışa ulaşmaktır. Demokratik Anayasal sürecin tamamlanması ve kapsamlı bir yakın tarih yüzleşmesi sonucunda karşılıklı af ile kalıcı çözüm ve barış ortamına geçilmesi mümkündür.
İSVİÇRE’DE 4 RESMİ DİL VAR, ÖRNEK OLABİLİR
Kürt tarafı sorunun barışçıl çözümünde istekli ve samimidir. Çözüm konusunda taleplerini defalarca kamuoyu ile paylaşmıştır. Çözümün kısa adını Demokratik Özerlik olarak koymaktadır. Biz şimdi İsviçre de bu tartışmaları yürütüyoruz. İsviçre de 4 ayrı resmi dil vardır ve herkes kendi kimliğiyle İsviçre vatandaşıdır. İsviçre’nin etnik meselelerdeki yaklaşımı örnek alınabilir.
ULUSLARARASI TOPLUM KOLAYLAŞTIRICI ROL OYNAMALI
Şu an başlayan diyalog süreci aracısı olmayan direk iki taraf arasında yürüyen bir süreçtir. Durum şimdilik böyle olmakla beraber, ileride aracı kurumlara veya süreci kolaylaştırıcı yardımcılara ihtiyaç olmayacağı anlamına gelmiyor. Gerek sorunun büyüklüğü, çok taraflı olması, birçok ülkeyi ilgilendirmesi itibarıyla, dış kolaylaştırıcı desteğe ihtiyaç olacaktır. Bu çerçevede Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların rollerini göz ardı etmemek gerekir. Bunun yanında tarafsız konumuyla İsviçre gibi devletlerin bu süreçte oynayabilecekleri roller de vardır. Kürt tarafı gerek arabulucular, gerekse kolaylaştırıcı rol ve yardımlar konusunda açıktır ve katkı sunabilecek herkesimin katkılarını istemektedir.”
solun lideri ismail hakki pekin
senin tursunu mu kurdular? kapagini acar acmaz ilk yapim tarihinden ihtibaren varsin ve yoksun.
yoksa salamuranmi yapildi?
nerdesin sen? nerelerdesin sen?. Yoksun uzuldum. Seni nasil kavanoza koydular? aglatiyorsun beni
Gerci genc ve taze kalmissindir. Ama govdenin ust tarfi zaman asimina ugramis
Gün arkadaş konu ile ilgili, Michael Mann’in “Demokrasinin Karanlık Yüzü-Etnik Temizliği Açıklamak” İsimli İthaki yayınlarından çıkmış mükemmel bir kitap var, bilmem okudun mu.
Evet okudum, bu sitede kısa bir tanıtması da var. ama başka bir bağlamda.
http://www.gunzileli.com/2012/10/18/sovyetler-birligi-cin-kambocya%E2%80%A6/