Aydınlık hareketi dendiğinde Halil Berktay’dan Doğu Perinçek’e Türkiye’de sol olarak adlandırabileceğimiz o total hareketin 2000′li yıllara gelindiğinde bambaşka renklerinin isimlerini anmak mümkün. Gün Zileli işte o isimlerden biri. Zileli’yi diğer isimlerden farklılaştıransa bugün sosyalist camianın tartışmalarına bir anarşist olarak dahil oluyor oluşu. Zileli’den ulusalcı solu, liberal solu ve bir ülkede yabancı olmayı, sığınmacılığı konuştuk.
Röportaj: Sarphan Uzunoğlu
İngiltere, İsviçre, Türkiye… Sizin hayatınız bir anlamda da bir sığınmacının, bir göçmenin hayatı. Şu ünlü ‘Bir başka ülkede yaşamadan, yabancı olmanın ne demek olduğunu bilemezsin’ tespiti ne kadar doğru? Siz bir ‘yabancı’ olarak gittiğiniz ülkelerde de sosyal-siyasal yaşamda aktif olmuş biri olarak, ulus devlet mekanizmasının içinde yabancıların yerini bize tarif edebilir misiniz?
Şöyle tarif edeyim: Ulus devlet mekanizmasının içinde yabancıların yeri sıfırdır, hatta sıfırın altı olduğu bile söylenebilir. Yani bir donmuşluk ya da yok olmuşluk hali. Bakma medyadaki haberlere. Efendim Almanya’da sosyal demokrat partiden Türkiyeli aday milletvekili seçildi falan filan. Bu tür haberler gerçek dışı değildir ama o vekil seçilenlerin kendileri gerçek dışıdır. Yani yabancının var oluş ya da yok oluş halini hiçbir şekilde temsil etmezler. Bunlar oranın sistemine entegre olmuş yuppilerdir. İngilizden daha İngiliz, Almandan daha Almandırlar. Örneğin Londoner konuşan sokaktaki Londralı bu sistemin dışındadır da bu yuppiler sistemin tepelerine tırpanır da tırmanırlar. Yani sorun aslında sınıfsaldır. Yukarı tırmananlar on binde birdir. Hatta yüz binde bir. Diğer dışarlıklılar en alt tabakada yer alırlar. Aslında onların altında olanlar da vardır. Evsiz yurtsuz olduklarından sosyal yardım da alamadıkları için dilenen İngilizler örneğin. İngiliz ekonomisi dışarıdan gelen öğrencilerin omuzlarında yükselir. Bu öğrenciler de iki kesimdir. Devlet bursuyla veya zengin ailelerinin parasıyla gelenler yukarlarda yüzebilirler biraz. Ama kendi parasıyla İngilizce öğrenmeye gelenlerin suyunu çıkarır sistem. Bunların bir kısmını otobiyografik kitaplar dizimin sonuncusu ve beşincisi olan Sığınmacılar(1990-2000, Londra)’da (iletişim, 2011) anlatmaya çalıştım.
Bu yabancılık sorunu çok karmaşıktır ve temelde bir sınıf sorunudur aslında. Bir Kürt inşaat işçisi de batı illerinde yabancıdır. Hatta şehre iş aramaya gelen bir köylü genç de İstanbul’un Moda semtinde bir yabancıdır. Oradaki “Beyaz Türkler” bu gençleri bir tahtakurusu kadar bile dikkate almazlar, hatta görmezler bile. Bu yüzden sorun ulus devletten de önce sınıf devlettedir.
İngiltere’de yaşadığınız dönemdeki tecrübelerinizi anlattığınız Sığınmacılar‘da çok farklı ve kapitalist düzlemde prestij sahibi olmayan mesleklerle uğraştığınızı görüyoruz. Türkiyeli sığınmacıların bir kısmının burjuva ya da küçük burjuva kökenli ailelerden geldiği söylenegelir. Türkiye dışındaki yaşamınızın sizin siyasal anlayışınıza böyle teorik bir etki bırakması söz konusu olmuş mudur?
Başka bir ülkeye giden sığınmacı statü değiştirir ve örneğin Türkiye’de doktorluk yapmış bir genç restoranda temizlikçi olduğu zaman fazla yıkıma uğramaz bu statü değişikliğinden. Türkiye’de aynı durum olsaydı herhalde intihar ederdi. İngiltere’de böyle olmamaktadır, çünkü bilinen sosyal çevresinin dışına çıkmıştır. Öte yandan İngiltere’de, bu tür işlere Türkiye’de bakıldığı gibi bakılmaz. Yani bu tür hitmet sektörü işleri küçümsenmez bizde olduğu gibi. Küçümseyen çok üst bir tabaka vardır ama onları zaten kimse görmez bile, toplumun o kadar üstünde ve dışında yaşarlar. Dolayısıyla statü değiştiren sığınmacı başta bir altüst olma durumu yaşasa bile toplumsal değerler açısından bir küçümseme olmadığını görünce kendini toparlar. Hatta bu bir tür eğitimdir onlar için. Türkiye’ye döndüğünde anlayışındaki bu değişimi ister istemez yansıtacaktır. Sonuç olarak, bu yönüyle sığınmacılık olayının sosyal ve kültürel statüleri altüst etmesiyle olumlu olduğu düşünülebilir. Bana gelince. Benim böyle bir alt üst olma durumu yaşamam söz konusu değildi. Çünkü Türkiye’deyken de zaten toplumsal statülerin dışında yaşayan bir insandım ve bu tür şeylere aldırış etmezdim.
Türkiye’de Anarşizm algısı yanlış
Hiyerarşinin çok güçlü olduğu bir kültürden hiyerarşinin olmadığı bir kültüre geçiş sırasında ciddi eleştiriler koydunuz ortaya. Bu eleştirilerden ulusalcılardan liberallere birçok çevre nasibini aldı. Siz de bu eleştirilerin yanında özeleştirinizi verdiniz ve bir şekilde anarşist olarak kendinizi tanımladınız. Sığınmacılar’da anarşizm ile tanışmanız anlatılıyor; ama benim asıl merakım şu yönde. Anarşizm saflarına geçtiğiniz günden sonra herhangi bir acaba sorusu oluştu mu sizde? Doğru yerde miyim ya da etkim ne kadar gibi sorular sordunuz mu?
Etkim ne kadar sorusu iktidarcı bir sorudur ve bunu bir anarşist olarak hiçbir zaman sormam. Eleştirel olmak başka şey, bu eleştirilerin üzerinden iktidar alanları yaratmak başka şey. Ben de anarşist harekette bir bireyim, hepsi bu. Ama birey olmak pasif olmayı ve bir kenarda kalmayı değil, fikirlerini açık bir şekilde ortaya koymayı gerektiriyor aynı zamanda. Anarşizmin tarihi doğruluğu ve haklılığı konusunda olsun, bugün de insanlığın toplumsal serüveninin önünü aydınlatan bir fener olduğu konusunda olsun hiçbir tereddütüm olmadı ve zaten bu kadarı da yeter. Onun ötesinde somut anarşist hareketin ya da hareketlerin içinde bulundukları yetersizlikler bu düşüncenin kendisinden çok, toplumsal var oluşun sorunlarıyla ilgilidir. Örneğin Türkiye’de bizzat anarşistlerin ya da anarşist grupların anarşizmin algılanışıyla ilgili epeyce sorunu olduğu kanısındayım ki, bu da Türkiye toplumunun düşünsel ve kültürel yapısından kaynaklanmaktadır daha çok. Bir düşüncenin toplumu değiştirmesi imkânsız olmasa da oldukça zordur ama toplumun belli bir düşünceyi değiştirip kendine uydurması çok daha kolaydır.
Türkiye’deki mevcut sol yapılanmada bir kırılma yaşanıyor. Bu kırılmanın liberal sol denen kanadındaki insanlardan Halil Berktay ve Murat Belge’ye dair çok sert yazılar yazdınız. Sizce bu isimler ve çatısı altında barındıkları gazete bir misyonun peşinde mi? Yıllarca Türkiye soluna rehberlik eden isimlerin bugün solla çatışır konuma gelmesi karşılıklı bir red mevzusu mu yoksa iki taraf için de bir aydınlanma süreci mi?
Halil Berktay geçmişte yakın arkadaşlarımdan biriydi. Yirmi yıldan fazla zamandır görüşme olanağımız olmadı şartlardan dolayı. Halil Berktay’ı da, Murat Belge’yi de kırk yılı aşkın zamandır tanırım, bilirim. İkisi de bu toplumun yetiştirdiği değerli aydınlardır. Şahsen ikisinden de çok şey öğrenmişimdir. Bununla birlikte “Türkiye soluna rehberlik eden” isimler oldukları tespitini biraz abartılı bulurum. Türkiye solu üzerinde etkileri olmuştur desek daha doğru olur. Ki, bu etki, geriye doğru bir muhasebe yapacak olursak esas olarak olumlu da görülebilir. Ne yazık ki, bugün Taraf gazetesinin neoliberal çizgisine destek verdikleri oranda kendi entelektüel değerlerinden de epeyce bir şeyler yitirmektedirler. Bu gazeteye daha sonra yeniden değinme olanağı olur belki ama burada esas belirtmek istediğim husus bu iki arkadaşın sorununun solla çatışmaları olmadığıdır. Ben de solla çatışıyorum. Esası Stalinist olan bir solla çatışmamak mümkün mü? Bu arkadaşların eleştirilmesi gereken nokta, solla çatışmaları değil, Taraf’ın neoliberal, sistemci, devletçi, polisçi çizgisini benimsemeleridir. Örneğin Halil Berktay’ın, Ahmet Şık’a neden poliste doğru ifade vermedin anlamına gelecek laflar etmesi; Murat Belge’nin Hopa’da mücadele eden “gariban”dan AKP’nin oy kaybı hesabına rahatsız olması gibi.
“AKP’ye destek veren Taraf ve çevresini liberal olarak görmek bile sorunlu”
Liberaller, muhafazakârlarla yaptıkları ittifaktan ne umuyor olabilirler? Bir kısmıyla beraber geçmişte hareket etmiş biri olarak, bu sürecin pragmatik mi yoksa belirli bir programa dayanan bir süreç mi olduğunu söyleyebilir misiniz?
Pragmatizm falan da denemez artık buna. Ortada ciddi bir angajman var. Artık organik bağlar kurulmuş durumda. Taraf ve çevresi ile bu çevreye destek veren diğer seçkinci çevreleri artık liberal olarak bile görmek epeyce sorunludur. Çünkü liberalizmin bir de siyasal bir anlamı var. Yani bir liberal en azından polise karşı birey haklarından falan yana çıkar. Bu çevrede böyle bir duyarlılık göremediğimiz gibi polisten daha polisçi bir yönelim içindedirler. Eski ihbarcı Aydınlık gazetesini bile yaya bırakacak ölçüde hem de. Zaten yazarlarının bir kısmı doğrudan polistir. Bir kısmı da polisle iş gören elemanlardır. Kütahyalı falan malzemelerini doğrudan savcılardan ve polisten almaktadırlar. Zaten bence liberal-muhafazakâr bir bloktan da söz etmek mümkün değil. Çünkü blok ya da ittifak farklı unsurların bir araya gelişi anlamı taşır. Bugün artık muhafazakâr-kapitalist bir organik bütünlükle karşı karşıyayız. Sözü geçen gazete ve kişiler bu organik yapının sola açılan ve orada ideolojik hegemonya kurma çabasında olan ideolojik aygıtı konumundadırlar.
Taraf Gazetesi ciddi bir kemalizm eleştirisiyle ortaya çıktığı iddiasını taşıdı. Amacı statükonun duvarlarını yıkmak olarak lanse edildi. Oysa bugün TSK ile benzer bir dil konuşuyorlar. Acaba Taraf’ın AKP’nin hakim olduğu devlet aygıtlarına yaklaşımını nasıl okumalıyız?
Taraf kendini yutturmaya çalıştığının tersine statükocu ve devletçi bir organdır. Bazen doğrudan AKP’li gazeteleri bile gölgede bırakacak ölçüde yalaka ve düzen taraftarıdır. Önceleri bunların görüntüsünü herkes bir miktar yuttu ama adım adım bilinçler açılıyor. Taraf, ordunun AKP’nin hegemonyasını kabul ettiği Dolmabahçe buluşmasının ardından yayına girmiştir. Bu yüzden orduyla mücadele ediyor görüntüsü sadece bir bedava kahramanlıktan ibarettir.
“Sol liberal sol ile mücadele edemez, çünkü kendisi de kısmen liberaldir”
Sizce sosyalist sol liberal solla mücadele edebiliyor mu? Eğer ortada bir mücadele görüyorsanız, metod konusundaki görüşünüz ne?
Sosyalist sol “liberal sol”la mücadele edemez, çünkü kendisi de kısmen liberaldir. Örneğin kendisi de seçimcidir, parlamentocudur. Nitekim son seçimlerde sosyalist solun iziyle “liberal sol”un izi birbirine karışmış ve mesela her ikisi BDP’yi desteklemekte buluşabilmişlerdir. Ayrıca sosyalist sol, sırtındaki monolitik parti, üretici güçler teorisi, Leninist parti modeli, proletarya diktatörlüğü, Stalinizm gibi kamburları atıp büyük bir Rönesans yaşayarak devrimcileşmediği sürece hem “liberal sol”dan temelde ayırt edilemeyecek, hem de “liberal sol”un “demokrasi” argümanı karşısında boynu eğri kalacak, yenik düşecektir. “Liberal sol”un düzen içi “demokrasi” argümanına karşı ancak aşağıdancı, mutlak özgürlükçü, devrimci bir yönelimle mücadele edilebilir.
Geçtiğimiz günlerde bizim de yayınladığımız bir röportajda siyaset bilimci Burak Cop liberal sol sosyalistlerin içinden tecrit edilmelidir dedi. Siz bu tespite katılıyor musunuz?
Bu tür tecrit siyasetlerini her zaman yanlış bulurum. Solun içinde bir liberalizm var ise bunun nedenleri üzerinde durulmalıdır. Ayrıca liberal düşüncelerin etkisi altındaki insanların varlığı liberalizme karşı fikir geliştirmek için bir şans olarak görülmelidir. Aşının anlamını iyi kavramak gerekir. Vücuda yapay olarak mikrop verilir ki, bağışıklık gelişsin diye. Mikroplardan ne kadar tecrit edilirseniz o mikrobun saldırısına o kadar açık hale gelirsiniz. İdeolojik saflık hayalleri bir kenara bırakılmalıdır.
Sosyalizmin eleştirilebilirliği konusunda oldukça cesur adımlar attınız. Bugün neoliberalizm ile verilen yeni bir kavga söz konusu. Özeleştirinin son demlerine yaklaştığımız söylenebilir. Siz ekolojist vb. akımların neoliberalizm ile mücadeledeki yerine inanıyor musunuz?
Ekolojist akımların değişen yeni paradigmanın devrimci unsurları olduğunu düşünüyorum. Kırk yıl önce soldaki birinin teknolojiye karşı çıkması, yol yapımına karşı ağaçları savunması düşünülemezdi bile. Böylelerine o zamanlar “gerici” denirdi. Yani sol modernistti. Şimdi sol dahi utangaçca da olsa konum değiştiriyor. Eski üretici güçler teorisinden vaçgeçecek ama Marx gibi büyük bir düşünürün ölü ağırlığı var sırtında, bir türlü kurtulamıyor bundan. Sol, neoliberalizm ile mücadele ederken aynı zamanda kendi içindeki liberalizmi ve Stalinizmi de görmelidir. Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöple uğraşıyor konumuna düşmemek gerekir.
Hani bir laf vardır ya, kendi gözündeki mertek hikâyesi…
Devletin gösterdiği alanlarda yapılan sivil toplum eylemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu tür eylemler başarıya ulaşabilir mi?
Yürümekle yollar aşınmaz. Beyoğlu’nda her gün dört beş yürüyüş oluyor. Adamlar bu işin çaresini buldular. Bırak yürüsün, potansiyelini boşaltsın. Bunların bıktırıcı ve heyecansız eylemler olduğunu, sonuçta sistemin buharı basıncını azaltma işlevine yaradığını düşünüyorum. Polisle illa çatışmak mı gerekir? Bunu da savunuyor değilim, gerekirse çatışma da olabilir ama… Esas devrimci faaliyetin halk kitlelerinin devrimci özörgütlenmesini becermek olduğu düşüncesindeyim. Bir yerde halk kendisi örgütlenip yerel olarak inisiyatifi ele alabiliyor mu? İşte bugünün devrimci faaliyeti budur.
Arundhati Roy, modern yaşamı reddetmenin gerekliliğinden bahsediyor ve bunu yapamasa bile bunun sözcülüğünü yapmak görevini üstlendiğini söylüyor. Marksizm ve Anarşizmi, modernizmin iki asi çocuğu olarak tanımlarsak, modernitenin karşısında kendinizi konumlandırırken hayatınızı ne kadar buna endeksleyebiliyorsunuz? Siz bir sözcü ve bir eylemci sıfatlarını aynı anda taşıyor musunuz?
Bireysel tavır alışları önemserim ama yaşadığımız sistem içinde bunun sınırları olduğunu da düşünürüm. Örneğin askere gitmedim, bedelli askerlik yapmadım, kitaplarımın üzerinden milli savunma vergisi ödemeyi reddettim ama sigara alırken dolaylı olarak milli savunma vergisi ödediğimi biliyorum. Ne sözcü ne de eylemciyim. Yani bu sıfatları benimsemiyorum. Demin de söylediğim gibi, eylemcilikle devrimciliği birebir özdeşleştirmiyorum. Devrimci bir anarşist olduğumu söyleyebilirim ama eylemcilikte o kadar aktif değilim. Bunun yaşla alakası yok. Eylemcilikle pek fazla ilerleneceğini düşünmüyorum. Daha doğrusu artık eylemciliğin de sisteme içkin olduğunu düşünüyorum. Eylem tabii yeri geldiğinde gerekli ve güzel bir şeydir ama buna verilen eforun ezilenlerin özörgütlenmesine verilmesinin daha doğru olduğu kanısındayım. Kısaca belirtecek olursam, üç eylem örgütlemek yerine üç kişinin bir araya geldiği bir özörgütlenme deneyini daha değerli görüyorum artık. Yani egemenleri kendi alanlarında, silahlarıyla ve coplarıyla yalnız başlarına ve işsiz bırakmak, bunun yerine onların müdahale edemeyecekleri alanlara çekilip halkı aktif bir aktör haline getirmek için çaba göstermek. Bu, faaliyet alanlarının Beyoğlu’ndan daha uzak alanlara, varoşlara, köylere taşınması anlamına da gelebilir.
Vicdani ret konusunda dünyada farklı akımlar mevcut. Total retten Kürt Vicdani Ret Hareketi’ne, Türkiye’de de farklı eğilimler mevcut. Örneğin geçtiğimiz yıl içinde bir de islami retçi çıktı. Sizin kafanızdaki ret nasıl bir anlam ifade ediyor? Otoalar riter sistemin yenilgiye uğratılmasında ret ne kadar önemli bir yere sahip olabilir?
Vicdani reddi çok önemli bir direniş biçimi olarak görüyorum. “Kürt vicdani reddi” biraz sorunlu bir kavram. Çünkü vicdani reddin temelinde her türlü ulusallığın reddi vardır. Bir Kürt genci vicdani redde bulunduğunda bu “Kürt vicdani reddi” olmaz. Vicdani red olur. Ama aynı genç gerillaya katılıyorsa artık vicdani redci değildir. Sivil itaatsizlik, vicdani red, özerklik vb. bunların hepsi sisteme şurasından burasından direnme anlamına gelir ve yaygınlaştırılmalıdır.
Bu aralar en çok öne sürülen argüman da “Yeni bir dil oluşturmalıyız” argümanı. Bu argüman çevresinde birçok tartışma duruyor ya da sekteye uğruyor. Yeni bir dilin inşasına ne gözle bakıyorsunuz? Örneğin savaş karşıtı bir dili sistem koruyuculuğundan ayıran nedir?
Bence yeni bir dil oluşturmak için yeni bir kafa oluşturmak gerekir öncelikle. Kafa değişmemişse dildeki değişiklik sadece politikacı cambazlığı anlamına gelir. Kafaları değiştirmek ise muazzam bir düşünsel ve kültürel devrimle mümkün olabilir. Zaten devrim de esasen bir düşünsel ve kültürel emansipasyon hareketidir. Bütün büyük devrimler içsel bir emansipasyonun ürünüdür ve keza içsel bir emansipasyona yol açarlar.
Sosyalizme Türkiye’de en ciddi eleştiri getiren isimlerden birisiniz. Bunu hem pratik siyaset hem tarih üstünden yapıyorsunuz. En başından bu yana bir dışlanma, bir şekilde hedef haline getirilme korkunuz olmadı mı? Sonuçta sosyalistler de bir cemaat ve öyle ya da böyle aktif olmaya çalıştığınız yayıncılık camiasında da baskınlar.
Hahaha… Ölmüş eşek kurttan korkmazmış. Kaybedeceğim hiçbir şey yok çok şükür. Zincirlerim bile…
Troçkizm, Stalinizm ve Leninizm gibi unsurlar arasında süregelen tartışmada siz bu üç akıma toptan eleştiri getiriyorsunuz. Tarihsel perspektiften baktığınızda bugün bu üç akım arasında siz bir ehven-i şer seçimi yapabilir durumda mısınız?
Troçkizm de, Stalinizm de Leninizm kökenlidir. Bununla birlikte, ikisinin arasında hiçbir ayrım yapmamak doğru olmaz. Troçkizm ne de olsa 1920’lerin sonlarından itibaren ezilmiş, dışlanmış bir akımdır. Bu ezilme Troçkistleri bir bakıma daha olumlu bir noktaya getirmiştir. Fakat 1920’lerin erken dönemlerine gittiğinizde Stalinistlerden bile daha bağnaz bir tutum aldıkları da bir gerçektir. Buna rağmen dışlanmışlıkları onlara görece sempatiyle bakmama yol açabiliyor zaman zaman.
Sosyalizm tarihinin çok radikal, sarsıcı bir şekilde irdelenmesi gerekiyor. Bu yapılmadan bugün “21. Yüzyıl sosyalizmi”nden söz etmek gülünçtür. Tarihin üstünden atlamak mümkün değildir. Tarih, kendi üstünden atlamak isteyenleri üstünden atar.
İspanya İç Savaşı deneyimi anarşistlerin tarih sahnesinde en görünür olduğu deneyimlerden biri. Ama burada anarşist tabir edilen hareketlerin zamanla sosyalist bloğun sağ kanadına kaydığı gibi bir eleştiri var. Sahiden anarşistler ya da anarşist hareketlenmeler bir arada tepki gösterdiklerinde savrulabilir bir duruma mı geliyorlar?
1936 İspanya devriminin yenilgisinden sonra, neredeyse otuz yıl anarşizm tarihten silinmiş gibi göründü. Ama 1968’le birlikte yeniden gündeme geldi. Devrim nerede canlanırsa anarşizm de kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Ana akım anarşizmin sağa savrulduğunu söylememize yol açacak hiçbir belirti yoktur. Ama bugün Türkiye’de, Taraf gazetesinin etkisine girmiş ya da genel olarak neoliberalizmin etkisinde bir anarko-liberal eğilimin varlığından söz etmek mümkündür. Bu tür eğilimler kaçınılmazdır ama genel olarak anarşizm her yerde devrimci sokak hareketinin ateşleyici gücüdür. İşte Yunanistan…
Bir sosyalist olarak Gün Zileli ile bir anarşist olarak Gün Zileli arasındaki fark nedir? Siz siyasal yaşam dışında gündelik yaşamınıza bunu nasıl yansıttınız? İdeolojinin gündeliğe etkisinin sınırları sizce nedir? Modernizm hatta kimilerine göre postmodernizm çağında modernizm ne kadar reddedilebilir.
1968 devrimci öğrenci hareketinin aşağıdan dalgasının ortaya çıkarttığı biriyim. Bugünkü varlığımın temelini oraya borçlu olduğumu söyleyebilirim. 1970’lerde, Havariler’de anlattığım gibi, aşağıdan dalganın yukarlara çıkarttığı bir devrimci gençten bir parti bürokratına dönüştüm. Ne var ki, bu kötü dönemde bile aşağıdan devrimci hareketin tadını unutmadım. Beni bugünlere getiren bu rüzgârdır. 1980’lerde bürokrat yöneticiden yeniden aşağıdan devrimci harekete dönüş mücadelesi verdim ve 1990’larda bunu gerçekleştirdiğimi sanıyorum. Teorik titizlikleri olan biri değilim. Hiçbir zaman da teorisyen olmadım. Felsefe öğrencisi olmama rağmen felsefeden fazla anlamam. Beni yönlendiren tek şey gerçekten ezilen insanların emansipasyonudur. Bu yüzden, ulusalcılar gibi, “acaba ne kadar emperyalizme karşı, ne kadar emperyalizme yarıyor” ya da liberaller gibi, “ne kadar demokrat, ne kadar diktatörlüğe hizmet ediyor” ince hesapları yapmadan dünya yüzündeki bütün aşağıdan kalkışmaların devrime doğru aktığını düşünüyorum. Çin’deki Uygurların direnişini de, İran’daki muhalefet hareketlerini de, Ortadoğu’daki halk kalkışmalarını da, Yunanistan’daki devrimci kargaşalığı da, Latin Amerika’daki Zapatistaları da, işsizler hareketini de, köylü hareketini de, Fransa’daki anti-global köylü direnişini de, Kürt halk kitlelerinin mücadelesini de, LBGT hareketlerini de, vicdani reddi de, sivil itaatsizlikleri de, belli bölgelerdeki anarşist komünal deneyleri de, şu dünya yüzünde egemenlere karşı ne kadar direniş varsa, örgütlü ya da örgütsüz veya kendiliğinden, hepsini de desteklerim. Modernizm de post-modernizm de kapitalizmin çeşitli devrelerinin adıdır. Kapitalizm öldürür. Öldüren kapitalizmi dünya yüzünden silmenin tek yolu devrimdir. Geçmiş deneylerden esaslı dersler çıkaran bir dünya devrimi. Bugün dünya devriminin üçüncü döneminde bulunuyoruz. Birinci dönem 1789 Fransız devrimi ile başlayıp 1871 Paris Komünü ile bitmişti. Bu, aşağıdan kitle devrimleri dönemiydi. İkinci dönem, 1889’da II. Enternasyonal’in kurulmasıyla başlayıp 1956 Macar Devrimi ile bitmişti. Bu, Parti öncülüğünde devrimler dönemiydi. İçinde yaşadığımız üçüncü dönem 1968’le başladı: Kitlesel sosyal patlamalar, kültürel altüst oluşlar ve dönüşümler dönemi.
zilelinin sivil itaatsizlık,özerklik,vijdani red kavramlarını çabalarını ve bunları yapanları önemseyip destekleyen mesajını önemseyip çok olumlu buluyorum.bunlara her türden hegemonik otoriteyi zaafa uğratıp hayatın yaşandığı yerel dinamiklerin kendini gerçekleştirme çabası ve her türden özgürlükçü çabayıda ekleyebiliriz.üretici güçler teorisi,leninist parti ve devrim,proleterya diktatörlügü ile yüzleşilmediği için parlementoya girildiği gibi anlaşılan cümle sorunlu olmuyormu.sisteme alternatif mücadele muhakkak sistemin parlemontosunun dışında olmalı anlayışı eksik olmuyormu sistemin parlemontosundada özgürlükçü,özerklikçi,vijdani retçi,iktidar ve hegemonyayı asıl sahibi halka devredecek kural kurum ve işleyişleri anlatıp başaka bir dünya mümkün demek gereksiz çabamı oluyor?sistem mağdurlarının demokratik özgür iradesini temel alıp sorunları ve bizzat hayatın yaşandığı yerel dinamiklerin kendini yönetmesini öneren tek proje demokratik özerklik gibi çabaların olumlu eleştirilerle hepimizin gelecek beklentilerini içinde barındıran alternatif başarı siyaseti programı seviyesine yükseltmemiz gerekmezmi?
devrimci bir grubun parlamentoya girmek için mücadele etmesi bence büyük bir zaman, emek ve maddi imkan israfıdır. Kürt Özgürlük Hareketi seçim harcamalarına ayırdığı parayı, zamanı ve sempatizanların emeğini onların kendi özörgütlenmesi için harcasaydı daha iyi olurdu. mesela Kürt kültürevleri kurulur ve devletin okulları boykot edilerek burada daha demokratik katılımcı ve anti-şoven bir eğitim verilebilirdi; aynı zamanda halkın katılımıyla Kürt sanatı, felsefesi devletin tepeden dayattığı modernist “aydınlanma”ya karşı halkın eseri olacak bir ekolojik bir aydınlanma hareketinin kültürel altyapısı hazırlanabilirdi; tarım kolektifleri, hayvancılık kolektifleri kurulup özerkliğin ekonomik altyapısı inşa edilebilirdi; devletin militer ve paramiliter saldırılarına karşı sivil direnişi örgütleyebilecek ve batıdaki emekçilerle kardeşleşme zeminini güçlendirecek mahalle komiteleri kurulabilirdi; örnekleri çoğaltabiliriz. şu gerçeği görmek gerekir ki, meclisteki hiçbir partiyle demokratik özgür komünler fikri konusunda uzlaşamazsınız, ha olur da uzlaşabiliyorsanız mutlaka altında bir bit yeniği vardır ve düzen partileri sizin kuyunuzu kazıyordur… ayrıca TBMM’nin de diğer otoriteler gibi yozlaştırıcı etkisi de cabası.
örneklerini verdiğiniz çabaları yapmaya parlamentoya girmenin engel olmayacağı açıktır onları yaptıkta parlamentoya giren blok vekilleri engelmi oldu?hiç farkında olmadan yapsak verimli olur diye sıraladığımız işlerin önemli bir kısmını özgürlükçü siyasi kürt hareketi eksik hatta yanlışlarına rağmen yapmaya çalıştığını hepimiz biliriz.siyasi hayatımızda “daha demokratik katılımcı anti-şöven eğitim ekolojik aydınlanma militarizm ve saldırılara karşı sivil direniş,bu site takipçilerinin önerisi yerel dinamiklerin kendini gerçekleştırıp kendini yönetmesi diyeceğimiz demokratik özerklik gibi çabaları sorunu yaşayan halkın iradesini temel alarak yapma anlayışı değilmi bu hareketi türkiye toplumsal muhalefetinin önemli dinamiği haline getiren.75 lerde esen devrimci radikal rüzgarın bu gün gayrı meşru sistemin alternatifi özgürlükçü doğrudan demokrasi taleplerinin rüzgarına dönüşerek ufak ufak esmesini ve bir özgürlük isyanı seviyesinde hepimizde başarı öyküsü heyecanıyla morallenip yanlış ve eksiklerini gidererek daha büyük hedeflerde gelecek başarı öyküleri yaratmamıza ışık vermektedir.zilelinin röpörtajdaki geçmiş deneylerin eleştiriside kuşkusuz olumlu eleştiriler olarak kendini geliştirmiş başarı öykülerine daha yakın organizasyonlar yaratmak için önemlidir.paris,ispanya ve diğer deneyler reel anarşizm organizasyonları deneyleri olup kuşkusuz önemli dersleri içinde barındırmasına rağmen anlayış seviyesinde toplumlar tarihi bu anlayışın doğrulanarak günümüzü ve geleceğimizin en yaratıcı insanlığa önemli bir ışık sunan anlayışı olduğunu kanıtlamıştır.hatta sistem bile bu anlayışın kabül gören yanlarından rol çalmaya çalışarak ömrünü uzatmanın yollarını aramaktadır.
Sinan’ı kavramlar silsilesi içinde konuştuğu için mi anlamakta zorluk çekiyorum?
Bende görüş sunmak istiyorum. Demokratik özerklik bildirgesi yayınlanalı beri basında öyle bir kargaşa var, öyle bir sit com sergileniyor ki eminim dizilerin ratingi düşmüştür.
Yetmişbeş milyonluk Türkiyede televizyondan beslenen ana kitlenin bilincini yöneten topu topu yetmiş adam. Döner dolaşır aynı insanları tartıştırır, görüşlerini dinletirler. “Seçili opinion maker” ların kafaları o kadar karışık ki Sit Comlarının synopsisi bozuldu. Özerklik ha, bu parayı nereden bulacaklar diyor birisi. Doğru ya adamlar alışmış şirket mantığına. Araya reklam alırız diyorum içimden. Askere de gitmeyeceklermiş, elektrik faturalarını vergilerini ödemeyeceklermiş. Ya kim doğuda elektrik parası veriyor ki diyorum içimden. Toprak bütünlüğümüz? Ha babam yabancılara toprak satıyorsunuz, Filistini birileri böyle ele geçirmemiş miydi? Diyorum içimden. Peki ama şehitler? Otuz bin kişi öldü. Yine de siz galipsiniz Türkler diyorum. Yetmiş beş milyonda otuz bin kişiniz gitti. Kürtlerin on üç milyonunun otuz bini şehit. Faili meçhuller ve katliamları saymıyorum. Bu oranlamaya gore her Kürt ailesinde mutlaka en az bir şehit var. Sizde ise bin aileye tekabül ediyor bu sayı. Bir sıfır galipsiniz diyorum içimden.
Bu ülke insanını Avrupa kafasıyla tahlil edemeyiz artık. Biz seksen itibariyle Amerikalıyız. Seksenlerde Carter Amerikada liberalism, deregulation derken, Turgut Özal eşzamanlı bizi liberalleştiriyordu. Denek ülke gibi darbe sonrası kuzu kuzu ekonomiyi adapte ettik. İki krizle birlikte stres testleri ilk bizde uygulandı. Türkler Amerikalılardan daha emperyal, dünyadan bi haber, bağımlı gibi günlük yaşayan tek hücrelilere dönüştü. Futbola, magazine, diziye takılmazlarsa, yiyip içip tüketmezlerse ölürler. Okumazlar, her şeyi muhabetten ya da televizyondan öğrenirler. Had safhada silahlandılar. Kılcal damarlarına kadar virütik faşistler. Tatsız bir genelleme ama bu tarifin dışında kalan Türkler bir elin parmakları kadar artık. Kürt hareketininin kendi milliyetçiliğine sığınması nefsi müdafaadan başka bir şey değildir. Nefret söylemi o denli doğal ki böylesi her halde ancak Hitler Almanyasında olmuştur. Çok büyük bir ivmeye gebe bu gidiş ve ben demokratik özerklik bildirgesinin tam da vaktinde ilan edildiğini düşünüyorum. Zira bloğu meclise çekmek bir tuzaktı. RTE anayasa oylaması için eksik kalan milletvekili sayısını ele geçirmek için bu küçük entrikaları hesapladı. Zaten onları bu kafayla mecliste yaşatmayacaklardı.
BDP nin bu ikinci dönemi. Ben de sizin gibi meclise girmelerinin onları yozlaştıracağından korkuyordum. Öyle olmadı. Dimdik durdular. Satmadılar, satılmadılar. Çok iyi bir sınav verdiler. Meclisin yegane, bigane aydınlarıydılar kadınıyla, erkeğiyle. Güç kazandılar. Bizim gibi aydınlara da umut verdiler.
Türk aydının safını belirlemek için fazla zamanı yok. Oylar da gösteriyor işte, İstanbul’da üç bölgecik kalmışız. Gün be gün özgürlüklerimiz kısıtlanıyor. Bizim gibi “gariban”ları kastediyorum tabi. Artık uçuk servetlerin tepesinde oturan kartel aydınlarını değil. Sizin de sanki dünya vakit varmış gibi davranmamanızı umarım. Sanki düzeni teslim aldık ta teorisi eksik kaldı.
insanlığın ORTAK DEĞERLERİne ”etnik” isimler takılması uzun süredir beni rahatsız eden bir durum . 2 no’ku ‘anarkocu’ yorumunda tekrar ön plana çıkınca , bir yandan GARiPSEDiM – diğer yandan da GÜLÜMSEDiM (!) …
Çünkü yazı içinde bile KOMiK durmuş bu yaklaşım ….
<> sanatı (!) ; <> kültürevleri(!) ;<> bilmemnesi(?) diye bazı -kendince- önemli gördüğümüz yerlere ETNiK tamlamalar koyduğumuzda şunu düşünmemiz gerekiyor bence = ”…acaba , yazı içindeki DiĞER konular için neden bu tamlamayı kullanmıyorum?…”
Örnek vermem gerekirse : <>eğitim sistemi….<> hayvancılık kollektifleri….<> tarım kollektifleri….<>özerkliği vs vs vs çoğaltılabilir .
Benim anlayışım SOL’un öncelikle — hangi etnik ve/veya başkaca — ayrımlar olursa olsun TÜMÜNDEN BAĞIMSIZ olarak iNSAN’ı ön plana çıkarması gerekliliğidir .
SADECE iNSAN olma vasfı , bahsettiğiniz tüm gereklilikler için yeterlidir . ‘Etnik Tamlama’ kullanmak sadece ve sadece birilerinin kulağına hoş gelsin diye yapılmış olsa gerektir diyorum .
Kimisi teorik (emperyalizm üzerine) taklalar atarak bildigimiz kemalist darbecilik ile sosyalizmi birlestirerek ulusalcilgin kucagina oturur. Kimisi de baska taklalar (kitle kuyrukçulugu) atarak bildigimiz Kürt ulusalcilgi ve adi terörizm ile sosyalizmi birlestirerek Apocularin kucagina oturur. Aslinda tek bir açiklamasi vardir bunun, bu tiplerin inandigi sosyalizm tek bir cumleden ibaret: Iktidar namlunun ucundadir. Namlu görünce hemen pesine takiliyorlar. Onlara tavsiyem su: Uzun teorik analizler elbette ki faydali olabilir ama en önemlisi tek ilkede gizli : “kendin ol”.
Bu yol ayrımında Casusun oturduğu kucak çok belli elbette. Rahat mı ? AKP bankamatikleri çok iyi dolduruyor mu ceplerinizi? Yenge yazlıkta mı? Kaç TOKİ değdi size? Deniz Fenerinden gelenler işinizi görmedi mi ki buralarda böyle part time’a çıkmışsınız. Kendin ol teorik analizi sizi iyi tarif etmiş. Karşıtlarınızı masumların evlatlarının namlu uçlarına oturtuyorsunuz. Çok biliyorsanız neden namluyu kendi ellerinize almaz, bir şeyden habersiz gençlerin yanmasını tercih edersiniz. Tabi siz kendinizsiniz olanca hesaplarınızla. Ve tabi askerlikte yan gelip yatma yeri değildir.Çok kendinizsiniz.
“Kürt kültürevleri” sözü kimsenin gözüne batmamalı. devlet Kürtlere ve diğer halklara anadilde eğitim hakkını bile çok görüyorsa bu halklar da devletin okulunu boykot edip kendi alternatif eğitim tarzını kurmalı. “Kürt kültürevleri” dediğim yerlerde sadeece Kürtler okuyacak ve sadece Kürtçe okunacak diye bir şey yok; çoğulcu, anti-şoven ve katılımcı olması yönüyle devletin eğitim anlayışından köklü bir şekilde farklı olmalı. her “ETNiK tamlamalar” koyma işini ben de her zaman çok sevmesem de bu ülkede bütün farklı etnik, ulusal, dini ve cinsiyet grupları özgürleşene dek bunları dile getirmek şarttır.
Safdir efendi kucaga oturmayi iyice benimsemissin ve herkesi kendin gibi bankamatik sanmaktasin, bir kere de kayda deger birsey yapin da biz de takdir edelim. Alet olmadiginiz, masalik yapmadiginiz hiçbir melanet kalmadi , bir kerede “biz buyuz” deyin, sabun kalibi gibi kaypaksiniz.
Argo jargona girince nasılda rahatlıyorsunuz di mi. Ama ben sizi o “kendi”nizle baş başa bırakacağım. Rahatlayın.zira sizin cümle kuracak kadar bile imlanız olmadığından aynı dili konuşmuyoruz. Buyrun dilediğiniz kadar kendi kendinizi dillendiriniz.
Safdir nereye kaçmaktasin? Daha Norveç halkinin sanli devrimci mücadelesini, gerilla tarafindan ceza verilen 92 karsi devrimciye yönelik eylemi anlatacaktin.
Görünüşte keskin ama özünde sağcı ve düzen içi bireyci-yüksek dozlu söylem hemen kendini ele veriyor.
Zileli,1990-lardan sonra sağa kaydı.
Tüm yazılarında ve anılarında bireyciliğin ağır dozu görülüyor.
Zileli hala geçmiş günlerini aşağılayarak rahatlamaktadır.
Ancak görünen o ki geçmiş günleri de Zileli’nin yakasını bırakmayacaktır.
Kendisine yapabileceğimiz “devrimcileşme” çağrısıdır.
Hele bir de şu Zileliyi pohpohlayan sağcı unsurlara bakınız.
Bari bu sağcı unsurların -Zileli’yi her gün uçuruma iten- kötülük yazıları uyarıcı olsun.
saftır,
hem köyden yarın geldiğimizden hemde ana dilim lazca olduğundan olsa gerek türkçe kurduğum cümleler sorunlu olabilir.kavramlara verdiğimiz anlamlarda farklı olmalı.liberalizmin aksine azami kendi faydasını düşünen bireylerin diğer bireyler ve doğa ile ilişkisi üstüne ideolojin ve anlayışını kurunca parlamento dahil yaşanan hayatın her alanında insanlarla ilişki içinde olup gelecek beklentilerimizin zorla gerçekleştiremeyeceğimiz gerçeğinden gönülü özgür iradelerin katılımını sağlayıp bütün sistem mağdurlarının kendini gerçekleştirebileceği program ve proje seviyesine mücadeleyi yükseltmek gereği ortadadır.bunuda devlet ve iktidardan talep eden dilden vaz geçip halka dönüp geleceğin iktidarı toplumsal muhalefet programı budur dediğimizde önümüzdeki devasa işin büyüklüğünü fark edip herkeze yer olduğunuda o zaman anlayacağız
BaranaS,
biz anarşistlerin bireyci yönümüz sık sık eleştiri konusu olmuştur fakat anarşizmin bireyciliği ile kapitalizmin bireyciliğini birbirine karıştırmamakta fayda vardır. kapitalistler bireysel özgürlüklerin merkezine mülk edinme özgürlüğünü(!) ve sermaye biriktirme özgürlüğünü(!) koyarlar; fakat bilmezler (bilmek istemezler) ki, bir özgürlük başkalarına zarar vermediği veya onların özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece özgürlüktür. mülkiyet, (ister özel mülkiyet ister devlet mülkiyeti olsun) er ya da geç sınıflı ve/veya hiyerarşik toplumların oluşmasına ve dolayısıyla çoğunluğun özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olur. bu açıdan kapitalistlerin bireyciliği tutarsız ve çelişkilidir. anarşist akımlar ise genel olarak bireyin özgürlüğünü toplumun özgürlüğünden ayrı ele almazlar; bize göre eşitliğin olmadığı yerde bireysel özgürlükler de tehdit altındadır. bizim bireycilik anlayışımız eşitlikten ve kolektif çıkarlardan koparılamaz bir bireycilik anlayışıdır. son olarak belirtmek isterim ki, genelde sol içinde anarşistlerin bireyciliğine burun kıvıran akımlar “örgütsel çıkarlar” uğruna ‘aykırı’ bireyleri bozuk para gibi harcamayı meşru gören akımlardır.
birey toplumu oluşturan en küçük parçalar olduğuna göre liberaliz bireyin azami kendi faydasını düşünerek mücadelesi üstüne anlayışını inşa eder herhalde bizim farkımız o bireylerin tek başına olmadığı diğer bireylerle ilişki ve doğa ile ilişki içindeki bireyin mücadelesinin üstüne anlayışımızı inşa ettiğimizden tamamen farklı yönlere gideriz.başlangıçtaki bu fark giderek büyür ve bu günkü kapitalist sistemin ideolojisı liberalizmin ömrünü uzatmak için geldiği yerde bizler tükenmeye mahküm bu üretim ilişkisının içinden fılizlenip giderek bambaşka bir nitelik alacak olanı anlamaya çalışıp o yeni ilişkiyi bulunduğu zeminde örmeye çalışan olabiliriz.bu ne hiddet celal casus nerdeyse yer kürede olup biten bütün melanetleride özgürlükçü siyasi kürt hareketine yükleme çabası niye son günlerdeki salyalı ırkçı faşistlerin saldırıları yeteri kkadar memnun etmemiş olmalı daha verimlilerini ister gibisin.ülkemizde insanlığın ortak değer ve birikimleri denince ister istemez aklımıza özgürlükçü siyasi kürt hareketinin savunduklarıyla ilişki kurmamız bile birilerinin fesatlanmasını gerektirmemeliydi kendimize bakıp insanliğın ortak değerleri ve birikimleri ile ilişkilerimizi sorgulasak daha iyi bir yerden olup biteni görebiliriz sanırım
hatırlarsak yine bu günlere benzer ölümlerin olup milli hassasiyetlerin tavan yaptığı günlerde terörle mücadele kanunu yapmıştı akp hükümeti,o kanunla hrant ı törörist hedef yapıp faşistlere öldürtmüşlerdi aynı yasa ile diclenin elinden vekilliği aldılar.şimdilerde sistemin tv lerdeki bilinen akıl hocaları terörle mücadele diye yeni icatlar peşine düşmüşler hiçbirinin 35 yılda öldürülüp yaralanıp,etkisiz hale getirilip hapsedilen pkk li sayısının 250 binleri geçmesine rağmen başlangıçtan çokdaha güçlenmiş ve etkili bir organizasyon olmasının başka bir nedeni olduğu akıllarına gelmiyor.bir halkın özgürlük ve kendini gerçekleştirip yönetme mücadelesinin geldiği yeri anlamadan ulus devlet mantığı ile benim istediğim gibi olmayanları ya hizaya sokarım yada yok ederim mantığında bilinenleri değişik aktörlerle tekrar etmek olsa olsa sistemin yeni hatalar yapmasından başka bir anlamı olamaz.zaten çürümüş sistemin geldiği yerde 2 yolu var ya hata yapacak ki sürekli yapıyor yada rol çalacak çaldığı rollerin asıl proje sahipleri olmadığı için sistemin aktörleri çaldıkları röllerdede inandırıcı olamıyacakları bellidir.
Ayni sahtekarliklar. Ayni dalevera. Yalan, hamaset, gaz, cosku verme, hokkabazlar, çoluk, çocugu kandirmaktan utanmiyor. Sol kendini aydin zanneden gz’lerin afyonudur .
Milliyet’ten Darbeci Fikret Bila’nin satirlariyla K.K. :
CHP Genel Merkezi’ndeki salon ağzına kadar dolu. CHP’li gençler ayakta, sol yumruklar havaya sıkılı, “Dağ başını duman almış” marşına eşlik ediyorlar. Tüm bina inliyor. CHP Gençlik Kolları’nın düzenlediği 1. Gençlik Sempozyumu’nun başlamasını bekliyorlar.
“Dağ başını duman almış”tan, “Çav Bella”ya geçiyorlar. Yumruklar yine havada. Arada bir “Devrimci Kemal” diye slogan attıktan sonra “68 ruhuna” geçiyorlar:
“Gün doğdu,
Hep uyandık,
Siperlere dayandık,
Bağımsızlık uğruna biz…”
Ardından yine Kemal Bey’e bir slogan:
“Gençliğin umudu, Kılıçdaroğlu”
Kılıçdaroğlu’dan düzeltme
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu her zamanki sakinliğiyle sloganlar arasında kürsüye çıkıyor ve sakin bir ses tonuyla salonu alkışa boğan düzeltmesini yayıyor:
“Siz, gençliğin umudu Kılıçdaroğlu diyorsunuz, ama asıl benim umudum sizlersiniz.”
“Yükünüz ağır” diyor Kılıçdaroğlu gençlere:
“Atatürk Cumhuriyeti size emanet etti. CHP gençliği olmak kolay değil. Çünkü özünüzde ve ruhunuzda Mustafa Kemal’in devrimci kişiliğini yaşatmak zorundasınız.”
CHP’li gençlerin yanıtı hazır; hep bir ağızdan veriyorlar:
“Kemal’in askerleriyiz”
Lenin’den tavsiye
Kılıçdaroğlu, gençlere seslenirken Lenin’den bir alıntı yapıyor:
“Lenin’in bir sözünü sizlere aktarmak istiyorum, diyor ki, ‘organize olmuş azınlıklar organize olmamış yığınlara hükmeder’ Bu söz örgütlenmenin önemini gösterir. Örgütlenin. Örgütlenirseniz gücünüzü birleştirirsiniz, kararlılıkla yolunuza devam edersiniz. Ama örgütlenmezsiniz birileri gelir sizi yönetir
Kılıçtaroğlu ve chp den hareketle solu mahküm etme çabanız beyhude olduğu kadar sistem hegemonyasının kendine alternatif başarı siyaseti üretecek bir solu yıllardır engelleme çabası olarak kulandığı fakat günümüzde işlevi olmayan tükenmiş çaba olduğu için casus kendini yormaktan vazgeç.bu site takipçilerinin bütün yorumları kılıçtaroğlu ve chp nin bizim anladığımız anlamda sol parti olmayıp kadim devlet partisi olduğudurki son günlerde iktidar-devlet ittifakının en güzel örneklerini akp-chp nin birlikte oluşturduğu yeni kıbrıs politikası ilede savunmaya çalıştığın akp teyit etmiştir chp nin değişebildiği son nokta devletin kendini yeni konseptlere uydurmak için değiştiği noktakadardır.akp ninde casusun beklediği değişimleri değil kadim devlet ile anlaşan ve birlikte sistemin hegemonyasını gerçekleştiren yeni yerinde mutlu olduklarını son birlikteliklerde görebiliriz.bir de şu halk kuyrukçuluğu meselesi casusun böyle bir eleştiri yapması şimdiye kadar karşı olduğunu anlatmaya çalıştığı ama bizim inanmadığımız asker-bürökratik vesayet karşıtı olmadığı gibi anlaşılıyor vallahi bana uyar ben kendimi asıl çözmeyip ağır bedeller ödediğimiz sorunlarla bizzat boğuşan halkın gerisinde olduğumu ve şimdiye kadar öğrendiklerim gibi ondan öğrenen olmaya gönüllüyüm bu halk kuyrukçuluğu ise kabülümdür onun yerine onun bile çıkarını da ben bilirim modernist,elitist ve vesayetçi yukardan mühendisliği ve geçmiş siyasi tarihi aslında eleştiriyor gibi gözüküp savunanlarda belli olmuştur.körle yatan şaşi kalktığı gibi gerçekten devlet iktidar bütünleşmesi ile kıvırtacak suçlayacak önceki iktidar vesayetçileri olmayınca casus gibiler savundukları akp nin gerçekleriylede yüzleşmeleri gerekirken giderek halk iradesini küçümseyen eleştirdiklerinin koltuğunda kendilerini bulursa şaşırmayacağım
hayırdır, dün bu siteye ulaşamadım. cyber saldırı falan mı vardı? birkaç ay önce birgun.net, haber.sol.org.tr, sendika.org gibi sitelere “derin hackerlar” saldırmıştı, suni bir talep yoğunluğu yaratarak bir günlüğüne okuyucuların siteye ulaşımını engellemişlerdi. bana ‘paranoyak’
diyebilirsiniz belki ama dün bu siteye ulaşamayınca aklıma ilk o olasılık geldi.
dün bende ulaşamadığımı söyleyerek yaptığım yorumu sitede akşam yazdığım gibi gördüm bu akşam yok enteresan bir durum var gibi yorumum casus la ilgiliydi sakın casus gerçekten işini yapıyor olmasın iyi kötü tartışıyorduk derin araştırmaları ve hiç duymadığımız yeni yorumlardanda olduk.
Taraf’ın ‘Yoldaş General’ manşeti asparagas mı?
Taraf gazetesinin yayımladığı ‘Yoldaş General’ haberinin doğruluğu hakkındaki kuşkular artıyor. Aziz Çelik, Taraf’ın TSK mensubu olarak gösterdiği Ziya Güler ile TBKP üyesi Ziya Güler’in farklı kişiler olduğunu iddia etti.
Taraf gazetesi ve Mehmet Baransu’nun, MİT’in özel yetkili savcılığa gönderdiği belgelerden yola çıkarak hazırladığı “Yoldaş General” haberinin yalan olduğuna dair işaretler çoğalıyor.
Aziz Çelik, bazı e-posta gruplarında dolaşıma giren mesajında, Mehmet Baransu ve Taraf’ın Korgeneral Ziya Güler’in THKP/C ve TBKP üyeliğine dair yayınlanan belgelerin, aslında TBKP üyesi Feridun Gürgöz’e ait olduğunu iddia ediyor. TÜSTAV Sarı Defter dizisinden çıkan Saat Geri Dönmüyor adlı anılarında, Feridun Gürgöz, “Ziya Güler” isminin partideki takma adı olduğunu belirtiyor.
“Birazcık solu bilen biri bu gibi parti ve yazılarda müstear ad kullanıldığını bilir.” diyen Çelik, MİT’in de bu raporu bir partilinin takma adla yazmış olacağını anlamayıp bunun generalin kendisi olduğunu sanmasının “tuhaf” olduğunu belirtiyor.
‘Gazeteciliğe bakın!’
“Polis ve MİT’ten servis edilen belgeleri oldugu gibi yayinlayan ünlü ve sansasyonel gazeteci kendi gazetesinde yazan TBKP eski Genel Sekreteri Nabi Yağcı’ya sorma gereği bile duymuyor” diyerek gazetecilik faaliyetine dikkat çeken Çelik, bunun nedenini, Baransu’nun “MİT ve polise daha fazla güvenmesine” bağlıyor.
Aziz Çelik’in şu satırları ise, durumu özetliyor:
“Karala solu, karala komünistleri bunun adı gazetecilik olsun.
Ülkemiz cok MİT’çi gazeteci gordu. Şimdi onların foyası meydana çıktı.
İleride de bugünün MİT’çi gazetecilerinin foyası meydana çıkacak.
Taraf ve Baransu’nun sola ve komünistlere bir özür borcu var.
Bu asparagas haberden dolayı özür dilesinler!”
(soL – Haber Merkezi)
Taraf durup dururken neden böyle bir “haberi” manşet haberi yaptı, diye sorgulamak lazım. AKP ve liberal sol çevrelerde klasikleşmiş bir söylem vardır “Ergenekon-Sosyalistler-Kandil ittifakı” şeklinde. Bu söylemle paralellik gösterecek haber ve yazıların artması yakın bir gelecekte sosyalistlere yönelik yeni bir tutuklama dalgasının habercisi olabilir. Taraf gazetesi genelde AKP’nin siyasi operasyonlarının öncesinde bu operasyonlara psikolojik zemin hazırlamak amaçlı haberler yapar. Hatırlarsak Murat Belge’nin Hopa olaylarında ölen devrimci öğretmenin “çevresinin”, “çevresinin çevresinin” ve hatta AKP’nin oylarının düşmesini isteyen hemen herkesin Ergenekon’la ilişkili olabileceğini ima etmişti. Bu sıralarda Türkiye’nin pekçok yerinde Hopa olaylarını protesto eden gösterilere katılmış olan parti ve STK üyelerine yönelik tutuklama furyası sürüyordu. En son DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yaşanan bu antidemokratik uygulamaları topyekun protesto etmek, bu uygulamaları Türkiye ve dünya basınına da daha etkin biçimde duyurmak yönünde karar almıştı. Taraf’ın dünkü “Yoldaş General” manşetli haberini bu bağlamda ele alıp yeni bir psikolojik taarruz olarak da görebiliriz diye düşünüyorum.
…şunu da eklemeden edemeyeceğim. benim yukarda öne sürdüğüm “sosyalistlere dönük yeni operasyonlar hazırlanıyor” şeklinde özetlenebilecek tezin yanlış olma olasılığı da -tabi ki- vardır. Ancak “Taraf durup dururken neden böyle bir haberi manşet haberi yaptı?” sorusu çok önemlidir. Taraf’ta Emre Uslu, Önder Aytaç, Mehmet Baransu gibi devlete yakın isimlerin yaptıkları haberlerin operasyonel niteliğinin ve hangi güncel amaçlarla yapıldığının tartışılması bizim için bazen hayati öneme sahip olabilir.
Deve misin? Kus musun? Anarsist misin, sosyalist misin? Ikisinin farkli oldugunu herhalde bilmemektesin. Anarkocu ne demek? “anarko” sözcügünün “sosyo-ekonomik” deyimi gibi yalnizca bir tamlamada (anarko-sendikalist tamlamasinda) kullanildigindan da haberin yok. Modaya uymak için, ya da es- dost alisveriste görsün hesabi kendine “anarkocu” diye bir ad takmissin aklinca bir kimlik sahibi olmussun. Her neyse sözde anarsist, gerçekte sosyalistsin , gerçekten , samimi olarak tutuklanmaktan korktuguna da inanmam, sen de bilmektesin ki generallere ajan provokatörlük yapanlar disinda kimsenin tutuklandigi falan yok.
Casus Belli,
1. ‘anarkocu’ nickini kullanmamın nedeni anarşizmin birden fazla akımından etkileniyor olmamdandır (başta anarko-sendikalizm, anarko-primitivizm ve demokratik belediyecilik). Ayrıca sosyalistlerle anarşistler arasında %100’lük bir farklılık olmasına gerek yoktur; eko-sosyalizm gibi özgürlükçü sosyalist akımlar da anarşistlerinkine benzer fikirlere sahiptir. Hem anarşistlerin de Marks’tan öğrenebileceği pek çok şey mevcuttur, yeter ki eleştirel ve anti-otoriter tavrımızdan ödün vermeyelim.
2. Türkiye’de sosyalistler iyi-kötü düzenle çatışma halinde olan bir muhalefet odağıdır (tabi İP ve DSİP’i ayrı tutuyorum). Devlet bugün anarşistlerle çok fazla uğraşmıyor olabilir çünkü bize sıra gelene kadar daha pek çok muhalefet odağının tasfiye edilmesi gerekecek. Şu an Türkiye’de anarşistlerin örgütsel gücü çok çok zayıftır, o yüzden düzenin bizi pek ciddiye almıyor olması doğaldır.
3. Türkiye’de sosyalist grupların stalinizme eğilimli olmaları hep eleştirdiğimiz ve daha da eleştirmemiz gereken bir olgudur, ancak sosyalistler gibi, Kürt Özgürlük Hareketi gibi, Alevi Hareketi gibi önemli muhalefet odakları düzen tarafından tasfiye edilmeye çalışılıyorken oturup “Bana ne!” demek bırakın bir anarşisti, “liberalim” diyen birine bile yakışmaz. Bunun yanında, muhalif grupların olmadığı veya ehlileştirildiği durum, düzen güçleri için dikensiz bir gül bahçesi gibidir.
4. “generallere ajan provokatörlük yapanlar disinda kimsenin tutuklandigi falan yok” demişsin. Anlaşılıyor ki bu düzenin yargısına, polisine, medyasına, başbakanına çok güveniyorsun. Sahip olduğun Polyannacı zihniyetle sana mutluluklar dilemekten başka bir söz bulamıyorum 🙂 .
casus efendi ona buna sen kimsin diyeceğine önce sen kim olduğunu açıkla.çürümüş düzenin çanak yalayıcılığı kendine benzemeyen hemen her anlayışa saldıran hayatın acıtarak öğrettiği gerçekliklerle anlayışı örtüşen anarko sendikalist,anarşist,sosyalist,kömünist,özgürlükçü,vijdani retçi,ant-militarist hemen her anlayışa saldırman gerçeklikle yüzleşince bizim gibi olmadığına fesatlanmadan olsa bu siteyi takip etmemiş yapamıyorsun.az da olsa senin içinde umutlanacağım ama şu iktidar-devlet hegomonyası ile bağlarını kesebilip özgür birey olabilip kendin olabilirsen.meraklanma düzenin taşıyamadıklarını tasfiye ederek devlet-iktidar-ordu-sermaye kadim ittifakının ajanı olanlar militarizmi reddeden bizleri general ajanı demekle biz ajan olmayız.generallerle askeri vesayeti bitiremeyeceğini anlamayacak kadar cahil kalmışsın zorunlu askerlik kalkmadan askeri vesayet bitmez emma gibi anarşistlerin abd de100 yıl önce savunduğunu 100 yıl sonra ondan bir şey öğrendik diye fesatlanmadan savunabilirsin işte o zaman kendin olmaya başlar devlet-iktidar hegomonyası ile arandaki farkı görmeye başlayıp özgür bir birey olmanın mutluluğu ile kendi geleceğini kendi ellerinle kurabileceğini öğrenerek amirlerin asalaklara ihtiyaç olmadığını fark edip kaderini değiştirebilirsin.hiçbir seçimde değişmeyen kaderini değiştirmek mümkün?
önce haberi verelim:
Mersin’de PKK’ye karşı bir miting düzenleneceği geçtiğimiz hafta içinde duyurulmuştu. Yapılan duyurular üzerine ırkçı gruplar mitingin başlayacağı Devlet Hastanesi önüne geldi. Ancak burada Ülkü Ocakları ve MHP’liler mitinge katılmaktan son anda vazgeçti. Bunun üzerine, kafatasçı Ulusal Parti’ye yakın yaklaşık 70 kişilik grup, 500’den fazla polisin denetiminde Metropol Miting Alanı’na kadar yürüdü.
Gösterici grup yol boyunca ‘Mecliste terörist istemiyoruz’, ‘Asker düşmanı hükümet istifa’, ‘Tayyip gidecek terör bitecek’, ‘Mersin Türktür Türk kalacak’ şeklinde sloganlar attı.
Aşırı ırkçılar, polis güvenliği altında Metropol Miting Alanı’na girdi. Burada, Temmuz ayı içerisinde ölen askerlerin adlarını tek tek okuyan Ferdi Kale, daha sonra Kürtleri hedef gösteren bir konuşma yaptı.
‘AHMET KAYA, HRANT DİN PKK MAŞASI’ BDP’li Akdeniz Belediyesi’nin gazeteci Hrant Dink ve sanatçı Ahmet Kaya’nın adlarını 2 parka vermesini eleştiren Kale, bu 2 ismi ‘PKK’nın maşası’ olmakla itham etti.
MERSİN PKK’NİN ELİNE GEÇTİ İDDİASI Mersin’de kontrolün tamamen PKK’nin eline geçtiğini ileri süren Kale şunları söyledi: “Sıcak paranın döndüğü sektörlerde serbest bölgede, limanda, inşaatlarda, eğlence sektöründe Kürtler hakim. Türk çocuklarının kendi işini kurmasına izin verilmiyor. Çünkü Kürtler uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve fuhuştan kazandıkları paralarla her sektöre giriyor. Bize düşen, Kürtlerden alışveriş yapmamaktır.”
AYDINLAR ASILSIN Kale, PKK ile mücadele konusunda gündeme getirdiği ‘radikal’ önerilerle de dikkat çekti. Kale, ‘PKK’ye destek veren aydınların asılmasını, BDP milletvekillerinin vatandaşlıktan çıkarılarak sınır dışı edilmelerini’ önerdi.
2 MİLYON KÜRT SÜRÜLSÜN Kale “Devlet, PKK’nin üst düzey yöneticilerine suikast yapamaz. Ama devletin gayriresmi güçleri bu suikastları yapabilir. BDP’ye oy veren 2 milyon Kürt de, Irak’taki Türkmen soydaşlarımızla değiş tokuş edilmelidir” diye konuştu.
Sonra analiz edelim. Bu kafatasçi mitinge MHP ve ülkü Ocaklari katilmadi, çünkü bu iki kurulus o kadar da kafatsçi degil. Her zamanki gibi sosyalistler MHP’yi de, ülkü Ocaklari’ni da solladilar. Ulusal Parti sosyalist oldugunu iddia eden bir partidir. Sakin kimse “onlar sosyalist degil” demesin, o zaman bu isin mührü nerede? Herne ise simdi bu partinin elemanlarinin özgeçmislerine bakalim.
Hasan Pektekin
(Genel Sekreter)
1956 Konya doğumlu. Üniversite mezunu. Emekli öğretmen. Yıllarca memur derneklerinde ve meslek örgütlerinde çalıştı. Eğitim-Sen’i Konya’da örgütledi ve şube başkanlığını yürüttü.
ADD Konya şube temsilciliğinde bulundu.
1999 seçimlerinde CHP Konya milletvekili adayı oldu
Bir Dersimli: İnan Kahramanoğlu
(Genel Sayman)
1978 Tunceli doğumlu.
Marmara Üniversitesi Biyoloji bölümünü bitirdi.
2000 yılında Marmara Üniversitesi’nde Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı ve bir dönem başkanlığını yürüttü.
Devam:
Serap Yeşiltuna
(Başkanlık Kurulu Üyesi)
1980 Balıkesir doğumlu. Boğaziçi
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu.
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisans yaptı
Nizamettin Aydın
(İstanbul İl Başkanı)
1963 Gümüşhane doğumlu.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Serbest meslekle uğraştı.
1998 yılında ÇYDD üyesi oldu ve burada 2 dönem, 2000 yılında üye olduğu CHP’de de bir dönem Maltepe İlçe Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
(Genel Başkan Yardımcısı)
1932 Çanakkale Gelibolu doğumludur. Üniversite eğitiminden sonra ABD‘de uluslararası ilişkiler ve iktisatta iki yüksek lisans yapmış, doktorasını Syracuse Üniversitesi’nde vermiştir. 1959’da Türkiye’ye döndükten sonra Ankara Üniversitesi SBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliğine başlamıştır. 1975 yılında profesör olmuş ve emekli olana kadar 41 yıl öğretim üyesi olarak hizmet vermiştir.
60’lı yıllar boyunca, Türkiye’deki sosyalist harekete eylemci ve aydın olarak destek olmuştur. 1961’de Yön Bildirgesini imzalayanlardan, Türkiye İşçi Partisi’nin de akademisyenler arasında ilk üyelerindendir. TİP’te Bilim Kurulu başkanlığı, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nda ise Fakir Baykurt ile birlikte Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapmıştır. Yön, Türk Solu, Devrim ve Ant gibi 60’lı yılların önemli sosyalist dergilerinde yazıları yayınlanmıştır.
Eski DoktorcuProf. Dr. Şener Üşümezsoy
(İdeolojik Büro Başkanı)
1950 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans ve doktorasını bitirdi. 1995’te profesör oldu. Halen Jeoloji Mühendisliği bölümünde öğretim üyeliği yapmaktadır.
Deprem konusundaki çalışmalarıyla tanındı. Özellikle 17 Ağustos 1999 İstanbul depreminin ardından deprem konusunda halkı doğru bilgilendirmek için mücadele verdi. Öngörülerinin tümü doğru çıktı.
Eski Aydinlikçi Genel Baskan Gökçe Firat
1974 İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede başladığı Kalkınma İktisadı üzerine yüksek lisans eğitimine tez aşamasındayken ara verdi.
Lise yıllarından itibaren devrimci mücadelede yer almaya başladı. Üniversitelerde Atatürkçü Düşünce Kulüpleri’nin örgütlenmesini başlattı. “Cumhuriyet Bize Emanet” adlı kitabını 1998’de yayınladı. 2000 yılında İleri dergisini yayınlamaya, 2002 yılında TÜRKSOLU’nu çıkarmaya başladı ve bu gazetenin başyazarlığını üstlendi.
casus,
sen o metnin benzerini bu sitede savundun pkk ve destekçileri yada sempatizanlarına demediğin kalmadı bdp ve bloğa etmediğin hakaret kalmadı aynını ırkçı kızıl elmacılarda söylüyör.eskiden sosyalistm deyip şimdi hidayete erep titreyip ırkçılığını hatırlayanlarla sosyalizmi yada devrimciliği eleştiremezsin.daha iyi kabül görecek tezlere ihtiyacın var.bu istibaratı yapabilip herkezin geçmişiyle ilgili böyle ayrıntıya ulaşabildiğine göre benden tam puan aldın amirlerin seni terfi ettirip maaşına zam yapmalı.son günlerde dikkatini çektimi burkayla sistem özgürlükçü kürt hareketini itibarsızlaştırdığını sanıyor.tam tersine hata yapıyorlar olayın kendisi bile pkk yı ve mücadelesini meşrulaştırdıklarının farkında bile değiller.madem şiddeti reddederek siyaset yapılıyordu neden yapmadın diye burkaya sorunca konuşmamdan ağır cezalar verdiler siyaset yaptırmadılar mecburen yurt dışına çıktım diyorsa demekki o zaman siyaset yapmak kimliğine sahip çıkmak red,inkar,imhaya karşı koymanın tek yolu kaldığının belgeli kanıtı ile amirlerinin çürümüş sistem için yapabilecekleri 2 şey var ya hata yapacak yada rol çalacak hatalar gırla rol çalmayı bile beceremediler “açılım”gibi.önceki yorumlarına bak pkk,bdp ve blok için söylediklerinle bu ırkçı açıklamayı karşılaştır anlarsın nerde olduğunu utanmadan bizi yok etmek isteyenlerin metnini bizimkilermiş gibi bize satma
özgürlükçü siyasi kürt hareketine ırkçı etnikçi suçlaması yapmıştın casus.şimdi gördünmü ırkçılık ne imiş kim imiş yıllardır kürtler ve anadoludaki diğer halklar türk ırkçılığının devlet destekli saldırılarına maruz kaldığı halde kürtlerin türk olduğu için saldırdığı bir kişi gösteremesin özgürlükçü siyasi kürt hareketi ve birlikte oluşan toplumsal muhalefet bloğunda en üst seviyede çalışan yüzlerce türk,laz,gürcü,çerkez,boşnak,arap,süryani,rum,ermeni gibi halkarın olması bile bu hareketin etnikçilik,ırkçılıkla ilgili olmadığını tam tersine bu anlayışların karşıtı özgürlükçü insanliğin evrensel demokratik birikimlerini temsil ettiğini gösterir
Asagidaki yaziyi dikkatle okuyun. Bu yazi PKK ‘nin Firat Haber Ajansi’ndan alinmistir. görüldügü gibi PKK uluslararasi strateji oynamakta, kendisini çesitli uluslararasi güçlere tasaron olarak kullandirmak için zarf atmaktadir. bunu ben söylemiyorum, bizzat kendileri söylüyor. Bazi saf ve iyi niyetli insanlar da bu büyük oyuncularin pesinden salak salak kosturuyorlar, petrol oyunlarini devrim zannetmek ahmakliktir.
petrol oyunlarini devrim zannetmek ahmakliktir:
RAHMİ YAĞMUR -ANF09:38 / 01 Auğustos 2011 MOSKOVA – Türkiye yeni ama büyüyen bir enerji tüketicisi, ayna zamanda yukarı Mezopotamya ile ortak jeopolitik tanımlamalarla önemli bir transit ülkesine dönüşme niyetleri taşıyor.
Kürdistan enerji rezervlerinin zenginliği yanında SSCB’nin yıkılmasından sonra Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu gibi önemli enerji havzaları için koridora dönüştü. Ancak Kürtler bu jeopolitik getiriden ekonomik ve politik bir kazanç elde etme yerine bunlarla birlikte alınıp satılmakta kendilerine ait bu zenginliklerin yanında bir emtia haline gelmektedir.
Kürdistan’dan geçen hatlar İran petrollerini Avrupa pazarlarına taşıyan en önemli güzergâh. Önemli bir koridora dönüşen BTC ve Irak içinde en kestirme ulaşım saha.
Türkiye ile İran saldırıları geliştikçe PKK militanları İran’dan Türkiye’ye giden doğalgaz boru hattını patlatarak enerji akışını durdurdu. PKK 2010 yılında da Kerkük-Yumurtalık, İran- BOTAŞ ve Giresun-Ordu boru hatlarına yönelik eylemler düzenleyerek bu transit yollar üzerindeki askeri hâkimiyetini hatırlatmıştı.
PKK bu hatlara yönelik sürekli bir saldırı içinde değil. Ancak gerilla birliklerinin düzenledikleri sabotaj eylemlerinin tarihleri politik gelişmeler takvimi ile karşılaştırıldığında son derece planlı olduğu ve diğer eylem tarzlarında görüldüğü üzere birimlerin özel inisiyatiften ziyade merkezi kararlar izlenimi uyandırıyor. Çünkü enerji hatlarına yönelik her eylem en az iki (bu bazen 3–4) devlete karşı bir meydan okuyuştur.
Kürt gerilla birlikleri üzerinde hareket ettikleri Kürdistan coğrafyasından geçen enerji transit yollarına askeri anlamda son derece hâkimdiler. Bu konuda sıradan bir analizle enerji hatları üzerindeki eylem potansiyelinin sadece küçük bir kısmını kullandığı söylenebilir. Bunu da uluslararası dengeleri ve konjonktürü dikkate alarak kullanmaktadır. Ancak bunun hep böyle devam edeceğini sanmak yanılgı olabilir. Çünkü sonuçta PKK için Kürt halkının ulusal güvenliği bölgedeki enerji güvenliğinden önce gelecektir. Bu küresel ve bölgesel güçlerin enerji politikalarına büyük bir darbe indirebilir. Ayrıca uluslararası alandaki etkinliklerine yönelik baskılar arttıkça PKK’de kendi bölgesindeki etkinliklerinde daha kaygısız ve özgür davranma görüşü gelişebilir. Bu PKK de birçok konuda olduğu gibi bu konuda radikal değişikliklere yol açabilir.
PKK’nin Türkiye Kürdistan’dan geçen enerji transiti üzerindeki hâkimiyetini ve bunu kullanma oranı zamanlamaları açısından değerlendirildiğinde Kürt sorunun çözülmemesi halinde PKK’nin bu sahada yapabilecekleri tasavvur etmek için materyal sunuyor.
BTC PKK’NİN DOLAYLI MÜSAADE İLE BAŞLADI
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol ve Doğal Gaz Boru Hattı, önemli bir güzergâh olarak Bakû-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı inşaatı ve Hazar Geçişli (Türkmenistan-Türkiye-Avrupa) Doğalgaz Boru Hattı tasarılarıyla eklemlenerek Nabucco projesi ile birleştiriliyor. ABD’nin Avrupa’nın Rusya’ya olası bağımlılığını engellemeye Orta Asya üzerindeki Rus enerji (ve politik) hâkimiyetini kırmaya yönelik en önemli projelerden biri. Aşamalı projelerle ile gerçekleştirilmek istenen bu büyük plan BTC ye paralel olarak yürütülüyor.
BTC’nin planlama ve yapımı PKK’nin enerji hatları üzerindeki askeri ve siyasi etkisini göstermesi açısından önemlidir.
BTC için girişimler 1989’da başlamasına rağmen darbeler ve çatışmalar anlaşmanın ancak 1994 yapılmasına yol açmıştır. Yönetim değişiklikleri ve darbelerin durdurmayı başaramadığı bu hattı PKK durdurmuştur. Projeye taraf ülkeler ve yatırımcılar PKK’nin verdiği savaş potansiyelini analiz ederek bu hattın güvenliğini sağlayamayacaklarını anlayarak planı askıya aldılar.
BTC için politik ve finans alt yapısı oluşturulmasına rağmen PKK’nin ateşkes ilan ettiği 2000 yıllarına kadar ertelenmiştir. Ancak Eylül 1998’de 2005 yılları arasında yaşanan görece eylemsizlik ile inşaatına başlanmış ve tamamlanmıştır.
Bakû-Tiflis-Ceyhan projesi PKK’nin savaşı durdurduğu dönemde gerçekleştirilmesine rağmen rotasında önemli değişiklikler yapıldı. Kürdistan’ın dışına çekilmek için bir yay gibi gerdirilmiştir. Kars, Ardahan Erzurum’un kuzeyinden Bayburt Sivas Erzincan Maraş üzerinden Akdeniz’e indirilmiştir. Bu hat adeta Kuzey Kürdistan’ın kuzey batı sınırlarını çizecek şekilde projelendirilmiştir. Elbette ki bunun kısa ve orta vadedeki hedefi PKK kontrolünün dışına çıkarma umududur fakat uzun vadede daha ileri jeopolitik hesaplar yapılmıştır.
Ancak PKK direkt veya dolaylı izin vermeden BTC’nin işlemesi mümkün değildir. Murat Karayılan BTC devreye gireceği sıralarda 2006 yılında ANF yaptığı bir değerlendirmede boru hattını şartlı olarak hedeflemeyeceklerinin işaretini verdi. Karayılan , “Türk ordusunun halkımıza ve onun özgürlük dinamiklerine karşı yürüttüğü saldırıları durdurmak, bu saldırıların önüne geçmek amacıyla geliştirilen konseptin gereği olarak Türk devletinin ekonomik sistemine yönelme planı vardır. HPG’nin öngördüğü bu konseptin amacı Türk devletini ekonomik olarak kapsamlı saldırıları geliştiremez duruma getirmektir. Bu çerçevede uluslararası bir yatırım olan Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının da hedefler arasında olması normaldir. Ancak burada ifade etmeyi gerekli görmediğim bir takım nedenlerden dolayı şu anda ve yakın bir zamanda bu uluslararası boru hattına dönük herhangi bir eylemin yapılmayacağını söyleyebilirim. Eğer Türk devletinin saldırıları farklı bir boyuta taşınır ve koşullarda büyük bir değişim olursa o zaman durum farklı olabilir” diyerek şartlı onay verdiklerini açıklamıştı.
ÖZEL GÜVENLİK ŞİRKETLERİ ÇÖZÜM DEĞİL
Ancak Türk devleti Kürtlere yönelik saldırıların gelişmesiyle birlikte PKK gerillaları 5 Ağustos 2008 hatta yönelik sabotaj eylemi gerçekleştirdi ve petrol akışı resmi ağızlara göre iki hafta durdurdu. Bu saldırı aynı zamanda Rus-Gürcü savaşından üç gün önce gerçekleştirmesi çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır. Ancak bu eylemin bu savaşla bağlantısını ortaya koyacak her hangi bir delil sözkonusu değil. Elbette bazı politik tahminler yapılabilir. PKK bölgenin ısındığı bir sırada hatta yönelik yaptığı eylemde farklı politik dönemlerde değişik konjonktür ve koşulda eylem yapabilme kapasitesini ortaya koyma ve bununla Türkiye’ye etkili bir uyarı vermiş olabilir. BTC sadece boru hatları değil Ardahan Sivas kompresör istasyonları Erzurum Erzincan pompa istasyonları de Kürt gerillalarının denetimi altındadır.
Nabucco da yapıldığında büyük bir enerji koridoruna dönüşmesi muhtemel bu hat’ın korunması için Türkiye ile batılı ülkeler arasında yeni planlar oluşturulmaktadır. Bunların içinde en önemlisi koridorun ABD’nin özel güvenlik şirketleri tarafından korunmasıdır. Ancak bu çözüm Kürtlerde daha büyük bir öfkeye yol açacağından buna karşı direniş büyüyecektir. Ayrıcı PKK diğer Ortadoğulu örgütler gibi kitle ile karışık bir milis gücü değil farklı üslenen, yaşayan ve coğrafyaya dayalı yaşayan uzun süreli profesyonel gerilla birliklerinden oluşmaktadır. Bu yüzden bu özel şirketler başarı şansı sınırlı olacaktır.
TÜRKİYENİN HATLARI KORUMAYA YÖNELİK YENİ TOPLANTILARI
2010 yılının ilk yarısında PKK’nin enerji hatlarına yönelik saldırıları artınca Türkiye Ağustos ayında Enerji Bakanı Taner Yıldız ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay bir araya gelerek boru hatları güvenliğini konuştu. Toplantıda, Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve ilgili kurum yetkilileri de hazır bulundu. Ankara’daki boru hatları güvenliği toplantısında, Ağrı’da bulunan Jandarma birliklerinin üçte ikisinin boru hatlarının güvenliği için istihdam edilmesine rağmen sabotajların engellenemediğine vurgu yapıldı. Boru hatlarının güvenliği için Türkiye’ye ait Heron ve insansız hava uçaklarına görev verilmesi ve en son teknolojilerin kullanılmasını gündeme getirdi. Ankara’daki zirvede boru hatları için öne çıkan bir diğer önlem ise halen 86 noktada termal kamerayla izlenen boru hatları için daha yüksek özel güvenlik konsepti oluşturulması oldu.
GERİLLA’NIN KARADENİZ BÖLESİNE YERLEŞMESİ VE ENERJİ HATLARI
Mavi Akım’ın anlaşma ve inşası Kürt halkı üzerindeki pazarlıklar ve PKK’nin Ateşkes dönemlerine rast getirilmiştir. 29 Ağustos 1997 tarihinde imzalanan Mavi Akım Hattı, ABD’nin tepkisi nedeniyle 1998 yılında askıya alındı. Ancak Öcalan’ın 12 Kasım 1998 tarihinde Rusya’dan sınır dışı edilmesiyle birlikte Türk-Rus ilişkileri değişiklik oldu. Bir, BOTAŞ bürokratının 18 Ocak 2010 tarihinde Star gazetesine verdiği demeçte Öcalan üzerine gerçekleşen enerji pazarlıklarını şöyle anlatmıştı: “Öcalan’ın sınır dışı edilmesinde, Mavi Akım Projesi’nin pazarlığı yapıldı mı bilmiyorum ama Öcalan’ın sınır dışı edilmesinin hemen ardından askıya alınan bir projenin hayata geçirilmesi için talimat verilmesi, o dönemde bizi epey şaşırtmıştı. Şunu net olarak söyleyebilirim ki, Öcalan’ın sınır dışı edilişi ve ardından yakalanması, projenin tamamen kaderini değiştirdi.”
2005 tarihinde açılan 1200 kilometre uzunluğunda bulunan Doğal Gaz Kürt gerillalarının Karadeniz bölgesine yerleşmesiyle birlikte PKK’nin menziline girmiştir.
16 Temmuz 2010 tarihinde PKK gerilla birliklerinin Giresun-Ordu arasında bulunan Koyunhisar-Orta kent mıntıkasında bulunan doğalgaz boru hattına yönelik düzenlediği sabotaj ve yine hatta en yakın alanların bulunduğu Tokat bölgesindeki gerilla eylem ve Aktiviteleri bu buna kanıt olarak gösterilebilir.
ENERJİ KAYNAKLARININ SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİNDE YENİ DÖNEM
Kürdistan hidrokarbon rezervlerinin sömürgeleştirilmesinde yeni bir dönem başlamıştır. Irak’ın yakın siyasal tarihindeki dalgalanmalardan dolayı işlenmesi yavaş gelişen Kürdistan petrolleri küresel güçlerin sahaya girmesiyle birlikte hazırlanmıştır. Güney Kürdistan’daki rezervlerin batı pazarlarına ulaştırılması için büyük projeler oluşturuluyor.
Yumurtalık petrol boru hattının kaynağı ve seyir haritası Kürt topraklarının sömürgeleştirilmesinin tablosu gibidir. Bu hat Kerkük ve Batman gibi Kürdistan’ın petrol kaynaklarıyla beslenen ve Şırnak Mardin Urfa gibi Kürdistan’ın en geleneksel halk kitlelerinin bulunduğu sahalardan geçirilerek sömürge limanlarına ulaştırılıyor.
Aynı zamanda 1977 yılında beri çalışan Türkiye’nin en eski petrol boru hatlarından biridir. Bu sadece Türkiye için değil Kerkük petrollerinin Batıya taşıyan bir hattır. Yani Türkiye buradan sadece enerji ihtiyacını karşılamıyor aynı zamanda transit ücreti de almıştır. Ancak Kürtler bunda uzun süre pay sahibi olamamıştır.
ABD’nin Irak’ı 2003 yılında işgal etmesiyle birlikte hat işletime kapatılmış ve o tarihten sonra petrol sevkiyatı çok kısıtlı ve istikrarsız olarak sürmüştür. Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı PKK’nin askeri siyasi haritasının ortasından geçiyor.
Yumurtalık boru hattı Kerkük Petrollerinin hangi alanlardan nerelere ulaştırılacağına dair hesapların bir parçası olarak şekillendirilmeye çalışılıyor. Irak’ın Batılı güçlerin denetimine geçmesiyle birlikte buradaki enerji kaynaklarının paylaşımının bir parçası olarak yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. Örneğin İsrail’in yeni geliştirdiği Musul-Hayfa ve Kerkük-Hayfa petrol boru hatlarına karşı Türkiye Yumurtalığın varlığını ve transit ücretlerini yeniden düzenlemeye çalışıyor. Son dönemlerde istikrarsızlaşan Türkiye İsrail ilişkilerinin bir yönünü de Kürdistan enerji kaynaklarının paylaşımı oluşturuyor.
Bu hat’ın gelirlerinin bir kısmının Güney Kürdistan’a geçmesiyle birlikte daha dikkatli bir yaklaşım sergilenmiştir. PKK bu hatta ancak kendisine yönelik pazarlıkların bir parçası olduğunda yönelmiştir. Ancak bu hattın güvenliği hemen hemen yok gibidir. Çünkü bu sadece Kürdistan’da PKK kontrolünde değil aynı zamanda Irak tarafından direniş gruplarının da hedefindedir. Örneğin 21 Aralık 2009 yapılan sabotajda hem büyük zarara hem de akışın uzun durmasına yol açmıştı.
PKK’nin bu hat üzerindeki hâkimiyetinin düzeyi 2008’de gerçekleştirdiği eylemle görülebilir. 14 Kasım 2008’de Güney Kürdistan Bölge yönetimi ile Bağdat Merkezî Hükümeti Kürt bölgesinden çıkarılan petrolün Kerkük-Yumurtalık hattından pompalanması konusunda bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmadan sonra bölgesel hükümeti ile Türk devleti arasında enerji akışı PKK’ye karşı ortak mücadele başlığıyla bir anlaşma yapıldı. Yeni boru hatları PKK ve Kürtlerin politik amaçlarıyla ilişkilendirilerek işler kılınıyordu. PKK bu anlaşmanın kendisine karşı bir ittifakın alt yapısı haline gelmeyi önlemek için 21 Kasım 2008’de boru hattını bombaladı yangın ancak bir haftada söndürülebilmişti.
KÜRT KARŞITLIĞI ÜZERİNE İŞLEYEN HAT GERİLLANIN AVUÇLARINDA
İran BOTAŞ hattı 2001 yılından bu yana hayata geçen ve genelde sorunlu bir yapıya sahiptir. Yıllık 15 milyar metreküp potansiyeli olan hat 4 milyar metreküplerde seyrediyor.18 Ağustos 2006’da Türkiye-İran gaz anlaşması imzalandı. Bu boru hattına paralel olarak yeni bir boru inşaatı başlatılarak bir koridora dönüştürülme çalışmaları yürütülüyor. Ağrı kentinin sınırları içinde seyreden hat Erzurum koridoruyla birleşmekte. Ancak Ağrı girişinden Van kendine uzanan yeni boru hattının inşaatı halen sürmektedir.
Kürtleri kontrol ve dışlama üzerine yapılan uzlaşma ve anlaşmalarla geliştirilen hat PKK için hem askeri ve hem de siyasi bir hedef haline gelmiştir. Örneğin 2006’da Türkiye ile İran arasındaki PKK karşıtlığı temelinde şekillenen askeri, siyasi ve ekonomik işbirliği üzerine enerji miktarı artırılmıştır. Buna mukabil Kürt direnişçiler 21 Ağustos 2006 günü hatta yönelik geliştirdikleri sabotajla tavırlarını ortaya koymuştur.
Yine 5 Mayıs 2008’de Türk delegasyonu İran’a ile yaptığı yeni anlaşmalara misilleme olarak PKK 25 Mayıs 2008’de boru hattını bombalayarak cevap verdi.
Türkiye enerji bakanı Taner Yıldız’ın Temmuz ayında İran Petrol Bakanlığı ile 1 milyar Euro’luk yeni doğalgaz boru hattı için yaptığı girişimlere karşılık PKK 21 Temmuz 2010 tarihinde hattı Doğubayazıt bölgesinde bombalayarak büyük hasara yol açtı.
Bu gelişmeye rağmen bundan birkaç sonra Enerji bakanı anlaşmayı imzaladı ancak bu ve buna paralel geliştirilen yeni hatlar PKK’ ye bağlı HPG Gerillanın ana üslerinden olan büyük ve küçük Ağrı dağlarının askeri ve siyasi sahalarında yer aldığı için PKK’nin inisiyatifinde olacaktır.
İRAN’A AMBARGOYU KOYACAK ASIL GÜÇLER BELUCİLER VE KÜRTLER
Sadece Türkiye için değil İran petrollerini uluslararası alana taşıması öngörülen bu hat ve yeni inşaat borular son derece önemli. Çünkü her ne kadar egemen uluslar enerji sömürge sistemini oluşturmaya çalışsalar da muhalif direniş hareketleri bu konuda son derece önemli rol oynuyor. Bunlardan biri Bluci halkının direnişidir.
Bu konuda Rusya’nı askeri strateji dergisi WPRR, “boru hatları ülkesinde savaş” başlığıyla bir makale kaleme alan Ortadoğu uzmanı Yevgeny Satanovsky, Kürtlerin enerji kaynakları ve transit potansiyelini analiz ederek Beluci ve Kürtleri İran üzerine ambargo koyabilecek yegâne güç olarak gösterdi. Kürtlere karşıtlığıyla bilinen Satanovsky buna rağmen Kürdistan’ın su kaynakları (Fırat ve Dicle), hidrokarbon rezervlerine ve transit potansiyelini analiz ederek dünyanın en büyük enerji sahalarından biri olarak değerlendirdi.
Transit konusunda Belucistan’ın stratejik önemine de dikkat çekerek Afganistan Pakistan, İran arasında bölünmüş bu halkın İran güney Asya’ya yönelik enerji akışını sabote edebileceğine dikkat çekti. İran Çin Pakistan ve Hindistan’ın enerji ihtiyacını Belucistan üzerinden sağlıyor. Belucistan’ki limanı boru hatları için en stratejik limanlardan biridir. Yine Çin’in Hürmüz boğazı ve Pakistan’a yakın Arap denizinde inşa ettiği Guwadar limanı ile Ortadoğu petrollerine erişim konusunda stratejik bir nokta elde etmiş oldu. Bu Çin’in Ortadoğu petrollerine ulaşımı konusunda ki aktiviteleri açısından büyük tartışmalara yol açıyor. Ancak Beluci Kurtuluş Ordusu AOB İran’ın bu alandan taşınacak enerji hatlarına yönelik ciddi bir muhalefet ortaya koyabilecek güçtedir.
KÜRT SORUNU ENERJİ GÜVENLİĞİNİ TEHTİT EDER
Türkiye sadece uluslararası enerji transit yolları açısından değil iç ihtiyaçları karşılama amacıyla şehirlerarası doğal gaz enerji şebekeleri ile örülmeye çalışılıyor. Doğal gazın iç tüketime yönelik boru hatları henüz Kürdistan’a ulaşmamıştır bile. Bölgede halen sadece Ceyhan merkezinden Adıyaman ve Malatya’ya ulaştırılan bir boru hattı mevcuttur.
Ancak iç tüketime yönelik şehirlerarası boru hatları da PKK için kolay hedefler olacaktır. Giresun-Ordu hattına yönelik sabotaj buna örnek gösterilebilinir.
Türkiye’nin enerji koridoru olma iddiası henüz bir yarı hayalden ibarettir. Ancak var olan düzey artan enerji ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Ama Kürdistan jeopolitiğiyle bölgedeki enerjiyi Avrupa pazarlarına ulaştırma yani bir transit bölge olmaya elverişlidir ve bunun potansiyelini taşımaktadır. Ortadoğu, Hazar ve Orta Asya, Afrika enerji kaynaklarına transit ve istasyon olmaya elverişlidir. Ancak bunu Kürtlerin kaynaklarını ve coğrafyasını sömürerek yapması imkânsızdır. Kürtlerin muhalefeti enerji güvenliğini ciddi oranda etkileyebilecek düzeydedir. Kürt sorunun çözümü konusunda PKK ile yapılacak bir anlaşma bu konuda önemli bir başarıya ve geleceğin önemli enerji projelerinin yolunu açabilir.
ANF NEWS AGENCY
Casus Belli,
* PKK’yi “emperyalizmin taşeronu” olarak lanse etmeye çalışmışsın ama görünüyor ki bu tez senin elinde patlamış. Örnek gösterdiğin yazı senin tezini desteklememiş, tam tersine çürütmüş. Gerillalar; küresel sermaye, Türk sermayesi, Kürt sermayesi demeden emperyalistlerin alayının tekerine çomak sokmuşlar (iyi de etmişler yani…), emperyalizmin dinamosu olan petrol-doğalgaz koridorunu mahvetmişler. PKK’liler anti-emperyalizm konusunda Türkiyeli solcuların çoğundan daha bilinçlidirler; yani anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunmayacağının farkındadırlar. Umarım bu tavırları sadece dönemsel reel-politik bir tavır değildir ve bu konuda süreklilik göstermelerini dilerim.
* Ulusal Parti hakkında yazdıklarını okudum ve okudukça bol bol güldüm. Ulusal Parti (veya Türksolu dergisi) çevrelerinin sosyalist olduğunu söyleyen hiçbir kesime rastlayamazsın, zaten kendileri de böyle bir iddiaya sahip değildir (öyle olmuş olsalardı bile bu onları sosyalist yapmaya yetmezdi). Parti programlarını okuma zahmetine katlansaydın ideoloji olarak Atatürkçü olduklarını, hatta Atatürkçülüğün en sağ ve faşizan versiyonunu benimsediklerini görürdün (bu konuda Doğuperinçekgiller’i bile sollamışlar!).
Yoksa Zizek’in kitabini okumadigin gibi PKK’nin cilve yazisini da okumadin mi? Adamlar resmen “petrol boru hattinin güvenligini ancak biz saglariz, bizi görün” diyor. Emperyalizm , memperyalizm geç bunlari, ben papagan degilim kavramlardan degil olgulardan yola çikiyorum. PKK iyice sikismis oldugu için artik cilayi, milayi da bir tarafa birakmis kendini pazarliyor, resmen müsteri ariyor, sen de çikmis emperyalizmden, kapitalizmden vs bahsediyorsun. Ne kapitalizmi? PKK kapitalizmin K’sina bile yaklasamaz feodal kalinti olarak Ahmet Türk ne kadar kapitalisttir? Bunu görmen gerek, Dogu Perinçek ile Apo’nu kafa yapisi arasinda en ufak bir fark yok, sadece Peinçek daha bilgili, Apo daha zeki.
casus,
ırkçı ulusal partinin pkk,bdp,blok ve özgürlükçü kürt hareketine saldırısı ile bir önceki yorumunda pkk,apo ve ahmet türk e söylediklerin arasında ne fark var?ulusal partiyi sen ve amirlerin kurmuş olmayasınız senden öğrendiklerini yapıyor olmasınlar?her gün bu sitede kürt hareketi ve bizim gibi blok destekçilerine etmediğin hakaret kalmazken örnek gösterdiğin metinler bile seni yalanlarken senin gibi belki birazdaha şöven saldırı yapan ulusalcı ırkçıların yazısını bile bizi suçlamak için delil diyecek seviyede kendinden geçmişsin.bizim ne kadar haklı bir özgürlük ve demokrası mücadelesi verdiğimizin farkına vardında neden bunları ben yapamadım diye fesatlanmana gerek yok sende kendin olup yeni ve başka bir şey yapabilirsin amirlerin devlet-iktidar egemenlerinden uzaklaşıp kendini gerçekleştirebilirsin bu mücadele çok büyük bir mücadele çok iş olduğu gibi bu büyük işleri yapacak herkeze yer var.neden asıl sorulara cevap vermedin seviyeyi düşürme bize bir şey diyeceksen özgürlükçü,anti-militarist-anti-otoriter-yerel dinamiklerin kendini yönetmeye katılımını engelleyen sistemin hastalıklarını taşıyan yanlışlarımız hakkında söylemelisin bizi asıl karşıtı olduğumuz her türden ulusalcı,ırkçı,faşist,otoriter,devletçi,militarist anlayışlarla bir tutan eleştirilerle kendini bizim durduğumuz haklı yere koyamazsın.bizim durduğumuzu umduğumuz yerde sen olabilirsin olmalısın fesatlanmayız hatta durduğumuz yerde ki yanlışlarımızı görmemizi sağlayan uyarı ve eleştirileri olumlu buluruz.
Mehmet ALTAN
Mecburi askerlik mecburen bitiyor
Birkaç gündür izliyorum, Türkiye ayağa kalkması gerekirken, sakin, adeta sus pus…
Hâlbuki mecburi askerlik mecburen sona ermekte…
Bugüne kadar, Türkiye’de ‘din ve vicdan’ anlayışı nedeniyle askerlik yapmak istemeyen ‘vicdani retçilerin’ yaşamını karartıyorlardı…
Neden mi?
Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bugüne kadar ‘vicdani ret’ konusundaki şikâyetleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ‘angarya yasağı’ ile ilgili dördüncü maddesi kapsamında değerlendiriyor ve ‘vicdani ret’ hakkını, ülkelerin inisiyatifine bırakıyordu…
Türkiye de bu inisiyatifi ‘vicdani retçi’ gençlerin aleyhine kullanıp, yaşamlarını karartıyordu…
***
Ama artık öyle olmayacak…
Hem de Ermenistan vatandaşı Bayatyan sayesinde…
Çünkü…
2002-2003 yılları arasında, Yehova Şahidi olması nedeniyle askerlik yapmak istemeyen, ‘vicdani retçi’ olması nedeniyle cezaevine konulan Bayatyan’ın AİHM’de açtığı dava Temmuz ayında sonuçlandı.
AİHM bu kez ‘vicdani ret’ hakkını, ‘din ve vicdan özgürlüğü’nün ilgili dokuzuncu maddesi kapsamında değerlendirdi.
Artık ‘vicdani ret’ bir angarya meselesi değil, temel hak ve özgürlüklerin sarsalanamayacak bir parçası…
Böylece tüm Avrupa Konseyi, 1. Daire’nin aldığı ve kesinleşen bu karara uyma mecburiyetinde…
***
Bundan böyle, halen vicdani retçileri ağır biçimde cezalandıran Türkiye, zorunlu askerlik yapmak istemeyenler için alternatif hizmet yolları üretmezse seri AİHM mahkûmiyetleri ile karşı karşıya kalacak.
Ve…
Avrupa Konseyi de Türkiye için yaptırım uygulama noktasına gelecek.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye’den Aralık ayına kadar bu konuda gerekli değişiklikleri yapmasını istedi.
***
Türkiye, Anayasa’nın 90. maddesindeki son paragrafı nedeniyle de ‘Bayatyan Kararı’nı iç hukukuna taşıyarak uygulamak zorunda…
O paragraf şöyle:
‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.’
Vicdani ret hakkının inkârı bundan böyle Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin dokuzuncu maddesinde belirlenen ‘din ve vicdan özgürlüklerinin’ çiğnenmesi anlamına gelmekte…
***
Hayat ne garip…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi gençlerinden sakladığı bir hak, gene o haktan kendi devleti tarafından yoksun bırakılan bir Ermeni genç sayesinde elde edilecek…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Büyük Dairesi’nin verdiği Bayatyan/Ermenistan kararının detaylarına bakarken, 17 kişilik mahkeme heyetinden kararın 16’ya karşı bir oy ile geçtiğini okudum.
Muhalif bir oy ise Ermeni yargıçtan gelmiş…
Anlaşılan kendisi hukuktan ziyade devletinin talimatlarına körü körüne uyan bir devletçi…
***
Bundan böyle askere gitmek istemeyen bütün vicdani retçilere devlet alternatif hizmetler sunmak zorunda…
Evet, Türkiye’de de artık ‘mecburi askerlik’ bitiyor çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘vicdani reddi’ temel hak ve özgürlülerin sarsılmaz bir parçası olduğuna karar verdi…
Türkiye’de askerlik artık mecburi değil…
Vicdani retçi gençlere duyurulur…
http://www.stargazete.com/yazar/mehmet-altan/mecburi-askerlik-mecburen-bitiyor-haber-387498.htm
Zeybek: Zorunlu askerlik kalkmalı
DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, zorunlu askerliğin kaldırılması gerektiğini belirterek, ”Askerlik amatörlerin yapacağı iş değildir. Askerlik savaşçılık, savaşmak sanatıdır” dedi.
KONYA – Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, partisinin Konya İl Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar yemeğine katılmak için geldiği Konya’da, DP’nin yeni görevinin, Türkiye’yi bilgi çağına üreterek sokmak olduğunu söyledi.
DP’nin iktidarda olduğu dönemde ne terörün ne de bölücülüğün olduğunu savunan Zeybek, terör örgütü PKK’nın kendi başına kararlar vererek hareket eden bir örgüt olmadığını, terör örgütünün birtakım güçlerin oyuncağı olduğunu söyledi.
“Terör örgütünün kullanılarak Türkiye üzerinde oyunlar oynandığına” işaret eden Zeybek, terör örgütünün Kürt meselesiyle bir ilgisi olmadığını belirtti.
Terör örgütünden en çok Kürtlerin zarar gördüğünü vurgulayan Zeybek, ”Terör örgütü diye bir örgüt karşımızda varsa, bunlar savaşmaya karar vermişlerse, bunlarla mücadelede onlardan daha iyi savaşacak profesyonel savaşçılar ancak netice alabilir” dedi.
Ordunun profesyonel olmasından yana olduğunu defalarca ifade ettiğinin altını çizen Zeybek, ”Zorunlu askerlik kalkmalıdır. Askerlik amatörlerin yapacağı iş değildir. Askerlik savaşçılık, savaşmak sanatıdır. Bizim tarihimizde 19. yüzyılın ortalarına kadar, 1840’a kadar zorunlu askerlik yoktu, ordumuzun tamamı paralı askerdi. Sürekli savaş eğitimi gören, savaşı bilen, bedeni ve ruhu savaşa göre geliştirilmiş insanlardı” diye konuştu.
Güneydoğu Anadolu’da ve ülke çapında devletin psikolojik üstünlüğünü kaybetmemesi gerektiğini açıklayan Zeybek, psikolojik üstünlük kaybolursa her şeyin kaybolacağını kaydetti.
Zeybek, Türkiye’yi bölmeye kimsenin gücünün yetemeyeceğini sözlerine ekledi.