Birincisi, muhafazakâr bakıştır. Muhafazakâr bakış, geçmişi destanlaştırmayı tercih eder. Çünkü bugün olanı olduğu gibi korumanın en iyi yolu geçmişi destanlaştırmaktır. Geçmişte hep iyi şeyler yapılmıştır. Kötü şeyler, dışarıdan gelmiştir. İçimizdeki kötü şeylerin nedeni de dışarıdaki kötülüklerdir. Baskılardır, içimize sızdırılmış ajanlardır. Biz hep doğru şeyler yapmışızdır ve bu yüzden bugün de değiştirmemiz gereken hiçbir şeyimiz yoktur. Yeter ki dışarıdan gelen baskılara karşı direnelim, ajanlara karşı uyanık olalım. Geçmişteki hataların üstünü örtmenin en iyi yolu kahramanlık menkıbeleri yaratmak, destanlar anlatmaktır. Ne kadar kahramanlık menkıbesi yaratırsak o kadar örtbas etmiş oluruz hatalarımızı.
İkincisi, inkârcı bakıştır. İnkârcı bakışın sahipleri aslında saf değiştirmiş ve karşı tarafa geçmişlerdir ama bunu mümkün olduğu kadar örtbas etmeye çalışırlar. Hâlâ eski davanın takipçisi pozunda dolanırlar ortalıkta. Yapmak istedikleri, geçmişi bir hatalar yığını olarak gösterip bugün artık bu işleri bir yana bırakmak gerektiğini kanıtlamaktır. Bu yüzden hataları maksimize ederler, gerçekten de var olan hataları iyice abartırlar, geçmişte hiçbir olumlu şey yapılmadığını, olayın baştan sona bir yanlışlıktan ibaret olduğunu göstermeye çalışırlar. Her şeyi hatalara bağlayıp dışarıdan yapılan müdahale ve baskıları görmezden gelirler. Amaçları, hataları tespit edip geçmişten dersler çıkartmak değil, dükkânın kapısına “iflas” diye yazıp kapatmaktır.
Üçüncüsü, devrimci bakıştır. Devrimci bakış, ilk ikisinden temelden farklıdır. Devrimci bakış, geçmişin olumluluklarına sahip çıkarken, hataların üstünün örtülmesine karşı direnir. Menkıbeler yaratmayı değil, hataların üstüne yürüyerek bunlardan ders çıkartmayı esas alır. Ne menkıbeci ve muhafazakârdır, ne de inkârcı. Devrimci bakış için önemli olan, geçmişin olumluluklarına sahip çıkarken, hataların altını açık ve net bir şekilde çizmek ve bugünü bu iki temelde inşa etmektir.
Birbirlerine çok zıt gibi görünürler ama aslında muhafazakârlıkla inkârcılık ele ele gider ve birbirini güçlendirir. İnkârcılık, muhafazakâr reaksiyonu kışkırtır, savunmacı güdüleri öylesine harekete geçirir ki, insanlar inkârcılığa karşı direneceğiz derken muhafazakârlığın saflarına savrulurlar; aynı şekilde, muhafazakârlığın gülünç menkıbeciliği, aklı başında insanların bile böylesine bir tutuculuğa tepki gösterip neredeyse inkârcılık noktasına sürüklenmelerine neden olur.
İnkârcılık da muhafazakârlık da devrimci bakış açısının önünde büyük engeller oluşturur. Devrimci bakış açısına sahip olanlar, geçmişin eleştirisini yaparken inkârcılıkla; geçmişin savunmasını yaparken muhafazakârlıkla aynı noktaya düşmemek için azami dikkat ve çaba göstermek zorundadırlar. Eğer gereğince uyanık değillerse, inkârcılarla aynı safta yer alıyormuş gibi görünmeleri ve bu yüzden muhafazakârların saldırılarına uğramaları; ya da muhafazakârlarla aynı safta yer alıyormuş gibi görünüp bu yüzden inkârcıların eleştiri oklarına hedef olmaları kaçınılmaz olur. İnkârcılığın ve muhafazakârlığın birbirlerine güç veren bu kapışmasında ortalık öyle bir karışır, öyle bir toz duman kalkar ki göz gözü görmez olur. Sonuçta her ikisi birden “gerçek devrimcidir”i öldürüp kendini yaşatmaya çalışır. Aslında her ikisinin de ortak düşmanı gerçek ve devrimdir.
1 Mayıs 1977 tartışmaları da bunu gösterdi.
Gün Zileli
14 Mayıs 2012
YAŞAM STANDARTLARINI DEĞİŞTİRENLER..TV LERDE KIRMIZILI YEŞİLLİ CEKETLER GİYENLER…HER AĞIZLARINI AÇTIKLARINDA 7-10 HAPİSHANEDEN BAHSEDENLER, 12 EYLÜL CEZA EVLERİNİ “LÜX OTEL” GÖSTERENLER…SİLİVRİ CEZA EVİNİ “DENETLEMEYE” GÖTÜRÜLENLER….VAY..ANAM VAY…KİMLERİN KIÇINA TAKILMIŞIZ BEEE….
Ben bu 1 mayıs 1977i tartışanların o alanda olduklarına inanmıyorum…Kazancı yokuşundaki arabayı kiralayan sendikacı itirafta bulunuyor…o araba yolu kapatacak şekilde kimlerce park edildi söylemiyor….
aslında her devrimci bakış diğer yönelimlere meyyaldir. her an mümkündür yani muhafazakar ya da inkarcı tutumu sergilemesi. çünkü bu insanın sıradan hayatta bile içine düştüğü bir durum. ve el değmeye muhtaç…
kullanılan kelimeler ya da anlık tepkiler bazen üzerine kurulduğun tüm paradigmanın çökmesine neden oluyor. hele de devrimci bakış örgütlendiyse:) çünkü bir bakıyorsun devrimci herif kendinden bahsederken savunma taktikleriyle yol alıyor. Allah kurtarsın diyorum ben de…
Paulo Freire “Ezilenlerin Pedagojisi”nde devrimci eğitim süreçlerinin nasıl tahakkümcü, bankacı modele evrildiğinden bahsediyor bir bölümünde, altını çizerek okuyun derim kitabı.
Hayattaki her konuyu Gün Zileli’nin yukardaki sözde analizi gibi ele almak mümkün, hem nalina çakarsin, hem mihina, her seyin azi yarar, ortasi karar, çogu zarar deyip orta yolda, orta seritten arabayi sürüp “akilli insanlar”a sempatik görünüp, asirilara çatarak gemini yürütürsün. Oh ne âlâ….
cia nın bir dönem istasyon şefi türkiyeye yeni bir sol lazım diye bir şeyler söyledi bir aralar,yakın bir zamanda,halil berktayın 1 mayıs 77 den solcuları sorumlu tutmasını bu eski cıa ajanın söylemleri ve analizleriyle birlikte ele alabilirmiyiz acaba!
‘Derin sol’ adlı kitabın yazarı Hakkı Öznur, solun kendi arasındaki kavgalarda 2 bin kişinin öldüğünü ileri sürdü.
İnfazların çoğunun ‘uyuşturucudan gelen paranın paylaşımı’nda yaşandığını söyledi.
*12 Eylül öncesi ve sonrası sol örgütler arasındaki çatışmalarda kaç kişi öldü?
1968’den günümüze sol gruplar arasındaki çatışmalar ve örgüt içi infazlarda, aralarında örgüt liderleri, MK üyeleri, kurucular, militanlar ve sempatizanların da olduğu yaklaşık 2 bin kişi öldürüldü.
Marksist-Leninist örgütlere göre içlerinde hain çoktu, örgütleri hain kaynıyordu. Bu tanıma şef ve yöneticileri dahil değildi. Solda, örgüt şeflerine ve izlenen siyasetlere karşı çıkan birçok militan örgüt kamp ve hücre evlerinde kurulan “devrim mahkemelerinde” düzmece itiraflar ve belgelerle vahşice öldürüldü.
Stalin ve Mao gibi Abdullah Öcalan, Dursun Karataş, Cüneyt Kahraman da en yakın yoldaşlarını ‘hain’ diye infaz etmekte tereddüt etmedi.
‘SAYMAKLA BİTMEZ’
*Kimler kimleri infaz etti?
DHKP-C lideri Dursun Karataş, Paşa Güven’i ve Latife Ereren’i, şimdiki ismi MKP olan eski adıyla TKP/ML’nin lideri Cüneyt Kahraman, “Laz Nihat” kod adlı MK üyesi Enver Doğru ve bir grup örgüt üyesini, PKK lideri Öcalan, Şahin Dönmez’den, Mehmet Şener’e saymakla bitmez, yüze yakın PKK kurucu ve MK üyesi ile binlerce militanı, hep aynı klasik “hain”, “önderliğe karşı geldi”, “ajan provokatör”, “casus” gibi suçlamalarla infaz ettirdi.
Soldaki örgüt içi infazlar 1980’lerin sonlarından itibaren eğitim kampına çevrilen cezaevleri ve koğuşlarda da devam etti. Derin solda ne iç çatışma ne de infazlar biter.
‘DARBEYLE DEVİRME İSTEĞİ’
*İnfazların sebebi ideolojik ayrılık mı?
Uyuşturucudan elde edilen kirli paranın paylaşımının rolü büyük.
Dursun Karataş, örgütü birlikte kurdukları Paşa Güven’i örgütün parasına el koymak gibi suçlamalarla 1991’de Paris’te infaz ettirdi. Bedri Yağan’ın da, 13 Eylül 1992’de Orta Doğu’daki örgüt kampından Almanya’daki merkez üsse gelerek Karataş’ı darbeyle devirmek istemesinin sebebi de para gibi faktörlerdi.
Yağan’a göre Karataş örgüt parasını zimmetine geçirmiş ve şahsı için kullanmış. TKP/ML de bazı MK üyelerinin uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen parayı zimmetlerine geçirmelerinin ortaya çıkması üzerine, 18 Nisan 1994’te ikiye bölündü.
PKK da yurtiçi ve dışındaki bazı sorumlularını uyuşturucudan gelen paraları üzerlerine geçirmekle suçlayarak infaz ettirdi.
Sadece Maocular değil TKP ve DİSK de sorumlu
*Halil Berktay’ın sözleri ile 1Mayıs 1977’ye dair tartışmalar başladı.
“Derin Sol” kitabımda da anlattım. Türk Solu’nun kanlı 1 Mayıs’ta suçu ve sorumluluğu var. 12 Eylül öncesi “Aydınlık” hareketinde ideologluk yapan eski Maocu Berktay bunu yıllar sonra söylüyor. Geç kalmış ama yine de önemli.
Sol çevreler kanlı 1 Mayıs’ta solun suçlu olduğunu söyleyen arkadaşlarına mahalle baskısı yapıyor “niye konuştun” diye.
*DİSK ve TKP bu olayın neresinde?
Sovyet yanlısı TKP ve onun gençlik örgütü İGD, TİP, TSİP gibi birçok fraksiyon Taksim’e sol siyasi literatürde “Halkın Sülalesi” olarak adlandırılan Maocu grupları meydana almayacaklarını, gelirlerse onlara şiddet uygulayacaklarını ilan etti.
Aydınlık grubu, “provokasyonlar olabilir” diyerek 1 Mayıs mitingine katılmama kararı aldı. Maocu çevreler ise Taksim’e gireceklerini, engel olmak isteyen “Sosyal Faşist”lere “devrimci şiddet”le cevap vereceğini açıkladı.
DİSK yönetimi de mitinge Maocu grupları sokmayacağını ilan etti. Miting alanına girmek isteyen Maocu grupları, kırmızı pazu bantlı, DİSK görevlileri ve İGD militanları engellemeye çalıştı. İki grup arasında çıkan arbedede silahlar patladı… Kanlı olaylardan DİSK de, Maocular kadar sorumludur.
*Nabi Yağcı ve Ümit Kıvanç’ın Halil Berktay’ın anlattıklarına itirazları var.
12 Eylül 1980 öncesi TKP yöneticiliği yapan Yağcı, 1 Mayıs 1977 olaylarında TKP ve onun kontrolündeki İGD’yi yönlendirenlerdendi. Maocular’a yıkmaya çalıştıkları bu olayda, en az Maocular kadar hatta daha fazla suçları vardı. Bunun bilinmesinden tedirginlik duyuyor olabilir.
Türk solu ile Kürt solu yıllarca çatıştı
*Türk solu ile Kürt sol gruplar arasında çatışmalar var.
Marksist Kürt solu ile Türk solu arasında 1977-1980 döneminde yoğun çatışmalar yaşandı. Aydınlıkçılar, Halkın Kurtuluşu, Devrimci Halkın Birliği, Partizan, Dev-Yol ve benzerleri “Apocular” adıyla bilinen PKK ile yoğun kanlı çatışmalara girdi.
Apocular, birçok sol örgüt mensubunu öldürdü. TKP, taraftarlarını öldüren PKK’lılar için “Apocu çetelerin arkasında kontrgerilla var”diyordu.
PKK, 12 Eylül öncesinden günümüze 300’e yakın Türk sosyalist hareketi mensubunu öldürmüştür. Apocular’la KUK arasında 1980’de çıkan çatışmalarda 100’den fazla militan öldü.
Askeri vesayet peşinde koştular
*Sol, sol içi şiddetle yüzleşme sürecine girdi gibi.
12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası fraksiyon çatışmalarında yüzlerce solcu militan öldü. Türk Solu, “Sol içi şiddeti”konuşmaktan kaçıyor. Marksist sol örgütler ve bölücü gruplar “ihtilal şartlarını olgunlaştırmak isteyen” askeri vesayet peşinde koşan, oligarşiye hizmet etti. Oligarşi, dün olduğu gibi bugün de onları kullanmaya devam ediyor.
Röportaj: Seda Şimşek / Bugün gazetesi
yandan geç.