Devrimler… İç Savaşlar… ve Syriza…

Devrimler genellikle iç savaşlara yol açar. İç savaşlar da genellikle, bürokratik ya da faşist veya askeri diktatörlüklerle sonuçlanır. Bu kısır döngüyü son yüzyılda defalarca yaşadık. 1917 Rus Devrimi iç savaşa, iç savaş da bürokrasi diktatörlüğüne yol açtı. 1936 İspanya Devrimi iç savaşa, iç savaş da Franko faşizmine; 1919 Alman Devrimi, adı konmamış uzun bir iç savaşa, iç savaş da Hitler faşizmine yol açtı. Daha yakın zamanlara gelecek olursak; Türkiye’de 1970’li yıllarda devrimci-faşist boğazlaşması askeri diktatörlükle noktalandı. İyice yakınlarda; Mısır’daki Mübarek karşıtı ayaklanma kısa süren bir iç çatışmanın ardından askeri diktatörlüğü getirdi. Suriye’deki rejime karşı ayaklanma, halen sürmekte olan bir iç savaşa evrildi. Ukrayna’daki halk ayaklanması, Ukrayna milliyetçiliğiyle Rus milliyetçiliği arasındaki, halen sürmekte olan iç savaşı körükledi.

Elbette bütün bu olanlardan, devrim ya da halk ayaklanması kötü bir şeydir, en iyisi halihazır rejimlere boyun eğmektir sonucunu çıkarmıyoruz, böyle bir sonuca varmak büyük bir hata olur. Bununla birlikte, halkların bütün bu yaşananlardan dersler çıkarmadığını düşünmek de bir başka hata olur. Devrim zorunludur ama devrimi iç savaş dar boğazından kurtarmanın bir yolu yok mudur?

Kanımca Yunanistan halkı Syriza’yı oy yoluyla iktidara getirerek şimdi bu yolu deniyor. Yunanistan, geçtiğimiz yıllarda ekonomik ve siyasi bakımdan çöküşe girdi. Aynı 1920’lerin Almanya’sında olduğu gibi, çöküş, devrimci bir bunalıma yol açtı. Her devrimci bunalım döneminde olduğu gibi bir yandan sol ve halk hareketi yükseldi, bir yandan da onun karşıtı olarak faşizm (Altın Şafak hareketi). Fakat halk hareketi bu noktada ayaklanma ya da faşizmle çatışma yerine bir başka yol denedi: Birleşik bir devrimci hareket yaratarak seçim yoluyla iktidarı ele geçirmek.

Fakat denenen bu başka yolun da birçok tuzakla dolu olduğunu biliyoruz. Nedir bu tuzaklar?

Birincisi, Şili tuzağıdır. Şili’de de halk hareketi seçim yolunu denemiş ve Allende’yi iktidara getirmişti. Fakat uluslararası sermaye bu iktidara karşı önce ekonomik ambargo ve baltalama yoluna gitti ve ardından da bir askeri darbeyle Allende’yi devirdi. Yunanistan’da şu anda bunun koşulları pek yok gibi gözükmektedir.

İkincisi, Brezilya tuzağıdır. Lula, işçi Partisi’nin seçimleri kazanması yoluyla iktidara geldi. İktidara geldiği günden itibaren bütün radikal ve devrimci yönelimlerini bir yana bıraktı ve sisteme entegre bir siyaset izleyerek yozlaştı. Her şey eski hamam eski tas devam etti. Kısacası, iktidar yozlaştırdı.

Halkın coşkun desteğiyle iktidara gelen Syriza’yı bekleyen en olası tuzak bu hareketin iktidarın ve sermayenin yozlaştırıcı etkilerine maruz kalarak sistemin yürütücüsü haline gelmesidir.

Peki, başka bir yol yok mudur? Vardır. O da Syriza’nın merkezi iktidarı parça parça halk hareketine dağıtması, halkı aktif kılan yerel özyönetimler aracılığıyla ekonomik bunalımın üstesinden gelmesidir. Syriza bu yolu izler mi? Eğer izlerse tarihi bir örnek yaratmış ve bütün dünya halklarına örnek olmuş olur. İzlemezse, tarihin yozlaşan iktidarlar müzesindeki yerini alır.

Gün Zileli
26 Ocak 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

63 Comments

  1. Gün, tespitlerine katılıyorum. Çözüm önerine gelince; “Syriza’nın merkez iktidarı parça parça halk hareketine dağıtması ve yerel öz yönetimler aracılığıyla ekonomik bunalımın üstesinden gelmesi” için iktidara gelmezden önce söz konusu organların yaratılmış olması gerekirdi diye düşünüyorum. Syriza bildiğim kadarıyla sol bir koalisyon partisi. Koalisyonu oluşturan partilerinde sanırım tamamı iktidar odaklı partiler. Yani meclisler ve komün al kooperatifler şeklinde örgütlenmiş ve mevcut sistemi yerel öz yönetimlerle parçalama stratejilerine sahip değiller. Mevcut durdum böyle olunca Birezilya ya da güney Afrika benzeri bir süreç yaşanacak diye düşünüyorum.
    Şayet AB’nin çeperindeki (Başta İspanya ) ülkelerde de benzer gelişmeler yaşanarak Öz yönetimler ve komün al kooperatifler gündemleştirilebilirse, gelecek adında yepyeni komün al inşa süreçleri başlayabilir. Üstelik Kürt Özgürlük Hareketinin de önemli bir bölümü buna yatkın.

  2. Evet, İbrahim Özkurt’un da değindiği gibi, bir de rojava deneyimi var…katılımcı kent demokrasileri inşa etmek gibi. Devlete gerek bırakmayacak (dolayısıyla da) mülkiyetsiz kalacak olan komünal kantonlar…

    Sriza bunu yapar mı göreceğiz, ama içindeki devletçi çözüm arayışçı parti ve örgütlere bakarak bu konuda fazla da umutlu olamıyor insan…yine de tepeden inmeci bir tarzda da olsa, böylesi bir özyönetimci deneyim neden olamasın?

    Öyle görünüyor ki Rojava deneyimi, dünya siyaset sahnesinde daha çok konuşulacak…Hele de artık bugün-yarın sonlandırılacak olan ışİD TERÖRÜ de defedildikten sonra…

  3. İktidara resmi mekanizma ile gelen bir partinin iktidarı gayriresmi kurumlara devretmesini beklemek, bütün anarşist önkabullerimizi reddeden bir naiflikte değil mi? Söz konusu gayriresmi (sistem dışı, zaman zaman yasal statüsü olmayan, anti-kapitalist, ekolojik vs.) organların, SYRIZA benzeri bir şemsiyenin göreli avantajı altında atağa geçmesi, ve yeri geldiğinde SYRIZA’yı da süpürmesi daha olası bir senaryo bana göre.

    Bütün bunları tartışmak bile çok iyimser diye düşünüyorum. SYRIZA henüz PASOK v.2 olmayacağını bile göstermedi. 2 MV eksik kalması da üzücü oldu. Ecevit’in hükümet kuramadığı bir seçim vardı 70’lerde onu anımsattı bana. İlginç olan, merkez solda To Potami diye bir parti olmasına rağmen koalisyonun AB-karşıtı sağ parti ANEL ile kurulabilecek olması. AB karşıtlığı “sosyal demokrasi”den daha ortaklaştırıcı mı yani? Stalinist Komünist Parti KKE’nin koalisyon konusundaki sekterliği de dikkatten kaçmamalı.

  4. Çok haklısın. Ben de zaten onu demek istemiştim. Yani iktidarın aşağıdan yukarı parçalanması gerekir. İyi ifade edememiş olabilirim. İlk elde sağ bir partiyle koalisyona girmesi ise dakika bir gol bir ilk belirgin olumsuzluk. Bakalım, yaşayalım, görelim. (bu arada, bizdeki ulusalcılar ve stalinistler kke’den farklı olarak destekçi bir tutum içinde. Hatta İP, sanki kendisi iktidara gelmiş gibi bir tutum takınmış.)

  5. Güney Amerika sola meylederken iki yol izlemişti; birincisi parlementer, iktidarı kullanarak. Mesela Chavez gibi, Morales gibi. İkincisi; Zapatistalar, topraksız köylüler hareketi, Arjantin fabrika işgalleri gibi özyönetime dayalı bir model.

    Hemen yanıbaşımızda bu ikisini tekrar görmek tesadüf olmamalı; bir yanda Yunanistan’da sosyalistlerin seçim galibiyeti, diğer yanda özgür Rojova. Yüz yıl kadar bir duraksamadan sonra solun iki çözümü tekrar ama yenilenerek sahneye çıktı.

    Bizlerin (anarşistlerin) görevi, özgürlükçü, özyönetime dayalı, her türlü iktidarı reddeden çözümü elimizdeki herşeyle yaygınlaştırmak olmalı. İktidarı kullanarak bir yere varılamayacağını yeterince tecrübeledik, bizim yüzyılımız şimdi başlıyor. Derin bir nefes alalım…

  6. Ben de Gerçek Gazetesi (DİP – Troçkist) yazılarını okudum. Bir yandan işçi sınıfının zaferi olduğu için kutluyorlar bir yandan da SYRIZA’nın gereken radikal hamleleri yapabilecek bir parti olduğunu düşünmüyorlar. Başarısızlık ya PASOK’laşma, ya da yarım yamalak hamlelerle ekonomiyi daha kötüye götürüp Altın Şafak’a yol açma şeklinde olabileceğini öngörüyorlar.

    İP, TKP vb. ANEL ile koalisyon da hesaba katılırsa SYRIZA’dan anti-AB’ci, anti-emperyalist / ulusalcı bir hamle beklentisine girmiş olabilirler. Okuduğum çoğu sol, hatta burjuva yayın ise SYRIZA’nın AB ile bir uzlaşmaya gitmesini daha olası buluyor (solcular eleştirerek).

    Bu arada sırada İspanya’da Podemos var. SYRIZA kadar olgun bir parti değil ve biraz daha merkeze yakın bir sol. Fakat o da ilginç olacak. Benim dikkatimi çeken bu iki ülke de 2007-2008 krizi sonrası ekonomik zorluklara girmiş ve ciddi mobilizasyonlara sahne olmuş ülkeler (Syntagma, Indignados hareketi) ve toplumsal muhalefet bir şekilde taban hareketi söndükten sonra gecikmeli olarak sandık ile ifade buldu. Öncelikle taban-sokak hareketinin kendi özgün formlarını sürdüremediği (forumlar, mahalle meclisleri mesela) veya gerekli formları üretemediği (daha radikal bir şeyler?) için bu üzücü. Mesela anarşistler olarak çuvalladık, muhalefet dalgası geldi, partilere karşı tepkiliydi, pozitif bir şey inşaa edemedik ve teselli olarak yine tazelenmiş partilere kanalize oldu. “Partiler yüzünden sokak hareketi eridi” iddiasına kesinlikle katılmıyorum. Sokak hareketi kendi kanallarını yaratamadığı için taze partiler arayışa karşılık verebildi. Bizde de aynı şey oldu bence. Sokaktan sürüldükten sonra yapacak bir şey bulamadığımız için CHP’ye HDP’ye oy verme peşindeyiz. CHP ve HDP üzerimizde çok büyük nüfuz gösterdiği için sokaktan dönmedik.

    Bizde elde avuçta bir şey yok gibi duruyor. BHH paraleli kurulabilir, ama popülerlik patlaması yaşayan bu partiler gibi olmadı. Zaten var olan HDP/CHP’nin içinde kaldı parlementer etki. Neden böyle oldu, oluyor? İspanya ve Yunanistan’da tepkiler ekonomik zorluklar nedeniyle, bizde ise otoriterleşme temalı olduğundan mı? Üstelik bizde iktidardan diğer partilere bir oy kayması bile gerçekleşmedi, toplum kutuplaştı ve mevzilerinde dondu. Oysa SYRIZA ve Podemos sağ partilerden de oy kaydırdı kendine.

    Bunların üzerine çok düşünmek lazım.

  7. sol.org.tr yazıları

    1. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/osman-cutsay/tsipras-chavez-mi-ufuk-uras-mi-106146 > Bu yazı SYRIZA’ya karşı KKE’ci tez savunularak yazılmış, işin garibi Reel Sosyalist düzenleri (Stalinizm) eleştirenlere yüklenirken bir yandan da Güney Amerika’daki (En ileri formu Venezuela’nın “21. yüzyıl sosyalizmi” olan) Bolivarcı hükümetleri savunulacak örnek olarak göstermesi (Bunların hiçbiri reel sosyalist rejimlere öykünmüyor).

    2. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-sen/syrizanin-golgesinde-turkiye-solu-106189 > Yine KKE’ye sempati belirten ve SYRIZA’yı sistemin parçası haline gelmeye çalışan bir parti olarak sunuyor

    SYRIZA övgüleri taşıyan TKP’li yazılar nerede?

  8. son zamanlarda bu “federal-özyönetim” konusunu araştırıyor düşünüyorum… -o yüzden başka bir yazı da yazamıyorum- Çıkış bu mu?
    “merkezi iktidarı parça parça halk hareketine dağıtması, halkı aktif kılan yerel özyönetimler…” öyle görünüyor…
    Merkezi iktidar.. kaypak.. demogojiye çok açık… çok dayatmacı olmak zorunda… Ne hoş; kent demokrasilerinin çıkışı da Yunanistan.. Köleleri de var.. Makineler! İnsan köle yerine makine kölelerle 2500 yıl öncenin Kent Demokrasileri denenemez mi? Belki de tek çıkış yolu bu; tek ve kalıcı..

  9. yazı olarak değil de Twit oılarak rastladım sanırım. ama senin verdiğin kaynaklar daha güvenilir.

  10. EYPIZA YUNANİSTAN’A Sığmaz!Bu hareket ”avrupa birliği” adı altında örgütlenen saldırgan lıberal alman ekonomık leopar tanklarının altında ezilen tüm halkların devrimci sesidir!Eğer Yunan Halkı ve dünya halkları bu hareketi Yunanistan’la sınırlamaları halinde varılacak yer kokuşma ve pis bir şekil dağılmadır ve faşişt iktidarlara yol açmadır!Yunan ve birleşik avrupa faşiştleri sırada beklemektedirler!

  11. Kriz solcu bir partinin iktidara gelmesine yol acmis..
    diger yandanda bu krizin giderilmeside oldukca zor oldugunu bilinmeli..
    Yunanistan avrupada bir ülke ama avrupa ekonomisine sahip degil.. Agir sanayisi olmayan bir ülke..vede Avrupa ülkeleriyle rekabet edecek bir üretimide yok.

    bu kosullara ragmen ücretler avrupa ülkeleriyle rahatlikla kiyaslanabilir..

    Emeklilik kosullari ve ücreti yüksektir..Bu yüzdende Avrupadan tüm yunanlilar cekilmislerdi..Simdi tekrar avrupaya dagilmaga basladi..

    Ekonomi sadece iyi bir yönetimle basarilmaz..onun kurallarina göre oynamak gerek..yoksa disarda kalinir..

    Iktidara gelinmesi sevinilecek olay ama büyük bir sorumluluk tasindiginida bilinmeli.. Normalde Yunanistan daha kötüye gebe oldugunu,potansiyel bir krizi gizlediginide anlamak gerek..
    Mucizeler beklemek hayalciliktir..

  12. kent demokrasilerinin en uygulanabilir çözüm olduğuna…bu haliyle iktidarın parça parça da olsa devletin ve mülkiyetin pençesinden kurtarılabileceğine ben de inanıyorum.

    sadece şu noktada netleşme ihtiyacı görüyorum…hem muzaffer Kobané ve rojava hem de Syriza Yunanistanı için zurnanın şu meşum (uğursuz!) deliği olan piyasayla bu devletsiz (olduğu için de otomatikman) mülkiyetsiz yapıların ilişkilenme meselesi halledilebilecek mi, nasıl?

  13. ogürsel’in 7 nolu mesajına aynen katılıyorum.Komünal toplum, robotiğin çok geliştiği bir evrede mümkündür ki biz buna şuan çok yakınız.Kapitalizm kendi mezarını kazdı, ve üretim araçlarını kendi sonunu hazırlayacak şekilde geliştirdi. Kol emeğinin tamamen kalktığı bir dünyada tek çelişki yöneten yönetilen çelişkisi olur, bunu aşmanın yolu da devrim .

    Yunanistan demokrasinin doğduğu yer, antik şehir devletlerinin yerini modern komünler alabilir, bu şekilde doğrudan demokrasi anavatanına tekrar döner.Ama bunu parlemanterist bir sol blog yapabilir mi? Bekleyip görüceğiz, daha bir şeyler söylemek için çok erken, ancak Syriza’nın yarattığı heyecan dalgası ve iyimserlik bile moral oldu hepimize..

  14. amma komik chp sinden hdp sine kadar herkes syriza zaferinden ruya görüyor. syriza acik bir bati karsitligi, hdp si chp si ab siz natosuz yapamaz siz nereeeeee syriza nedere neremle gülsem acep

  15. eyer syriza tutarli davranirsa , ab syriza aleyhine bi kampanya baslativerir. ahada buraya yaziyorum iste o zaman bu sayflarda zileli nin baticil liberal söylemle syriza yi elestirdigini okuruz..

  16. Hocam eline sağlık, iktidarın parçalanması kulağa hoş geliyor. Ancak ekonominin çok yakıcı sorunları var, SYRIZA’yı en önce Arjantin tuzağı bekliyor gibi.

    Ayrıca şu yazı da başka bir açıdan benim yorumum :

    http://deligaffar.com/2015/01/26/syriza-ve-haziran-hareketi/

  17. filanca batı karşıtı, yok falanca batı yandaşı vb doğu-batı ayrımına dayalı karşıtlıklar üzerinden siyaset yaptığını sanan ulusolcular bilsin ki bunların hiçbir politik kıymet-i harbiyesi kalmadı.

    artık mülkiyetin ve onun garantörü olan devletin küresel ölçekte ilgasının yollarını araştırmak gerekiyor.

    katılımcı kent demokrasileri bir çözüm olabilir mi; Rojava ve Kobané bize bunu düşündürmeli… değil mi?

    “yeni şeyler…cancaazım”

  18. http://anarchism.pageabode.com/andrewnflood/election-syriza-greece-power-parliament

    İrlandalı platformist anarşist Andrew Flood “iktidar parlementoda değildir” dedikten sonra Yunanistan’ı iki kötü sondan birinin beklediğini iddia ediyor: Ya sermaye kaçışı vb. ekonomik yöntemler ile SYRIZA teslim alınacak ya da askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılacak.

    http://anarchism.pageabode.com/andrewnflood/notes-racist-independent-greeks-syriza-coalition

    Bu yazıda SYRIZA’nın koalisyon partneri ANEL üzerine. ANEL kemer sıkma karşıtlığında SYRIZA ile ortak zemin bulmuş milliyetçi, göçmen karşıtı bir parti. Sosyal politikada popülist, uluslararası politikada milliyetçi duruşun en aşırı formunun nazizm (adı üzerinde nasyonel sosyalizm) olduğunu hatırlatırım. ANEL’e hangi bakanlığın verileceğini merak ediyorum, eğer İçişleri veya Güvenlik Bakanlığı tipi, yabancı düşmanı politikalarını uygulayabilecekleri ve polis üzerinde kontrolü olan bir bakanlık verilirse çok kötü olur.

    To Potami’yi önceki mesajımda merkez sol olarak anmıştım wiki sayfasına dayanarak ancak bu mesajdaki 2. yazım To Potami’nin büyük bir kapitalist tarafından fonlanan merkez bir parti olduğunu iddia ediyor.

    Bence bu koalisyonun ortaya çıkmasındaki gizli suçlu sekter KKE.

  19. KKE, bu dünyadaki en berbat Stalinist ve düzenci partilerin başında gelir. Bundan 3-4 sene önce, sokak hareketlerine ve anarşistlere karşı polisin gerektiği kadar sert davranmadığını söylemişlerdi.

  20. BHH laikliği merkeze almış ve antikapitalist bir çizgide olduğunu açık biçimde ilan edememiş bir oluşum. Göründüğü kadarıyla BHH için laik olmak antikapitalist olmaktan çok daha önemli görünüyor şu an için. Yatıp kalkıp laiklik diyorlar.

    Syriza ise antikapitalist çizgiyi merkeze almış bir oluşum olarak görünüyor.

    Ayrıca şu yazıda fikir verebilir:
    https://www.jacobinmag.com/2015/01/phase-one/

  21. Sayın Zileli,

    Maksadım dalga geçmek için fırsat kollamak değil!

    Samimiyetinize inandığım için görüşlerinizi aktaracağınıza inanıyorum.

    İngiltere’de yaşadığınız dönemde çektiğiniz maddi sıkıntıları anlattınız (manevi tarafı şimdilik konu dışı tutuyorum.)

    1 Dolar = 2,36 TL civarı ve sürekli dalgalanıyor. İbre yukarı yönlü; aşağı değil!

    “Devrimler – İç Savaşlar – SYRIZA” derken ekonomi hep arkaplanda, ‘üvey evlat’ esprisi gibi, kalıyor!

    Lafı dolandırmadan soruyorum:

    Ekonomiyi (sevseniz de, sevmeseniz de) takip ediyor musunuz?

    Döviz kurlarının dalgalanması sizin hayatınızı nasıl etkiliyor?

  22. Yunan hükümetinin kabinesi belli oldu.
    http://en.wikipedia.org/wiki/Cabinet_of_Alexis_Tsipras

    ANEL’e giden bakanlıklar : Savunma bakanlığı, Turizm Bakanlığı

    Fazla sorun olmaz bunlar.

  23. Döviz kurlarıyla pek ilgim yok. İsviçre’de çok eski bir arkadaşım var. Ara sıra yardım olsun diye 100-150 İsviçre frangı yollar. Bunun ötesinde, ingiltere’den, yurtdışında yaşayan ingiliz vatandaşlarına bağlanan, ayda toplamı 541 tl. eden çok küçük bir gelirim var. Teliflerden ara sıra gelen küçük miktarların karın doyurmadığını tahmin edersiniz. Soruyu sorduğunuz iyi oldu. Benim “mal” ve “gelir” beyanım bundan ibarettir.

    Ekonomi benim alanım değil, pek anlamam da. Benim kendiliğimden edindiğim alanım toplumsal hareketlilikler ve toplumun ruhudur.

  24. hem kke’ye küfredersin hem de küfrettiğin kke’nin yerli versiyonlarıyla bhh’de işbirliği yaparsın gün zileli. bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

  25. küfürlü yorum

  26. küfürlü yorum

  27. küfürlü yorum

  28. küfürlü yorum.

  29. eskiden trockizm ile anarsizme belirli bir sempatim vardi, iyiki varsin zileli:))))

  30. kufurlu yorumlardan yarisindan fazlasi zilelinin isine gelmiyenlerdir…:))))

  31. bu dunyadaki en berbat stalinistler bu dunyadaki en iyi anarsitst trockistlerden iyidir:)))

  32. küfürlü yorum

  33. mademki anarsist gardaslar kronstadttan dolayi trockist dovuyolar, Stalinist gardaslar arasinda bi anti anarsizm duyarliligi yaratmak vakti gelmistir, bakalim elmi Yaman beymi Yaman.:))))

  34. küfürlü yorum.

  35. küfürlü yorum.

  36. Bir kaç saat önce yazdım.. ve sildim… Kısaca şöyleydi.. “Bolşevizm-Stalinizm sol değildir!” Sol, hükmetmenin-hükmedilmemenin, özgür ve adaletli dünyasıdır ki… Stalinist ve Leninci dayatmalar sol değildir!
    Lenin’i anlamaya çalışsam, saygı duysam da … Lenin o koşulların dahi ve özgün bir insanıydı; bir Alman olsaydı! Yazık ki değildi…
    Ama bu küfür edenler üzerine yazıyorum bunları… Bu küfür edenleri anlıyorum; yapacakları daha iyi bir şey yok…
    ***
    Ve artık sevgili ülkemizde “özgürlükçü-anarşist sosyalistler” diyelim 10-30 bin ve bu Stalinist’ler yüz binlerce olsun… Tüm bağları koparmalı…
    Stalinist vahşeti kabul etmeyenlerle kişisel dostluklar bir yana, tüm siyasi ortaklığı reddetmeli!
    Bir IŞİD’den çok da farklı olmayan Stalinist siyaset artık sol içine dahil edilmemeli!
    Sol, insana, emekçi ve mazluma adalet-merhamet-sevgi-yoldaşlık ve eşitlik vaad eden bir dünya ise, Bolşevik-Stalinist yöntemler bunu sağlayamaz…
    Ya kör, ya da kariyeristler bunu göremez artık… “Onlar” için küfür etmekten başka “akılcı” karşı sav’lar üretemezler… Yapacak bir şey kalmadı…
    Hayat’ın safralarıdır; atma zorunluluğu
    kaçınılmazdır; hem de egemen ve çoğunluk olsalar da…
    1940-50-60 doğumlular, (ben de 60 doğumluyum) bu hayatta “işi bitmiş” olanlardır… İşe yaramaz “paradigmanın” insanları…
    Bu küfürlü söylemler de kanıttır.
    Az kaldı… “Su” yatağını bulacak; bataklığın “keskin kokusu” ve bezdirici sivri sinekleri için “drenaj” gerçekleşecek; “su” arınacak böylece…
    ****
    Not… GZ’yi 80 doğumlu saymalı!

  37. (Anonim 18)

    Cevabınız için teşekkürler.

    Tenkit etmek zorunda olduğumu bildirmeliyim!

    Ekonomiden anlamadığınızı söylemeniz samimi bir yanıt. Zaten amacımız “Phillips Eğrisi” veya “Neo-Keynesian Economics”i akademik düzeyde incelemek değil.

    Ben de bir anarşistim.

    Bir “anarşist” olmam; kapitalist matbuatı da, anti-kapitalist matbuatı da takip etmeme engel değil!

    Konu çok derin olduğundan uzun uzun açıklamayı isterdim; ama hem sizin, hem bu sayfa ziyaretçilerinin o kadar sabrı olduğunu sanmıyorum.

    Sadede geleyim:

    Proudhon’un “Mülkiyet Nedir?” eseri,

    Marx’ın (ve Engels’in) “Das Kapital” eseri,

    Ve

    Thorstein Veblen’in “Aylak Sınıfın Teorisi” eseri başta olmak üzere;

    Onların kuşağından bir çok kişi “‘kapitalist iktisat’a karşı” çok önemli teoriler geliştirmiştir. Fakat 20. yüzyılın başından itibaren bu sağlam teorilerin geldiği aşamadan daha ileriye yürüyeceğimiz düşünsel iktisadi çalışmalara neredeyse hiç özen gösterilmemiştir!

    Türkiye özeline odaklanacak olursak; “sol”un toplum nezdinde (göreceli de olsa) dikkate alındığı 1960 ve 70’li yıllarda bile; “Nail Satlıgan”, “Sadun Aren” gibi birkaç iktisat kökenli Marksist düşünürümüz haricinde, devrim mücadelesinde “iktisat” hep “toprak refromu”, “özel sektör şirketlerinin kamulaştırılması” gibi şablonlar içinde sıkışıp kalmış ve daha ilerici bir teori kurulamamıştır!

    Günümüze bakıyorum; farklı bir şey söylenmiyor sayın Zileli!

    Haklı olarak şunu sorabilirsiniz: “Peki ben ne yapayım? Ekonomiden anlamadığımı söyledim!”

    Mesela Fikret Başkaya ile yapmış olduğunuz söyleşi türünde bir metni adres vermişsiniz. Orada da “kapitalist iktisat” hakkında 1970’lerden pek farklı şeyler söylenmiyor!

    Şunu diyenler çıkabilir:

    “Kapitalizm, kapitalizmdir! 1800’lerdeki kapitalizmle, 1970’lerdeki kapitalizmle, 2015’deki kapitalizm arasında hiçbir fark yok. Hep sömürü, hep sömürü, hep sömürü! Fark olmadığına göre; niçin boşu boşuna kapitalist iktisadı öğrenerek kafamı yorayım?!”

    İyi, güzel de:

    Niçin o meşhur “Çin Halk Cumhuriyeti”nin Deng Xiaoping’i; “Ekonomide biraz liberalizasyondan kimseye zarar gelmez. Benim için ‘siyah’ kedi veya ‘beyaz’ kedi önemli değil; eğer bir kedi fare yakalıyorsa o ‘iyi!’ kedidir.” dedi?!

    Koca “Küba”ya bakalım:

    Geçtiğimiz haftalarda ABD/Küba arasındaki “soğuk savaş sona erdi” diye haber bombardımanı yaptılar!

    Peki bunun asıl sebebini araştıran oldu mu aramızda?!

    Bize ne anlatıldı:

    Küba’nın elinde birkaç FBI ajanı ve casusluk faaliyetinde bulunan ABD vatandaşı varmış, ABD’nin elinde ise Küba’lı tutsaklar varmış. İki taraf vatandaşlarını değiş/tokuş yapmaya karar verince soğuk savaş sona ermiş!

    Size asıl sebebi anlatayım:

    Venezuela ekonomik olarak çalkalanıyor! Türkiye basınında bu konuda dişe dokunur bir haber kolay bulamazsınız! Özellikle Kasım/Aralık 2014’ten beri petrol fiyatlarında muazzam bir düşüş yaşanması, ekonomik yönden zaten savaş alanına dönmüş Venezuela’da durumu daha da kötüye götürdü! Ülke ekonomisini ayakta tutan yegâne doğal kaynakları “petrol” olduğundan (ve bunu “Küba” başta olmak üzere birçok komşu ülkeye ihraç ettiklerinden), fiyatların düşmesi Venezuela’yı patlamaya hazır bir bombaya çevirdi! Küba yıllardır Venezuela’nın müttefiki olduğundan; yoldaşının içinde fokur fokur kaynayan suyu çok net gördü! Bir kriz patlak verdiği anda ticari ortaklıklarının kırılabileceğini bildiklerinden, ve krizin kendi ülkelerine de sıçrayabileceği riskine karşı şimdiden önlem almak için; Küba, 60 küsür yıllık düşmanı ABD ile barış anlaşması yoluna gitti! YANİ ASLİ SEBEP: EKONOMİ!

    Unutmayalım sayın Zileli:

    SYRIZA’yı destekleyip/desteklememekten önce; SYRIZA gibi bir oluşumu meydana getiren “iktisadi sebepler” neydi? Niçin “iktidar koltuğu!” na oturmaya tercih edildiğini çok ciddi sorgulamamız gerekiyor! Bu sorgulama esnasında ilk sırada: 2008 Ağustos/Eylül’de başlayıp hâlen devam etmekte olan “küresel ekonomik kriz” olduğunu unutmamalıyız!

    ABD genelinde “sınıf” kavramına yüklenen anlam her ne kadar Avrupa menşeli bakış açısına pek benzemese de; “Occupy Wall Sreet”in daimi sloganının;

    ” Onlar %1 / Biz ise %99’uz ! ”

    olduğunu unutmamalıyız!

    Yine ve yeniden;

    Türkiye’deki “sol kanat” (anarşisti de, komünisti de, sosyalisti de, sosyal demokratı da…) yukarıda yazdığımız kısa örnek demetinin “kapitalist iktisadi düzen”e birer başkaldırı olduğunu aklında tutmak istemiyor!

    2011’de Tunuslu “Muhammed Buazizi” niçin kendisini ateşe vermişti?! Hatırlayın bakalım bu olayı; sebebi neydi?!

    Abdullah Can Cömert’in ağabeyi “Zafer Cömert”in twitter da ve “gezite.org” adlı sitede yazıklarını takip edeniniz var mı?! Orada ağabeyi Adnan’ının düşürüldüğü hâlden bahsediyor; hiç ciddi ciddi kafa yordunuz mu bu konu üzerine?!

    ORTA ANADOLU, DOĞU KARADENİZ, DOĞU ANADOLU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİNDE YAŞAYAN İNSANLARIMIZ NİÇİN “GEZİ PARKI POTESTOLARI”NI, BATI BÖLGELERİNDE VE EGE’DE YAŞAYAN İNSANLARIMIZ KADAR DESTEKLEMEDİ?! HİÇ CİDDİ CİDDİ KAFA YORDUNUZ MU?!

    ONLAR ” ANADOLU ÇOMARI ! ” OLDUĞU İÇİN Mİ DESTEKLEMEDİ?!

    BİRÇOK SEBEP SAYABİLİRSİNİZ.

    PEKİ;

    İLK SIRADA “KAPİTALİST EKONOMİ”NİN GELDİĞİNİ NİÇİN HAYKIRMIYORSUNUZ?

    TÜRKİYE’DE KENDİLERİNE “BEN SOLCUYUM!” DİYENLER; NİÇİN “KAPİTALİST EKONOMİ”YE KARŞI KALLAVİ BAŞKALDIRI YAPMAYI AKLINA GETİRMEZ?!

    ELİMİZDE 5 INCH’LİK KÜREK GİBİ EKRANIYLA, DOKUNMATİK ÖZELLİĞİ YAĞ GİBİ KAYAN TELEFON VE TABLET BİLGİSAYARIMIZA DÜNYANIN PARASINI VERİRKEN “KAPİTALİST EKONOMİ”YE KÜFREDİYORUZ!

    AMA;

    İŞ “DEVRİM MÜCADELESİ!”NE GELİNCE: “NİÇİN KAFAMI KAPİTALİST EKONOMİYİ ÖĞRENEREK YORAYIM Kİ?! NE DE OLSA ÖZÜ ‘SÖMÜRMEK’! DAHA FAZLASINI BİLMEME GEREK YOK!”

    UYANIN,

    UYANIN,

    UYANIN,

    EY AHALİ;

    UYANIN!

    UYANIN!

    UYANIN!

    BİRİNCİ DÜŞMANIMIZIN “KAPİTALİST EKONOMİ” OLDUĞUNU NİÇİN HAYKIRMIYORUZ?! NİÇİN SOKAKLARA BUNU DEVİRMEK İÇİN ÇIKMIYORUZ?!

    ÇÜNKÜ;

    HEPİMİZ BİRER ” K O N F O R M İ S T İ Z ! ”

    KREDİ KARTIMIZ İLE,

    YENİ ALDIĞIMIZ EVİN BANKA KREDİ BORCUNU FAİZİYLE GERİ ÖDEMEKLE MÜKELLEF,

    İŞ YERİNE ÜÇ-KURUŞLUK “MAAŞ!” İÇİN GİDEN;

    BİRER ” K O N F O R M İ S T İ Z ! ”

    CEVABINIZI BEKLİYORUM SAYIN ZİLELİ…

  38. İSTİKRAR FETİŞİSTLERİNİN KÂBUSU: SYRIZA

    ‘POPÜLİZM’, ‘EKONOMİK İSTİKRAR’, ‘GERÇEKÇİLİK’ GİBİ KAVRAMLARLA ‘YERLİ MALI’ KAPİTALİSTLERİMİZ YUNANİSTAN’A KARŞI HÖNKÜRMEYE BAŞLADI BİLE!

    Murat Sevinç
    26 Ocak 2015

    Son genel seçim günlerinde (2011) ‘küçük esnaf’ komşum, ayaküstü neredeyse yarım saat borçluluğu ve yoksulluğu anlatıp AKP’yi eleştirince ‘kime oy vereceğini’ sordum. Yanıtı ‘AKP’ oldu! Gülümsediğimi fark edince, devam etti: ‘Abi, istikrar önemli.’

    AKP’nin büyük başarılarından biri, ‘tek parti hükümeti’ ile ‘istikrar’ı neredeyse eş anlamlı ifadelermiş gibi algılanmasını sağlamak oldu. Oysa bu, gayrı bilimsel bir tespit ve memleketin farklı tarihsel koşullarda yaşadığı koalisyon deneyimlerinden türetilen, çarpık bir propagandanın sonucu.

    Bugün AB’nin en önemli iki ülkesi koalisyonla yönetiliyor. Ayrıca Türkiye’deki bazı koalisyon hükümetleri çok önemli işler başarmıştır.

    Koalisyon her durumda istikrarsızlığa neden olmayacağı gibi, ülkeleri felakete götürmüş tek parti iktidarı, mebzul miktar. Tek parti hükümetiyle yönetimde istikrarı, demokratik yönetim ilkelerini ihmal ederek özdeşleştirenlere hatırlatmakta yarar var: Almanya 1933 ile 45 arasında son derece ‘istikrarlı’ bir yönetime sahipti! Örnek çok.

    ‘YERLİ MALI’ KAPİTALİSTLERİNİ VE NİZAM BEKÇİLERİNİ SARDI BİR ENDİŞE

    Yazının asıl konusu, komşudaki seçimin gerek dünya gerekse yerli malı kapitalistler ve nizam bekçilerinde yarattığı/yaratacağı endişe. Müesses nizam, bir gün gelip devranın dönmesi ‘ihtimalinden’ dahi ürküyor.

    Haklılar tabii. İçinde var olmaya mahkûm bırakıldığımız, insanı insanlıktan çıkaran bu saçma yaşam ve yurttaşlık formunun, ilânihaye sürmeyeceğinin farkındalar.

    BUNDAN SONRASI VARSAYIM

    Yunanistan, cumhurbaşkanı seçemediği için Anayasası’nın 32’nci maddesi gereği erken seçime gitti ve sol ittifak SYRIZA, en yakın rakibine yaklaşık yüzde 8.5 fark atıp kazandı (bu tip seçim olasılığı 1982 Anayasası’nın 2007 değişikliğinden önceki halinde Türkiye’de de vardı ve 1980’deki skandal -Fahri Korutürk sonrası bir aday üzerine uzlaşılamaması ve yüzün üzerinde seçim turu yapılması- bir kez daha yaşanmasın diye hükme bağlanmıştı).

    Sonuca bakılırsa SYRIZA, iki koltuk eksikle ‘tek başına’ hükümet kurma şansını kaybetmiş görünüyor. Bundan sonra ne olacağını, yalnızca ‘varsaymak’ mümkün.

    DOĞRU DÜZGÜN BİR ‘SOL PARTİ’

    SYRIZA, solun renklerinden oluşan bir koalisyon. Son iki yılda partileşti ve Aleksis Çipras’ı genel başkan seçti. Adında ‘radikallik’ olmasına karşın, öyle çok ‘radikal/köktenci’ bir yanı yok SYRIZA’nın. Bir siyasi hareketin/partinin radikalliği, kurulu düzenin kurulmuş haline, o düzenin kuruluş yöntemine ve tüm kurma araçlarına yönelik ‘yeni’ söylemin/pratiğin ‘ölçüsüyle’ ilişkilidir.

    Koşulları iyileştirme, yurttaşa muhtelif sosyal avantajlar sağlama, doğal kaynakları koruma, daha insanca bir yaşam ve bazı uluslararası kuruluşlarla ilişkileri ‘gözden geçirme’ (belki bir ikisiyle bağı koparma) gibi vaatler, ‘radikal’ değildir. Güçlü bir reform talebini anlatır.

    Bu anlamda SYRIZA, yaklaşık son 40 yılın vahşi neo-liberalizminde unutulmaya yüz tutmuş değerleri, güçlü biçimde hatırlatan doğru düzgün bir ‘sol parti’ sayılabilir.

    Anlayabildiğim kadarıyla ‘radikal’ sıfatı, adındaki radikallik bir yana, daha çok rahatsızlık duyanlarca layık görülüyor. Örneğin, kapitalizmin propagandistleri meşhur Amerikan/İngiliz gazetelerince vs. Son aylarda bu gazetelerde SYRIZA’ya dair çıkan yazılara hızlıca bir göz atma dahi, kapitalizmin cenderesindeki dünya ‘halklarının’ nasıl ‘uyarıldığını’ görmek için yeterli olur. Popülizm, ekonomik istikrar, gerçekçilik gibi kavramlarla… Nasıl, tanıdık geldi mi? Gelmez olur mu hiç, yıllardır bu uyarılarla terbiye ediliyoruz!

    ‘SOLCUYUZ AMA BÜYÜK TELAŞA GEREK YOK’ DER GİBİ

    Oysa SYRIZA, son zamanlarda (herhalde oy oranlarının arttığını fark edince) küresel ağabeyleri fazlaca ürkütmemek için çaba harcamaya başlamıştı. ABD’yi, NATO’yu çok kızdırma niyetinde değil gibi. AB ve IMF karşıtlığına dair açıklamaları daha belirgin. Buna mukabil Euro’yu terk etmeyeceği de biliniyor.

    Konunun uzmanı değil, SYRIZA’nın ‘amatör’ bir takipçisiyim. Bu nedenle yanılıyor olabilirim elbet, ancak izleyebildiğimce SYRIZA’nın uluslararası sisteme, ‘Solcuyuz ama büyük telaşa gerek yok, o kadar da değil’ der gibi bir hali var.

    Her ne olursa olsun, SYRIZA’nın son yılların kriz koşullarında, hepimize çok tanıdık gelen ‘kemer sıkma’ siyasetinden sıdkı sıyrılmış halka, daha insanca bir yaşam ve ferahlama vaat ettiği gerçek. Bir sol parti olarak, başka bir yaşamın mümkün ve ileride ‘radikal’ nitelikleri daha belirgin siyasal hareketlere sağlam bir köprü olabileceğini müjdeliyor bizlere.

    Ayrıca Türkiye muhalefetine de, ezilen insanlara nasıl hitap edilmesi gerektiğinin, ‘gerçek’ sorunun ne olduğunun ve tabii benzer siyasal eğilimler arasındaki ittifaklarının can alıcılığının ipuçlarını veriyor SYRIZA.

    SEÇİM SONUCU AÇIKLANIR AÇIKLANMAZ İLK ‘İSTİKRAR VE İTİDAL’ UYARISI GELDİ BİLE!

    Şimdi kim bilir Türkiye’de ve dışımızda neler okuyacağız SYRIZA hakkında. Ne ‘macera’, ne ‘popülizm’, ne ‘gerçekçilik’ tespitleriyle karşılaşacağız. Seçim ertesinde, daha sonuçlar tam olarak açıklanmadan (26 Ocak sabahı) memleketimizin ilk ‘istikrar ve itidal’ yazısı Tarhan Erdem’den geldi bile.

    Cumhurbaşkanı seçimlerindeki ‘performansı ve tavrı’ nedeniyle (bu konuda Diken’de — http://www.diken.com.tr/ne-siz-masumsunuz-ne-de-bizler-saf/ — iki yazı kaleme almıştım) kendisine dair bir yorum yapma gereği duymuyorum. Ancak yazısının son cümlesi, Türkiye müesses nizamının en sevdiği ifadelerle bezenmiş olduğu için örnek/ibret olsun diye alıntılıyorum: “Tıkanan siyaset istikrarsız siyaseti getirir… çözüm, hayalle değil başınızı iki elinizin arasına alıp ekonominin ve evrensel hukukun soğuk kurallarıyla düşünerek bulunur.”

    Hukuku bir ölçüde anladık. Ama bir de ekonominin evrensel kuralları var! Bu kuralların kimlerce konulduğunu bilmeyen yok. Dünya zenginliğinin çok büyük miktarını, nüfusun yüzde 1’ine armağan eden kurallar. (http://www.diken.com.tr/bu-gidisle-seneye-dunyanin-yarisi-yuzde-1lik-kesimin-eline-gececek/) Yüz milyonlarca insanı günde bir dolardan daha düşük gelirle yaşamaya hapseden kurallar. Dünyanın en yoksul coğrafyalarında köle düzeninde çalıştırılanların alın terinin, kanının, gözyaşının, mutsuzluğunun, büyük sermayedara aktarılmasını sağlayan kurallar.

    ‘ALTERNATİFSİZLİK’ YALANI!

    Nizam, her zaman ‘soğukkanlılık’ talep eder. Sağduyu, önerir. ‘Kamu düzeni’ ve ‘güvenliği’ sağlamaya çalışır. ‘Alternatif olmadığı’ yalanını, belletir. Çünkü başka türlü dönmeyecektir, parçası olduğumuz rezil çark.

    Hani şu, kredisini çok uzun yıllar ödeyeceğimiz nohut kadar apartman dairelerinden çıkarak balık istifi otobüs ya da sigortasını ihmal ettiğimiz araçlarımızla o berbat trafik içinden, üç beş metrekare büyüklüğündeki çalışma odalarımıza gelip akşam olduğunda hormonlu gıdalarımızdan atıştırarak TV seyretmek için evimize koşturuyor ve bunun adına, ‘yaşamak’ diyoruz ya… İşte SYRIZA gibi partiler, siyasal hareketler, tercihler; her şey bir yana, vahşi/dizginsiz kapitalizmin bu berbat kıskacından sıyrılıp insan gibi yaşayabilmemiz için, bir umut.

    ‘UMUT’ VARSA; DÜŞMANLARI DA VAR!

    Nizamın her düzeydeki bekçilerince, küçük görülecek bir umut, hiç kuşkusuz. Bir yerde umut varsa, düşmanları da vardır. Aldırış etmemek gerek.

    Şimdi Yunanistan’da olmak vardı…

    ( http://www.diken.com.tr/istikrar-fetisistlerinin-kabusu-syriza/ )

  39. Ülkenizin koşullarına uygun, gerçekçi, ulusal devrimci sol siyasetle, toplumu kucaklayıp güven vererek kazanılır seçim zaferleri. Şöyle ya da böyle, komşu bunu başardı. Bir devrimci olarak mutluyum elbet. Her ulus devletin özgün sol hareketinin bunu başarıp iktidar olmasını dilerim. Sayın Zileli’nin değindiği iki tuzak her ulusal sol iktidar için geçerlidir. Umarım bu tür başarısızlıklar yaşanmaz. Yorumlar ise çok can sıkıcı. Türkiye adına üzülüyor insan. Bu ülkenin Kobani kadar, Rojova kadar değeri yok mu? Siz hangi ülkenin devrimcilerisiniz? Gerçi bir keresinde Zileli “vatansızım” demişti. Üzüntü verici. Yorumculardan biri de mülkiyetin ve devletin ilgası gibi yakın ve uzak gelecekte gerçekleşmesi imkansız, yere başlayan, ütopik hedeflerden söz ediyor. Böyle mi halkı kazanacağınızı umuyorsunuz? Kumda oynayan hayalperestlerden başka bir şey olamazsınız. 1 mayıslarda elinde siyah bayrak, bankaların camını kırıp ATM cihazlarını parçalayan tuhaf tiplerle ne geniş kitlelere güven verilir, ne iktidar olunur, ne devrim yapılır.

  40. sen ingiliz vatandaşı mısın yani? bilmiyordum. 541 lira ile kınalıada’da yaşanabiliyorsa vallahi bravo.

  41. hiçbier yerin vatandaşı değilim. Sadece ingiliz pasaportum var.

  42. haklısınız!

  43. SYRIZA’nın finans bakanı Yanis Varoufakis sol-Keynesçi bir ekonomist. Bir konuşmasını dinledim (YouTube’da bolca var), esasen Almanya’nın AB için, ABD’nin 2. dünya savaşı sonrasında dünya için oynadığı ekonomik istikrar sağlayıcı rolü oynamasını istiyor: Almanya, ekonomisinin ürettiği artı-değeri çeper AB ülkelerinde altyapı yatırımlarına aktarsın, bunun nasıl olacağı da AB organları içinde kurallara bağlansın gibi bir şeyler söyledi. Almanya’nın karşısında şu anda önlük ilikleyen çeper ülke yöneticilerinin esas korkusunun Almanya’nın Euro’yu bırakma riski olduğunu iddia etti.
    İlk etapta AB’yi reforme etme çabasına gireceklerini seziyorum buradan. İspanya’da Podemos’un başa gelmesine kadar durumu idare edip pazarlık güçlerini birleştirmeyi umuyor da olabilirler.

  44. Oda tv’den Nihat Genç konuya ilişkin güzel bir yazı yazmış. İyi ki bu güzel insanlar var. Çelik gibi bir ahlakınız, coşkulu bir insan ve yurt sevginiz yoksa solculuğunuz kaç yazar. Son onbeş yıldır liberal sol ayaklarıyla dinci gerici muhafazakarların aparatcıklığını yapan ve televizyonlarda havuz kanallarından üstümüze üstümüze tepeden tepeden kusan çokbilmiş solcularla, bunlara karşı kısıtlı imkanlarla direnmeye çabalayan ve ahlak mücadelesi veren ulusal devrimci solcuları ayırt etmeyi öğrendik. Bu onbeş yılın bir kısmında bu ülkede olmadığın için iyi görememiş olabilirsin sayın Zileli. Bu yaşananlar bizde derin izler bıraktı. Nihat Genç gibi, Merdan Yanardağ gibi, Soner Yalçın gibi aydınlarımızı sizin eski dostlardan ayırıyoruz. Size de uzaktan bakıp kederleniyoruz. Çünkü sizde erdem ve ahlak görüyoruz. Tecrübe ve birikiminizle harmanlayıp katkı vermenizi arzu ederiz.

  45. benim için üzülmene gerek yok Selim usla arkadaşım.

  46. Ben de dün odatv’den bir yazı okumuştum.

    Syriza’dan örnek verirken CHP’nin başını çektiği bir oluşumun böyle bir şeyi başarabileceğini söylüyordu…

    Tümüyle komedi bir analiz.

    Her şeyden önce CHP neoliberal politikaları savunan sağ bir partidir. Kısaca CHP Türkiye’de Syriza benzeri antikapitalist bir hareket oluşturamaz. Gerçi Syriza’nın da bunu ne kadar oluşturabileceği ayrı bir tartışma konusu ama CHP’nin bunu yapamayacağını söyleyebilirim.

    Türkiye’de Kemalistler, ulusalcılar, CHP’liler vb. solcu kabul edilemez, bunlar kapitalist sistemi desteklemekten başka bir şey yapamaz. Zaten yıllarca kapitalist sistemi desteklemekten başka bir şey de yapmadılar. (Ulusalcı odatv’yi bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Kapitalizmin dışında başka bir hayalleri, düşünceleri, bakış açıları yok. )

  47. Sayın Zileli,

    Bu bilgilendirmeyi bu sayfaya kabul etmenizi rica ederim:

    (YORUM NUMARASI: 35; “s.uslu”ya cevaben)

    “…
    Kumda oynayan hayalperestlerden başka bir şey olamazsınız.
    1 mayıslarda elinde siyah bayrak, bankaların camını kırıp ATM cihazlarını parçalayan tuhaf tiplerle ne geniş kitlelere güven verilir, ne iktidar olunur, ne devrim yapılır
    …”

    Görüşünüzün yanlış olduğunu hatırlatmak zorundayım sayın “s.uslu”!

    Açıklamamın en sonunda tarihten çok önemli bir örnek verdiğimi göreceksiniz. Ama önce yakın geçmişe bakalım.

    Bizlere “küresel ekonomik kriz”in başlangıcı olarak medya & basın yolu ile şu anlatıldı:

    1975 – 2006 arası ABD içinde muazzam büyüklükte “konut & emlak balonu (ve ‘otomobil’ başta olmak üzere diğer birçok ‘ticari meta’ balonu)” oluşturuldu.
    Bu balon, organik & kendiliğinden değil; “suni” bir balondu:
    Yani “finans profesyonelleri!”nin oyunlarıyla 30 yıldan fazla bir süredir kasten balonlar meydana getirildi!
    2007 itibarıyla balona verilen gaz öyle dayanılmaz boyutlara ulaştı ki;
    “Kapitalist iktisat”tan anlayanların önemli bir bölümü;
    “Bu balon bir gün patlar ama acaba ne zaman?!” diye seslerini kısıkta olsa yükseltmeye başladı.
    En sonunda;
    Ağustos 2008 itibarıyla borsaların çalkalanması,
    Ve Eylül 2008 itibarıyla da ABD’nin en büyük “yatırım bankaları!”ndan biri olan “Lehman Brothers”ın iflas etmesi ile “ekononik kriz” başladı!

    ABD’de bu krizin meydana gelmesine yol açan onlarca (belki de “yüzlerce!”) “finansal mühimmat!” ismi sayılabilir!

    Dönemin mühimmatlarının feriştahı şudur (ki bu “mühimmatlar!” günümüzde hâlen var!):

    Ana başlık: “Asset-backed security (ABS)” = “Varlığa Dayalı Menkûl Kıymet”tir.

    Bu ana başlığın “nükleer” kısmı; yani “bombanın çekirdek bölümü!”nün ismi ise “Mortgage-backed security (MBS)” = “İpotekli Konut Kredilerine Dayalı Menkûl Kıymet”tir.

    Bu tür “mühimmatların!” kullanılması bırakın “özel sektörü!”; federal hükümetlerin sponsorluğunda “Fannie Mae” ve “Freddie Mac” isimli iki dev şirket tarafından bile kullanıldı ve teşvik edildi!

    30 küsür yıllık süreçte özellikle “MBS”ler o kadar fazla kâr getiren bir “finansal enstrüman!” olarak rağbet gördü ki; geleneksel borsalara ek olarak sırf “MBS”lerin alınıp/satıldığı, üzerine faiz koyarak ambalajlanıp “yeni bir ürünmüş gibi tekrar satıldığı!”, kendi borsa endekslerinin ve hesaplama yöntemlerinin olduğu, oldukça karışık, bir tür “ikincil piyasa!”ya dönüştü. Bu piyasada dönen kâr oranlarının büyüklüğü; 30 yıldan fazla süredir ABD’nin dev bankalarının da iştahını kabarttı!

    Ta ki Eylül 2008’e kadar:

    (Okuyacaklarınızın hepsi birer “banka” ismidir.)

    * “Lehman Brothers” = İflas etti!

    * “Bear Stearns” = İflas etti ve “JP Morgan Chase”e satıldı!

    * “Washington Mutual (WaMu)” = İflas etti ve “JP Morgan Chase”e satıldı!

    * “Merrill Lynch” = İflas etti ve “Bank of America”ya satıldı!

    * “Goldman Sachs” = “Ticari bankacılık” alanına geri döndü!

    * “Morgan Stanley” = “Ticari bankacılık” alanına geri döndü!

    Bu banka isimleri bırakın ABD’yi; o meşhur “Çin Halk Cumhuriyeti’nde (özellikle ‘Şangay’ ve ‘Hong Kong’)”, “Tayvan”da, “Güney Kore”de, “Singapur”da, “Malezya”da ve hattâ “Endonezya”da bile muazzam ortaklıkları olan dünya çapında dev “finans oligarkları!” dır!

    (Yukarıda en büyüklerin isimleri yazıldı. Diğer orta ve küçük ölçekli finans kuruluşlarının, ve Avrupa bankalarının yaşadıkları yıkımı da yazarak konuyu daha fazla uzatmayayım!)

    En kısa tabir ile:

    Yaşadıkları evin tapusu kendilerine ait olan “milyonlarca!” ABD vatandaşı (iktisadi tabir ile “ABD hanehalkı”),
    Bu evlerini teminat olarak göstererek “MBS ikincil piyasaları”na girmeleri,
    Muazzam kâr edecekleri;
    Ve hattâ “metrekaresi daha büyük!”, “daha şaşalı!” evlere taşınabilecekleri reklamları bizzat “bankacılar!” tarafından pompalanarak;
    Bu insanların hayatları boyunca geri ödeyemeyecekleri büyüklükte kredi çekmeleri teşvik edildi!
    Faiz oranı piyasada o kadar düşük seviyedeydi ki, ABD vatandaşlarının çok büyük bir bölümü;
    “Herkes ne de olsa MBS piyasasına giriyor, sorun olmaz; ben de gireyim!” diyerek;
    Hayatlarını karartaracak adımları bir bir attı!

    Nihayet bomba; Eylül 2008’de “Lehman Brothers”ın batışıyla patladı!

    Bu “toksik varlıkların!” ABD içinde birçok dev bankada var olduğu anlaşılınca; Avrupa ülkelerindeki birçok bankanın ABD’dekiler ile “ticari”, “kredi”, “yatırım” ve “ortaklık” yönünden “göbek bağları!” olması sebebiyle; “güven bunalımı!” meydana geldi!
    Ve 2008 öncesinde bile zaten ekonomik çalkantı yaşamakta olan;
    İzlanda,
    İrlanda,
    Portekiz,
    İspanya,
    İtalya,
    Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,
    Ve
    Yunanistan;
    Başta olmak üzere onlarca Avrupa kıtasındaki (ve “Avrupa Birliği Üyesi”) ülke “ekonomik kriz”e koşar adım girdi!

    ABD’DE 2008 EYLÜL-KASIM ARASINDA;
    15.000’DEN FAZLA VATANDAŞ BİR ÇIRPIDA İŞTEN ÇIKARILDI!
    “ÇÖP KUTUSUNA ÇÖP ATARMIŞ GİBİ”; BİR ÇIRPIDA!

    Ve bu sayı her geçen ay katlanarak artmaya devam etti!

    Afganistan ve Irak Savaşları’nın getirdiği psikolojik yıkımın üzerine bir de bu “ekonomik kriz!” binince; zaten imajı yerle yeksan olmuş “George W. Bush” gitti; yerine bir umut olduğu söylenegelen bir diğer “emperyalist!” Barack Obama başkan seçildi!

    Yeni gelen Obama federal hükümeti ile beraber ABD Merkez Bankası (FED: Federal Reserve) ortak çalışma yürüterek:
    “Quantitative easing (QE)” = “Parasal genişleme” ismi altında; “ekonomiyi yeniden canlandırma programları” hazırladı.

    Fakat QE’nin tam manâsıyla uygulamaya sokulmasından evvel;
    ABD bankalarının kırılan belini tamir etmek için, federal hükümetin bu bankalarda var olan “toksik varlıkların!” bir bölümünü ABD vatandaşlarının ödediği “vergiler yolu ile!” satın alacağı,
    Geri kalan bölümünü ise yeniden yapılandırıp bankaların vadesi geldikçe federal hükümete ödeyeceği kararlaştırıldı!

    İŞTE BU HAMLE; BÜTÜN ABD GENELİNDE:

    “EEEYYY… FEDERAL HÜKÜMET,
    EEEYYY… OBAMA;
    BİZ SENİ BU WALL STREET BARONLARI’NIN KIÇINI KURTAR DİYE Mİ BAŞKAN SEÇTİK?!
    ONLAR YÜZÜNDEN KAÇ AYDIR İŞSİZ KALDIĞIMIZDAN HABERİN VAR MI SENİN?!
    EĞER ONLARA ZIRNIK KOKLATIRSAN; HEM SENİN, HEM BÜTÜN ABD’NİN DİBİNE DİNAMİT DÖŞERİZ!”

    CÜMLESİ İLE “BAŞKALDIRI FİDANLARI” YEŞERMEYE BAŞLADI!

    “EN ZENGİN %1’LİK KESİM; GERİYE KALAN %99’UN ÜZERİNDE TAHAKKÜM KURAMAZ!” DİYE BAĞIRA BAĞIRA “OCCUPY WALL STREET” HAREKETİNİN TEMELLERİ İŞTE O ZAMAN ATILDI!

    Federal hükümet; halktan gelen bu tehlike sinyalini dikkate almadı!
    Ve bankaların içindeki toksik varlıklar, hazinedeki paralar ile (yani “vergi”ler ile) “bailout yapıldı!”
    (Bailout: Toksik varlıkların satın alınıp; zararsız, nötr varlık ve paraya dönüştürülmesi için kullanılan bir İngilizce fiil.)

    Aylar, yıllar geçtikçe:

    İşsizlik artmaya devam etti,
    Koca “Detroit” şehri iflas ettiğini federal hükümete bildirdi,
    “General Motors” onlarca fabrikasını kapattı ve yüzbinlerce işçi sokağa atıldı,
    Dev “demir-çelik” şirketleri, inşaat şirketleri iflas etti,
    “Hizmetler sektörü” çökme aşamasına geldi,
    Bankacılık işlemleri daraldı,
    Yüzbinlerce bankacı işten atıldı,
    4 yıllık lisans diploması olan ve hattâ doktora seviyesinde olup yıllardır çalıştıkları işlerinden atılan yüzbinlerce ABD vatandaşı; lokantalarda, hamburger şubelerinde, alış-veriş merkezlerinde karın tokluğuna istihdam edilerek;
    faturalarını ödeyebilmek, ev kirâlarını ödeyebilmek, sağlık masraflarını karşılayabilmek için üç-kuruşa muhtaç duruma düşürüldü!

    Daha da sayılabilecek sebeplerle; ABD ekonomisinde “arz” & “talep” mekanizması neredeyse ortadan kalktı!

    FED; ABD ekonomisinde “talebi” yeniden canlandırıp, böylelikle üretim mekanizmalarının çalışmaya başlaması, çarkların dönmesi için “QE” programlarına artık başladı.

    “Quantitative easing (QE)” = “Parasal genişleme” = “Varlık alımı yoluyla piyasaya para vermek. Böylece bankaların, şirketlerin ve hanehalkının cebine para girmesi ile harcama yapmaya başlaması ve ekonominin kendi çarkları ile tekrar işlemeye başlaması” dır.

    Kasım 2008 – Kasım 2010 arası: 1. tur QE,

    Kasım 2010 – Eylül 2012 arası: 2. tur QE,

    Eylül 2012 – 29 Ekim 2014 arası: 3. tur QE

    programları devreye sokuldu, ve tamamlandı.

    Bu QE programlarından piyasalara akıtılan para sadece ABD içindeki sektörlerin yeniden kalkınması için gerekli alanlarda kullanılmamış;
    Miktarın çok büyük olması sebebi ile yatırımcılar dünya genelinde faiz oranlarının yüksek olduğu ülkelere bu miktarları götürerek,
    faiz üzerinden para kazanma yolunu da seçmişlerdir!
    (Bu işlem; “sıcak paranın faiz oranı yüksek olan ülkelere girip, istediği zaman o ülkeden çıkması” olarak bilinir!)

    2008 – 2011 arasında; “gelişme yolundaki ülkeler”in de kendi çaplarında kalkınma hamleleri yaptıkları ve kendi ülkelerinde yeni sanayi ve hizmetler sektörleri yaratmak için “dış finansmana” ihtiyaçları vardı.

    Bu ülkelerden biri de “Türkiye” idi!

    Türkiye’de faiz oranları, kendi klasmanında olan diğer ülkeler gibi yüksek olduğundan, bu “sıcak para!” Türkiye’ye de girdi. Bu gelen parayı, ülkemizin “haşmetli hükümeti!” ve “özel sektör oyuncuları!”; kalkınmacı ve istihdamı artırıcı sahalarda kullanmak yerine; çabuk çabuk para kazanılan bir saha olan “gayrimenkûl, emlak, inşaat sektörü”, “AVM inşa etmek” vb. yerlede kullanarak; “tüketim çılgınlığını!” daha da pompaladı!

    Ta ki 22 Mayıs 2013’te FED (eski) başkanı Ben Bernanke’nin “QE’yi önümüzdeki 1 yıl içinde sonlandıracağız. Bütün dünya hazırlıklı olsun!” uyarısını yapana kadar!

    İşte Bernanke’nin o açıklamayı yaptığı saniyeden itibaren tüm “gelişme yolundaki ülkeler”den (tabii ki “Türkiye”den de!) “sıcak para!” çıkışı başladı. Piyasalarda döviz kıtlığı yaşanmaya başladığı için 1 Dolar = 2 TL’nin üzerine tırmandı!

    Bütün bu “finansal hamlelerin!” üzerine; Reyhanlı patlamaları ve “Gezi Parkı Protestoları” da eklenince, sıcak para çıkışı daha da hızlandı!
    1 Dolar = 2 TL’nin altına hiç inmedi!

    (“İşin perde arkasında; Türkiye üzerinde oynanan çok büyük bir komplo var!” heyecanını yaşayan Türkiye’deki bazı kesimler de böylece sönmüş oldu!
    Al “AKP borazanları”nı,
    Vur “Fethullah Gülen borazanları”na;
    İkisi de birbirinden beter!)

    Yeni seçilen FED başkanı Janet Yellen, 17/19 Aralık 2013’te yaptıkları toplantı sonucunda; “QE” programını 15’er milyar Dolar azalta azalta 29 Ekim 2014’te bitireceklerini ilân etti! (Böylece; 3. tur QE programı da sona erdi.)

    Bugün (28 Ocak 2015);

    ABD’de ekonomik görünüm 2008’e nazaran daha ılımlı. Ama ağır hasarlı bölümler halâ mevcut!

    Eğitim seviyesi yüksek genç neslin çok büyük bir kısmı; eğitim aldıkları alanda “iyi maaşla!” işe başlama hayallerini artık kaybetti!

    İşsizlik seviyesi azalmaya başladı ama çok yavaş düşüyor.
    İş bulanların çalışmaya başladıkları alanlar ise “part-time”;
    Yani “yarım-günlük”,
    Uzun ömürlü olmayan,
    Ve sözleşmeli işler!
    Bir kişinin veya bir hanekalkının en az 20 yıl, 25 yıl çalışıpta emekli oldukları “o eski zamanlar!” ABD’de bile artık bitti!

    FED başkanı Janet Yellen ve bankanın diğer yetkilileri;
    ABD içinde talebin önümüzdeki aylarda daha da canlanacağını tahmin ettiklerini her fırsatta yineliyor.
    Talebin artması, yıllardır düşük seyreden “enflasyon”u da gıdım gıdım arttırır.
    Ve enflasyonu makûl seviyelerde tutmak, hortlatmamak için Merkez Bankaları “faiz”i bir teknik araç olarak kullanır; “silah” olarak değil!
    FED’in kendi faizini (yani nam-ı diğer; “para politikası faizi”ni) arttırması; Haziran 2015 ila Haziran 2016 arasında bekleniyor!
    Ve FED faizleri; küçük rakamlarla, yavaş yavaş arttıracak.
    Hazırladıkları plâna göre; Haziran 2015 veya Eylül 2015’i ilk arttırım dönemi olarak belirlemeyi düşünüyorlar, ama henüz bir karara varmış değiller.

    BURADA, TÜRKİYE GİBİ “GELİŞME YOLUNDAKİ ÜLKELER”İ İLGİLENDİREN TEMEL HUSUS ŞU:

    FED, KENDİ FAİZİNİ “YÜZDE 0,25” ORANINDA ARTTIRSA BİLE; DÜNYADA TSUNAMİ ETKİSİ YARATMAK İÇİN YETERLİ!

    TÜRKİYE’DE 28 OCAK 2015 İTİBARIYLA 1 DOLAR = 2,35 (2,38) TL CİVARI DALGALANIYOR!
    İLERLEYEN AYLARDA FED KENDİ FAİZİNİ ARTTIRDIĞINDA, TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERE GİREN “SICAK PARA!” ARTIK ANA VATANINA GERİ DÖNECEĞİNDEN;
    BİZİM GİBİ PİYASALARDA YENİDEN “DÖVİZ KITLIĞI” YAŞANACAK!
    İŞTE BU SEBEPLE; 1 DOLAR = 2,45 TL VE HATTÂ 1 DOLAR = 2,75 TL GİBİ TSUNAMİ DALGALARININ YAŞANABİLECEĞİ TAHMİNLERİNİ YAPAN “EKONOMİST!” ÇEVRELERİ OLDUKÇA FAZLA!
    BU UYARIYI YAPANLAR; HEM TÜRKİYE’DEN, HEM YURTDIŞINDAN!
    BU İNSANLAR “İÇ-MİHRAK!”IN ÜYESİ DE DEĞİL; “İLLÜMİNATİ”, “MASONLAR” VE “TAPINAK ŞOVALYELERİ”NİN ÜYESİ DE DEĞİL!

    PEKİ DOLAR KURUNUN BU SEVİYEYE YÜKSELMESİ TÜRKİYE’DE SIRADAN VATANDAŞI NASIL ETKİLER?

    (TÜRKİYE’DE YERLEŞİK OLUP “İHRACAT/İTHALAT” YAPAN ŞİRKETLERİN YÜZDE 99’UNUN GELİRİ “EURO” CİNSİNDEN.
    EURO/TL PARİTESİNİN YUKARI YÖNLÜ OLMASI İHRACAT GELİRLERİNİ ARTTIRACAĞI İÇİN, SEKTÖR OYUNCULARI KURUN YÜKSELMESİNİ İŞTAHLA İSTER!
    AMA:
    AVRUPA MERKEZ BANKASI -ECB- NİN DE KENDİ “PARASAL GENİŞLEMESİ”Nİ GEÇTİĞİMİZ HAFTA BAŞLATMASI İLE EURO’NUN DEĞERİ DÜŞMEYE BAŞLADI!
    YANİ TÜRKİYE’DE YERLEŞİK OLUP, DIŞ TİCARET YAPAN ŞİRKETLER HER GECE KÂBUSLAR GÖRMEYE BAŞLADI BİLE!)

    TÜRKİYE’DE YERLEŞİK OLUP “İHRACAT/İTHALAT” YAPAN ŞİRKETLERİN YÜZDE 99’UNUN BORCU (VE GİDERİ) “DOLAR” CİNSİNDEN!
    FABRİKALARINDA ÜRETİMİN DEVAM EDEBİLMESİ İÇİN;
    HAMMADDE, YARI-İŞLENMİŞ MAMÛL, MAKİNE AKSAM VE PARÇALARI GİBİ ONLARCA GİRDİYİ; “DOLAR” CİNSİNDEN ÖDÜYOR!
    AYRICA;
    HEM YURTDIŞI MÜŞTERİ, ORTAK, FİNANSAL KURULUŞ VE BANKALARA DA BORÇLARI HEP “DOLAR” CİNSİNDEN!

    DOLAR/TL KURUNUN YÜKSELMESİ; TÜRKİYE’DE YERLEŞİK BORÇ BATAĞINA SAPLANMIŞ BÜTÜN BU ŞİRKETLERİN BOĞAZINI TEK SEFERDE SIKAR!

    MALİYETLER AŞIRI YÜKSELMEYE DEVAM ETTİĞİ İÇİN; TESİS İÇİNDE EK YÜK GETİREN DEPARTMANLAR BİR BİR KAPATILIR!

    İŞÇİLERİN ÇOK BÜYÜK BİR KISMI “ÜCRETLİ!” VE “ÜCRETSİZ!” OLARAK “ZORUNLU İZNE!” GÖNDERİLİR!

    “BEYAZ YAKA” DİYE TABİR EDİLEN, (ÇOĞUNLUĞU!) ZÜPPE OLAN SINIFLARDA DA “KİTLESEL İŞTEN ÇIKARMALAR” BAŞLAR!

    “ZORUNLU İZNE” GÖNDERİLEN İŞÇİLER, BİR ZAMAN SONRA İŞTEN ÇIKARILDIKLARINA DAİR TEBLİGAT ALMAYA BAŞLAR!

    4 YILLIK FAKÜLTE MEZUNLARI İŞSİZ KALDIĞINDAN,
    VE KENDİ ALANLARINDA ARTIK İŞ BULAMADIKLARINDAN;
    BOYUNLARINI BÜKEREK,
    DAHA DÜŞÜK POZİSYONLARDA İŞE YERLEŞMEK İÇİN GECESİNİ/GÜNDÜZÜNE KATIP İŞ ARAYIŞINA BAŞLAR!

    “YUKARI”DAN “AŞAĞI”YA DOĞRU BU MUAZZAM BASKI NEDENİYLE;
    HER KADEMEDEN,
    HER CİNSİYETTEN
    HER KATMANDAN,
    HER SINIFTAN, VB.:
    “HAK ARAMAK ve MEVCUT HAKLARINI KORUMAK” MÜCADELESİ BAŞLAR!

    ARTIK ELLERİNE “MAAŞ!” GEÇMEDİĞİNİ KEMİKLERİNDEKİ İLİĞE KADAR HİSSEDEN SIRADAN VATANDAŞ,
    KORKUDAN TİR TİR TİTREYEREK ECEL TERLERİ DÖKMEYE BAŞLAR;
    ÜLKENİN DİBİNE DİNAMİT DÖŞER!

    BU DİNAMİT DÖŞENMELİDİR! ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ ANCAK BÖYLE KAZANILIR!
    DİNAMİTİ PATLACAK FÜNYE “HALKLARIN TARAFINDA” OLDUĞU İÇİN; NE ZAMAN PATLATACAĞINA BİZZAT HALKLARIN KENDİSİ KARAR VERİR!

    2011’de Tunuslu “Muhammed Buazizi”nin kendini ateşe vermesi ile o meşhur “Arap Baharı!”nın başlaması;
    Ekonomik kriz nedeni ile acıdan kıvrım kıvrım kıvranan ABD’ye,
    Ve Avrupa’daki onlarca ülkeye; bir “başkaldırı” işaretiydi!

    Temelleri 2008’de atılan “Occupy Wall Street” hareketi;
    Eylül 2011’de başta New York/Zuccotti Park olmak üzere nihayet “isyana” başladı!
    ABD GENELİNDE PARÇALANAN “ATM & BANKAMATİK KABİNİ” SAYISININ HADDİ HESABI YOK!

    İngiltere/Londra kendi “Occupy” hareketini kurarak “isyana” başladı!

    İtalya’da uygulanan “austerity measures (kemer sıkma politikaları)” sebebi ile yüzbinlerce kişinin halâ sokaklarda olduğunu kaçınız biliyor?!
    Binlerce işsiz İtalyan gencinin;
    Kuzey Avrupa ülkelerine,
    Uzak Asya ülkelerine,
    Yeni Zelanda’ya,
    Ve Avustralya’ya göç etmek zorunda kaldıklarını sizlere hatırlatırım!

    İspanya/Madrid’de yüzbinler bugün bile sokakta!
    MADRİD’İN ARKA SOKAKLARINDA,
    LOKANTALARIN MUTFAK BÖLÜMÜNDEN ÇÖP KONTEYNERLERİNE DÖKÜLEN YEMEK ARTIKLARINI;
    İŞSİZ,
    EVSİZ,
    VE
    AÇ OLDUKLARI İÇİN YEMEK ZORUNDA KALAN YÜZLERCE İSPANYA VATANDAŞININ ZEHİRLENEREK HAYATINI KAYBETTİĞİNDEN KAÇINIZIN HABERİ VAR?!

    Yunanistan’da “küresel ekonomik kriz” sebebi ile depremlerin yaşanması; “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”ni de doğrudan etkiledi!
    GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ’NDE YAŞAYAN VATANDAŞLARIN BANKA HESAPLARINDA VAR OLAN MEVDUAT HESAPLARININ BELİRSİZ SÜRELİĞİNE DONDURULDUĞU HABERİ HÜKÜMET TARAFINDAN DUYURULUNCA;
    BANKALARA AKIN OLMASIN DİYE, KAPILAR ZİNCİRLERLE BAĞLANDI!
    GÜNLER İÇİNDE PİYASADA FİYATLARIN FAHİŞ SEVİYEYE YÜKSELMESİ İLE PATLAMA NOKTASINA GELEN BU İNSANLARIN, KALAN SON PARALARINI DA KURTARMAK İÇİN;
    BU BANKA ŞUBELERİNİN CAM/ÇERÇEVELERİNİ İNDİREREK İÇERİ GİRDİKLERİNİ,
    HESAP ODALARINI,
    VE
    ATM KABİNLERİNİ BALYOZLA PARÇALAYARAK PARALARINI KURTARDIKLARINI KAÇINIZ BİLİYOR?!

    Bugün (28 Ocak 2015);

    Yunanistan’da genel işsizlik seviyesi %20 civarında; gençler arasındaki işsizlik ise %60’ın üzerinde!

    2008’DEN BERİ YUNANİSTAN’DA,
    2 AYLIK DÖNEMLER İLE HESAPLANDIĞINDA;
    HER 500 VATANDAŞIN;
    BORÇLARINI ÖDEYEMEDİKLERİ,
    FATURALARINI ÖDEYEMEDİKLERİ,
    UZUN SÜRELİ, SİGORTA GARANTİLİ, SAĞLIK HİZMETLERİ GARANTİLİ, EMEKLİLİK SONRASI HUZURLU BİR YAŞAM GARANTİLİ İŞ BULAMADIKLARI İÇİN:
    İNTİHAR ETTİĞİNİ KAÇINIZ BİLİYOR?!

    İNTİHAR EDENLERİN SAYISI HER GEÇEN AY ARTMAYA DEVAM EDİYOR!

    Venezuela,

    Şili,

    Brezilya,

    Arjantin,

    Ukrayna,

    Ve

    Rusya;

    Patlamaya hazır birer bomba!

    TEK BAŞINA “SYRIZA”YI DEĞERLENDİRMEYE ALMADAN EVVEL;
    YUKARIDA ANLATILAN “İKTİSADİ ARKA PLANI” ASLA AKLINIZDAN ÇIKARMAYIN!

    Soma’da 301 emekçinin hayatını kaybettiğini unutmadık değil mi?!

    “301” sayısını yazmak ne kadar da kolay değil mi?!

    Peki sonrasında ne oldu?!

    Hem “haşmetli ve hürmetli hükümet!” kanadından, hem “özel sektör palyaçoları!” tarafından;

    “İŞ ve İŞÇİ GÜVELİĞİ İLK SIRADA GELMELİ!
    ARTIK BİZ 21. YÜZYILDA YAŞIYORUZ! AMA HAYATIMIZ; HALÂ ESKİ, KÖHNEMİŞ DÖNEM KAPİTALİZMİNİ YAŞIYOR!
    ARTIK KAPİTALİZMİ DE GÜNCELLEYELİM!
    ‘İŞ ve İŞÇİ SAĞLIĞI & GÜVENLİĞİ’ YASASI ÇIKARARAK;
    İŞÇİLERİMİZİ UZUN ÖMÜRLÜ KILALIM;
    BÖYLECE ONLARI DAHA BOL SÖMÜREBİLELİM!
    FİZİKEN SAĞLIKLI BİR İŞÇİ; HER ZAMAN DAMIZLIK BİR HAYVAN GİBİDİR!
    SÖMÜR SÖMÜREBİLDİĞİN KADAR!
    ETİNİ DE SÖMÜR, KEMİĞİNİ DE SÖMÜR!”

    DENMEDİ Mİ?!

    Peki bu yasanın çıkmasına KARŞI mücadele eden ilk kesim kimdi?! Tabii ki; maden işçileri!

    Niçin karşı çıktılar:

    “‘İŞ ve İŞÇİ SAĞLIĞI & GÜVENLİĞİ’ YASASI ÇIKARSA;
    BU PATRONUMUZUN SIRTINA EK MALİYET YÜKLER!
    ZATEN İSTEDİĞİMİZ MAAŞ ORANINI PATRONUMUZDAN ZOR KOPARTIYORUZ!
    ÜSTÜNE BİR DE ŞU YASA YÜRÜRLÜĞE GİRERSE; BİZİM MAAŞIMIZI ARTTIRMAMAK İÇİN PATRONUMUZUN ELİNE BAHANE GEÇECEK!
    BU YASA İÇİNDE:
    GEREKLİ TÜM GÜVENLİK MALZEMELERİNİN PATRONUMUZ TARAFINDAN SATIN ALINMASI,
    MALZEMELERİN BELİRLİ PERİYOTLAR HÂLİNDE ‘BAĞIMSIZ DENETİM KURUMLARI’NA KONTROL ETTİRİLMESİ; VE SONUCA GÖRE SERTİFİKA ALINMASI,
    İŞ YERİNDE ‘İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI’ İSTİHDAM ETMEK ZORUNDA OLDUĞU İÇİN; ONA DA MAAŞ BAĞLAMAK ZORUNDA OLMASI,
    ÇALIŞMA SÜRELERİNİN TEKRAR DÜZENLENMESİ GİBİ ŞARTLAR VAR!
    PATRONUMUZ; BU ŞARTLARA UYMAYA KALKARSA SIRTINA BİNEN MALİYET ARTACAK;
    VE
    ‘ARTIK KALDIRAMIYORUM, İŞÇİ ÇIKARMAK ZORUNDAYIM!’ DİYEREK BİZLERİ KAPI ÖNÜNE FIRLATACAK!
    İŞTE BU SEBEPLERLE BİZLER, BİZZAT ‘İŞÇİLER!’ BU YASAYA KARŞIYIZ!”

    Maden işçileri yukarıda yazılanları haykırmadı mı?!

    Peki bizim ülkemizde; “patron”a bakış, “kapitalist iktisadi düzen”e bakış;
    Yukarıdaki gibi bizzat işçiler tarafından:
    Kollayıcı!
    Kucaklayıcı!
    “Görmezden geliver”ci!
    “Unutuver”ci!,
    “Hakkın için mücadele etmeyiver”ci! ise;
    Hangi insanımız sokağa çıkıpta “ATM kabinlerini” balyozla parçalamaya gönüllü olur ki?!

    TOPLUM NEZDİNDE “BAŞKALDIRI BİLİNCİ”Nİ YAYMAK İÇİN,
    “GEZİ”NİN AÇTIĞI YOLU İLERLETMEK İÇİN;
    BU SİTENİN TAKİPÇİLERİNE,
    BU SATIRLARIN YAZARINA,
    VE
    “GÜN ZİLELİ” GİBİ BİNLERCESİNE BÜYÜK SORUMLULUK DÜŞÜYOR!

    “Banka” denen kurumun tarihteki rolü neymiş?
    Bunu daha yakından anlayabilmeniz için; dünyanın 1 numaralı kapitalist ülkesinden bir örnek vererek bu “uyarı metni”ni sonlandırayım:

    “…
    ‘Bankacılık’ denen sistem tamamıyla yoldan çıkmış bir sistemdir.
    Bu sistemi, tüm kurumlarımızda ve tüzüklerimizde izi kalmış bir tür ‘leke’ olarak değerlendiriyorum.
    Eğer boğazlarına kadar yolsuzluğa batmış kumarbazlar tarafından çok uzun zamandır darbe yiyen bu sistemi temizlemezsek, sistem olağan akışı içinde kendi kendini yok edecek;
    Ve hattâ şu anda insanlarımızın kazanımlarını ve morallerini bu akış içinde silip süpürmeye devam ediyor.

    ‘Finanse etmek’ veya ‘kaynak yaratmak’ dediğimiz şeyi kendi çapımda değerlendirdiğimde;
    Bir kuşağın çok büyük bir bölümünün altına imza attıkları bir borçtan kurtarılması, durumuna ulaşıyorum.
    Kainatı yaratan gücün koyduğu kurallara göre; her kuşak eşit şartlarda dünyaya gelir.
    Bu gücün insanların hayatlarını sürdürebilmesi için yarattığı yeryüzündeki her varlığı özgürce kullanabilmeleri ile ilgili;
    Nasıl ki kendilerinden önceki kuşaklar borçsuz geldiler ve borçsuz gittilerse,
    Aynen onlar gibi şimdiki kuşakta bu dünyada bir kiracıdır, sonucuna ulaşıyorum.

    Ve sizinle aynı fikirde olduğumu tüm içtenliğimle bildiririm:
    ‘Banka’nın bizzat kendisi ve bunla ilişkili her kurum, düzenli ordulardan daha tehlikelidir!
    ‘Finanse etmek’ sözü ile gerçek anlamı perdelenen durum:
    ‘Para harcama prensibi’ ile şimdiden tüketilen kaynağı gelecek kuşakların sırtına bir ‘borç’ olarak yüklemekten,
    İstikbalimizde dolandırıcılık yapmaktan başka bir şey değildir.
    …”

    Thomas Jefferson
    ABD 3. Başkanı

    ( Yukarıda okumuş olduğunuz alıntı;
    28 Mayıs 1816’da
    Dönemin Virginia senatörü John Taylor’un, artık emekli olan -eski- başkan Jefferson’a gönderdiği mektupta;
    Genel manâda “bankacılık” ve özelde ise “merkez bankası” üzerine sorduğu soru üzerine Jefferson’ın verdiği cevaptır.
    Cevabın İngilizce aslını şu adresten okuyabilisiniz:
    http://oll.libertyfund.org/quotes/187 )

    * * *
    UMARIM

    “s.uslu”,

    VE

    SAYIN ZİLELİ;

    YUKARIYA YAZDIĞIM CEVABI DİKKATE ALIR!

    * * *
    http://www.gunzileli.com/2015/01/28/trendler/

    GÜN ZİLELİ’NİN CEVABI:
    Bana neyi hatırlattığınızı anlayamadım. Ben yazdıklarınıza katılıyorum.

    * * *
    Sayın Zileli,

    “Kapitalist iktisat”ın ne olup, ne olmadığı sorusuna aranan cevap; Türkiye’deki “sol kanat” tarafınan hep ihmâl ediliyor!

    Size bu konuya giriş mahiyetinde: “18” ve “33” numaralı yorumlarımla cevap vermiştim.

    Yukarıdaki geniş cevabım ise bir özetten ibarettir.

    DEVAMINI SİZLERİN GETİRMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEREK; BAŞLANGICI YAPMIŞ OLDUM!

    Yazdıklarıma katıldığınızı biliyorum, teşekkür ederim.

    Siz (ve sizin gibi nicelerinden) beklentimiz:

    Bu ülkenin “sol kanadında” tarihi sorumluluk almış olan sizler;

    Artık şu “kapitalist iktisat”, “kapitalist ekonomi” üzerine ciddiyetle eğilmeye başlamanızdır!

    Bireysel olarak “anlamasanız da”, “konu çok karışık ve hattâ sıkıcı” gözükse de; en azından arkadaş/yoldaş çevrenizden hem “kapitalist”, hem “marksist”, hem “anarşist” iktisattan anlayan kişilerle sık sık görüşerek onların verdiği metinleri; sitenizde ve twitter hesabınızda SÜREKLİ YAYINLAMANIZ!

    Türkiye’deki “sol kanat”;

    “Ekonomi” deyince:

    Sadece
    “Toprak reformu”
    Ve
    “Özel sektör şirketlerinin kamulaştırılması”ndan bir adım ileri gidecek bir söz söyleyemiyorsa;

    Ölmüşüz de ağlayanımız yok!

    Sert üslup kullandığımın farkındayım; ama size kasıtlı bu şekilde yazdığımı umarım aklınızdan geçirmezsiniz!

    Cevabınızı bekliyorum…

    Saygılarımla,

  48. bu hıyarlara savunma bakanlığını verirsen böyle olur işte. 1. İçişleri bakanlığı; 2. Savunma bakanlığı diktatörlük yanlılarına ve militaristlere emanet edilemez.

  49. Her bilim gibi ekonomi biliminde ninde sagi solu,kapitalisti,sosyalisti olmaz..

    Marks ekonomide pratik cözümler önermez.. O sadece genel teorik yönden aciklamistir..ekonomin özü olan paranin markstan buyana degisimini marksistler incelemdiginden saskin kalmislardir..

  50. Bakmayın siz KKE’ye laf söz ettiğine. Syriza yerine KKE iktidara gelseydi, Gün Abi daha mutlu olurdu. Reformistler ve stalinistler arasında tercih yapmak zorunda kalsa, KKE’yi tercih eder o.

    Syriza = HDP

    KKE = BHH

  51. Devletin içine giren parlamentonun içine giren o karanlık dünyada dans eder…elbette umutları yok etmek adına değil ama tarihten gelen gerçeklikte bize bunu gösterdi…maletesta yoldaşın dediği gibi anarşistler gerektiğinde reformlar içinde mücadele eder…ve farkında olmayabiliriz ama syrıza nın bu kadar başarılı olma nedeni dipten gelen anarşist sokak mücadelesidir…syrıza dan bir umut doğacağını düşünmüyorum kapitalizm geçici olarak sol tandaslı bir hükümeti devreye soktu…ama devlet doğası gereği seni tehdit eden unsura karşı saldırıya geçer…tahminde bulunmuyorum ama venezüella ve küba ve bolivya sizin için sol ise ya bunlara dönüşecek bir hareket var ya da yok olup gidecek bir hareket var…şu anda en gerçekçi talep anarşistlerin talepleridir…devlet ve bütün militarist kurumların tasviyesi(yıkımı)halkın halk adına halk için yönetilmediği halkın kendi iradesi ile kurduğu öz yönetimlerdir…

  52. Burada dikkat çekici olan, söyleşiyi yayınlayan Sosyal Savaş sitesinin sekter yorumuyla Selanikli anarşistin yorumunun pek üst üste oturmadığıdır.

  53. olsun okunmaya değer ve içeriden bir görüş alınmış…ortalık şu mudur bu mudur dan geçilmiyorken sokakta dövüşenlerin sesi yansıtılmış…

  54. Sol adına gerçekte aranan nedir?
    Ufuk COŞKUN
    Milat Gazetesi & Sivil Düşünce

    Soruyu şöyle sormak da mümkün, sol-sosyalist ideolojiler insanlığın kurtuluş vesilesi midir? Sosyalizm insanoğlunun dertlerine derman, yaralarına merhem bir ideoloji midir? Sol ideolojilerin gerçeği sahtesi olur mu? Aranan ve bir türlü bulunamayan sol nedir? Bu soruların cevaplarını fantastik teorilerle süslenmiş kalın kaplı kitaplarda bulabilirsiniz belki. Belki de dönemin CHP milletvekillerinin sözlerinde de bu tür umut vaaz eden ifadelere rastlayabilirsiniz. Örneğin maarif vekilliği de yapan Hamdullah Suphi Tanrıöver halkına şöyle sesleniyordu. “…Büyük vatanperverin (Mussolini) doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini sinayet edebilmelerini hürmet ve takdir ile görmüşüzdür. Biz bu zihniyetin dünkü galeyanında hem mazimizi hem de istikbalimizi görürüz!” Vekil, bu ideolojiyi aynı zamanda iktisadi refahı, siyasi ve sosyal ahengi tesis eden bir ideoloji olarak takdim ediyordu. Ne var ki hayatın gerçek yüzü ve yaşanılan acı pratikler bize meselenin hiç de öyle olmadığını gösterdi. Bunu yaptıklarından ve o dönem yaşananlardan biliyoruz.

    Sosyalizmin ideal dünyasına, mutluluğa ulaşma yolculuğunda milyonlarca insan, işçi, sendikacı, grevci, yoksul tarım işçisi cinayete kurban gitti. Rusya, Macaristan, Çekoslovakya, Almanya, İtalya, Macaristan, Çin, Tibet, Kuzey Kore gibi ülkelerde yaşanan katliamları yazmakla bitiremeyiz. Peki, ne uğruna? Eşitlik, adalet, özgürlük, iktisadi refah ve işçi hakları… Devrimin şanlı yolunda milyonlarca insan canlarından oldu. “Gerçek sosyalizm bu değildir, bu katliamları yapanlar ruh hastasıdır” demek ne yazık ki bu kolektivist, totaliteryan yapıyı haklı çıkartmaya yetmiyor. Çünkü polis, yargı, yasama, sermaye, eğitim, sosyal güvenlik, hukuk gibi tüm mekanizmaları tek elde toplayan bu zihniyetin nihai olarak varacağı nokta kaçınılmaz olarak diktatörlükten başkası olmayacaktır. Başka bir deyişle kolektivist bir toplumda bir diktatörün ortaya çıkması kaçınılmazdır.

    Bu bakımdan sol ideolojilerin sahtesi gerçeği yoktur diyorum ben.. Türkiye’de son elli yıldır aranan sola ulaşılamamasının bir nedeni de budur. Sol, sonu çıkmaz sokağa çıkan beyhude bir çabadır. Dolayısıyla yıllardır sol-sosyalizm adı altında aranan gerçekte kolektivizmdir, totalitarizmdir, katı devletçiliktir, fakirlik ve yoksulluktur. Bu da tek tek insan hayatını zarar-ziyana sokan faşizmden başkası değildir. Türkiye’de de imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütle(10.Yıl Marşı) yaratmak uğruna ne tür mağduriyetlerin yaşandığını hepimiz biliyoruz. Bu ülkede fakirin, işçinin, emekçinin yanındayız diyerek ne hayatlar heba edildi ne ocaklar söndürüldü ne darbelere çanak tutuldu bunu yaşayanlar bilir… Annesi babası tarlada çalışan binlerce yoksul kız çocuğu sırf inancı uğruna başörtüsü taktıkları gerekçesiyle eğitim hayatları bitirildi. Eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramları tekeline alarak insanlığın en nihai kurtuluş yolunun kendilerinde olduğunu, sıkılmış yumruklarıyla haykıran bu katı, tekçi dar ideologlar aslında sosyalizmin insanlık değerleriyle uyumsuz çalışan/çelişen bir ideoloji olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Buna rağmen bu sosyal hayat planlamacıları kendilerini Tanrı gibi görerek tüm toplumun bilgisine sahip olduklarını sanıyorlardı. Bu faşist/sosyalist düşünce uğruna az insan heba edilmedi.

    Sosyal ve ekonomik hayatın merkezi bir planlamayla dizayn etme çabaları hep hüsranla sonuçlanmıştır. Toplumu bir makineye dönüştürme fikri ancak bireylerin düşüncelerine, duygu dünyalarına, inanç ve aile değerlerine en önemlisi de özel mülkiyetlerine bir baskı ve zor kullanılarak yapılabilir. Oysa ünlü filozof Hayek’in de ifadesiyle toplumda milyonlarca insan kendilerine has yerel şartların muayyen bilgisine sahiptir. Kuşkusuz bu bilgiler çabuk değişir netice itibariyle piyasa düzeni bilinçli planlama ile tasarlanmış veya dizayn edilmiş bir şey değildir. Aksi takdirde bu ilahi tabii sürece de(kendiliğinden doğan düzen) bir müdahale olurdu. Kısacası halkın faaliyetlerine rehberlik eden mülkiyet ve sözleşme yasaları gibi genel kurallar çok karmaşık bir genel düzenin ortaya çıkmasını mümkün kılar. Bu düzen o kadar karmaşıktır ki tek başına bir aklın idrakini aşmaktadır. Bu nedenle toplumun bilinçli bir şekilde planlanması gerektiğini savunmak sonu felaketlere çıkan bir s/yol demektir

    İnsanlar birbirinden farklı duygu ve düşüncelere sahip renkli varlıklardır. Bu bakımdan merkezi bir planlamayla insanları ne ekonomik bakımdan eşitlemek nede onları devlet kontrollü bir eğitim sistemiyle birbirlerinin aynısı gibi düşünen insanlar topluluğu üretmek mümkündür. Bu durum her zaman gayr-i adil uygulamaları beraberinde getirecek ve sonu felaketle neticelenecektir.

    Dolayısıyla Çipraz’da sizi umutlandırmasın derim ben. Umarım Yunanistan sıkıntılarından kurtulur lakin verilen vaatler göz önünde bulundurulduğunda gerçek hiç de iç açıcı değil. İnsanı başlı başına bir değer olarak ele almayan ideolojilerin insanlık namıma üretecekleri bir şey yoktur. Bu bakımdan özgürlüğüne, özgünlüğüne ve özel mülkiyetine değer veren insanlar için kolektivist, ütopyacı ideolojilerin hiçbir anlamı yoktur. İnsan, yapısı itibariyle sürekli kendini geliştiren yenileyen ve gittikçe kendini aşan bir varlıktır. Bu anlamda insanı ekonomik olarak eşitlenmeye çalışan, bol keseden vaatlerle totalitarizme çanak tutan bu ideolojilerden refah ve özgürlük ummak Martin Buber’in ifadesiyle “sopaya dönüştürülmüş küçük bir ağacın yeşermesini ummak” gibi bir şeydir…

    http://duzceyerelhaber.com/ufuk-coskun/31924-sol-adina-gercekte-aranan-nedir

Comments are closed.