Önce yeni kültür ortaya çıktı ve geleneksel toplumu irdeleyip sorgulamaya başladı. Halk kitleleri bu gelişmeden etkilenip kaynaşma içine girdi. Yeni kültürle radikalleşen halkın birleşmesinden politika doğdu. Önce umut veren bir çocuktu bu, yeni toplumun doğmasında bir hayli işlevsel olacağı düşünülüyordu ama sonraki gelişmeler içinde görüldü ki, hiç de öyle değilmiş. Tam tersine.
Yeni kültürle radikalleşen halkın birleşmesinden yeni bir çocuk daha doğdu: Devrim. Ağabeyi politikanın, devrimin doğması için önemli bir işlev yerine getirdiği söylendi. Ama gerçekten öyle miydi bakalım? Yoksa politika, bir ana baba katili olduğu gibi, aynı zamanda bir kardeş katili miydi?
Bunu anlamak için, iki yüzyıl içinde cereyan etmiş üç büyük devrimi yeniden ve daha dikkatli incelemek gerekiyor: Fransız Devrimi; Rus Devrimi ve 1968 Devrimi.
Fransız devriminden neredeyse yüz yıla yakın bir zaman önce yeni kültür doğdu. Antiklopedistler ve büyük Fransız feylezofları bu kültürün hazırlayıcıları oldular. Bu yeni kültür daha sonra Aydınlanma adını aldı. Aydınlanmanın salt felsefi plandan çıkıp toplumu etkilemeye başlamasıyla hoşnutsuz kitlelerdeki kaynaşma birleşti ve kitlelerin zihninde belli belirsiz yeni ve eşitlikçi bir toplum hayalini oluşturdu. Bu hayal kitlelerin zihninde bir kere ete kemiğe bürününce eski geleneksel toplumsal yapının çöküşü daha da hızlandı. Bu hızlanma, yeni toplumu kurma iddiasıyla köhnemiş devlet mekanizmasını devralacak gücü, yani politikayı hazırladı. Ama yine de, büyük patlamadan önce Fransa’da politika o kadar güçlü ve iddialı değildi. Kültür hâlâ ön plandaki rolünü, itici güç rolünü oynamaya devam ediyordu. Nihayetinde, esas olarak yeni kültür ve halk kitlelerinin birleşmesiyle devrim doğdu. Devrimin o anda doğmasındaki baş rolü oynayan spontane halk hareketiydi. Halk hareketi, hiçbir örgütün ya da politik partinin örgütlemesiyle ya da talimatıyla harekete geçmiş değildi.
Devrimi doğuran ana, yani halk hareketi, bu ağır doğumun ardından yaralarını sarmaya, kanlarını temizlemeye çalışırken politika, halk hareketinin eski toplumun iktidarını yıkmış olmasından yararlanarak eski toplumun köhne devlet mekanizmasını ele geçirdi.
Bundan sonra, politikayla, yeni kültür, halk kitleleri ve devrim arasında bir zıtlaşma ve çekişme süreci başladı. Jakobenlerin şahsında politika, yeni kültürü kendi denetimine alıp kullandı ve aynı zamanda da onu bastırdı. Kültür ve aydınlar politikaya kurban edildi. Politika ikinci olarak devrimi yapan halk kitlelerine diktatörlük uyguladı ve halk hareketini bastırdı. Devrimin bu iki temel dayanağının bastırılmasıyla birlikte zaten devrim ölmüştü. Onun sadece adı ve şöhreti kaldı. Devrim, Fransa içinde politika tarafından öldürüldüğü ve bastırıldığı halde, Fransa dışında aydınlanma idealleriyle donanmış şöhreti yayılmaya, Fransa dışındaki uluslara umut vermeye devam etti.
Rusya’da da buna benzer bir şekilde gelişti süreç. Rus devriminden neredeyse yarım yüzyıl önce, Dekabristlerden Narodniklere ve Nihilistlere kadar çok sayıda değişik düşünsel akım yeni toplumsal kültürü hazırladı. Bu kültür, hoşnutsuz halk kitleleriyle birleşip toplumsal hareketi ortaya çıkardı. Toplumsal hareketlenme, giderek kızışan bir ortamda politik örgütlenmelerin gelişmesine yol açtı. Ne var ki, iddia edildiğinin tersine, ne 1905 devrimi, ne de 1917 Şubat devrimi, politik partilerin hazırlıklarının sonucu ortaya çıktı. 1905 devrimi patlak verdiğinde, Lenin kendi partisinin üyelerini “karanlık hücrelerinde” uyuklamakla ve büyük kitle hareketinden kopuklukla eleştiriyordu. 1917 Şubat devrimi, kadınların fırınlara saldırmasıyla başladı. Devrim patlak verip Çarlık tepetaklak edildiğinde Bolşevikler de dahil olmak üzere tüm devrimci partiler bu olayı şaşkınlık ve inanmazlıkla izlediler. Şubat Devrimi gerçekleştiğinde Lenin Zürih’te, derin felsefi çalışmalar içindeydi, böyle bir devrimi hiç bir şekilde beklemediği, Lenin’in Zürih’teki günlerini inceleyen tarihçiler tarafından anlatılır. Aynı şekilde Troçki de Amerika’daydı o günlerde. Devrim patlak verince apar topar Rusya’ya hareket edişini Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken adlı anılarında anlatır. 1917 Şubat devrimi, hem spontane halk hareketinin ürünüdür, hem de spontane halk hareketine daha da büyük bir ivme kazandırmıştır. Bu halk hareketi kendi özörgütlenmesi olan Sovyetleri de geliştirir ve Sovyetler, Çarlık’ın yıkılmasından sonra kurulan geçici hükümete karşı bir duel iktidar organı olarak ortaya çıkar.
1917 Şubatından hemen sonra yeni toplum için harekete geçen işçi, köylü ve asker kitleleri devrimin fiili yürütücüsüdürler. Köylüler aristokrat topraklarını bilfiil ele geçirmeye; işçiler fabrikalarda kendi yönetimlerini dayatmaya; askerler cepheyi bırakıp geri çekilirken orduyu fiilen yıkmaya; bütün bu kesimlerin fiili temsilcisi Sovyetler, geçici hükümeti yıkıp kendini iktidar aygıtı haline getirmenin yollarını aramaya başlamıştır. Ne var ki, bu ortamda kendine gün doğduğunu düşünen politik öğe de toparlanmış ve eski toplumun devlet yapısına el koymak üzere hazırlıklarını hızlandırmıştır. Aslında burada şöyle bir ikilem söz konusudur: Ya Sovyetler eski toplumun devletini bütünüyle yıkıp kendini iktidar haline getirecektir ya da politik gücün temsilcisi Bolşevikler Sovyetlerin gücünden yararlanıp eski devlet mekanizmasını ele geçireceklerdir (bu arada, “Bolşevik devrim”inin eski devleti parçaladığının tam bir palavra olduğunu belirteyim. Tersine, Bolşevikler iktidara gelerek eski devleti devralmış ve bu devleti parçalanmaktan kurtarmışlardır).
Bizzat Bolşevik tarihi de anlatır. Bolşevikler, kendileri henüz hazır olmadıkları için (Sovyetlerin içinde henüz çoğunluğu ele geçirememişlerdir) 1917 Temmuz’unda devrimi önlemişlerdir. Kendiliğinden kabaran halk öfkesine kalsa geçici devrim hükümetinin işini o anda bitirecekti. Ne var ki, iktidara henüz hazır olmayan Bolşevikler, bu devrimci dalgayı, ortaya saldıkları ajitatörleri aracılığıyla barışçı bir halk gösterisine dönüştürmenin üstesinden gelebilmişlerdir.
1917 Ekim darbesi, aslında 1917 Şubat’ında doğan Rus devriminin, politik iktidarın eliyle katlinin başlangıcını oluşturur. 1917 Ekim’inde Sovyetler gelmedi iktidara, Sovyetlere dayanarak Bolşevikler geldi ve “bütün iktidar Sovyetlere” sloganıyla iktidara gelir gelmez yaptıkları ilk iş, bütün iktidarı Sovyetlerden almak oldu. Artık Bolşeviklerin şahsında, köhnemiş devlet mekanizmasının kumandasını ele alan politik gücün iktidarı söz konusuydu. Bu politik güç, Sovyetlerle birlikte, halk kitlelerinin spontane hareketini de bastırdı ve halk üzerinde korkunç bir diktatörlük kurdu. Köylü hareketi bilfiil durduruldu ve bastırıldı. Bu yüzden Rus köylüleri, kendilerinin 1917 Ekim’inden önce toprakları ele geçirmelerini teşvik eden “Bolşevikleri” sever, 1917 Ekim’inden sonra toprakları ele geçirmelerine engel olan, ele geçirdikleri toprakları devletleştiren ve ürünlerine el koyan “komünistleri” ise sevmezler. Halk hareketiyle birlikte kültürel öğe de baskı altına alındı. Aydınlar köhnemiş devlet aygıtının memurları haline getirildi, buna boyun eğmeyenler kendilerini idam mangalarının karşısında ya da toplama kamplarında buldular.
Bütün bunlara rağmen, yani devrim ve idealleri içerde katledilirken Rusya’nın dışında bu idealler yayılmaya devam etti. Hem de ironiktir ki, işçi, köylü ve aydın hareketini ezen Bolşevikler ya da Stalin örnek gösterilerek.
1968 devriminde de süreçlerin bu şekilde işlediğini görüyoruz. Önce kültürel hareket, ardından kitle hareketi. Bu ikisi politik parti ya da hareketleri doğuruyor. Ama 1968’de politik hareket, daha iktidara gelmeden kültürü bastırıyor ve kitle hareketini söndürüyor. Ama diğer iki örnekten farklı olarak kendisi de iktidar olamıyor. Halihazır iktidarların yedeğinde, solmuş ve sünmüş bir aygıt halini alıyor.
Devrim, politikanın sonucu değil, politika devrimin sonucudur. Aynı zamanda sonu.
Gün Zileli
15 Kasım 2008