Çok Basit…
Savaşlar, çözümü çok basit olan sorunların devletler ya da devlet adayı kuruluşlar tarafından iyice karmaşık hale getirilmesiyle sürer. Bu devlet ve kuruluşların savaştan nemalanması noktasını bir yana bırakırsak, geriye şu gibi unsurlar kalır: 1. Devletler ve devletsel kuruluşlar kolektif organlar olduklarından, bu kolektifi oluşturan bileşenler savaşı bitirmek konusundaki adımları atmaya cesaret edemezler. Her bir bileşen bir diğer bileşenin bunu kendisinin aleyhinde kullanacağından korkar çünkü. Bu yüzden tarihte savaşlar ya yenilgi ya devrim yoluyla biter ya da kimseden çekinmeyecek birey-diktatörlerin inisiyatifiyle; 2. Devletler ve devletsel kuruluşlar savaşın yol açtığı kin ve intikam duygularını karşıya alıp tecrit olmaktan korkarlar ve bu yüzden umutsuzca kör bir savaşı sürdürürler; 3. Savaşın getirdiği yükler savaşa yol açan çıkarları aşmadığı sürece devletler ve devletsel kuruluşlar savaşı sürdürmekten vazgeçmek istemezler; 4. Devletler ve devletsel kuruluşlar beyni ve vicdanı olmayan yaratıklar olduklarından, her ölenin arkasından feryat ediyor gibi yapsalar da aslında bu durumdan hiç ama hiç etkilenmezler ve savaş makinalarını işletmeye devam ederler.
Televizyon kanallarını işgal eden ve bu işten ekmek yiyen şu ne idüğü belirsiz “terör uzmanları”na kulak asmayıp işin esasına bakacak olursak, “terör” denen olayı ya da savaşı bitirmek son derece basit bir şeydir. Eğer Türk devleti kolonyalist çıkarlarından vazgeçmeyi göze alsa ve Kürtlerin haklarını samimiyetle tanısa; özerklik taleplerini tanıdığını açıklasa ve Kürtlerin ana dilde eğitim gibi temel kültürel isteklerine olumlu cevap verse savaş ya da “terör” anında sona erer ve kum torbalarıyla korunmaya çalışılan o ne işe yaradığı bile belli olmayan karakollara kapatılmış yirmi yaşındaki yoksul aile çocukları da ölmez. Mesele bu kadar basittir.
Durmadan “barış”tan söz eden karşı taraftaki devletsel kuruluşa ve taraftarlarına da söylenecek bir çift söz var. Gerçekten barış mı istiyorsunuz? O halde derhal silahları bırakın ve özerklik hakları için Kürt halkının inisiyatifini devreye sokun. Kürt halk kitleleri bugün özerkliği hayata geçirecek bir olgunluğa gelmiştir. Silahı bırakın ve özerk örgütlenmeyi fiilen başlatın. O zaman büyük çoğunluk arkanızda olacak ve kolonyalist devlet çok zor duruma düşecektir. Elindeki tek dayanağı olan “şehitler” edebiyatı sona eren devletin askeri harekâtlar yapmak ve savaşı sürdürmek için hiçbir bahanesi kalmayacaktır.
Evet, “şehitler” edebiyatı… Bu deyimi kullanıyorum, çünkü bu, savaşı sürdürmenin bahanelerinden biri, bir istismar aracıdır. Devlet ve hükümet yetkililerinin üzgün yüz ifadelerine inanmayın. Kameralar karşısındaki o üzgün yüz ifadelerini oradan uzaklaşır uzaklaşmaz portmantoya astıklarından emin olabilirsiniz. Gerçekten üzülselerdi önce kolonyalist arzularından vazgeçmeye girişirlerdi. Zaten neden üzülsünler ki, ölen o gençler onların sınıfından değil ki…
Siz hiç o ücra karakollarda, mayınlı yollarda ölen tek bir zengin çocuğu gördünüz mü? Televizyon kanallarında teşhir edilen “ateş düşen” evlerden birinin bile Mashattan gibi konforlu bir “yaşam alanı”nda yer aldığını göreniniz var mı?
Gün Zileli
19 Ekim 2011
Neden? Cünkü iddialarin aksine Kürt halki PKK’nin talep ve politikalarini desteklemiyor. PKK Kürt halkini temsil etmiyor. Kürtlerin sadece yüzde 25’inin oyunu , o da siddet, baski ve alternatifsizlik nedeniyle almaktadir, çünkü AKP disinda bölgede calisan baska bir alternatif parti yoktur. Halkin destegini alamayip sadece terör ve siddete dayanarak ayakta kalabilen PKK burnunu Kürdistan topraklarina pek fena sürtecektir.
“Dünyada barışı sağlamak isterseniz; politikacıları öldürün yeter, halklar anlaşır.”
G. Bernard Shaw
sanırım bu söz bu yazıya iyi gider..
Yemen’de, Misir’da, Libya’da , Suriye’de milyonlar sokaklarda hak ariyor, Bandirma’ya 100 bin kisi yigacagini iddia eden BDP topu topu 500 kisi buluyor. Diyarbakir’da 50 bin kisilik mitingi ancak yapabiliyor ama Mustazaf-Der bile BDP’den daha çok insan topluyor. PKK siddet, tehdit, santaj, haraç ve Avrupa vaadleriyle ayakta durabilen bir balondur. Parali askerler ve savas agalari örgütüne dönüsmektedir.
yerel özerlik mi, yoksa ideolojik özerklik mi…hangisi…sayın Zileli
bunu açar mısınız lütfen..?
makalenin ana fikri harika bir noktada eleştiriye ihtiyaç var bu düzeltmeyi yapma ihtiyacı hissetmemede bu makaleden bile kendine pas atıldığını hissetmesini sağlayıp yalan yanlış yorumlarını makaleye eklemlemeye çalışan casus yüzündendir.kürtlerede barış istiyorsan samimiysen elindeki silahı bırakırsın özerklik örgütlenmesini fiilen başlatırsın cümlesinde özerklik ve kendini yönetmenin katılımcı demokratik kural ve kurumları inşa etmek için kürtlerin elindeki silah engel değildir demokratik özerkliği devletin engellemelerine rağmen bölge halkıyla kürt özgürlük siyaseti yapmaya çalışmaktadır.elinde silahı olan örgüt pkk kürt yoktur siz türksünüz diyen devlete işkence ile türkleştirilmek istenen kürtlerin isyan örgütüdür bu kimliğin bilince çıkıp bu günlere gelmesini sağlayan örgüt silahı bırakırsa kökünü kazıyacağız diyen devletin tamiller gibi yok etmesinin önüne geçecek bir kurum varmıdır.casus diyorki pkk 50 bin kişi bile bulamaz şu anda televizyonlarda devlet uzantısı uzmanlar teröristler bitiyor diyor hiç biri anlamamış pkk li cenazelerini 20 bin insan birlikte toprağa verdiğinden de anlaşılacağı gibi kürt halkının gözünde gerillanın anlamı ne olabilir?demekki ölenin yerine binlercesi gönüllü olacağı bilinmesine rağmen bu örgüte bonot çetesi gibi teröris örgüt görerek kürt halkıyla ilgisini bilemeyip kürtlerin %25 inden oy alıyor yalanı ile bakanlar bu meseleyi hiç anlamayan devlet görevlileri yüzünden binlerce masum genci bilerek ölüme gönderdiler konda ve diğer araştırmalarda kürtlerin%50 si akp ye %43 üçü bdp ye oy verdi akp ye %50 verilmesinin nedeni bdp nin iktidar alternatifi olamayıp akp nin muhtemel hükümet olmasındandı son hava kara operasyonları ve siyasi tutuklamalar ve inkar ve imha siyasetinden sonra önümüzdeki seçimde kürtlerin %80 ni olası halkların kongre partisine oy verecektir.kara yılanın açık mektubundada belirttiği gibi aslında pkk nin yıllardır bu soruna eşitlikçi çözüm iradesi çıksın beyan edilsin elimizdeki silahı alın bizi si,steme dahil edin dediğini az buçuk siyasi herkes anlar.burdaki mevzu sen terör örgütüsün seni yok edip kökünü kazıyacağım diyenle hayır ben kürt özgürlük hareketiyim 40 bin kişi bu uğurda bedel ödedim bana çete muamelesi yapamazsın diyor anlamamak için kör olmak lazım ana fikri doğru kurup elindeki silahı hiç bir güvencesiz bırakamayacağını zilelinin bilmesi lazım neden casus gibilerin sığınacağı cümleler kurulduğunu anlayamadım
Şu yazıyı da okumak gerekli :
“Son sözü EZLN’nin 6’ncı Lacandon Ormanı Deklarasyonu’ndan aktarmak gerekirse: “Bizi zorunluluk bir araya getirdi ve artık yeter diyoruz. Başkalarının gelip bizim sorunlarımızı çözmesini beklemek için ne zamanımız, ne de sabrımız kaldı.” Daha önceleri “Silahımız sözümüzdür” diyen Zapatistalar artık “En esaslı silahımız kurduğumuz düzendir. Biz kendi otonomimizi örgütlüyoruz” diyorlar.”
Devamı:
http://politikart1.blogspot.com/2011/08/zapatistalar-baska-bir-siyaset-mumkun.html
Baris getirmek kolay deniliyor. bence bu okadarda kolay degil. Niyemi?
AKP hukumeti gecen yil bu zamanlarda acilim kapsaminda evine donen pkk lilara izin verildi. Onlar ne yapti. bunu bile kabul etmediler. hala sivileri oldurup askerimizin polisimizin oldurdugunu dusunuyor. neden ozerkliklerine izin vereyim? ben ulkemin bir karis topragi icin kactane sehit verdim, bunu kaleme alirken, bunu yazarken olsun birazcik dusunmelisiniz bence! Mecliste cozmek gereken bazi seyleri silahla cozen, hatta vur kac taktigi ile askerlerimizi segit eden o ….. kisilere inat asla ama asla benim ulkemden bir karis toprak yoktur. bunu sakin ama sakin bir daha dile getirmeyin…
Özgür komünlerin yerel ve özerk örgütlenmesidir kastettiğim.
Sivil mücadele yolu açik iken silahli eylemle adam öldürenler ne türlü demagoji yahut ne türlü aglama ve zirlamanin arkasina saklansalar da basit birer katildirler.
Halkin özgür inisiyatifi ile eylemler yapmak yerine kan dökme yolunu seçenleri kuyrukçuluk yaparak destekleyenler de onlarin suç ortagidir.
Burada ne idügü belirsiz, hangi dille yapildigi çok zor anlasilan agu-gugu yorumlar yazanlar neden sivil mücadelenin tercih edilmedigini anlatamadiklari için palavra ile sadece kendilerini tatmin ederler ama suç ortagi konumundan da kurtulamazlar.
Şiddet sınavından sınıfta kaldım
Ben şiddete karşıyım.
Hayatımda tek bir kez bile fiziksel bir kavgaya bulaşmadım.
Tek bir kez bile hiç kimseye vurmadım.
Ama pasifist değilim.
Bu durumun felsefî açıdan çelişkili olduğunu bana anlatabilecek pek çok dostum var. Söylediklerini ciddiye aldığım, yazdıklarını dikkatle okuduğum, çoğu görüşlerini paylaştığım dostlarım.
Örneğin, Mithat Sancar bu sayfalardaki köşesinde şöyle yazdı: “Sadece bir tarafın şiddetini mahkûm etmenin, diğerininkini mazur göstermeye çalışmanın zaten şiddet karşıtlığı olmadığı aşikârdır.”
O kadar makul, o kadar adil bir cümle ki, itiraz etmek imkânsız görünüyor.
Ama benim buna ikna olmam zor.
“Şiddet”, en üst soyutlama düzeyinde, yekpare bir kavram olarak ele alındığında, “Ben şiddete karşıyım” derim. Yukarıda dedim. Ve laf olsun diye söylemedim, gerçekten karşıyım.
Ama o soyutlama düzeyinden biraz daha somuta doğru indikçe mesele biraz çatallaşıyor. Bazı çekinceler beliriyor kafamda.
Bir kere, şiddet kavramının kendisi yekpareliğini kaybetmeye başlıyor.
Ormanda aç bir ayıyla bir tavşan karşılaştığında, ayı tavşanın kafasını ısırıp yemeğe başladığında, şiddet.
Tavşan bir yolunu bulup ayıya çelme taksa, ayı düşüp kafasını kırsa, bu da şiddet.
Bunların ikisine de “şiddet” demek bana biraz anlamsız geliyor. “Hop, hop, niye çelme takıyorsun herife!” diye tavşanı azarlamak da çok anlamlı gelmiyor.
Ayrıca, “şiddet” kavramına neyin dâhil edilip neyin edilmeyeceği de o kadar açık değil.
Örneğin, bir işçinin elindeki aleti patronun kafasına geçirmesi kuşkusuz şiddet kapsamına girer, ama bir fabrikatörün o işçiyi günde 14 saat, berbat ve sağlıksız koşullarda çalıştırması “şiddet” midir, değil midir?
Ayıları, tavşanları bir kenara bırakalım. Filistin’e bakalım örneğin.
Gazze’den İsrail’e roket atmak şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.
Üstelik bu roketleri yerleşim bölgelerine atmak masum sivillere karşı şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.
Peki, 1,5 milyon insanı muhasara altına alıp aç, perişan, ilaçsız ve umutsuz bırakmak “şiddet” midir?
Bence şiddettir.
Peki, Filistinlilerin yaptığı şeyler ile İsrail devletinin yaptığı şeylerin her ikisine de “şiddet” deyip bunları aynı kavram içinde düşünmek, aynı kategoriye dâhil etmek anlamlı mıdır?
Felsefî, hukukî, ahlakî, herhangi bir açıdan anlamlı mıdır?
“Evet, öyledir, öyle olması gereklidir” deniyorsa, o zaman benim felsefe, hukuk ve ahlak kavramlarıyla sorunum var demek.
Filistinlilerin düzenli ordusu, hava kuvvetleri yok. Başvurabilecekleri yasal bir merci kalmadı. Dünyanın tüm devletleri aslen İsrail’i destekliyor. Zaman zaman BM Filistinlileri haklı bulup İsrail’i biraz azarlayacak olsa, Amerika bunu engelliyor. Filistin halkı birinci İntifada ile İsrail’i Oslo Barış Görüşmeleri’ne zorladığından bu yana, daha çok Filistinli katledildi, Filistin topraklarında daha çok Yahudi yerleşimi inşa edildi, Filistinliler daha çok ezildi.
Filistinlilerin attığı roketler de, yaptıkları başka her şey de, çaresizlikten, umutsuzluktan kaynaklanıyor. Roketleri 62 yıllık baskı, kamp hayatının sefaleti, barış umutlarının İsrail tarafından tekrar tekrar boşa çıkarılması doğurdu.
Artık yapacak başka hiçbir şeyi kalmayanlar atıyor roketleri.
“Şiddet”, insanları bu duruma düşürmenin adıdır. Özgürlük için çaresizce mücadele edenlerin yaptığına da “şiddet” deyip ikisini aynı göreceksek, o zaman “şiddet” kavramında bir sorun var demek.
İsrail devleti 1948’de kuruldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ana gövdesini oluşturan El Fetih örgütü ilk “şiddet” eylemini 1965 ocak ayında gerçekleştirdi. Bu iki tarih arasında, neredeyse yirmi yıl, dünyada “Filistin sorunu” diye bir şey yoktu.
O dönem boyunca Filistinlilere karşı şiddet uygulanıyor muydu? Bir insanı kendi toprağında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşatmak “şiddet” ise, evet, uygulanıyordu. Şiddet midir peki? Benim hiç kuşkum yok, şiddettir.
Peki, FKÖ şiddeti reddedip 1965’te o ilk bombayı patlatmasaydı ne olurdu? Filistinlilere uygulanan şiddet devam ederdi, dünyada bugün kimse Filistinlilerin adını bile duymamış olurdu.
Bu durumda, hiçbir felsefî tartışma beni o bombayı patlatanları eleştirmeye ikna edemez.
Ben Filistinlilerden söz ettim. Başka bir halk için benzer şeyler düşünenleriniz olursa, itiraz etmem.
Roni Margulies (Taraf, 10.09.2011)
yahu şu yukarıdaki yorumlara bk hele. demiş akp hukumeti açılım yapmış pkkliler gelmiş hala rahat durmuyorlar, diğeride yok paralı askerdir yok bdp topu topu 500 kişi buluyor yahu kesin bunu yazan ankaranın ötesinde oturup her gün ana akım medya tarafından beslenmektedir. bilmemek ayıp değil ama yalan ve iftiraya bulaşmak buyuk ayıptır. elinizin altın hz. google var ona sorun kendi tesbit ve iddalarınızın ne kadar gerçek dışı olduğunu görün. hem bu siteye girip yazıları okuyacan hemde dediğim dedik çaldığım düdük diyecen. algılarınızı nerde aldırdınız meraktayım.. sizi gidi fasolar..
“Durmadan “barış”tan söz eden karşı taraftaki devletsel kuruluşa ve taraftarlarına da söylenecek bir çift söz var. Gerçekten barış mı istiyorsunuz? O halde derhal silahları bırakın ve özerklik hakları için Kürt halkının inisiyatifini devreye sokun.”
Bu yorumun ozunde “Turk imtiyazina” dayanan, disardan ve tepeden bir yorum olduguna inaniyorum. Zileli’nin en son ne zaman Kurdistan’a gittigini, oradaki halk ile “devletsel olusumun” baglari hakkinda ne tur gozlemler yaptigini sormak istiyorum. Taban ile orgut ayrimini bu kadar net ve kesin yapabilmenize sebep nedir merak ediyorum. O baglar sizin dusundugunuzden daha sofistike ve komplike; yoksa bunca yildir mucadele yuruten halk da herhalde aptal degil bir yolunu bulurdu “ozyonetim” sekillerini degil mi? Siz acaba Turk solu olarak hangi ozyonetim deneyimini gerceklestirdiniz de kendinizi Kurt halkina recete yazmaya muktedir goruyorsunuz? Turk imtiyazindan kastim bu iste. Elestirdiginiz Turk devleti/etnisitesi ile ayni keseden dagitiyorsunuz.
Bir de soyle diyorsunuz “Silahı bırakın ve özerk örgütlenmeyi fiilen başlatın. O zaman büyük çoğunluk arkanızda olacak ve kolonyalist devlet çok zor duruma düşecektir.”
Size cok basit bir tarihsel hatirlatma yapayim ki o vagonuna atladiginiz “iki taraf da savasi biraksin” treninden inin: Tek tarafli ateskes deneyleri size ne ifade ediyor? Yillarin mucadelesi bunu da dusunmustur herhalde.
Size tavsiyem kendi icine gomuldugunuz Turklugunuzu biraz gozden gecirmeniz; bu sekilde disardan ve tepeden recete kesmek yerine Kurtlerin pozisyonundan (standpoint!) anlamaya yaklasirsiniz. Turk solu hicbir zaman ogrenemeyecek Kurtlerin nasil bir ugras icinde oldugunu. Ama bir de Turk solu cephesiyle cebellesmek durumunda kaliyor maalesef.
sivil mücadele yolu açık yalanını ancak casus gibi devletin masa görevlisi yapabilirdi neresi açık utanmaz adam cumhurbaşkanı bina intikam kana kan deyip seçilmiş vekilinin bile düşürüldüğü herşey olabilirsin ama kürt olamasın deyip zorla insanları türkleştirmenin ve sistem ve devlet hegemonyasının yalanıyla halkın gariban çocuklarını bilerek ölüme göndermeyi bile gizlemeye çalışıp yalanla çürümüş sistemi ayakta tutanların yalakalığını savunmakmı sivil mücadele hala terör örgütü diyorsunuz ne sandınız fransız bınot çetesinin 5 kişisimi? cenazesini 100 binlerin kaldırıp ölenin yerine binlercesi gönüllü olabilip 40 bin bedel ödeyen bir isyana terör örgütü dedikçe hiç anlamayıp halkı kandırmayın zorunlu iskan gizli raporları gibi devlet bunun terör örgütü olmayıp isyan olduğunu bilmezmi senin gibi masa görevlileri ile halkı kandırmaya devam edin
Mantiksiz saçmalamalar ve kendini magdur göstererek cinayetleri aklamaya çalismak beyhude. Teröristsiniz. Kimse kimsede suçluluk duygusu yaratmasin, nasil ki Kürt olmak suç degilse, Türk olmak da suç degildir. sen anadilini ögrenmek için kendin en ufak bir çaba göstermemissen devletin gelip sana kendi anadilini ögretmesini de bekleme. Adam kürdüm der, tek kelime Kürtçe bilmez, adam lazim der, tek kelime lazca bilmez. Ama ingilizce ögrenir, Almanca ögrenir, böylesine ne denir? Hiwa efendi merak etmesin, Hakkari’de bile çogunluk PKK’dan yana degil aslinda, baski, tehdit, santaj,korku ve terörle insanlar sindirilmis, totaliter, Pol-Potçu bir sistem kurulmus. Pol-Pot ne kadar Kamboçya halkinin destegini aldiysa, PKK da öyledir. Zaten Stalinizmin bu versiyonundan da baska bir sey beklemek ham hayaldir. Bir de har zaman igrenç hakaretler yagdirdiklari Roni’den kendilerine destek aramaktalar. Roni’nin mantigiyla dünyadaki tüm terör hareketlerini desteklemek gerek. Dünyadaki tüm askeri harcamalarin yarisindan fazlasini ABD yapmakta. Hatta baska bir deyisle dünyadaki tüm ülkelerin toplamindan daha fazla askeri harcama yapmakta ABD. Tabii, teknolojik üstünlük de cabasi. Bu durumda Tevrat’tan alinmis David ve Golyat hikayeleri de Roni’ye göre geçerli olmakta. Yani yeter ki ABD’ya karsi olsun, o halde tüm terörist hareketler mesrudur. Dua edelim ki El Kaide benzeri hareketler Roni’nin kapisina dayanmiyor. Ne diyecek? “Siz, terörist degilsiniz, hos geldiniz” mi? Samimi degil bu tavirlar. Türkiye’deki Kürt sorunu ile Israil ve Filistin sorununu karsilastirana tek bir soru sorulur: “sen Israil’i mi cici göstermeye, suçlarini hafiflestirmeye çalismaktasin?”. Kara, ak ve gri propagandayi anlayacak bir kamuoyuna sahibiz çok sükür. Bu numaralar bu topraklarda is yapmaz.
casus faşisti bu topraklarda neyin iş yapıp neyin yapmayacağını masandan salyanla söylemek için bu toprakları babanın çiftliği bellemenden olmasın faşist yalaka.kürt olmak suç değilse insanları cezaevine tıkıp öldürünceye kadar nutuk ve türk yapma işkencesi neden yapılmış.gizli zorunlu iskan ve kürt raporlarını neden açıklamazsın?uyduruk isimlere adına kitap yazıp aslında kürtçe yoktur kelimeleride türkçe,farsça ve arapçadır sözde bilimsel çalışma diye yalanları icad edip halkı kandırmaya çalışan kimdi senin ya türkleşirsiniz yada ermeniler gibi kökünüzü kazırız diyen ırkçı faşistlerden senin ve memuru olduğun amirlerinin farkı nedir madem terör örgütü dünyadaki en büyük terör örgütünün mevcudu kaçtır bini bulmaz bu örgütün 40 bin uğruna bedel ödeyeni var 1 milyon insanı hapsedilip yaralanıp bu örgüte bir şekilde ilişkilenmiş ne biçim terör bu ne biçim lastik?hala bu örgütün kürtlerin isyan örgütü olup kürtler istemediği sürece elindeki silahı kimsenin alamayacağını ne zaman öğreneceksin sağsak görürüz yok ettik ediyoruz dediğin örgüt yerel seçimde 350 belediye almasını engelleyemeyeceğini anlayan amirlerin masum gençlerin canı bahasına bilerek müzakereleri sonuçsuz bırakıp yeni askeri işbirliği ile yok edebilirim savaşı çıkardı amirlerin hayata dönüş gibi ilerde açığa çıkınca ne diyeceksin faşo casus yeter artık bu siteyi pisliğinle kokutma fenerlerine tokine ve amirlerine hizmeti başka yerde sürdür sana kemik atarlar
Maasallah iyi küfür ögrenmissin. Sana birsey söyleyeyim mi, vaktiyle Kürtlere senin dedigin fenaliklari yapanlar yine senin gibi, senin cibilliyetinden ïnsanlardi. Ne demek istedigimi sen iyi bilirsin.
14 numarali yorumcu, keske bu memlekette havlayip salyalar sacarak fasizm yapmak bu kadar kabul edilir bir sey olmasaydi da sen boyle bol keseden savuramasaydin. Allahin cahili.
Insanlari “havlamakla” niteleyerek asagiladigini zannetmektesin, bu da senin ne kadar ilkel bir yaratik oldugunu ortaya yeterince koymakta zaten , senin fasizm anlayisin da bu herhalde, ama ne oldugun, kim oldugun anlasilmakta, evet bu ülke böyle, sen hangi ülkeden söz etmektesin kuzum?
Ben diyorum Istanbul bogazi, sen diyosun yandi …..Aman ne kadar da esprituel ve hatta siyaseten dogrusun! Fasizme altin semer de giydirsen yine fasizmdir, alengirli uslup, riyakar siyaseten dogruculuk gizlemiyor iste! Evet fasistlerin agzindan salyalar cikiyor, her ulkede!
Katile katil demek,
Teröriste terörist demek,
Kanli ellere kanli eller demek,
Kuyruga kuyruk demek,
Tasarona tasaron demek,
Yanlisa yanlis demek,
Dogruya dogru demek,
Terbiyesize terbiyesiz demek,
Siyaseten dogruculuk ise de,
Fasizm bu degildir.
Faili meçhul cinayetler devlet politikasıydı
Emekli Koramiral Atilla Kıyat 1993-1997 yılları arasındaki faili meçhul suikastlerin emir komuta zinciri çerçevesinde devlet politkası olarak asker tarafından gerçekleştirildiğini belirterek “Dönemin generalleri hesap versin” dedi.
Emekli Koramiral Atilla Kıyat, katıldığı televizyon programında çarpıcı itirafta bulundu. Kıyat, 1993 ve 1997 yıllarında işlenen çok sayıda faili meçhul cinayetin devlet politikası olduğunu söyledi. Suikastlerin emir komuta zinciri çerçevesinde işlendiğini söyleyen Kıyat, “O dönemde kendilerine gelen emirde adı geçen kim varsa, görevli subaylar harekete geçiyor ve emirleri yerine getiriyordu” dedi.
CİNAYETLERDE ERGENEKON İMASI
Kıyat o dönemde görev yapan generallerin hesap vermesi gerektiğini söyledi. Kıyat bugün Ergenekon davasında sanık sandalyesinde oturan bazı askerleri de kasdederek, “Şimdi albay olan bu arkadaşlar o dönemin subaylarıydı. Bu emirleri yerine onlar getiriyordu” dedi. Kıyat, o dönemde işlenen tüm cinayetlerin devlet güdümlü olduğunu belirterek şunları söyledi; “Şimdi ben de diyorum ki, lütfen 94’ün, 95’in, 93’ün, 96’nın, 97’nin başbakanları, cumhurbaşkanları, genelkurmay başkanları, OHAL valileri…
NASIL RAHAT UYUYORSUNUZ
Yatağınızda nasıl rahat uyursunuz! Lütfen çıkıp açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için devlet politikası mıydı ve bu çocuklar devlet politikası mı uyguladılar? ‘Hayır böyle bir devlet politikası yok’ diyorsanız, söyleyin. Hayır söylemiyorlar. Ben o zaman devlet politikası olduğunu düşünüyorum. O zaman maalesef ülkeyi idare edenler, faili meçhullerin de terörizme önlem olarak gördüklerini düşünüyorum. Çünkü bir üsteğmen, ‘Ben Hasan’la Mehmet’i bir halledeyim de bu terörizmi bitireyim’ diyemez. Birileri emir verdi.”
O subaylar şimdi albay
Karanlık dönemdeki suikastleri ve cinayetleri askerin işlediğini belirten Kıyat “Bugün Ergenekon’da faili meçhul cinayetlerden dolayı suçlanan ve içeride olan kimseler vardır. Bu arkadaşlar o zaman (şimdi albay bunlar) üsteğmendi, yüzbaşıydı” dedi.
Çarkın: O Bebeği PKK Değil, Biz Öldürdük
İstanbul’daki Newroz kutlamalarına, kendi ifadesiyle “katil” olarak katılan Ayhan Çarkın, Türkiye’nin Kürtlerden özür dilemesi gerektiğini savunuyor. Güneydoğu’da korkunç şeyler yaşandığını söyleyen Çarkın, ‘PKK yaptı’ denilen pek çok katliamın provokasyon amacıyla kendileri tarafından yapıldığını itiraf etti.
Kamuoyunun Susurluk davası ile birlikte tanıdığı özel timci Ayhan Çarkın, bugün Radikal ve Günlük gazetelerine yaptığı açıklamalarda, Güneydoğu’ya 1986’da gönderilen ilk 320 kişilik ekip içinde yer aldığını anlatıyor.
Ayhan Çarkın, “Kürt halkına bok yedirdik, tırnaklarını söktük, dillerini yasakladık. Ancak Kürt halkı bizim onurumuz, omurgamız, gururumuz. Bir özür dilememiz lazım Kürtlerden… Şimdi her tarafta toplu mezarlar çıkıyor. İster gerilla, ister terörist. Bu toplu mezarlar bu ülkenin ayıbıdır” dedi.
Çarkın, kamuoyunda “bebek katili” başlıklı haberlerde sıklıkla gösterilen ve simge haline getirilen kurşunlanmış bebek fotoğrafının çekildiği Pınarcık Köyü katliamı başta olmak üzere pek çok katliamı PKK örgütünün değil JİTEM tarafından gerçekleştirildiğini de söylüyor.
iki gündür bütün tvlerde halkı kandırma yalanıyla hepsi devlet ve iktidar hegemonyasının önceden dikte edilmiş yalanını tekrar ediyorlar söylenenlerin hepsi yalan farklı ve doğruları duymak isteyen tv de gerçekleri ve bu çözmeyip ağır bedeller ödediğimiz sorun ve isyanın saklanmaya çalışılan yüzünü anlatmaya hazırım bu gerçekleri kimliği kürt olan birinin anlatması imkansızlaşmıştır işte kürt sorunu denilen tam da budur özgürce bildiğini ve düşündüğünü söyleyemeyecek ortam yaratıp kendi özgürlük ve isyan örgütüne bile insanlara istemeden terörist dedirtmeye çalışkmak bunun adı faşizmdir boynuzunu aramaya gerek varmı?boynuzlusu casus olmalı
Utanmadan AKP olmasa hiçbir zaman açiklanmayacak olan ve AKP’yi destekleyen medyanin yillardir yazip çizdigi seyleri örnek göstererek argümanlar uyduran, ve bu sekilde teröristleri, barisi, görüsmeyi redderek bilerek savasi seçenleri , barisçi siyaset yolu açikken bilerek kan döken PKK’yi kendini tatmin için destekleyenlere sunu sormak lazim: Kuyruk olmak için maoist mi olmak gerek, mazosist mi, yoksa ikisi de mi? PKK bal gibi teröristtir, basi sikisanlarin gerek PKK’li kürt sövenisti olsun, gerek tarihsel marksist kalintilar olsun bazilarinin baslari sikisinca kaçtiklari, ve kendi ortamlarinda bol bol yalakalik yaptiklari bati devletleri de PKK’yi terörist kabul ediyor . Kendinizi fazla PKK’ya baglamayin, PKK bitecek, gerçi siz zaten bitmissiniz, PKK bitmis, bitmemis size ne?
PKK’nin bildirisi, Firat Haber Ajansi’ndan:
GENÇLİĞE ÇAĞRI
Mücadele tarihimizde yaşanan tüm büyük şahadet halkaları yeni bir hamleye dönüşerek büyük gelişmelere yol açan direnişler olmuşlardır. Şimdi de Rüstemlerin, Çiçeklerin, Alişerlerin ve yurtsever gençlik önderi Bazların şahsında yaşanan yeni şahadetlerin zafer hamlesine dönüşmesi temel bir görev durumundadır. Bu değerlerimize sahip çıkmak, bu kahraman öncü militanların yoldaşı olmaya layık olmak, ancak ve ancak Apocu çizgide devrimci hamlenin yılmaz bir kadrosu olmak ve mücadeleyi başarıya taşırarak anılarını zaferde yaşatmakla mümkün olacaktır. Hareketimizin bütün komuta, kadro ve savaşçılarını, tüm değerli sempatizanlarını, mücadelenin her alanında kahraman şehitlerimizin anısını yaşatmaya, gerillada ve serhildanda mücadeleye tüm gücüyle katılmaya, Kürdistan gençliğini gerilla saflarına katılarak kahraman şehitlerimizin anılarına sahip çıkmaya çağırıyoruz”
Cevap: Bu cümleler sadece terörist olmayip ayni zamanda totaliter, militarist, nazilere ve stalincilere öykünen, hastalikli beyinlerin yönettigi insanlik disi bir örgüte ait olabir. Bu totaliter zihniyeti desteklemeyi kendine yakistiranlara “sevsinler sizi” diyorum, baska birsey de demiyorum.
PKK’nin ne kadar özgürlükçü bir örgüt olduğu tartışmasıyla konu saptırılmak isteniyor.. PKK dünyanın en totaliter, stalinist, hürriyetler karşıtı örgütü dahi olsa bu kürt halkının taleplerinin meşruiyetine halel getirmez. tc sınırıları içerisinde ağırlıklı olarak bütünleşik bir coğrafyada yaşamakta olan yaklaşık 15 milyon kürdün, bu bölgedeki komşuları türk, arap, fars ve benzeri halklarla eşit statü içerisinde, kardeşçe yaşama talebinde neden korkuluyor?
demokratik özerk kürdistan talebinin arkasında milyonlarca kürt var. devlet bu talebi görmezden geldiği müddetçe, adı bugün pkk yarın başka birşey de olsa silahlı savaş koşullarını ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır.
devletin tepesindekiler ne kadar esip gürlerse gürlesin.. tc ordusu hergün sınırda operasyona da çıksa, bu kafayla bu savaş bir otuz yıl daha sürecektir.. taa ki kafalar değişene kadar.
Kürtler ayrilmak mi, federasyon mu, özerklik mi, temel haklar mi , her neyse tüm taleplerini düz ovada siyaset yoluyla arayabilirler,bu varken kan akitmak neden? Lütfen demagoji yapmayalim,bu soruya cevap verelim. Tarihte ilk defa bir TC hükümeti bu konulari muhataplariyla görüstü ama ne kendileri ne ardicillari laikçi, sosyalizan, kemalist, radikal mihraklarin hiçbir zaman telaffuz dahi etmedigi isleri yapanlara karsi yine dönüp dolasi^iri, iri laflar edenlerin sonunda yine çözümsüzlüge gömülmeleri hiç de sasirtici degil. Dünyanin en milliyetçi , en sovan akimi Marksizm-Leninizmdir, bu akima uzaktan yakindan bulasanlar Stalinlerin , Maolarin, Miloseviçlerin; Pol-Potlarin tutumundan farkli bir tutum alamaz.
kürtler sizin tabirinizle 1980’lerden beri “düz ovada siyaset” yapmaktadılar. Ancak gerek parti kapatılmaları olsun, gerek sırf kendilerini parlamentodan uzak tutabilmek için avrupanın en yüksek seçim barajı yoluyla olsun, mevcut siyasi kanallardan sonuç alınabilmesi olanaksızdır. Kaldı ki, en iyi şartlarda dahi, azınlık ulus konumlarından ötürü tc parlamentosu içerisinde kürtlerin, türk şöven partilerine siyasi taleplerini kabul ettirebilme şansları zaten yoktur.
Örneğin yeni anayasa tartışmalarında hiçbir türk partisi kürtlerin anadilde eğitim ya da özerk demokratik kurumlarla kendi kendilerini idare etme taleplerini desteklememektedir. başbakan “tek dil tek devlet tek bayrak” diyerek, klasik kemalist asimilasyon siyasetine sahip çıktığını defalarca belirtmiştir.. Bu açıdan iktidar partisi ile chp ya da mhp arasında hiçbir fark yoktur.
Tabii ki tek basina parlamentodaki mücadele degildir barisçi mücadele. Zaten azinlik haklari hiçbir zaman çogunluk partilerinin oyu ile elde edilemez.Ama sorunlarin mutlaka terörle çözülmesi anlamina gelmez. Basbakan defalarca asimilisyon ve inkara karsi oldugunu da beyan etti. Zorlama yapmana gerek yok, Kemalistlere sempati duyabilirsin, ama bugünkü dönemin Kemalist dönemden farkli oldugunu da kabul etmelisin.
PKK’nin taleplerini destekleyen (bu taleplerin muglakligi ayri bir konudur) kürtler yogun sivil eylemler yapmis olsalar, bugün artik kendini dünyadan tecrit etme imkani olmayan TC , mutlaka bu taleplerin bir kismini kabul ederdi. Nitekim, Kemalistlerin ve solun tüm muhalefetine ragmen Habur açilimini ve PKK ile görüsmeleri AKP yapti. Bunlar Kemalistler ve milliyetçi sol için hayal dahi edilemeyecek inisyatiflerdi. Türk solu Tayyip’in tirnagi dahi olamaz.
PKK’nin taleplerini destekleyen kürtler, ister senin deyiminle “yoğun sivil eylemler” yaparlar ister sadece PKK’yi desteklemeye devam ederler.
Zaten ediyorlar ve talepleri karşılanıncaya kadar destekleyeceklerini sokaktaki çocuk dahi anladı..
Dolayısıyla boş konuşuyorsun…
Cinayetleri, terörü, kan dökülmesini bir türlü kinamamakta israr ediyorsun, bunun için her türlü lagalugaya basvuruyorsun, dilerim teröre kurban gitmezsin.
köpeklerin duası kabul olsa gökten kemik yağarmış. cinayet, terör ve kan dökülmesine karşı olduğumuz için otuz yıldır süren kirli savaşın nasıl bitirilebileceğini anlatıyoruz.
sen ise kürtlerin hala 1930’ların kafasıyla sürü gibi güdülebileceğini savunuyorsun ve böylelikle kirli savaşın uzamasına hizmet ediyorsun. senin yaptığın gibi her gün pkkye küfür de etseniz, her allahın günü bitirdik bitiriyoruz diye türk ulusuna gaz verseniz de artık zırva tevil götürmüyor..
40 bin cana maloldu hala akıllanılamadı. hala daha tek devlet tek millet tekerlemesi. anadilde eğitim ve yerinden yönetim gibi asgari demokratik standartları dahi kabul etmemek için bir 40 bin canı daha savaşa süreceksiniz.
“cinayet, terör ve kan dökülmesine karşı olduğun için otuz yıldır süren kirli savaşın nasıl bitirilebileceğini ” anlatmiyorsun, PKK’yi destekleyerek, onu koruyarak, onun bir terör örgütü oldugu gerçegini itinayla gizleyerek kirli savasi, eli kanli çeteleri, savas agalarini, her soydan ve her boydan fasist ve stalinisti destekliyorsun. Demokratik standartlari stalinciler mi belirleyecek? Barisçi mücadeleni ver, tutuklanirsan adli mücadeleni ver, gerekirse AIHM ‘ne kadar git. Demokrasi standartlariymis,peh, peh, peh… Dünyadaki demokratik ülkeler PKK’yi terörist, PKK’yi destekleyen senin gibileri de terörist destekçisi olarak degerlendiriyor, sakin senin demokrasi standartlarin “halk demokrasisi” standartlari olmasin? Mesela Kuzey Kore’deki, Cin’deki, Küba’daki gibi. Bir kere Stalinistlerin agzina bu demokrasi lafi hiç yakismamakta.
yanlış..demokrasi standardını şu bu devlet değil bizzat HALKIN kendisi belirler. zaten demokrasinin tanımı da budur. şimdi çok bayıldığın “dünyadaki demokratik ülkelerin” keyfiyle belirlenecek olsa senin partini ergenekoncular çoktan götürmüş olurdu. biraz prensip sahibi olup, dansöz gibi kıvırmayı bırakın.
ortada 4 ay önce yapılmış bir seçim var. Kürdistanda her 2 seçmeden biri Kürt hareketini destekliyor. diğer seçmen grubuysa zaten açılım sürecinde verilen sözlerin tutulacağı umuduyla akpye bel bağlıyor. bugün Kürdistanda oy kullanan tc memuru türklerden başka asimilasyon politikalarını destekleyen tek bir Kürt yoktur. türk şövenizmini terketmediğiniz için Kürt halkından destek bulamamakta ve kudurmaktasınız.
bütün bu kıyamet 20 ay sonra yapılacak yerel seçimde kürdistandaki tüm belediyeleri halkların kongre partisi alacağını anlayıp 100 belediyeyi 400 çıkarınca ceberrut sistemin mağdurlarında oluşacak bilinç sıçraması ile gerçek halk iktidarının görünür olacağını anlayan devlet iktidar egemenleri milli duyguları zirvede ırkçı savaşı sürdürerek iktidarlarını korumaya çalışmaktalar.bu gün akp-chp-mhp ve tüm devletçi sistem partileri bütünleşmiştir aslında aralarındada önemli bir fark yoktur masada görüşürken savaş çıkaran pkk terör örgütü diyerek gerçeği gizlemeye çalışmaktalar tayip açıkladı masada görüşen devlettir dedi neden görüşüyor çünkü pkk terör örgütünü bitirmek için devlet görüşür dedi bu bile casusun bahsettiği savaşı çıkaran pkk değil bizzat görüşmeleride kullanarak yeni ekürileri tsk yeni komutasından güç alarak pkk yı kökünden kazıma operasyonu geri tepti pkk kürt halkı olduğunu anlamayanlar pkk yı fransız bonot çetesi bayder maynof,kızıl tugaylar la karıştırdılar bunların toplamının militanı bini geçmez pkk 40 militanı ile bedel ödeyebilen 2 milyon elemanı bir şekilde cezaevine girip pkk li olmakla suçlanan 1 militanının cenazesini 50 bin kişinin kaldırırken eksilenin yerine binlercesi hazırız diyebilen örgüte terör örgütü demek boynuzlu faşistlerin işi olabilir bu seviyedeki kitleselleşmiş örgüte ancak kürtlerin isyan örgütü diyebiliriz bizimgibi kürt olmadığı halde sistemi gayri meşru görüp yapıp söylenenle yalan diyenlerinde sempatisini kazanan isyan örgütünü terör çeteleri i,le bir görenler bu işi hiç anlamayanlardır.devletin hazırladığı kürt gizli raporlarını ve rapor neticesinde alınan uygulama kararlarıyla kürtlerin zorunlu iskan kanunlarını incelemeyenler bu sorunu anlayamaz.bimediği konuda ahkam kesip sistemin masa memurluğunu yapanlar bu özgürlük sitesini pislikleriyle kokutmasın lütfen
bütün tv lerde pkk terör örgütü diye isyan örgütünü halka yanlış anlatıp sanki yok edilmesi mümkünmüş gibi gencecik yoksul çocukları zorunlu askerlik mecburiyetiyle bilerek ölüme göndermenin suçunu örtmeye çalışmakla insanlık suçu işleyip bilerek halkı kandırmak savaşı meşrulaştıracak ırkçı milli duygular edebiyatı milliyetçilik nefret suçu işleyip bdp ve kürtleri ezberletilip okullarda öğretilmiş kendileri gibi olmayanın düşman ve hain olduğu milli duyguları ile linç etme çabasını bizzat başbakan yapıyor salyalı faşistler bdp binalarına saldırıyor cumhur başkanı sadece milli duyguları zirvedeki ırkçıların cumhurbaşkanımıdır?kana kan intikam misliyle intikamı alınacak diyor bütün bunlar türklerle eşit ve özgür birlikte yaşamak isteyen kürtlerin birlikte yaşama duygu ve iradesinin tükenmesini sağlamak isteyen ırkçı devletçi proje değilde nedir?30 binlik andorayı bağımsız devlet yapabilen irade 40 milyonluk kürtlerin iradesi ve isyanını görmemesi bulgaristandaki birmilyon türkün ana dilini görebilenlerin milyonlarca kürtün dili ve iradesini yok sayması nasıl bir duygu köşesinde kendini özne görüp kürtlere akılverme edası ile üstten konuşabilen kim olursa olsun vesayetçi mühendislik projesinin 80 yıllık ceberrut faşizminden ne farkı var madem eşitlik istiyorsunuz türk ve diğerleri için istediğiniz ve kendinizde hak gördüğünüzü kürtlerinde kullanmasına gelince neden ırkçılık yaparsınız neymiş kürtler herşey olabiliyormuş külahıma anlat kürtler öncelikle kürt olmak istiyor onu bile olamazsın diyor devlet ve iktidar egemenleri
PKK’nin Kürt oyu yüzde 26’dir. Demokrasi standartlari iddiasini ortaya atan da sen . Kivirtan da bu durumda sen olmaktasin. Bati ülkelerindeki sistemin senin kafandaki sistemden daha iyi oldugu da çok açik. Zaten senin kafandakilerin destekledigi sistemlerin pislikleri iyice açiga çikti artik. Demokrasi standartlari C4’le, mayinla, roketatarla degil sivil, barisçi yöntemlerle belirlenir. Bu arada kendisi kürt olmadigi halde her nedense (????) Papa’dan fazla katolik olanlarin samimiyetinden de kusku duymaktayim. Ya hastalikli bir ruh hali var ortada, ya da baska amaçlar.
akp ve devletin masa memuru casus efendi kürtlerin %43 ü son seçimde bağımsız adaylara oy verdiğini kondanın ve diğerlerinin araştırmasından öğrenebilirsin.kendim kürt olmadığım halde kürtlerin yaşadıklarını anlayıp bdp üyesi olamazmıyım?yinede kürtlerin yerine karar veren olamıyacağımı bilerek vesayetçi yukardan mühendislik yapıp kürtlerin yerinede en iyisini ben bilirimi kimin dediğini amirlerin iyi bilir?pkk nin terör örgütümü isyan örgütümü olduğunu sanamı soracağız hiç aklına kürtlere sormak geliyormu?senin ve akp nin kürt projesi ile demokratik özerkliği kürtlerin referandumuna sorsak sence ne olur bence %90 kürtler demokratik özerkliği onaylar neden %50 akp ye oy verdiği iktidar olma ihtimalinden olabilirmi?halkalrın demokratik kongre partisinin artık bir seçenek olması ve geleceğin sistem mağdurlarının iktidarını görünür yapmasının yarattığı bilinç sıçramasıyla ilk yerel seçimde kürtlerin %90 nının oyuyla 400 belediye ve bütün türkiyenin toplumsal muhalefenin yaratacağı siyasi ortamı anlayan amirlerin senin gibi casus ve işbirlikçilerini bu gibi sitelerde görevlendirmiştir bu özgürlükçü siteyi kirletip kokuttuğun için yeterince görevini yapmış sayabilirsin en çok korktuğun gerçekleşiyor kürt olmayanlarında diğer sistem mağdurları gibi kürtlerle birlikte işyapmayı öğrenip kendileri olup kendilerini yönetmesini becermesinden ödün patlıyor haklısın amirlerin ve senin gibilerine ihtiyaç olmadığı anlaşılıyor
Yüzde 43’ü bazi illerdeki Kürtleri Kürt saymazsan görüyorsun ancak BDP’nin oyunu 43’e böl ve 100’le çarp o zaman o kadar mi Kürt seçmen var Türkiye’de? Sadece BDP degil tüm bagimsizlar 2.800.000 oy aldi, bölü 43, çarpi 100, esittir 6 buçuk milyon. Demek ki sana göretoplam 42 milyon oydan sadece 6 buçuk milyonu kürt oyu. Yani yüzde 15 mi? Cevap ver. Bu bir.
Ikincisi, atmak kolay, ilk seçimde yüzde BDP Kürtlerde yüzde90 olacakmis, bence de yüzde 15’e düsecek, haydi bakalim, sen ve senin cibilliyetinde olanlar bugüne dek hiçbir seçimidogru tahmin edemedi ki sen de dogru tahmin yapabilesin.
Kendi basina birsey yapamayip herseyi ordudan bekleyen Atatürkçü’ler var ya, sen de iste kendi basina birsey yapamayip herseyi Kürt milliyetçilerinden bekleyen bir firsatçisin, özgürlükçü degil, özgür lüpçüsün.
( sdyeniyol.org )
“Vietnam Sendromu” ve Kürt Sorunu – Foti Benlisoy
Vietnam Savaşı’na (ya da Vietnamlıların tabiriyle Amerikan Savaşı’na) karşı yürütülen muhalefetin, 20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş bir savaş karşıtı mücadele olduğuna herhalde kimsenin itirazı olamaz. Tam da bu nedenle ve teşbihte hata olmaz deyişine sığınarak, Vietnam Savaşı sırasında gelişen savaş karşıtı hareketle başka siyasal ve tarihsel bağlamlarda gündeme gelen ya da gelebilecek barış hareketleri arasında mukayeselere girişmenin pekâlâ faydaları olabilir. Dolayısıyla bu kısa yazı, Türkiye’de on yıllardır süren ve muhtemelen yeni bir evresine girdiğimiz savaş karşısında geliştirmekle yükümlü olduğumuz barış hareketini Vietnam örneğiyle birlikte ele almaya, tartışmaya çalışıyor. ABD’de Vietnam Savaşı’nı engellemeye dönük toplumsal muhalefet ve mücadelelerin yarattığı siyasal etki, yani savaş sonrasında Amerikan toplumunun yeni askeri emperyal maceralara karşı duyduğu çekince, genelde “Vietnam sendromu” başlığı altında tarif ediliyor. Vietnam sendromu bu anlamda, Amerikan devletinin bir savaş yürütebilme kabiliyetinin zayıflaması, toplumsal direniş ve muhalefet karşısında akamete uğraması olarak da tanımlanabilir. Vietnam’la oluşan toplumsal tepkinin savaş aygıtını paralize ettiği Vietnam sendromu örneğini ele almak, savaş karşıtı hareketin günümüzde oynayabileceği rol bakımından önem taşıyor.
ABD’nin Vietnam savaşındaki yenilgisi ve bu yenilginin yol açtığı “sendrom”, birbirini tamamlayan üç faktörün etkisiyle meydana gelmişti. Bunlar, Vietnam’daki silahlı direniş, hem Amerika’da hem de dünyanın belli başlı çoğu ülkesinde savaşa karşı oluşan toplumsal muhalefet ve bizzat Amerikan ordusu içerisindeki huzursuzluk ya da sessiz direnişti. Bu üç etmenin bileşimi, ABD savaş aygıtını işlemez kılmakta başarılı olmuştu. İşte Vietnam sendromu da, daha çok bu son iki etmeni ifade eden bir kavram. Bu anlamda “Vietnam sendromu”, ABD askeri gücünü 1973’ten 1989 Panama müdahalesine kadar neredeyse 15 yıl paralize eden belki de en önemli faktördü. Uzun süreli bir emperyal askeri maceranın ABD toplumunda yaratacağı huzursuzluk, açığa çıkarabileceği toplumsal muhalefet ve dünyada da bir hegemon güç olarak ABD’nin meşruiyetini sarsma ihtimali, Amerika’nın askeri müdahale gücünü önemli ölçüde kısmaktaydı. 1989’da Noriega rejimine karşı gerçekleşen Panama müdahalesi ve özellikle de 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile birlikte ABD, Vietnam sendromunun üstesinden geldiği, savaş karşıtı tepki ve muhalefeti paralize edebildiği yeni bir emperyal yayılma devresine girdi. Bundan sonra, 11 Eylül sonrasında tavan yapacak yeni Amerikan müdahaleciliği devrinin, yeni emperyal/militarist hamlenin hikâyesini hepimiz biliyoruz…
Türkiye’ye dönelim. Türkiye’de fasılalarla yıllardır sürmekte olan savaş karşısında etkili, toplum nezdinde görünür, kitlesel bir barış hareketinin yaratamamış oluşumuz savaş aygıtını işleyemez hale getirecek, onun toplumsal meşruiyetini zayıflatabilecek bir “Vietnam sendromunun” oluşma ihtimalini zayıflatıyor. Oysa ülkede son zamanlarda bilhassa asker cenazelerinde giderek daha sık bir biçimde belli belirsiz ifade edilen kimi tepkilerin ortaya koyduğu üzere, siyasal dilini henüz bulamamış bir “savaş yorgunluğu” halet-i ruhiyesinin mevcut olduğu pekâlâ söylenebilir. Savaşın anlamsızca uzayıp gitmesinin yarattığı acılar, aslında geniş bir barış hareketinin inşa edilebilmesinin imkânlarının varolduğunu ortaya koyuyor. Oysa milliyetçi hezeyan karşısında toplumsal bir bariyer oluşturacak, Kürtlerin meşru taleplerini “Batı” kamuoyu nezdinde önce anlaşılır, sonra da sahiplenilir kılabilecek ve savaşın bitmesi, silahların susması için basınç oluşturacak bir savaş karşıtı hareketin eksikliği, Kürt meselesinin tabir caizse “sünmesinde” ve savaş halinin devamında belirleyici oluyor. Savaş tercihinin siyasal anlamda “maliyeti ağır” bir seçenek haline gelmesi, ancak birleşik (yani farklı politik kaygılardan hareket etseler de barışa dönük acil-yakıcı-somut birkaç talep etrafında ortaklaşabilecek kesimleri seferber edebilecek) bir barış hareketinin yaratılmasıyla mümkün. Dostlar alışverişte görsün kabilinden arada bir gerçekleştirilen ve herkesin kendi bayrağını sallamayı ve kendi sloganlarını atmayı görev bildiği eylemler değil, belli bir sürekliliği olan, üzerinde uzlaşılabilecek birkaç taleplik bir hattı ortaya koyan bir kampanyalar bütününe, barış eksenli bir birleşik eylem zeminine ihtiyaç var.
Savaş karşıtı hareket, çoğu kez sanıldığı gibi protesto gösterileri ve kampanyalardan, sivil itaatsizlik eylemlerinden ibaret değil. Hareket savaştan doğrudan doğruya etkilenenleri yani askerleri, asker adaylarını ve asker ailelerini içerebildikçe toplumsallaşır, derinleşir. Bu hususta da Vietnam örneğine geri dönmekte fayda var. Bu dönemde cephedeki askerlerin kolektif ve daha sessiz, “gündelik” direniş yöntemleri, Vietnam’da Amerikan savaş aygıtını yavaşlatan ve etkisiz bırakan önemli bir faktördü. Ordu içindeki radikalizm, Vietnam sendromunun önemli bir bileşeniydi. Vietnam Savaşı sırasında ordunun motivasyonunun kaybolması, savaşın gayrimeşruluğuna dair görüşlerin askerler arasında yaygınlaşması, ordu içerisindeki disiplini önemli ölçüde bozan bir etken olmuştu. Asker ailelerinin ve Vietnam gazilerinin yarattığı savaş karşıtı örgütlenmeler de savaşın askerlere sahip çıkma üzerinden savunulan meşruiyetinin sarsılmasında ciddi etkisi olmuştu (Doğumgünü 4 Temmuz filmini hatırlayalım). Madalyalarını savaşın manasızlığını ifade etmek için atan ya da iade eden sakat kalmış eski askerler görüntüsü, barış mücadelesinin belki de en etkileyici yönüydü.
Benzer bir durum son Irak Savaşı sırasında da gündeme gelmiş, Iraq Veterans Against the War yahut Veterans for Peace gibi örgütlenmeler barış hareketinde bir hayli aktif konum almıştı. Asker ailelerinin muhalefetiyse (Cindy Sheehan figürü hatırlardadır) savaşın meşruiyetini sorgulamada oldukça etkili olmuştu. Mesela Britanya’da Military Families Against the War ya da ABD’deki Military Families Speak Out gibi asker aileleri örgütlenmelerinin hedefi, Irak’taki savaşın gerçek nedenleri hakkında kamusal bir soruşturma açılması ve askerlerin ölmesinin ya da yaralanmasının sorumlularının açığa çıkarılmasıydı.
Türkiye’de geniş katılımlı bir savaş karşıtı hareketin önemli bir bileşeni olabilecek ve savaşın insan kaynaklarının kurutulmasında etkili böylesi örgütlenmelere sahip değiliz. Aslında, yukarıda da değinildiği üzere, hele hele son zamanlarda, savaşın sürmesine tepkilerini bir biçimde ifade etmeye çalışan, yakınlarının ölümünü milliyetçi kalıplarla açıklamakla yetinmeyen, yetinmek istemeyen insanların tepkilerine şahit olduk, oluyoruz. Alttan alta genç insanların bu savaşta neden kaybedildiğine dair bir hayıflanma, hatta sorgulama yayılıyor. Kayıplar ya da askerlik süresince erlerin uğradığı kötü muamele daha fazla sorgulanıyor, eleştiriliyor. Genelkurmay tam da bu gizli, henüz açığa çıkmamış, daha kendi dilini bulamamış “muhalefetle” karşı karşıya geldiği için “bölgede” giderek daha fazla profesyonel kuvvetlerle iş görmeyi amaçlıyor. Tam da bu sessiz, bu dilsiz ve gizli “muhalefeti” açığa çıkarmak, kışkırtmak, ona siyasal bir dil vermek gerekiyor.
Savaş aygıtını işlemez kılmanın yolu yerli bir Vietnam sendromu yaratabilmekten geçiyor. Bunun için de Batı bölgelerinde geniş toplumsal kesimleri seferber edebilecek, uzayıp giden savaşın yarattığı yorgunluk ve huzursuzluğa siyasal ifade kanalları oluşturmak gerekiyor. “Sen ben bizim oğlan/kız” solculardan ibaret olmayacak, anlaşılır ve makul bir talepler zemininde daha geniş kesimleri harekete geçirebilecek kapsayıcı bir barış hareketi acil bir ihtiyaç. Barışın bizim de meselemiz olduğu, barışın ancak solun birleşik bir savaş karşıtı muhalefet kışkırtabilmesi ve inşa edebilmesiyle gerçek bir seçenek haline gelebileceğini unutmamalıyız. Aslında söylemeye gerek olmamalı ama barış, ara sıra gündeme gelen “açılımlara”, egemenlerin kaprislerine, hele hele devlet aklına bırakılamayacak kadar ciddi bir iş.
bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.
lüpçü kim oluyormuş milli dıyguları zirve yapıp kaos ortamında gündemden kaçırarak deniz feneri lüpçüleri salan amirlerin olmasın dün çocuğunu okutamayıp bu gün dünyanın trilyonerleri arasına iktidar sayesinde girenlermi lüpçü yoksa sistemin yok etmek için ekonomik siyasi her tür operasyonuna uğrayan benimgibilermi lüpçü özgürlükçüyü lüpçü yapabilme tam sana yakışan tarz olmalı haklısın sizde filim bitmez zo diyenleri bitirip şimdi lo diyenleri bitirmeye çalışıp sakalı nurettin paşanın bu günkü versiyonlarında filim bitmez anlamadığınız sistem mağduru halklarda bitmez çok yakında zalimlerin bitişinde ekürilerinle sende bitersinde bizde sitedeki pis kokundan kurtuluruz
PKK’nin da, solu da cibilliyeti kemalizmdir. PKK isledigi cinayetleri sehvetle , ballandira ballanira anlatirken, Kemalist solcular da Van’daki depremi “PKK belasini buldu” seklinde degerlendirip dünya sol hareketinin rezilliklerine yeni bir sayfa eklediler. Milliyetçilik solun isi. Bizim için millet, milliyet mevcut degildir, hepimiz insaniz, hepimiz canliyiz. Bir kemalist bizim için Türk de olsa, Kürt de olsa Kemalisttir.
yazılan yazıyı okudum yorumlarında cogunu okudum.. Dün van’da olan depremden sonra ınsanların tepkılerıne baktım sevınen bıle vardı neden orda kürt popilasyonu fazla diye … Ondan once yapılan cirkin saldırıda şehit düşen 24 askerımız sonra daglarda pkk terör örgütü mensubu arayıp vuran özel timlerimiz vurduklarının ıcınde belkı surıye kurdudde var belkı ıran kurdude var ama sonucunda ölen gene ınsanlar … artık biz kanla beslenıyoruz ölüm var ama hangı taraftan ne kadar cok olursa obur taraf daha cok sevınıyor… Terorıstlerın besele karakoluna yaptıkları saldırıyı vıdeoya cektıklerı ve youtube rojtv yayınlandıgını bılıyorsunuzdur. o kadar mutlularkı o karakola ates ederken ordakı kendı ırkından olan kadeslerı bıle acımadan ırkcılık yapan sözde hak koruyucuları ben kürt degılım ama ıyıkıde degılım bunu soyleme sebebım ıse benım haklarımı vıcdansız merhametsız ahlaksız beyınlerın korumamasıdır.bu vatan hepımızın dılıde rengıde bır … bırgun gelcek butun kotulere ragmen bız kardes gıbı yasamaya devam edecegız bgune kadar nasıl yasadıysak …
Türkiye 2 gündür ‘şehit’ haberleriyle meşgulken hükümet fırsattan istifade neler yaptı biliyor musunuz?
Ölümlerden rant bu olsa gerek !
…
1- Deniz Fenerindeki tüm tutuklular sessizce serbet bırakıldı.
2- Tüm Hizbullah tutukluları serbest artık. Hepsini bıraktılar.
3- Kredi faizlerini son 5 yılın en üst seviyesine çektiler.
4- Memura yapılan mesai zammı 10 kuruşa çekildi.
5- Öğrenci harçlarına yapılan zam son 10 yılın en yüksek seviyesiyle yasalaştı.
6- Tam 7 kalem eşyaya yüzde 14 – 17 arasında zam yapıldı.
7- Kaddafi’nin yakalanıp linç edilmesinden dolayı Libyalı muhaliflere daha önce gönderdikleri 300 milyon doların yanında 80 milyon dolar daha yardım gönderildi.
8- Deniz Fenerinin eski savcılarına (tutuklamaları yapan) soruşturma açılması netleştirildi.
Her iki toplumda da siyasi kurumları (PKK, Devlet ve diğer siyasi partiler…) değerlendirme dışı bırakarak, Kürdler ile Türkler arasındaki farklılığa bakarak kimin barıştan yana olduğunu görmek zor değil. Hiçbir toplum tamamen homojen olmadığı için bütün toplum için geçerli olan bir yargıda bulunmak gerçekçi olmaz. Ama her toplumda çoğunluğu etkileyen ve genel olarak egemen olan bazı özellikler söz konusudur.
İstisna da olsa toplum(lar)da farklı olanları dikkate alarak mutlak bir yargıya varmadan, genel eğilim/anlayış olarak, savaş-barış özelinde Kürdler ile Türklerin tutumuna bakarak kimin çözümden, kimin çözümsüzlükten yana olduğunu görmek olanaklıdır.
Dikkat edilirse bir gerilla hayatını kaybettiğinde Kürd annelerden şimdiye dek en çok duyduğumuz söz, ‘benim evim yandı başkasının yanmasın, yeter artık insanlar ölmesin, artık barış gelsin’ gibi acıyı yansıtan ama başkalarına düşmanlık beslemeyen söylemlerdir. Üstelik bu yapıcı söylemde asker için başka bir sıfatta kullanılmaz; işgalci, paralı asker, cellat gibi…
Asker hayatını kaybettiğinde ise Türk annelerden en çok duyulan söz, ‘oğlumun intikamını alın, kanı yerde kalmasın, köklerini kazıyın’ gibi intikamcı söylemlerdir. İstelik gerilla ismi anılmaz ve “terörist”, “hain” gibi yine kin besleyen sıfatlar kullanılır. Bu intikamcı söylem sadece asker anneleriyle sınırlı olsa, bir şekilde anlaşılabilir ama devletin en yetkili insanlarından tutun, yazar-çizer takımı, hatta haberleri sunan spikerler bile bu intikamcı söylemlerden geri kalmıyorlar.
Bir toplumda (üstelik ezen ulusa mensup) intikam, kin ve savaş isteği bu kadar yaygınsa, bunun temel nedeni yüz yıllık bir faşizm pompalanmasıdır kuşkusuz. Bu nedenle, eleştiri konusu olan çocuğunu kaybeden annelerin tepkisi değil, devletin bu sistemli faşizan anlayışıdır.
Şırnak’ta hayatını kaybeden bir gerillanın cenaze töreninde, babası tarafından yapılan konuşma, Kürdlerin bu konudaki yapıcı tutumunu bir kez daha gösterdi.
Hayatını kaybeden Emrah Bayer adlı gerillanın cenaze töreninde babası, “Ölen asker de, PKK’lı da benim oğlum. Artık yeter, barış olsun” dedi.
Bu haberi veren devletçi basın, acılı babanın yapıcı, duyarlı ve barışçıl tutumunu ön plana çıkarması gerekirken, baba Rıfat Bayer için, “teröristin babası” sıfatını kullandı. En ağır acıyı yaşayan baba duyarlılık gösterirken, Türk basını böyle bir anda bile kinci bir yaklaşım gösterebiliyor.
Teorik olarak ikna edilemeyecek kadar birikimli(!) olan, kendilerini entelektüel(!) olarak pazarlayan ve “her türlü milliyetçiliğe karşıyım” diyen “Ümmetçi” ve “sosyalist” insanlar, Kürd ve Türk annelerinin farklı, karşıt tepkilerine bakarak ezilen ulusun milliyetçiliği ile ezen ulusun milliyetçiliği arasındaki farkı belki görebilirler. Birinin yapıcı ve özgürleştirici, diğerininse faşizm olduğunu bilmek için teorisyen olmak gerekmiyor; sadece gerçekliğe bakıp görmek ve algılamak yeterlidir…
http://www.nasname.com/tr/9928.html
Bunlara da inanan varsa
anonim in savaşı kimin istediğini açıklayan son yorumu harika ancak bu şekilde anlatılabilirdi kimin ne istediği ortada iken bu sitede hala yorumlarında kürtlerin isyan ve özgürlük örgütüne terör örgütü diyebilip milliyetçilik solun işi diyebilip bizim i,çin millet ve milliyet yok diyebilen casus amiri akp ve tayibin tek milletini unutmuş galiba yada öz eleştiri verip akp lilikten vazmı geçti anlamadım %43 kürdistandaki kürtlerin oyunu bağımsızlar aldı demiştim onu bile anlamayan faşistin hala cibilliyet kelimesini yorumunda kullanması sözlü şiddet olmuyormu?cibiliyetimi göstermeye casusa hazırım nasıl göreceğini merak ettim?
savaşı kimin istediğini açıklayan anonimin yorumundan hareketle kimin terör örgütü olduğunuda anlayabiliriz.karakol basan pkk teslim olanları öldürmeyip esir aldığını bildiyoruz bu esirlere kötü muamele ve infaz örneğini bilenimiz varmı?devletin teslim olanı bile öldürdüğünün hatta cezaevinde bile işkencede öldürdüğünün binlerce örneği yokmu?devletin öldürülen militanların cesedinden neler yapan polis ve askerine mükafat mı veriyor yoksa cezamı veriyor?elindeki esiri hiçbir karşılık beklemeden ailesinin isteği ile teslim edebilenmi terörist sudan sebeple sırf kürt olduğu için işkence ve yargısız infaz yapan devletmi terörist?her milli duyguların zirve döneminde kürtlerin partisinden işyerine yapılan saldırıları ve linçleri devlet engelliyormu teşvikmi ediyor?pkk lilere yapılan infaz ve toplu operasyondan sonra kürdistanda hiçmi türk yaşamıyor neden birinin işyeri yada kendisini linç olayı yaşanmaz?binlerce türk kürdistanda kürtlerin çoğunluk olduğu kentlerde işyeri yokmu var terörist ve ırkçı olan ne yapar onları linç eder bu örnekler bile kimin terör örgütü kimin isyan ve özgürlük örgütü olduğunu açıklamazmı?yapılanlar terörle mücadele diye halkı kandıranlara alet olmak değilmi?yolcu uçağı değilde savaş uçağı kullanılan bir mücadele savaş değilde nedir?bunları objektif olarak bildiği halde söyleyemeyip haykıramıyanlar savaşı isteyeni ve terör örgütü devleti ve ırkçılığı dolaylı olarak onaylayan durumuna düşmezmi gece rahat uyuyabilirmi?vijdanı sızlayıp aynaya bakabilirmi?
linç hareketlerini senin cibilliyetin olan Türk kemalist solu örgütlüyor. Türk anasi/kürt anasi ayrimi ise kelimenin tam anlamiyla igrenç. Barisçi yoldan hak aramak imkani varken kan dökenleri israrla savunanlarda ne vijdan, ne tutarlilik, ne de vakar aranmaz. Silaha tapmanin bir biçimidir bu , fallokrasi.
csaus ben kemalist değilim kemalistler güneş dil teorisiyle herkesin türk olduğunu söylerler itiraz edenide zorla işkence ile nutuk ezberletip türk yapmaya çalışanlardı senin onlardan farkın varmı? asıl kutsala soslanmış neo-kemalizmi savunan sen ve amirlerindir tekrar ikaz ediyorum insanların cibiliyetini merak edenlere ne dendiğini bilmen lazım benim cibilliyetimi en az benim kadar bilirsin çünkü sen faşist devletin faşist memurusun her bildgi elinin altındadır işine geleni açıklar işine gelmeyeni saklarsın.cibilliyetimi sana göstermeye hazırım yiyorsa görmeye cesaretin olur bir daha cibilliyet gibi kelimelerle hakaret edersen ağzına biber sürerim
hepimiz biliriz yaşadığımız yerlerdede bdp ve kürtlere linç girişimleri oluyor amirlerin hedef gösterip kana kan intikam kökünü kazıyacağız dedikçe ulusalcı ve ırkçı faşistlerle senin gibiler bu linçleri yapıyor kemalist ülkücü faşist akp faşistleri hepiniz birlikte aynı şeyleri yapıyorsunuz yukardaki açıklamalardan sonra kimin savaş isteyip kimin terör örgütü olduğu kimin ırkçı olduğu açığa çıktıktan sonra hangi yüzle yorum yapabiliyorsun.sayın zileli son yorumlardan sonra savaş isteyip terör örgütü terör devleti ve ırkçıların kimler olduğu hakkında bir yorum yapabilirse yartışmaya katkı olup kilidin çözülmesiyle hepimizin yararlanacağı yorum olabilir
Yine kendi gücüne güvenmeyip yardim istiyorsun, iste senin cibilliyetin bu, yoksa bu kelimede baska bir anlam yok, sen bir kere siddeti, terörü elestir, PKK’dan silah birakmasini iste daha sonra konus, günes dil teorisi ile Apo’nun kürtlerle ilgili teorileri arasinda bir fark var mi? Ayni milliyetçilik iki kesimde de mevcut.
isminide saklar oldun casus ekselanslarına yaptığın hizmetlerin bu gibi sitelerde hoş karşılanmadığı gerçeğinden olmasın.sana hak veren yorum okuyamadık tam tersine faşistliğinden cevaba gerek görmeyenleri okuduk birde aşırı saşmalıklarına dayanamayıp cevapları okuduk.özgürlükçünün kimseye ihtiyacı yok kendini gerçekleştirmesini bilecek seviyede olduğunu anlaman lazım pkk den silah bırakmasını isteme hakkı o silahı eline veren kürt halkının hakkı olduğunu benimgibi bir lazın bunu istese bile akıl veren bir dille söyleme hakkım olmayacağını bilirim hani her halk kendi kararını verebilecek özgürlüğü kullanmalıydı.ama vergisini verip benim paramla vatandaşını imha etme kirli savaşı sürdüren devlete savaşı durdur deme hakkı kendimde buluyorum hata bende olmalı bunları anlayacak seviyede zihnindeki karakollardan kurtulamayıp özgürleşemediğini düşünememişim milli duyguları statlara kadar taşıyıp ekranlarda işlenen nefret suçları ile ırkçılığ hiç sesin çıkmadı ekselansların lüpleri kesmesinden korktuğundanmı olup biteni göremedin yoksa işine gelip onayladığın faşoluğundanmı?
Iyi bak Gün abine, seni de yanina aldiracak.
-Senin adın ne?
-Kemal PİR!…
-Ha şu meşhur Kemal Pir, dedikleri sensin haa…
-Pek o kadar da meşhur değilim.
-Senin ne işin var bu bölücü koministlerin arasında? Nerelisin aslen?
-Gümüşhane’liyim. Bunlar yıllardır birlikte mücadele ettiğim yoldaşlarımdır. Bölücü-komünist, diyorsunuz onlar için. Onlar bölücü değil, birleştiricidirler. Komünistliklerine de say-gım var. Zaten ben de bir enternasyonalist olduğum için onlarla beraberim. Kürdistan’lı yoldaşlarımdan gayet memnunum. Hiç bir zaman da Türk halkına karşı kinlerini, nefretlerini görme-dim. Ama size karşı ben bile öfkeliyim.
-Demek Türklüğünü gizlemiyorsun? Buna rağmen bile bu bölücülerle birlikte misin?
-Türk olduğumu inkar etmiyorum ama Türk’lük sizin gibi olmaksa; bundan utanç duyarım.
-Senin adın ne?
-Kemal PİR!…
-Ha şu meşhur Kemal Pir, dedikleri sensin haa…
-Pek o kadar da meşhur değilim.
-Senin ne işin var bu bölücü koministlerin arasında? Nerelisin aslen?
-Gümüşhane’liyim. Bunlar yıllardır birlikte mücadele ettiğim yoldaşlarımdır. Bölücü-komünist, diyorsunuz onlar için. Onlar bölücü değil, birleştiricidirler. Komünistliklerine de say-gım var. Zaten ben de bir enternasyonalist olduğum için onlarla beraberim. Kürdistan’lı yoldaşlarımdan gayet memnunum. Hiç bir zaman da Türk halkına karşı kinlerini, nefretlerini görme-dim. Ama size karşı ben bile öfkeliyim.
-Demek Türklüğünü gizlemiyorsun? Buna rağmen bile bu bölücülerle birlikte misin?
-Türk olduğumu inkar etmiyorum ama Türk’lük sizin gibi olmaksa; bundan utanç duyarım.
Abdullah öcalan.
kimin yanında olduğumu merak ettiğine göre önce kimin yanında olmadığımdan başlayayım her türden diktatörlük ve faşizmin karşısında olduğum gibi doğal olarak kemalist faşist dikta gibi amirin akp dikta sınında karşısındayım gençken savunduğum proleterya diktatörlüğününde bu gün karşısında olup ‘ne tanrı ne efendi’geleneğinin emma goldmandan ,berkmana,kropotkinden,bakününe,viva anarşia diyebilen her türden oterite ve devletin yerine özgür insanların dğerleriyle özgür ilişkisiyle kendini gerçekleştirmesini savunuyorum bu düşüncedekiler senin gibi kafasını kuma gömüp yapılan zalimlikleri ve bu zalimliklere karşı özgürlük ve isyanı korkmadan bütün samimiyeti ile açıklayabilecek evrensel insani değerlerde ahlaklı ve etik olmaya çalışanlarız ve sandığındanda çoğuz kürt olmadığımız halde böyle düşünüp yerimizi netleştirmemize hayret etmeni anlıyabiliyorum işte bu bile ne doğru iş yaptığımızın kanıtı olup ödünü kopardı sinkafa başlayıp cibilliyet araştırması gereği duydun faşo
sen herkesten yana olabilirsin de , bir tek anarsist olamazsin, Pol-Pot benzeri Stalinist PKK’yi destekleyenlerin anarsiyle isi ne? Gerçi sen bu kadar ince(aslinda kalin) noktalari anlayacak kadar evalüe olmamissin ama sana kendini tatmin için AKP’ye, Islam’a, Türkiye halklarina kim vuruyorsa onu desteklemek yeter. Bu güç dün TSK idi, bugün PKK, yarin baska sey olur, sen bulursun bir abi.
lüpçülük nasıl gidiyor casus bayağı ilerletmişssınız sizden öncekileri aratmayacak seviyede lüplemeyi öğrendiniz deprem vergisi diye eski parayla 40 trilyon toplayıp olan depremde lüplendiği için aklınıza gelemediğindenmi yardımadan önce toplanan deprem vergisini devreye neden sokmadınız sorusuna taze vekil meclisin ortasında evire çevire bdp lilerin dövüleceği aklına gelip deprem vergisi aklına gelmeyen derin devlet şamil tayyar da senin gibi hiç aklına gelmediğinden not alayımda sonra açıklarım diyor bu nasıl vekil tam senin vekilin casus kürtlerinde nasıl kürt olacağını sana sormalarını istemenden alışkanlıkmı yaptı anarşist olmak için sana sorup olur olamaz onayınımı alacağız?haklısın nede olsa sen devletsin sende film bitmez dün tsk ile savaşan nasıl dün tsk dan yana olabiliyor yoksa o tsk dan yana heer daim sen olmayasın yeni sakallı nurettinlerinle aran nasıl ‘zo diyenleri bitirdik şimdi sıra lo diyenler’de diyen amirlerinle tsk yandaşlığı nasıl gidiyor son dönemlerde kısır siyasetin kabızlığında içinden genç liderler yetiştiren organizasyon örneği ile selahattin demirtaş ın yardımlarda kardeşlik kokusu var cümlesini edecek seviye siyasetçi yetiştirebildimi kadim devletin faşo casus öğren bilmememek ayıp değil öğrenebilirsin fesatlıktan yerinde duramayıp pisliğini bulaştırmadan edemiyorsun türkiye halkları benimgibi laz türk gürcü çerkez kürt bütün sistem mağdurlarının birlikte işyapabildiğini gördükçe telaşlandın haklısın senin yerinde bende olsam üzülürdüm çünkü amirlerin ve onlara hizmetinin işlevi kalmıyor halkımız kendini yönetme becerisi gösteriyor üzülme sende lüplenecek yeni yemlik bulursun işin bu ya
Herseye cevap vermek zorunda degilsin, bosuna saçmalama, hele senin o kendisi de kürtçe bilmeyen Demirtas ne Kürtlerin, ne de Türklerin kardesi olmayip kendisi “kan kokan” biri. Üstelik “kardes” diyerek yine ikilik yaratmak pesinde, sanki Van’da sadece Kürtler yasamakta ve sanki diger illerden veya merkezden gelen yardimlar da sadece Türklere aitmis gibi konusup sinsice depremden bile nemalanmakta hazret, sen ise basbayagi ilkel demagojilere inanacak kadar saf isen sana ne demeli? Ayrica Türkler ile Kürtler kardes degil karmasik bir bütündür ve halkimizin hepsi birbiriyle dosttur, senin artik çökmüs olan sosyalist kamptaki “küçük kardesler”in bir sözü vardi: “Insan dostunu kendi seçer ama kardeslik mecburiyettir”.
bir parti genel başkanına kürtlerinde türklerinde kardeşi olmayıp kan kokan biri diyebilen üstelikte deprem yardımları kardeşlik kokuyor cümlesini ilk kuran ve herkesin takdirini alan demirtaşa bu cümleleri ancak senin gibi faşistler kurabilirdi.halkların özgürce bir arada yaşayıp mutlu olabilmesine ilişkin bir cümle programı olmayan amirlerin ve sen bu konuda evrensel insani değerlerde en ileri programa sahip olan bdp ve genç liderine fesatlanman normal çünkü son günlerde yapılan terör örgütü mü özgürlük ve isyan örgütümü ve barışı kimin sabote edip savaşı kimin istediği konusundaki bu siyede yapılan tartışmada sınıfta kaldığından galiba ekselansları amirlerinden fırça yemiş olmalısınki maaş kesintisi ve cezalardan kurtulmak için yukardaki seviyesiz yoruma kadar düştün küçük diye yukardan bakıp küçümsediğin sosyalistlerede işin düştüya o küçülme sana yeter sende filim bitmez terörist dediklerinle amirlerin anlaşırsa o zaman ne diyeceksin merak ediyorum devletin sermayenin çürümüş sistemin maaşlı memuru casus
32.günde vandan canlı yayını izledim vali,kızılay,belediye başkanı izleyince hiç dikkatinizi çektimi üçünün içinden sokaktaki sıradan halka benziyen tek belediye başkanıydı deprem anından o ana kadar uyumadan işinin başında koşturup 2 günlük sakalıyla sıradan sokakta geçen halktan biri ile devletin görevlisi ensesi kalın semirmiş emir kulu vali arasındaki farkı gördüm aklıma böyle bir felakette ilk müdahale ve yaraları sarmak için valininde sokaktaki sıradan vanlıların seçtiği biri olsaydı işlerin daha kolaylaşacağını düşünmedim değil bu görüntüden sonra tv lerde hiç bir yaratucılığı olmadan sürüyle boş insanların konuşup olup biteni olumsuz tükettiğini bir kez daha gördük şimdi il valilerinin ve kaymakamların o kentin seçmeni tarafından seçilmesi gerektiği tartışmasını açmanın tam zamanıdır.bu tartışma sorun çözmesi açısından politik görünsede aslında yerinde doğrudan demokrasiyi ve halkın kendini temsil etmesi ve giderek kendini yönetmesi açısından çok verimli olabileceğini pratik yaşadığımız örneklede anlamış olduk.site takipçilerininde o görüntüyü internetten izleyerek tartışmasını bekliyorum.siyasi partilerden bu konudaki programlarını bildiğim kadar bdp nin demokratik özerklik programında bunu savunduğunu biliyorum tabiki devletçi siyasi görüşlerin valinin devleti temsil ettiği düşüncesiyle karşı çıkacaklarını düşünüyorum kimin devletçi kimin insanı temel alıp özgürlükçü olduğu açığa çıkar 100 puanlık uzmanlık sorusuyla bitireyim yarın il valileri seçimi olsa bütün valilerde illerinden aday olsa kaçı seçilir?bence hiç biri seçilmez her ilden seçmenler yeni bir vali seçerler
PSD Programı’nda,
“Ulusal kurtuluş, yabancı işgaline ve olağandışı rejim biçimlerine karşı güncel/acil istemler etrafında kitle mücadelesini esas alan bir ulusal direniş yükseltilerek kazanılabilir. Bu direnişin biçimleri koşullara bağlı olarak değişecektir“,
denilmektedir.
Burada kitle mücadelesini, kitlelere dayanan örgütlü siyasal mücadeleyi eksene koyan bir yaklaşım vardır.
Bu ekseni kaybetmemek koşuluyla, karşı taraf yasal ve barışçıl mücadele veya çözüm yolunu tıkadığı, başka seçenek bırakmadığı, özellikle zora/şiddete başvurduğu zaman, aynı yöntemlerle karşılık vererek zulme karşı direnme hakkımızı kullanacağız.
Bu doğal bir haktır.
Yani silahlı mücadelenin veya şiddetin (gerilla savaşı yöntemleri, ayaklanma) hepten, bütün zamanlar için dışlanması doğru olmaz.
Kimseye şiddete dayanmayan bir politik strateji sözü verilemez.
TC gibi tepeden tırnağa silahlı, şiddeti fetiş haline getirmiş bir ordu-polis devletinde değişik biçimler altında silahlı direnişi veya silahlı kalkışmayı reddederseniz, koşullar ne olursa olsun bu yola başvurmayız derseniz, iyi bilmelisiniz ki, ciddi bir siyasal varlık olamazsınız, hedefinizi gerçekleştirmek şöyle dursun, hiç bir mevzi edinmezsiniz.
Kaldı ki, bu topraklarda sadece devlet değil, muhalefetin önemlice bir bölümü de silahlıdır ve özellikle PKK örneğinde tanık olduğumuz gibi sık sık silahını halka ve devrimcilere karşı da kullanmaktadır. Devlet de, PKK türü silahlı muhalefet de siyasi ve silahlı mücadelede hiç bir etik ve hukuk tanımamaktadır.
Dolayısıyla, eğer her şeyi bırakmak ve bir kenara çekilmek niyetinde değilseniz, caydırıcı bir yaptırım gücünüz olmak zorundadır.
Röportaj: Ermeni ve Kürt meselelerine dair
26 Nisan 2010’da Diyarbakır’da çıkan çeşitli gazete ve web sayfalarında yer aldı.
1915 öncesinde Anadolu’daki Ermeni nüfusunun 1.5-2 milyon arası olduğu söyleniyor. Soykırım iddialarını bir kenara bırakır ve Anadolu Ermenileri’nin sürgününe de iyimser bir yaklaşımla “Zorunlu Göçe” tabi tutulduklarını var sayarsak; bu yoğunluklu nüfusun savaş sonrası Türkiye’ye dönmemesi nasıl açıklanabilir?
Suriye’de hayatta kalan yarım milyon mültecinin bir bölümü 1918 Kasımı’ndan sonra döndü veya dönmeye teşebbüs etti. Ancak bunlar 1919 Mayısı’ndan itibaren çeşitli baskı ve saldırılarla tekrar kaçırıldılar. 1919’da örgütlenen Kuvay-i Milliye’nin asıl amacı, İngiliz-Fransız işgaline direnmek filan değildi: Ermeniler’in dönmesine engel olmak ve Rumlar’ın da Ermeniler’in peşinden defolup gitmesini sağlamaktı.
Ermeni mallarının yağmasından pay almış olan yerel mütegallibenin çoğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne katıldı, dönen mültecileri kovmayı bir “vatan meselesi” olarak halka benimsetmeyi başardı. 1919 sonunda Fransız güçleriyle beraber Adana-Maraş-Antep bölgesinde yurtlarına dönen Ermeniler, Ankara’nın örgütlediği silahlı çetelerin saldırısına uğradı. Aynı yıl Kuzey Irak’tan Hakkâri’ye dönen Nasturi Hıristiyan aşiretleri, 1924’te Cumhuriyet Hükümeti’nin düzenlediği bir askeri operasyonla imha edildi veya tekrar sınır dışına kaçırıldı.
Nihayet, tam tarihini hatırlamıyorum, yanılmıyorsam 1924’te çıkarılan bir yasayla Milli Mücadele yıllarında (kendi iradesiyle olsun, mecburiyet dolayısıyla olsun) yurt dışında bulunanların TC vatandaşlığını kazanması engellendi. 1927’de çıkarılan bir kanunla, geriye kalanların seyyar satıcılıktan şimendifer memurluğuna kadar, bin çeşit işi yapması yasaklandı. Vakıf ve cemaat mallarına el kondu. Hemen her gün uyduruk bir gerekçeyle azınlık mensupları vatan hainliğiyle, casuslukla, vergi kaçakçılığıyla suçlandı; basında terörize edildiler; ekonomik açıdan çökertildiler. İstanbul ve İzmir dışındaki illerde yaşamaları imkânsız hale getirildi.
Soykırım, 1915’te olup biten bir hadise değildir. 1913 civarında başlayıp günümüze kadar aralıksız devam eden bir devlet politikasının adıdır.
Ermeni tehcirine yol açan olayların gelişimi ve sonrasına bakıldığında sürekli olarak İttihat ve Terakki Partisi suçlu gösteriliyor. Bu görüşün doğruluk payı nedir?
Doğru değildir. Ermenilere yönelik zulüm ve katliam politikasını başlatan İttihat ve Terakki değil Abdülhamit’tir. Ermeniler ilk başta İttihat ve Terakki’ye, kendilerini Abdülhamit zulmünden kurtaracak bir umut olarak baktılar. Bu durum 1909 ile 1913 yılları arasında, tam olarak araştırılmamış bir sürecin sonunda, tersine döndü.
İttihat ve Terakki Partisi’ni tek suçlu olarak kabul edersek, zorunlu göçe tabi tutulduğu söylenen Ermeniler’in, yeni kurulmuş Cumhuriyet tarafından topraklarına geri dönmeleri bir jest olarak sağlanamaz mıydı?
1919 yazından itibaren Anadolu’da iktidarı ele geçiren Müdafaa-yı Hukuk hareketi çok büyük oranda İttihat ve Terakki kadrolarından oluşmaktaydı. Az önce belirttiğim gibi tehcir ve katliam zenginleri, bunların arasında önemli bir pay tutmaktaydı. “Kurtuluş Savaşı” adı verilen hadise büyük ölçüde 1913-1915’te başlatılan tehcir politikasının sürdürülmesi ve sonuca ulaştırılmasından ibaret bir olaydır.
Ermeniler’in Anadolu’dan sürülmelerinin ardından yeni kurulan Cumhuriyetin aldığı ilk kararlardan biri de,”kaçak ve yitik kişilerle, başka yerlere nakledilenlere ait gayrimenkullerin Devlete intikaline dair Nisan 1923 tarihli kanun”un yürürlüğe konulması ile ilgili. Söz konusu kanunda, “gerçekleşecek hak taleplerinde de Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 6.8.1924 tarihinde malının başında bulunması şartına bağlıdır” hükmünün getirilmiş olması, yaşanan trajedinin salt kışkırtma ya da bağımsızlık hevesi olmadığının; ekonomik temellerinin de olduğuna bir kanıt olarak gösterilebilir mi?
1913-1922 yılları arasında gerçekleşen Rum/Ermeni yağması esnasında, Türkiye’deki menkul ve gayrımenkul servetin en az üçte biri el değiştirdi. Bu varlığa el koyanlar, doğal olarak, öncelikle İttihat ve Terakki rejimine yakın olan, tehcir ve katliam olaylarında aktif katkısı bulunan kişilerdi. Aralarında özel bir gayreti olmadan tesadüfen mala konan ve bu sayede ekonomik durumunu düzelten kişiler de olabilir belki, ama şüphesiz bunlar azınlıktadır. Bu kişilerin 1919’da, hem yeni edinilmiş servetlerini savunmak, hem de kendilerini muhtemel suçlamalardan korumak için büyük bir gayret içine girmiş oldukları şüphesizdir.
Cumhuriyetin ilk iki kuşağında ortaya çıkmış olan servetlerin tamamına yakını, incelenirse, Rum ve Ermeni mülklerinin gaspına dayanır. Buna Koç, Sabancı vs. gibi, 1946 sonrasında Türk kapitalizminin belkemiğini oluşturan isimler dahildir. Daha önemlisi, Atatürk döneminde siyasi iktidara kavuşan Cumhuriyet elitinin neredeyse tümü dahildir. Başta Atatürk dahildir. Düşünün ki Çankaya köşkü sonuçta Kasapyan çiftliğidir. Memleketin dört bir yanındaki “Atatürk evlerinin” tümü, bazısı demiyorum HEPSİ, gayrımüslimlerden ele geçirilmiş ganimet malıdır.
Birkaç yıldır “Ortak tarih komisyonu” önerileri gelmekte. Bu komisyonun kurulması durumunda, bugüne kadar bir muhasebeci edasıyla kimin kimden daha fazla katlettiğini iddia eden tarafların bir araya gelerek, net bir karara varması muhtemel midir?
Temel ahlaki değerlerde uzlaşma olmadıktan sonra komisyon filan boş işlerdir. Önce açık yürekli ve samimi bir barışma iradesi olacak ki, oturup konuşmak bir işe yarasın. Amacınız eğer kan davasını çözmek değil sürdürmekse, oturup konuşmak barışa hizmet etmez; eski yaraları tekrar kaşıyıp durumu büzbütün içinden çıkılmaz hale getirmeye hizmet eder.
Ermeniler’in son derece örgütlü ve ağır silahlı oldukları iddialarına karşılık, 1.5-2 milyon “son derece iyi silahlanmış ve örgütlü Ermeni”nin topluca katarlara katılması ve sağ-salim Suriye’ye vardırıldıkları iddiaları gerçekçi midir?
Resmi ideoloji tellallarının, tutarlı olmak veya inandırıcı olmak gibi bir derdi olduğunu sanmıyorum. Kurt kuzuya “suyumu bulandırdın” demiş. “Ama sen derenin yukarısındasın” deyince, “vay sen bana cevap verdin” deyip kuzuyu yemiş. Hesap, işte o hesap.
Türkiye’de kalan az sayıda Ermeni için soykırımın olmadığını kabullenmeleri dayatılırken, bir yandan da okul kitaplarında ya da günlük hayatta (üzülerek söylüyorum bunları) hain, çapulcu gibi aşağılayıcı sözlere katlanmak mı daha zordu?
Irkçılık, cumhuriyet ideolojisinin en temel vasfıdır. Eğitim sisteminin, devlet söyleminin, egemen basının her hücresine ırkçılık sinmiştir. Her gün, her an, her yerde karşınızdadır. Adeta soluduğumuz hava gibi etrafınızı sarmıştır; çoğu kişinin artık farkına bile varmayacağı şekilde doğallaşmıştır.
Tabii, ilkokuldan beri o ırkçılığın hedefi olanlar için bunun bıkkınlık verici bir şey olduğunu takdir edersiniz. Ama ben şahsen bunu kendim adına olumsuz bir şey olarak hissetmedim; aksine hep beni güçlendirdiğini düşündüm. Benim kadar inatçı olmayanlar ise, ilk fırsatta memleketi bırakıp gitmekten başka çıkış yolu göremiyorlar.
Nisan ayı sürekli bir “Soykırım sendromu” ile geçiyor. Bu korkuyu ve soykırım depresyonunun yaşanmaması için yapılması gerekenler nelerdir? Ermeniler’in yaşadığı felaketlerin bir benzerini Cumhuriyet sonrası Kürtler’in yaşadığını düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, Kürtlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Tabii. 1925’te Sünni Kürtler, 1936-38’de Dersimliler aynı şeyleri yaşadılar. Ermeni tehcirinin sanki tüm ayrıntılarıyla tekrar tekrar sahnelendiğini görürsünüz. Toplum liderlerini ayırıp sürmeler, suikastler, idamlar, köy baskınları, provokasyonlarla insanları isyana zorlayıp “tedip” etmeler, köy meydanlarında toplu katliamlar vs. Özellikle Dersim olayında ortada mantıklı bir sebep de yoktur; adeta bir kez kötü yola düşmüş bir caninin aynı suçu tekrar işlemeden duramaması gibi psikolojik bir durum sözkonusudur.
1960 darbesinden sonra gene aynı hastalık nükseder. 1980-83’ten sonra bir daha nükseder. “Atalarımız bunları kesti, bizim neyimiz eksik” gibi ruh haleti içindeler sanırsın. Günümüzde koşulların biraz değişmiş olması kimseyi aldatmasın; ben Kürtler’in ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduklarına inanıyorum. “Açılım” vs. klasik aldatmacadır. Unutmayın, 1914’te de “Ermeni Açılımı” yapılmıştı, bir sürü reform vaadi ortaya atılmıştı. Sonunu biliyorsunuz.
Ne tavsiye ederim? Zor soru.
A) Uluslararası güvencelere bel bağlamayın, işlerine geldiği gün sizi satacaklardır.
B) Hazırlıklı olun, ama silahlı mücadeleye güvenmeyin. Silahlanmak provokatiftir; tepki doğurur. Askeri açıdan daha güçlü olanın ekmeğine yağ sürer.
C) Cephenin önünü değil arkasını düşünün. Türk kamuoyunu elde etmeye çalışın. Türk siyasi hayatında ben Kürtler’in çok daha aktif ve olumlu bir rol oynayabileceklerine inanıyorum. Maalesef o alanda şu ana kadar pek başarılı görünmüyorlar. Tüm siyasi eylemlerinde kendilerini marjinalleştiren, dışlayan bir tutum içindeler.
http://nisanyan1.blogspot.com/2010/04/roportaj-ermeni-ve-kurt-meselelerine.html
Bir şehit edebiyatı almış başını gidiyor. Annelerin acısı ve çocuğunu kaybetme lügatı üzerine kurgulanan duygu sömürüsü de cabası.
Hiç kimse bu çocukların elde silah, ardında tanklar, üzerinde uçuşan savaş uçakları ve helikopterlerle Kürdistan’da ne aradığını sormuyor.
Kürtlerin devletçe silahlandırılıp kürdün kürde kırdırılmak istenmesini sorgulamıyor.
Annelere sızlayanlar, ölümlere içerleyenler savaşın ölmek ve öldürmek eyleminden ibaret olduğunu bilmiyormu?
Savaşı kürtlermi başlattı?
Bizlermi gelip sizin ülkenizi işgal edip yağmaladık?
Bizlermi sizin ülkenizi kolonileştirip dilinizi, isminizi, cisminizi yasakladık?
Yüzyıllardır kürtlerin üzerine salınan işgal ordularını sorgulamaya nedense kimseler yanaşmıyor?
Ülkemizi işgale gelene çiçek atmamızı, “ay işgalcim sen benim kardeşimsin, hoş geldin, sefalar getirdin, aman ölme, ölürsen herkesten çok ben yas tutarım” dememizi bekliyorlar herhalde.
Ülkemizi viraneye çevirdiniz, hala mı kardeşlik?
Ülkemizi böldüğünüz, bölüştüğünüz, talan ettiğiniz, gasp ettiğiniz yetmezmi?
Her 50 yılda soykırım yapmanız, sonrasında sürgünlerle ülkemizi boşaltmanız yetmezmi?
Yüzyıllardır mütemadiyen asker zulmü ve silahların cebriyle zapt u rapt altında tutulmaklığımız yetmezmi?
Kürtler aç, sefil, perişan. Her bir kürt ya işsiz yada tehdit altında. Uygarlığın geldiği bugünkü aşmada kürtlerin en temel haklarından mahrum bırakılması için Kürdistan dört biryandan kuşatılmış olmasına ilaveten hergün silahlı tecavüzlere uğruyor.
Komşuymuşuz, din kardeşiymişiz.
Açlığımız kardeşlikle bastırılıyorsa, sonucu acımızdan gebermektir.
Haklarımız kardeşlik adına çiğneniyorsa, amacı boyun eğdirmektir.
Irzımıza bile kardeşlik adına geçiliyor.
Katledilenlerimizin cenazeleri rehin tutuluyor, yerleri bilinmiyor, devletçe açıklanmıyor.
Bizim analarımızın acısına yanmayanlar, bizim çocuklarımızın yetim kalmasını umursamayanlar kendi çocukları öldüğünde evlat acısının ve anne ızdırabının kaşifi oluyorlar.
Oysa biz kürtler bu ızdırabı yüzyıllardır kesintisiz yaşadık ve yaşıyoruz. Kaybedecek neyimiz kaldı geriye?
Birileri söyleyebilirmi türk ordusu Kürdistan’da ne arıyor?
http://www.nasname.com/tr/9584.html