AYYUK – No.8, 1 Nisan 2005
—————————-
AYYUK
—————————-
No.8, 1 Nisan 2005
(Yanlışların Ayyuka Çıktığını hissettikçe çıkar)
—————————-
Aynadaki Aksimize Bakıp!..
Hayır hayır, 1 Nisan şakası yapmıyoruz. Ne yazık ki, 8. sayımızla yine karşınızdayız. Bu tarihi de kasıtlı olarak seçmedik.
8. sayıyı çıkartmak zorunda kalmamızın sebep-i hikmetine gelince… Tahmin edeceğiniz gibi, anarşist saflarda yine ayyuka çıkan bir şeyler var. Azrail, ölüm çanları çaldığında davete icabet eder. Benzetmek gibi olmasın ama, biz de ona benzer bir şekilde, rezalet çanları çalınca ayaklanıveriyoruz.
Üstelik bu seferki, öncekilere de benzemiyor. Bu seferki rezaletin daniskası. Hayır, çıkmamıza neden olan, tahmin ettiğinizin tersine, bir erkek yoldaşın, bir kadın yoldaşa şiddet uygulaması değil. Ne yazık ki, böyle şeyler artık vakai-i adiyeden sayılıyor saflarımızda. Eğer kadın yoldaşımız bu işi açık etmeseydi, gören gözler görmemeye, duyan kulaklar duymamaya devam edecekti. Bizi sabahın bu saatinde tatlı uykumuzdan uyanıp bu sayıyı yazmaya zorlayan rezaletin daha büyüğü, saflarımızdaki erkek şiddetinin özellikle kadın yoldaşlarca tartışmaya açıldığı Anarşist İletişim sitesinde, aynı bizler gibi yiyip içen, gülüp konuşan, internette mesaj bile yazabilen insan ve erkek suretinde bir yaratığın, bir tecavüzcünün, bir canavarın, konuyu tartışmaya açan ve tartışmayı sürdüren kadın yoldaşlarımıza, okusanız ya da duysanız erkek olarak bile yüzünüz kızaracak, ağza alınmayacak, en adisinden seksist küfürler ve en seksist maçoya bile “eh bu kadarı da fazla yani” dedirtecek hayasızlıkta belden aşağı tehditlerde bulunmasıdır. Erkek ve insan suretindeki bu tecavüzcü, edebiyle gidip tuvalette mastürbasyon yapmak yerine, içindeki cürufu başında oturduğumuz bilgisayarların ekranlarından hepimizin yüzüne fışkırtmıştır. En ufak bir zorla karşılaşsa yerlere kapaklanıp zor sahibinin ayaklarını yalayacağından emin olduğumuz, erkek küstahlığının bu tecessüm etmiş hali, böylece amacının tamamen dışında hepimize esaslı bir ders vermiştir.
Nedir bu ders?
Şudur: Anarşistler ne cennetten kovulmuş, ne de cennetin kapılarına dayanmış, insani kötülüklerden ve iyiliklerden arınmış meleklerdir. Onların diğer insanlardan hiçbir önemli farkları yoktur. Onlar da herkes gibi iyiliğin ve kötülüğün karışımıdırlar. Onlar da, diğer insanlar gibi toplumsal, bireysel, kültürel vb. etkiler altında şekillenmişlerdir ve şekillenmektedirler. Dolayısıyla anarşist olununca, afedersiniz bir bok olunmuyor. Son yıllarda saflarımızda arız olan bu safdilce vehimi artık kapı dışarı etmenin zamanıdır. Çünkü bu, zaaflarımızı görmeyi fena halde önlemektedir. Anarşistlerin, anarşizmin kendilerine öğrettiği bir tek güzel özellikleri olabilir, o da insan kibrinden mümkün olduğunca arınarak kendi içlerine bakma, kendilerini amansızca eleştirebilme özelliğidir. Ama ne yazık ki, son yıllarda saflarımızda göremediğimiz tek özellik de budur. Anarşistler olarak gönül gözümüzün körleştiğini kabul edelim artık.
Dolayısıyla, ikinci ders, içimizden çıkan bu canavarı teşhis ederek ve kolundan tutup siteden atarak hiçbir yere varılamayacağıdır. Onu atmak, gölgemizi atmaktan farksızdır. Onu atmak, hepimizin, her erkeğin içinde en az %20 oranında var olan, ama toplumsal baskı nedeniyle gövdemizin, ruhumuzun ve beynimizin bir yerlerinde gizlenip, ortaya çıkacağı uygun ortamlar arayan erkek şiddetinin, erkek canavarlığının ve küstahlığının tecessüm etmiş halini atmak, ama bu % 20’leri yine içimizde bırakmaktır. Evet, bu canavar, hepimizin % 20’lerinin, %30’larının, belki de bir buzlu cam ardına gizlenmiş %60’larının toplamıdır. O halde onu atmakla, satmakla, dövmekle ya da öldürmekle aslında içimizdeki ona güç veren parçaları saklamış olmuyor muyuz? İçimizden günahsız olan ilk taşı atsın!
AGF’yle her türlü teması kestik, AGF’lileri teşhis ve tecrit ettik, içimizdeki şiddet bitti mi? Toplumdaki sansürcülüğe en keskin okları fırlattık, içimizdeki sansür bitti mi? Şimdi de bu insan ve erkek suretindeki küstahı moderatörlerimiz büyük bir ustalıkla teşhir edip atacaklardır belki, bitecek mi içimizdeki erkek canavarlığı, küstahlığı, gizli tecavüzcülüğü? Hayır bitmeyecek. Üstelik bunun, “Kirov’un katillerine” yeni bir “Kirov terörü” bahanesi vermesi olasılığı da gözardı edilmemelidir*[1]. O halde, bu canavar, bize, daha derinlere, daha derinlere inmemiz gerektiğini öğretmiş olsun.
Yüzümüze bilgisayarın ekranından fışkıran cürufla dehşete düştük, bir kadın yoldaşa yapılan sanal tecavüzle neredeyse paniğe kapıldık, tecavüzcünün sözcüklere dökülen iğrenç ruhunu derhal uzaklaştırmak isteyip bu iğrenç yazıyı iptal ettik, bu yüzden şu anda somut cümlelerle örnek veremiyoruz, tekrarlamak da istemiyoruz. Ama çoğu yoldaşımız zaten okumuş bulunuyor, anımsayacaklardır. Anımsayalım ve ruhumuzun gizli parçalarının bu kırık aynada nasıl yansıtıldığını görelim. Evet o, biraz da biziz, tek tek erkekler olarak biziz. Kendimizle yüzleşmekten kaçmayalım. Bu canavar, bizim kendimizi görmemizi sağlayan bir ayna olmuştur aynı zamanda.
O halde, üçüncü ders şudur ki, sorun ne atmak, ne satmak, ne ayaklar altında çiğnemektir. Sorun, içimizdeki bu gizli kalmış tecavüzcülük özlemlerini açığa çıkartıp, bilince çıkartıp bunlara karşı topyekun, çetin bir mücadeleye girişmektir. Hayır, asla birbirimizi suçlayarak değil, içimizdeki, ruhumuzdaki küstahı ve tecavüzcüyü hedef alarak verilmelidir bu mücadele. Kadın yoldaşların da desteğiyle kendimizde gördüğümüz belirtileri açığa çıkarmalı, teşhir etmeli, mücadele etmeli ve sonunda esas bunları kapı dışarı etmeliyiz. O zaman ne büyük bir yükten kurtulduğumuzu, yıllardır içimizde ne büyük ağırlıklar taşıdığımızı daha iyi göreceğiz. İşte anarşizm bize bu noktada avantaj sağlamaktadır. Çünkü anarşizm bize, iktidardan olduğu gibi, kibirden de uzak olmayı, dolayısıyla kendimizi hiç sakınmadan irdeleyebilmeyi ve içimizi açabilmeyi öğretir. Eğer gereğince öğrenmişsek tabii.
Son olarak söyleyeceğimiz, yukardakilerden biraz farklıca bir nokta var. Sözü geçen yaratık, eğer doğrudan bir provakatör değilse, içimizden biridir. Kara-yeşil yoldaşlarımızı hatırlatacak bir üslupla, “uygarlığı yıkmaktan” falan söz etmektedir. Kara-yeşil yoldaşlarımızı tenzih ederek şunu belirtelim ki, uygarlığı yıkma yeteneğine sahip olmak, ancak yeterince “uygar” olanların üstesinden gelebilecekleri devasa bir iştir. Öyle her ipini koparan uygarlığı yıkabilseydi, ortada sadece ipini kopartmış, insani özelliklerin hepsinden sıyrılmış bu tür tecavüzcülerden başka kimse kalmazdı. Yani kısacası, bu uygarlığı yıkmak, daha üstün bir “uygarlığın” işidir. Geleneği yıkmak da öyle. Hepimiz, gelenekten koparak geleneği yıktığımız yanılsamasına kapıldık, oysa sadece ipimizi koparmış olduk. Üstelik, o geleneğin yerine yeni ve daha üstününü koyamadığımızdan, o geleneğin insanda yarattığı kendini denetleme ve biraz olsun ahlaklı görünme kaygılarından da sıyrıldık ve ortada cascavlak kalakaldık. İşte bu yaratık, bu cascavlaklığımızın da tecessüm etmiş halidir. Anarşist safların bugün içinde bulunduğu acıklı durumun aynasıdır yani. O aynaya bakıp kendimize çekidüzen vermenin zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Bu, bir kalk borusudur!
Kaos Yayınları 11. Yılında
Kaos Yayınları 1994 yılında kuruldu. Bugüne kadar anarşizmin temel yapıtları ağırlıkta olmak üzere yirmiye yakın anarşist kitap ve broşür yayımlamış bulunuyor. Bir komünist arkadaşımıza, bundan beş altı yıl önce, İngiltere’deki Freedom Press’in Kropotkin tarafından kurulduğunu ve 120 yıldır faaliyette olduğunu söylediğimizde çok şaşırmıştı. Meğer, anarşistlerin tuttukları hiçbir işin sonunu getirmediklerini, bir iki yayın yaptıktan sonra canları sıkılarak çekip gittiklerini sanırmış. Anarşistlerin yüz yirmi yıllık sebatı karşısında nasıl şaşırdığı bugün gibi gözümüzün önündedir.
Elbette Freedom Press’le kıyaslanamaz ama, Kaos Yayınları da, ülkedeki anarşizm tarihinin kısalığı gözününe alındığında bir başka anarşist sebatın ürünüdür. Bir itirafta bulunalım, biz bu sebatı beklemiyorduk. Daha doğrusu, Türkiye’nin piyasa ilişkilerine esir olmuş yayın hayatına bakıp, içimizden, “hele onlar da biraz para kazansınlar, ne olacaklarını görürüz” diyorduk. Para kazanmadılar. Daha doğrusu para kazanmak istemediler. İyi de ettiler. Onların istediği, anarşist yayınları karınca kararınca okuyucuya aktarmaktı. Bunu yaptılar. Kolay iş değildir piyasa ilişkilerine direnmek, para ilişkilerinin dışında kalmayı başarıp bir davada sebat edebilmek. Bunun yapılabileceğini kanıtladılar.
Kaos’daki yoldaşlarla geçmişte birçok anlaşmazlıklarımız oldu. Hâlâ da var. Bunda tuhaf olan bir şey de yok. Tuhaf olan, bu anlaşmazlıkların iğvasına ve dünyevi hırslarımıza kapılıp, onların davaya bağlılıklarını ve sebatkârlıklarını görmemek olurdu. Kaos, kaotik bir dünyaya karşı direnen uyumun fırtınasıdır. Nice on yıllara sevgili yoldaşlar…
[1]* 1934 yılının aralık ayında, Stalin’in o gün SBKP içindeki en önemli rakibi olarak görülen Moskova Parti Sekreteri Kirov, hâlâ delillerle kanıtlanamamış olmasına rağmen kesin bir şekilde söylenebilir ki, Stalin’in gizli polis örgütünün ajanlarınca öldürülmüş ve bunun ardından Stalin, bu olayı bahane ederek, yüz binlerce insanın hayatına malolan parti içindeki büyük temizliklere başlamıştır.