AKP-PKK Savaş Koalisyonu

Nuray Mert, 20 Ağustos 2015 günkü Cumhuriyet’teki yazısında ısrarla ve açıktan açığa şöyle soruyordu:

“Neden, neden, neden HDP bu oy oranına erişmişken savaş kararı? Neden, iktidar ile ‘savaş koalisyonu’, neden, neden, neden?”

Kandil’den Duran Kalkan, HDP’yi eleştirdiği konuşmasında buna üstü kapalı olarak şöyle cevap veriyor:

“HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar. Biraz gerçekçi olmaları lazım. Halkların, Kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. Meclisi niye işletemediler, bunun üzerinde yoğunlaşmalılar… Kendi işleriyle, meclis işleriyle uğraşsalardı ve çözüm getirselerdi, savaş yerine demokratik siyaset temelinde olurdu. Bu temelde çalışmalarında ısrar etmeliler.”

HDP, AKP ve MHP tarafından kitlenmiş bir meclisi nasıl “işletebilirdi”? Bunun bir tek yolu vardı, o da HDP’nin AKP ile koalisyona yatmasıydı. Zaten Duran Kalkan da, adını açıkça anmadan böyle bir koalisyonu yaparak neden meclisi işletmediniz demek istiyor? Hatta neredeyse, siz meclisi işletmediniz, yani AKP ile koalisyon yapmamakta ısrarcı oldunuz, bu savaş da bu yüzden çıktı demeye getiriyor. Nitekim, seçimden hemen sonra HDP, Kandil tarafından “AKP ile koalisyona” kapıları tamamen kapattığı için eleştirilmişti.

Durumu soğukkanlı bir şekilde tahlil edersek görürüz ki, PKK ile HDP arasındaki yarılma aslında Kürt siyasal hareketinin eski ittifaklar siyasetiyle HDP’nin yeni ittifaklar siyaseti arasındaki yarılmadır. Eski ittifak siyasetinin, yani AKP ile ittifak siyasetinin mimarı, PKK’nin lideri Abdullah Öcalan’dı. HDP’nin “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla popüler olan, AKP ile ittifakı reddeden ittifak siyasetinin en önde gelen temsilcisi ise HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’tır. Dolayısıyla, PKK’nın açtığı savaşın menzilinde HDP ve Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nuray Mert’in “neden, neden, neden” sorularına bir kritik soru daha eklemeliyiz:

Neden, neden, neden, Abdullah Öcalan’la HDP’nin bütün iletişim kanalları AKP iktidarı tarafından sıkı sıkıya kapatılmıştır? Yakın geçmişte, örneğin açlık grevlerinin bitirilmesi, 6-7 Ekim Kobane direnişinin sona erdirilmesi, hükümetin Öcalan’a konuşma fırsatı vermesiyle bitirilmişken, neden, neden, neden hükümet, bu olanağı, bu yeni savaşın PKK tarafından anında durdurulması için kullanmamaktadır? Çünkü birincisi, AKP bu savaşı başlatandır ve bitmesini istememektedir; ikincisi, Öcalan böyle bir çağrıyı yapmak istememektedir. Eğer isteseydi, HDP heyeti ile görüştürülmemesine rağmen bunu en azından, kardeşiyle görüşmesi sırasında onunla bir mesaj ileterek yapardı. Neden yapmadı? Neden, neden, neden Abdullah Öcalan’dan hiçbir şey duyulmuyor? Neden, çok dolaylı yollardan onun hakkında duyulan tek şey, “bu işe artık hiçbir şekilde karışmak istemediği” şeklindeki inanılması çok güç duyurular? Demek ki Abdullah Öcalan, böyle bir çağrı yapmak istemiyor. Aynı AKP’nin onun herhangi bir çağrı yapmasını istemediği gibi.

Sanıyor musunuz ki, PKK yöneticileri, Abdullah Öcalan’dan icazet almasalar gerek savaşı yürütmekte, gerekse HDP’yi eleştirmekte bu kadar inisiyatif sahibi ve cesur olurlar? Eğer öyle bir sanınız varsa bunu kısa yoldan değiştirmenizi öneririm. PKK yöneticileri Öcalan’dan bir şekilde icazet almadan şuradan şuraya adım atmazlar.

Demir Küçükaydın’ın yaptığı gibi, Ortadoğu’daki güç dengeleri üzerine uzun akıl yürütmelere girmeye gerek yok. Kafaları gereksiz yere karıştırmaya hiç gerek yok. Mesele hiç de o kadar karmaşık değil.

Bir büyük makinenin neden çalışmadığı üzerine uzun uzadıya kafa yoran, teoriler üreten, tezler geliştiren bilim adamlarına bir çocuk bir şeyler söylemeye çalışıyormuş. Tabii ki bu “büyük beyinler”, bir çocuk bu konuda ne söyleyebilir ki diyerek onu, başında büyük tartışmalar yaptıkları makinenin bulunduğu salondan kovuyorlarmış. En sonunda içlerinden biri merak etmiş, “nedir çocuğum senin derdin, ne söylemek istiyorsun” demiş. Çocuk, “makinenin fişini takmamışsınız, amca” demiş. İşte mesele bu kadar basittir.

AKP, kaybettiği seçimler sonucunda savaş çıkartmaya karar verdi. Bu konuda Öcalan’ı devreye sokarak PKK ile bir savaş koalisyonu kurdu. Kim demiş AKP koalisyon kurmaktan kaçındı diye?

Pazartesi gecesi Büyükada’da Barış Bloku’nun geniş katılımlı bir toplantısı yapıldı. Orada ben ve 1968 kuşağından arkadaşım Bingöl Erdumlu, PKK’nin sorumluluğuna dikkat çeken kısa birer konuşma yaptık (konuşmalar nedense daha baştan üçer dakika ile kısıtlanmıştı). Bize keskin solcu havalarında cevap veren, hatta ne yazık ki demogoji yapan birkaç arkadaş da oldu. Söylediklerimizi anlamayıp ya da anlamak istemeyip, bizim “iki tarafa da eşit mesafe” koyduğumuzu ya da savaş kışkırtıcısı AKP ile Kürt halkının direnişini aynı kefeye koyduğumuzu iddia ettiler. Anlamak istemeyene ne kadar anlatsanız boş. Oysa esas bu keskin tutumlar Kürt halkının ve genelde Türkiye özgürlük mücadelesinin uzun yıllar içinde kanıyla canıyla elde ettiği kazanımları bir çırpıda diktatörlerin ayakları altına atmaktadır.

Bugünlerde bütün Türkiye, kardeşinin cenazesinde isyan eden yarbay Mehmet Alkan’ı konuşuyor. Mehmet Alkan o büyük acısıyla kardeşinin tabutu başında tam da sorulacak soruyu soruyordu: “Ne oldu da bugüne kadar barış süreci diyenler, şimdi sonuna kadar savaş diyorlar.”

Eğer devrimciler, yarbay Mehmet Alkan’ın soru sorma cesaretini gösterecek bir yüreğe sahip değillerse, onların lafta devrimci, özde ise keskinliğe sırt dayayan konformistler olduğunu söylemek zorundayım.

Gün Zileli
26 Ağustos 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

81 Comments

  1. Boyle giderse sen savasi PKK baslatti diyeceksin ama

  2. sayın zileli sayın zileli. heey zileli. o tahliller tamamm. oturduğun yerden tahlil yapacağana. neden tahlil yapıyorsun ?
    herşeyi de sen mi bileceksin be adam ? bir insan, eğer herşeyi bilme aşamasına gelmişse, işte o vakit ben o adamdan korkarım ! erdoğan korkusu yetmezmiş gibi, birde senden mi korkalım ? yook arkadaş. senin tahlillerini okurum, amaa kendi düşüncemi de korurum. ülkemizin beraberliğe en çok ihtiyacı olduğu şu günlerde ,ihtiyaçlarımız herşeyin önünde gelir elbette. nedir insanımızın ihtiyacı zileli ? kumpas mıdır, ihanet midir, oyun mudur ? düşünçelerinizi söylemeniz güzel ! ama insan her ne kadar insansa, bir yerde bilmeli ki yanlışta düşünebilir. sokrates, “düşüncenin ışığı ancak karanlıkta yanarsa bi boka yarar “demiştir
    evet tahlilleriniz güzel… çok beğendim. bütün yazılarınızı severek okuyor, düşüncelerinizin devamını diliyorum. sevgiler efendim

  3. Sevgili Gün Zileli, sizinle yıldızlarımız barışmasada fikirlerimiz barışıkmış demekki, doğruyu söylediğimiz için bizi dokuz köyden kovdular, Demir Küçükaydın başta olmak üzere, HDP danışmanı, akıl hocalığı yapan, umudu kürt milliyetciliğine bağlayan bütün Marksist-Stalinist,Maoist eski solcular tarafından da kürt düşmanı ilan edildik.., ama görüyorumki dokuz köyden de kovulsak onuncu köyde yine doğruları korkmadan, cesaretle haykıran bir deli çıkıyormuş, selamlar…

  4. Ağabey, şaşırarak okuyorum. Sen ki bu tür adamların ciğerini “okuyan” sayılı insanlardansın. Haklı olabileceğini düşünüyorum ama somut olarak yeterince bir şey göremiyorum. Ama somut olarak görüldükten sonra da artık herkes senin dediğini söyleyecektir…
    Akıl yürütme ile gidiyorum… Silahla siyaset yapanların sivil siyasetçileri küçümsediği bilinir. Onların “başarısından” hoşlanmamaları doğaldır; kendileri gereksiz hale gelebilir. “Biz onların önünü açtık; biz öldük, dağlarda gençliğimizi harcadık! Hakkımızı alacağız!” İnsani duygular bunlar elbette…
    Bu “mantık” yazdıklarını destekler…
    *
    Sub Komandante Marcos bir röportajında söylüyor. “Biz silahla siyaset yapanlar saçma insanlarız, insana silahı dayamışız.. ne olabilir ki..” anlamında sözler.. Bu adam 19. yy Totaliter Sosyalist zihniyetin egemen olduğu ülkemizde görmezden geliniyor. Israrla!
    Ve PKK da aynı tutumu almalı. Tam da sırası..” HDP korumamızdadır; biz onlara tabiyiz!” Sanırım Subkomandante böyle söylerdi.. “İktidar istemiyoruz; silaha ihtiyaç olmayacak sürece ait büyük bir ümit yeşerdi.. devam etmeli… halkımıza özgürlük, kendini tüm boyutlarıyla var edecek bir hayat, mekân istiyoruz; kimin gerçekleştirdiği önemli değil… vs.. vs… ”
    ***
    Bunlar bu topraklarda hayâl biliyorum.. Biz zaten hayallerle yaşayanlar değil miyiz?

  5. eğer öyle olsaydı onu da derdim merak etme.

  6. TÜRK USULÜ EKONOMİ POLİTİKASININ ÖZETİ ve DEĞERLENDİRİLMESİ

    ***Maliye politikası***

    Kamu kesimi açık vermesin (ya da mümkün mertebe az açık versin) politikası: Bu politika 13 yıldır uygulanıyor. Bu kadar sıkı sıkıya uygulanmasının nedeni 2000’ler öncesinde yaşanan kamu kesimi açıkları ve onun yarattığı borçlanma artışının 2001 krizini yaratmış olması. Siyasal iktidar, bu açığın kendisini iktidara taşıyan neden olduğunu bildiği için aynı nedenle iktidarı kaybetmemek için kamu kesimine açık verdirtmemeye çabalıyor. Oysa özellikle büyümenin düştüğü son dönemde kamu kesimi açığı verdirmeyen politika uygulaması, içinden geçtiğimiz sıkıntıların büyümesine yol açıyor.

    Özel kesimi ve hane halklarını borçlandırıp harcamaları artırarak ekonomiyi canlı tutma politikası: 2000’ler öncesinde özel kesimin ve hane halklarının borçları çok düşüktü. Bu kesimler, mevcut siyasal iktidarın tercihi sonucu borçlanmaya teşvik edilerek ekonomi canlandırıldı. Faizlerin de düşüklüğü sonucu borçlanmayla ulaşılan ek finansman özellikle inşaat sektörüne gitti. Şimdi hem özel kesim hem de hane halkları borçlarını ödemekte zorlanıyor.

    KİT’lere görev zararı vermeyelim ama özel kesime ve belediyelere destek verelim politikası: Birçok teşvik, devlet yardımı, muaflık ve istisna uygulaması ile marka yaratma çabalarının genel adı budur. Yani devletin parasal destekleri KİT’lerden özel kesime ve belediyelere kaydırılmıştır. Buna karşılık toplanan vergiler artırıldığı, bir defalık gelirlerde sıçrama olduğu, özelleştirme gelirleri arttığı için bütçe açık vermemeye devam etmektedir.

    ***Para politikası***

    Faizi artırmayalım da ne olursa olsun politikası: Kapitalist sistemde mal dengesini sağlayan mekanizma fiyat mekanizması, tasarruf – yatırım dengesini sağlayan mekanizma ise faiz mekanizmasıdır. Kapitalist sistem içinde kalmaya devam ederek faizi kullanmamak, tasarruf – yatırım dengesini tesadüflere terk etmek demektir. Çünkü faizi kullanmayan bir para politikası gerekli etkileri yaratamaz. Bu konuda doğruları söyleyen herkesi faiz lobisi üyesi olarak ilan etmek de ‘faizi artırmayalım da ne olursa olsun politikasının’ tamamlayıcısı bir politikadır. Aşağı yukarı ortaçağdaki cadı avının günümüze yansımış bir şeklidir.

    Kendi paramıza ayar veremiyoruz bari yabancı paraya ayar verelim politikası: Yıllardır yüzde 5 oranında enflasyon hedefi ilan edip tutturamayan, uyguladığı para politikasıyla hedefe yaklaşamayan Merkez Bankası, arada bir döviz satarak yabancı paralara ayar vermeye çalışmaktadır. Bu politikanın olumlu sonuçları ilk birkaç saatle sınırlıdır. Bu ayar tutmazsa hükümet yetkilileri “döviz tutanın eli yanar” gibi bilimsel açıklamalarla beklentileri tehditle yönetme politikasına geçmektedirler.

    ***Bu politikalar ne zamandır uygulanıyor?***

    Aşağı yukarı IMF ile ortak programın sonlandırıldığı 2008 yılı sonlarından beri bu politikalar devreye girmiş ve derece derece artarak bugüne kadar gelmiş bulunuyor.

    ***Bu politikaların uygulama sonuçları ne oldu?***

    Son 5 – 6 yıldır orta gelir tuzağında olduğumuza, son üç yıldır potansiyelimizin oldukça altında büyüdüğümüze, işsizlik sorununu çözemediğimize, büyümedeki hızlı düşüşe karşın cari açığı yüzde 5’in altına indiremediğimize, ihracatımız gerilemeye başladığına göre bu politikalar başarılı olamamış demektir. Ya da belki şöyle ifade etmek daha doğru olur: Başlangıçta 7 – 8 yıl TL’nin yabancı paralar karşısında değerli kalabilmesiyle başarılı olan bu politikalar, TL’nin değer kaybına girdiği son yıllarda başarısız olmaya yönelmiştir. Demek ki işin sırrı bu politikalarda değil TL’yi değerli tutabilmekte imiş. O da yapısal reformlarla desteklenmediği sürece sürdürülebilir bir politika değilmiş.

    ***Teori – uygulama ve İİBF öğrencilerinin durumu***

    Ekonomi ve maliye kitaplarında bambaşka şeyler okuyan günümüz İİBF öğrencilerinin, kitaplarda anlatılanlarla Türk siyasetçilerinin uyguladıkları arasında hiçbir bağlantı bulunmadığını görünce okuduklarının işe yaramayacağını düşünerek üzüntüye kapılmaları da meselenin başka bir yönüdür. Teori dediğimiz şeyler gerçek yaşamdan türetilmiş modellerdir. Eğer teoriyle uygulama arasında bir fark varsa bu, her zaman, teorinin yanlış olduğu ya da gerçek yaşama uymadığı anlamına gelmez. Bazen teoriler yanlış olabilir ya da yaşamdaki değişime ayak uyduramayabilir. O zaman yeni teoriler eskilerin yerini alır. Yukarıda değindiğim politikaların ‘ülke gerçeklerine uygunluğu’ söyleminin arkasında bir süre başarı getirmiş gibi görünmesi de şaşırtıcı olmamalıdır. Her yeni uygulama (doğru olsun olmasın) başlangıçta başarı getirebilir. Ne var ki bu başarılar sürdürülebilir başarılar değildir. Türkiye bu tür politikalarla Menderes, Özal dönemlerinde kısa süreli başarılar elde etmiş ama sürdürememiştir. Bugün içinde bulunduğumuz durum da o dönemlerden farklı değildir. O nedenle İİBF öğrencilerinin kitaplarına kuşkuyla bakmak bir yana onlara daha sıkı sarılmasının tam zamanıdır. Çünkü eninde sonunda oralara geri dönülecektir.

    Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı
    Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi

    26 Ağustos 2015 Çarşamba
    http://www.mahfiegilmez.com/2015/08/turk-usulu-ekonomi-politikasnn-ozeti-ve.html

    ***
    İKTİSATLA İLGİLİ OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN BİRKAÇ KİTAP

    Kitapların sonundaki sayılar zorluk derecesini gösteriyor (1 en kolay, 5 en zor)

    ***Sosyal ve kültürel evrimi anlamak için***

    Alaeddin Şenel: İlkel Topluluktan Uygar Topluma. (4): Çok önemli bir kitap. Sosyal bilimle, hatta fizik bilimle ilgilenen herkes için temel kitaplardan birisi.

    Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan (4): Eski ama yine çok önemli bir kitap.

    ***Analitik düşünmeyi geliştirmek için***

    Arthur Conan Doyle, Dörtlerin İmzası (3): Analitik düşünmeyi geliştirmede Sherlock Holmes’in kullandığı tümdengelim yöntemi çok önemlidir. Bu roman Holmes’in bilimsel yöntemi en çok kullanarak çözüme ulaştığı öykülerinden birisidir. Analitik düşünmeye katkı sağlar.

    Agatha Christie, Doğu Ekspresinde Cinayet (3): Agatha Christie’nin bu romanı da insanı sürekli olaylar arasında bağ kurmaya, neden – sonuç ilişkilerini aramaya yöneltmesi bakımından analitik düşünmeye iten bir kitaptır.

    Ransom Riggs, Sherlock Holmes El Kitabı (2): Sherlock
    Holmes’in nasıl düşündüğünü, olayları nasıl çözdüğünü örneklerle analiz eden bir deneme. Çok önemli ama Holmes’in öykülerini de bilmeyi gerektirebilir.

    Maria Konnikova, Sherlock Holmes Gibi Düşünmek (4): Konnikova bu kitabında insanın beynini nasıl kullanması gerektiğini Holmes öykülerinde ünlü dedektifin kullandığı yöntemleri ele alarak açıklıyor. Yararlı bir deneme.

    ***Matematiksel ekonomik analiz bilgisini geliştirmek için***

    Alpha C. Chiang, Matematiksel İktisadın Temel Yöntemleri (4): Matematik, ekonominin bir çeşit stenosu haline geldi. Matematiği ekonomiye en iyi uyarlamış kitaplardan birisi bu kitaptır. Benim gençliğimde bir numaraydı halen de oralardadır.

    ***Ekonomik analiz bilgisini geliştirmek için***

    Sadun Aren: İstihdam, Para ve İktisadi Politika (3): Eski ama Keynesyen ekonomiyi anlamak için hala geçerli, anlatımı çok açık bir kitap. Benim gençliğimde sınavların temel kitaplarından birisiydi. Yeni baskısını okudum ve hala çok iyi bir kitap olduğuna kanaat getirdim.

    Gülten Kazgan: İktisadi Düşünce Tarihi veya Politik İktisadın Evrimi (4): Bana sorarsanız ekonomik analizin olmazsa olmaz el kitaplarından birisi. Ekonomiye bakışımda analiz yeteneğimi en çok geliştiren kitaplardan birisi olduğunu düşünüyorum.

    Zeynel Dinler: Mikroekonomi (4): Mikroekonomiyi Türkçe’de en iyi anlatan kitaplardan birisi. Biraz ağır bir kitap olması nedeniyle mikroekonomi okumuş öğrencilere önereceğim bir kitap. Yani mikroekonomi bilginizi artırmak ve sınavlara hazırlanmak için bu kitabı okumalısınız.

    Brian Snowdon, Howard R. Wane, Modern Makroekonomi (4): Makroekonomi bilgisini ekonomik düşünce tarihiyle harmanlamış bir kitap. Çok iyi planlanmış, oldukça yeni bilgileri içeriyor.

    Pierre Delfaud: Keynes ve Keynesçilik (3): Keynesyen ekonominin esaslarını gözden geçirmek için iyi bir özet.

    Hyman P. Minsky, İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı (4): Ekonomide yaşanan yakın tarih gelişmelerini, krizleri analiz edebilmek için oldukça iyi bir kitap.

    Frederic Mishkin. Para Politikası Stratejisi (4): Para politikası ve uygulamalarını anlamak ve analiz edebilmek için yararlı bir kitap.

    Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı
    Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi

    25 Ağustos 2015 Salı
    http://www.mahfiegilmez.com/2015/08/ekonomi-ogrencisi-icin-analitik.html

  7. Size 23 Temmuz’da dört mesaj göndermiştim. Suruç patlamasının ateşi henüz sönmemişken; asıl meselenin “Kürt Siyasi Hareketi” içindeki parçalanmanın derinleşmesine kadar gideceğinden bahsetmiştim. Şimdi bu mesajımı tekrar dikkatinize sunuyorum:

    Ana adres:
    http://www.gunzileli.com/2015/07/23/9399/

    İLK MESAJ:

    23 Temmuz:

    Gün Bey,

    Saptamalarınız makul, ve çoğu gerçekçi gözükmekle birlikte, ya göremediğiniz ya da iyi niyetle yaklaşmaya çalıştığınız noktalar da var.

    Şunu en başta belirtelim:

    PKK, mevcut hâlde, Türkiye içindeki Kürtlerin haklarını savunan bütün diğer oluşumlar içinde en köklüsü, en eskisi ve en güçlüsüdür (hem düşünce hakimiyeti gücü, hem fiziki güç babında).

    HDP’nin de isim değiştire değiştire, mücadele ede ede bugünlere gelen, ve hattâ 80 milletvekili çıkarabilen bir geçmişi, birikimi, tecrübesi olmasına rağmen; omurga PKK’dır.

    KCK ise; “düz ovada siyaset” konseptlerini, “sivilleşme” çağrılarını karşılamak üzere kurulmuş “yeni” bir sivil organdır. Fakat burada da omurga yine PKK’dır.

    Sizin gibi tecrübeli bir kişiye ders vermek haddimize değil, ama D.D.K.O.’yu da gayet iyi bildiğinizi biliyoruz.
    Ve PKK’nın kökünü D.D.K.O.’nun oluşturduğunu bildiğinizi de biliyoruz.
    Ve 1970′ler boyunca özellikle “şehir (urban)” alanlarında M.L.S.P.B.’nin taktikleri ne olmuşsa; 1980′lerden itibaren doğu bölgemiz ağırlıkta olmak üzere kırsalda PKK’nın taktikleri aynıdır. (Ek bilgi: M.L.S.P.B.’nin mirası Sultanbeyli olaylarında hâlâ yaşıyor.)

    HDP içinde de, PKK içinde de iki ana hizip var:

    (A) Kürtlerin haklarını asla taviz vermeyecek şekilde, köklü, sağlam almak için “sol”u zemin yaparak ilerleyip, federatif yapının temelini atmak (nihayetinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak) için mücadele eden hizip.

    (B) Kürtlerin haklarını almak için, birçok konuda taviz vermeye hazır şekilde, toplum genelinde tansiyon yükselmelerine mahal vermeyecek şekilde, siyaset üzerinden yürüyormuş gibi davranıp, ve en önemlisi “serbest piyasa ekonomisi” zemininde bir federatif yapının temelini atmak (nihayetinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak) için mücadele eden hizip.

    Şimdi daha da somutlaştırmak için:

    PKK, İmralı ve KCK dışarıya daha kapalı gözüken yapılar olduğundan; bu oluşumların içindeki kişiler ile ilgili dişe dokunur saptamalar yapmak şimdilik zor.

    Fakat HDP; mevcut hâlde, “legal” zeminde ilerleyen bir siyasi parti olduğundan, gördüğümüz kişiler ile ilgili saptamaları aşağıya aktaralım:

    Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder, (Hatip Dicle, Leyla Zana; HDP organı içinde) gibi tesiri yüksek kişiler (A) hizbindendir.

    Dengir Mir Mehmet Fırat, Altan Tan gibi tesiri yüksek kişiler (B) hizbindendir.

    Polislerin öldürülmesi konusunda PKK’nın niçin böyle bir tavır sergilediği ile ilgili şaşırdığınızı yazdınız.

    “Öldürmek eylemini hangi hizbe meyilli olanların işlediğine göre tarafımızı açıklarız, ve o tarafı körü körüne savunuruz” şuursuzluğuna yer vermeyecek şekilde, yukarıda yazılı olan iki hizipten hangisinin güçlü olduğunu ortaya koymak cesaretini göstermek zorundayız!

    Eğer (A) hizbine meyilli kişiler “öldürüyorsa”; bu hizbi derhâl arındırıp, davasının meşruluğunu sürdürmesini sağlamalıyız!

    Eğer (B) hizbine meyilli kişiler “öldürüyorsa”; bu hizbin tamamını, bir daha palazlanmasına izin vermeyecek şekilde bütün “legal” ve “illegal” organlardan uzaklaştırmak zorundayız!

    Lütfen unutmayınız:
    “Devlet” (ister T.C. olsun, ister A.B.D. olsun!) isimli mekanizma her zaman, her koşulda (B) hizbini okşar, sular, semirir, besler, paraya boğar, içine sızar, suikastçı yerleştirir; bir oyuncak gibi oynar!

    “Peki Abdullah Öcalan, Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu gibi; dışarıya daha kapalı gözüken PKK’daki daha görünür kişilerin hizbi hakkında neler dersiniz?” diye soracak olursanız, tekrar yazalım; dişe dokunur saptamalar yapmak şimdilik zor.

    Abdullah Öcalan, 1999′dan beri “devlet”in bünyesi içinde bulunuyor. Öcalanla MİT ne zamandan beri görüşme yapıyor net bilgiye sahip değiliz! Özellikle 2009 sonrasında “devlet” ile Öcalan arasında görüşmelerin yoğunlaştığı söylense de; bu bilgi gerçek mi bilinmez! Çünkü “devlet”e güvenilmez! 16 yıldır “devlet”in bünyesinde bulunan Öcalan’ın (A) hizbine mi, yoksa (B) hizbine mi dahil olduğunu söylemek çok zor.

    Karayılan, Bayık, Kalkan, Karasu ile ilgili de saptamalar yapmak çok zor.

    Fakat Sakine Cansız’ın (A) hizbinden olduğu ile ilgili şüpheye mahal yok!

    Şimdi:
    Bütün bu ifade edilenler ışığında neler söylemek istersiniz Gün Bey?

    GÜN ZİLELİ’NİN CEVABI: siz benden daha iyi biliyorsunuz. Ben sadece el yordamıyla tahminlerimi yazdım. AKP’nin akıl yürütmelerini ve planlarını ise sizden daha net gördüğümü düşünüyorum.

    İKİNCİ MESAJ:

    23 Temmuz:

    Bu hizipleri daha açık ifade etmekteki maksadımız; sizin daha net görüp görmediğinizi ortaya çıkarmaktan daha çok: “HDP’yle dayanışma günüdür.” meşru sözünüzün dayanağını sağlamlaştırmak içindir Gün Bey!

    Çünkü çoğumuz gayet iyi biliyoruz:

    Eğer “Kürtleri” ve “Kürt Siyasi Hareketi”ni (PKK, İmralı, KCK, HDP ve diğerleri) toplumun genelinden daha da ayrıştırma planlarını hızla hazırlayan “devlet”in (yani AKP’nin); yukarıda yazılan (A) hizbine karşı mücadele yürüteceğini unutmamak, unutturmamak zorundayız!

    Örneğin:
    MHP gibi bir faşist yuvasının “Ne işiniz vardı Suruçta?!” kusmuğu ile (22 yıldır söylenegelen) “Ne işiniz vardı Madımak, Sivas’ta?!” kusmuğu aynıdır! Bu kusmuklar ile AKP’nin eylem hazırlıkları taban tabana aynıdır!

    Mesela:
    Demirtaş’ın “büyük barış yürüyüşü” çağrısı dikkate alınmalıdır! Ve CHP, en azından doğuda biraz daha sempati kazanmak istiyorsa, üzerine yapışmş “ulusalcı” çamurunu biraz temizlemek istiyorsa; bu çağrıya kulak vermeli ve katılmalıdır!

    HDP, PKK, İmralı ve KCK; artık “blok” hâlde hareket eden, kararlar alan ve bu kararları uygulayan yapılar değildir!

    İki ana damar (A) ve (B) !

    “Kürt Siyasi Hareketi” içindeki oyuncular da,
    Bu hareketin içinde doğrudan faaliyet göstermeyip destek verenler de;
    Artık bu iki hizbin farkında olmalı,
    Ve (A) hizbini, kirletilmişse temizlemek ve güçlendirmek zorundadır!

    Böylece:
    “Gezi”den sonra bile “Kürt Siyasi Hareketi” hakkında kocaman bir kafakarışıklığı yaşayan kitlelerin (A) hizbini desteklemesi de kolaylaşacaktır!

    Umarız şimdi biraz daha açık ifade edebilmişizdir Gün Bey?

    ÜÇÜNCÜ MESAJ:

    24 Temmuz:

    Sayın (12) GEVHERİ’ye
    ve
    Gün Bey’e,

    Sonra;

    Kafa karışıklığı yaşayan herkese bir nebze yardımcı olmak için:

    HDP, PKK, İmralı ve KCK’nın içindeki sol kanat (yani -A- hizbi), mevcut hâlde (net yazalım; 2009-2010-2011 sonrası itibariyle) 1960′ların sonu ve 1970′ler boyunca, hem dünya genelinde, hem de Türkiye’de kasırgalar estirmiş olan “sert sol” çizgisinde ilerlemiyor.

    PKK’nın taktiklerine, kırsalda, kasabada veya şehirdeki “gerilla” eylemlerine odaklanırsak:
    1969-70-71-72 yıllarında yoğrulmuş “THKP-C”, “THKO”, “TİKKO”, “TKP/ML” ve “M.L.S.P.B.”nin mirasından, eylemlerinen, tecrübelerinden, taktiklerinden öğrendiklerini güncelleyerek bugün de uyguladıklarını, ve tabii ki yarın da uygulamaya devam edeceklerini söyleyebiliriz.

    Fakat teorik kökünü tekrar gözden geçirip günümüzdeki uygulamasına baktığımızda “communalism (komünalizm)” zeminini kabul ettikleri saptamasını yaparız.

    “‘Komünizm’ ile ‘komünalizm’ arasında ne fark var ki?” diye soracak olursanız, en temel fark şudur:

    (1) Komünizm: “Devasa bir örgütün”, “devasa bir partinin” veya “devasa bir devletin”; egemenlik sahası içindeki bütün unsurlara tam manâsıyla sahip olmak, ve bu unsurları bir blok hâlinde, tek bir amaç uğruna, “zor kullanmak” da dahil olmak üzere, kanalize etmektir.

    (2) Komünalizm ise; “tepeden inmeci” zihniyeti, “zor kullanmak” konseptlerini en aza indirgeyip (mümkünse yok edip); “dava”ya inanmış ve inanmak isteyen neferleri bir çatı altında, gönüllü olarak örgütleyebilip, hiyerarşiye mahal vermeden, otokrat eğilimlere mahal vermeden, bir blok hâlinde mücadele edebilmektir.

    “Bağımsız bir Kürt devleti” söylemini kısık sesle söyleyip; “federatif bir yapı” söylemini yüksek sesle tekrarlamalarının temeli yukarıda aktarılan “komünalizm” düşüncesidir. Bu nedenle; yukarıda yazdığınız “(U.K.K.T.H.) Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” Kürt Siyasi Hareketi için tam manâsıyla Lenin’in düşüncesi çerçevesinde ilerlememektedir. 2015 şartlarında düşünmek zorundayız!

    Her ne kadar isimlendirmede, kısaltmada farklılıklar olsa da; MDD tezi ile, Kürt Siyasi Hareketi içindeki “feodal” zihniyetin örtüştüğü noktalar vardır.

    MDD tezi; “Entelektüeller-Askerler-Bürokrasi” üçlüsünü iktidar yapıp, “tepeden inmeci” zihniyetle T.C. toplumuna yön vermeyi hedeflerken;

    Kürt Siyasi Hareketi içindeki “feodal” zihniyet (yani -B- hizbi); MDD’nin aynısını Kürt halkı üzerinde uygulamak hedefindedir. “Dengir Mir Mehmet Fırat”, “Altan Tan” ve hattâ “Ahmet Türk” gibi şahıslar; bu “feodal” zihniyetin Kürt halkı içindeki tesiri yüksek kişileridir!

    (NOT: MDD tezi, büyük ölçüde Stalinizm’den beslenir. “Devlet”, MDD’ye göre daima yücedir, anaçtır, babaçtır! İktisadi kararlarını da bu çember içinde alır!)

    Burada üzerinde önemle durduğumuz başlıklar:

    (a) Özellikle Suruç patlamasından sonra; Kürt Siyasi Hareketi ile ilgili yapılan saptamalar artış gösterecektir.

    (b) Konuyla en ilgisiz olan taraflar bile; “Kürtleri” ve “Kürt Siyasi Hareketi”ni daha yakından tanımak isteyecektir.

    (c) HDP’ye oy vermiş kemikleşmiş tabanın da, “emanet” olduğu söylenegelen oyları veren kişilerin de kafalarındaki bocalamaları ortadan kaldıracak hamleleri şimdiden yapabilmek gerekir.

    Daha da somutlaştırmak adına:

    (Örnek 1)

    Yunanistan’da 5 Temmuz 2015 referandumunda halkın “OXI (Hayır)” demesine rağmen; tam 1 hafta sonra, A.B.’nin emperyal yaptırımlarına SYRIZA yönetim kadrosunun onay vermesi; parti içindeki hizipleşmeyi daha da görünür kılmıştır! SYRIZA içindeki (A) hizbi ile (B) hizbi (yani yukarıda, 6 numarada, Kürt Siyasi Hareketi için ifade edilenlerin), daha çok iktisadi düzlemde gün yüzüne çıkmıştır. Sol zeminde mi (-A- hizbi) mücadele yürütülecek? Yoksa serbest piyasa ekonomisi (kapitalizm) (-B- hizbi) zemininde mi mücadele yürütülecek? Yunan halkı şimdi bu tartışmanın içinde…
    (Ek bilgi: Çipras’ın erken seçim kararı aldığını ve Eylül-Ekim 2015’de seçime gideceklerini hepimiz öğrendik! “Hizipler” fokur kokur kaynıyor!)

    (Örnek 2)

    CHP’nin içindeki “ulusalcı & Kemalist” zihniyetin tesiri yüksek kişileri büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Bir kısmı siyaseti tamamıyla terketmiştir. Bir kısmı “Anadolu Partisi”ni kurmuştur, bir başka kısmı da “Vatan Partisi” saflarına katılmıştır.

    CHP’de, mevcut hâlde, 3 ana hizip vardır:

    (1) Serbest piyasa ekonomisini (kapitalizmi) savunan, TÜSİAD’ın emir ve kuyruğundan ayrılmayacak olan vahşi kapitalist milletvekilleri.

    (2) Fethullah Gülen cemaatinin etkisini her geçen gün arttırdığı, “kripto-Fethullahçı” zihniyetteki milletvekilleri.

    (3) Eski güçlerini yitirmiş olan, sesleri kısık çıkmaya başlayan, tekrar güçlenmesi çok zor olan “ulusalcı & Kemalist” milletvekilleri.

    (NOT: “Ulusalcı & Kemalist” zihniyetin de birçok yönü Stalinizm’e benzer, ama ikisi %100 aynı değildir. Aynı olan yönüne bir örnek olarak “personality of cult”u gösterebilliriz.

    “Ulusalcı & Kemalist” zihniyetin iktisadi politikaları bir tür “karma ekonomi”dir. Karl Marx’ın iktisadi uyarılarını bütünüyle kabul etmez. “Ulusalcı & Kemalist” zihniyet; “özel sektör”e büsbütün karşı değildir. “Entelektüeller-Askerler-Bürokrasi” üçlüsünun kurduğu oligarşinin ekonomik zenginliğinin sürmesi için TÜSİAD başta olmak üzere, hiçbir “şirketler topluluğu”na karşı kıran kırana mücadeleye girmez! “Ulusalcı & Kemalist” zihniyet; “ezilenler” tabirini pek gündeme getirmek istemez, bir “halk ayaklanması”nın vuku bulmasını asla istemez!

    “Cumhuriyet Gazetesi” ve “Sözcü Gazetesi”nin haftasonu eklerini dikkatle incelerseniz; “Hürriyet Gazetesi”nin eklerinden hiçbir farkı olmadığını; buram buram “kapitalizm yüceltmesi” yapıldığını net görürsünüz!

    18. Deniz Kuvvetleri Komutanı oramiral İlhami Erdil’i hatırlayınız! Haksız yere mal edindiği, yolsuzluk yaptığı gerekçeleri ile mahkemeye çıkarıldı, rütbesi “er” oldu, 1 yıl hapis yattı, 2008′de hapisten çıktı. Şimdi bile göbeğini semirtmeye devam ediyor!

    CHP’nin [3] numaralı hizbi de tertemiz değildir! Yani “Entelektüeller-Askerler-Bürokrasi” üçlüsünun kurduğu oligarşinin ekonomik zenginliğini veya “ulusalcı & Kemalist” zihniyetin ekonomik hamlelerini sadece İlhami Erdil örneğinden bile anlayabilirsiniz!

    “Entelektüeller-Askerler-Bürokrasi” üçlüsü = “Ulusalcı & Kemalist” zihniyet! | NOT’un sonu.)

    CHP içinde, en koordineli hareket eden hizipler (1) ve (2)’dir. (2) numaralı hizip, bukalemuna kurs verecek nitelikte renk ve hattâ şekil değiştirebilecek sinsiliğe sahiptir! (1) ile (2) çoğu zaman iç içe geçmiş görünebilir!

    Bu somut örneklerden sonra, tekrar Gün Bey’in “HDP’yle dayanışma günüdür.” meşru sözüne gelirsek:

    Kaynaklarına başvurulabilecek yegâne iki kişi: “İsmail Beşikçi” ve “Hüseyin Cevahir”dir!

    İsmail Beşikçi’nin saptamaları ve yıllardır yaptığı araştırmalar sonucunda yazdığı onlarca kitap; Kürt Siyasi Hareketi içindeki bütün hizipleri, tabii ki günümüze gelirsek; 2015 itibariyle (A) hizbi ile (B) hizbini daha net anlamanıza yol açacak!

    Sayın Beşikçi, her daim (A) hizbini savunmuş ve bu hizbin haklılığını, hem Kürt halkı içinde, hem Türkiye genelinde anlatmaya gayret göstermiştir. Bugün bile bu mücadelesini sürdürmektedir!

    http://www.ismailbesikcivakfi.org/

    “Hüseyin Cevahir” ise artık unuttuğumuz “enternasyonalizm” kelimesinin; hem Kürtler arasında, hem Türkiye genelinde hatırlanmasına yol açacak!

    29 Mayıs 1971′de İstanbul, Maltepe’de “Sibel Erkan olayı” ismiyle lanse edilen bir tecrübe vardır! Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir beraberdir.

    İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinden sonra emniyet güçlerinden kaçarlarken Maltepe’deki bir apartman dairesinde; Sibel Erkan isimli kızı rehin alarak, polisle çatışmaya girerler.

    Olayın sonucunu en başta yazalım:

    Hüseyin Cevahir’i, binbaşı Cihangir Erdeniz keskin nişancı tüfeğiyle vurarak katletmiştir. Vücudunda 20-25 kurşun olduğu söylenegelmekte…

    Hüseyin’in vurulmasından sonra; Mahir’in silahını kalbine dayayarak kendini öldürmek istediği ve denk getiremediği söylentisi ile,
    Polisle girdiği çatışma sonucu yaralı olarak ele geçirildiği bilgisi vardır.

    Sibel Erkan’a ise zarar gelmememiştir.

    Bu olayda üzerinde önemle durulması gereken nokta şudur:

    Her ikisini de ikna edip, teslim olmaları için anne, babaları ve bazı akrabaları Maltepe’deki apartmanın önüne getirilir.

    Mahir’in annesi oğlunu ikna etmek için megafonla konuşturulur ama Mahir ikna olmaz.

    Hüseyin’in ise bir akrabası megafonla konuşurken hem Türkçe, hem Kürtçe sözler söyler. Hüseyin de ikna olmaz.

    Mahir Kürtçe bilmediğinden anlamadığı kısımları Hüseyin’e sorar. Hüseyin şu cevabı verir:

    “Mahir, akrabam bana; davamızın yanlış olduğunu, ve daha da mühimi benim bir tür kobay olarak kullanıldığımı, işim bitince örgüt tarafından çöpe atılacağımı ve belki de yok edileceğimi söyledi. Türklerin Kürtlere karşı her zaman düşmanlık beslediğini, senin bile içten içe Kürtlere karşı bir düşmanlık beslediğini ve beni yok edebileceğini bile söyledi. Seni terketmemi, aşağıya inmemi, polise teslim olmamı, senin de ne hâlin varsa görmen gerektiğini söyledi!”

    Bu açıklama üzerine Mahir’in sormasına fırsat vermeden, Hüseyin cevap verir:

    “Mahir, bütün bu aşağıda bizi izleyenlerin; ne sol’dan, ne de ‘enternasyonalizm’den haberi var! Hadi; mücadeleye devam!”

    Kafanızdaki bulanıklığın biraz ortadan kalkmış olması temennimizle…

    Saygılarımızla

    DÖRDÜNCÜ MESAJ:

    PARİS CİNAYETİ İDDİANAMESİ HAZIRLANDI:
    ŞÜPHELİ YİNE “MİT”!

    24 Temmuz 2015

    Fransa’nın başkenti Paris’te 2013 yılında 3 PKK’lının öldürülmesiyle ilgili soruşturmanın tek zanlısı konumundaki Ömer Güney hakkında iddianame hazırlandı. Paris Savcılığı, MİT şüphesi üzerinde duruyor.

    Deutsche Welle Türkçe’den Kayhan Karaca’nın aktardığına göre cinayetin tek şüphelisi Ömer Güney hakkında soruşturmayı geçtiğimiz günlerde tamamlayan Paris Savcılığı, Güney hakkında “terör amaçlı cinayet” suçuyla dava açılması talebinde bulundu. Paris Mahkemesi Terörle Mücadele Dairesi sorgu hakimlerinin bu talebe olumlu yanıt vermesi halinde Ömer Güney’in Fransa’da yargılanmasına başlanacak.

    ŞÜPHELİ: MİT

    Fransız basınına konuşan Paris Savcılığı kaynakları, “Türk gizli servislerinin (MİT), öncelikli olarak Sakine Cansız’ı hedef alan cinayetin tasarlanış ve hazırlanış aşamasına katıldığını düşündüklerini” söylüyorlar. Ancak “MİT ajanlarının bu cinayete amirlerinin emriyle doğrudan ya da MİT’in imajını bozmak amacıyla MİT yönetiminden habersiz veya barış sürecine zarar vermek amacıyla katıldıklarına dair yeterli kanıt olmadığının” da altını çiziyorlar.

    Adli kaynaklar, Ömer Güney’in “casusluk faaliyetlerinin, Türkiye’de bulunan çok sayıda kişiyle gizli temaslarının ve soruşturma sırasında firar planlarının açığa çıkarıldığını” da belirtiyorlar. Soruşturma sırasında, Ömer Güney’in 2012 yılının ikinci yarısında bir Türk cep telefonuyla Fransa’dan Türkiye’ye “teknik bir numarayı” 214 kez aradığının tespit edildiği açıklanmıştı.

    Ömer Güney’in Almanya’daki geçmişi ve Fransa’da PKK’ya yakınlığıyla bilinen bir derneğe üyeliği nedeniyle Paris cinayetinde ilk aşamada “adi suç” veya “PKK içi hesaplaşma” olasılıkları ön plana çıkmıştı.

    12 Ocak 2014′te Ömer Güney ile MİT ajanı olduğu söylenen iki kişi arasındaki bir ses kaydının, 14 Ocak 2014’te de “MİT yetkililerinin imzasının olduğu” söylenen ve “Sakine Cansız’ın ortadan kaldırılması için 6 bin euro ödeme yapıldığını” iddia eden bir belgenin ortaya çıkmasının ardından ise soruşturmanın seyri değişmişti.

    Ömer Güney ses kaydındaki kişinin kendisi olduğunu reddetse de kendisini tanıyan birçok kişi sesin ona ait olduğunu bildirmişti. Ses kaydının yayınlanmasının ardından MİT de cinayette rolü olduğu iddialarını yalanlamıştı.

    Bu belgelerin ortaya çıkmasının ardından, soruşturmayı yürüten Fransız adli makamları, Ömer Güney’in telefon ettiği numaralar hakkında Ankara’dan bilgi talebinde bulunmuştu.

    http://odatv.com/n.php?n=paris-cinayeti-iddianamesi-cikti-2407151200

  8. Seçim hükümeti bakanlıkları meselesinin politik ehemmiyeti nedir? CHP reddetti, MHP liderliği reddetti fakat Türkeş disiplini bozarak kabul etti, HDP’de ise liderliğin kabul edilecek kararına rağmen Levent Tüzel reddetti. Bunları nasıl okumak gerekiyor?

  9. pKK ile AKP ye koalisyon yaptirmissn daha ne diyeceksin…tabii PKK yi kesinlikle MIT yonetiyordur…Devlet onune geleni olduruyor HDP dostlari birden hepsi PKK dusmani kesildi.

  10. yaw anonim misn nesin şu sayfayı katletme resmen katliam yapıyorsun ha gewende

  11. buna PKK-AKP koalisyonu demesekte en devrimci öncülüğü tavan yapıp bu günlere halkının beklentilerini gerçekleştirip ondan öğrenerek geldiğini unutup silahlı silahsız bütün organizasyonların politik mutfakta kadro eliyle en doğrusu ve en iyisinin yapılacağını zanneden en devrimci öncülerin bilip bilmeden yaptıkları aslında devlet-iktidar efendilerinin istedikleri cukkkk oturması desek daha iyi olmazmı?????yorum altıdaki analizin kömünalizmi HDP nin bütün türkiye ve cevahirin enternasyonalizmi gibi dünya için isteyip yapmaya çalışmasının çabası gibide okumak çokmu zor????olabildiğince hiyeyarşi hegomonik zor tahakküm üretmeden toplumsal ekolojik kömünalizmi mümkün olan en kollektif amaç ve araçlarla inşa etme amaçlı politik mücadele hattı günümüzde devrimci bir hat sayılmazmı????haaa ne kadar yapabiliyoruz hala yakındığımız hegemonik vesayet üreten yapılar olması bunları olumlu tüketme çabamızı görmeyip eleştirmek eksiklik olmazmı?????nesi yanlış toplumsal ekolojik kömünalizmin mecburmuyuz sosyalist olaya aynı suyla 2 kez yıkanılmaz gelecek sosyalizmde değil toplumsal EKOLOJİK KÖMÜNALİZMDE

  12. burnunun ucunu görememenizi şimdi daha iyi anladım.marjinal küçük gurupcuklar olarak hatta tek tek kalmaya mahkumsunuz. biraz daha gayret yakında biteceksiniz.neden biliyormusunuz ikinci bir kişiyi ikna edebilecek öngörünüzden eser yok ta ondan. demir küçük aydınlar onbirinci tezcikler fikret başkayacıklar v.b. kürtler ağızlarıyla kuş tutsalar atacak bokunuz elinizin altındadır.biraz vicdan birazda tarih bilinci umutsuz vakalarsınız

  13. 10 numaralı ZANA’ya soru:

    Hangi anonimden bahsediyorsunuz?

    Açık açık yazın da, boyunuzun ölçüsünü görelim?

  14. “KHKP-C/K-B”: Kınalıada Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Kropotkinist-Bakuninist teşkilâtının lideri sayın Gün Zileli’nin, ağzından çıkan her nefesi büyük dikkatle takip ettiği sayın Alev Alatlı’dan gelen flaş açıklamalar!

    “KADİM DOĞRULAR İKTİDAR/MUHALEFET AYRIMI TANIMAZ!”

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Siyasette ‘sivilleşmeden’ konuşuyoruz, bedeli de ödeniyor. Acaba benzer süreç sanatta da mı yaşanıyor? Sanatın merkezden çevreye yayılması, bir ayrıcalık aracı olmaktan çıkması; bedel olarak mahalle baskısını mı getiriyor?

    ALEV ALATLI: Önce şunu söyleyeyim. Bu “sivilleşme” kelimesinden ben oldum olası haz etmiyorum! Askeri darbelere çakmak için icat edildiydi, gelin görün, serbestleşme, özgürleşme, çoğulculuk, ademi merkeziyetçilik gibi farklı kavramları barındıran bir torba kelime oldu çıktı! Ne mahzuru var diye soracaksınız, mahzuru, meselelerin adını doğru koymamızı zorlaştırıyor olması! Şimdi, kelimeyi “serbestleşmek” anlamında kullanıyorsak ve varsa bir serbestleşen, onun “sanat” değil, olsa olsa “sanatçı” olduğunu söylerim. “Olsa olsa” nitelememe de mim koyun, lütfen!

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Ne demektir sanatçının serbestleşmesi?

    ALEV ALATLI: Sanatçının serbestleşmesinden murat, sanatını “icra” ederkenki özgürlüğüdür. Ressam ise, resmetmek istediği objeyi ya da temayı, veyahut kullanmak istediği tekniği seçmekte özgür müdür? Yazar ise, içinden geleni yazmakta özgür müdür? Müzisyen ise sazını, efendim, icra edeceği eseri seçmekte ve yorumlamakta özgür müdür? Yönetmen sahneye koyacağı oyunu, rejisör filme çekeceği senaryoyu seçmekte özgür müdür? Sanattan bahsediyorsak, tartışma konuları bunlar olmalıdır. Sanatçının içrek özgürlüğünden, otosansür eğilimlerine, açık ya da örtülü yasaklara, eserinin beğenilmeme, kınanma korkusuna kadar, türlü faktörlerin irdelenmesini gerektirir.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Sanatın merkezden çevreye yayılması, dedim ilk soruda. Ama sanırım bu ifade de tanıma muhtaç?

    ALEV ALATLI: Öte yandan, “sanatta merkez” ancak üstün yeteneklerin sanata standart getirdiği bir kurumun varlığı söz konusu ise anlamlı olabilir. Örneğin, bir Bolşoy, balede performans standartı koyar. Balerinlerin maaşlarını devlet ödediği için değil, bir Anna Pavlova yetiştirdiği için merkezdir. Yada, La Scala, Leyla Gencer’i dünyaya kabul ettirebildiği için merkezdir. Bu bağlamda onlarca merkezden söz edebiliriz. Bize gelince, Cumhuriyet’le birlikte halkın aşina olmadığı sanat türleriyle tanışmasını sağlayacak bir dizi girişim yapıldı. Devlet opera ve balesi, devlet filarmoni orkestrası, şehir tiyatroları, belediye kültür sanat birimleri, konservatuarlar, halkevleri bu kapsamdadır. Bunlar “merkez” olabildiler mi? Tiyatroyu alalım, devlet tiyatrosu merkez olabildi mi? Kısmen oldu elbette, hatta konservatuar mezunu olmanın belirli bir ayrıcalığı vardır ve olmalıdır da. Mamafih, boynuzun kulağı geçmesi de pek uzun sürmedi. Yanılmıyorsam devlet tiyatrosundan ilk atan sürgünlerden birisi AST’tır. 1963’de kurulduydu. Daha niceleri var. Buradan baktığımızda, devlet girişiminin sadece tiyatroya değil, Türk sinemasına da oyuncu takviyesi yaptığını görebiliyoruz.

    Bununla beraber, “sanat”ın bir ayrıcalık olduğuna katılmıyorum. Özel bir yetenek gerektirir, doğru, ama meselâ matematik de özel yetenek gerektirir, cerrahi de öyle. “Ayrıcalık” ancak işinizde kolay kolay ikame edilemeyecek kadar iyi iseniz, kitlelerin teveccühünü kazanabiliyorsanız söz konusudur. Siz istediğiniz kadar destekleyin, meğer ki, kişinin içinde olsun, topluma bir İdil Biret, bir Cüneyt Gökçer kazandıramazsınız. Diyeceğim, devlet eliyle “ayrıcalık” olmaz, “kayırmacılık” olur. Onu da “sanatçı” kendisine yediremez. Sanatçı “ayrıcalık”ını yürek gücüyle kendi kazanandır.

    Gelelim “bedel” konusuna, sanatçının ödediği “bedel” yalnızlığıdır. Bakın, sanatın olmazsa olmaz şartı özgünlüktür. Neşet Ertaş’ı, Nazım Hikmet’i, Niyazi Sayın’ı düşünün. Sanatçı, bırakın mahalle baskısına boyun eğmeyi, gelir geçer toplumsal yargılara, hatta zamanın ruhuna bayrak açacaktır. Özgünlüğünü yitiren sanatçı, sıradanlaşır. Sanatçı olmaktan çıkar, başka bir şeye evrilir. “Başka bir şey” dediğim, ticarettir, siyasettir, memuriyettir. Sanatçı, sanatçıya sanat adına karşı çıkıyorsa itirazı anlamlıdır. Gerisi, galiz olduğu kadar da sıradan sokak kavgası.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Sivil ya da vesayet yolu ile kurulmuş olsun, sanatçı için bütün iktidarlar ‘bir’ mi olmalıdır, yani tüm iktidarlara kategorik olarak düşman m olmalıdır sanatçı?

    ALEV ALATLI: Az önce söylemeye çalıştığım gibi, sanatçının “iktidar”dan anladığı, işini bildiği gibi yapmasını engelleyen erktir. Bu erk herşeyden önce sanatın içinden, az önce konuştuğumuz “merkez”lerden çıkar. Bir an, ressam olduğunuzu düşünün. Diyelim meselenizi empresyonist tarzda resmetmek istiyorsunuz. En çetin muhalifleriniz klasik tarzı benimseyen meslektaşlarınız olacaktır. Siyasi iktidar ille de empresyonizme karşı tavır alacak ve dolayısıyla sizi kendisine düşman edecek diye bir şey yoktur. Düşünün ki, klasik batı müziği Türkiye’de ilk kez Cumhuriyet iktidarları döneminde revaç gördü. O dönemde de mutsuz çellocular vardı ama öfkeleri siyasi iktidara değil, yetersiz buldukları orkestra arkadaşlarınaydı. İnönü’nün huzurunda çello çaldı diye hakarete uğrayan müzisyen duyulmamıştır!

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Bu kadar ‘sivilleşme’ deyince Ece Ayhan geldi aklıma. Ne diyordu Ece Ayhan, o günden bugüne baktığımızda nasıl algılamalıyız Ece Ayhan’ı?

    ALEV ALATLI: Ece Ayhan’ı bu sorunuza cevap verebilecek kadar iyi tanımıyorum, maalesef.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Türkiye’de bir ‘sanatçı/kültürel iktidar’ olduğuna katılır mısınız? Son zamanlarda çok konuşuluyor: Kültürel iktidar. İçersinde ‘kültürel’ ifadesi barındırması duyuyu okşuyor ama bir yandan ‘öteki’ye ‘köpek’ diyebilen bir ‘paçozlaşma’ durumu galiba bu?

    ALEV ALATLI: Dünyanın her ülkesinde, zamanın ruhu doğrultusunda kâh güçlenen, kâh zayıflayan, nitelik değiştiren, “sanatçı/kültürel” elit, dilerseniz, iktidar vardır. Bir dönem Pink Floyd ve uzantıları iktidardadır, bir dönem Madonna ve uzantıları. Bir dönem, Köy Enstitüleri merkezli edebiyatçılar, bir dönem, toprağı bol olsun, Metin Kaçan ekolü. “İktidar” olmuşlukları, belirli bir dönem için dahi olsa toplumda karşılık buluyor olmalarından geçer. Öte yandan, bence “kültürel” kelimesine kutsallık atfetmenin de anlamı yoktur, Hakan bey. Kültürün resmisi olur, halkçısı olur, ecnebisi olur, alt kültür, üst kültür olur, İslamisi olur, seküleri olur. Ha, şimdi, iş küfürleşmeye gidiyorsa, onu küfredenin tıynetsizliğinde aramak gerekir. Düşünün ki, “sanatçı” tanımı icabı siyah-beyaz, dost-düşman, 0/1 kafalı biri değildir. Bedbaht bir tinerci ile aynı konuşma tarzını benimseyen, ağzını açtığında mahalle kabadayısını aratmayan tipoloji zaten sanatçı değil, bir başka sefildir.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Söz konusu Türkiye olduğunda sanırım bir konuda farklı düşünmek gerekiyor, o da şu: Türkiye’nin ‘aydın’ sınıfını resmi ideoloji oluşturdu. Bu sınıf Özal’a “gel beraber intihar edelim” derken bu cömert teklifi Evren’den, vesayetçilerden esirgedi. Türkiye’nin bir ‘aydın imtihanı’ yaşadığını düşünüyor musunuz?

    ALEV ALATLI: İsterseniz, Türkiye’nin ‘aydın’ sınıfını resmi ideoloji oluşturdu demeyelim de, Tanzimat’la başlayan/başlatılan, Batılılaşma sürecini içine sindiremeyenler olduğu gibi, şevkle benimseyenler de oldu diyelim. Bu ikinci grubun Avrupa ve ABD’de odaklanması, öykünmesi teşvik edilmişti, nitekim öyle de oldu. Bunların aralarındaki göreceli olarak daha iyi okumuş yazmış olanlara “aydın” sıfatı yakıştırıldı, “münevver” kelimesi muhafazakârlara tahsisli kaldı. Buraya kadar böyle. Gelelim, Özal’a, bakın, ben şahsen yaşadım, Türkiye’de, Özal’a “gel beraber intihar edelim” diyen “aydın” olmadı! Tam tersine, rahmetli hayattayken, duymadığı hakaret, atılmadık iftira kalmadı, buna eşinin lezbiyen olduğu imaları dahil! Bir gün fırsatınız olursa, dönemin karikatürlerine bakın, ne denli aşağılık, ne denli rezil, acımasız bir muhalefete maruz kaldığını görürsünüz. Özal’dan ne istediler diye soracak olursanız, rahmetlinin lâkabı daha DPT müsteşarıyken “takunyalı”ya çıkmıştı. Yok, DPT koridorların ellerinde ibrikle dolaşırlarmış da, yok feşmekân daire başkanının odası boşaltılmış, mescide dönüştürülmüş falan filân. Beştepe külliyesindeki altın klosetler gıybetinin bin beteri! Herneyse, rahmetlinin mütedeyyin olması dışlanmasına yettiydi. Evren’e gelince, orada, “vur abalıya!” sendromu işledi. Müdahaleyi azmettiren “siviller” baştacı edilir, vefatlarında bayraklar indirilirken, Evren, trajedinin yegâne sorumluymuşçasına, yapayalnız gömüldü. Bakmayan siz, rahmetli Tahsinkaya’ya atılan iftira da, Balyoz rezaletini aramaz. Hani diyorsunuz ya, “aydın imtihanı,” boşverin. Bu, “aydın”lar kadar necip halkımızın da imtihanıydı ve maalesef, ne denli bir soysuzlaşmanın eşiğinde olduğumuzu bir kez daha yüzümüze vurdu! Bakın, altı yüz subayın intiharından bahsediliyor, ve kimseden gık çıkmıyor!

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Sivil irade neticesi de olsa; Erdoğan içeride bir ‘iktidar’ figürüyken dışarıda BM, IMF, NATO gibi kurumlarla çatışan bir muhalif. Bu ayrımı nasıl yapacağız, ‘iktidar – muhalif’ okumalarını salt yerel olana sıkıştırmak ne kadar doğru?

    ALEV ALATLI: Bakın ben bazen aklî melekelerimizi toptan yitirdiğimizi filân düşünüyorum! Allah aşkınıza, “iktidar” olmak suç mudur?! Ya da “muhalefet” olmanın saygınlığı/arzu edilirliği nereden ileri gelir?! Kadim doğrular, “iktidar-muhalefet okumaları” dediğiniz etkinler üzerinden yorumlanmazlar Hakan bey! “Doğru” söyleyene göre “doğru” olmaz! Meğer ki, kafanız karışık olsun, siz kendiniz doğruyu yanlıştan ayıramayacak halde olun, siyasi iktidar ya da siyasi muhalefet, her kim dillendirirse dillendirmiş olsun, “doğru”yu teslim etmek durumundasınız. Meğer ki, Filistinlilere reva görülen zulmü “oh, olsun pis Araplar” diye karşılıyor olasınız, Tayyip Beyin “one munite” çıkışını onurlandıracaksınız! Meğer ki, dünyanın beş süper güç tarafından parsellenmesini “doğru” sayın, “Dünya beşten büyüktür” tesbitini alkışlayacaksınız! Aksi, hamakat değilse, sahtekâlıktır! Gayri alın hamakatı, vurun sahtekârlığa!

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Aslında şöyle bir tehlike içersindeyiz: Sanatçılara işlerinden çok siyasi sorular soruyoruz. Sabit fikirlerimizi sanatçılara sürekli onaylatma derdindeyiz sanki? Ya da sanatçı mı eksik kalıyor bu noktada, nedir düşünceniz?

    ALEV ALATLI: Vallahi, eğer gözleminizde yanılmıyorsanız vay halimize! Mamafih, Fatma Girik hanımı Şişli’ye belediye başkanı da yapmışlığımız vardır bizim! Kadıncağızı aday gösterene mi yazıklanırsınız, oy verene mi, Şişli’nin hali pür mealine mi? Nihayet, Fatma hanım oraya silâh zoruyla oturmadı, seçimle geldi! Layık olduğunuz yönetimle yönetiliyorsunuz vesselâm. Bakın, işin özünde galiba bizim “her işi yaparım, abi” yetersizliğimiz yatıyor. Ne bizim sanatçının sanatına ilişkin anlamlı soru soracak müktesebatımız var, ne de sanatçının “ben anlamam kardeşim” diyebilecek öz güveni.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: ‘Beyaz Türkler’i sormak istiyorum. Küstüler ve sonunda sanırım HDP’li oldular. Nedir ‘beyaz Türkler’i ve sanatçıların bir çoğunu Kürt siyasi hareketiyle buluşturan?

    ALEV ALATLI: Yok, HDP’li filân olmadılar. Papaza kızıp, oruç bozdular ki, bu atar ergen tavrını biz daha önce de yaşadık. Bedrettin Dalan ki, İstanbul’un gelmiş geçmiş en iyi belediye başkanlarından birisiydi, Özal’a kızdığı için İstanbul’lu oyunu çekti, Nurettin Sözen’e verdi! Sonra da dört yıl o seçiminin ceremesini çektik. Akmayan sular, toplanmayan çöpler, v. vs. Aklı başa toplamayınca böyle oluyor. Yoksa, Kürtlere bayıldıklarından değil. Hamiş: Bayılmış olsalardı zaten işler bu hale gelmezdi. Bir de sorun bakalım, Beyoğlu’nu “işgal eden” Suriyeliler hakkında ne düşünüyorlar.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: HDP hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir yandan (Batı’da) kucaklaşma, 21. yy değerleri derken; öte yandan (Doğu’da) 20.yy’ın ilk çeyreğini anımsatan ulusçu/sağcı söylemlere hapsoluyor. Kafanızı karıştırıyor mu bu durum?

    ALEV ALATLI: Ben, “Valla, Kurda Yedirdin Beni”nin yazarıyım, Hakan bey, bu filmi yirmi beş önce gördüm ve kaydettim. O bakımdan kafam öyle kolay karışmaz. Kaldı ki, 21.yüzyıl değerleri dediğiniz, yirmi beş yıl öncesinin sol söylemidir. Ulusçu söylem diye nitelendirdikleriniz için de, TİP bildirgelerine bakacaksınız. Özgür Gündem arşivine girin. Mehdi Zana gibi dönemin kamuoyu önderlerinin konuşmalarını okuyun. Sağcı söylem istiyorsanız, Ahmet Türk’ün müktesebatını gözden geçirin. Hasılı, tarih sıçrama yapmıyor, bugünden yarına değişmiyor.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Kılıçdaroğlu % 60’lık kutuptan bahsetti. Bu karşıtlık üzerine kurulmuş bir hareket(sizleştirme) çabası mı?

    ALEV ALATLI: Son tahlilde öyle. Gerçekçi bir toplumsal değerlendirmeye Kılıçdaroğlu’nun donanımı müsait değil. Daha da acıklı olan, alemin gözündeki çöpü görürken, kendi gözündeki merteği fark edemeyecek kadar tutkulu bir tipoloji olması.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Olmaz denilen odaklar bir araya gelince ister istemez Abdulhamid’e karşı oluşturulmuş kutup geliyor akla. Abdulhamid’ten sonra pek iyi geçinememişlerdi. %60’ın başarılı olduğunu, sistemin ‘Çankaya fanusuna’ yeniden sıkıştığını varsayalım, bir ‘ütopya’ ile mi karşılaşacağız?

    ALEV ALATLI: Kimsenin bir araya geldiği yok, Hakan bey. Sanıyor musunuz ki, AKP faktörü ortadan kalksa, “odaklar” makul bir ittifak yapabilirler? İran’da Şah’a karşı, Tudeh ile Devrim Muhafızlarının ittifak ettikleri günleri hatırlayın! Bu yaşadığımız da, fevkalâde sıradan bir “düşmanımın düşmanı dostumdur” sendromudur. Abdülhamid’e gelinceye kadar ne ittifaklar vardır. Size Churchill-Stalin-Roosevelt dayanışmasını da hatırlatırım. Yalta konferansından bahsediyorum. Bir de, tabii, Abdülhamid dediğinizde de bir otokrattan bahsediyoruz. Erdoğan, bambaşka koşulların lideridir, isimlerinin bir arada anılması bile zait. “Fanus” lâfzı da gevezelikten ibaret.

    MEHMET HAKAN KEKEÇ: Ne öngörüyorsunuz bundan sonrası için? Bu karşılıklı aşırılıklar /radikalizm kısa vadede çözülecek gibi değil? ‘Filozofları olmayan ülkelerde ağız dalaşı ve tabii paçozluk hâkim olur’ demiştiniz. Asıl sorunumuz bir tartışma ve diyalog ortamı kuramamak mı?

    ALEV ALATLI: Erken seçim öngörüyorum. Milletin aklını başına toplayacağını, çoluğunun çocuğunun geleceğini ön plana alacağını umuyorum. Bakın, bizimki gibi anı yaşayan, atarlı ergen sendromunun kural olduğu toplumlarda “kutuplaşma” bile uzun ömürlü olmaz. Siz bakmayın, “paçoz” dediğimiz varoluşun tanımlayıcı niteliklerinden birisi de kaypaklıktır. Anlık çıkarını kollayacağı için, bugün fena halde milliyetperverdir, yarın bir bakmışsınız kozmopolit ses vermiş! Gayri, eşref saatinin gelmesini bekleyeceğiz!

    Okumuş olduğunuz röportaj; “Star Gazetesi”nde 23 Temmuz 2015’de yayınlanmıştır.
    http://www.alevalatli.com.tr/guncel.asp

  15. İktidar yalakası Alev Alatlı…

  16. “KUR”, “FAİZ” VE “BÜYÜME” İLİŞKİSİ

    ***Kur niçin yükselir?***

    Üç nedeni olabilir:

    (1) Ülkede enflasyon olduğu için bu gelişme paranın dış değerine de yansır.

    (2) Ülkenin riskleri artmaya başladığı için ülkeden dışarı döviz çıkışı olur ya da ülkeye yeterince döviz girmemeye başlar.

    (3) Rezerv para sahibi ülkelerde [ABD, Euro Bölgesi, İngiltere, Japonya gibi] ekonomi bizim ekonomiden çok daha iyiye gidiyor olabilir.

    ***Kur yükselirse ne olur?***

    TL, yabancı paralara karşı değer kaybettikçe ithal mallarının maliyeti ve dış finansman maliyeti artar. Türkiye’nin ithalatında büyük ağırlık enerji ve diğer hammaddeler, ara malları ve sermaye mallarında yani “üretimde kullanılan mallarda olduğu için” ithal mallarının maliyetinin artması üretim maliyetlerinin artması demektir!

    Üretim maliyetlerinde ortaya çıkan bu artışlar ister istemez üretim fiyatlarına yansır ve manşet enflasyon yükselir.

    ***Enflasyon yükselirse ne olur?***

    Enflasyon yükselirse reel faiz (enflasyondan arındırılmış faiz) yetersiz kalır. Reel faiz yetersiz kalınca tasarruflar düşer ve bankalardaki mevduat, başka alanlara kaymaya başlar. Bankalar, kaynak kaybına uğramamak için ister istemez nominal faizleri artırmak zorunda kalır. Bu çerçevede ikinci el tahvil piyasasının göstergesi durumunda olan “gösterge faiz” de yükselir.

    ***Faizi yükselten etki nedir?***

    Türkiye’de, özellikle Haziran-Temmuz-Ağustos döneminde, faizi yükselten neden TL’nin iç ve dış değerinin düşmesidir.

    TL, son dönemde hem yabancı paralara karşı değer kaybetmiş, hem de içerideki “satın alma gücündeki düşüş”le karşılaşmıştır (yani; “enflasyon”).

    Kurun daha fazla yükselmesi, enflasyonun daha fazla yükselmesine yol açar. Bunu önlemek için Türkiye’ye daha fazla yabancı para girişi sağlamak gerekir. Bunun da iki yolu var:

    (1) Riskleri düşürmek.

    (2) Faizi artırmak.

    Türkiye, riskleri düşüremediği için piyasa faizi kendiliğinden yükselmektedir!

    ***Riskler nasıl düşürülür?***

    Türkiye’nin hızlı ekonomik büyümeyi yakaladığı dönemlerde riskleri daha düşük algılanıyor ve ülkeye “daha çok yabancı kaynak” giriyordu.

    Büyümenin düşmesiyle birlikte risk algısı da arttı. Risk algısının artmasında büyümedeki düşmenin yanında etkili olan başka unsurlar da var. Örneğin: Türkiye’de siyasal istikrar kayboldu, terör olayları tırmandıkça tırmandı, çözüm süreci gündemden düştü, hattâ çözümsüzlük sürecine dönüştü, komşu ülkelerle ilişkiler bozuldu. Bütün bunlara karşılık; Türkiye’nin bir an önce potansiyel büyümesine geri dönmesi birçok olumsuz algıyı giderecek bir hamle olabilir.

    ***Ekonomik büyüme nasıl artırılır?***

    Para politikası belirli bir dengeyi yerinde tutabilmek veya özellikle fiyatlar alanından gelecek dalgaları giderebilmek için kullanılabilecek bir politikadır. Para politikası, ekonomiyi harekete geçirmekte fazla etkili bir politika değildir!

    Para politikasının ekonomiyi harekete geçirmekte etkili olabileceği tek hamle: Para basmaktır. FED (ABD Merkez Bankası) ve İngiltere Merkez Bankası bunu yapmıştır. 2008’de bütün dünyaya yayılan krize karşı önlem alan ilk iki Merkez Bankası’dır.

    AMB (Avrupa Merkez Bankası) ve Japonya Merkez Bankası bunu (yani “para basmayı”) yeni denemekte ve şimdilik başarılı olmaya doğru yol almaktadır.

    Türkiye bunu (yani “para basmayı”) iki nedenle yapamaz:

    (1) Bu politikayla başarılı olan ekonomilerin paraları rezerv paradır. Oysa Türkiye’nin parası (Lira) rezerv para değildir. Dolayısıyla, bu alanda atacağı adımın tamamı içeriye yansır. Yani maliyeti dışarıyla paylaşamaz.

    (2) Söz konusu ekonomilerde enflasyon %0-2 arasındadır. Türkiye’de ise enflasyonun 2015’i %7-8 dolayında tamamlanması beklenmektedir!

    O hâlde ekonomik büyümeyi uyandırabilmek için geriye; maliye politikası kalıyor.

    Kamu harcamalarında “bir defalık” artışlar yapılabilir. Örneğin: Devlet memurlarına ve emeklilere yılsonuna kadar kalan sürede birer aylık ikramiye 4 taksit hâlinde verilebilir.

    Bu ödemeler iç piyasayı canlandırabilir. İç piyasadaki canlanmanın da büyümeyi olumlu etkileyeceğini söyleyebiliriz. Enflasyon üzerinde bir miktar olumsuz etkisi olacağı kuşkusuz, fakat bunların (yani; “yapılan zamların”) harcamaya dönüşeceği ve o harcamaların diğer vatandaşlar için “gelir” ve “yeniden harcama” yaratacağını düşünürsek; önemli bir bölümünün KDV, ÖTV ve gelir vergisi olarak devlete geri döneceğini öngörebiliriz.

    ***TCMB faizi yükseltmeyince ne oluyor?***

    TL’nin yaşadığı değer kayıpları bankaların daha yüksek faiz vermesini kaçınılmaz kılıyor!

    Yabancı kaynakları Türkiye’ye getirenler, FED’in faiz artıracağı beklentisi sonucu; ya bu kaynakları alıp gidiyorlar, ya da eskisi kadar kaynak getirmiyorlar.

    Önümüzdeki bir yıl için mevcut dış borçlardan vadesi gelecek olanları çevirebilmek (ve cari açığı da finanse etmek) için yaklaşık 200 milyar dolara ihtiyacı olan Türk ekonomisi ister istemez faizi yükseltiyor!

    Bankalar mevduat faizini artırıyor. TCMB, haftalık repo ihale faizi (%7,5) ile gecelik borç verme faizi (%10,75) uygulamasının ortalaması olan ağırlıklı ortalama maliyetini %8,7 dolayında tutuyor. Yani bankalara ortalama %8,7 faiz ile fon sağlıyor.

    Bankaların mevduata verdiği faizle (ki bunun vergi sonrası net oranı %9,5-10 dolayında) TCMB’den aldıkları borç için ödedikleri faiz arasındaki fark açıldıkça TCMB; bankaları vatandaştan daha ucuza fonlayarak, kısmen bankaların faizi daha fazla yükseltmesini önlemiş oluyor.

    *** “Kısa vade / Uzun vade” farkı ***

    Buraya kadar anlattıklarım kısa vade sorunlarıdır.

    Kısa vadeli sorunların çözümüyle uzun vadeli sorunların çözümü farklıdır!

    Kısa vadede faizle, harcama artırarak ekonomide yeni denge oluşumu sağlanabilir. Kısa vadeli önlemler bir anlamda uzun vadede yapılması gereken işler için zaman kazandırıcı hamleler olarak düşünülmelidir.

    Bu (kısa vadeli) hamleleri uzun vadeye taşıyabilmek için yapısal reformlar gibi çok daha temelli işlere girişmek gerekir!

    Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı
    Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi

    29 Ağustos 2015 Cumartesi
    http://www.mahfiegilmez.com/2015/08/kur-faiz-ve-buyume-iliskisi.html

  17. Hayatta ,ne kadar gerizekalı var

  18. demekki silahli mucadele dusmanligi buralara kadar varabiliyor. yuhh . iste bu zilelinin yazdiklari dizginleri bosalmis legalizm ve reformizmdir. bu acidan bakilmalidir. tarihe kaydedilmistir. anarsist bir perincekle karsi karsiyayiz.

  19. yukaridaki zileli yazisindaki ickin, 40 sahte sol mantigini aciklayan makale yarismasi aciyorum..baska bir zamanda baska bir bicimde ama hep ayni Mantik. diyorumya. aydinlikcidana hicbir zaman solcu olmaaaazzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz.

  20. hersey bir yana zileli, yazdiklarina gercekten inaniyormusun. cok onemli bir sorudur bu. istencine göre gercegi carpitmakla baslar hersey biliyorsun sen onu degilmi?

  21. RTE, 7 Haziran’daki seçim yenilgisinden beri bölgede seçimlerin PKK baskısı altında gerçekleştiğine dair desteksiz bir propaganda içinde.

    Şimdi de şöyle buyurmuş:

    “‘SEÇİM GÜVENLİĞİ İÇİN DE ÖYLE ZANNEDİYORUM Kİ 7 HAZİRAN’DA YAŞANALAR 1 KASIM’DA YAŞANMAYACAKTIR’

    Erdoğan seçim güvenliği ile ilgili soruyu, “Tabi ki hükümetimiz, silahlı kuvvetlerimiz, içişleri bakanlığı olsun, istihbaratı olsun her şeyiyle tüm tedbirleri almak suretiyle bunu en az hasarla atlatacağına ben inanıyorum. Şu anda o çalışmaları zaten yaptıklarını görüyorum. Seçim güvenliği için de öyle zannediyorum ki 7 Haziran’da yaşananlar 1 Kasım’da yaşanmayacaktır diye düşünüyorum” diye yanıt verdi.”

    http://www.radikal.com.tr/politika/erdogan_bu_ulke_birkac_capulcunun_teroristin_at_oynatacagi_bir_ulke_degildir-1425105

    Ne yaşanmış 7 Haziran’da o belli değil. Ama 1 Kasım’da belli ki bölgede insanların oy vermeye gitmeye korkacağı bir “seçim güvenliği” ortamı hedefleniyor. Tahminim, seçimden önceki son gün dahil sürekli çatışma ortamı yaratılacak, tıpkı 7 Haziran’dan önce Diyarbakır mitingindeki katliam girişimi gibi (“yaşananalar” içinden unuttuk mu bunu yoksa?). MHP’yi kah iç savaşta şahinleşerek kah Türkeş vb. üzerinden kurcalayarak kendi lehine oy kaybına uğratmak da planın diğer yüzü. “Kürtler kaybedildi Kürtler’i sandıktan kaçır, milliyetçileri kazan” ileri demokratik seçim formülü bu. Böyle ittire kaktıra hiç olmazsa AKP’nin tek başına iktidar olabilmesi hedefleniyor. Hesap bu kadar küçük ve alçakça.

  22. ÜLKENİN GİDİŞATI DEĞİŞMEYE BAŞLADI.
    KILIÇDAROĞLU RÜZGARI ESİYOR…

    Metropoll’ün Ağustos 2015 Türkiye’nin Nabzı araştırması iki kırılmayı haber veriyor. İlk olarak seçmen gidişattan son derece rahatsız. Ve ülkede bir Kılıçdaroğlu rüzgarı esmeye başlamış.

    SEÇİMLERDE SONUCU BELİRLEYEN İKİ FAKTÖR!

    Seçimlerde sonucu belirleyen iki temel faktör var. İlki ülkenin gidişatı (özellikle ekonomik gidişat). Eğer seçmenler ülkenin gidişatını pozitif buluyorsa iktidar partisi yüzde 90’nın üstünde bir oranla oyunu koruyor. Bunun tersi de geçerli. Büyük krizlerde iktidarların değişmesi bu yüzden. İkinci faktör ise lider performans algısı. Lideri seçmenler tarafından taktir edilen partilerin oyu artıyor. Şimdi Metropoll verileriyle bu iki faktöre bakalım.

    SEÇMEN, GİDİŞATTAN HİÇ BU KADAR RAHATSIZ OLMAMIŞTI!

    Aralık 2011’den beri yapılan periyodik araştırmalara göre seçmenler hiçbir dönemde bu ay olduğu kadar karamsar olmamış. Seçmenlerin yalnıızca dörtte biri ülke iyiye gidiyor diyor. Neredeyse her 3 seçmenden 2’si ise ülke kötüye gidiyor diyor.

    Pozitif gidişat algısıyla iktidar partisinin seçimlerde aldığı oy arasındaki paralelliği aşağıdaki grafikte görmek mümkün. Aralık 2011’de ülke iyiye gidiyor diyenlerin oranı yüzde 50’yi geçmiş ve o dönemde yapılan seçimlerde AK Parti benzer seviyede bir oy almıştı. Aynı şekilde Mart 2014’te seçmenlerin yüzde 45’i ülke iyiye gidiyor derken AK Parti benzer oranda oy almıştı. Haziran 2015 seçimleri öncesi yapılan iki ayrı ölçümde seçmenlerin ülke iyiye gidiyor algısıyla ve AK Parti’ye verdiği destek arasında da benzer bir paralellik var.

    ASLOLAN EKONOMİDİR!

    Ekonomik gidişatla seçimler arasında çok daha sıkı bir bağ var. Bu konuda daha teknik bir analizi Çağdaş Şirin yapmıştı. Ben burada seçmen algısına odaklanacağım. Aşağıdaki grafikte de gördüğünüz gibi ekonomik gidişatın iyi olduğunu düşünenler ilk defa bu ay yüzde 30’un altına düşmüş durumda. Yılllar itibariyle baktığıızda AK Parti’nin yüzde 44 oy aldığı yerel seçimlerin hemen akabinde yüzde 45 olan ekonomi iyi yönetiliyor algısı Cumhurbaşkanlığı seçiminde yine aynı seviyeyi yakalamış. Ancak Haziran 2014 seçimleri sırasında bu oran yüzde 35 seviyeinde, yani AK Parti’nin aldığı oydan yaklaşık 5 puan daha düşük.

    KILIÇDAROĞLU RÜZGARI?

    Metropoll verilerinde benim en çok ilgimi çeken sonuç liderler arası görev onay makasındaki daralma oldu. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki görev onay makası ilk defa tek rakama düşmüş durumda—9 puan! Daha da ilginç olan ise Davutoğlu ile Kılıçdaroğlu arasındaki makasın 5 puana inmiş olması.

    Kılıçdaroğlu’nun toplumdan aldığı destekte ciddi artış var

    Kılıçdaroğlu genel başkan olduğu aydan itibaren ilk defa seçmenlerin neredeyse üçte birinin desteğini arkasına almış görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun görev onayı ile partinin aldığı oy arasındaki makasa da bu noktada dikkat çekmek istiyorum. 2011 genel ve 2014 yerel seçimlerinde CHP’nin aldığı oy ile Kılıçdaroğlu’nun görev onayı arasında neredeyse birebir örtüşme var. Buradaki tek istisna 7 Haziran seçimleri. Orada Kılıçdaroğlu partisinden üç puan yüksek destek almış görünüyor ki bu durum stratejik CHP seçmeninin diğer partilere oy vermiş olabileceğine bir işaret.

    İKİ ÖNEMLİ SONUÇ!

    İlk olarak iktidar seçmenler gidişattan ve ekonomik durumdan son derece şikayetçi ve bu durumdan dolayı iktidara olan desteğini çekebilir. Her 3 AK Partili seçmenden 1’inin de gidişattan ve ekonomiden rahatsız olduğunu bu noktada hatırlatmakta yarar var. Ama akılda tutulması gereken bir diğer önemli nokta seçimlerin tercihler arasında yapıldığı gereğidir. İktidar partisinden şikayetçi olmak seçmenlerin doğrudan diğer partilere gideceği anlamına gelmez.

    Son olarak CHP uzun bir aradan sonra ilk defa seçimlere ciddi bir lider avantajı ile giriyor. Parti bu fırsatı iyi değerlendirirse oyunu hiç ummadığı oranda arttırabilir.

    Selçuk R. Şirin
    http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/selcuk-sirin_530/kilicdaroglu-ruzgari-ve-ulkenin-gidisati_29949004

  23. “KİM KORKAR ÇİN’DEN!”

    “FED, FAİZİ ARTTIRMAYA BAŞLADIĞINDA NE OLACAK?”

    http://medyascope.tv/2015/08/31/kim-korkar-cinden-fed-faiz-artirsa-ne-olur/

    Yalçın Karatepe
    Ankara Üniversitesi
    Siyasal Bilgiler Fakültesi
    Eski Dekânı

  24. HDP’nin istanbul sermayesi ile ittifakına ne diyorsunuz?Böyle bir ittifak varmı?yoksa abdullah öcalan neden akp ile savaş koalisyonu kursun ki??Burada pkk’nın,kürtlerin çıkarı nedir?

  25. böyle bir ittifak mı var?

  26. Yokmu? hdp ye yüzde iki oyu kim verdi?Hadi diyelim yok Abdullah öcalan AKP ile neden savaş koalisyonu kursun.Madem akp’nin değirmenine su taşıyacaktı hdp’nin seçime girmesini engellerdi vs..Diğer türlü bu savaşı abd mi istedi??Yada istanbul-anadolu sermayeleri savaşıyorda bunu pkkyı kullanarakmı kamufule ediyorlar..

  27. AKP’nin küçük hesapları içinde SP’nin %2 oyu da var

    http://www.radikal.com.tr/politika/ak_partiden_saadete_uc_ilde_uc_vekil-1425316

    Bi kırıntı burdan, bi kırıntı MHP’den, biraz da Kürdistan’da terör estirip seçmeni sandığa yaklaştırma, tamamdır, hesap bu..

  28. küfür nedeniyle yayınlayamıyoruz.

  29. ama kabahat bizde,
    yasal bir parti kurup mahir i unutturmayacagiz diyen adamlari essek Sudan gelesiye Kadar dovemezsen basina bunlar gelir. yani sudur, hani fikra varya, biz en basta ermeniyi dövdürtmeyecektik, bizimki ters biz bastan oguzhan muftuoglunu Ertugrul kurkcuyu insan icine cikmayacak Kadar dövecektik, budur sucumuz tarihe karsi.
    pkk gibi yap turkiye solunu ez yasam Hakki tanima yok et simdi seni yaliyor olacaklardi.boyle bir olanagimiz varmiydi evet vardi. evet vardi

  30. HDP’ye oy kazandıran Gezi ruhudur. Öcalan AKP ile temel bir ittifak içindeyse neden savaş koalisyonu da kurmasın. Yani daha doğrusu akp’ye bütünüyle teslim olmuşsa. HDP’nin bağımsız olarak seçime girmesini istemesi belki de AKP’nin isteğiydi. Hdp’nin barajı geçemeyeceğini düşünüyorlardı. O durumda da Kürdistan’ın bütün mv’liklerini alacaklarını hesap ettiler ama hesap yanlış çıktı. abd bu savaşı istemez, neden istesin. abd de rahatsız savaştan.

  31. SP’yle ittifak yapsalar bile SP’lilerin oyunu alamazlar

  32. ben daha büyük provakasyonlar bekliyorum doğrusu.

  33. ibret için yayınlandı.

  34. SAVAŞA GİDEN YOL
    o kadar çok komplo teorisi kuruldu ki her şey birbirine karıştı.Ama cevaplanamayan soru bu savaş neden şimdi çıktı..Eğer hafızamızı yoklarsak ve oradan çıkanları üst üste koyarsak adım adım savaşa giden süreci daha iyi analiz edebiliriz…
    AKP çözüm sürecinden dolayı muhafazakar kürtleri tamamıyla kendine bağladığını düşünüyordu.
    HDP’nin seçime parti olarak girerse kesinlikle baraja takılacaktı..AKP olaya böyle bakarken hesap edemediği gelişmeler yaşandı.
    Roboski ve ardından kobani olayları ve AKP’nin bu olaylara gösterdiği reaksiyon muhafazakar kürtleri HDP saflarına itti.Zaten çözüm süreci boyunca bölgeden gelen ”pkk devletleşiyor”başlığı altında toparlayabileceğimiz haberler AKP nezdinde devleti oldukça aciz duruma düşürmüştü..
    AKP bu acziyeti ”paralel yaptı,münferit olaylar,yada kaza” olarak açıklamaya çalışsa da halk bunu pek dikkate almadı. (Bazı pkk’lıların yurt dışında verdikleri demeçler bu argumanı doğrular ki ;Askerlerin isyanınıda bu bağlamda değerlendirebiliriz.)
    Kabaca değerlendirdiğimiz bu gelişmeler yaşanırken seçim süreci geldi çattı.Yapılan anketlerde AKP muhafazakar kürtlerin oyunu kaybetmiş ve tek başına iktidar olacak oyu alamayacağını gösteriyordu..
    Daralan vakit ve oluşan panik havasıyla AKP kendine oy kazandırmayan çözüm sürecini bir tarafa itip milliyetçi oylara abandı ama nafile istenen oya bir türlü ulaşılamıyordu.(eten maçupyan’ın cnn açıklamaları bu taktiği doğruluyor)
    Bu sefer (Abdülhamit taktiği )Müslüman kimliğini ön plana çıkararak meydanlarda kuran sallamaya başladı ama anket sonuçları yine hayal kırıklığı yaratıyordu.Son hamle çözüm masasını devirmek,dolma bahçe mutabakatını yok saymaktı.Bu son hamleyle seçimlere girdik.
    Seçim sonuçları AKP açısından iç açıcı değildi ama bu durumdan rahatsız olan bir kesim daha vardı pkk..Evet pkk bu sonuçları sandığımız gibi severek karşılamadı çünkü siyasi kanadın güç kazanması askeri kanadın ağırlığını kaybetmesi demekti onlar için.
    Ayrıca PKK adem-i merkeziyetçi yerel yönetimleri güçlendirilmiş bir demokratik açılımdan ziyade bölgede içeride tam bağımsız bir özerk yapı kurmayı hedefliyordu.Suriye’de işid cephesine karşı ABD ile aynı safta duran kürt hareketi özerkliğe çok yaklaşmıştı ama
    HDP’nin Türkiyelileşme söylemi bu hedefi savsaklıyordu..
    Bunların üzerine YPG’nin suriyede işidi yenmesi ve uzun bir koridor kurmak için kolları sıvaması,sınır boyunca özerk kürt kantonları oluşturması, Türkiyeyi ciddi anlamda rahatsız ediyordu..ABD ile uzun uzun yapılan pazarlıklar sonucu anlaşamayan Türkiye tüm bu gelişmeler sonucu ABD ile öyle yada böyle bir antlaşma sağladı.
    İşte savaş giden yol budur.Bu sürecin oluşmasında akp ve pkk kanadının gizli ajandaları,samimiyetsizlikleri ve 21 yy paradigmasına uygun politiklar üretememeleri sebep olmuştur.
    Tabi bu kısır ve çağın gerekleriyle örtüşmeyen politikalar bir yana
    AKP ve RTE nefreti üzerine kurgulanan bir muhalefet dili tüm bu gerçekliklerin üstünü örtüp her zaman şikayet ettiğimiz kutuplaştırıcı siyaseti aktif kılmıştır.Aslında muhalif kanatta 21 yy paradigmasına uygun politiklara geliştirmekte yetersiz kalmış adeta iktidarın değirmenine su taşımıştır..

  35. Alev Alatlı’nın omurgasızlığını artık bilmeyen yok.

    Fakat, yukarıdaki açıklamalarını sabredip okuyunca, ve Alatlı’nın iktidar(lar)la kurduğu bağ(lar)ın geçmişini bilmesek, söyledikleri hiç mi doğru değil Gün Bey?

    Size 15 Aralık 2014’te şunu yazmıştım:
    Shakespeare de yüzyıllar önce şöyle uyarmış: “Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yıkar bile bazen.”

    Alatlı’nın (ve onun gibi nicelerinin) omurgasızlığı artık apaçık ortada olduğundan, bundan sonra söylediklerinin kıymetiharbiyesi hiç mi yok?

    (http://www.gunzileli.com/2014/12/14/bir-yil-sonra-bugunku-durumu-aciklayan-bir-yazi/
    yazınızda, 30 numaralı soruma bakabilirsiniz.)

  36. AYŞE BÖHÜRLER: Türkiye’de nasıl bir cinnetten bahsediyoruz?

    ALEV ALATLI: Rusya’da “ebedî muhalif” diye bir tanım vardır. Her türlü reformun ve kazanımın karşısına düşman gibi dikilen bu zümrenin, ülkenin küllerinin üstüne kendi tasarladıkları yapıyı dikebilsinler diye Rusya’nın meselelerinin barışçıl çözümünü önledikleri anlatılır.

    20. yüzyılın başlarındaki Rusya’da ihtilâli illâki gerekli kılan hiçbir şey yoktu; ihtilâl olduysa müsebbibleri fanatik profesyonel muhaliflerdi derler. 1917’nin kışkırtıcı kampanyalarını düzenleyen, Petrograd’daki muhafız alayını, “streltsî”, ayaklandırıp lokal bir yangını ulusal bir cehenneme dönüştürenlerin bunlar oldukları anlatılır.

    Oysa, dönemin başbakanı Pyotr Stolîpin, ülkenin kanayan yarası tarımda görülmedik reformlara imza atan bir devlet adamı. Bugün hâlâ; ülkelerinin banisi Aleksandr Nevskî’nin hemen ardından “En büyük Rus” diye Stolîpin anılır. Nevskî’yi Sergei Eisenstein’ın aynı isimli filminden hatırlarsınız, Rusya’yı Töton Şövalyelerinden kurtarışını anlatır.

    Uzatmayalım; ülkenin toptancı bir biçimde dönüştürülmesini halkın istediğine dair en ufak bir veri, bir belge olmadığı halde; on milyon insanın öldüğü o korkunç iç savaş! Kıssadan hisse: toplumlar da hastalanabiliyorlar, Ayşe hanım!

    AYŞE BÖHÜRLER: Türkiye’de böyle bir ihtimal görmüyorsunuz herhâlde?

    ALEV ALATLI: Elbette, görmüyorum. En azından bu boyutlarda görmüyorum, ama işaretleri de hiç yok değil!

    “Gogol’ün İzinde”yi yazarken Rusya’da tanıştığım bir yazar vardı; “devrimciler halkla konuştular konuşmasına ama halkın ağzından duydukları onları düşündüreceği yerde kızdırdı ve şiddete yöneltti” diye hayıflanırdı.

    Bahsedilen kızgınlık size de birilerini çağrıştırmıyor mu?

    Keşke aklın ve merhametin askıya alındığı süreçler sadece Müslüman olmayan toplumlara özgü olsa. Ama değil. Bakın, bir cümlede ne dendiğini ancak ikinci, üçüncü okuyuşunda kaptırabilen “okumuşlar”ın ambargosu altındayız. Toplumsal afazinin ülkeyi siyasal kutuplaşma şöyle dursun, atomizasyonla tehdit ettiği aşamadır bu. Mevlana’nın “sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır” saptaması da teselli etmiyor!

    (Ayşe Böhürler’in Alev Alatlı’yla yaptığı röportajdan bir bölüm:
    http://www.alevalatli.com.tr/guncel.asp )

  37. DANIŞIKLI DÖVÜŞ VE KURDLERİN DURUMU

    Ulusal mücadele, yaşanacak kayıpların boyutunu bilip de bunun sonucunda bağımsızlığa/devletleşmeye gidileceği tesellisiyle tüm kayıpları göze alarak mücadele etmektir. Çünkü ortada bir amaç vardır ve bu amaç, yaşanan maddi ve manevi tüm kayıpların temel nedenini ortadan kaldırmaktır. Eğer mücadele bunu amaçlamıyorsa, yaşanan kayıplar sadece mücadele eden ulusa zarar aynı zamanda işgalci devletlere yarar sağlamanın ötesine geçmez.

    Son dönemde Kurdistan’ın kuzeyinde yaşanan savaşla ilgili birkaç soru üzerine kafa yormak, yaşananları daha sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize yardımcı olacaktır.

    1. İşgalci Türk devleti Kurdistan’da katliam yaparken; Gezi olayları, Yunanistan krizi, Hopa sel felaketi vb. durumlarda göz yaşartıcı duyarlılıklarıyla(!) çıkışlar yapan HDP milletvekilleri neden aynı duyarlılığı Kurdistan’a göstermiyorlar?

    2. Bir yandan işgalcilerle savaşıp her yerde “Özyönetim” ilan ederken, diğer taraftan işgalcilerle birlikte hükümet kurmanın anlamı nedir? Türkiye’nin geleceği, onlar için Kurdistan’ın geleceğinden daha mı önemli?

    3. İlan edilen “Özyönetimler”in, Kurdistan’ı savaş alanına çevirmek ve Kurdlerin öldürülmesine neden olmak dışında ne gibi bir işlevleri oldu? Özyönetim ilanlarından sonra bulundukları ilçeleri terk etmek zorunda kalan binlerce Kurd’ün hesabını kim verecek?

    4. Seçim sürecinden kısa bir süre önce kesintiye uğrayan “çözüm süreci” seçimlerden hemen sonra tekrar başlama noktasına gelmişti. Taraflar bu yönlü açıklamalar yapıyorlardı. Erken seçime gidileceği kesinleştikten sonra savaşın tekrar yoğunluk kazanması tesadüf müdür? Daha önce yaşanan tüm olaylara rağmen kesintiye uğramayan “çözüm sürecinin” sadece seçim dönemlerinde kesintiye uğraması kimlere fayda sağlıyor?

    5. İşgalci Türk devletini demokratikleştirmek adına savaşmak ve bu savaşı Kurdistan’da yürütmek Kurdlerin ne kadar faydasınadır?

    Bu sorular ışığında süreci değerlendirdiğimizde yaşananların Kurdlere sadece zarar verdiğini görebiliriz. Çünkü amacı bağımsızlık olmayan hiçbir savaşın Kurdlere faydası yoktur. “Halkların kardeşliği” için harcanan enerjinin onda biri Kurdistan’ın bağımsızlığı için harcansaydı, çok şey değişirdi. Eğer Kurdistan’da işgalciler tarafından öldürülen onlarca çocuk Gezi parkı kadar tepkiye neden olmuyorsa, burada ilk sorgulanması gereken Kurdler adına ve Kurdlerin sırtından siyaset yapanlardır. Çocuk ölümleri kabul edilemez ve işgalcileri bir kez daha lanetliyoruz.

    Yaşanan tüm bu olumsuzlukların panzehri ulusal bilinçtir. Kurdlerin ulusal bilinçle kendilerini bu danışıklı dövüşten de, dövüşün taraflarından da uzak tutmaları ve devletleşmek için mücadele etmeye odaklanmaları gerekiyor. Yoksa bu savaşın sonucunda, şimdi olduğu gibi, ilçelerimiz ve ilerde şehirlerimiz boşaltılacaktır. İşgalci sistemin seçim hesaplarından uzak, devletleşmek için ulusal bilinçle mücadele etmek bizi zafere götürecektir.

    KURDISTAN GENÇLİK HAREKETİ (TEVGER)

    01.09.2015

    http://www.nasname.com/a/danisikli-dovus-ve-kurdlerin-durumu

  38. bir ittifak da burdan : http://www.radikal.com.tr/politika/vatan_ile_chp_arasinda_1_kasim_temasi-1428528

    perinçek’in %0.33 oyunu alıcam derken bu ittifaktan tiksinip oy vermemeye karar verenlerle negatife dönebilir tablo.

  39. VP’ni AKP’den kopartmak açısından yararı olabilir.

  40. VP’yi AKP’den koparmak mı? VP AKP’den kopsa ne değişecek ki? Eski yoldaşlarından umudu kesmedin anlaşılan o Gün Zileli.

  41. Bence VP zehri CHP bünyesine yayılır, zaten her zaman buna uygun bir biyolojisi olmuştur CHP’nin. Bu ittifak eğer ciddiye binerse şu şekilde biner: Tezkereye onay veren CHP’nin çoğunluğunun eğilimi olan Kürt Hareketi / PKK karşıtı kamplaşmaya CHP’nin daha çok angaje olması. Birincil öncelik olarak RTE’ye kesin muhalefetten, savaş/terör gölgesi altında ılımlı muhalefete geçiş.
    Bugüne kadar toplumdaki hava, anketler, cenazeler vs. RTE’nin istediği rüzgarın esmediğini düşündürüyor. Tersine ilk tepkiler bizzat RTE’ye yöneldi. Fakat nereye kadar? Bu çatışma böyle aralıksız sürerse “siz de fazla uzattınız” diye rüzgar tersine dönebilir. Bana kalırsa Kürt Hareketi direnebileceğini fazlasıyla kanıtlamıştır, şimdi “kopuş”u zorlamaktansa bir ateşkes ilan ederek inisiyatif göstermeli, “büyüklük bende kalsın” anlamına gelecek bir tavır ile RTE ve devleti iyice kudurmuş taraf olarak gösterip kepaze etmelidir.

  42. PKK’nin böyle bir şey yapacağını hiç sanmıyorum. Çünkü bu savaşı anlaşmalı olarak üyürütüyorlar.

  43. her şeyi inceden inceye hesap etemek zorundasın mücadelede arkadaş, eğer tuzu kuru değilsen.

  44. kandil’den bir yetkili, 2013’de silahlı saldırıları yeniden tırmandırmaya hazırlandıklarını, ama Öcalan’ın Barış Çağrısına hayır diyemeyip ateşi kestiklerini açıkladı.

    Buyrun, açıklamanızı bekliyorum. Teziniz tez çöktü.

  45. neden çökmüş olsun?

  46. öcalan ve pkk akp ile birlikte hareket ediyorsa, neden öcalan silahların susmasını istesin ki? pkk de neden o dönemde silahlı savaşı tırmandırmaya hazırlanmışken, öcalan’ın sözü üzerine çözüm sürecine katılsın ki?

  47. 1. Öcalan bugün ne düşünüyor ve yapıyor biliyor muyuz?
    2. Pkk Öcalan’ın sözünden çıkamaz.

  48. TR burjuvazisi ve aygıtı TC devletinin Kürdistan’a ve Kürt halkına yaklaşımı içinde bulunduğumuz kriz anında da ana hatlarıyla çok yalın ortaya çıkmıyor mu:

    – Bölgede kolayca kırsal alanlarda özel güvenlik bölgesi, kentsel alanlarda sokağa çıkma yasağı ilan edilebilir, çünkü buralarda üretilen, kapitalistlerin sömürdüğü ciddi bir ekonomik değer yoktur. Ekmek fırınları bile zor açılıyor, sorun değildir burjuvazi açısından.

    – Batı’da mevsimlik tarım işçilerinin araçları ateşe verilir, inşaat işçileri şantiyelerinde kuşatılır. Kürt proletaryası Batı’dadır ve buralarda ırkçılığın hedefi olur.

  49. A.Hakan’ın T. Bölgesinde A.Hakan “terörist” ile “vatandaş” ayırımına “dikkat edilmesi” gerektiğinden söz ediyor.
    *
    Döndüm baktım, oy oranlarına. Gerçek çırılçıplak ortadaydı; devlet “haklıydı!”
    “Lan bunların hepsi terörist!” Ve 13 yaşındai kızcağız bile kurşunlanabilirdi! Büyüyünce nasıl olsa terörist olacak!

    Son seçimde % 91 HDP’ye oy vermiş ilçede bu Polis Devleti için artık orada “vatandaş” kalmamış!
    Bu nedenle tüm ilçeye zulüm yapıyor! Belki de bu ilçeyi sindirerek “psikolojik” üstünlük sağlamayı deniyor..
    Elbette bu mümkün değil..
    Çaresizlik içinde zulümlerini artırma dışında bir yöntemleri kalmamış!
    Zaten bu hal, acizliklerinin de kanıtı; salt zorbalık, salt tehdit, salt cinayet… Biliyoruz, “rıza” da üretemeyen yapılar iktidarını sürdüremez.. Ekonomik, İdeolojik ve sosyolojik RIZA üretemiyorlar; üretemeyecekleri de belli oldu.
    *
    Her daim korku ve şiddet üreten bir süreç içinde sayılı zamanlarını tüketecekler…

    *

  50. http://t24.com.tr/haber/hurriyet-temsilcisi-ocalan-pkkya-saldirilari-kesin-dedigimde-kesmeyebilirler-endisesini-tasiyor,309190

    “”Öcalan neden PKK’ya dur çağrısında bulunmuyor?” sorusuna cevap veren Zeyrek, “7 Haziran seçimlerinden sonra Öcalan ve Kandil’in gücünü sivil siyasete kaptırdığını ve şimdi de o gücü geri almak için yoğun çaba harcadıklarını” iddia etti.

    Zeyrek istihbaratçıların analizlerine dayandırdığı iddiasını şöyle açıkladı:

    “Öcalan’a gidildiğinde bir sonuç elde edilmesi lazım. Öcalan ‘çatışmaları ve saldırıları kesin dediğimde kesmeyebilirler’ endişesini taşıdığı için böyle bir çağrı yapmıyor. Öcalan devletle görüşüyor. Şu anda bunu bildiğimden söylüyorum.” “

  51. tam bir ayak oyunu. Öcalan “dur” dediği an derhal dururlar. Bütün mesele şu: Öcalan dur demek istemiyor. anlaşma halinde olduğu hükümet de bunun denmesini istemiyor çünkü.

  52. AKP’lilerin bir kısmı ülkücü-faşistlerden bile tehlikeli. Şu yazı Ak-Faşizm’in güzel bir örneği;
    http://bekirlyildirim.wordpress.com/2015/09/09/yanilmisiz-demek-erdemdir
    Bu yazılanlar halkı kin ve düşmanlığa ve suç işlemeye tahrike girdiği için bu kişiye suç duyurusunda bulunulabilir bence.

  53. “1. Öcalan bugün ne düşünüyor ve yapıyor biliyor muyuz?
    2. Pkk Öcalan’ın sözünden çıkamaz.” gün zileli

    öcalan’ın ne düşündüğünden çok nasıl bir açıklama yapma imkanı olduğu önemli. öcalan fazla devletten yana bir açıklama yapsa örgüte sözünü dinletemez; fazla örgütten yana açıklama yapsa da devletin gözünde muteber olmaz.

    örgüte söz dinletemeyecek bir öcalan’ın önemi kalmaz ve öcalan bunu istemez. öte yandan örgütü tamamen tasfiye edecek bir tavır da öcalan’ın işine gelmez. bu durumda da öcalanın önemi biter.

    pkk ise öcalan’ın sözünden “çıkamaz” ama ona uymayabilir de. bunu daha önce gösterdi. kabul etmiş göründü ve öte yandan silahları, bombaları oraya buraya yerleştirmeye devam etti.

  54. Kandil, hiçbir zaman Öcalan’ın sözünden çıkmadı. Çıkamaz da. Çıktığı an PKK halk nezdinde biten. Böyle büyük bir prestiji var Öcalan’ın. Son yazıda buna değindim.

  55. yukarıdaki yazıya pek bir şey eklemese de yazmak istedim…
    *
    BU BİR “PROJE SAVAŞ” MI?
    1 Kasımda eğer seçim yapılacak mı? Doğu, Güneydoğu illerinde seçim sandığı kurulacak mı? Sandıklar orada mı, Ankara’da mı sayılacak? Sonunda meşruiyeti tanınan, adil bir seçim sonucu olarak kabul edilecek mi?
    Bir an için HDP’nin baraj altında kaldığını ve AKP’nin 320 milletvekili ile mecliste çoğunluğu sağladığını düşünelim. Böyle bir Türkiye hayali” kurarak toplumsal süreçlerin nasıl yaşanabileceğini kestirmeye çalışalım.
    AKP artık bu ülkeyi “böylece” yönetebilir mi?
    *
    Meclis dışında bırakılmış, sivil, silahsız siyaset deneyimi komplolarla boşa çıkartılmış Kürt Hareketi’nin savaşı tırmandırması beklenebilir. CHP ve MHP’nin de eklenen muhalefeti, ekonominin kötüye gidişi ile kaos büyüyecektir. IŞİD ve göçmen sorunları da cabası…
    Ama.. ama… hiç umulmadık siyasî-sandık operasyonları ile bambaşka siyasal bir tablo ortaya çıkabilir mi?
    ***
    Tuhaf kuşkular dolaşıyor ortalıkta. “İmralı” neden susuyor. İktidar neden ‘İmralı’yı’ hiç eleştirmiyor; yalnızca PKK ve S. Demirtaş’ı hedef tahtasına yerleştiriyor?”
    Deniliyor ki “‘İmralı’nın bilgisi dışında, PKK böylesi bir savaş yapamaz!”
    Bir an için bu kuşkuları ciddiye alalım. “Peki ama neden?”
    *
    Seçimin meşruiyetine yönelik en ağır tepki gösterecek HDP’nin, meclis dışına itilerek PKK’nın silahlı siyasetine katılması tam da savaşı daha da ağırlaştıracakken, ‘İmralı’ o zaman mı devreye girecek? “Durun, siz kardeşsiniz!” Bu nedenle mi aylardır iktidar kanadından ‘İmralı’ aleyhinde tek söz yok; şu kanlı cinayetler sürüp giderken bile! Oysa her zaman, olur olmaz bilinen retorik; insafsızca hakaret, aşağılama sözcükleri kullananlar, özellikle “havuz” medyası, neden, bu koşullarda bile eski alışkanlıklarından vazgeçmiş? Tuhaf!
    Yeniden bir “Analar ağlamasın” süreci daha mı!
    İstediğini alan iktidar birden çark ediyor; ve ‘İmralı’ tecridi bitivermiş! ‘İmralı’ süregiden “kardeş kavgasını” önlemiş, anında akan kanı durdurmuş!
    Gazete ve TV’ların bombardımanını düşünün! “Akil, bilge, büyük barışçı…” Ardından da ada hapishanesinden çıkartılmış, belki Diyarbakır’da ev hapsine alınmış; gayr-ı resmi de olsa sivil siyasetin başına geçmiş. Seçimdeki gayrı meşru yöntemler, HDP de bu arada unutulacaktır; halk önderine kavuştu ya!
    Kuşkusuz barış iyidir; af etmek de yüceliktir. Barış olsun; herkes birbirini affetsin! Ama.. hani böyle olursa, o zaman şu son aylarda hayatını kaybetmiş onca insanın hesabını kim verecek?
    *
    Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek… “Abdullah Öcalan neden PKK’ya dur çağrısında bulunmuyor?’ sorusuna da cevap verdi. Ünlü gazeteci 7 Haziran seçimlerinden sonra Öcalan ve Kandil’in gücünü sivil siyasete kaptırdığını ve şimdi de o gücü geri almak için yoğun çaba harcadığını söyledi. Öcalan’ın devlet heyetine yaptığı son açıklamada, “Ben bunlara dur desem durmazlar. Liderliğimi, önderliğimi tartıştırmam. O nedenle benden böyle bir şey beklemeyin” dediğini aktardı.
    Oysa bir başka görüş “istese yapar” biçimindedir. Böyle ise bu “proje savaşın” neye hizmet ettiğini önümüzdeki aylarda göreceğiz. Olgunun korkunç yanı önce HDP’nin tasfiyesi, sonra da A. Öcalan’ın “yarı affının” toplumda kabul görebilmesi, aynı büyük bir şiddet dalgasına ihtiyaç duyuyor!
    Anımsatalım; bu ülkede her şey mümkün! “Çözüm Süreci” nasıl da programsız, soyut sözcüklerle birden başladı; kimse, neye-nasıl “açılım” yapılacak bilmiyordu. “Çözelim, açalım!” Sonra bu girişimin, bitirilmesindeki kolaylık, keyfîlik kanıtladı; “çözüm süreci” AKP’nin toplumsal muhalefete karşı direnebilmesi için Kürt hareketini tarafsızlaştırma taktiğiydi. Gezi İsyanında da yararını gördü! Temelsiz ve samimiyetsizdi.
    “Usta Siyasette” her şey mümkün; ne tuhaf; HDP’yi mahvetmeye yönelik bir savaşa PKK ne kadar da hevesli, hırsla atılıverdi. Bu “proje savaşta” kuşku uyandıran ne çok şey var!

  56. yukarıdaki yazı bir yerel gazete için hazırlanmış yazıdan alındı; üsluptaki farklılık bu sebepledir..

  57. bu cümle böyle daha iyi! (Dilerim yanılıyorum…)
    *
    Olgunun korkunç yanı önce HDP’nin tasfiyesi, sonra da A. Öcalan’ın “irade koyarak” sağlayacağı barış temelinde gerçekleşebilecek “yarı affının” toplumda kabul görebilmesi, büyük bir şiddet dalgasına ihtiyaç duyuyor! İki “projenin” de gerçekleşmesi benzer yoğun savaşı gerektiriyor!

  58. HÜSEYİN CEVAHİR.. VE MAHİR ÇAYAN OLAYINA AÇIKLIK GETİREYİM.. O DÖNEM TÜRK GENÇLİĞİ DERNEKLER ÜZERİNDEN KULLANILMIŞTIR.. SİBEL ERKAN OLAYI ÖNCEDEN PLANLANMIŞTIR MALTEPE SAHİLDE BİR TERK EDİLMİŞ EVDE 3 GÜN KALINMIŞ CEVİZLİ TUGAY INDA GÖREVLİ, TSK MENSUBU DİNÇEL ERKAL KIZI SİBEL ERKAN BU PLAN DOĞRULTUSUNDA REHİN ALINMIŞTIR EYLEM 3 GÜN SÜRMÜŞTÜR MALTEPE KADIKÖY MİNİBÜL GÜZERGAHI TRAFIGE VE GEÇİŞLERE KAPATILMIŞ TESLİM OL ÇAGRILARINA SLOGANLA CEVAP VERİLMİŞ HALK 3 GÜN MADUR EDİLMİŞTİR..VE NETİCESİNDE OPERASYONA KARAR KILINMIŞTIR.. AKSİNİ DÜŞÜNELİM BU REHİN OLAYI SİZİN KIZINIZ VE EVİNİZDE OLSA İDİ SİZ NE YAPARDINIZ.? DEVLET YÖNETMEK CİDDİYET İSTER YA 3 KİŞİYE BOYUN EGECEKSİNİZ( DEVLET OLMA DOKTRİNİNİZDEN VAZ GEÇEÇEKSİNİZ) VEYA GEREGİNİ YAPACAKSINIZ.. BURADA GEREGİ YAPILMIŞTIR.. EYLEMİ YAPANLARIN HİÇMİ SUÇU YOK?..BAKIN BUGÜN HALA DEVRİMCİ DİYE BAHSEDİLİYOR DEVRİMÇİLİK BU KADAR UCUZMU. VEYA BUKADAR BASİTMİ? KENDİ HALKINA EZİYET EDEREK DEVRİM OLMAZ.. O DÖNEMİN GENÇLERİ BUGÜN PKK SİYASİ UZANTISI İÇİNDE ( KIZILDERE OLAYLARI KAHRAMANI ERTUĞRUL KÜRKÇÜ ) GELDE ŞİMDİ DEVLETİ YIKMAYA ÇALIŞAN İHANET ŞEBEKESİ İÇİNDE YER AL.. KİŞİLERİ HALA KAHRAMAN GİBİ GÖSTERENLERE ÖZEL RİCAM TARİHİ YANILTMAYIN DERİM.. HİÇBİR FERT YAŞADIĞI ÜLKENİN DEVLETİNİN ÜSTÜNDE KENDİNİ GÖRMESİN.. KANUNLARINA DA KARŞI GELMESİN..( İHANET BAKIN BUGÜN ÜLKEYİ PARÇALANMA NOKTASINA GEİTİRDİ İNSANLARI BİRİBİRİNE DÜŞMAN KONUMUNA GETİRDİ.. BU NE DEVRİMDİR NEDE ÜLKE SAVUNMASI.. DÜNYADA VATAN HAİNLERİNE ADA TAHSİS EDEN ÜLKE VAR MI BUNU DA ARAŞTIRIN…
    ..

  59. BENİM DE SİZDEN RİCAM, BİRAZ DAHA AZ SAÇMALAYIN!

  60. Zileli’ye soru:

    AKP-PKK savaş koalisyonu bugün de devam ediyor mu? Yarın devam edecek mi? Amaç ne?

    1 Kasım sonuçlarında AKP tek başına iktidar oldu, RTE başkan da olursa, PKK’nin nihai hedefi ne?

    “Türkiye Cumhuriyeti devleti”nin yönetim sistemi başkanlığa geçiş yapsa bile, bu yeni sistemde “devlet”in, PKK’ye, ister “kısmi federasyon” diyelim, ister “tam bağımsız Kürdistan” diyelim, vereceğine samimiyetle inanıyor muyuz?

    PKK, RTE başkan bile olsa, “Türkiye Cumhuriyeti devleti”nin zırnık koklatmayacağını bilmiyor mu?

    PKK’nin “federasyonluk” veya “tam bağımsızlık” için mücadele ettiğini varsayarsak, sadece “Türkiye Cumhuriyeti devleti”nin tavırlarının belirleyici rol oynadığını, bölgedeki diğer ülkelerin (ABD ve Rusya başta) PKK’nin (bağımsızlık, özgürlük) mücadelesini hiç umursamadığını düşünmek safdillik değil mi? Yani, “Türkiye Cumhuriyeti devleti” PKK’ye -olur, kendi devletini kur- derse, ABD ve Rusya PKK’ye -olmaz, kendi devletini kurma- derse, PKK ne yapacak? Denklemde sadece “Türkiye Cumhuriyeti devleti”nin tavırları yok ki? PKK, sadece Türkiye’nin değil, ABD’nin ve Rusya’nın içinde olduğu bu kompleks durumu bilmiyor mu?

    Nihai amaç ne?

  61. ogürsel’e soru:

    Biryerlerde “ihtiyaca göre katliam” gibi bir tabir kullanmıştınız.

    Yakın gelecekte, HDP’li vekillerin çoğunun hapse atılması, RTE’nin en çok istediği şey. Çünkü planladığı erken seçim ve referandumda, HDP’nin eridiği ya da tamamen yok edildiği bir oy aritmetiğinde, RTE, elinin daha hızlı ve daha kolay güçleneceğini biliyor.

    İstanbul-Vezneciler’deki patlamayı TAK (veya PKK ile ilintili olduğu savı olan bir başka örgüt) yapmışsa, bu patlama yine bir başka “ihtiyaca göre katliam” mı?

    Örneğin, zaten müşkül duruma düşürdükleri HDP’yi tamamen bitirme planı için, fezlekeler RTE’nin masasındayken, Vezneciler patlamasının da köpürtmesiyle, RTE’nin daha şevkli imza atması ve bu son patlamayı da fezlekelerin üzerine sos gibi dökerek topluma propaganda malzemesi olarak kullanması mı?

    RTE’nin bitmeyen ihtiyaçları için, bugün de “Vezneciler katliamı” mı?

  62. bugün artık bir savaş koalisyonundan söz edilemez. AKP açısından zaten buna da ihtiyaç yok. PKK hendek savaşında yenildi ve geri çekildi. Şimdi yenilmediğini göstermek için bir artçı savaşı veriyor. Ben olsam, böyle blir artçı savaşa gerek görmez, bu yenilgiye rağmen tek taraflı ateşkes ilan ederdim. Çünkü bu savaştan en büyük savaşı hem Kürt halkı, hem de diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi görüyor.

  63. 59

    Savaşın sonucunda eziyetin beterini kimlerin çektiğini sizin de belirttiğiniz gibi biliyoruz.

    Asıl soruya cevap yazmamışsınız:

    PKK’nin nihai hedefi ne?

    RTE başkan bile olsa zırnık koklatmayacak, PKK’nin bunu bilmesine rağmen amacı ne?

  64. amacı şu: Bir halt edip hendek savaşını başlattılar. Hatalarını cesurca kabul etmek yerine artçı savaşıyla “yenilmedik, ayaktayız” demek istiyorlar.

  65. 61

    PKK’nin kısmi federasyon ve/veya tam bağımsız Kürdistan planları yok mu?

  66. federasyon planı var sanırım.

  67. 60’a
    Bu ülkede çok katliam yapıldı.. Maraş.. Çorum.. Sivas.. Zamanla gerçekler anlaşılsa da kısa vadede katliamcılar amaçlarına ulaştı hep.. Atı alan Üsküdar’ı geçti.
    Bugün
    Katliamların kimin işine yaradığı, kimin neden yaptığı spekülatif yorumlara yol açabilir.
    Demokrat, özgürlükçü, ant-faşist kurum ve insanların işine yaramadığı kesin olarak söylenebilir. Diğer yandan de-stabilizasyon amaçlı da olabilir…
    Sorun her iki tarafın Şahinlerinin ipleri ele geçirmiş olması; sonuçta bu katliamlar Şahin’lerin işine yaramaktadır. Kimi zaman “hesap” hatası da yapabilirler..
    Öncelikli olarak bu tür katliamcı politikalar kimden, nereden gelirse gelsin aşağılanmalıdır ama gidişat o ki, “güvercinler” yine umursanmayacak; herkes kendi ölüsüne ağlayacak, karşı tarafın cesedi üzerinde eğlenecek.. Bu katliamlar da bu sürece hizmet etmekte..

Comments are closed.