Ağabey Akım Sendromu
Türkiye’de, Kemalizmle komünizm arasında, tam da “ağabey akım sendromu” denebilecek bir ilişki yaşanmıştır. Komünizm, Türkiye Komünist Partisi’nin şahsında Türkiye toprağında doğduğunda, egemen bir ideolojinin, Kemalizmin baskısı altında buldu kendini. Türkiye’de komünizmin tarihi, hem Kemalizmin etkisinden kurtulup bağımsız bir akım olabilme çabasıyla, hem de bunu bir türlü gerçekleştirememe realitesi arasında salınarak geçmiştir. Komünistler, sanıldığı gibi, Kemalizmin gönüllü takipçileri değillerdi, tersine, bağımsız bir akım yaratmayı özlüyorlardı. Buna rağmen, sol, bir türlü Kemalizmin etkisinden kurtulamamıştır. Neden? Çünkü sol, başından beri iktidarcı bir perspektife sahipti. İktidarcılık, kimi zaman, Bolşeviklerin 1917’de yaptığı gibi, tüm iktidar adaylarını eleyen bir ataklığa yol açabilir. Ama bu istisnai bir durumdur. Tarihin 1917’de Bolşeviklere güldüğü gibi koşullar yoksa, iktidarcı akımlar, iktidardaki ya da iktidara daha yakın politik namzetlerin şemsiyesi altına girerler, onun iktidarının gölgesinden yararlanmaya çalışırlar. Solun Türkiye’deki 100 yıllık tarihi bunu doğrular.
İbrahim Kaypakkaya’nın 1972 yılındaki olağanüstü çıkışını ayrı tutacak olursak, bütün sol, bugüne kadar, Kemalizmin gölgesinde, modernist bir akım olarak var olagelmiştir. Modernizmden ve iktidarcılıktan vazgeçilmediği sürece de böyle gidecektir.
Sol, nasıl Kemalizmin küçük kardeşiyse, Türkiye’deki anarşizm de solun küçük kardeşidir. Solla anarşizm arasında da bir çeşit ağabey-kardeş ilişkisi, bağımlılığı ve rekabeti vardır.
Anarşizm, Türkiye toprağında, 1986 Ekim’inde Kara dergisinin çıkışıyla doğdu. Kara, her yeni doğan varlık gibi öncelikle kendisini bağımsızlaştırmaya çalıştı. Sola, bir ilk çıkıştan beklenmeyecek olgunlukta eleştiriler yöneltti (Bu konudaki örnekler için Bkz. Emine Özkaya-Gün Zileli, “Türkiye’de Anarşizm”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:8, Sol içinde, s. 1153). Kara, bunu yaparken asla çığırtkan olmadı, gerektiği yerde solu liberalizme karşı savunmaktan da geri durmadı. Daha sonra gelen Ateş Hırsızı da benzeri bir tavrı sürdürdü. Ne var ki, 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, anarşizmin bu sağlıklı doğumu hastalıklı eğilimlerle gölgelenmeye başladı. Efendisizler dergisi ve Anarşist Gençlik Federasyonu (AGF) ile birlikte, Türkiye’nin genç anarşizminde çığırtkanlık eğilimleri baş gösterdi. Kara dergisinin solu olumlu yönleriyle savunan, olumsuz yönleriyle eleştiren tutumunun yerini, solla hoş olmayan bir rekabet, dahası giderek sola benzeme, onun anarşist etiketli bir tekrarı olma eğilimi aldı. Neden? Çünkü, solun itibar kaybıyla ve anarşizmin yeni bir akım olarak parlamasıyla gittikçe kalabalıklaşan ve genç radikaller içinde moda halini almaya başlayan anarşist saflarda, biraz da Türkiye kültürünün etkisiyle iktidarcı sendromlar ortaya çıkmıştı. Bu iktidarcı sendrom, anarşizmi, ister istemez, bir yandan “ağabeyiyle” hırçın bir rekabete girmeye, bir yandan da onu davranış ve ideolojik olarak taklit etmeye sürükledi. Dahası, günümüze yaklaşıldıkça, çoğu militanı soldan gelen kimi anarşist gruplar, örneğin bir DHKP-C’den ayırt edilemeyecek ölçüde solcu bir retoriğe sürüklenir oldular. Yani biraz daha orijinal, biraz daha matlıktan sıyrılmış bir DHKP-C. Bunun sonucu olarak, “kara blok”lar sol platformlara davet edilmeye, oralarda platformculuk ve müttefikçilik oynamaya başladılar. Böylece, Türkiye’de anarşizm, büyüdükçe soldan daha bağımsız bir hal alacağına, giderek ağabeyine daha fazla benzemeye, hatta yer yer ondan ayırt edilemez hale gelmeye başladı. Anarşizmin Türkiye’de ilk çıktığı yıllarda anarşistlerin bir duruşu vardı. Bir avuçtular ama solla aralarına net bir çizgi çekmekte bir an bile tereddüt etmezlerdi. Bu yüzden, bir cezaevine sürülen anarşistler (Sakarya cezaevi örneğini hatırlarım), hiçbir sol grup tarafından kabul edilmez, Cezaevi idarecileri onları nereye yerleştireceklerini şaşırırlardı. Görüldüğü kadarıyla bu sıkı tecriti bir ölçüde kaldırmış sol artık. Bunda solun o günden bu güne olgunlaşmasının da payı vardır elbette. Ama esas pay, ne solun, ne de anarşizmin geçmişine ilişkin doğru dürüst bir şey okumamış, gençliğin isyancı tavırlarıyla her şeyin hallolacağı ya da toplumun itirazsız kendilerini izleyeceği ham hayallerine kapılmış özellikle yeni kuşak anarşistlerin (2000’li yıllarda faal olanlar) önemli bir bölümünün ve solun itibar kaybından kaçıp anarşizme sığınmış eski solcuların, anarşistten çok, A harfi takmış Stalinistlerden pek de farklı olmamalarına aittir.
Gün Zileli
30 Ekim 2008