Ad ve Soyadı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Deneme!
Soyadı denen şey, Türkiye’ye Batıdan taşınmış, modernleşmenin unsurlarından biridir. Ne var ki, fazlasıyla dışavurumcu bir toplum olan Türkiye toplumu, bu modernleşme unsurunu, yaklaşık son seksen yıl içinde, Batıdan bir hayli farklı olarak, abartılı bir gösteriye ve böbürlenmeye dönüştürme eğilimi içinde olmuştur. Bununla da kalınmamış, özellikle 1950 ve 1960’lardaki ikinci modernleşme atılımında, ebeveynlerimiz, bu dışavurumculuklarını, çocuklarının üstünde de uygulamaya, toplumun olağan yapısı ve geleneği ile alâkası olmayan, neredeyse şamanist isim deneyimlerine girişmiş, hatta dönemin siyasal eğilim ve ihtiyaçlarını çocuklarının ismiyle ebedileştirmeye bile kalkışmışlardır.
Diğer toplumları bilmem ama, abartılı bir dışavurumculuk eğilimindeki Türkiye toplumunda, ad ve soyadı, bir iddianın olduğu kadar, bir özlemin de ifadesi olarak alınabilir. Yoksa bu kadar “soy”lu soyadını izah etmek nasıl mümkün olabilirdi? Aksoy, Paksoy, Soylu, Teksoy, Özsoy, Soysal, Soykan, Köklüsoy, Temizsoy, Ersoy vb. gibi soyadlarının böylesi yaygın oluşu, ister istemez, toplumumuzun “soy” konusunda bir sorunu olduğunu düşündürmektedir. Bu bir yana, soyadlarındaki “sertlik” ve “güçlülük”vurgusu da, insanı endişeye düşürecek kadar güçlüdür. Demir, Kaya, Çelik, Sert, Güçlü, Sağlam, Taş, Çetin, Metin vb. gibi soyadlar toplumumuzun “kaya gibi” sertliğini ve hatta acımasızlığını mı ortaya koymaktadır, yoksa aslında bu gerçekte olunamayan bir “sağlam”lık özlemi midir? Ya erkeklik ve askerlik tutkusuna ne denmeli? Sanırım soyadı geleneği olan tüm toplumlara bu konuda beş basar Türkiye toplumu. Er, Soyer, Soyuer, Ersoylu, Erdoğan, Erdoğdu, Erdoğmuş, Mert, Soyumert, Erkan, Kaner, Eryiğit, Yiğiter, Erdinç, Dinçer, Erçetin, Çetiner, Eraslan, Erkaya, Aslaner vb. gerçekten de erkekliğe ve erliğe fena halde taktığımızın bir göstergesi. Üstelik bu aşırı maskülin soyadlarını ömürlerinin bir döneminde ya da tüm hayatları boyunca taşımak zorunda kalan kadınları düşünün! Bu tür soyadlarına saldırgan bir güç gösterisini de eklediğimizde toplumumuzun psiko-soysal yapısı için önemli ipuçları elde etmemiz mümkündür: Vural, Öcal, Fatih, Yamaner, Saldıraner, Demirel, Çelikel, Çelikkol, Demirbilek, Erçelik, Demirbüken, Çelikkıran, Çamkıran, Dağdeviren.
Hayvanlara ilişkin ad ve soyadları da, toplumuzun gücü yüceltmesine paralel olarak hayvanlara atfedilen özelliklerin yansımasıdır: Aslan, Eraslan, Arslaner, Aslansoy… Tilkisoy ya da maymunsoya rastlamak mümkün değildir ama eğer hayvanlara atfedilen özellikleri doğru kabul edecek olursak, aslında bu tür ad ve soyadlarının seçiminde “aslan”lıktan çok, “tilki”lik ve “maymun”luk daha baskın görünmektedir.
Neyse, bu konu öyle dallı budaklıdır ki, istenirse ciltlerle kitap yazılabilir ad ve soyadlarının psiko-soysal özellikleri üzerine.
Benim burada daha çok üzerinde durmak istediğim nokta, ad ve soyadlarının seçiminde, toplumda itibar sağlamaya yönelik bir dışavurumculuk kadar, ulaşılmak istenen, olunması istenen niteliklerin de etkili olduğudur. Bu yüzden, tanıştırıldığımız kişilerin adını ya da soyadını öğrendiğimizde, zorla bastırmaya çalıştığımız bir tebessüm gelir oturur dudaklarımıza.
Neredeyse “yerden bitme” denecek kadar kısa boylu birisi, “ben Mehmet Uzun” diye kendini tanıttığında, karşılaştığınız tenakuzun doğurduğu şaşkınlığı ya da içinizden yükselen gülme duygusunu, ancak fiziksel ayrımcı olmamaya yönelik toplumsal terbiyenizi hatırlamaya çalışarak bastırırsınız. Ya da kendini, “memnun oldum, ben Harika Güzelsoy” diye tanıtan kadının ismiyle kendisi arasındaki tenakuzu, belli bir özlemin dışavurumu olarak izah ederek işin içinden sıyrılmaya çalışırsınız.
Yukarda da örneklerini gördüğümüz gibi, isimlere yansıyan özlemler sadece boyla ya da güzellikle ilgili değildir. Dönemlerin toplumsal ihtiyaçlarına ya da siyasi ve ideolojik eğilimlere göre özlemlerin niteliği değişebilir ve o ölçüde de isimlere yansıyabilir: Örneğin “insanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganını benimseyen sol eğilim, “Onur” ismini kutsar, dolayısıyla bu isme daha çok sol kesimlerde rastlanırken, saldırgan bir fetihçiliği yücelten sağ kesimden insanlar çocuklarına daha çok “Fatih” adını koymayı tercih ederler.
Ne var ki, özlem ve hedeflerin birçoğu gibi, bu tür isimler de sadece birer ilüzyondur.”Mehmet Uzun” ya da “Harika Güzelsoy” karşısında uğradığımız şaşkınlığa uğramamak için bu tür ilüzyonlar karşısında soğukkanlı bir uyanıklık, hatta kuşkuculuk içinde olmak en doğrusu gibi geliyor bana.
Gün Zileli
1 Temmuz 2008