“Böylesi provokasyonlara girenlerin peşi bırakılmayacak, bu provokasyonlara kalkışanlardan hesap sorulacak. Buradan bir kez daha Bingöl Valimizi ve oradaki emniyet görevlilerimizi tebrik ediyorum. Bu alçakları iki saat içinde bulup cezalandırdılar. Ve onlara yaptıklarının bedelini ödettiler. Bundan sonra bu topraklarda kimse yaptığı suçun karşılıksız kaldığını düşünmeyecek. Mutlaka hesabı sorulacak.”
Başbakanımız Davutoğlu’nun yukarıdaki sözlerini “yargısız infaz” ya da Cumhuriyet gazetesinin bugünkü manşetinde olduğu gibi “vur emri” olarak anlayanlar ve anlatanlar olayın özünü çarpıtmaktadırlar. Bir kere, olayın özüne bakacak olursak bu bir yargısız infaz değil, tam tersine yargılı infazdır. Sayın Başbakanımızın apaçık yargısını görmezden gelerek nasıl yargısız insaf denebilir buna? Başbakanımız yargısını vermiştir. Yargı açıktır: “bu provokasyonlara kalkışanlardan hesap sorulacak”tır. Bundan âlâ yargı mı olur? Nitekim bu yargıyı derhal yürürlüğe koyan emniyet görevlilerimiz de yargının gereğini yapıp sözü geçen alçakları (ki bu da çok esaslı bir yargıdır) iki saat içinde bulup cezalandırmışlardır. Onları öldürerek yaptıklarının bedelini ödetmişlerdir ki, bu iki saat içinde işlenen suçun bedelinin ne olduğu konusunda bir yargıya varmaları bile ortada gerçek bir yargılı infaz olduğunu göstermektedir. Nitekim, bu hızlı yargıların sonucunda artık bu topraklarda kimse işlediği suçun karşılıksız kalacağı gibi hatalı bir yargıya varamayacak. Herkes şunu bilecek ki, böyle bir suç işleyecek olurlarsa emniyet görevlilerimiz iki saat içinde onları bulup hak ettikleri bedeli ödetecek, yani onları öldürecektir.
Kim “vur emri” vermiş? Sayın Başbakanımız mı? Ne münasebet. Emniyet güçlerimiz iki saat içinde suçluları bulup vurmuşlardır. Olaylar o kadar hızlı gelişmiştir ki, iki saat içinde Sayın Başbakan’dan emir almaya bile fırsatları olmamıştır. Tamamen kendi inisiyatifleriyle ve hızla hareket ettikleri son derece açıktır. Bir de tutup Başbakana mı soracaklardı vuralım mı vurmayalım mı diye? O hantal bürokrasi devri geçti artık. Hızlı ve kesin sonuçların peşinde koşmaktadır artık emniyet güçlerimiz.
Adaletin bu hızlı işleyişinden rahatsız olanlar elbette buna “yargısız infaz” ya da “vur emri” diyeceklerdir. Oysa halkımız bu hızlı işleyişten son derece memnundur. İşi uzatarak yaptıklarının bedelini ödemekten kurtulmaya çalışanların ya da onların destekçi ve teşvikçilerinin laflarına kulak asılmamalıdır. Bundan böyle bu memlekette suç işleyenler yaptıklarının karşılığını iki saat içinde alacak ve öbür dünyayı boylayacaklardır.
Devletimizden, onun emniyet güçlerinden, başbakanımızın isabetli yargılarından rahatsız olanlar, elbette işi yokuşa süreceklerdir. Efendim, iki saat içinde emniyet güçleri suçluları nasıl tespit edebilirlermiş? Onlar istiyorlar ki, emniyet güçlerimiz atalet içinde oyalansın, bu arada suçlular da izlerini kaybettirsinler. Emniyet güçlerimizin hızlı çalışmasından şikâyetçi olanlar suçluları korumak isteyenlerdir.
Bir başka itirazları daha var. Efendim, ya emniyet güçleri suçlu diye yanlış insanları cezalandırmakta iseymiş. İşte emniyet güçlerimize güvensizliğin bir işareti daha. Oysa bizim emniyet güçlerimiz hem hızlı çalışır ve suçluyu iki saat içinde bulur, hem de cezasını anında verir ki, suçlular adaleti oyalayamasınlar ve bu oyalamalar sonucunda adaletin pençesinden kurtulamasınlar. Emniyet güçleri onları çabucak öldürerek adaleti yanıltma fırsatlarını ellerinden almaktadır.
Geçelim bir başka itiraza. Efendim, suçlunun cezasını emniyet güçleri vermezmiş de, yasalar ve yargı organları verirmiş. İşte adalet mekanizmasını yanıltmanın, oyalamanın, suçluların hak ettikleri cezaları en kısa yoldan almalarını önlemenin bir yolu daha. Emniyet güçlerimiz yasanın bekçisi değil midir, yasalara göre çalışmamakta mıdır? Yasalar emniyet güçlerine gerektiği zaman silah kullanma yetkisini vermemiş midir? Emniyet güçlerimiz devletin parasıyla sağlanmış silahlarını sırf gösteriş olsun diye mi taşımaktadırlar? Emniyet güçlerimiz suçluları iki saat gibi kısa bir süre içinde tespit etmiş ve cezalarını vermiştir. Eğer suçluların bu suçu işledikleri konusunda emniyet güçlerimizin en ufak bir kuşkusu olsaydı böyle bir cezalandırmaya giderler miydi sanıyorsunuz? Suçluların suçlu olduklarından emin olmuşlar ki cezalandırmışlar.
Yargılama meselesine gelince. Bu da çok tuhaf bir mantıktır. Yargılamanın amacı nedir? Sanığın suçlu olup olmadığını tespit etmektir, öyle değil mi? Evet ama suçlunun suçlu olduğu zaten ortadaysa ve bu durum emniyet güçlerimiz tarafından iki saat gibi kısa bir sürede hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit edilmişse bu suçluları bir de yargıya teslim edip yargıyı boş yere oyalamanın ne anlamı vardır? Eğer emniyet güçlerimizin, suçluların suçundan en ufak bir kuşkusu olsaydı, o zaman elbette onları yargıya teslim ederlerdi. Fakat suç eğer kesin olarak sabitse ve iki saat gibi kısa bir sürede hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde işledikleri ağır suç tespit edilmişse yargıyı boş yere oyalamanın ne anlamı vardır?
Son bir itiraz da şudur: Eğer yargıya teslim edilselermiş yargı bunların suçunu sabit görüp en ağır cezayı verse bile bu ceza ölüm cezası olmazmış, en fazla ağırlaştırılmış müebbet alırlarmış. Buna ne diyecekmişiz bakalım?
Doğrusu, bu son itiraza hemen, anında, hatta iki saat içinde verecek cevabı bulamadık. Sayın Başbakanımıza bir soralım. Bakalım o ne diyecek? O da belki Sayın Cumhurbaşkanımıza sorup en doğru cevabı bize bir iki saat içinde ulaştırır.
***
Başbakanlık’tan gelen açıklama: Sağolsun Başbakanlık bizi bekletmedi, yukarıdaki makalede ileri sürülen son itiraza cevabını bir iki saatten de önce, yarım saat içinde yolladı. Açıklama aşağıdadır:
“Zaten bu yüzden emniyet güçlerimiz işi yargıya bırakmamayı tercih etmektedir.”
Gün Zileli
11 Ekim 2014
Uzun süredir iktidar hem faşist yöntemler uygulayıp hem de algı yönetimiyle bu yöntemine -önemli oranda- meşruiyet sağlıyor. Bu olayda da çok başarılı bir algı operasyonu yapılmıştır. En kritik sorunun sorulması engellenmiş, konu bu olayda şüpheli/suçluların yargılı mı yargısız mı infaz edildiklerine ustalıkla kaydırılmıştır. Unutanlar için hatırlatma: Yargısız infaza destek verenlerin oranı AKP+MHP oylarının toplamını aşar bu mamlekette. Kritik soru(lar) nedir mi? O polislerin hedef alınmaları ile paralelci olarak suçlanmaları arasında bir ilişki var mıdır? Failer devlet içinden birileri olabilir mi? Bu soruları gündeme getirmediğiniz için siz de algı yönetimine boyun eğmiş olmuyor musunuz?
Ben sizin kadar işin içyüzünü bilmiyorum. İşte siz getirmişsiniz ya ne güzel. Getirdiğiniz nokta gerçekten çok ilginç.
Infaz hemde yargisiz. Oldurenler cameaat taraftari sivil emniyet gucleri. Olenler rast gele insanlar. Hayirli olsun. Provakasyon, Fasist AKP ve ISID in bu sekilde saldirilari mesrulasiyor. Kurdler hakediyor sozlerini duymak istiyorlar, rahatca Kobani bitsin Rojava derken kandilde bitsin. Gezi dekiler ise suan tutklaniyorlar. Deyme gitsin AKP nin kebab hayatina
kaliteli bir makale ve bunu sayfamda paylaştım! bundan böyle hepimiz yargılı infazlara hazır ne nazır olmalıyız!başından bu yana akp’nin secimle gelip faşızmle gidecegecine inananlardanım!
Süreç olması gerektiği gibi ilerliyor!
*
RTE ve yandaşlarının başka çaresi yok!
Acımasız, “terörist”, baskın olmak zorundalar!
İktidarları kırılgan! Tökezledikleri an tepe taklak gidecekler! Çok korkuyorlar; “düştükleri” an “çakalların-sırtların” kendileri gibi davranacaklarından eminler; bu “kurallara” uygun siyaset yapıyorlar!
*
Bu “kırılganlıkları” yıllarca da sürebilir! Buna itirazım yok… Ama bir ay sürecek bir genel grev onları tarihin çöplüğüne atabilir… Bir işsizlik dalgası… Türk Kürt Demokrat muhalefetinin özgürlükçü bir paydada buluşması; Türk ulusalcılarının aklının başına gelmesi…. Her ne olursa olsun “korku onları her daim bekliyor!”
İktidardan düştüklerinde Cehennem çukuruna düşecekleri korkusu ile bugün acımasızlıklarına sınır koymayacaklar! Ektikleri “rüzgarı” biliyorlar!
“Proaktif” siyaset izliyorlar! Kendileri ile birlikte tüm ülkeyi mahvetmekten zerre kadar çekinmeyecekler!
Ara çözüm, uzlaşma yok! Bu olasılık belirdiğinde “bir adım geri attığında”, buna kananlar kendi acıklı sonlarını hazırlar! Onların siyaseti bu! Zavallı CHP! Ve arkasında yığılı yığınlar…
Ne zaman anlayacaklar ülkenin içinde olduğu siyasal gerçekliği?
*
Hitler karakterine bakalım… Son aylarda 13-15 yaşındaki çocukları askere aldılar… Hitler halkını “kendine ihanet etmekle” suçladı. Öyle ki Alman halkı için “madem başaramadılar, mahvolsunlar” diyebilecek” karakterini ortaya koydu; bu psikopat ego, bu “tarihsel kişilik” sol-demokrat ve Kürt muhalefeti için öğretici olamıyor yazık ki…
*
Bazı veriler gösteriyor…
Bir an için kaba tanımlamalar yapalım!
Örneğin Hitler, Mussolini, Stalin… Bu adamlara her ne dersek diyelim… Son tahlilde “yurtsever” diyebiliriz! Milliyetçi, faşist, katil… Ama yurtsever! “Patolojik Yurtsever!”
Kendi “kavmi” için vs… vs…
(Sağlıklı Yurt severliği, içinde yaşadığı “mahalleyi” ve içinde yaşayan insanları, diğer “mahallelerde” yaşayan insanlara saygı duyarak, “ötekileştirmeden” sevmek olarak kullanıyorum…)
Bu bağlamda RTE “patolojik yurtsever” bile değil!
İmparatorlar yurtsever miydi?
Mısır, Suriye, IŞİD meselesindeki yaklaşımı bunun kanıtlarıdır.
Y. Sultan Selim… Mezhepçi İmparator! Reenkarnasyon mu bu 🙂
Bizim gibi adamlar O’nu anlayamıyor!
Mahvolsunlar o zaman! Bu zeminde siyaset yapanlara karşı siyaset üretilmesi gerektiği henüz anlaşılmış değil….
Bakınız; Kobane’deki insanların öldürülmesine karşı siyasal muhalefet edenler bile Vatan Hainliği ile suçlanabiliyor.
Vatan neresi?
*
Öğrenmek zorundayız… Türkiyeli, özgürlükçü bir hayatı birlikte yapmak zorundayız.
Şimdilik kapitalistik, mülkiyetçi bir toplumda her bireyin veya ulusun eşit sömürülme, eşit vatandaşlık, eşit işkence ve öldürülme, eşit ana dil eğitimi, eşit aşağılanma yaşayacağı bir ülkede yaşama olasılığı dışında
görünüyor ki, ayrıca,
farklı mezhep, dinsel inanç veya inançsızlık nedeniyle hakaret gördüğü, itilip-kakılacağı;
imparatorluk hayalleri için yüz binlerce cinayet işlemeye hazır adamların kurbanı olunacak bir ülkede yaşıyoruz…
*
Her ne olacaksa… Layığımız olacaktır!
bütün yurt-severler, aslında (açık ya da örtük) iktidar-sever midir/değil midir?
Salı günü “açık faşizm”e mi geçiyoruz?
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27369828.asp
Öyle görünüyor. aynı zamanda pakette “paralel yapı”ya karşı da bugüne kadar görülmemiş ölçüde geniş bir provokasyon da var.
valla açık değil, isterse IŞİD faşizmine de geçseler…onlar için deniz bitiyor. Rojava bilhassa Kobané direndikçe, hesap günlerinin yaklaşmakta olduğunu hissediyor ve o klasik fasit daireye kapanıyorlar: “gelmekte olan sondan, daha fazla zülum (yani zalim şiddeti, frenkçesiyle terör) üreterek uzaklaşmak…ama hep tersi olmaz mı, tarihte…ne kadar zalimsen, o kadar erken yolcusun, demektir…onun için denmez mi ki “zulmün artsın…”
http://birgun.net/news/view/erdogan-istedi-polise-vur-yetkisi/7041
Detaylar belli olmaya başladı.
Davutoğlu’nun “yargılı infazı” yasalarla da düzenleniyor
“Molotof kullananı vur” yetkisi, aynı zamanda “elindekini molotof sandım, vurdum” ve “etrafındakilerde molotof vardı, vurdum” yetkisi olarak da kullanılacaktır.
“Tam bir radikal mensup” Dilan Alp’i 2013 1 Mayıs’ında biber gazı ile kafasından vurup komalık ettiklerinde, elinde molotof vardı demişlerdi, sirke şişesi çıkmıştı.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/vali_mutlu_icin_marjinal_incelemesi_baslatiliyor-1207365
Yurt sever” en faşizan ideolojileri de yataklık edebilir; insanın doğduğu, yaşadığı, köyünü dağlarını sevme duygularına da…
Hiç bir yurda göz koymayan, kıskanmayan, farklı yurtlarda yaşayanları aşağılamayan; insanlık ailesi içinde eşitlik isteyen “yurtseverlik”; mücadelenin de ayağını bastığı toprak olma koşulu nedeniyle bana “kötü” anlamlar iletmiyor…
Yerel-Evrensel’in olgun bir sentezi içinde…. Örbeğin N. Hikmet mezarı için ne yazmıştı? Böyle bir şey… Yaptığın sözel bir şakaya gülmeyenler arasında yaşamak kolay olmasa gerek… ..
“Pratik” anlamda… Birbirinin sesini duyanların, “daha adaletli bir dünya’nın” başlangıç “mahali” olarak……
Örneğin Kobane’de yaşayanların dili-dini-rengi farklı olsa bile, yanı başındaki zulme müdahale edllmesi gerekir; “Yurt sevgisi” insan hayatından daha kıymetli değil; aksine insan hayatına sahip çıkmanın yöntemlerinden, araçlarından biri olarak görülmeli…
Diğer türlü bu yabancılaşmış bir sevgi olur;
Her zaman asl’olan insandır…(Ve insanı içinde yaşatan doğa.. Yurt…)
.
Yurt-severler, asıl olarak Dünya-sevmezdirler çünkü ona hükmedememektedirler… ki aslında onlar, sadece boyun eğdirmenin hazzını sevenlerdir.
not. memleket sevgisi sahici bir duygudur ve insanın kendi yaşam çevresine, anılarına dostluk ve sevdiklerine-sevenlerine olan sevgi ve saygısından kaynaklanır…ama bu, örneğin, devletinin egemenliği altındaki yer anlamında “vatan ya da yurt değil, yaşamında yer bulmuş olan mekan anlamında memleket demektir, bence.. (ayrıca,hiç görmemiş olsak bile diyelim içimizdeki bazı duyguları harekete geçiren dünya parçalarına, örneğin Niagara şelalesine resim ya da kamera üzerinden sevgi duyabilmek de insanidir. hatta, tüm evrene dair, beğenmediğimiz yerler de dahil, saygı dymak…varlığa- varolana olan saygımızın gereği sayılmalı…sivrisineği sevmem, ondan korunurum ama…saygı duymamazlık edemem….etmemeliyim….aksi tahakküm olur…)
Aleviler bugün meydanlardalar…çok güzel bir zamanlamada bu mitinglerinde acaba doğru mesajlar verme basiretini görebilecek miyiz? mesela şunu diyebilecekler mi:
“HA KOBANİDEKİ IŞİD
HA KERBELADA YEZİD
HER DAİM KATİL… DEVLET
Bazı sözcüklerin talihsizliği vardır. Yurtsever de bunlardan biri…
Soru-Yorum’un dili ile konuşmak gerekirse ben “memleketsever” olarak kullanıyorum yurtseveri… Diğer memleketseverlerin memleketlerini de gözeterek… Bir de “adaletsizliklere” karşı ortak dilin bulunacağı “toprak” ümidiyle…
Aslında özünde bu konuda farklı düşündüğümüzü sanmıyorum ama sivrisinek konusunda mesele karışıyor…
Onları en azından insanların yaşadığı yerde yok etmek zorundayız… Beni çok kötü kaşındırması bir yana Sıtma mikrobunu taşıdığını biliyor olmalısın…
Ve kan emicilerdir! Keneler… vb…
Saygı duyulabilir mi? Belki… Beslenme zincirinde yer alarak, belki kimi türlerin sayısını kontrol ederek… Bu anlamda Doğa’ya saygının bir parçası olarak… Bu yine de onları “öldürmeyeceğimiz” anlamına da gelmeyebilir…
Nasıl bir Doğa Felsefemiz olmalı?
Uzun mevzu… Kısaca söylemek gerekirse ben her zaman insanı kayırırım; çünkü insan -bildiğimiz kadarıyla- yer yüzünde acı çekme kapasitesi en büyük varlık! Hiç bir canlı onun acısı, kederi, kahrı büyüklüğünde duygular duyamaz; öyle ki o bu duyguları da taşıyamadığı için yalnızca bu nedenle ölümü seçebilir…
Kuşkusuz bu ona diğer canlılara acı verme hakkı sağlamaz… ama şimdilik yer yüzünde bir “ölçü” olarak insanı seçiyorum… (Bu arada insanların da nüfus kontrolü ile kendilerine ve doğaya yaptıkları kötülüğü sınırlaması gerekiyor…)
Yurtseverlik milliyetçiliğin dinci olmayan versiyonudur,
memleketseverlik de tipik bir O.gürsel goygoyu.
Yurtseverliği milliyetçiliğe yakın olduğu için kabul etmiyor, ama tümden de vazgeçmiyor ki, Gün zileli, Kaan arslanoğlu’nun da dolandıkları, girip çıktıkları ulusalcı stalinist ortamlardan dışlanmasın O.gürsel.
İnsan gerçekten de tuhaf yaratık! Kimileri entelektüel olarak kendine yalnızca “muarız” bularak zihinlerini harekete geçirebiliyor olmalı…
*
O kadar laftan anlaşılan bu mudur? Zaten ister yurtseverlik, ister memleketseverlik olarak adlandırılsın bu konular “ideolojik” olarak ele alınmadı ki? Ve kişisel bir konu da değil… Milyonlarca insanın bir şekilde etkilendiği, ciddiye aldığı kavramlardan ne anlaşıldığı, ne anlaşıldığı bilinmeden bu acele ne… Paketleyip, boğmak…
Bu satırlar da o yazıda var…
“Yurt sevgisi” insan hayatından daha kıymetli değil; aksine insan hayatına sahip çıkmanın yöntemlerinden, araçlarından biri olarak görülmeli…
Diğer türlü bu yabancılaşmış bir sevgi olur;
Her zaman asl’olan insandır…(Ve insanı içinde yaşatan doğa.. Yurt…)”
***
Ulusalcı, Stalinist ortamlardan dışlanmaya gelince… Çok hoşsunuz… Buralara yeni gelmiş olmalısınız…
*
Verili koşullarda insanların “memeleket severliğini”, tanımladığım “yurtseverliğini” saygıyla karşılarım ama önerim, idealim KOZMOPOLİTİZM’dir!
Dünya Vatandaşı duygusu ile yetişen çocuklar….
Ama daha buna çok var… yazık ki….
Şiddet ve şiddetin etkileri insanlar üzerinde tarih boyunca büyük izler bırakmaktadır.tüM ölümleri kınıyoruz tüm şiddete karşıyız. hele pkk’nın acımasız şiddeti yıılar boyunca aÇıları içimizde Ölümün her türlüsünü nefretle karşılayız GERÇEK KÜRT HAREKETİ MAGAZALARIN YAĞLANMASI SONRASI ÇOÇUKLARIN POŞET POŞET ERZAK ALMASIDIR(ANARŞİZM..)
“Verili koşullarda insanların “memeleket severliğini”, tanımladığım “yurtseverliğini” saygıyla karşılarım ama önerim, idealim KOZMOPOLİTİZM’dir!
Dünya Vatandaşı duygusu ile yetişen çocuklar….
Ama daha buna çok var… yazık ki….”
polemikten mümkün olduğunca kaçınarak, isimlere de takılmadan, gelen eleştirilere yanıt vermeye çalışayım:
Marksizme küfür etmek yerine (madem bu kadar güçlü bir düşünce sistemidir, benim küfrüme mi takılmış:) kendilerine marksistim, solcuyum diyenlere şu soruyu sormak istiyorum…
MARXİZM YA DA SOLCULUK, MAZLUMUN YANINDA OLUP DAVASINI SAHİPLENMEK (MİDİR?) İSE, BU MÜCADELEDE “EN AZINDAN BİR SÜRELİĞİNE” DEVLETİ GEREKLİ HATTA ZORUNLU BİR AŞAMA GÖRMEK MİDİR?
bu sorunun yanıtı ” ama, fakat, lakin tarihsel süreç, koşullar vb demeden ” Evet ise, ben solcu da değilim, marksist de..(marksizmin ne büyük bir dehayı kaybettiği, kendi sorunu:):) bir araç olarak kullanmada başarısızlık gibi
bu noktada klasik anarşist görüşe de birkaç eleştirim var; küreselliği ve burjuva mülkiyetçiliğnin küresel tek devlet inşa zorunluluğunu yeterince anlayıp-değerlendirememiş olmak, gibi, ulus devlete yaklaşımda değişen bu şartları gözardı etmemek gerektiği gibi, demokrasi mücadelesini devletsiz bir dünya arzusunun gerçekleşmesinde bir imkan olarak görememek ve….
Kürt hareketine bakışım da bir Kürt olmaktan ziyade, bir anarşist olarak yaklaşımıma uygun, diye düşünüyorum. kısaca, Rojava ve özellikle kobani, vahşi bir ksatliam içindeyken bile, komünal ve kantonal özgürlük ideallerinden vazgeçmeme inadıyla, saygıyı haketmek değil sadece…yeni bir sosyal yaşamın nasıl olması olasılığı üzerinden bir deneme, deneyim olarak evrensel önemi haiz bir örnektir…
ve bu konuda bilhassa avrupa anarşist hareketleri farkındalık oluşturmaya başlamışken, “biz anarşistler”in büyük bölümü antikürt devletçi ideolojisinin bilinç altı korkularıyla mesafeli ve kibirliyiz…eleştirmek yerine, suskunluk komplosuyla geçiştiriyoruz…
Soruyorum: Marksizm nedir? Solcu kimdir?
Toplumu materyalist bir bakışaçısıyla incelemeyi önüne hedef olarak koyan sosyoloji “bilimidir”…diye tanımlar enazından bazı marksistler…
topluma emek eksenli bir düzen arayışında olana da solcu derler, kimileri…
tamam mı, eksik bişey var mı ve “sınavı” geçtim mi…anonimus?
ama bişey eksik kaldı ki: bu tanımların hepsi, sorunlu bence…çünkü enbaşta bilimin bir tanımı yapılmalı ki, bunların bi kıymeti olsun…gelgelelim, neredeyese “herşeyi açıklamak için tek başvuru kaynağımız ve yöntemimiz olan “bilimin doğru dürüst bi tanımı bile yok…olanlar bişey ifade etmiyor, bana göre…
onun için ısrarım, önce “”ölçünün standardizasyonu, bilimin bi tanımı lütfen…”
kendimce bi tanım olarak, “kesinlik, kanıtlanabilirlik” i tartışmakta yarar olduğu kanısındayım…
bakış açısını değiştirmek, farklı kavramlarla sistem eleştirisi yapmak lazım. dün katı olan her şey buharlaşıyordu. bugün her şey buhar oldu. sınırlar iyice belirsizleşti. eski solun marksist jargonuyla günümüz olaylarının değerlendirmesini yapmak epey güçleşti artık.
marksizm nedir, solculuk nedir, devlet nedir, sistem nedir, bunları yeni kavramlarla tartışmak lazım.
ayrıntı yayınlarından çevrilen michel foucault söyleşilerini ve seçme yazılarını okumanızı öneririm.
Sayın Zileli,
“Yargılı İnfaz” yazınız ile doğrudan ilişkisi yok ama;
“Suphi Nejat Ağırnaslı”nın Kobane’de hayatını kaybettiği haberini siz de duymuşsunuzdur.
Bu isim sadece bir kişi; daha niceleri var tabii ki.
Amacım sayıları birbiriyle çarpıştırarak yeni polemikler yaratmak değil.
“Mevsimler” eserinizde de, kitapla ilgili yaptığınız söyleşilerinizde de; bir amaç uğruna, bir dava uğruna, bir devrim uğruna mücadele sırasında meydana gelen “ölüm”ün bir “mit” hâline getirilmesinin, özellikle “sol” cenah içinde çok yanlış yerden tutulan ve günümüzde bile devam eden bir akım olduğundan dem vurmuştunuz.
Ağırnaslı’nın Kobane’ye gitmeden evvel nasıl bir hayat yaşadığını, hangi üniversitede ne bölümü okuduğunu, 30 yıllık hayatında ne uğruna mücadele ettiğini ve nihayetinde hayatının nasıl noktalandığını siz de internette kısa bir arama yaparak öğrenebilirsiniz.
Sorum şu:
“Sol” cenahta şu hikaye yıllardır anlatılır. Doğru mu, yanlış mı bilmiyorum. Eğer siz de duyduysanız bu hikayeyi daha net anlatır mısınız?
Sinan Cemgil katledildikten sonra babası Adnan Cemgil’in şu sözleri söylediğini yıllardır duyarız:
“Ben varlıklı bir aileden geliyorum. Öğretmenim. Ekonomik durumum oldukça iyi. Oğlumu en iyi şekilde yetiştirdim. En iyi okullarda okuttum. Ülkenin en güzide üniversitesi ODTÜ’de okuyordu. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Ölmese yüksek mühendis çıkacak ve o da varlıklı bir hayat yaşayacaktı. Fakat o sizin iyiliğiniz için öldü. Bunu bilesiniz diye söylüyorum.”
Daha sonra annesi Nazife Cemgil’in şunları söylediğini yıllardır duyarız:
“Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekâlı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler; sizin sorunlarınızı omuzladılar.”
Şimdi:
“Suphi Nejat Ağırnaslı”nın durumuna gelirsek;
Bu yürekli insanı, kalbi ve aklı olan herkesin — “sol” görüşlü, “sağ” görüşlü, bir siyasi ideolojiye sahip veya değil; farketmez — bir “mit” haline getirmesinin şu an veya ileride yanlış bir yola sapacağını düşünüyor musunuz?
Bu sorum, “Mevsimler” başta olmak üzere, okumuş olduğum otobiyografi dizinizden de yola çıkarak sizi bir tür sınava tabii tutmak değil; haddime de değil.
Sadece 70’e yaklaşmış hayatınızda yukarıdaki sorum ile ilgili neler söylersiniz, samimiyetinize inandığım için bu metni sizle paylaştım.
Cevabınızı bekliyorum…
Saygılarımla
Bilim, kanıtlanabilir gerçekliktir.
…deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışarak bilgi edinme faaliyeti…
***
Ve bilim bize tüm gerçekliği kavratabilir mi?
Henüz o aşamada değiliz… Değiliz ama..yine de Bilim bu imkanı sonuna dek içeriyor mu? Vaad ediyor mu?
Örneğin insanın “Tinsel” alanlarına Bilim ne kadar girebilir; bu alanda da tanıtlanabilir gerçeklikleri bize sunabilir mi?
Bir ateist olarak insanın bir Tinsel boyutu olduğuna inanan olarak yazıyorum…
Özetlemek gerekirse… Bilimden vaz geçilemez… Tin’den de… Ve bu ikisi uzlaşmaz değildir! (Şöyle tanıtlayamadığımı yok sayamam! Deney modeli oluşturamadığım alanları yargılamam… Antropoloji-Tarih ve Sosyolojinin Tinselliğe ait alanları yine ‘bilimsel’ olarak en iyi şekilde analiz etme imkanı olduğunu düşünüyorum…)
Soru-Yorum’u anlıyorum…
Allah’ın varlığı ya da yokluğu bilimsel olarak kanıtlanabilir mi?
Peygamberlerin çok dünyevi sözleri ile Aolmadığı kanıtlanabilir ya da onların “elçi” olmadıkları! Tanrı bu çağının bilgisi ile sınırlı, kişisel-cinsel arzuları ile “yoldan çıkabilecek” insanlarını neden elçi seçsin?
Ama Kainat’ı, Dünyayı, ilk DNA’yı, Evrim’i başlatanın Tanrı olup-olmadığı kanıtlanamaz… (kaldı ki “tanrı’nın” bu “işi” evrim gibi “zekice”, tatlı bir oyun olarak gerçekleştirmiş olması O’nun “zekasına-yaratıcılığına” daha uygun olurdu!!)
Ama öyle ya da böyle, Tanrı’nın bizi umursamadığı şu dünyada insanın sığınacağı iki şey var… Bilim ve diğerkam sevgi!
küfür nedeniyle yayınlanmadı.
site izleyicilerini zırvalıkla oyalamamak için yayınlanmadı.
ve sen kininde haklisin zileli biz türkiyenin bolsevikleriyiz, bolseviklere ettigin her kufr kabulumuzdur,,:))))http://www.youtube.com/watch?v=Q3U0hMANPFQ
cok pratik bir soru sormak istiyorum, ben uni ye baslarken bizim sokakta tek turbanli kiz yoktu, yil ne diye sormayin, simdi asagi yukari hepiniz , akp nin bir hukumet degil bir rejim oldugunu soyluyorsunuz, hersey ellerinde, egitim dahil. 20 degil, 10 yil sonra, gun zileli nin turkiyede okuru olabilirmi,? ha dubai vari vir rejim olurda, sizde o saraylarin soytarisi olursaniz, ki bence yerinizi yadirgamazsinis, felaket tellalligini bos verin, akp bir kukumet kabine degisikligine denk gelmez, ic ve dis baglantilari olan bir rejimdir, 10 sene sonra cocuklarinizi taniyabilecekmisiniz, haaa, kucukburjuva solcu aydinin kucuk birikimleri ile yarattigi birtakim kucuk adalar olabilir, ya ben , ben ne yapacagim, okuldan gelen cocugum bana , baba sen allahsiz kitapsiz ir adammissin derse, 10 yil, cok kisa bir sure, yeni bir kusak daha gelecek, ya ic savas ya toplu goc, avrupa, laik, turkiyeli bir gocmen kitlesine hazir olmalidir..
hayattaki en buyuk arzum, teslim tore veysi sarisozen, engin erkiner gun zileli yi bir bok kuyusunda kendi boklarinda bogulurken gormektir, haaa cengiz candarlar dogu perincekler, liboslar ulusalcilar , onlari normal insanlar gibi gulaglara gondercez:)))))
küfür nedeniyle yayınlanmadı.
unutmadan , kahrolsun, aydinlanmaci fasiszm, ve bilim, ve hatta bilinclilik, yasasin terliksi hayvan ile nietschenin onulmaz iliskisi:)))) nihohahahhahha
yasasin sosyete anarsizmi, haydin hep beraber istanbuldaki binlerce cocuga robinson gibi dogada egitim ve ogretime ihtiyac duymadan yasanabilecegini anlatalaim, lay lay lom diyelim onlara, ilk turk escinsel evlilik yapan insanlarin olen kedilerine nasi agladiklarini anlatalim onlara, sokak cocuklari degil escinseller devrim dinamigidir diyen gecmisin demir leblebisi tikb sini anlatalamim onlara, uygun bi madde varsa biz de kulllanalim, oh diyelim:))))
cinselligimden dolayi asagilanmak, eger bedenimi satmaya beni yonelten duzenin elestrisi degilde, sadece, cinsel tercihimden dolayi yasadigim seyler, beni istanbulda yasayan sokak cocuklarinin probleminden daha onemli , bir sey gibi bacak arasi keyfimimi on plana cikarmaya itiyorsa ben assagilik bir insanimdir, ayip yahu….
küfür nedeniyle yayınlanmadı.
modern toplumlarda bazen garip mezhepler ve inana sapik salaklar cikar, ya toplu intihar yada garip cinsel egilimler. ben diyorumki, turkiye solunun aydin ve orgut ileri gelenleri, iste, apo nun su yada bu sekilde muridleridir, tedaviye ihtiyaclari vardir, bunu veysi teslim tore icin demiyorum, temel demirer gibiler icin diyorum
bilgisayar savas oyunlari genellikle batinin amerikanin natonun dusmanlarina gore senaryolastirilir, o kadar bikkinlik gelmis olmaliki karsit bir iki bilgisayar savas oyunu yapildi, ama senaryo yazari o kadar ayni ki hala kafa ayni nato kafasi, iste zile linin aydinliktan ayrilmasi boyle bise:) ustelik bunnar kalin kafali haaa ne kasdettigimi anadiysa essegim:)
harika bi yazi zileli yukarida yazdiklarini yazmasa ufkumuz acilmayacak baska ilgilerimiz olusmayacakti, e hayde sinifin suya sabuna dokunmayan kucuklerimizi sevmeli buyuklerimizi saymaliyiz , kompozisyon yazicilari, sizde sivayiniz.sendika org ta bi docent var herif docent, titl bu, sendika orgda yaziyo, politik tahlil yapiyo, yesil isigi gormus, genelde, imraliyi onayliyo, ama nerdeee veysi nerde o, adamda titl docent sendika orgta yaziyo. hep sunu diyo, bu isten kurtler yine karli cikti, bi gun dunyada son kurdu biri oldurse bunu basina dikseler herif deycek bak karli ciktin, hadi gel avrupanin dagittigi akademik titl e guven:)))) kobnide millet can derdinde bu yaziyo, bakin kurtler yine kazandi, ulan oglum kurtler oluyo orda lan……..sendika org docent yazar … tuttugunu…
seviyeyi göstermek için yayınladık.
Ben devrim martirlerine gereken saygının gösterilmesinden yanayım. Mevsimler’de bu olayı nasıl ele aldığımın örneğini verebilir misiniz? Hatırladığım kadarıyla Mevsimler’de böyle bir olay yok. Devrim kahramanlarına gereken saygı gösterilmeli ama onların birer idol halinec getirilmesi elbette yanlış.
Konuyu biraz daha “eşelemekte” yarar olabilir, bence…Konu hakkında farklı düşüncelere ihtiyaç duyduğumu saklamaya gerek yok…konuşulması, farklı bakış açılarının ortaya konması hoşuma gidiyor…
HAKİKATIN DÖRT ALANI:
Realite anlamında “gerçeklik” değil de verité anlamında “doğruluk”, görünen haliyle değil de “görülenin ardında gizli olan gerçek” olarak hakikat (doğruluk) bize şu dört alanda verir kendini…ya da bilgisini, bilindiği gibi.
ilki, bilim, kanıtlanabilen, ispatlanabilen bir hakikattır ki buna tırnak içinde “nesnel bilgi, ya da nesnel hakikat” diyebiliriz… buradaki nesnellik,” bilincimizden ari ve öncel bir varlık var” anlamında bir nesnellik değil (bu konu ilerde konuşulabilir ve marxizm konusuyla bağlantılı)….daha ziyade, “kanıtlanabilen-yanlışlığı ya da doğruluğu sınanıp ispatlanabilen, bu yüzden de itiraz edilmeye açık ama, kanıtları apaçık olduğu için gerek görülmeyen anlamında bir nesnelliktir.
sonuç bilimsel hakikat, belirtilen anlamda “nesnel bir doğruluktur, diyebiliriz. mantığa, deneye ve özde akla dayalıdır
diğer üç alan, yine çokiyi bilindiği gibi,” sanat”-“aşk(arzu)” ve(ideoloji-din ve politikayı da içeren ) ” inanç” üzerinden edinilebilen hakikat edinilen hakikattır ki bunlara öznel hakikat denebileceğini düşünüyorum. öznel hakikatler daha çok da duygusal yanımıza hitab eden, estetik-etik alanlara ilişkindir.
öznel hakikatler için, kimseyi bizim gibi olmaya zorlayamayız…aslında her tür zorlama tahakkümdür şüphesiz. demek istediğim, “mantığa dayalı olan “bilimsel” hak,ikatı anlamada, tartışmada, iknacı olmada bir maddi neden vardır. öznel hakikat ise sadec bize öyle geldiği, biz böyle inanıp, düşündüğümüz, iyi ya da güzel bulduğumuz doğruluğuna kendimiz inandığımız ama başkalarını inandırmak için yeterli maddi sebeplerimizin olmadığı “öznelliklerdir” tanrı ya da komünizm gibi..elbette buralarda iknacı olmaya çalışmanın sakıncası yoktur/olmamalıdır… akıldan çıkarılmaması gereken, bu alanlarda doğru-iyi-güze saydıklarımızı başkalarına kabullendirmede yeterli maddi done sahibi olmadığımızın bilinmesidir. bu da bizi fanatizmden korumak için zorunludur.
konuya giriş için bu kadarı yeter mi, bilemiyorum. daha konuşulacak çok şey var ama….uzatmadan ve kısa bir anıyla burada bırakmak istiyorum..
ikisi de arkadaşım olan bir ateistle, bir dindarın tartışmasına tanık olmuştum…tartışma bilidik kısırlık ve inatlaşma üzerinden gerginleşmeye başlayınca, teist dostuma şu soruyu sordum.
“Allahın herşeye gücünün yettiğine inanıyor musun?”
“Evet”, yanıtı ardından….”bence de evet… en az senin kadar ben de inanıyorum… ama mesela suları yokuş yukarı akıtabildiğine inansam da (ki inanıyorum) ama buna dair bir delil ve ispat getiremediğim sürece, bu benim kişisel imanım olarak kalmalıdır…bir başkasına bunu kanıt olarak ileri süremem”…
…..
Konuyu tartışmaya başka katkılarla devam edebilmek umuduyla…
Merak etmeyin, infaz yargısı pırıl pırıl cumhuriyet çocukları.
http://t24.com.tr/haber/perincek-hsyk-secimlerini-cumhuriyet-yargisi-kazandi-gerekirse-erdogani-bile-yuce-divana-gotururler,273800
AKP lehine Cemaatçilerin tasfiyesi sürecinde AKP ile “Milli” zeminde buluşan İP, tam gaz sanrılar üretmeye devam ediyor.
(22 numaralı “Anonim”)
Sayın Zileli,
Cevabınız için teşekkürler.
Martirleri bir “mit”, bir “idol” hâline getirmememiz gerektiği konusunda sürekli hatırlatmalarda bulunuyorsunuz zaten.
Sinan Cemgil’in babası ve annesinin yukarıda aktardığım sözleri gerçekten söylendi mi Gün Bey?
“Doğru mu, yanlış mı” diye sorarken; bu sözlerin yorumunu değil, bu sözlerin bizzat babası-annesi tarafından söylenip söylenmediğini öğrenmek için, o dönemi yaşamış canlı bir tanık siz varken, eğer duymuşsanız sizden öğrenmek istemiştim?
Cevabınızı bekliyorum…
Saygılarımla.
Elbette bu sözler söylendiğinde orada olmadığımdan bilemem ama bence söylemiş olmaları yüksek ihtimal.
Bence çıkacakları sıra AKP iktidarıyla bir anlaşma yaptılar, bundan sonra sizi destekleyeceğiz anlamında.
Orhan İyilerin Öldükleriyle kalmadılar adlı kitabında Adnan Cemgilin bu sözleri vardır.
Yargısız infazların dönüşü:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/adanada_kurtce_gazete_dagiticisi_vuruldu-1218689
16 yaşındaki bir genç, ışid’ci sanılarak geçen hafta vahşice öldürüldü. daha başka pek çok cinayet içinde bu çok öne çıkıyor. gencin hayattayken çekilmiş fotoğrafı ile kafası ezilmiş, kanlar içindeki cesedinin fotoğrafı yan yana konulup internette paylaşılıyor.
sorum şu:
bu cinayeti ve benzeri ışid’ci avı cinayetlerini, mesela bir imc tv, haber olarak verip eleştiren ve kınayan bir yorum yaptı mı?
bu vahşi ve alçakça cinayeti sol içinde gören bir göz, akıl ve vicdan oldu mu? eminim vardır. ama bunu seslice ifade eden oldu mu?
bu tür olaylar bilindiği gibi, baskıcı iktidarlara hep altın tepside fırsat sunmuştur. baskıcı yasalar ve yargılı-yargısız infazlar mı amaçlanıyor ki bu tür kör şiddet tırmandırıldı geçtiğimiz hafta?
ilk kez sizden duydum. O genç gerçekten IŞİD’ci de olsa herhangi bir insan avı iğrençtir ve protesto edilmelidir. Bu vesileyle ben de protesto etmiş olayım. Linkini yollarsanız haber olarak yayınlarım.
gencin adı yasin börü imiş. bu da haberi veren linklerden biri:
http://www.haberkita.com/yasam/pkk-kurban-eti-dagitan-yasinboruyu-boyle-katletti-h233063.html
bu da bir başka link:
http://derinstrateji.wordpress.com/2014/10/13/pkk-tarafindan-basi-tasla-ezilerek-oldurulen-yasin-gezi-sehitleri-kadar-ilgi-gormedi/
Gün zilleli,Yavuz alçakgönüllü aydınlık gazetesine geçtiğinden Bünyan’a yazdıklarını okudunuz? Tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Arkadaşlar..Yurt sever Devrimciler..İşçiler,köylüler
Eyyy..Halkımız..!!
Ülkemizdeki,sınıfsal süreç ‘’yargısız infazlara hazır ve nazır eli silahlı beklemekde..Süreç olması gerektiği şekliyle ilerlemeye devam ediyor;
Yani,her ne olacaksa,her ne çıkartılacakca… ‘’Layığımız olacaktır’’.!
Böylemi söylemem gerek;Bilmiyorum.!
Her toplum hak ettiğini yaşar,hak ettiği yerde olur..biz bunu.?Hakettik mi.?Değil.!
ama;‘’Kendisini imparatorluk hayalleri içinde, yüz binlerce cinayet işlemeye hazır eli silahlı adamların kurbanı olunacak bir ülkede yaşıyoruz…!’’
Peki.!Bunu görmek bu kadar zor mu.?
’Dikatli olun..!’dedikce hala aynı hava da arkadaşlarımız,eski hamam eski tas,değişen hiç bir şey yok.!
Kısaca,bu zeminde siyaset yapanlara karşı devrimcilerin siyaset üretilmesi gerektiği henüz anlaşılmış değil….hala kendimizle spor yapmaktayız..!
Bakınız; Kobane’deki insanların öldürülmesine karşı siyasal muhalefet edenler bile Vatan Hainliği ile suçlanabiliyor bu ülkede.
Vatan neresi.?Vatan sever kim.? Doğrusu belli değil.!
Yoksa,imparatorluk hevesinde olan faşist iktidar mı,yurt sever. ?
Yoksa bu ülkenin devrimcileri,yurt severleri mi.?
Sapla saman toz bulutu içinde karışmış durumda,bunu tartışmak bile abese iştikal değil mi.?
Bugün’Faşist İktidarın’Mısır, Suriye, IŞİD meselesindeki yaklaşımı Tezkere’nin çıkması bunun kanıtları değimli,ne tez unutuldu bunlar.?
Emp,ve içerdeki uzantısı iktidarın başı faşist RTE ve yandaşların başka çaresi kalmadı.!
Acımasız ve bir okadar çaresiz Devrimci avına çıktı.’’Acımasız,Terörist Devlet.!’’baskın olmak zorunda;Yıllardır ülkede yalana demegojiye baş vurarak gücüne güç katmaktadır..
ama bir okadar kırılgan.!
Tökezledikleri an tepe-taklat alaşağı olacaklarını bildikleri için geceleri karabasanla uyanmaktadır,cok korktuklarından düştüklerinde başına neyin ve nelerin geleceğini cok iyi bildiklerinden’aynı çakalların-sırtlanların’ kendileri gibi davranacaklarından eminler,bu kurallara uygun siyaset yapmaktalar..Dikkat.!
Bu ‘’kırılganlıkları’’yıllarca sürebilir belki,buna itirazım var diyenlerin mücadelesi de aynı paralellikde ilerleyeceğinden hiç kimsenin itirazı yok.! Bu sınıflar mücadelesi,ezenle ezilenlerin emperyalizm boyunduruğundan kurtulması..
ve ‘’Demokratik halk devrimi kurma mücadelesi..!
Her zaman söylendiği gibi,bir ay sürecek bir genel grev,okul boykotları ,bir işsizlik dalgası..ve Türk Kürt Demokrat muhalafetinin Özgürlükcü ortak paydasında buluşması onları tarihin çöplüğüne atabilir..
Ama tüm bunlar;’’Türk kürt ulusalcıların aklını başına alması ve gelmesiyle mümkündür..!’’
Her ne olursa olsun iktidarın korkusu,gücümüzün birleştiği gün başlar..! ‘korku’ onları her daim bekler.!
Birbirinden ayrışan,bağımsız,habersiz ne yaptığını bilmemezlik korkuların yerine iktidarın gücüne güç katar..
ve iktidardan düştüklerinde Cehennem çukuruna düşecekleri korkusu,bugün için acımasızlıklarına asla sınır koymayacaklardır;
Önüne gelene saldıracak,en ufak hareketle ateşle karşılık vercektir..!
Ektikleri rüzgarı çok iyi biliyorlar çünki.!
Korkularını yenmenin yolu,korkunun üstüne gidip ortadan kaldırmak olacaktır..
Kısaca‘’Proaktif’’ siyeset izleyeceklerdir..!
Kendilerini ve kendi gibi düşünmeyen herkesi düşman bildiği gibi,kendiyle birlikde olmayan herkesi ama herkesi,tüm ülkeyi mahvetmekten zerre kadar çekinmeyeceklerdir..!
Ve bunun için yıllardır ele geçirdikleri yargı ve yasaları hiçe sayıp askerini ve polisini dizayn edip örgütlü ve donanımlı bir şekilde saldırmaktan hiç kaçınmayacaktır..
Asla ara çözüm yok.’’Barış’’ise;Bu Kürtlerin ağzına sürelen bir parmak bal.!’’dan başka bir şey değil..!!
Eğer,bu olasılıkları düşünerek bir adım geri adım atıldığında veya bunlara kanan kürt arkadaşlarımız,kendi acıklı sonlarını hazırlamiş olur..bu böyle biline.!
Uzun süredir iktidar hem faşist yöntemler uygulayıp halka,hemde kamuoyu yaratma peşine düşmüştür,yine yalan ve demogojle-bu yöntemleriyle önemli oranda başarılı ve halkın arasında meşruiyet sağlıyor olması..En kritik sorunun sorulması engellenmiş,konu bu olayda şüpheli/suç teşkil edenlerin yargılımı yargısız mı infaz edildiklerine bakılmadan ustalıkla kaydırılmıştır.!
Ayrıca,haberi olmayan veya unutanlar arkadaşlara küçük bir hatırlatma;
Yargısız infazlara destek verenlerin oranı önemli;AKP+MHP oylarının toplamını aşar bu memleketde..bu konuda kilit soru,nedir derseniz.?
‘’Malum polislerin hedef alınmaları ve paralelci olarak suçlamaları arasında bir ilişki var mı.?..Varsa,ki;büyük ihtimal öyle.. failerin Devletin içinde olmasıdır..!’’
Kısaca,bir başka değişle,infazlar yargısız,Öldürülenler Cemaatcı taraftarı sivil emniyet güçleri..Ölenlerin kim olduğununun önemi değil artık,rasgele halk bile olsa..!
Hayırlı olsun diyemiyorum;Çünki,bu konuda değil bir çok konuda her devrimci gibi çok rahatsızım..!
Provakasyon,Faşist AKP ve IŞID ‘ın bu şekilde saldırılarının meşrulaştırılması..
Kürtler tüm bunları hak ediyor sözlerini duymak istemeleri,enbasidinden duymak istiyorlar rahatca ‘’Kobani bitsin ,Rojova derken Kandilde bitsin..!
Gezi dekileri ise şuan tutuklanıyorlar işte..Kısaca iktidarın değme keyfine Akp’nin işi kebap..!
Bundan böyle hepimiz yargısız infazlara hazır ve nazır olmalıyız..
Ve…Başından buyana söylediğimiz bir şey var;
Sivil sıkı yönetim faşizm açılan bir kapıdır..!
‘’ AKP’nin seçimle gelip faşizm’le gidecektir.. bu savaşın galibi, savaşan halklar kazanacaktır..!!
Nazmi kipel.
Sevgili hocam.!İki gün oldu sitede okuduklarımdan yazdığım bir yazı..ancak,paylaşamadım sayfamda.Bende sitende paylaşmak zorunda kaldım..
bünyan mı? Bünyan kim?
Dogada aciklayamadigimiz bize sir olan maddenin bilince olmasi. Tinsellik olayida Bu maddenin( beynin) ben,bilince sahip olmasidir. Beyin olmadan ben,bilinc olmaz. Beyindeki hertürlü degisim,kaza,alkol,yemek,hastalik bilincide etkiler..
Ayni zamanda o ben,bilinc organidir.. Tinsellik diye maddeden ayri bir olgu dogada yoktur.
Tanrilarin varligi yoklugu ispat edilmezsede Doganin kendi kanunlariyla islerligi,maddenin yok edilememesi,var edilememesi doga üstü bir gücün,maddi olmayan bir gücün varliginida gereksiz kilar.anlamida yitirir..
Inanc inanc olarak kalmasi savunulabilir..Bilimle sinir cekilmelidir..
Sitemizin iki büyük düsünürü Bunda anlasabilirler. Biz havadan baktik sadece.. “Ateiste allahin herseye gücü yetermi sorusuda Tam bir dahiyane yani!!! -:)) beni ucurtduda…
sağol hortlak, zeki olmadığımın farkındaydım, üstü kalsın…
itersen bi gerzek espri daha yapıp alacaklı duruma da geçebilirim, mesela…
“başbakan, ileri tomakrasiye geçmiş bulunuyoruz dedi”… muhtemelen yapılmıştır ama ben duymadım…
49. .-)).. Basbakandan o tip espirileri duydugumdan gülmem.. seninki cok hos geldi bana..cok zekice..beklemiyordum wallahi..
Aynı soruyu hareket etmeden sorabilirsiniz.
“Tinsellik diye maddeden ayrı bir olgu dogada yoktur.”
Biz ateistlerin anlamakta zorlandığı şey de bu… Elbette her şeyi “madde yaratmıştır!”
O madde ruhu da yaratmıştır! Bu ruh bizim gelişmiş beynimizin belleği ve psişesine ve sürü hayvanı olmanın doğasının sonucudur.
Bir kadına aşık olan bu insan türüne ait bir “hayvanın” davranışlarını bilinen pozitif bilim-akıl açıklayabilir mi? “Hastalık” olarak kodlar ve geçer…
Bir seri katilin 10-30 kişiyi öldürmesi “korkunçken”, bir savaş “kahramanının” çok daha fazla kişiyi öldürerek kahraman oluşu yalnızca propaganda ile açıklanamaz…
DİN ve MİLLİYET… insanın devraldığı toplumsal kodlamalardır…
Bir yazıda açıklamaya çalıştım… Bir ağaç, bir ağaçtır.. On ve Yüz ağaç ta hala sayılabilir bir çokluktur! Ama milyonlarca ağaç ve on binlerce yıl orada bir “orman ruhu”, “TİN meydana getirir… Bir eko, bir biyosistem…
İnsanlık tarihi de böylece TİN’i, on binlerce yıllık sürü hayvanı ve “nörolojik” yetenekleri ve kusurları ile böyle bir şeyi meydana getirir… Korkarım bunu anlayamadığımız sürece, kendimizi-insanı ve toplumu da anlayamayacağız ve siyasal-toplumsal süreçlerde de yanlış yollarda yürüyeceğiz…
madem böylesi hoşuna gidiyo…al sana bi daha:)
“cumhurun başkanı yok. bir “başı” bir de bakanı var”…
neyse…izninle, kendimce bir sonuca ulaşmaya çalışacağım yazılarımdan birini daha yazmaya “izninle” devam edeyim de sen de o parlak eleştirel zekanla, eleştirmekten geri durma….diyeceğim.
varmak istediğim sonuç, kendimce bilim kadar, inanca da kapalı olmayan Batıni ve müslüman bir anarşizm anlayışı.. çok iddalı bir laf ettim, farkındayım ve bir kaç alt başlık gerektirecek geniş bir mevzu.ama devlet ve din meslesi, şu IŞİD OLAYINDAN SONRA DA FARKEDİLMEKTE OLUNDUĞU GİBİ, HAYATİ BİR ÖNEMDE…. BU KONU ÜZERİNDE YOĞUNLAŞMAK, EN BAŞTA KENDİNE ANARŞİSTİM DİYENLERE DÜŞER. bişeyler satma derdim yok. aksine konuya dikkat çekmek için yazdıklarım, dostça eleştirilsin ve asıl konuşması gerekenler konuşup-yazsın diye yazmaya gayret ediyorum.
felsefeden pek malumatım da olmadığından, bilenler had bilmezlik saymaz, umarım.
MUHAYYEL DİYALOG:
Yanlış anlamış da olabilirim ama bence temelde meselenin teolojik bir yanı var ki; hayali bir tartışma üzerinden basitçe izah etmeye çalışayım.
P(laton): “Sorunu sana bir metafor ile anlatmayı deneyeyim: Bir an için, Tanrının evreni yaratmadan önceki halini düşün….Kendine şu soruları sorsaydı, ne cevap verebilecekti?
Bir eşkenar üçgenin bütün kenarları ve açıları eşit olmak zorunda mıdır, neden?
Düz bir mantıkla 7-5=2 işleminde başka bir sonuç olası mıdır?
Bir dairede çemberin bütün noktaları illa ki merkeze eşit uzaklıkta mı olmalıdır? vb vb.. böyle binlerce soruda başka bir ihtimal yoksa…demek ki, bir Tanrısal ideal akıl ve benzeri mutlak yasalar olması söz konusu…ve tanrı da bu yasalara uygun olmıayan birşey murad edemez, eğer evreni yaratmakta samimi ise…
A(risto): Yanılgın şurada Hocam….ilkin sen bu soruları, bu evren içindeyken sorabilirsin….eğer bu evren var olmasaydı, senin böyle sorular sormak için kelimelerin de olmazdı….hayali bir tanrıya atfettiğin sorular, senin zihninde üreyen dünyevi sorular ve bu dünyada varolan kelimelerden türeyen (daire, merkez, üçgen, eşitlik, sayılar vb) ifadeler…
ikinci olarak; bu andığın yasalar, tanrısal edimin kendisi….demek ki aşkın bir tanrı yok bizatihi evrenle varolan, varlığını evrende gerçekleştşren, bu anlamda da varlığı var etmekle aynı zamanda kendinin değişken tezahürünü ortya koyan bir tanrısal edimin kendisdir tanrı dediğimiz şey…
İhtimal ki gülüyorsundur bu çocukça filozofi oyunundaki Platon- Aristo hortlatmasına….Allah kimseyi gülmekten geri komasın, amin….Gene de gülerken, sorunun ne kadar basitse, o kadar da karmaşık olduğunu farkedersin, umarım…bi söz var ki mutlaka duymuşundur (kimin söylediğini unuttum): “Batı felsefesi dediğimiz şey, Platon’a düşülen bir dipnottan ibarettir” demiş(ler)…
Bildiğin ve de bilindiği gibi sorun kısaca şu:
“Tinselliğin temelini varolanların devingenliğinde mi yoksa aşkın bir aklın tasarımında mı arayacağız?”
Buna islamda vahdet-i vücud, vahdet-i mevcud tartışması da dendiğini eminim biliyorsundur.
Hatta muhtemelen, “bana ne bu fi tarihli abuk tartışmadan”, diye de düşünüyor olabilirsin…buna da saygı duyarım…
Ama ben kendi adıma, bu tartışmadaki görüşlerden temellenen bir “muktediryet” ilişkisine dayanak olma durumuna bigane kalamam…Bugün IŞİd örneğinde olduğu gibi, İslam DEVLETİ benzeri tahakküm biçimlerinin ideolojik-entelektüel gıdaları buralarda alınan pozisyonlarla alakalı, bence….Mesela bu tip selefi-vehhabi yapıların, ille de ehl-i sünnet mezhebine yakın yazar ve alimlerce desteklenmesi tesadüf müdür?
Haksızlık olmasın ki tümüyle ehl-i sünnet mezhebini töhmet altında bırakamayız…mevlevilik, rıfailik, halvetilik, nakşilik ve melamilik gibi sufi yapılar oralarda da var… ama bunların hepsinin iktidar karşıtlığı büyük ölçüde vahdet-i vücud ve aşkın olmayan, içkin tanrı anlayışlarıyla birebir ilgili…
O.Gürsel, Tolumun vicdani ,ruhu,akli var derken dindarlarin düsündügü gibi toplumdan bagimsiz kendi kendine var olan dolasan hayaletlerden bahsetmiyoruz.
Kaldiki orda bile orman olmadan orman ruhundan bahsedilmiyor..
Madde olmadan( Beyin,kadin) ne ask olur,ne hastalik olur ne bilinc,ben ,ruh,can olur.. Bunlar o maddenin icinde olan olaydir.. Nasil oldugunu bilemezsekte onsuz olamayacagini biliyoruz.. Ruhlar aleminde yasamiyoruz..
Kavram kargasasi var Burda..
Soruyorum,
Anlatigin plato-aristo tartismasi benim soyutlayarak dedigimden farkli bir sey degil zaten.. Meselenin özüde orda.
2+2=4 etmesi,yarim elmanin tümden hep Kücük olmasi,vs.. Axiomatik dogrulari varsa eger tanrilarin bile degistiremeyecegi dogrulardir.. Doga kanunlari kendi kurallarina göre islerler.. Onlarin yasasi ,varsa eger tanrilarin yasasindan agir basar,belirlerler..Doga tanriyi tanimaz..
Sen beni anlamamissin bende seni tüm geri yazdigini anlamadim.. Arabcam yok.dibnot u Dogru bulurum.. ondan sonrasini zirnik anlamadim.. Tanri yaraticisi,kesfedici olmakta tanrisal bir olay -:))
Soru-Yorum aradığını hep aynı yerde arıyorsun.
Hayat bir yanı ile çok basittir… Dinsel felsefeler bu basitliği inkar etmek için milyonlarca ton laf kalabalığı ederler….
Biz tabiatın altında yer alan yaratıklarız… Tabiatla olan mücadelemizde ciddi yol almışsak da her zaman son söz ve eylem onundur…
Dinselliklerin ve Marksistlerin de hatası aynıdır! Salt bir tarafı önemsemek… Milyonlarca ağaç binlerce yılda bir biyo-eko sistem yaptıysa, milyarlarca insan da yüz bin yılda iradesinden bağımsız bir “Tinsellik alanı” yapmıştır…
Samimiyetini anladığımı düşünüyorum… Kendine şunu sormalısın… Başlangıç olarak…
Tanrı olabilir ya da olmayabilir; ama peygamberler hep sahtedir! Söyledikleri ve yazdıkları en fazlasından iyi yürekli ama köleci toplum değer yargıları içinde bir “düzen” sağlamak isteyen, kendinden görevli, değerli insanlardır… Yalnızca kendinden görevli….
sitede tırıvırı konuları rojowaya tercih eden zileliyi son günlerde sokakları ısıtarak dikkat çekmeye çalıştığımız rojowa ve kobane protostolarından sonra asıl kendini anarşist sanan zilelinin odaklanması gereken konudan çok devlet-iktidar ekseninin yıllardır yaptığı infaza yönelik yazı yazma zorunda bırktığımız zileliden nihayet rojowa ve inşa edilmeye çalışılalan devlet-iktidarsız toplumsal ekolojik kömünalist toplumun özüneden çokdolayımlı ilgili konularda yazı yazması bile anarşizmle ne kadar ilgili olduğunun kanıtıdır.ne oldi?????zorunamı gitti??????geriye doğru özgürlükçünün yorumlar eleştirilerine bak?????özgürlükçü devrimci toplumsal muhalefet özellikle bu programın rojowada nüve seviyesinde hayat bulmaya çalışması 2 yıldır rojowada pyd nin nusra-el-kaide-işit-mit-it-zillilerle savaştığını bu sitede söylediğimde neler dediğinizi hatırlayın????kürt hareketine bu sitede olmadık iftiralarla saldıranlar insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği özgürlükçü devrimci demokratik birikimlerine saldırı olduğunda bu birikimleri ve insanlık onurunu canı pahasına kimlerin savunduğunu görünce yaptıklarınızdan utanacakmısınız?????yoksa en devrimci öncü tavrı ile bunlarıda en iyi ben yaparım fesatlanması ile öküz altında buzağımı arayacaksınız??????özgürlükçüye saldıranlar nerde??????
http://www.kizilbayrak.net/ana-sayfa/makaleler/haber/cengiz-baysoyun-cahil-cesareti-uezerine-k-toprak/
Anonim 58 ve verdiği link…
*****************************
Anonim 58’in link verdiği yazıyı dikkatle okuyorum… Önce iyi gidiyordu… Yazıda K. Toprak
“Bu “üçüncü yol”culardan biri, Cengiz Baysoy, 21 Eylül günü Özgür Gündem’de bu iddiasını ileri bir noktaya taşıyarak“Sosyalizm kavramı ‘demokratik özerklik’ kavramından geri bir kavramdır” iddiasını sınıfsal temellere oturtmadığı yolunda önemli bir temelde eleştiriyordu. Sonra ne görelim. Bu sitede Gün Zileli’nin onlarca yazısında “kanıtlanmış” siyasal tarihsel süreçlere ait “diyalektik-kaçınılmaz neden-sonuç” ilişkileri hiç yazılmamış okunmamış gibi…
O standart “cilalı taş çağı” Sosyalist Retoriği!
**************************************
“Dünyanın en güçlü kızıl ordusuna, en derin polis gücüne ve devletine sahiptik. Dünyanın üçte birini emperyalizmden koparmıştık. Fakat çözüldük, çürüdük ve çöktük. Bu hikâye sosyalizm kavramının hikâyesidir. Yaşadığımız dünyada bu kadar acı çekiliyorsa en önemli nedenlerinden biri bu hikâyedir” cümleleri ile koca bir tarihsel deneyimi
aşağılayacak cüreti kendinde bulan Baysoy,
bir de buna dünyanın içinde bulunduğu tablonun ve
çekilen acıların faturasını sosyalizme kesme gafletini eklemektedir. İşte burası, yazarımız için cahil cesaretinin ve haddini bilmezliğin ulaştığı en son noktadır.
Kapitalizmin mutlak egemenliğini iddia eden burjuva ideologların bile ortaya attıkları iddiaları sorgulamak zorunda kaldığı bir dönemde sözde “komünizm” adına ortaya atılan bu savların açık ki elle tutulur bir yanı bulunmamaktadır.
….
Yine de bir kez daha ve reel sosyalizm deneyimi ışığında ifade etmek gerekirse, “bilimsel sosyalizm” sınıfların bir bütün olarak ortadan kaldırılması temel ereğini taşıyan bir “toplumsal devrimi” öngörmektedir. Ancak “komünizme” yürüyen “toplumsal devrimin” “sosyalizm” aşamasında sınıfların ortadan kalktığı ham hayalinde bulunmak ancak yazarımız gibi ham kafalı liberallere özgü bir tespittir
… iktidarı ele geçiren devrimci sınıf, ulaşılacak olan “komünizm” hedefi ile birlikte kendisini de ortadan kaldıracağı bir toplumsal devrimin motor gücü olmaktadır. Komünizmi inşa etme misyonunu ve gücünü taşıyan işçi sınıfının, diğer bütün sınıflardan ayrılan temel farkı da zaten tam da burada, uygun koşullar içerisinde kendisini de ortadan kaldırma yeteneğinde yatmaktadır….”
*************************
Yazar Baysoy’un açığını bulmuş, “oymaya” geçmiş… “Vay sen nasıl Sosyalist ve Komünist evreleri karıştırırsın!” (Bre zındık; hemen “cennete” gidilir mi? Bir süre “arafta” yaşayacağız… )
*
Kaç kez yazıldı ve konuşuldu…. Yazık… Bu link bu siteye neden eklenir? Ekleyen arkadaş bu siteyi izlemiyor olmalı…
Belki hepimiz aynı durumdayız; ezberlediğimiz “sureleri” ezbere okuyor duruyoruz; hem de salınarak! Kendimizi öyle kaptırmışız ki, deprem oluyormuş, kubbe yıkılıyormuş, en “akıllıca çağrılara” da kulaklarımız tıkalı, duymuyoruz! İhtimal, tam o zaman bu “sureyi” okumaktayız ezberden…
*
“Komünizmi inşa etme misyonunu ve gücünü taşıyan işçi sınıfının, diğer bütün sınıflardan ayrılan temel farkı da zaten tam da burada, uygun koşullar içerisinde kendisini de ortadan kaldırma yeteneğinde yatmaktadır….” (Ah bunu Arapça yazabilseydim! Daha şık mı olurdu! Hem daha inandırıcı mı?
*
Bu “olasılık” olsaydı Stalin yapardı! O yapamadıysa eğer! Bu olamayacak demektir!
*********
İnsanlık tarihi “genelde” şöyle bir şey mi? (Temel sınıfsal mücadele tarihinin ara ve acıklı öyküleri olarak!)
Egosu çok güçlü bir “adam” çıkar! Dünya nimetlerinden pay isteyen, varlıklarına “maddi-manevi” anlam katmak isteyenleri, “köşeleri tutulmuş” yerleşik koşullarda çıkış arayanlara “ışık” olur… “Kıvılcım bekleyenlere” çakar; Onlara “siz temsilcisiniz” der! İşçi sınıfının, adalet isteyenlerin, Pembelerin, yeşillerin, Kızılların.. (GZ sanırım Yarılma’da 60’lı yılların üniversite gençliğinin bu tür beklentilerini yazar…) IŞİD’çiler kimlerin temsilcisi… RTE kimlerin temsilcisi… M. Kemal kimlerin… A. Öcalan kimin!
*
Dünya nimetleri ve egosal tatminlerine “kutsal” kılıflar bulmak ne hoş! Bu olgunun en korkunç yanı o malum önderler nice güzelim insanı bu “kutsal kılıflara” inandırırlar…(Bakınız.. A. Yılma… Yoldaşını Öldürmek…)
Ve işçi sınıfı adına iktidarı eline alanlar, o “kutsal” işçi sınıfı adına Devlet-İktidar “kaymağını” yemekten vaz geçerek… filan… 1989 da terk ettikleri gibi….
****
“Cengiz Baysoy’un “cahil cesareti” üzerine… ” başlığı koyarak eleştiren K. Toprak’a sormak gerekli; “olmayacak dualara” kaç kez “amin” denilerek oldurulabilir? Bu yazı ile “kaçıncı amin” denilmiş oluyor?
28 no’lu anonim bu özeti doğruluyor.
Zamanımız sınırlı… Okuyacak çok şey var… Bu nedenle bazan okuduğum “güzel” bir yazıyı özetleyerek aktarmak istiyorum. Zamanı olan asıl kaynağa gidebilir…
Kimileri için, bu yazı-özet “kemik-taş” gibi! Yutmak bir mesele; sindirmek daha da güç… Ne çıkacağı ayrı bir konu; çünkü her “entelektüel metabolizma” onu taşıyan karakterin sağlamlığı-çürüklüğü ile “çıkacak” olanı belirler; örneğin anonim 28’gillerden bu çıkıyor!
**********
“Eğer birisi Lenin’in kitapçığı tarafından yaratılan Bolşevizm’in resmine eleştirel gözlerle bakarsa, şu temel noktalar Bolşevizm’in karakteristikleri olarak kabul edilebilir:
1. Bolşevizm ulusalcı bir doktrindir…
2. Bolşevizm otoriter bir sistemdir. Sosyal piramidin zirvesi en önemli ve belirleyici noktadır. Otorite çok-güçlü kişilikte gerçekleşir. Lider mitinde, burjuva kişilik ideali en üst zaferini kutlar.
3. Örgütsel olarak, Bolşevizm yüksek düzeyde merkeziyetçidir. … Devlet’te olduğu gibi, örgütün en önemli üyeleri burjuva rolünü oynar; işçilerin biricik görevi emirlere itaat etmektir.
4. Bolşevizm militan bir iktidar politikası tarif eder. Yalnızca iktidarla ilgilidir, geleneksel burjuva düşüncesindeki yönetme biçimlerinden hiç farklı değildir. Organizasyon özelinde üyelerin otonomisi(kendi
kaderini tayini) yoktur. Ordu; partiye, örgütlenmenin mükemmel örneği olarak hizmet eder.
5. Bolşevizm diktatörlüktür. Canavarca bir zorla ve teröristçe düzenlemelerle çalışır, tüm işlevlerini tüm Bolşevik olmayan kurumların ve fikirlerin bastırılmasına yönlendirir. Onun “proletarya diktatörlüğü”, bürokrasi diktatörlüğü ya da tek kişinin diktatörlüğüdür.
6. Bolşevizm mekanistik bir yöntemdir. ..Merkezice “planlanmış” ekonomi, bilinçli olarak teknik-örgütsel problemleri sosyo-ekonomik sorunlarla karıştırır.
7. Bolşevizm’in sosyal yapısı bir burjuva doğasıdır. Ücretlilik sistemini ortadan kaldırmaz ve proletaryanın emeğinin ürettikleri üzerinde kendi kararını almasını reddeder. … Kapitalizm ebedileşir.
8. … o (Bolşevizm) …Sosyalizmi değil, ama Devlet Kapitalizmini yerleştirir.
9. Bolşevizm … yani insanın kapitalist kendi-yabancılaşmasına son vermeyi karşılayamaz Burjuva toplumunun son aşamasını temsil eder, yeni bir toplumun ilk basamağını değil.
Bu 9 madde, Bolşevizm ve Sosyalizmin bağlantılanamayacak karşıtlığını gösteriyor. Tüm gerekli açıklıkla,
Bolşevik hareketin burjuva karakterini ve onun faşizmle yakın ilişkisini
göstermekte… faşizmin tüm bu temel karakteristikleri Bolşevizm’de var oldu … Faşizm, Bolşevizm’in birebir bir kopyası. Bu yüzden birine karşı mücadele, diğerine karşı bir mücadeleyle başlamak zorunda.
Alfredo M. Bonanno
27 Mayıs 1981
Read more: http://www.gunzileli.com/stalinizm-bir-ideolojinin-iflasi/#ixzz3Dwrkoh00
Bu maddelere bakarak şu sorulabilir ki BOLŞEVİZMİN ıŞİDLE BENZERLİĞİ, FARKLILIĞINDAN KAT BE KAT FAZLA DEĞİL Mİ?