Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

…Ve Sıra Taraf’a geldi!

Siyasi Tahlil

Türkiye’nin gündemi çok hızlı ilerliyor. Şırnak Katliamı süreci iyice hızlandırdı.

8 Ekim 2011 tarihli “Solotest Zekâ Oyunu” başlıklı yazımda şunu yazmıştım:

AKP iktidarının önüne çıkan ilk taş Türk ulusalcılarıydı. Bu, önce Türk ulusalcılarının üstünden atlayıp onların yenmesini gerektiriyordu. Kürt ulusalcılar bir hamle ilerde bekliyordu. Türk ulusalcılar yenirken Kürt ulusalcılar müttefik konumundaydı. Ergenekon davasıyla “derin devlet”ten hesap sorulacağı ve Kürt açılımı yolunda adımlar atılacağı umuduna kapılan Kürt ulusalcıları, AKP’yi, biraz sakınımlı da olsa desteklediler. Oysa tahmin etmedikleri şey, Türk ulusalcılarının yenmesinden sonra sıranın kendilerine geleceğiydi. Nitekim Türk ulusalcıları yendikten sonra bugün sıra Kürt ulusalcılarının yenmesine gelmiş bulunuyor. KCK toparlamalarının, operasyon ve tevkifatlarının anlamı budur. Kürt ulusalcılarının bir ilerisinde de liberaller bulunmaktadır. Kürt ulusalcılığı yendikten sonra sıra onlara gelecektir. Liberallerin bundan ne ölçüde haberi var, bilmiyorum.

30 Ekim 2011 tarihli, “İktidar-Muhalefet Blokları, Saflaşmalar” ve 5 Kasım 2011 tarihli, “İktidar Bloku’nda Çatlaklar” başlıklı yazılarımda da benzer temaları işlemiştim.

 

Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Meclis Grubu’ndaki konuşmasını dinledim. Taraf gazetesinin adını vermedi ama bu gazetenin üç gün önce, Şırnak Katliamı ile ilgili attığı manşeti açıkça dile getirerek, “Devleti halkını bombalıyormuş” gibi göstermeye çalışan “medya”ya veryansın etti.

 

Bugünkü Taraf’ta bir başka haber daha dikkatimi çekti. Polis, gözaltına aldığı gazetecilere, Taraf gazetesi Roni Margulies’i tanıyıp tanımadıklarını soruyormuş.

 

Ve galiba, Kürtlere saldırıya karşı çıkan kendi gazetesindeki yazarlara “müzakereci liberaller” diye saldıran savaş yanlısı, polis-muhabir Emre Uslu Taraf’tan gitmiş bulunuyor. Bir süredir yazılarını göremiyorum.

 

Hızla ilerleyen süreç, bir başkasını değil, sol muhalefet blokunu da değil, AKP iktidarının yanıbaşında duran ve son günlere kadar onu desteklemeye çalışan (ama çelişkiler derinleşiyordu elbette) Taraf gazetesini topun ağzına getirmiş bulunuyor. Zaten böyledir. İktidarlar, uzaktaki muhaliflerinin eleştirilerindense yanıbaşlarındaki dost bildiklerinin eleştirilerinden daha çok rahatsız olurlar. Örneğin Bolşevikler (tarih bilgim fazla olmadığından, döner dolaşır, en çok bildiğim Sovyetler Birliği tarihinden örnekler veririm) en etkili darbeyi Kadetlere değil de (onlar zaten kaçıp gitmişlerdi), devrimden sonra kendileriyle koalisyon kurmayı kabul eden tek parti olan Sol-Sosyalist Devrimcilere indirmişlerdi.

 

Her neyse, şimdi öyle görünüyor ki, sıra Taraf’a geldi.

 

O zaman bize de Taraf’ın tarafında yer almak düşüyor.

 

Gün Zileli

3 Ocak 2011

 

www.gunzileli.com

 

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

34 Comments

  1. no

    Ellerine sağlık Gün arkadaş, ne var ki Taraf özeleştirisini vermediği-yapmadığı sürece, bundan kelli devlet eliyle uğrayacağı haksızlıklara karşı onun-onların Taraf’ta durmayacağım… Sağduyunu, haksızlık karşısındaki devlete karşı tuttuğun safı anlıyorum, doğrusun ama benden son cümleye dair kocaman bir NO.

  2. Anonim

    Emre uslu’nun yazı günleri çarşamba ve cumartesi. Son yazısı da cumartesi 31 aralıkta çıktı. uludere katliamını ABD’den ‘analiz’ etti. Kısacası resmi olarak Taraf’ta hala. yarın ki yazısı çıkmazsa ayrı tabii

  3. çıracı

    (…Ve Sıra Taraf’a geldi!… mi acaba?)

    Uludere Katliamı: Filler tepişirken ezilen çimenler mi? – Fatih Yaşlı

    03 Ocak 2012

    Tarih 24 Aralık 2011. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay gazetecilere yeni bir demokratikleşme paketi üzerinde çalıştıklarını söylüyor ve ekliyor: “Bu paketin özünde şunu göreceksiniz; şiddet içermeyen her düşünce Türkiye’de serbest kalacak. Şiddete yol yok, geçit yok, ama şiddet içermeyen her düşünce daha özgür olacak. AK Parti’nin bu misyonudur. Özgürlükleri genişletme, demokratikleşme, insan hakları boyutu bizim misyonumuzdur. O misyonumuzu da yine sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.”

    Tarih 26 Aralık 2011. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Terörle Mücadele Değerlendirme ve Koordinasyon toplantısında yaptığı konuşmada hepimizin potansiyel birer terörist olduğunu ve teröre nasıl destek verdiğimizi şu cümlelerle anlatıyor: “Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki, arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Almanya’dır, Londra’dır, her neyse, üniversitede dernektir, sivil toplum kuruluşudur. Çağın gereği ne kadar sivil toplum kuruluşumuz varsa o kadar demokratik bir ülkeyiz ama oraya da sızmak lazım terör açısından, sızılır, sızarsınız, sızmışlardır.”

    Tarih 28 Aralık 2011. Emre Uslu Taraf’taki köşesinde, uzunca bir süredir özellikle Ergenekon süreciyle ilgili olarak çok sert bir şekilde eleştirdiği Beşir Atalay’ın açıkladığı demokratikleşme paketinin Ergenekon sanıklarına yönelik bir düzenleme olduğunu yazıyor: “Eğer sözü edilen Kürt Açılımı paketi buysa bu paketin Kürt sorunu ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Genel Kürt kitlelerinin taleplerine ilişkin bir tek KELİME bile yoktur. Bu açılımın adı net olarak Ergenekon Açılımı’dır. Ergenekon sanıklarını kurtarmak için düzenlemiştir. Velev ki bunlar demokrasi için gerekli diyelim. Bu maddelerle Kürtlere bir hak verilmiyor. Umarım Başbakan bu oyuna dur der ve en son Aydın Menderes’in vasiyetinde yer alan Ergenekon davalarına sahip çıkmaya devam eder. Tek umut o çünkü.”

    Tarih 27 Aralık 2011. Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’ta İdris Naim Şahin’in yukarıda aktardığım sözleriyle ilgili olarak şöyle diyor: “Hangi AK Parti’den bu bakan? Zamanımıza hangi çağdan ışınlanmıştır? Her ağzını açışında özgürlüklerin ruhunu hedef alıyor, 12 Mart, 12 Eylül askeri savcılarını çağrıştırıyor… Kötü ve kaba sağcılığın, soğuk savaş mantığının, 70’li yılların Komünizmle Mücadele Dernekleri dilinin bu kadar tehlikeli ve çapsız haliyle çoktandır karşılaşmamıştık bu ülkede…”

    Bir yanda Beşir Atalay, bir yanda İdris Naim Şahin; bir yanda Ali Bayramoğlu bir yanda Emre Uslu. Bir taraf iyi polisi, bir taraf kötü polisi oynuyor denilerek geçiştirilebilecek bir ayrım değil söz konusu olan. Ayrımın temelinde Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin AKP-cemaat koalisyonu içerisindeki farklı bakış açıları bulunuyor. Bir önceki kabinenin içişleri bakanı Beşir Atalay “Birinci Kürt Açılımı”nı sembolize ederken, ki buna Erdoğan çözümü de demek mümkün, bu kabinenin içişleri bakanı İdris Naim Şahin, cemaatten olmamasına rağmen “İkinci Kürt Açılımı”nı yani cemaatin çözümünü sembolize ediyor. (İki farklı çözüm derken, birbirine tamamen zıt iki çözümü değil, çeşitli noktalarda benzeşen ve çeşitli noktalarda ayrışan iki çözümü kastediyorum.)

    Cemaatin sitelerinden aktifhaber.com’da yayınlanan 29 Aralık 2011 tarihli “Kereste Operasyonunun Arka Planı” isimli yazı bunu çok net bir şekilde gösteriyor. Yazıda Ali Bayramoğlu’nun İdris Naim Şahin’e yönelik eleştirilerinin arkasında MİT’in ve Beşir Atalay’ın bulunduğu şöyle anlatılıyor: “Yeni Şafak Kulislerinden yansıyan bilgilere göre Ali Bayramoğlu’nun, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la 24 Aralık’ta bir görüşme gerçekleştirdiği iddia ediliyor. Yaklaşık 2.5 saat süren ve oldukça verimli geçtiği söylenen görüşme sonrası Bayramoğlu’nun İçişleri Bakanı Şahin’i açık hedef haline getirdiği ‘marangoz hatası’ yazı dizisi başladı. Hakan Fidan ve Beşir Atalay’ın, Açılım Süreci’nde aldıkları sürükleyici rol ve Şahin’in terörle mücadelede tavizsiz tutumu arasındaki çatışma bilinen bir durum.”

    Fail Kim?
    35 yurttaşımızı yitirdiğimiz Uludere Katliamı, katliamın ardından tarafların yaptıkları açıklamalara bakıldığında, MİT ve Atalay’la cemaat arasındaki mücadelenin bir parçası gibi görünüyor. Taraf’ın derin yazarlarının katliamın ardından gönderdikleri Twitter mesajları ve sonrasında köşelerinde yayınladıkları yazılar, bu mücadeleyi açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Buna göre son dönemde PKK’ya karşı kazanılan üstünlükten rahatsızlık duyan Atalay-Fidan çizgisi, süreci baltalamak için böyle bir operasyona girişiyor. Uslu, 31 Aralık 2011 tarihli “Bir Taşla Kuş Katliamı” isimli yazısında Genelkurmay’a istihbaratı MİT’in verdiğini ima ederek şöyle diyor: “PKK içinde çift taraflı çalışan istihbarat ajanları (derin Ankara-PKK ilişkisi dediğimiz ilişki) yanlış bilgilerle uçakları bu köylülere yönlendirdi. Böylece bir taşla kuş katliamı yaptılar. Barzani’ye yakın bir aileyi bombalatarak hem Türkiye ile birlikte hareket edip PKK’yı Kuzey Irak’tan çıkın diye sıkıştıran Barzani’ye ayağını denk al mesajı verdiler, hem de son bombalamalarla sıkışan örgüt bir üstünlük kazandı ve hava bombardımanları ve Heron görüntülerinin sorgulanmasını sağladı.”

    Mehmet Baransu da 30 ve 31 Aralık 2011 tarihli yazılarında istihbaratın Genelkurmay’a MİT tarafından verildiğini söylüyor. Baransu’ya göre istihbarat paylaşımının ardından bölgeye Heronlar gönderiliyor, önce görüntülerdeki kişilerin sivil olduğu üzerinde duruluyor ve istihbaratı doğrulatmak için MİT’le iki kez temasa geçiliyor. Ancak “MİT, ‘grup kesin PKK’lı’ deyip, kendilerine gelen istihbaratın sağlam olduğunu Karargâh’a bildiriyor. ‘Kesin’ ifadesi üzerine de Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın emriyle uçaklar bölgeyi bombalıyor.” Baransu, 2 Ocak 2012 tarihli yazısında da iddialarını çok daha güçlü kanıtlarla dile getiriyor ve MİT’in istihbarat raporlarını açıklıyor.

    İlginç olan Fethullah Gülen de, Uslu ve Baransu gibi düşünüyor olmalı ki yayınladığı taziye mesajında derin odaklara vurgu yapıyor: “Bütün güvenlik birimlerinin terörle mücadelede topyekûn mücadele ettiği ve şekâvete aman verilmediği bir dönemde bu ahengi baltalamak isteyen odaklar boş durmuyor; türlü provokasyonlarla yeni anayasa hazırlıklarını ve açılımları da sabote etmeye çalışıyorlar.”

    Uslu ve Baransu’nun iddialarını MİT’in yalanlaması yetmiyor, Tayyip Erdoğan da bizzat iddiaları yalanlama ihtiyacı hissediyor; üstelik Baransu ile ilgili sert ifadeler kullanarak: “Burada bilir bilmez yazan maalesef bazı köşe yazarları sıfatıyla cambazlar da var. Bunlar da istihbarat örgütlerimizi istihbarat örgütlerinden çok daha iyi biliyorlar. Herhalde bunların da istihbarat örgütleri içinde böcekleri var. O böceklerden aldıkları bilgilerle güya, Milli İstihbarat Teşkilatımız yanlış bilgi vermiş.”

    Cemaate yakın sitelerden postmedya.com’da 31 Aralık 2011’de yayınlanan “Başbakan Taraf’ı Neden Hedef Yaptı” isimli imzasız yazıda ise vurgunun yine MİT’e ve Hakan Fidan’a yönelik olduğu görülüyor: “AKP’nin resmen müdahil olduğu İnternet Andıcı davası dahil AKP’yi bitirme planı gibi sayısız haberi Mehmet Baransu ortaya çıkardı. AKP’nin cunta karşısında ayakta durabilmesini sağlayan yargı süreçlerinin önemli bir kısmını Mehmet Baransu’nun ortaya çıkardığı belgeler tetikledi. Erdoğan, kendi işine gelen konularda Baransu’nun perde arkasına gizli belgelere ulaşmasına herhangi bir tepki vermemişti. Ancak konu kendi adamı Hakan Fidan’a dokununca Baransu’ya ‘canbaz’ gibi hakaretlerle alenen saldırdı.”

    Görünür Hale Gelen Çatlak
    Katliamın iddia edildiği gibi AKP-C koalisyonu içerisindeki çatlağın bir sonucu olup olmadığını bilmiyoruz. Kürt meselesini topyekûn savaş yöntemleriyle çözme stratejisinin böylesi bir katliama yol açabilme ihtimali zaten çok yüksekti, yani ortada sahiden bir yanlışlık olabilir. Fakat görülebilen şey şu ki, katliam gerçekten yanlışlıkla yapılmış olsa bile, taraflar bunu birbirlerini yıpratmak için bir araç olarak kullanmayı tercih ettiler ve ortaklar arasındaki çatlak Uludere katliamı üzerinden çok daha aleni ve doğrudan gözlemlenebilir bir veçheye kavuştu. Erdoğan’ın Atalay-Fidan çizgisine sahip çıkıp çıkmayacağıı ve cemaatin MİT’e yönelik kapsamlı bir operasyona girişip girişmeyeceği sorularını ise henüz yanıtlayabilecek durumda değiliz.

    Bu noktada, yazıyı bir soru da biz sorarak bitirelim. Geçtiğimiz aylarda MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın üst düzey PKK’lılarla Oslo’da yaptığı görüşmenin ses kaydı basına sızdırılmış ve bunu kimin yaptığı uzun uzun tartışılmıştı. Tüm bu yaşananların ardından aynı soruyu bir kez daha sormak gerekmiyor mu? Sahi Oslo görüşmelerini sızdıran ve böylelikle diyalog sürecini bitiren güç kimdi?

    NOT: Adem Yavuz Aslan’ın dünkü Bugün gazetesinde yayınlanan “Uludere Kazasından Dersler ve Sessiz Devir” isimli yazısından yazımı bitirdiğimde haberdar oldum. Aslan’ın aktardığına göre Türkiye’deki en etkin istihbarat ve dinleme teknolojisine sahip olan Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı’nın (GES) tüm ekibi ve teçhizatı sessiz sedasız bir şekilde ordudan MİT’e devredilmiş bulunuyor. Yapılacak değerlendirmelerde bu devrin de mutlaka dikkate alınması gerekiyor.

    sol.org.tr

  4. kel alaka

    Bu ne alakasız yazıdır Gün Zileli.Devlet halkı yakıp yıkmış ve siz gündemin çok gereksiz yerinden yakalayıp onun üzerine kafa yormuşsunuz.

  5. sg

    Sayın NO’ya katılıyorum NOKTA.

  6. Admin

    Hakaret içerdiği için çıkartıldı.

  7. Necati Doğru: Pusucu gazetecilik duvara tosladı

    Pusucu gazetecilik duvara dayandı!

    Necati Doğru- Sözcü

    Belli ki, PKK da yorgun düştü. Amerikan desteği kalkınca Türk ordusuyla baş edemiyor. Bu yıl muhtemelen nefesi tıkanıp “silah bırakmak” zorunda kalacak. Arkası “açılım 2” şovlarıyla gelecek. Bu arada; pusucu gazetecilik de geldi duvara dayandı. Pusucu gazetecilik; “Devlet (Ordu) halkını bombaladı” diye manşet atıyor sonra da haberini takip etmeyip; “Hatay üstünde İsrail Heronu görüldü” diye topu taca atarak durumu kurtarmaya çalışıyor.

    Pusucu gazetecilik nedir?

    Kimlerdir?

    Ben size hatırlatayım.

    Bunlar; saklanmış, gizlenmiş, pusuya yatılmış ve 7 yıl bekletilmiş evrak dolu valizler gazetelerin kapısına kadar getirilip teslim edilen ve “Balyoz Planları”nı bulduk; kendi uçağımız kendi kendi camimizi bombalayacaktı” diye manşet haber yazanladır. Bavulla servis edilen “Balyoz Planları(!)”nın neden 7 yıl bekletildiğini, kimin tarafından ve niçin servis edildiğini sormadan yayınlayanlardır.

    Adı üstünde pusucu.

    Leke sürücüdür.

    Çamur sıçratıcıdır.

    Haysiyet celladıdır.

    Xxx

    Bunları yakından izliyorum, bana da leke sürmeye kalkmışlardı. 2003’de işsizdim. Sabah Gazetesi’nde iktidarı eleştiriyorum diye, köşemle oynamışlardı. İstifa etmiştim. İşsiz, yazacak gazetesi olmayan Necati Doğru’yu da “darbecilerin Balyoz Planı’nda kullanacağı yazarlar” listesi içinde yayınladılar. Pusucu gazetecilere; bizim Gazeteciler Cemiyeti’nin zavallı Juri Heyeti de “yılın gazetecisi ödülü” verdi.

    Pusuculuk geldi duvara vurdu.

    Balyoz (!) bavulla gelmişti.

    Uludere(!) ajan mektubuyla geldi.

    Pusucu; Şırnak Uludere’de yaşanan ve 35 kaçakçı köylünün ölümüyle sonuçlanan bombalamanın MİT’in orduya “bunlar PKK teröristlerdir” diye hatalı rapor sunmasından kaynaklandığını yazdı. Balyoz’u yazdığında Başbakan’dan alkış alan pusucu, bu kez Başbakan’dan “cambaz ve böcekçi” diye azar aldı. Başbakan, “Bazı köşe yazarlığı yapan cambazlar var… Güya MİT’in verdiği bilgilerle bombalama olmuş. MİT’in son anda verdiği bilgi yoktur” dedi. Pusucu da Başbakan’a; “MİT’in içini sizden daha iyi biliyorum. Ben eli silah tutanlardan (generalleri kast ediyor) korkmadım Kasımpaşalı Tayyip Erdoğan’dan mı korkacağım…” diyerek efelendi.

    Xxx

    Balyoz bavulu (!) yayınlandığında Başbakan ile Pusucu kolkolaydı, birbirlerini alkışlıyor, yüreklendiriyorlardı. Uludere bombalanınca Pusucu ile Başbakan papaz oldular.

    Başbakan öfkeleniyor.

    Pusucuya “böcek” diyor.

    Pusucu, efeleniyor.

    “Kasımpaşalı” diye aşağılıyor.

    Pusucu gazetecilik duvara dayandı.

    Safını netleştirme aşamasına geldi.

    Apo ile Başbakan arasına sıkıştılar.

    Başbakan bunlara “cambaz ve böcek” dedi ve daha önce de; “Kitapları satsın diye Apo’cu- Kürtçü oluyorlar” diyerek dirhemini yiyenin kuduracağı ağır suçlama yaptı. Sustular.

  8. ibretlik bir paylaşım

    Cemaat ulusalcılar için geldiğinde,sevindim Kemalist değildim; ”kahrolsun kontrgerilla,sonuna kadar gidilisin” dedim

    TEKEL işçileri çadır kurmuş, provokosyonlara gelmedim, maksat istikrar olsun burjuva demokratik devrimimiz gelişsin.

    Ahmet Şık tutuklanırken karşı çıkmadım,vardır bir bildikleri değil mi? (İşkenceci Hanefi Avcı’ya hiç girimiyorum bak beter olsun faşizd!)

    Metin Lokumucu vardı, ”ama öldü efendim”, üstünde durmadım, zaten Metin iyiydi de çevresi Ergenekoncuydu diyorlar.

    Öğrenciler ”Parasız Eğitim” pankartından içerdeyken ben; Altın portakaldaki komünist şovun ne kadar sovyetik ve kemalist olduğundan yakınıyordum.

    KCK operasyonları oldu,Uludere bombalandı,biraz abarttılar, eleştirdim yapacak bişe yok,sonra Kürtlere sorguda beni falan sordular,hoş olmadı tabi.

    Polisin kapımı çaldığı gün ise, viskiyi masanın altına sakladım,pos bıyığımı bir çırpıda kısalttım. Gerçek sosyalist özgür kalmalıdır!..

    Saldıray MARTİNEZ.

  9. haydar karataş

    Tayyip’in Taraf’a ihtiyacı olduğunu sanmıyorum, ama Taraf’ın yazarlarının tamamı değil elbet ama yayın politikasını belirleyenlerin Tayyip’in bütün saldırılarına rağmen, ondan vazgeçecekleri inancında değilim… bu durum da not edilsin… Ahmet Altan’ın AK Parti eleştirileri hep ama ile devam eder… kanımca Taraf Türkiye’de liberal bir parti bulabilse, bu sosyalistler de olabilir, yani mevcut rejime karşı, özgürlükçü bir parti bulsa Ak Parti karşısında tavır almaya çoktana hazır…
    Bir alternativ görülmeden Taraf Ak Parti’ye sarılmak zorunda… onların başını yakacak şey de sanırım bu… ha çok zora mı girildi, Ak Parti karşısına bir parti çıkarma hevesine kapılırlar… liberal bir lider ararlar… lieberallerin öyle canı gönülden Ak Parti destekçileri olduğu pek açık değil… zorunluğun kardeşliği, bakalım o zorunluk onların başına neler açacak…
    Tayyip iyi siyasetçi, aba altından sopa göstermeyi sever, benden koparsan, seni ulusalcıların ve solcuların önüne atarım ha.. diyor aslında…

  10. dersim3868

    TARAFA FELAN SIRA GELMEDİ;TARAFIN SIRTI PEKTİR.
    MEHMET FETULLAH GÜLENLE TAYYİP ERDOĞAN ARASINDA TUHAF BİR ORTAKLIK VAR KARDA ORTAKLAR ZARARDAN TAYYİP SORUMLU.OLACAĞI BUDUR.OLAY İKİ YÖNLÜ BİR İÇ POLİTİKADA YUKARDA ÇIRACININ ALINTILADIĞI YAZI BİR NEBZE DURUMU ANLATIYOR,İKİNCİSİ DE ULUSLAR ARASI VE ORTADOĞUYA DÖNÜKTÜR.KÜRTLERİ HEDEFLEDİĞİ AŞİKAR,İRAN BİR AÇIKLAMA YAPTI KATLİAM DEDİ,MESAJI ALDI İRAN VE KENDİSİNE DÖNÜK BİR GÜÇ VE GÖZDAĞI OLDUĞUNU VE TÜRK DEVLETİNİN BLÖFÜNÜ GÖRDÜĞÜNÜ,KENDİLERİNİN SİVİL OLMADIKLARINI,ELLERİNİN ELMA TOPLAMADIKLARINI SÖYLEDİLER.ALT EMPERYALİST HAYALLER PEŞİNDE KOŞAN BİR ÜLKE EMPERYALİZMİN YASASI OLAN ASKERİ GÜÇ GÖSTERME VE GÖZ DAĞI POLİTİKASINI HARFİYEN UYGULUYOR.

  11. Denis

    Her canlı ölümü tadacaktır! Tonunda olmuş sanki, gibi, biraz.. ama öyle gerçekten de. Taraf’ı hararetle savunan (eskimiş sol) liberallere, Hrant’ın korkunç katli sonrası azınlıkların güvenliğini hükümetin sırtını sıvazlayarak sağlayabileceğini düşünenlere, faili meçhulleri hükümet eliyle gün yüzüne çıkartabileceklerini düşünen Kürt liberallere, referanduma evet diyen hepsine…, durup düşünmeleri şart bir yazı! Tebrikler.

  12. başak

    AKP ve Taraf ilişkisinden Bolşevikleri hatırlamışsın ya… Bir katliamdan “yangında ilk kurtarılacak” olarak TARAFı görmüşsün ya… tebrikler…

  13. özgürlükçü

    sayın zileli sansürlediğin bütün yorumları sansürsüz verde özgürlükçü ile casus ve fetullahın tartışması netleşsin ben casusun yorumuna nasıl tahammül ediyorsun derken cevap ver dedim sansürle demedim adam gerçek yüzünü açık edip katliami savundu o onun ayıbı sansürlemeye gerek yoktu.bakünin dahil geçmiş devrimci liderlerin hemen hepsinin milli duygular sorunu olduğunu bir biyografi yazarı olarak karakter tahlilinden benden iyi bilmen lazım.seninde milli duygularla sorunun olduğu çok belli oluyor katliamın içinde gizlenen belkide bu gibi katliamlarla açığa çıktığı halde görmemeye çalıştığınız kürtleri imha siyaseti ile gülenin ‘soyunu kurutun,kökünü kazıyın’siyasetine milli duygular sorununuzmu bahsetmenizi engelleyip tali konuları yazıyorsunuz.tali konulardada sorununuz var sırayla iktidar hallettikçe diğerini hallederken aldığı destekçiye sıranın geldiğini derken ne dedin kürtleri (kendin gibi zannedip utanmadan kürt ulusalcıları diyebildin)halledince tarafı halledecek anlamında bu yazıya göre sevinmelisin demekki kürtleri hallettiler sanıyorsun galiba seni bu seviyede siyaseten kör edenin milli duyguların olmasın?tam tersine bu gibi katliamlara alışık kürtler daha büyükleri ile baş etmesini bildi tam tersine bu gün kürtlerin özgürlük mücadelesinin geldiği yer kimliğini varlığına sahip çıkıp kabul ettirdiğini yani imhaya karşı varlığını ve özgürlüğünü başarıp kabul ettirmiştir şu andan itibaren çözüme odaklı mücadeleye göre reorganize olmakta partisini milyonlarla güçlendirip diğer toplumsal muhalefet dinamikleri ile iktidar programına odaklanmaktadır anlamadığın bu dur nerde sen bunu anlamazsın şu anda devlet-iktidar ve alternatifinin mücadelesinin dışında bir gündem varmı?bu gündemde toplumsal muhalefet odağı neresi sence?eski yoldaşın halil berktaymı?senmisin alternatif toplumsal muhalefet?halloldu sandığın kürt özgürlük hareketini hiç anlayamamışsın.bu günkü taraftaki ahmet altanın yazısı seviyesinde yazı yazacak cesaretin olduğunu sanmıyorum sayın zileli ahmet altandan daha özgürlükçü olduğunu sanmıyorum senin milli duyguların altandan çok daha fazla adam kürtlerin dağa neden çıktığını cesurca söylüyor insanların o cümlelerin yarısıyla yıllarca hapis yattığını düşünürsek altan bu gün akp ile yollarını ayırıyor gibi geldi bana zaten bölgede %53 oy alan akp ile bölge halkıda yollarını ayırdığını yerel seçimde akp yi bölgeden yolcu edince sende anlayıp kimin kimi hallettiğini o zaman anlayacaksın milli duygularınla başbaşa kalırsın

  14. dersim3868

    eski romada söylenen bir söz var;ortalığı yakıp yıkıyorlar adına da barış diyorlar!

  15. Beyazdis

    Taraf gazetesinin yaninda olmak ne demek anlayamadim sayin Zileli ?Onlar degilmidir, bu iktidari ve yaptiklarini yillardir yazilariyla parlatanlar, unutup su unlu atasozunu:
    Sap doner keser doner, gun gelir hesap doner…
    Umarim saygin olan isminiz, fikir fahisesi(bu deyimi cok seviyorum) olan sahislarla birarada anilmaz…

  16. dersimo

    Sayın Zileli’nin söylediklerinin hemen hiçbirine katılmıyorum…

    öncelikle akp’nin hiçbir zaman önceden süreci ve müttefik/düşmanlarını belirlemeye çalıştığı bir planı yoktu. Bunun nedeni onun tamamen pragmatist bir parti olmasından kaynaklanıyor. istediği şey ne şeriat getirmek ne de ab’ye girmekti. bunlar güç peşinde koşan bildiğimiz anadolunun eşrafları. daha ötesi ve berisi değil…

    sürece dışarıdan bakıldığında sanki çok uzun soluklu planlar yapmışlar ve sonra sürecin her bir anında önceden belirledikleri taktikleri uygulamaya sokmuşlar gibi bir hava doğuyor… ama kesinlikle onunla alakası yok…

    devlete tapan muhafazakar anadolu esnafı bu. orduyu yargıyı ve diğer kurumları ele geçirmeye çalışıyorlardı ve yaptılar. orduyu yanına aldıklarından artık liberalizme tapanlarla arada çelişkiler çıkıyor ve bu bazen ufak çatışmalara dönüşüyor. Ama ununtulmamalı ki sonuçta her ikisi de kendilerini kapitalizm üzerinden var ediyor. o nedenle çelişkilerinin derin olması beklenemez.

    akp ve onun lideri mevcut koşullara göre anlık pragmatist kararlar veriyor ve kendilerini var ederken daha fazla güç elde etmeye çalışıyorlar, hepsi bu..

    akp’yi asıl belirleyecek olan iran olduğunu düşünüyorum. şuanda tüm geleceği iran’nın vereceği tepkiler üzerine kurulu. (siz bir aralar iran’da devrim başladı falan demiştiniz, dur bakalım? :))

    kürtlere gelince…
    kürtleri aşağılamak için bu defa güzel bir kavram bulmuşsunuz; “kürt ulusalcılar”… aşağılamak, çünkü onları türk ulusalcılar ile aynı kabın içine koymuş, onlar gibi sığ, milliyetçi, modernist falan filan demeye çalışmışsınız.. öyle olmadıklarını benden daha iyi biliyorsunuzdur da..
    neyse gelelim akp ile kürt ulusalcıların işbirliğine…
    aslında akp kürt sorunun kürtlere küçük haklar bahşederek atlamaya çalıştı. bunun içinde her türden çeşitli görüşmeler yürüttü… ancak apocularla güç, iktidar ve hükmetme konusunda fikir ayrılıkları yaşayınca kılıçlar karşılıklı çekildi..
    yani sizin kast ettiğiniz gibi kürtleri kandırma, oyalama gibi mevzular söz konusu değil.. sadece tarafların birbirinden daha fazla güç isteği söz konusu… halen iki taraf da birbirine gözdağı veriyor.. ancak çelişkileri sandıklarından çok daha fazla ve çok daha derinde… o yüzden anlaşamayacakları kesin gibi… bunu bilseler ona göre davranacaklar…

    evet, sizden bu kadar eski türk devlet adamlarına yaptığınız övgüden sonra taraf ile yola devam etmenizde bir gariplik görmüyoruz… yürüyün kim tutur sizi

  17. Munzur

    Dersimo’ nerede yasiyorsun bilmiyorum ama Kurt ulusalcilariyla tanismamis oldugun kesin. Zilelinin tespitine katiliyorum kurt ulusalciligi da almis basini gitmis, mucadeleye devam ederken bir seyler yanlis bir yola evrilmis kacirilan bir seyler var. Zilelinin tarafi savunarak “kazanacagi” bir seylerin olduguna inanmiyorum onun tavri, devletin “cezalandirdigi” her seyin; mazlumun yaninda olma kaygisiyla ilgili kendisiyle bu baglamda Tarafi mazlum olarak gorup gormemesi hususunda tartisilabilinir. Taraf mazlum oldu mu Devlet ipini kesti i? gibi… Kendisine yazisi yuzunden “vurdugunuz” yer bile kotu bir ulusalcilik kokuyor. “türk devlet adamlarına yaptığınız övgü..” buram buram kurt ulusalciligi kokuyor arkadasim. Kendinizi gozden gecirin.

  18. çıracı

    Ahmet Altan’ın son yazısı ve “milletin yiğidi” Erdoğan – Foti Benlisoy

    Çarşamba, 04 Ocak 2012 13:00

    Ahmet Altan’ın Taraf gazetesindeki son yazısı (Devlet Yardakçılığı ve Ahlak) bir hayli ses getirdi. Doğrudan Tayyip Erdoğan’a hitap eden ve oldukça “cesur” bulunan yazı, moda tabirle “sosyal paylaşım ağlarında” paylaşım rekorları kırdı… Muktedirler karşısında cüret gösteren yazılar takdir edilmeli elbet ama işin içinde Altan ve Taraf olunca insan ister istemez işkillenmiyor değil. Bazen biraz pimpirikli olmakta yarar var. Gelin Ahmet Altan ne diyor teker teker, tane tane bakalım. Altan gerçekten Erdoğan’a sert çıkıyor sanki: “O yönettiğini sandığın devlet senin emrinde halkını bombalar, sen devlete sahip çıkarsın.” Sert olmasına sert sözler de işin içinde bir iş yok mu? Yani Altan’a göre Erdoğan devleti yönetmiyor, yönettiğini sanıyor. Bir “devlet” var ki asıl o Erdoğan’ı idare ediyor. Erdoğan ne yapsın farkında değil.

    Şöyle yazıyor Altan: “Biz senin ‘tuzağa düşürüldüğünü’ düşünüyorduk ama sen bombacılara sahip çıkarak, gerçekleri halkından saklayarak, olayları saptırarak, ‘tuzağa düşmediğini’ anlattın bize.” Hakikaten aslında Taraf, son günlerdeki yayınlarında klasik çizgisine riayet ederek hükümetin katliam hususunda bazı “derin” güçlerin tuzağına düşürüldüğünü yazıyordu. Yıldıray Oğur, geçen günkü yazısında bu çizgiyi iyi özetliyordu: “Hükümet bu katliamda önce fena halde tuzağa düşürüldü. Sonra da çok kötü bir kriz yönetimiyle kendi tuzağına düştü. Hükümet önce ‘PKK’yı bitireceğiz’ propagandasına ve Heronların, Predatörlerin kudretine inandırıldı. Daha sonra da aylardır gazetelerde, istihbarat çevrelerinde estirilen ‘her taşın altından çıkan Fehman Hüseyin’ mitine.” Ne aciz, ezik, mazlum hükümet değil mi? İnsan bu hükümeti onun bunun tuzağına düşer, elma şekeriyle falan kandırılır korkusuyla sokağa tek başına salmamalı. Şaka bir yana, yani işte katliam esasen “malum güçlerin” hükümete yönelik bir fesadı deniyor.

    Ahmet Altan Taraf’ın artık “ananevi” sayılması gereken bu çizgisini tekzip etmiyor, sadece Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarla kendilerini maalesef yalanladığına üzülüyor. Erdoğan, Altan’ın sözleriyle “bombacılara sahip çıktığı”, “gerçekleri sakladığı” için sorumlu tutuluyor, bombaların atılması emrini veren kendisi olduğu için değil. Erdoğan devlet olduğu ve dolayısıyla devletin faili olduğu katliamın da baş sorumlusu olduğu için eleştirilmiyor Altan’ca, sadece “devlet yalakalığı” yaptığı için. Bu duruma da cidden hayıflanıyor Altan: “Sen milletin bir parçasıydın işbaşına geldiğinde, devletin bu millete yaptıklarına karşı çıkıyordun, gidip milletinle konuşuyor, milletine danışıyordun, devletin suçunu saklamaya çalışmıyor, devletin suçlarını aydınlatmaya, engellemeye uğraşıyordun, şimdi devlet yardakçılığına soyununca sadece istihbaratçınla, generalinle, ‘komutanınla’ konuşuyorsun.”

    Yani Altan’ın üzüldüğü Erdoğan’ın “milletin yiğidi” iken “devletin oyuncağı” olması. Kendi Erdoğan mitinin tuzla buz olmasına üzülüyor Altan, “nerede o eski Erdoğan” diye iç geçirerek. AKP’nin muhafazakâr popülizmini sol-demokrat cenahta şevkle yeniden üreten Taraf ve Ahmet Altan aynı “millet= Erdoğan ve tu kaka devlet” teranesine devam ediyor yani. Hasılı Altan Erdoğan’ı yine de “devletin tuzağına düşmekle” eleştiriyor ama sadece bu tuzak başka. Erdoğan’ı devlete meydan okurken şimdi devlete teslim olmakla, yani çıkar-koltuk uğruna onun oyununa gelmekle eleştiriyor: “Değer miydi bir Köşk için bu zillete? Değer miydi gidip devletin zehrini içmeye? Bak sen de zehirlendin sonunda.” İnsanın hayran olduğu, çok şeyler beklediği, belki de “model” addettiği insan (“lider” mi demeli) tarafından hayalkırıklığına uğratılması üzücü elbette. Ama bu üzüntüden, yani “milletin yiğidi” Erdoğan’ın “devletin ağına düşmesi” masalından “cesur” yazı çıkarmak (bu sefer bizler açısından) daha da üzücü değil mi?

    ( http://www.sdyeniyol.org )

  19. Gün Zileli

    Bu yoruma katılıyorum. Ahmet altan’ın bugünkü yazısında da aynı hava var. Buna rağmen başlarına bir şey gelebilir.

  20. (A)

    vay canına baransu’yla kolkola olmak da sana çok yakışır. hocaefendi’nin kalemşörü baransu, demirel’in sağ kolu ve çillerin meclis başkanı cindoruk, genel kurmay’ın oyuncağı ihbarcı ve devrimci katili doğu perinçek… hepsiyle kolkola girmeye çok heveslisin ama onlar senin kadar meşrebi geniş demokratlar olmadıkları için çok üzülüyor olmalısın. tabii bunlarla kolkola girerken maskelerini çıkarmaları şartıyla zapatistaları ve gerillayı tasfiye etmeleri şartıyla kürt hareketini de halaya katacaksın sana kalsa. çünkü senin meşruiyet algınla ortalama bir liberalin meşruiyet algısı arasında hiçbir fark bulunmamakta. neyse ki bu siteyi az çok takip eden hiç kimse senin “anarşizm”ini yemiyor.

  21. Gün Zileli

    Ben o (A)’ları çok gördüm kardeşim. Toplumsal mücadelede ise ciddi bir iştir, dostu düşmanı iyi ayırt etmeyi gerektirir. ayrıca umurumda bile değilsiniz. Konformist, mirasyedi ve mücadele dışısınız.

  22. (A)

    toplumsal mücadele ciddi bir iştir, dostu düşmanı elbette iyi ayırt etmeyi gerektirir. sana cindoruk ve perinçek gibi dostlarınla toplumsal mücadelede başarılar dilerim. konformist, mirasyedi ve mücadele dışı olduğumu nereden çıkardığını da okurlarına açıklasana. ben kendi adıma konuşuyorum ama sen çoğul bir hitap kullandığına göre mutlaka bir bildiğin vardır her zaman olduğu gibi…

    ama gerçeklerin gün zileli için bir önemi yok. beni şahsen tanımıyor oluşunun da önemi yok. konformist, mirasyedi ve mücadele dışı olduğumu buyururken hangi veriye dayanarak konuştuğunu açıklasana. taraf’la, cindoruk’la, kılıçdaroğlu’yla, perinçek’le kolkola olmayı reddetmek sana göre konformizm ve mirasyediliktir elbette. bu kadar geniş mideli olmamak da mücadele dışı olmak demektir. senin aydınlık mirasını yediğini herkes biliyor ki kirli bir mirastır bu. benim hangi mirası yediğimi de sen söyle bakalım.

  23. Gün Zileli

    Yazdıklarından çıkarıyorum. Yazdıkların senin ne olduğunu çok net ortaya koyuyor. Perinçek’le kol kola değilim. Sana, bu sitede bulunan ‘Helâ Süpürgesi’ yazımı ve konuyla ilgili diğer yazıları okumanı salık veririm. Bir kere, bir anarşist birisine bir suçlamada bulunurken çok çok dikkat etmek zorundadır. Sorumluluk duygusu bunu gerektirir. Cindoruk’la nerede kol kola olmuşum veya Taraf yazarı Baransu ile nerede kol kola olmuşum? Bunların hiçbir somut veriye dayanmadığı ortada. Evet bir anarşist olarak kim haksızlığa uğruyorsa onun yanında yer alırım aramdaki ideolojik ayrılıklara bakmadan. Kim doğruyu söylüyorsa doğru söylüyor derim. Aramdaki farklılıklara bakmadan. İşte gerçek anarşist yürek budur. Senin gibi çok yuppie anarşist gördüm, bu yirmi yıl içinde. Geldiler…ve gittiler… Nereye mi? Tabii ki sisteme. Seni tanımıyorum ama aslında çok iyi tanıyorum benimi çin o kadar tanıdıksın ki! Hiç kimseye boş suçlamada bulunmam, boş nitelemede bulunmam. Sende eğer anarşizmin A’sını görseydim bu lafları etmeye çekinirdim. Sen bildiğim o mirasyedi anarşist taklitlerinden birisin. Çok keskin laf edersiniz ama yürekten hiçbir şey duymazsınız. Sağa sola hava atarsınız ama ezilenlerin acısını yüreğinizde duymazsınız. Bu yüzden sizin için toplumsal mücadelede dostu düşmanı ayırmak diye bir şey yoktur çünkü mücadele etmiyorsunuz çünkü gerçekte devrim diye bir sorununuz yok. Çünkü şu toplumun ezilen insanlarıyla hiçbir bağınız yok. Anarşizm bir modaydı sen ve senin gibiler de bu modanın ürünü. Nerde o Bakunin’in ruhu, Kropotkin’in ruhu sizde? Nerde Maletetsa’nın ruhu, nerde Durruti’nin ruhu nerde Goldman’ın ruhu? Yok… yok. Yok.

  24. Anonim

    İnsanlar sadece kendilerinden sorumludur, çevrelerinden ve yakın akrabalarından değil. Cennet Süzer Teker ile Doğan Süzer, Sedat Bucak ile Sertaç Bucak ve Serhat Bucak’ı örnek verebiliriz
    Dolayısıyla, bu insanları gerici çevrelerinden dolayı suçlama hakkımız olmadığı gibi Doğu Perinçek, Ümit Zileli, Halil Berktay gibi insanların yaptıkları da Gün Zileli’yi bağlamaz.

  25. özgürlükçü

    zileli zihnindeki karakoldan kurtulamamış en iyi ve doğrusunu ben bilirim kendinden kalkan devrimci öncü vesayeti çocukluk hastalığıyla aslında yararlanabileceği katkı eleştirilerini bile bana bir şey dedi beni eleştirdi refleksi ile okuyup giderek anarşizmin hayatın pratiğinden sürekli yenilenerek öğrenen ruhundan uzaklaşan tepkiler veriyor.asıl sorulara cevap vermedikçe endişemiz olan milli duygular sorununu zımmen kabül ediyor bize göre teorik ve pratik olarak kendisinin onda biri olamayacak berktayı teorisyen diyebilipbizde bile bakunin,kropotkin,drutti ve goldman özgürlükçü anarşizmin geldiği yeri anlamamış gerisine düşmüş görüntü veriyor.ahmet altanın söylediği kürt özgürlük hareketinin en şeytanlaştırılanları bile terör örgütü değil onursuzca yok edilmek istenen kürtlerin isyan ve özgürlük örgütüdür diyor sen bunu bile diyemiyor lafı dolandırıp asıl gündemler yerine neler diyorsun bu durum katlim günü gdo,gelecek falı,kadın programı gibi konuları konuşup gündemi gizleyen medyanın yaptığına benzediğini söylediğimizde kendini savunmak için yazdıklarınla dahada batıyorsun.özgürlükçüyü bile çıldırtabildinya ne yapıp yapmadığını son süreçteki yazıların ve yorumları olumlu tüketerek geldiğin yeri görebilir hiç olmasa bir devrimci olabilmek için başkalarını suçlamak yerine iyot gibi açığa çıkan toplumsal muhalefet dinamiklerini engelleyen olmak istemediğini söyleyerek olumlu bir öz eleştiri yapabilirsin bu seni eksiltmez son yazısını beğenmesende ahmet altanı eksiltmez eskilerinden çok olumlu olduğunu görememek fesatlanmadan başka bir anlamı olamaz

  26. Bu üslup sana yakismakta mi Zileli?

    “Ben o (A)’ları çok gördüm kardeşim. Toplumsal mücadelede ise ciddi bir iştir, dostu düşmanı iyi ayırt etmeyi gerektirir. ayrıca umurumda bile değilsiniz. Konformist, mirasyedi ve mücadele dışısınız.”
    Tipik bir fraksiyon lidercigi üslubu. Gerçi “üslub-u beyan, ayniyle insan” demisler ama bu üslubu senin diger yenilikçi iddialarina uyduramadik dogrusu.

  27. Lideriniz tutuklandi

    Türk solunun lideri Ilker Basbug tutuklandi. Allah kurtarsin.

  28. (A)

    gün zileli profesyonel politikacı tarzı, tavrı ve üslubuyla konuşmaya devam ediyorsun. tarafın tarafında olmakla haksızlığa uğrayanın yanında olmak arasındaki farkı ben sana öğretecek değilim. söylediğim her şeyin ne anlama geldiğini sen gayet iyi anlıyorsun elbette ama tribüne oynamak gibi bir alışkanlığın var. 40 yıllık siyasi geçmişin var. benim yaşımdan fazla. ama madem bu kadar hassassın silivri hakkında kaç yazı yazmışsın, f tipleri hakkında kaç yazı yazmışsın bir dökümünü yap da öğrenelim. 10 yıl 15 yıl tutuklu kalmış insanlarla ilgili ne yazmışsın bir anlat bakalım. kritik dönemlerde tavrın ne olmuş; 28 şubatta, 19 aralıkta, gerek 1996 gerekse 2000 ölüm oruçları hakkında kaç yazı yazmışsın onları söyle. 1990 – 92 arası istanbulda 200 kişi yargısız infazlara kurban giderken hangi sesi çıkarmışsın onları da anlat. serxildanlar döneminde şehirler bombalanırken kaç yazı yazdın? binlerce gözaltında kayıp yaşanırken ne yazdın onları anlat. ben takip etmediysem, bilmiyorsam senden içtenlikle özür dileyeceğim. doğru söylüyor dediklerin ne zaman hangi haksızlığa karşı çıkmışlar. cindoruk’un meclis başkanlığı döneminde, partisinin icraatlarının ne kadar dışındadır? hangi tepkiyi koymuştur? hangi doğruyu söylemiştir. burada kurduğum 5 cümle üzerinden karakter analizi yapabilen, gelmişimi geleceğimi analiz edebilen gün zileli hüsamettin cindoruk’u doruklara yerleştiriyorsa zaten tartışılacak bir şey de yoktur. sen ruh çağırmaya devam ededur mirasyedi biz olalım. hadi bakalım…

  29. Gün Zileli

    bilmiyorsam senden içtenlikle özür dileyeceğim.

    Bilmiyorsun. eğer bir arşiv araştırması yaparsan bulursun. Bir kısmı bu sitede var ama daha eskileri yok ne yazık ki. Gazi olayları da dahil.

  30. Gün Zileli

    Haklısınız. Sinirli bir anıma gelmiş. Böyle hırsla, kızgınlıkla konuşmamalıydım. Bugünlerde özür dilemek pek moda oldu, özür dilemeyeyim de geri almış olayım. selamlar.

  31. birant

    türkiye’nin en büyük fenomeni sanırım taraf gazetesi. onunla ilgili bir şey yazılınca hiçkimse kendini tutamıyor 🙂

  32. çıracı

    Taraf’tan bir cacık olur mu?

    09 Ocak 2012

    .

    TSK uçaklarının sadece kaçakçılık yapan 35 Kürt yurttaşımızı bombalamasına “talihsiz bir olay” demek için normal bir insanın bir hayli ‘geniş’ olması lazım. O kadar geniş olmalı ki o insan, benzer bir yanlışlıkla Mavi Marmara’da 9 Türk yurttaşını öldüren İsrail ordusuna da aynı genişlikte bakabilmeli. Oysa garip bir şekilde, 9 Türk yurttaşını öldüren İsrail devleti Türkiye’deki siyasi iktidar tarafından “öldürmeyi çok iyi biliyor” olmakla suçlanırken 35 Kürt yurttaşı hem de kendi topraklarında öldüren Türkiye devleti “öldürmeyi çok iyi bilmiyor” gibi sanki. Öyle ya! Yanlışlıkla 35 yurttaşını öldüren bir devletin öldürmeyi pek de iyi bildiği söylenemez. Fakat ne enteresandır ki, öldürmeyi çok iyi bilmeyen bir devlet İsrail’in öldürdüğü 9 kişiye nispet yaparcasına bir batında 35 kişiyi öldürebiliyor. Bu ne yaman bir paradokstur!

    İktidarın bu olay karşısında malum bir soğukkanlılıkla muhalefeti suçlayıp TSK’ye teşekkür etmeyi ihmal etmemesi hepimizin nasıl tehlikeli bir ülkede yaşadığımızın bariz kanıtı oldu. Bilmeye biliyorduk ama tehlikenin boyutları hakkında biraz daha fikir sahibi olduk böylece. Neticede durup dururken güvenlik kuvvetleri tarafından öldürüldükten sonra hakkımızın peşine düşenlere de saldıracak bir iktidar varmış bu ülkede.

    Başbakan’ın değerlendirme konuşmalarında “devletin kendi halkını bombalaması” olayı karşısında adeta isim vererek Taraf gazetesine, 100 büyük Türk liberallerinden biri olan Ahmet Altan’a ve muhabir olduğu iddia edilen Mehmet Baransu’ya karşı aleni çıkışları ve bu çıkışlara yanıt olarak Baransu ile Altan’ın tepkileri büyük bir çoğunluğu şaşkınlık içinde bıraktı. Oysa ben şaşırmadım. Hatta hiç şaşırmadım. Mehmet Baransu’nun bir sosyal medya sitesinde “silahlı adamlardan korkmadım. Kasımpaşalı Tayyip’ten mi korkacağım” şeklindeki ifadesini de ilk duyduğumda kıs kıs güldüm. Neden derseniz, ben zaten bu ortaoyununu bekliyordum. Yayın hayatına başladığı ilk günden bu yana, yıllardır Türkiye’nin sözde yeni iktidar odaklarının bir aygıtı olarak tepe tepe kullanılan Taraf’ın içine düştüğü işlevsizlik sendromundan kurtarılması maksadıyla yerel iktidara muhalefet etmeye başlayacağından adım kadar emindim.

    ‘TUHAF YORUMLAR’ GAZETESİ
    Taraf gazetesi ‘kökü dışarıda’ bir propaganda projesinin ürünü olarak 2007’de yayın hayatına başladı. Bu gazete, ismini 2007’de başlayan süreç öncesi Genelkurmay başkanlarının iktidara karşı her dayılanmalarında sıklıkla ifade ettikleri “biz tarafız!” yorumlarından aldı. Bu propaganda gazetesinin adını bir yerde TSK koymuş oldu. AKP ve malum cemaatin son derece temkinli hareket ettiği 2002-2007 arası dönemde Ahmet Altan benim gibi Pazar yazıları yazıyordu. Ne farkı vardı? Büyük burjuva amirali olan Hürriyet Pazar’da yazıyordu. Suya sabuna dokunmayan türlü sıkılgan sayıklamalar yazıp duruyordu. Siyasetten oldukça uzak yazılar yazmakla meşguldu. Elbette internet üzerinden, benim de az sayıda yazı yazdığım gazetem.net adlı internet sitesine siyasi yazılar yazmaktaydı. Lakin, büyük burjuva medyasında Mehmet Altan kadar siyasete yakın durmuyordu.

    2007 seçimlerini AKP’nin 2002’ye göre ezici bir çoğunlukla kazanmasının ardından 2002-2007 arasında AKP’yi ne olursa olsun iktidardan indirmeye çalışan ulusalcı yapılanmalar ve onların etkinlikleri üzerine gidilmesi sürecinde propaganda ayağı oluşturması için, ama en önemlisi ülke üzerindeki vesayetlerin el değiştirmesi projeleri kapsamında Taraf’a geçici bir rol biçildi. Sözde yeni Türkiye’ye giden yolda başta Ergenekon ve Balyoz davaları olmak üzere iç ve dış kamuoyu yaratmak gayesiyle bu gazeteye start verildi. Zaten bilindiği üzere Taraf’ın gerçek anlamda gazetecilik ve habercilik yaptığına o gün bugündür pek şahit olmadık. Bu gazete, sadece kendilerine hediye edilen ve pek çoğunun yayınlanması normal bir hukuk devletinde skandal olan yalan yanlış veya kimileyin doğru olan birtakım belgelerle beslendi. Mehmet Baransu adlı muhbir kardeşimiz işte böyle doğdu. Fakat yolun sonuna gelindi. Eninde sonunda eldeki belgelerin veya servis edilecek belgelerin de bir sonu vardı. Öyle de oldu. Taraf gazetesi, özellikle 2007-2009 arasındaki parlak günlerinden giderek uzaklaşmaya başladı ve bir çeşit ‘tuhaf yorumlar’ gazetesine dönüştü. Ancak herşeyin sözde yenisinin makbul olduğu sözde yeni Türkiye’de sözde yeni medya düzeni planları doğrultusunda sözde yeni bir muhalefet odağına ihtiyaç duyuldu. Aslında yeni Türkiye’nin gerçek egemenleri AKP ve malum cemaat olsalardı, onların mahsuscuktan yapılacak muhalefetlere dahi ihtiyaçları yoktu. Lakin ipler tamamen uluslararası sermaye haydutlarının ve onların dızdığının dızdığı kuklalarında olduğu için, Türkiye egemenleri hiyerarşisinde en alt basamaklarda olan AKP ve malum cemaat egemenleri de durumu kabullenmek ve Taraf gazetesine bahşedilen yeni muhalefet rolü ile ortaoyunu oynamak zorunda kaldı.

    Taraf ile siyasi iktidar arasındaki ortaoyunu kimseyi aldatmamalı. Bana kalırsa yaşanan zıtlaşmaların altında şu aralar sıkılıkla dile getirilen AKP-Cemaat ayrışması da yok. O ayrışmalar apayrı bir konu. Oysa Taraf’a biçilen yeni rolde iktidar ile cemaat tam bir uyum içinde bana kalırsa. Ayrıca, Taraf’ın elinde siyasi iktidar aleyhine yeni belgeler olduğunu düşünüp o belgelere güvenerek Taraf’ın siyasi iktidara meydan okuduğunu düşünmek hayalperestlik dahi olabilir. Çünkü o belgelerin adresi olamayacak bir özgeçmişe sahip oldu bu gazete. Gerçek şudur. Taraf’ın yeni rolü, Türkiye’nin burjuva medyasında ya tamamen sindirilen veya kalitesi düşürülen ya da marjinal kılınmaya çalışılan eski statükolara bağımlı türlü muhalefet öğelerine karşı alternatif olup dizginleri tamamen iktidarın biat ettiği uluslararası ana akım oyunculara bağlı yapay bir muhalif medya öğesi olmak. Peki, Taraf bunu başarabilir mi?

    ORTAOYUNU, SEVİYESİNDEN ANLAŞILIR
    Muhalefet gücünü ve ruhunu sınıf mücadelesinden değil de yoksul sınıfları kandıran, ezen, halkları horlayan, soyan ve hatta doğrudan yahut dolaylı katleden odaklardan alan muhalefet unsurlarının başarılı olamayacağı defalarca kanıtlandı. Mevcut iktidara sırf eski statüko devam etsin diye muhalefet etmekle sırf yeni statükonun bir gereği olmak maksadıyla muhalefet etmek arasında temelde hiçbir fark yoktur. Bu nedenle Taraf’tan bir cacık olmayacağı bu yazının başlığından bellidir. Ben zaten bu gazete ilk çıktığında “kullanma süresi sona erdiğinde işi bitecektir” demiştim. Belli ki kullanma süresini uzatmak gayesiyle bir tür yeni ortaoyunu oynanıyor. Ancak, hep söyledim. Taraf gazetesi, yalnızca benim de yaşım itibariyle mensubu olduğum 12 Eylül 1980 darbesinden sonra büyük çoğunluğu apolitize edilmiş, hayat gayeleri malı davarı götürmek olan, ancak geçen 30 senede üçün birini bile alamayıp yaşadıkları hayalkırıklıkları yüzünden denizde yılana dahi sarılabilecek ‘kayıp apolitik bir kuşağın kaybedenlerini’ sonuna kadar kandırabilir sadece. Neticede, sonraki kuşakların durumları her ne kadar daha parlak olmasa da bahsettiğim kuşak kadar umutsuz değiller onlar. Artık zaman ve tarih eskiye göre çok hızlı ilerliyor. Yeni kuşaklar, benim kuşağım gibi 30 sene bekleyip çareyi yanlış muhalefetlerde ve yanlış kanaat önderlerinde bulmayacak. Çünkü artık 2010’lu yıllar kapitalizmin iflasının ayyuka çıktığı yıllar olarak yazılmaya başlandı bile. Hem Red ve Hem BirGün Pazar’da Fukuyama’nın meşhur “tarihin sonu tezlerinin sonunun geldiğini” bıkmadan usanmadan yazıyorum epeydir. Geleceğin bir şekilde mazlum halklara ait olacağının ilk sinyalleri alınmaya başlandı bile.

    Bir kere Taraf ile siyasi iktidar arasında bariz bir ortaoyunu oynandığını seviyeden anlamak gerek. “Kasımpaşalı Tayyip’ten mi korkacağım” diye twitter mesajı yazan bir muhbir gazeteciye “Kasımpaşalı olmakla övündüğünü” söyleyerek cevap vermek Tayyip Bey kardeşime hiç mi hiç yakışmadı çünkü. Benzer ifadelerden çok daha hafiflerini kullananların hayatları anında karardı çünkü.

    100’den fazla gazeteci haksız yere zindanlarda tutulurken o haksızlıkların doğrudan veya dolaylı bir müsebbibi olarak bir gazetecinin kalkıp “Kasımpaşalı’dan mı korkacağım” demesi için bir hayli ‘geniş’ olması gerek.

    GÜRKAN HAYDAR KILIÇARSLAN

    ( http://www.birgun.net )

  33. çıracı

    Murat Belge’nin gözünde AK Parti nasıl AKP’leşti?
    (Onur Özgen)

    10 Ocak 2012

    Murat Belge bizimle düpedüz dalga geçiyor. Demokratikleşeceğimiz kadar demokratikleşmişiz. Bu muymuş yani ‘ileri demokrasi’nizin gelebileceği en son yer? Uludere mi?..

    “Türkiye değişen dünya koşullarının yardımıyla bu ‘vesayet rejimi’ ile hesaplaşmak durumunda. Dolayısıyla ‘bu çizginin arasında duranlar ve durmayanlar’ diye gayet net bir ayrım var. Ben de bu vesayet rejiminin artık ortadan kaldırılması gerektiğini düşünen bir adamım. Bu da bizim kilitlenme gerekçemiz. Bu bir demokratik kilitlenme durumu.” (1)

    Siyasetle, politikayla ilgili her insan hatalarda, yalpalamalarda bulunabilir. Bu, çok olağan bir durumdur. Olağanüstü olan, hata yapıp, sonra yine hata yapmak ve hataların küçük bir tepecik oluşturduktan sonraysa dağ gibi bir hata daha yapmaktır. Ve bunu, beğenelim ya da beğenmeyelim, Murat Belge gibi bir adamın yapmasıdır.

    Murat Belge, kendisinin de ifade ettiği gibi, uzun süredir demokrasiye kilitlenmiş vaziyetteydi. Nihayet, Taraf’ta Neşe Düzel’e dün vermiş olduğu röportajla (2) beraber gördük ki, hayata dönmüş. Kendisine günaydın, yakınlarının ve sevenlerinin gözü aydın.

    Verdiği röportaj, aynı zamanda çok da önemli bir röportaj olmuş. (Hatta, Murat Belge’nin bugüne kadar verdiği tüm röportajlar bir yana, bu röportaj bir yana gibi bir şey.) Zira, Belge’nin Türkiye’nin politik yönelişi ve AKP’nin bu yöneliş üzerindeki rolü hakkındaki görüşlerini belirttiği bundan önceki tüm röportajlarında -haliyle- bir öngörü vardı. Bu röportajdaysa, geçmişin ve bugünün bir muhakemesini ve bu muhakemeden çıkan sonuçla beraber bir gelecek tasviri görüyoruz. Belge’nin bu -ibretlik- muhakemesi ve tasviri, üzerinde durulmaya değer.

    Referandum ve genel seçimlerin öncesinde, siyasal pozisyonunu, öncelikle askeri vesayete ve devlet içindeki derin güçlere karşı almak gerektiğini düşünen Belge, bu noktada iktidar partisiyle bir ittifak içerisine girmekten de beis duymuyordu. Fakat vermiş olduğu son röportajında görüyoruz ki, Murat Belge yine yer değiştirmiş ve önceki pozisyonunun karşısında bir konuma geçmiş. Bunu da kendisi daha önce AKP’ye adeta ‘demokratik devrimin öncüsü’ rolünü atfederken, artık bize AKP’den demokrasi adına bir şey beklemememiz gerektiğini söylemesinden anlıyoruz. (Bizim zaten böyle bir beklentimiz yoktu ki.)

    Burada ilk bakışta garip olan bir şey yok. Zira her politik öngörü doğru çıkacak diye bir kural yok. Fakat öngörüleri tutmayan birinin de bununla alakalı bir özeleştiri verme ihtiyacı duyması, ciddi bir hesaplaşmaya girişmesi gerekir. Etik açıdan bu, böyledir. Murat Belge’yse röportaj boyunca bir kere dahi bunu yapmayı düşünmüyor. Çünkü o Murat Belge. Türkiye entelejensiyasının baş aktörü. O, hiç kimseye hiçbir şey için hesap vermez. Ama biz yine de -haddimiz olmayarak- karşı çıkalım Murat Belge’ye, sözümüzü söyleyelim.

    Öncelikle röportaja seçilen başlıktan başlayabiliriz sanırım: “Muhafazakar değiliz, Atatürk de ilerici değildi.”

    Nasıl inanalım peki Murat Belge’ye şimdi biz? Bir zamanlar, “Solcu ilericidir, sağcı gericidir” derdi, sonra bir baktık ki, liberalizm soslu siyasal İslamın sağ muhafazakar temsilcileri ilerici oluvermişler! Şimdi de AKP’nin gericileşmeye başladığından bahsediyor. Ne malum Atatürk’ün de Murat Belge’nin nazarında bir iki seneye kadar ilericileşmeyeceği?

    Diğer yandan dünü, şimdiyi ya da yarını aydınlanmacı bir değerlendirmeyle sadece ilericilik-gericilik kavramları üzerinden okumaya çalışmak ne kadar doğrudur? Nitekim bu tarih okuması Murat Belge’yi, röportajın başında Abdülhamit dönemindeki Batı yanlısı modernistleri ilerici olarak niteleyip, devamındaysa Cumhuriyet sonrasındaki Türk modernleşmesinin mimarı olan Mustafa Kemal’in başında olduğu Kemalist modernizmi gerici bulmak gibi tutarsız bir sonuca götürüyor.

    Bunun nedenini de Osmanlı’nın son dönem entelektüellerinin Batıyla kültürel olarak daha iyi ilişki kurabilen, moderniteyi arayan insanlar olmaları; ancak Cumhuriyet sonrası entelektüellerinse Batıyla yalnızca ideolojik bir bağ kurabilmiş olmaları olarak belirliyor. Yani kültürü, ideolojinin tepesine yerleştiriyor. Böylece de Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan Batı yanlısı modernleşme hareketlerinin bir ürünü olan ‘o kültür’ün aynı zamanda Cumhuriyet sonrası inşası tamamlanan ve adına Kemalizm denilen modernleşmenin de ideolojisini oluşturduğunu göz ardı ediyor.

    Aynı şekilde Murat Belge, toplumumuzdaki Osmanlı’dan bu yana süre gelen ‘her şeyin temeline devleti koyma alışkanlığı’nı eleştirirken; ‘ilericilik olacaksa padişah, komünizm olacaksa devlet yapacak anlayışı’nı yererken, neden kendisinin ‘demokrasi olacaksa AKP yapacak anlayışı’na değinmiyor? Hadi o değinmedi, Neşe Düzel neden hatırlatma gereği duymuyor?

    Neşe Düzel hiç topa girmiyor; ama neyse ki Murat Belge kendiliğinden giriyor konuya. AKP’nin adını ilk anışında AK Parti diyor. Çünkü övücü bir şey söyleyecek. AKP’nin köklerinin devletin kurucu unsurlarına, yani Kemalist-milli sermayeye kafa tutan Anadolu sermayesine dayanmasından ve ordunun yavaş yavaş nötralize olup siyasi idarenin emrine girmesinin köklerinin de böyle bir sınıfsal nedeni olduğundan övgüyle bahsederken, AKP değil, AK Parti diyor. Fakat röportajın sonuna kadar bir daha asla AK Parti lafını almıyor ağzına, hep AKP diyor. Oradan itibaren anlıyoruz ki, AKP’yi eleştirmeye başlıyor. Şimdi Murat Belge’nin gözündeki AK Parti’nin nasıl AKP’leştiğine bakalım.

    Murat Belge, Türk modernleşmesinin dününden, sözü nihayet bugünün toplumuna getiriyor ve başlıyor ‘yeni öngörü’lerini anlatmaya. Neşe Düzel’in, “Bu toplum nasıl bir rota izleyecek?” sorusuna, askeri vesayetin bittiğini ve artık bir tür plebisiter otoriteryenizme gidileceğini söylüyor. Plebisiter diktatörlük, ‘çoğunluk böyle istiyor, böyle yapalım’ sonucunu doğuracak diyor. Çünkü plebisiterin, referandum demek olduğundan, AKP’nin gerekirse artık halka memlekette domuz yemek yasak olsun mu diye sorabilecek güce eriştiğinden ve İslami yaklaşımın egemen olduğu otoriter bir rotaya girilebileceğinden bahsediyor.

    Daha da ileri gidiyor, Kemalistlere de hak veriyor. Beyoğlu’nda masaların kaldırılması, sokakların boşaltılmasına getiriyor lafı. Kadınlı erkekli bir masada oturup içki içmeniz artık o kadar da kolay olmayabilir, böylece Kemalistlerin de uzun süredir korktuğu şey gerçekleşebilir diyor.

    Neşe Düzel, Murat Belge’nin bu sözlerinin üzerine afallamış olacak ki, nasıl yani diye soracak oluyor, Belge daha da açılıyor. E yüzde 50 oy almış bir parti var, artık zamanı geldi deyip bunu yapabilir. İçki sorunu daha fazla büyüyebilir. Çünkü yediğinle içtiğinle çok alakalı bir kesim var diyor.

    Ardından Düzel, bir sonraki sorusunda sanki konuyu değiştirmek istercesine, Belge’nin biraz önce söylediklerinden alakasız bir şekilde son kitabıyla ilgili bir soru yöneltiyor. Ama biz biraz, Belge’nin bu sözleri üzerinde duralım.

    Şimdi bu sözleri Cumhuriyet ya da Aydınlık gazetesindeki Kemalist bir yazardan duysak, fazla şaşırmayız. Zira Murat Belge’nin de dediği gibi zaten senelerdir duyduğumuz şeyler bunlar. Ama senelerdir AKP’nin ve temsil ettiği İslamcı geleneğin, orduyla ve Kemalist devlet yapısıyla hesaplaşmasından demokrasi ve özgürlükler alanının genişlemesini bekleyen Murat Belge’den bunları duymak hayli ilginç. Sanırım AKP, Murat Belge’yi zayıf noktasından vurmuş: İçki.

    Sanki bugüne kadar AKP, antidemokratik hiçbir şey yapmamış, bu yüzden de Murat Belge AKP’ye karşı çıkmayı hiç aklından geçirmemiş. Ta ki Beyoğlu’nda masalar toplanana dek!

    Elbette insanların yaşam tarzlarına yönelik tehditler de hiç küçümsenmemelidir. Ama daha geçtiğimiz Mayıs ayında Başbakan’ın Hopa ziyareti öncesi gerçekleşen polis saldırıları esnasında hayatını yitiren emekli öğretmen Metin Lokumcu için, “Hopa’da bir adam ölmüş. Birileri bununla AKP’ye oy kaybettireceğini umuyor herhalde” diye yazabilen birinin, yani bir insan ölümünün ardından dahi destek verdiği siyasi partinin seçimlerde alacağı oyu düşünebilen birinin, yalnızca, seçimlerin sonrasında Murat Belge’nin de dahil olduğu yaşam tarzını tehdit edici uygulamalarının ardından AKP’yi eleştirmenin aklına gelmesi ve AKP’yi yalnızca buradan vurmaya çalışması ve AKP’nin aldığı yüzde 50 oyda kendisinin sanki hiç payı yokmuş gibi, “O kadar oy almış adamlar, istediğini yaparlar valla” diye pişkin pişkin konuşması sadece kendisini küçültmez mi?

    Tüm bunlardan bahsettikten sonra, “AKP Türkiye’yi demokratikleştirebilir mi?” sorusuna da “AKP Türkiye’yi demokratikleştireceği kadar demokratikleştirdi” diyor. “Daha fazla demokratikleştirebilmesi için bugünkü zihniyetinden vazgeçmesi lazım” diye de ekliyor. AKP’nin bir duruşu olmadığından, Başbakan’ın Uludere de dahil olmak üzere bugünkü tavırlarına bakarak, AKP’den artık yeni bir demokratikleşme beklemediğinden bahsediyor.

    Yani Murat Belge bizimle düpedüz dalga geçiyor. Demokratikleşeceğimiz kadar demokratikleşmişiz. Bu muymuş yani ‘ileri demokrasi’nizin gelebileceği en son yer? Uludere mi? Bravo doğrusu!

    Başbakan hakkındaki tespitleri de harika. ‘Burnundan kıl aldırmayan’, ‘herhangi bir eleştiriye tahammülü olmayan’, ‘benim dediğim doğru diyen’ ve ‘bu doğruyu dayatmaya çok eğilimli’ bir başbakan var imiş şu anda. Nerede o yazarlara, sinemacılara, oyunculara, şairlere, müzisyenlere kahvaltı davetleri düzenleyen; referandum sonrası konuşmasında tüm ‘yetmez ama evet’çilere teşekkürler eden, seçimlerin ardından balkonlarda önüne geleni kucaklayan Recep Bey, nerede şimdi ki Tayyip Bey.

    Şimdi, Murat Belge’nin bu söylediklerini, çok değil, 5-6 ay öncesine kadar AKP’den yana olmayan herhangi görüşteki biri söylese, Murat Belge ve çevresinin çevresince anında Ergenekoncu diye mimlenirdi. Fakat şimdi Murat Belge söyleyince, bakın ne güzel yeri geldiğinde o da hükümeti eleştirebiliyor oluyor. Olmasın.

    Çünkü meczup değildi Murat Belge. Bugüne kadar naptığını gayet iyi biliyordu. Yazının başındaki sözleri söylediği röportajda da, “Kandırıldığım filan yok, ben kimden ne bekleyeceğimi gayet iyi biliyorum” diyen kendisi.

    O yüzden ya Murat Belge çıkacak, o bahsettiği plebisiter diktatörlüğün yaratılmasında kendisinin de üstün emekleri olduğunu anlatacak ya da üç aydır yaptığı gibi Halil Berktay ona, “Sosyalizm bitti yahu Muratcım” diyecek, o da Berktay’a, “Yok yahu Halil, abartma sen de” diyecek.

    70’lerde İsmet Özel’le Halkın Dostları dergisini çıkaran, Faulkner’den, Joyce’dan çeviriler yapan Murat Belge, kendisini Halil Berktay’la sosyalizm tartışacak kadar nasıl düşürdü anlayabilmek güç. Ama gerçekten üzücü.

    Röportajının sonunda da aynen şöyle demiş: “Bir tarafta azınlık tahakkümü. Buna Kemalizm deyin. Öbür tarafta çoğunluk hâkimiyeti. Buna plebisiter otoriteryenizm deyin. İkisi de demokratik değil. Bunlar tahterevalli gibiler! Bir üstte, bir alttalar. Başka birine yer yok burada. Bu mücadeleden demokrasi kazanmıyor işte. Uludere olayında da bu yaşanıyor. Uludere’yi eleştirenlere, bizzat Başbakan vatan haini muamelesi yapıyor. Çok beğendiği İçişleri Bakanı da demokratik kültür olmadığının canlı bir kanıtı olarak dolaşıyor ortada.”

    Yazımı Belge’nin bu sözlerinin altına imzamı atarak bitiriyorum. Zaten biz de yıllardır aynı şeyi söylüyorduk. Bu yüzden demokrasiyi yukarıda tepişenlerden değil, aşağıdaki mücadelelerden beklemek lazım diyorduk. Siz de bize Ergenekoncu, darbeci diyordunuz. Unuttunuz mu? Biz unutmadık. Neyse ki iktidar, belleğimize hâlâ bir zarar veremedi.

    (1) http://www.t24.com.tr/28-subat-yargilanirsa-imza-atan-erba/haber/76577.aspx
    (2) http://www.t24.com.tr/murat-belge-muhafazakar-degiliz-ataturk-de-ilerici-degildi/haber/190804.aspx

    ( http://www.red.web.tr )

  34. Belge'ye mektup yazmaya yeltenen uyanik vatandas'a: Siz yine ergenekoncusunuz

    Hiçbir zaman demokrat, hiçbir zaman sosyalist olmadiniz ki, kendi kabugunuzda yasayip, bogulup gidin, giderek daha az sayida insana ulasabilmektesiniz. Fenerbahçe Baskani için bile 300-500 kisi hapishane önünde toplanirken Eski General Ilker Bey için topluca 6 evet 6 kisi bayraklariyla toplanmisti ve aralarinda Gün Zileli’yi de göremedim. Mesguldu, “fasizme karsi” MHP ve ergenekonla birlikte kuracagi birlesik cephenin planlari yapiyordu (!). Perinçek’in basaramadigi Kizil Elma ittifakini yeniden olusturmanin kosullarini arastirmaktaydi. Etkisinde kaldigi artik ayan beyan ortaya çikan Stalin yoldasin “fasizme karsi birlesik cephesi”nin bir benzeri, hani milyonlarca komünisti öldürdügü “iddia edilen” dönemde uyguladigi taktik. Olur, olabilir ama bu taktik birakin cepheyi mepheyi , iki kisinin bire biraya gelemedigi Türk solunun en küçük bir kenarini bile birlestiremeyecektir, çünkü hepsi sef, hepsi lider, hepsi birer küçük Lenin, Troçki, Stalin, ya da Bakunin, siz kendi bireyiniz, merkez-beninizden baska birsey düsünmezsiniz, düsünemezsiniz, size harcanan yogurda yazik.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑