Dünyanın en güzel savaş romanı olan o destansı Harp ve Sulh romanının kararlı bir pasifist olan Tolstoy tarafından yazılmış olması hiç de tesadüf değildir (tabii bu arada Eric Maria Remarque’i de unutmamak gerekir). Savaşın ne demek olduğunu, ancak bu felaketin anlamını içten duyanlar yazabilirdi. “Hazır ol cenge, istiyorsan sulhu salah” lafı ise, sadece savaşa davetiye çıkaranların sarıldığı, tamamen yanlış bir laftır. Aslında bu laf, “savaş istiyorsan, barış silahını da esaslı bir silah olarak kullanabilsin” diye de okunabilir.
İşte AKP hükümeti bu anlamda “barış” silahını kullanmakta oldukça başarılı. Tabii ki, bu söylemi yutanlar açısından başarılı oldukları söylenebilir.
Bülent Arınç, “Kürtlerin bütün istediklerini vereceğiz” dediği zaman, bu sözlerin altında yatan anlamı galiba bir tek MHP’liler yanlış anlayıp Arınç’ı, “vatanı bölenlere taviz vermekle” suçladı. Belki MHP’liler de yanlış anlamadı da, politika icabı öyle konuşmak gereğini duydular. Ben ise, Arınç’ı dinlediğim zaman, “bakalım ardından ne gibi bir saldırı gelecek” diye sormuştum. Cevap, Şırnak’ta öldürülen köylüler haberiyle geldi bugün.
Şunu netleştirmemiz gerekir: “Sulh-u salah” istiyorsan, cenge değil, “sulh”a hazır olman gerekir. Yoksa barış lafı, en savaş taraftarı olanların kalkanından başka bir anlam taşımaz. Hitler, “barış istiyoruz” diye diye bütün Avrupa’yı istila etmiştir. Bütün istilacılar aynı şeyi yapmıştır.
Şu anda AKP iktidarı ne yapıyor? Bir yandan Kürtlerin her türlü hakkını vereceğiz diyor, bir yandan da Kürtlerin üzerine yürüyor; KCK tutuklamaları zirveye tırmandırılıyor, avukat, yazar, öğretim üyesi ve gazetecileri kapsayarak hem de. O zaman ne oluyor bu “hak, hukuk” söylemleri? Tamamen bir uyutmaca, yok etmeye, bastırmaya çalıştığın bir hareketi iyice hareketsiz hale getirme girişimi. Aynı fareler gibi. Fare, uykusunda insanın burnunu yerken bir yandan da üflermiş, acıyla uyanmasını önlemek için. Doğada da var bu. Bazı hayvanlar (mesela yılan), avını yerken, acıyla çırpınmasını önlemek için morfin türü bir sıvı salgılarmış.
“Kürtlerin haklarını vereceğiz.”
Al sana uzaktan kumandalı bomba!
Genel Kurmay, yaptığı açıklamada, sadece sınırdaki bazı hareketli hedeflerin bombalandığını belirtmiş.
Hata Kürt köylülerinde. Normalde hareket etmemeleri gerekiyordu! Eğer 24 saat hareketsiz bir şekilde uyumayı becerebilselerdi başlarına bunlar gelmeyecekti. Ya da Arınç’ın vaatleriyle uyutulmayı kabul etselerdi!
Neyse, yetmiş yıl sonra bir başka başbakan çıkıp devlet adına özür diler nasıl olsa. Tek tesellimiz bu!
Böyle bir ortamda hâlâ şaka yapabiliyoruz, gülmeye çalışabiliyoruz. Sırf gülmenin ideolojik bir tavır olduğunu unutmamaya çalışarak! Ama aslında içimiz kan ağlıyor. Kürt köylülerini “hareket eden hedef” durumuna getiren bir ordumuz var; şu üstün teknolojiye bakın! Hem de artık insansız araç kullanıyorlarmış. Önemli değil, “insanlı” araç olsaydı da ikisi arasında çok fark yok zaten. O araca binip bomba sallayanların insan olmadığını zaten biliyoruz.
Neyse, lafı uzatmayalım. Bu yazıda söylemek istediğim esas olarak şu: Barış silahla sağlanmaz. Gerçekten barış isteyenler silahı bir yana bırakıp samimiyetlerini göstermek zorundadırlar. Vurarak barış olmaz. Tutuklayarak barış olmaz. Öldürerek barış olmaz. Operasyonla barış olmaz. Hem vuracaksınız, hem de barıştan, haklardan söz edeceksiniz!
Kim inanır hain kurda!
Gün Zileli
29 Aralık 2011
Gün Zileli’nin son zamanlardaki yazilari köse yazari olmak istedigini açiga vuruyor. Ne diyelim gönül bu.
Hiç de öyle bir niyetim yok kardeşim. Bugüne kadar olsaydım çoktan olurdum. Hiçsevmediğim bir şeydir köşe yazarlığı. Ama insan mecbur kalıp yazıyor işte bir şeyler
Çok güldüm bu yoruma Merak etme Gün Zilelinin ufak bi köşede yazılarını yazmasını beklemek bunu düşünümek bile insanı tebessüm ettiriyor:)
hocam ellerine saglık!
Gün Hocam köşe yazarı olmak istese şuan ki köşe yazarlarından çok daha donanımlı ve gözü tok. Fikrini kendi sitesinde beyan etmesiyle köşe yazarlığının alakasını çözemedim. Ellerinize sağlık!
Türkiye’de ‘Açılım’ adı verilen sözde reform/devrim dönemleri yeni değil.
İlk açılım Tanzimat’tır.
Onu başkaları (1908 ve 1923 de dahil) izlemiştir.
Bu açılımların herbirinin ardından içerde ve dışarda bir ‘Yeni Türkiye’ rüzgarı estirilmiştir.
Ama halk lehine vaad edilen yenilikler bir türlü gerçekleşmemiştir.
AKP döneminin açılım/reform siyaseti de Tanzimat’tan beri bir seri örneğini gördüğümüz eski açılımlara benzemeye başladı.
İçişleri Bakanı’nın son demeci, ‘KCK operasyonları’ adı verilen seri operasyonların, ressamı, şairi, edebiyatçıyı, sanatçıyı da kapsamına alarak AKP rejimine muhalif hemen her kesim üzerinde nerede duracağı kestirilemez bir baskı kampanyasına işaret etmektedir.
Erdogan, ‘ustalık’ dediği döneminde, TC’nin Osmanlı geçmişine her zamankinden daha fazla sahip çıkmakta, Ermeni soykırımındaki pozisyonu ve Kanuni çıkışı ile giderek İkinci Abdülhmit’e benzemekte, onunkine benzer bir hafiye ve polis rejimi kurmaktadır.
AKP’nin ‘Yeni Türkiye’si İslam dünyasının lideri ve Osmanlı benzeri bir dünya gücü olma hevesi ile içerde ve dışarda giderek otoriterleşiyor.
Bu gidişat açılımlar politikasını ve yeni anayasa konusunu pratik karşılığı olmayan, daha çok söylemden ibaret vaatlere dönüştürmüş bulunuyor.
http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1442&message_number=1839&pid=
“Siz çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz”
29 Aralık 2011 –
Şırnak’taki katliamın ardından gözler TSK’ya çevrildi ve TSK beklenen bir açıklamayla çoğunluğu çocuk sivillerin öldürülmesini meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak hesap vermesi gereken sadece TSK değil. TSK’nın icra ettiği bu katliamın emrini verenleri, ortak olanları ve çanak tutanları hatırlayalım:
AKP iktidarı
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada terörle mücadelenin koordinasyon içinde yürütüldüğünü ve komuta kademesinin değişmesinin koordinasyonu güçlendirdiğini açıklamış ‘Terör ile Mücadele Yüksek Kurulunun Başkanı benim’ demişti. Operasyonların süreceğini ilan eden Atalay en verimli dönemi yaşadıklarını iddia etmişti.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de terörün arka bahçesini kurutmak gerektiğini söyleyerek tüm toplumu terörist sayabilecek bir açıklamaya imza atmıştı. Nitekim TSK açıklamasında da hükümetin elindeki sınır ötesi operasyon yetkisine dikkat çekildi.
Fethullah Gülen
Son katliam Gülen’in “yüzde 5” olarak tanımladığı Kürtlerle ilgili şu çağrısının hayata geçirilmesi gibi: “Onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir”
Operasyon medyası
Aktütün’de TSK’nın neden Heron’larla tespit edilen ancak sivil olup olmadığı tespit edilemeyen kişileri vurmadığı yolunda haberler yapan Taraf gazetesi ve cemaat medyası. Savaşı derinleştirerek Kürt sorunun çözüleceğini savunan geniş bir milli mutabakat cephesini de unutmamak gerekiyor.
ABD
Daha önceden Afganistan’da da insansız hava uçaklarının istihbaratlarıyla defalarca sivilleri vurup sonra “pardon” diyen ABD bir süredir TSK’ya anlık istihbarat veriyordu. Bu katliamla ABD’nin “terörle mücadele” yöntemleri Türkiye’de de tam olarak uygulanmaya başlandı.
Sendika.Org
selamlar, kasta söylenecek laf yok eline sağlıktan başka. ama kimi yerdeki üsluba ve ‘eşitleme’ye itirazım var.
‘Kürt köylülerini “hareket eden hedef” durumuna getiren bir ordumuz var; şu üstün teknolojiye bakın!’ cümlesi kastından uzak, aidiyet kokulu. komünistler ordumuz demez. komünistlerin ordusu değil milisi olur. egemen güçlerin ordusundan bahsederken ille ülke köken olması şart değil, TC ordusu, Fransa ordusu, ABD ordusu diye ifade eder. yılların Zileli’sinini bunu bilmemesi mi, unutkanlığına mı gelmesi mi, kendisi cevaplasın. sonra teknolojisiyi hicvetmek de neyin nesi? son derece modern olsa nedir anlamı! ‘Hem de artık insansız araç kullanıyorlarmış.’ diye devam ederek yanlış pekişiyor adeta. ve doğal olarak parağraf da iyi bir yurttaşın hümanizmasıyla bitiyor:’ Önemli değil, “insanlı” araç olsaydı da ikisi arasında çok fark yok zaten. O araca binip bomba sallayanların insan olmadığını zaten biliyoruz.’ bu katliam bile eşitlemenin hukuki olmadığını açıkça gösteriyor. dostlukla,
İlker birincisi ben komünist değilim. Belki bilmiyorsundur, anarşistim. İkincisi, milliyet üzerinden kendini tanımlamak daha çok komünistlere aittir. Mesela Türkiye Komünist Partisi, gibi… Benim orduya ‘ordumuz’ demeyeceğimi çok iyi bilmen gerekirdi. Ordumuz derken, sadece ona aidiyet içinde olanlarla ilgili bir üslup yapmak istemiştim. Sürç-ü lisan ettiysek affola.
spas
hele şükür eskimiş,tükenmiş millileşip hidayete erip sistem ve devletin savunucusu ergenekoncu arkadaşlarını bırakıp etimize kemiğimize değen asıl gündeme gelebildin zileli.eric maridan başlayınca galiba garp cephesinde yeni bir şey yok diyerek devlet-iktidar-sistem egemenlerinin asıl savaşı isteyip kendi istediği gibi olmayan kürtleri imha ettiğini anlatan güzel bir yazı olmuş.bu cephedeki yeni şeyide fark etmiş zileli asıl savaşı isteyen devlet-iktidarın son dönemlerdeki masa,müzakere,masayı deviren pkk,kürtlerin haklarını vereceğiz,açılım,birlik beraberlik gibi yalanlarla kendi ürettiği ve devam ettirmekte ısrarcı olduğu savaşı istemeyen hatta barış isteyip bu sorunu çözmek isteyen tek aktörmüş gibi halkı kandırdığını zileli açık etmiş.burada iktidar ne demek istemiş ben barış yapacaktım ama şu kürtler pkk,kck,bdp bana engel oluyor savaşı isteyen onlar diyordu bizim aklı evvellerimizde bu sitede bile asıl savaş isteyen ve katliam,zulum ve terörör yapanın devlet olduğunu unutup kürt özgürlük hareketine ama yama cümleleri kuruyordu.zilelide olumlu yazısını herhalde ekselanslarını rahatsız etmemekten olsa gerek çok olumsuz bitirmiş tabiki silahla barış gelmezde bu silahı red,inkar imha ve yok etmenin en futursuz örneğini segileyenlere karşı kendini korumak doğal varlığını yaşama hakkını savunmak için kullananla kendi topraklarını bombalayıp vatandaşlarını topluca öldüren ölmeyeni işkencelerle öldüren imhacılarla bir tutabilmek ayıp olmuştur.hani devlet teslim ol diyordu?pkk bile bırak masum vatandaşı çatışmada esir aldığına yaptığı muamele ile devlet-iktidarın vatandaşına yaptığını karşılaştırınca zilelide son cümlesinden sanırım utanacaktır.yinede olumlu yazı olmuş
Tayyp Erdogan’in Simon Perez’e söyledigi söz Sendika Org yazarina iyice batmis olmali ki sinirdaki talihsiz olay üzerine hemen içindekini kusmus. Iyi etmis. Böylece kendini ele vermis. Zaten böyle olaylar insanlari tanitmakta.
Özgürlükçü,
bu yazının son paragrafında hain kurda seslenmiş…senin söylediklerin sanırım bu yazı dışında gördüğün düşünceleri…
Talihsiz olay üzerine hemen atlayarak aslinda kendisinin de kuskulu oldugu bütün düsüncelerinin, daha dogrusu düsünce bile olmayan, olamayan nefret söylemlerinin dogrulandigini sanarak sevinç çigliklari atmaktasiniz..Lütfen biraz saygi, biraz vekar, komünist olmakla tüm insani düsüncelerinizi kayip mi ettiniz sayin özgürlükçü, insanlarin ölümüne bu kadar sevinilir mi, bir rahmet okumak da mi yok?
devlet-iktidar-sistem yalakalarının memnuniyetine bir diyeceğimiz yoktur.siz hayatınızdan ve olup bitenden memnun olduğunuzu biliyoruzda bizimde memnun olabildiğimizi nerden çıkardınız tam tersine iktidarlar değişir ama kaderi değişmeyen savunduğunuz sisteme gayrımeşrudur deyip itiraz eden sistem mağduruyuz biz bu savunduğun yalakası olduğun sistemin kimlik,sınıf,cinsiyet,inanç,çevre,engelli ve ayrımcılığa uğrayan toplumsal muhalefetiz biz hani evrensel ölçekte bütün değişim,dönüşüm ve devrimleri yapan toplumsal muhalefet.seningibi kandan ve ölümden değil özgürlüklerden besleniriz.talihsiz dediğinde insanların ölümüdürki memnun değil üzülürüz ve üzüldüğümüz içinde yas ilan ederiz.ayrıca komünistte değilim özgürlükçü anarşistim seni memnun edememediğim için memnunum
İmamın Medyası hedef gösterdi Genelkurmay ‘vur’ emir verdi
30 Aralık 2011
.
AHMET MERİÇ ŞENYÜZ -BirGün-
Dün sabah Türkiye yine acı haberle uyandı. Önceki gece Uludere’de insansız hava aracı Heron’lar tarafından tespit edilen, sivil, silahsız köylülere F-16 tarafından bomba yağdırılması sonucu ilk belirlemelere göre 36 köylü hayatını kaybetti. Olayın ayrıntılarını diğer sayfalarımızda okuyacaksınız. Biz ise bu sayfada pek üzerinde durulmayan vahim bir gerçeğe değineceğiz: Katliamda medyanın rolü.
HERON SEVDALISI İMAMIN MEDYASI
Uludere Katliamı’nda tetiği çeken eğer Genelkurmay’sa, hedef gösteren de başta Samanyolu, Zaman ve Taraf olmak üzere İmamın Medyası idi. Bu yayın organlarında sürekli olarak her PKK baskınından sonra Heronların görüntü aldığı ancak Genelkurmay Karargahı’ndaki ‘Ergenekoncu subayların’ vur emri vermeyerek PKK baskınlarına göz yumduğu yazıldı. Yandaş medya sürekli olarak “Heron görüntüleri varken, neden F-16’lar bombardıman yapmadı” çığırtkanlığını sürdürdü. Ahmet Altan gibi bazı yazarlar, TSK’nin iyi savaşamadığından, Heron istibaratlarını iyi değerlendirmediğinden dert yandı. İşte önceki gece meydana gelen Uludere Katliamı’nda, hükümet ve TSK kadar, gazetecilik adı altında tetikçilik yapan anlayışın da vebali vardı. Yandaş medyada bu konuda sayısız haber çıktı kısıtlı zamanımız ve yerimizden dolayı hepsine yer vermek mümkün olmasa da size başta Samanyolu ve Taraf olmak üzere İmamın Medyası’nın çeşitli yayın organlarının savaşı “Heronlar gösteriyor niye vurmuyorsunuz” haberlerinden bir seçki sunmak istedik.
ŞİMDİ SEYRETMEDİ MUTLU MUSUNUZ?
İlk haberimiz İmamın Medyası’nın baş tetikçisi Taraf’tan ve elbette provokatif haberlerin ustası Mehmet Baransu’nun imzasını taşıyor. “Generaller askerlerin ölümünü seyretti” başlıklı haberde bakın Tarafçılar neler yazıyor: 20 temmuzdaki PKK baskınını, Heronlar anı anına görüntüledi. Genelkurmay dahil otuz birim, baskını ‘naklen’ izledi ama karşılık vermedi.” Oysa Heronların geçtiği görüntüler de görünenlerin silahlı PKK’li mi yoksa sivil köylü mü olduğunu ayırt etmek mümkün değildi. Karakol komutanının bu yöndeki açıklamalarına karşın Taraf “vursaydınız” demeye devam etti. Askerlerin ölümü üzerinden ucuz demagoji yaparak, Genelkurmay’ın karakol baskınına göz yumduğunu iddia etmeyi sürdürdü. Şimdi Taraf’ta çalışan ve içinde hâlâ azıcık onur kırıntısı kaldığını sandığımız basın emekçilerine soruyoruz: ‘Genelkurmay seyretti, Heronlardan görünenlere bomba yağdırmadı’ diye ortalığı yıktınız. Bu sefer Genelkurmay seyretmedi bombalama emri verdi. Şimdi mutlu musunuz?
ZAMAN: HERONLAR SEYRETTİ
Yine 3 Mart 2011’de Zaman gazetesinde yer alan bir haber de bakın neler deniyor: “Heron görüntülerine göre 19-20 Ocak 2011’da 12 kişilik bir PKK’lı grup Türkiye’ye sızıyor. Grup havadan 22 saat görüntüleniyor. Ancak Heron, yakıtının bitmesi üzerine merkeze geri dönüyor. Askerî yetkilinin iddiasına göre bu durumda görevlendirmeyle bölgeye ikinci bir Heron gönderilmesi gerekirken, bu yapılmadı.” Oysa bu olayda da Genelkurmay’dan yapılan açıklamada, Heronların aldığı görüntünün sivil mi yoksa PKK’lilere mi ait olduğunun belirlenemediği belirtilmişti. Ancak Zaman için hiç fark etmiyordu. Heron insan görüyorsa F-16’lar bombalamalıydı. TSK önceki gün Zaman’ın bu isteğini yerine getirdi.
SAMANYOLU: NASIL ÇOBAN ZANNETTİNİZ?
Çok örnek var ama son olarak Samanyolu Haber’le belirtelim. Yine bir Heron görüntüsü ve TSK sivil ölümlerinden sorumlu tutulmaktan rahatsız olduğu için rahatsız. ‘Görüntüdekiler çoban olabilir’ kararı veriliyor. Hava bombardımanı yapılmıyor ertesi gün Samanyolu Haber yaygarayı basıyor ‘teröristleri izlediler yedi ana kuzusu şehit oldu’. Buyurun, Samanyolu Haber’in 3 Mart 2011 tarihili haberinin girişi: “Terör örgütü PKK’nın Gediktepe Karakolu’na düzenlediği baskında 11 ana kuzusu şehit olmuştu. Şehitlerin acısından çok, ihmal iddiasıydı yürek yakan. İnsansız hava araçları Heronların, baskın öncesi ve sonrasında yaşanan hareketliği saniye saniye görüntülediği ortaya çıktı. İşte, Gediktepe’de “çoban sanıldığı” söylenen teröristlerin, heronlar tarafından kaydedilen o görüntüleri.”
‘ERGENEKONCU PAŞALAR’I NASIL BİLİRDİNİZ?
Bütün bunlardan sonra insan Abdullah Öcalan’ın “Barış isteyen generalleri, Ergenekoncu diye içeri attılar” iddiasını anımsamamak mümkün değil. Görünen o ki, Ergenekoncu denen paşalar, sivil halkı yanlışlıkla vurmamak için belli bir çaba göstermiş ancak İmamın Medyası ise her defasında onlardan ‘niye vurmadınız’ diye hesap sormuş. Bu yüzden Uludere Katliamı’nda en az hükümet, TSK ve ABD kadar İmamın Medyası’nın da payı var.
Yukarda “Birgün”de yayinlanmis olan köse yazisini okuduk. Son paragrafta bu ilginç cümle ve bir analiz var. Bu makaleyi yazan da, bunu yayinlayan da 30 yildir devam eden eylemlerle ilgili generalleri ve onlarin aldiklari tüm kararlari desteklemekte, onlarin suçlarina ortak olmakta , hedef olarak açikça “generallerin içeri alinmasindan sonraki dönemi” almakta. . Demek ki PKK’nin kurulmasi da (ki generallerin eseridir), Diyarbakir cezaevi de, kanli terör eylemleri de, bunlara karsi özellikle 1990’larda yapilan acimasiz bastirma, zulüm ve imha haraketleri de, evet bunlarin hepsinin sorumlusu olan o generaller içeri alindiklari için bu talihsiz olay olmus. Ne analiz ama. Birgün’deki militarist-kemalistlerin bu denli alçalacagini, bu denli general yalakaligi yapacaklarini tahmin etmezdim dogrusu. Bence Birgün Dogu Perinçek’i asmis, geçmis, tam fasist, tam halk düsmani olmus. Zaten Tüsiad destegiyle ayakta duran, karanlik odaklarla isbirligi yapan, fraksiyon seflerinden ne beklenir. Sonlari da halk düsmanlari gibi olacak.
ne o casus amirin akp ve tayip siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz diyerek çocuk katillerine yaptığını sende kendi ülkenin çocuk katillerine yapabilirsin utanma amirinde olsa gerçek bu öldürülenlerin çoğu çocuk ve 12 yaşında hani dağda kekik toplayan dedeler,musluk tamircisi,düğünden dönen gençler gibi terörist diye öldüren devlet-iktidarın yaptığının asıl terör olduğunu belki hatırlarsın
Çok isabetli bir yazı, eline sağlık. Bir söz vardır: “Barış için savaşmak, bekaret için seks yapmaya benzer” diye…
Doğu cephesinde son durum
Kürt medyasından bir gazeteci arkadaşım güncel duruma ilişkin fikirlerimi merak etmiş. Sorularını şöyle cevapladım:
1-2000’li yıllara kadar net çerçevesi olan bir “Kürt inkârı” varken, bugün Kürt Sorunu’nun ülke kamuoyunda rahatlıkla konuşulabildiğini görüyoruz. Bu durumu bir reform olarak mı, zorunluluğun gereği olarak mı değerlendirmeliyiz?
Zorunluluktan doğan reform desek?
Zorunluluk kısmen PKK’nın 28 yıldan beri inatla sürdürdüğü silahlı mücadeleden doğdu. Ama bence daha önemlisi dünyadaki genel gidişin Türkiye’ye yansımasıdır. Bağımlı ulus milliyetçiliği 30-40 yıldan beri bütün dünyada yükseliştedir. Britanya’dan, İspanya’dan, Belçika’dan, Kanada’dan, Romanya’dan tutun da Etiyopya ile Sudan’a kadar her yerde bunu görüyoruz. Nüfusu çoğalan, iletişim imkânları gelişen, sosyal çeşitliliği artan Türkiye’nin bu dünyadan kendini ayrı tutması düşünülemezdi.
Başbakanın Almanya’da “asimilasyon insanlık suçudur” demek zorunda kaldığı bir çağda içeride 1930’lu yılların politikalarıyla işler yürütülemezdi. Yürütülemedi nitekim.
2-Kürt Sorunundan ne anlaşılmalıdır?
Kürtleri kim yönetecek? Sorunun özü budur. İktidar sorunudur. Gerisi – hak hukuk demokrasi vesaire – bana işin süsü gibi geliyor.
Klasik yapısıyla TC devleti Kürt illerini yönetme işinde çuvallamıştır. Aşağılamayla, hakaretle, yalanla, hot zotla bir yere kadar gidersin, sonra duvara çarparsın. İşte o duvara çarpılmıştır. Bu aşamada Türkiye’nin daha beş on sene daha Kürt illerini kontrol altında tutabilmesi bana pek zayıf ihtimal olarak görünüyor. Bölge fiilen yönetilemez haldedir. Merkezi yönetimle yerel elitler arasında duygu ve kader birliği kalmamıştır. Yerel halk nezdinde güvenlik ve yargı kurumlarının itibarı sıfırdır. Elektrik borçlarını bile tahsil edemiyorlar, var mı bundan ötesi? Toplumları biber gazı ve tazyikli su marifetiyle nereye kadar yönetebilirsin ki?
Devletin boşalttığı alanda PKK ve sivil uzantıları gitgide güçlenen bir alternatif iktidar yapısına dönüşmüş görünüyor. Bu durumda üç ihtimal var. Ya TC güçleri, bu yeni iktidar yapısını kan ve ateşle ezecek; ki bu aşamada pek mümkün görünmüyor. Ya anlaşıp iktidarı paylaşacaklar. Ya da Türkiye bölgeyi yönetemediğini kabul edip çekilecek. Başka çözüm düşünemiyorum.
3- “İktidarı paylaşmak” dediğiniz şey mümkün mü sizce?
Federal çözüm dedikleri şey sonuçta budur, değil mi? Adı federasyon olur veya olmaz. ABD veya Almanya’yı tanıyorsanız bilirsiniz, oralarda yönetim sonsuz bir pazarlık sürecidir. Vergilerin ne kadarını merkez ne kadarını bölge toplayacak? Yatırımları nasıl paylaşacaklar? İhaleleri kim alacağına kim karar verecek? Bürokraside, güvenlik güçlerinde, yargıda kimin adamları yükselecek, kimin adamları harcanacak?
Bu pazarlık makul bir düzeyde sürdürülebiliyorsa iktidar paylaşılmış olur. Olmuyorsa, taraflardan biri öbürünü silinceye kadar dövüşürler. Bu kadar basit.
4- Kürt sorununun tarafları sizce kimlerdir?
Bir yanda, doğal olarak, Tayyip Erdoğan başkanlığındaki TC hükümeti. Diğer yanda silahlı ve silahsız unsurlarıyla Kürt siyasi hareketi. Kürt hareketinin iç dengelerini yeterince tanımıyorum, asıl karar vericilerin kimler olduğunu bilmiyorum. Ama eminim hükümet biliyordur. Berikiyle konuşurum ama ötekiyle konuşmam, BDP olur ama KCK olmaz gibi tavırlar cilvedir, pazarlık taktiğidir. Genel tabloyu etkilemez.
Öte yandan Barzani bu pazarlığın neresindedir, ne derece işin içindedir, bakın onu hiç bilmiyorum.
5- Devlet bürokrasisi iktidarı paylaşmaya hazır mı?
Türkiye’nin egemen sınıflarını yüzyıllardan beri etkisi altına alan lanet olası “millet-i hakime” kibrinin işi zorlaştırdığı bir gerçektir. Türk tarafı on yılda epey yol aldı gerçi. Ama “üstün millet – üstün devlet” ideolojisinin aptallaştırıcı etkisinden kendini kurtardığı söylenemez.
Kendini dev aynasında görme, karşı tarafı küçümseme, konuşuyorum zannedip durmadan karşıdakine hakaret etme – bunlar her çeşit pazarlıkta büyük handikaptır. Türkiye vaktiyle Yunanistan’ı, Mısır’ı, Bulgaristan’ı, Rumeli’ni, Girit’i, Arabistan’ı bu sakat tavır yüzünden kaybetti. Halâ da ders aldıklarını sanmıyorum. Devletin dışındaki herhangi bir iktidar odağının da kendince bir meşruiyeti olabileceğini anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar. Ufuklarını aşıyor. Aştığı için de mücadelede esnek olamıyorlar. Güç dengelerindeki değişimi algılamakta zorluk çekiyorlar. Kırılma noktasına gelinceye dek geri adım atmayı beceremiyorlar.
6- İktidarın Kürt Sorununa bakışını ve yaklaşımını yeterli buluyor musunuz? Başbakanın BDP’ye yönelik yaklaşım, tutum ve söylemleri sorunun çözümüne katkı sağlar mı?
Başbakanın son aylardaki söylemlerinin ardındaki rasyonaliteyi – eğer varsa – anlamakta güçlük çektiğimi itiraf edeyim. Benim bildiğim, kendine güvenen insan bağırıp çağırmaz, yüksek sesle tehdit etmez, intikam tamtamları çalmaz. Bunlar acz belirtisidir. Askeri oligarşiyi bertaraf etmekte olağanüstü basiretli davranan hükümet, Kürt meselesinde sanki rotayı şaşırmış gibi duruyor. Yaklaşan yenilgiyi sezdikleri için midir bilmem, çırpınır bir halleri var.
Hatırlarsanız Başbakan Ramazan bayramından sonra Irak’a kara harekâtı yapmayı vaad etmişti. Ne oldu? Hiç. KCK tutuklamaları da bana güç gösterisinden çok çaresizlik davranışı gibi geliyor.
Bu işin bir yanı. Öbür yandan, acaba bu şaşkın görüntünün altında hesaplı bir tavır var mı diye de ara sıra düşünmek lazım. Arka planda yürütülen pazarlığı bilmeden emin olmak zor.
7-2000’li yılların ortasına kadar Kürt kelimesini telaffuz etmekten imtina eder bir duruşu olan Gülen Cemaatinin son dönemlerde Kurt Sorununa yönelmesindeki amaç ne olabilir? Kürt kelimesini telaffuz etmeyen Gülen Cemaatinin Dünya TV gibi bir televizyon kurarak Kürtçe yayına başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cemaatin çeşitli vesilelerle yaptığı çıkışlar neticesinde sorunun ya da çözümün taraflarından biri olduğunu deklare etmeye çalıştığı söylenebilir mi?
Gülen Cemaati uzayda yaşayan bir varlık değil, Türkiye’nin ortalamasında olan biten onları da etkiliyor. Eskiden Türk milleti Kürt meselesinde (ve daha başka pek çok meselede) kör cahildi; şimdi az da olsa bir uyanış var. Cemaatin de buna paralel olarak akıllanmasını normal görmek lazım. Olumlu bir gelişmedir. Keşki daha cesur olabilseler.
8- Son dönemde Cemaate yakın medya kuruluşları, STK’lar ve cemaate paralellik gösteren siyasi partiler ile PKK’ye yakın siyasi oluşumlar arasında kavga sınırlarına varan bir gerginlik söz konusu. Bu tartışmayı nasıl görmeliyiz? Bu tartışmaların bir şifresi var mı?
Klasik devlet politikalarıyla bölgeyi yönetme girişimi fiyaskoyla sonuçlanmıştır. AKP dışındaki Türk siyasi partileri bölgede etkisizdir. AKP de sanırım ancak devlet fonlarının dağıtıcısı kimliğiyle ayakta durabiliyor; gerçek bir sadakat duygusuna hitap edemiyor. Bu durumda Türk tarafının tek umudu, Gülen hareketi gibi İslami inancı pragmatik bir örgütçülük anlayışıyla birleştiren bir sivil teşkilatlanma olabilir. Başarılı olur olmaz, bilmiyorum, ama en azından denemeye değer bir alternatiftir.
Türk tarafı için umut olan öbür tarafa tehdit olarak yansır tabii. PKK tarafı Kürt illerindeki iktidar mücadelesinde Gülen cemaati gibi bir siyasi oluşumun, mesela ipliği pazara çıkmış bir TSK’dan veya sefilleri oynayan CHP’den veya MHP’den daha ciddi ve etkili bir rakip olabileceğini gördüğü için mücadeleyi tırmandırıyor olabilir.
9- Kürt Sorununda Cemaat ve Kürt siyaseti arasında sorunun çözümü yönünde bir yakınlaşma olabilir mi? Böyle bir yakınlaşma olması halinde örgütlü ve disiplinli hiyerarşik bir yapıya sahip her iki oluşum, yakınlaşmanın gerekçelerini tabanlarına ve Türkiye kamuoyuna açıklayabilirler mi?
“Yakınlaşma” değil “paylaşım” veya “paslaşma” diyelim isterseniz. Neden olmasın? Bence son derece akılcı bir yaklaşım olur. Her iki tarafı da tatmin edecek sonuçlar verebilir. Kendi tabanlarını ikna etmekte zorluk çekmezler. “Örgütlü ve disiplinli hiyerarşik yapı” zaten o demek.
Türkiye kamuoyu ise kıvraktır, istedikten sonra üç günde döner, merak etmeyin.
10-Kürt Sorununun çözülmeleri halinde önümüzdeki dönemlerde halkların birbirlerine karşı toplu bir kalkışması olabilir mi?
Sanmam. Öyle bir atmosfer yok, öyle bir gereklilik de yok. Batıda son yıllarda sivil Kürtlere karşı girişilen saldırıların bir merkezden yönetildiğini, ya da yönetilmese bile yerel vakaları medyada şişirerek bir panik ortamı yaratmaya çalışıldığını sanıyorum. Bu çabaların sonuç getireceğini tahmin etmem. Halk durduk yerde kalkışmaz. Birilerinin bunu örgütlemesi lazım. Bunun da kime ne getirisi olabilir, kestiremiyorum.
Doğrusunu isterseniz ben batıdaki Kürtlere oranla doğudaki Türklerin uzun vadede daha riskli durumda olabileceğini düşünüyorum.
11-Son dönemlerde liberal aydın kesimin Başbakanın çeşitli söylemleri nedeniyle Başbakana karşı sert eleştiriler yönelttiği görülüyor. Liberal aydınların Başbakana sundukları desteği çektiklerini söyleyebilir miyiz?
“Liberal aydın” dedikleriniz sen ben bizim oğlan. Bunların eti ne budu ne ki başbakana “destek” versinler, ya da desteklerini çekip memleketi titretsinler. Çekseler ne olur? Cihangir’le Etiler’de otuz bin oy, o kadar.
12-Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu tutuklamalarını, tutuklamalar sonrası Başbakanın söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zulüm, aczin ikiz kardeşidir. Bence bu tutuklamalar gücün değil, panik ve çaresizliğin eseridir. Aklı başında bir hükümetin yapacağı iş değil; hükümet üyelerinin söylemleri de köşeye sıkışmış yalancı pehlivan dövünmesinden farksız. Dileyelim ki daha fazla köşeye sıkışmasınlar, hatadan dönecek güveni bulsunlar, daha beter hatalar yapmasınlar.
Büşra Hanımın da, Ragıp Ağabeyin de hapishane deneyimini bir yaşam zenginliğine dönüştüreceklerinden kuşkum yok. İkisi de son derece değerli insanlardır. Kokuşmuş bir yargı sisteminin boyun eğdirebileceği insanlar değil. Kendilerine buradan sevgilerimi iletiyorum.
http://nisanyan1.blogspot.com/2011/11/dogu-cephesinde-son-durum.html
Silahlı Mücadele Dönemi Bitti Mi?
Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden sonra sık sık gündeme gelen “silah bırakma” tartışmaları, Mesud Berzani’nin Türkiye ziyaretinde de gündemin en önemli maddesi oldu.
Berzani’nin sıklıkla dillendirdiği “silahla bu iş çözülmez”, “silah çağı geride kaldı”, “bu dönemden sonra silahla bir yere varılmaz” açıklamaları, Kuzey’de farklı aynı zamanda karşıt iki anlayışın, ‘silahlı mücadele dönemi bitti mi, bitmedi mi’ tartışmalarını beraberinde getiriyor.
Bu tartışmalarda karşıt olan iki anlayışın da hem yanlış olduğunun hem de doğru olduğunun ortaya konulması mümkündür ve neredeyse eşit oranda haklı gerekçelerle…
Karşıt iki düşüncenin hem yanlış hem de doğru olabileceğini söylemek bir paradoksa işaret etmektedir; temel bir ayırımı yapmadığımız sürece de bu paradokstan kurtulma şansımız yoktur.
Bu temel ayırım, PKK ile ulusal mücadele arasındaki farkta yapılmalıdır. Bu ayırım yapıldığında yaşanan kargaşadan kurtulma olanağımız doğar ve kimin neyi, niçin savunduğu da açıklığa kavuşur.
1- Silahlı mücadele yanlıştır; çünkü PKK’nin talepleri silahlı mücadeleyi gerektirmiyor! Dahası ulusal hiçbir talebi olmayan PKK, verdiği silahlı mücadeleyle Kürdistan’daki ulusal potansiyeli eritiyor ve sömürgecilerin Kürdistan’da yaptığı baskı ve katliamlara zemin hazırladığı gibi dünya kamuoyunda da onlara meşruiyet kazandırıyor. Ulusal talepleri bir kişinin isteklerine (Öcalan’ın özgürlüğüne) feda eden PKK, bu bireysel amaç için Kürd gençlerini ölüme göndererek Kürdlerin ulusal enerjisini/potansiyelini tüketmektedir.
Mademki ulusal bir talebi yok, o zaman neden Kürd gençleri ölmeye devam etsin?
2- Silahlı mücadele gereklidir; dört parçaya bölünmüş ve halen üç parçası fiilen işgal atında olan bir ülkede “silahlı mücadele dönemi bitmiştir” demek, işgali meşrulaştırarak kalıcı kılmak demektir. İşgalci devletler her yıl milyarlarca dolarlık (Türkiye’nin son bir yıldaki askeri harcamaları 19,5 milyar dolar) silah yatırımı yaparken, ülkeleri işgal altında ve her türlü ulusal hakları gasp edilmiş olan Kürdlere “silah bırakın” demek akıl karı olmadığı gibi iyi niyetli de olamaz.
Dünyadaki gelişmeler yeni mücadele biçimleri için olanaklar yarattıysa da ve birçok silahsız mücadele biçimi için uygun koşullar mevcut olsa da, ulusal bağımsızlık elde edilinceye kadar silahlı mücadele de bu farklı mücadele araçlarından biri olmaya devam edecektir.
Aksi bir tutum ulusal haklardan vazgeçmek ve demokratikleşmeyle elde edilebilecek bireysel özgürlüklerle yetinmek anlamına geliyor.
‘Silahlı mücadele yanlıştır’ diyenler, samimi, hümanist ve iyi niyetli olsalar da, bu tutumlarıyla devlet politikalarına hizmet ettikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Kuzey’de Kürdler adına politika yapanlar, PKK ile Kürdler ayırımını yapmadan, ‘silahlı mücadele dönemi bitmiştir’ genellemesini yaptıklarında, PKK’den farklı olsalar da ve talepleri kısmen ulusal bir nitelik taşısa da, bu tutum, onların çatışmasız/silahsız bir entegrasyonu savunduğunun açık bir göstergesidir.
Bu kategoride yer alanlar silahlı mücadele noktasında PKK’den ne kadar uzak olsalar, entegrasyon konusunda da o kadar yakın ve ortaktırlar. Farklılıkları düşünsel değil, sadece yönteme dairdir. Bu nedenle olacak ki, silahlı ve silahsız entegrasyoncuların çelişkileri ne kadar keskin olursa olsun kritik zamanlarda yolları kesişebiliyor.
Kuzey’li Kürd örgütlerin dönem dönem referans gösterdiği Berzani’nin “silahlı mücadeleye” dair açıklamaları bu noktada önem kazanıyor ve üzerinde durulmayı gerektiriyor.
Berzani, her ne kadar silahlı mücadele biçiminin miadını doldurduğunu söylese de, bunun genel geçer ve kalıcı bir anlayışı olmadığına, en önemlisi de entegrasyonu öngören bir anlayışa sahip olmadığına dair birçok belirti var.
Birincisi;
Berzani’nin bir devlet Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarda silahlı mücadele yerine barışçıl yöntemlere vurgu yapması uluslararası hukuksal konumu gereğidir.
İkincisi;
a- Berzani’nin, “Irak’ta yaşanan kargaşa çözülmezse ve Kürdlerin varlığına/haklarına saygı duyulmasa gerekeni yaparız” açıklaması;
b- Koparılmış bölgeler konusundaki hassasiyeti ve yaşanan krizlerde Pêşmerge’nin gerektiğinde olaylara müdahale etmesi;
c- TC’nin Güney’i işgal senaryoları her gündeme geldiğinde Berzani’nin net tutumu ve tepkisi;
d- En nemlisi de Berzani’nin, ‘devlet doğal hakkımızdır’a ısrarla vurgu yapması, dört parça ve dört parçanın birleşmesi gerektiğine dair açıklamaları, silahlı mücadele/direnme seçeneğini tamamıyla dıştalamadığını gösteriyor.
Berzani’nin tutumunu; ‘mevcut koşullar Kürdlerin lehinedir, şimdiye dek ihmal ettiğimiz diplomasiyle çok şey elde edebiliriz. Ulusal haklarda ısrar ettiğimizde zaten işgalci devletlerle zorunlu olarak karşı karşıya geleceğiz. Çatışmak zorunda kaldığımızda haklı olduğumuz bütün dünya tarafından görülmelidir. Bu nedenle silahlı mücadele en son başvurulması gereken bir araçtır’ şeklinde okumak mümkündür.
Berzani’nin anlayışında, “silahlı mücadele” mutlak olarak ret edilmiyor ve bir seçenek olarak her zaman gerekli olabileceğini öngörüyor.
Bu nedenle ‘silahlı mücadele dönemi bitti’ diyenlerin Berzani’yi referans göstermesi ve onun gölgesine sığınması, ortak bir söyleme sahip oldukları anlamına gelmiyor.
Başta Amerika olmak üzere Emperyalist devletlerin hâlâ fiili işgallere başvurduğu; yerel sömürgeci devletlerin işgal ordularını her geçen gün daha da güçlendirerek Kürdistan’a saldırttığı bir dönemde, Kürdlere, “silahla hak arama dönemi bitmiştir” telkininde bulunmanın ne siyasi ne de ahlaki açıdan haklı bir gerekçesi olamaz.
Aynı şekilde, PKK’nin misyonu, talepleri, karanlık bağlantıları ve Kürdistan’da yarattığı bunca tahribata rağmen, mevcut konumuyla varlığını sürdürmesini ve silahta ısrar etmesini savunmanın da siyasi ve ahlaki açıdan haklı bir gerekçesi olamaz.
Herkesin çok net olarak, neden silahlı mücadelenin gerekli veya gereksiz olduğunu, PKK’ye dair düşünceleriyle birlikte açıklaması gerekiyor.
PKK’nin silah bırakması, Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadelenin mutlak şekilde biteceği anlamına gelmiyor/gelemez. Çünkü Ulusal Sorun çözülmediği sürece Kürdler, (geçmişte olduğu gibi belli dönemlerde sessizliğe bürünseler de) silahlı mücadeleye başvurmak zorunda kalacaklardır.
PKK’nin silah bırakması demek, hem legal hem de illegal alanda ulusal talepli yeni bir mücadelenin devreye girmesi demektir. Devreye girecek yeni mücadelenin, PKK’nin şu andaki mücadelesinden her açıdan çok daha sağlıklı ve Kürdlerin lehine olacağı açıktır. Bu gerçekliği hem PKK hem de devlet çok iyi bilmekteler ve sürdürülen pazarlıklarda bu gerçeklik her zaman taraflarca dikkate alınmaktadır.
Bazı PKK/BDP yöneticilerinin “fırtına çocuklar” şantajı, ‘bizimle uzlaşmasanız çok şey kaybedersiniz ve Kürdlerin ayrılmasının önüne geçemezsiniz’ mesajları, PKK’den sonraki sürecin neler getirebileceğine dair ipuçları vermektedir.
Aynı şekilde bizzat Öcalan’ın itiraf ettiği ve KCK İddianamesine de yansıyan İmralı görüşmelerinde de bu kaygı açıkça görülmektedir.
İmralı’da Öcalan ile görüşen komisyona Öcalan’ın, “Tüm silahlı birliklerini Güney Kürdistan’a çekme” teklifine karşılık devlet yetkililerinin, “500 militan Türkiye’de kalsın” isteği de, PKK sonrası dönemde devletin korkularını göstermektedir.
Devletin, “500 Militan kalsın” gerekçesine bakıldığında, “Türkiye sınırlarının tamamını silahlı PKK militanlarından arındırırsak bu bölgeler diğer terör örgütleri tarafından ele geçirilebilir ve bölgenin kontrol edilmesi olanaksızlaşır” her şey çok nettir.
Devlet, PKK’nin varlığını ve silahlı mücadelesini bir güvence olarak görmektedir ve en büyük kaygısı da PKK sonrasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak silahlı bir ulusal harekettir.
PKK ve devletin buradaki ortak kaygısı, diğer konulardaki ortaklıklarının doğal bir bir yansımasıdır.
PKK’nin silahlı varlığından yana olanlar, (bilerek veya bilmeyerek) PKK ile birlikte devletin kaygılarının sözcülüğünü yapıyorlar demek, haksızlık ve ağır bir itham olmasa gerek…
Berzan BOTÎ
http://www.nasname.com/Yazarlar/bboti/10779.html
‘Ben de aklıma gelse dağa çıkardım’
Başbakan Yardımcısı Arınç, ”Bir BDP’li kadın milletvekiline çok kızıyordum ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim. Genç kızken Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım” dedi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, katıldığı bir televizyon programında, Rakel Dink’in, Dink’in cenazesindeki ”Bir çocuktan, bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekiyor” sözlerini anımsatarak şunları kaydetti:
”İşte Abdullah Öcalan da aynen öyle, belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş, sevk edilmiş, içinde MİT’in parmağı da olabilecek şekilde, başkalarının da desteklemesi suretiyle şimdi İmralı’da, 11-12 seneden beri tecrit halinde yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu, bir gençliği var. Türkiye’de yaşayıp da idam sehpasına gidenlerin, Hüseyin İnanlar ile Yusuf Aslanlar ile pek çoğuyla tarihte yolu kesişmiş bir insan olarak söylüyorum, Kürtlüğü inkar ederseniz, senin dilin yoktur derseniz, var diyenlere de cezaevi yoluna gösterirseniz bu işin çözümü olmaz.
Ben bir BDP’li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım. Çünkü Diyarbakır’dan cezaevinden çıkanların yarısından fazlası dağa gitti, yarısından fazlası da dağdakilere övgüler düzüyor. İnsanlara zulmederseniz, haksızlık, fena muamele yaparsanız bunun karşılığı sabır gösterenler de reddedenler de bunun hesabını sormaya kalkanlar da olabilir.
Biz Türkiye’de, ‘Ben Kürdüm’ diyen insanın rahatlıkla bunu söyleyebileceğini çünkü bu ülkede bin yıldır Kürtlerin var olduğunu, onlarla müşterek bir tarihimiz ve kaderimiz olduğunu, Cumhuriyeti birlikte kurduğumuzu söylüyoruz. Bu AK Parti’nin başarısıdır.”
‘YASAĞI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUM’
Arınç, şöyle devam etti:
”Ümit ediyorum ki arkadan gelecek çok değerli insanlar var. Parti içinde çok deneyimli arkadaşlarımız var. Onlar AK Parti’nin başarılarını bundan sonra da devam ettirecekler. Gözüm arkada değil, Allah ömür verirse, bu dönemin sonunda siyasi hayata en azından bir mola verme ihtiyacını hissediyorum. Milletvekilliği veya belediye başkanlığı noktasında hiçbir görevi kabul etmeyeceğimi ifade ettim. Eğer izin verirlerse, partide de genel merkezde de taşra teşkilatında hiçbir görev almam. Buna ihtiyacım var. Başkalarının da ihtiyacı olduğu gibi. AK Parti Türkiye’de her zaman başa güreşecek, iktidar olacak. Şahıslara bağlı bir siyaset anlayışını bir kenara koymamız lazım. Gelenler, inşallah gidenlerden daha başarılı olacak.
Türkiye’de siyasetin yozlaşmasının veya siyaset kurumunun giderek güçsüzleşmesinin arkasında lider sultası var, parti içi demokrasinin olmayışı var. Lider ve çevresindekilerin, partiye hakim olması ve başkalarına bu alanı boş bırakmamak gibi bir kaygıları var. Hele bir uygulayalım bakalım. Bakarsınız ileride böyle bir şey doğru değilmiş, çok faydasını görmedik diyenler, daha sonraki dönemlerde başlarının çaresine baksınlar. Ama biz Allah kısmet ederse, ömrümüz de olursa 2015 seçimlerinde en azından ara vermek gibi bir ihtiyacı hissediyorum.”
http://www.ntvmsnbc.com/id/25406581/
”Arınç’ın sözlerini önemsiyorum”
BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, BDP’li bir kadın milletvekiline atfen söylediği sözlere ilişkin, ”Bu açıklamayı önemsiyorum. Biz, haklıya haklı, haksıza haksız demek durumundayız” diye konuştu.
Bülent Arınç’ın, BDP’li bir kadın milletvekiline atfen söylediği ”Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış, o kadar zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım” sözlere ilişkin, ”Bu açıklamayı önemsiyorum. Biz, haklıya haklı, haksıza haksız demek durumundayız” dedi.
BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, BDP Bursa il örgütünün açlık grevleri sırasında AKP Yıldırım İlçe Başkanlığı’na siyah çelenk bırakmak istemesiyle gelişen olayları hatırlattı.
BDP’nin tek başına düzenlediği ya da bileşeni olarak yer aldığı her etkinlikte senaryonun hiç değişmediğini öne süren Binici, ”Bursa’da Kürtlere ve partimize karşı başlatılan ırkçı ve faşist saldırıların bununla sınırlı kalmayacağı anlaşılmaktadır” dedi.
Bursa’a çıkan bu olaylarla bağlantılı BDP PM Üyesi Ayla Yıldırım, Bursa İl Başkanı Mehmet Dilek, il yöneticisi Halil Bozbey ve Yıldırım İlçe Başkanı Nuri Baygındır’ın bir kaç gün önce emniyete çağrıldığını aktaran Binici, ”İnandıkları doğrularla siyaset yapmaya çalışan yönetici arkadaşlarımızın bu olay nedeniyle ve üzerinden geçen bunca zamana rağmen emniyete çağrılmalarını oldukça manidar buluyorum. Bu kişilerin suçlanırcasına emniyete çağrılmasını, partimize uygulanan siyasi operasyonların bir parçası olarak görüyoruz” diye konuştu.
Binici, bir gazetecinin sorusu üzerine, Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, bir BDP’li kadın milletvekiline atfen ”Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım” sözlerine ilişkin, ”Bu açıklamayı önemsiyorum. Biz, haklıya haklı, haksıza haksız demek durumundayız” diye konuştu.
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=386126&kn=6&ka=4&kb=6