Soma Holding’in Maslak’ta diktiği gökdelen, Spine Tower
Çarpıcı mimarisi, uçsuz bucaksız manzarası, ayrıcalıklı hizmetten ödün vermeyen tarzı ile Spine; İstanbul Maslak’ta vücut buluyor.
Konforun güvenlikle bütünleştiği, estetiğin teknolojiyle canlandığı, hız ve rahatlığın birlikte düşünüldüğü yeni bir yaşam biçimi öneriyor.
Spine’da yaşam, doğal ortamda spor ve dinlenme alanlarıyla, spa ve kapalı yüzme havuzuyla, kardiyo ve fitness merkeziyle, alışveriş ve yeme-içme mekanlarıyla, gurme restoran ve kafe alanlarıyla bir bütünlük içinde planlanmıştır.
Saraylar neyin üzerinde yükselir?
Başbakan’ın Soma’ya gelişiyle ilgili olağanüstü tedbirler.
Bir yerde kurtarma ekibinden çok koruma ekibi varsa ve protestoda bulunan Somalılar Başbakanın müsteşarları tarafından tekmeleniyorsa orada söz bitmiştir.
Söz bitmiş, eylem başlamıştır. Somalılar, Başbakanı böyle uğurladı:
Ezgi Başaran’ın şu yazısını okuyunuz: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/soma_katliaminin_sebebini_madde_madde_acikliyorum-1192144













en güzel yazılarından biri kanımca agabey.kısa öz ve etkili…
Gün abi çok çarpıcı olmuş , harika.
sozun bittigi yer.
Olay cok aci..
Siyasetde batsin güzel sözlerde..
Her şey ne kadar da “olağan”…değil mi? Başbakan nerdeyse ; “Fatiha da okuduk, Allah rahmet eylesin…daha ne yapalım?” modunda şeyler söylüyor.
Başbakan, üstüne düşeni yapıyor. Devletin bekaası için, bir noktadan sonra her şey teferruat…Temsilcisi olduğu sınıfın çıkarı neyi gerektiriyorsa, onu yerine getiriyor…Dahası, o cenahtakiler, devletin dininin gereğini yapıyor. Malum afyon hikayesi…
Bu noktadan sonra söylenecek fazla bir şey de yok aslında…Naciye arkadaşın dediği gibi ” sözün bittiği yer”… BENZERİ HER DURUMDA OLDUĞU GİBİ, RUTİN BİR ŞEKİLDE MÜZİĞİN HÜZNÜNE SIĞINMAK…(bunun için önerim de hazırdı ya, neyse..) Ama bu kez biraz uzunca dertleşme ihtiyacı duygusuyla başedemiyorum. umarım kimse kusura bakmaz, sözü fazla sarfettiğim için. içimden geldiği gibi yazacağım, biraz savruk olsa da…Hem zaten bazı yazar arkadaşlar, din konusunda içlerini dökmekteyken, bu vesileyle bana da bir kaç kelam etmek farz göründü…
Peki biz ne yapıyoruz? Her şeyimiz ne kadar da olağan seyrediyor: Basın açıklamaları, sessiz yürüyüşler ya da alışıldık sloganlar dışında bir şey yapılıyor mu? Ben mi yanılıyorum, acaba…Bütün sözler, eylemler… ne kadar da “rutin”e uygun….
işin özü, bence…duygu kitlenmesi yaşıyor olmamız. Hiç bir duygudaşlık belirtisi görüyor musunuz? Ağlayan bu kadınların, çocukların acısını ne kadar gerçekten hissedebiliyoruz? NE KADAR BU DERİN ACIYLA EMPATİ KURABİLİYORUZ? Bence hiç…
Bu duygusal kitlenmenin üç nedeni var bence;
ilki, kapitalizmin ruhumuzda oluşturduğu tahribat…ki yabancılaşma da deniyor. Artık bir insan gibi hissedemediğimiz gibi, sınıfdaşca da hissetmemiz kapitalizm sayesinde mümkün olamıyor, sakatlanmış iç dünyamızda…
İkincisi bu lanet olası kapitalizmin mülkiyet bekçisi olan devletin bizi soktuğu psikolojik cendere…”devletimiz gereğini yapar, endişeye mahal yok” durumu… ya da tersinden aynı şey: “muhalefet etmek için yakalanmış olan fırsatı değerlendirmek gerekir”…”iktidarda biz olsaydık, bakın bakalım, buna izin verir miydik” naraları…
Asıl vahim olansa, üçüncü neden bence…her durumu “açıklayan” rasyo-düşüncemiz…örneklerini bol bol medyada izlediğimiz “uzmanların konuşmaları… “güvenlik için filan, sağlık için falan, teknolojik olarak feşmekan önlemler için bizden öneriler alınmalıydı vb vb”…
PEKİ O GÖZYAŞLARINA ULAŞIYOR MU BÜTÜN BU ÇABALAR?
NE YAZIK Kİ RUTİNDEN ÖTEYE GİDEMİYOR HİÇ BİRİ…
DİN İSE BURADA SAHİCİ BİR ACIYI HİSSEDİŞİN NEDENİ OLABİLİYOR… mazlumları dininden söz ediyorum…mülksüzlerin…madendekilerin ya da onların bekleleylerin dininden… hani Marx ın ” bu kalpsiz dünyanın kalbi” dediği din… O rasyo-düşüncelerimizin dokunamadığı göz yaşlarına dokunan din.
“… işin özü, bence…duygu kitlenmesi yaşıyor olmamız. Hiç bir duygudaşlık belirtisi görüyor musunuz? Ağlayan bu kadınların, çocukların acısını ne kadar gerçekten hissedebiliyoruz? NE KADAR BU DERİN ACIYLA EMPATİ KURABİLİYORUZ? Bence hiç…”
Bir gerçeği ne kadar da acımasızca suratımıza çarpıveriyorsun!
Haklısın… “İnsanlıktan çıkmışız!” Çıkmamış olsaydık eğer milyonlarca insan her şeyi unutup, hiç bir şeyi umursamadan kalkar, Soma’ya giderdik… Gitmedik… Hani çok şeyi okumuş, “tarihsel süreçleri” analiz etmişiz ya… Olur böyle şeyler! Olmuş böyle şeyler! Ya da işçi sınıfı, emekçilere yapılan zulümler üzerine sıkı bir nutuk atar, görevimizi yerine getiririz!
Yazık ki haklısın… İnsanlıktan çıkmışız! Ama… Burada konuşanlar belki bu “çıkışın” kıyısında hemen. Direnenler… Çıkmışsa bile hemen dokunma uzaklığında, tutunmak istiyorlar! Çıkmış olma hali ancak yakından bakınca anlaşılacak… Neden bu kadar yakından bakıyorsun!
Öyle korkunç bir dünyada yaşıyoruz ki; binlerce yıldır cinayetler sistemine karşı isyan etmesine karşın sağ kalan, kendini bir şekilde öldürtememiş olanlar da bu “kirlenmeden, yabancılaşmadan” paylarını almak zorunda!
“Eski solcular…” Bir çoğu nasıl da kirlenmiş… Kendini öldürtmeyi başaranlar hala tertemiz!
Gün Z. kim bilir kaç kez denemiş, zorlamış… Sağ kalmamak için uğraşmış. Ben de gençken, bu yabancılaşma hastalığına yakalanmadan iki kez denemiştim!
Ve duygularım kilitli… Belki de kilitli olmak zorunda! Kendimi öldürtmek için o eski cesareti mi kaybettim; yoksa artık yeryüzünde (en azından şu sıralar) uğrunda ölmeye değer bir şey mi kalmadı?
Yine de böyle zamanların, bir “yabancılaşma duygusuna” ait “patolojiyi” taşıyarak da olsa, “insanlıktan çıkmama” çabası adına, “doğru” bir “yerde” bulunduğumuzu kanıtladığını düşünüyorum…
“Suç ortağı” değiliz! Bu cinayetlerin yüreğimizde yaratması gereken isyan duygusunu kaybetmiş olmak büyük bir eksiklik olsa da, burada okuyan, yazanların çoğunun kapitalizmin cinayetlerine “suç ortağı” olmamak için çırpındığını da görmezden gelemeyiz…
bütün devlet ve iktidarlar sermaye hizmetkarı olup emek,işçi ve doğa katilidirler.bunların yaşandığı sistem gayrımeşrudur
A ZGIN K APİTALİST P ARTİNİN kanlı kömürleri ama hala
“ak” oyları! Bu’mudur yoksa?
“TÜRKİYE madenlerde ölümlerde dünya sıralamasının en üst sıralarında yer alıyor. Dünyanın ilk iki büyük kömür üreticisi olan Çin ve ABD’de meydana gelen maden kazaları incelendiğinde taş kömürü için milyon ton üretim başına ölüm oranlarının Türkiye’den düşük olduğu görülüyor. 2008 yılında, Çin’de milyon ton başına düşen ölüm sayısı 1.27 iken, aynı oranın Türkiye’de 5 kat daha fazla olması dikkat çekiyor.
…. Türkiye’de yüz milyon ton üretimde 2000 yılında 710 kişi ölürken, 100 milyon ton başına ölen madrenciler 2008 yılında 722 kişiye çıktı… Çin’de yüz milyon ton üretim başına düşen ölüm oranları 2000-2008 yılları arasında 150 ile 411 kişi arasında, aynı dönemde ABD’de ise 1 ile 6 kişi arasında arasında değişiyor.
…… Almanya dünyanın en büyük kömür üreticisi. Ülkede 2.5 milyar ton taş kömürü ve 40.5 milyar ton linyit rezervi bulunuyor.
Almanya’da bile ‘maden’ gibi hassas bir konu tamamı ile devlet kontrolündeyken
Türkiye madenleri 2004 yılından itibaren taşeronlara açılıyor ve ölümler 3 kata kadar artıyor. Sonrasında ise işçi ölümleri artıyor.
… ALMANYA’DA 40 YILDA SIFIR ÖLÜM
Almanya madenlerinde 2013 Ekim ayına kadar 40 yıllık süre zarfında hiç ölüm meydana gelmiyor…İşte dünyanın en büyük kömür üreticisi Almanya ile Türkiye arasındaki ölüm istatistiği:
DEMEK Kİ, “BU İŞİN FITRATI”, ALMANYA, ABD İÇİN AYNI DEĞİLMİŞ!
1983-2003 ÖLÜMLER TOPLAMI… 538
2003-2014 (+ SOMA CİNAYETLERİ…) 1000 KİŞİYİ GEÇİYOR…
bu hesapla (10 YILDA 20 YILIN İKİ YANİ) DÖRT KATI…
son iki on yılı karşılaştıralım…
1994-2004…….. 76
ve 2004-2014… 1000 den çok…
Çok açık… Demek ki bu ölümlerin yoğunluğu, madencilik işi “Fıtratına” değil, İktidara aitmiş!
***
Bu olgu da “hayatın diyalektiği” mi? Oy devşirmek için dağıtılan kömürü ucuza mal etmenin böyle bir bedeli mi varmış?
5-6 kat ucuza mal edilen kömür, madenci ölümlerini de 5-6 kat artırıyormuş! Bu olgu da “madenciliğin fıtratını” değil, İktidarın “Fıtratını” kanıtlıyor… “Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan, 2012 yılında Hürriyet Gazetesine verdiği bir röportajda, TKİ’nin 130-140 dolara mal ettiği kömürün tonunu 23.8 dolar maliyetle çıkardıklarını, özel sektörün çalışma tarzıyla düşürdüklerini söylemişti. Açıklamasında, “TKİ, Soma’da kömürü kendisi çıkarırken tonunu 130-140 dolara mal ediyordu. Biz ihaleye girip, tonunu TKİ’ye rödovans payı dahil 23.80 dolara çıkarma taahhüdü verdik” diyen Gürkan…”
Şirketin, cinayetlerin arkasında durmalarının nedenleri anlaşılıyor ama bu “kirli ilişkiyi” kanıtlamak da gazetecilere düşüyor.. Hala kaldıysa elbette..
Ekleme… Önceki yorumda “Almanya ile Türkiye arasındaki ölüm istatistiği:” sonrası eklenmiş kısım “resim” şeklinde olduğu için çıkmamış. Bu tabloda her yıla ait istatistikler, son 30 yıl içinde Almanya ile Türkiye’deki “ölümlü maden kazalarına” ait rakamlar verilmiş.
Burada, 1983-2013 “kazaları” karşılaştırmasında Almanya’da yalnızca 2013 de 3 ölüm var. 1983-2012 sıfır görünüyor. Gazetelerde bulunabilecek bu tablo üzerinden rakamlar toplanmış, karşılaştırma yapılmıştır.
O. Gürsel arkadaş, cesaretlendirici ifadelerin için çok teşekkür ediyorum. kendimi ifadede genellikle başarısızımdır. ama konu önemli, diye düşünüyorum…
,ideolojilerimizin, acının sahiciliğine engel hale gelmesi gibi bir yabancılaşmaya ne kadar dikkat çeksek, yeridir. ACIDA KİMLİK BULAN “MAZOHİSTLER” OLmayalım, eyvallah… ama acıyı (ya da yerine göre sevinci) sahiden hissetmeden, olayın kuramını oluşturmak ne-mümkün, bence…
insanlığımızı hatırlamak, bu iki özelliğimizin biri birini desteklemesiyle olabilecek bişey, desem…acaba ne düşünürsün?
Acımız çok büyük ama insanların bu sisteme başkaldırışları dogayla bir bütün içinde yaşamak istemeleri umut vericidir
çok büyük bir acı. peki elimizden ne geliyor? çalışanlar acaba kendi iş yerlerindeki ihmallerle başa çıkabiliyorlar mı?? bu sadece patronlara karşı kendi hakkını korumak, maaş istemek, çalışma saatleri derdi ile ilgili değil, etkin olduğu bir alanda bilerek eksik bırakılanların kavgasını verebilmek ne kadar mümkün oluyor? elzem olan, yani hayat kurtarıcı öğeler maliyet hesapları ile budanıyor, göstermelik hale getiriliyorsa – denetim mekanizmaları para ile yolunu buluyorsa – ödenebilecek “daha ucuz” cezalar ve kurulum maliyetlerinin kıyaslaması yapılıp kararlar ona göre veriliyorsa?! sonra tabii, el fatiha!
12 nolu yorumcu CO2ye tumuyle katiliyorum. Dogru noktayi vurmus. Isyerlerinde yalnizca kendine saldirilinca, az maas alinca, isten atilinca, toplu sozlesme olunca reaksiyon gosterecek yapilar degil, isyerinin tumunu denetleyecek, isin yapilis bicimine de mudahale edecek isyeri birlikleri gerek.
“beni kör kuyularda, merdivensiz bırakın
denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
öylesine yıktın ki, bütün inançlarımı
beni bensiz bıraktın, beni sensiz bıraktın…” bekir ünlüataer yorumu bence duruma uyuyor….
O kulenin adı “Spine Tower” yani “Omurga Kulesi” ! İnsanoğlu kendinde olmayan birşeyi kendini tanımlarken kullanmaya bayılır…Onlarda omurga olsaydı başlarını önlerine eğer , ardından da “Suçumuzu kabul ediyor ve teslim oluyoruz.” derlerdi !!!!
Ölmekte olan arkadaşının soluk alamayışını duyarken, ne hisseder bir insan acaba. En son gözünün önüne gelen evinin bahçesi ve sevdikleri mi olur insanın acaba. Bunları düşünüp duruyorum. Peki, böyle içten-içe yanan kömürü nasıl olur da “farketmezler. Böylesi can acıtan bir durum…