Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Yakalandığı Amansız Hastalıktan kurtulamayarak…

Direnişler, Siyasi Tahlil, Totaliter Devletçilik-otoriter Devletçilik

 

 

Bu tür ölüm ilanlarına sık sık rastlarız: “Yakalandığı amansız bir hastalıktan kurtulamayarak…”

Gerisini okumaya bile gerek duymayız. Kaçınılmaz son gelip çatmıştır o hasta için.

Bugünkü otoriter diktatörlüğün temsilcisi AKP’nin de böyle bir amansız hastalıktan rahatsız olduğunu saptayabiliriz. Bu hastalığın adı iktidar hastalığıdır. Duruma acilen müdahale edilmezse hastayı ölüme götüreceği kesindir.

Batıdaki demokratik diktatörlüklerde (her iktidar bir diktatörlük olduğuna göre bunu kullanmakta bir sakınca yok) iktidar hastalığının çaresi kısmen bulunmuştur. Bu hastalığa kapılan parti ya da olmadı lider acilen değiştirilir ve iktidar kendini iktidar hastalığına kapılmış olanlardan temizleyerek hayatına uzunca bir süre devam eder.

Örneğin, 1990 yılı başında İngiltere’ye gittiğimde böyle bir durum vardı. Muhafazakâr Parti’nin “Demir Leydi” lakaplı lideri Margarete Teatcher’ın İngiltere halkıyla başı, Poll Tax vergisi yüzünden belaya girmişti. On beş yıllık iktidarı sırasında doğal olarak iktidar hastalığına kapılmış olan Teatcher, “kelle vergisi” denen adaletsiz uygulamayı Britanyalılara zorla dayatacağını sanmıştı. 1990 yılının Şubat ayında, Londra’nın Trafalgar Meydanı’ndaki “Riot”, Muhafazakârlara durumun hiç de sandıkları gibi olmadığını gösterdi. Eğer yakında seçim olsaydı kaybedeceklerini anlamışlardı. Kaybetmeyecek olsalardı bile değişmezdi. Toplumun nefreti Margarete Teatcher’in üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu durumda Muhafazakârlar, hep birlikte batmak yerine Teatcher’i geminin bordasından atmayı tercih ettiler. Böylece hem sistemi, hem de partilerini bir süreliğine kurtarmış oldular. Bunun amansız iktidar hastalığına karşı acil bir operasyon olduğunu söyleyebiliriz.

Batının demokratik diktatörlüklerinde bu tür mekanizmalar işler. Zaten sistemin kendisi bu tür mekanizmalar sayesinde ayakta kalır ve kendini idame ettirir. Fakat seçime dayalı otoriter diktatörlüklerde bu tür mekanizmalar çok zayıftır; totaliter diktatörlüklerde ise hiç yoktur.

Bugün Türkiye’de görüleceği gibi, iktidar hastalığından muzdarip AKP’nin, yakın bir gelecekte parlamento seçimleri yoluyla yıkılması şansı çok azdır. Margarete Teatcher örneğinde olduğu gibi, iktidar hastalığının baş temsilcisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partinin başından ve dolayısıyla başbakanlıktan alınması ihtimali ise hiç yoktur. Türkiye’de herhangi bir partinin başına geçen liderin değiştirilebilmesi neredeyse imkânsız gibi bir şeydir. Hele hele iktidardaki bir partinin. Bu yüzden Teatcher örneği de geçersizdir.

Fakat görüyoruz ki, iktidar hastalığı yayılmış ve hastalık gerçekten ölümcül. Yani aslında hastaya şimdiden kısa ya da orta vadede öleceği gözüyle bakabiliriz. Fakat şu işe bakın ki, bu ölümü tam bir çöküşle gerçekleştirecek aşağıdan halk ayaklanması da yeteri güçte değil.

Bu durumda ortaya tuhaf bir denge durumu çıkmaktadır. Hastanın durumu ölümcüldür, hatta ölüm trendine girmiştir ama vücut henüz ölüme direnecek kadar güçlüdür; hastayı acil bir operasyona götürecek bedensel mekanizmalar işlememektedir, bu yüzden hastanın operasyonla kurtulma şansı da yoktur; diğer yandan, hastayı kısa yoldan ölüme götürecek bedensel güçler o kadar büyümemiştir ve yeterince güçlenmemiştir. Bu durumda hastanın oldukça uzun ve acılı bir hastalık süreci yaşayacağını, aslında ölümü kaçınılmaz olduğu halde, bütün bedeni yıpratan bir direniş göstereceğini tahmin etmek zor değildir.

Metaforik anlatımdan sıyrılarak söyleyecek olursak, değişmez ve değiştirilemez başkanı Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP, kendisini istemeyen topluma karşı savaşarak iktidarını korumaya çalışacaktır. Sonuçta umutsuz bir çabadır bu ama AKP iktidarının ömrünü uzatmanın da bundan başka yolu yoktur.

Bazı arkadaşlar, AKP iktidarının bir iç savaş ruh halinde olduğunu ve bunu bilinçli olarak körüklediğini ileri sürüyor ve bunun altında ne gibi hinoğlu hince planlar var diye düşünüyorlar. AKP iktidarının bir iç savaş ruh hali içinde olduğu doğrudur ama bunun ardında derin planlar aramaya hiç gerek yoktur. Bu, iktidar hastalığına yakalanan iktidarların tipik tutumudur. İktidarını zırhlandır ve sana karşı yükselen toplumsal muhalefetle ölümüne bir savaşa gir. Seni ayakta tutacak tek şey budur. İşte bu yüzden umutsuzca savaşıyorlar. Bunun ardında büyük akıllar aramaya hiç gerek yoktur. Sıkışan tüm otoriter diktatörlükler topluma karşı umutsuz ve amansız bir savaş vermekten başka çare göremezler. Otoriter diktatörlüklerle demokratik diktatörlükler arasındaki en büyük fark da budur zaten. Demokratik diktatörlükler kendilerine yenileme mekanizmalarına sahip oldukları için uzun ömürlü olmuşlardır.

Buradan bir başka mevzuya daha geçmek istiyorum. Dikkat ederseniz, yukarıda AKP iktidarının topluma karşı savaşından söz ettim. Bazıları, %50 oy alan bir partiyi toplumdan kopuk bir azınlık diktatörlüğü gibi gösterdiğimi düşünebilirler. Böyle düşünmekle de pek hata etmiş olmazlar, çünkü AKP’nin %50 oyunun yapay bir çoğunluk olduğu ve toplumun gerçek aynası olmadığı kanısındayım. Hatta diyebilirim ki, bu %50, lunaparklardaki çarpıtma aynaları gibi, gerçek durumu çapıtmaktan başka bir işleve sahip değildir.

Şöyle söylersem daha iyi anlaşılır: AKP’ye oy veren %50 (hâlâ %50 mi, o belli değil tabii) gerçek anlamda AKP’li ya da AKP destekçisi değildir. Bu %50’nin %45’i, yönlendirilmiş, işinde gücünde kitlelerdir ve gerçek anlamda AKP’li oldukları bile söylenemez. Yarın öbürsü gün bir başka iktidar gücü çıksın, kolaylıkla onun peşine takılırlar. Öte yandan, AKP’nin karşısında yer alan diğer %50, toplum denen organizmanın bugünkü gerçek ruhunu ve özlemlerini temsil etmektedir. Bu kitlenin son derece heterojen istek, özlem ve duyguları, sonuçta toplum denen devasa bünyenin soluğunu oluşturmaktadır. Kısacası, toplumun tansiyonunu ve ana yönelimlerini ölçen esas alet sandık değil, sokaktır. İstediği kadar denizleri doldurarak gösteri alanları yapsın, istediği kadar ruhsuz Kazlıçeşme mitingleri düzenlesin, AKP, sokağın, yani aslında toplumun ruhuyla karşı karşıya gelmiştir ve zaten saldırganlığının esas sebebi de bunu içten içe bilmesi ya da en azından hissetmesidir.

Bundan sonraki yazıda, bugünkü durum itibariyle, toplumsal direniş ruhunun güçlü ve zayıf yanları üzerinde duracağım.

 

Gün Zileli

13 Eylül 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

13 Comments

  1. süreyya

    ancak bu noktada iyimser değilim

    @… ” iç savaş ruh halinde olduğunu ve bunu bilinçli olarak körüklediğini ileri sürüyor ve bunun altında ne gibi hinoğlu hince planlar var diye düşünüyorlar….” ” bunun ardında büyük akıllar aramaya hiç gerek yoktur…”

    küresel kapitalizm.. küresel ortaklık ve dahi küresel yararlılık politikaları ile sahnede (sahne arkasında) değilmidir

  2. süreyya

    iktidar hastalığı demokratik /totaliter
    dikta t ör’ lükler ve toplum hk. çok iyi tesbitler

    ancak bu noktada iyimser değilim

    @… ” iç savaş ruh halinde olduğunu ve bunu bilinçli olarak körüklediğini ileri sürüyor ve bunun altında ne gibi hinoğlu hince planlar var diye düşünüyorlar….” ” bunun ardında büyük akıllar aramaya hiç gerek yoktur…”

    küresel kapitalizm.. küresel ortaklık ve dahi küresel yararlılık politikaları ile sahnede (sahne arkasında) değilmidir

  3. Gün Zileli

    Onun üzerinde de bir başka yazıda dururum. AKP iktidarının durumu o alanda da pek parlak görünmüyor.

  4. İsmail Güner

    Günümüz küresel güçlerin piyonu AKP ve gelecekte onun benzeri iktidarların gidişatını en güzel bir şekilde tarif eden bir makale…

    Bilincine ve kalemine sağlık sayın Zileli.

  5. özgürlükçü

    hürriyete baş yazar olmaya göz kırpan bir makale daha zileliden şahsen beklediğim seviyede yazı olmuş.söylenmemiş bilinmeyen ne söyledi akp ye eski efendilerin muhalefeti seviyesinde sen çok kötüsün ama seni seçimle yenmeye aşmaya mümkün değil bu seviyedeki kötü diktatörlüğü senin seviyendeki alternatif özgürlükçü demokratik seçenekle aşamıyorsan sende onun gibi olmayasın.ne biçim anarşi bu makaleyi hürriyet ile sözcüye gönder seni baş yazar yaparlar tayip te tam istediğim muhalefet bunlar böyle dedikçe daha çok iktidar şansım var diyecektir bence zileli hürriyet radikal ve bilumum sistem gazetelerinde yazabilir eline hiç biri su dökemez

  6. Protagorassist

    Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına doğru gidiyor. Çok büyük bir olasılıkla başkanlık sistemine geçilemeyecek, partili cumhurbaşkanı olmayacak. AKP Erdoğan’sız yoluna devam edecek. Yani görüntü Turgut Özal-Anap gibi olacak. Eğer AKP’nin karşısına bugünkü muhalefetten daha özgürlükçü bir muhalefet çıkarsa AKP güç yitirir. Ama bugünkü muhalefetle AKP’nin güç yitireceğini düşünmek biraz hayal.

  7. Yusuf Öztaş

    Oy oranı şimdilerde yüzde 40 ın altına düşmüş olan AKP nin, kemikleşmiş bir oy tabanı yoktur…
    Eskiden Erbakan partilerine giden oyların az bir kısmı, merkez sağın önemli bir kısmı, sistemden memnun olmayan yoksul ve bilinçsiz bir kesim, dindar olan bir kesim, muhalefet partilerinin yetersizliğinden şikayet eden bir kesim, yetmez ama evet diyen şaşkınlar, eskiden solcu olan bir kısım dönekler vb.
    Yamalı bohça gibi bir taban…Böyle partiler kağıttan kule gibidirler, en ufak rüzgârda dağılırlar…
    Gezi direnişi o rüzgârı başlattı…Arkası gelecektir…

  8. Ozan

    İyi akşamlar Gün Bey;

    AKP’nin oy oranı hakkında bir yorum yapmak istiyorum.
    yaklaşık 42 milyon seçmenin 10.8 milyonu AKP’ye oy vermiştir. Komplo teorisi yapmadan kemiksiz bu oyu aldıklarını düşünürsek aldıkları oran %25’tir. tabi 8 milyon oy baraj altı, 10 milyon civarı seçmen de şu veya bu şekilde kullanmama taraftarı olunca durum budur. %50 istatistik biliminin en güzel biçimde kullanılmasıya ortaya atılan, destekli bir yalandır.

    Benjamin Disraeli’nin dediği gibi: “3 çeşit yalan vardır: yalan, kuyruklu yalan ve istatistik.”

    Ha, bu “tatilci” vs seçmenler kullansa, iktidar başkasının veya bir koalisyonun olsa ne değişecekti? O bambaşka bir tartışma konusudur.

  9. Ozan

    Partiler hakkında yorum yapmak gerekirse de: Bu ülkede, o parti mensubu, bu mezhebe üye, şu ırktan/soydan geliyor bilmemne, ezici bir çoğunluğa ait her birey adeta birer holigan! Takım tutar gibi ırk, din, parti mensubu durumdalar, ve futbol holiganları gibi kendisine bir laf söylendiğinde karşısındakine kafa atabilecek, satır çekebilecek potansiyele sahip.

    Problem burada.

  10. Hasan Dursun

    Teorik olarak süpersin.. Yorumlar muhteşem.. Türkiye tahliline de söylencek bişey yok.. Bu yazıyı 1979 da da yazsan keyfle okunurdu; 1989 da da yazsan keyfle okunurdu; 1999 da da yazsan okunurdu; 2013 ün 13 eylülünde yazıyosun yine keyfle okuyorum. Sadece teorik olarak, sadece yorum ve tahlil olarak değil; edebiyat unsurlarınıda taşıyo, akıcı ve doyurucu. Bu işin bir tarafı.
    Senin deyişinle yakın tarihte ”Toplumsal Devrim” yaşamış bir Türkiyede ”aşağıdan halk ayaklanması da yeteri güçte değil.” diyosun. Bunlar yukarıda yazdığım tarihlerdede aynıydı. Yazılarda bir eksiklik var, ışık yok, insanları, kitleleri heyecanlandıracak ışık eksikliği var. onu koymazsan yukarıdaki bir yorumcunun yazdığından öte gitmez. saygıyla..

  11. m.aliŞér

    en azından bazı yorumlardan sanki, bütün mesele akpymiş, o iktidardan gidince her şey düzelecekmiş gibi bir izlenim ediniyor insan….

    ciddi bir dünya ve türkiye tahlil zaafından kaynaklı bir durum.

    akp (daha önce de ifade etmiştim) küresel sermayenin işbirlikçisi olarak görevlendirilmiş bir parti… aldığı oyun da açıklaması bu. dışardan gelen sıcak paranın ekonomik “katkısı” sürdükçe de oy oranında çok bir değişme beklememek gerek… ve ortalıkta da, küresel sermayeye “küreselleşme politikalarını sürdüreceği kesin olan ve küresel sermayeye uyumlulaşmayı devam ettireceğinin garantisini verebilecek başka bir parti de henüz yok.

    zaten akpnin şımarıklığının bir sebebi de bu “teklik hali”..
    akpnin bu teklik hali aslında onun bir asıl-çekirdek devletin projesi olduğunun da kanıtı: ekonomik sıkışmışlıktan küresel destekle sıyrılmak, rahata erince de eski ırkçı egemenlik politikalarına yenilenen imajla devam etmek; “derin hesaplara” da tabi…

    ancak suriye politikalarındaki burun sürtmelerden de anlaşıldığı gibi; küresel sermayenin bu konuda hazırlıklı olduğu ve bu sinsi planı yutmadığı da anlaşılıyor. buna rağmen de küresel intibaka uygun bir başka partinin olmaması, akp içi bir düzenlemeyle yetinileceği ya da yanına bir stepne almaya zorlanacağı sonucunu veriyor.

    her halu karda akp nin sıcak para etkisiyle oy oranını çok değiştirmeyeceği bellidir. bu da ” illede o gitsin” seçim oyunlarına dahil olmaya değil, halk hareketinin etki alanını genişletecek çareler aramaya, gezi ruhunu kürt hareketiyle, emekçiler ve emek islamıyla, kadın ve göçmen vb kitleleriyle, ekolojik ve gnçlik hareketlerle daha güçlü bağlar kurmaya ve alevi hareketinin yönünü bulmasında destek olmaya yöneltmelidir bence…

  12. yıldıray

    demokratik diktatörlüklerde bir hayvan olarakyaşanılan sorunlar hakkında düşünüyorum da yani günümüz şartlarında demokrsiyle özgürlüğün kıyas kabuş edebilir bir düzeye sanki abartı yaklaşımlarla gözlemleniyor. bu yazı bana açıkçası anımsattığı kadar öfkemi de dürtükledi otoriteye karşı. iyi yani 8 ve bir i aynı öğrensinin karnesinde gören baba gibi oldum. ne fidel ne gorbi ne de m.kemal böylesine gaddar olmuştur

  13. Anonim

    Kahrolsun demokrasi 2
    Levent Dölek
    September 21, 2013

    En elverişli gelişme koşulları içinde düşünüldüğünde kapitalist toplum, demokratik cumhuriyet biçiminde az çok tam bir demokrasi görünümündedir. Ama bu demokrasi, hep kapitalist sömürünün dar çerçevesi içine sıkışıp kalmıştır; bu yüzden, sonuçta hep azınlık için, yalnızca varlıklı sınıflar yalnızca zenginler için bir demokrasi olarak kalır.(Lenin, Devlet ve Devrim)

    Mısır’da Sisi’nin darbesi ile İhvan iktidardan uzaklaştırılıp, İhvancı kitle eylemleri de cunta tarafından kanla bastırılınca Tayyip Erdoğan isyan etti. Hem Sisi’ye hem de darbeye darbe diyemeyen Batı’ya çattı. Erbakanvari bir çıkışla Batı’nın tutarsızlıklarından hareketle Türkiye dâhil tüm dünyanın demokrasiyi sorgulayabileceğini söyledi. Mesajı alan bazı İslamcı grupların Fatih Camii’nde açtığı pankartta “kahrolsun demokrasi” yazıyordu. Biz aynı başlığı bir sene önce demokrasinin aslında sınıfsal özü ile bir baskı rejimi olduğunu anlattığımız bir yazımıza atmıştık. İslamcılar bizim dediğimize mi geldi yoksa ortada başka bir durum mu var?

    Doğrusu Erdoğan’ın Batı emperyalistlerinin demokrasi ve özgürlükler konusundaki ikiyüzlülüğünü eleştirmesine diyecek lafımız yok. Üstüne ekleme yapabiliriz. Peki Erdoğan’ın ikiyüzlülüğüne ne demeli? Erdoğan vaktiyle “demokrasi amaç değil araçtır” diyendir. İhvan’ın tarihsel liderlerinden Seyyid Kutub ise demokrasinin asla İslam’la örtüşmeyeceğini vaaz etmiştir. Erdoğan’ın da, İhvan’ın da demokrasiyi benimsemesinin iki sebebi vardır.

    Birincisi Batı emperyalizmi ile kurdukları ittifak ilişkisidir. Biri kendine BOP eş başkanı demiş, eş başkanlığında işgal edilen Irak’ta bir milyon insan ölmüş, kendi ülkesine emperyalizme ve Siyonizme kalkan olacak radar sistemleri yerleştirmiş, öteki Mısır’da iktidara gelir gelmez ABD’nin izinden yürümeye başlamıştır. Her ikisi bir olup Esad’ı devirmeye çalışan Suriye muhalefetini emperyalizmin dümen suyunda tutarak ve Siyonizme karşı savaşan Hamas’ın füzelerini durdurarak “büyük şeytan”a sadakatlerini kanıtlamışlardır.

    İkincisi demokrasinin sömürücü azınlığın çoğunluğa tahakkümünün siyaseten en maliyetsiz biçimi olmasındandır. Demokrasi sandıktan ibaret midir değil midir tartışması da buradan çıkmıyor mu? Evet bir anlamda demokrasi sandıktan ibarettir. Ama o sandık ancak sömürücü burjuva azınlığın iktidarını koruduğu müddetçe işlevini sürdürür. Sandık genel olarak burjuvazi için güvenilirdir. Çünkü bir patronun da işçinin de sandığa atacak tek oyu vardır. Ama patronun aynı zamanda işçilerin kimlere oy atmaları gerektiğini söyleyen gazeteleri ve televizyonları da vardır.

    Eğer işçi sınıfının öncülüğünde bir devrim tehlikesi baş gösterirse faşizm de pekala burjuvazi tarafından uygar bir seçenek olarak tercih edilebilir. Edilmiştir de! Türkiye’de sandık tartışmasının burjuvazinin saflarında da yapılıyor olmasının sebebi sandıktan çıkan iktidarıyla AKP’nin sermayenin İslamcı kampını Batıcı-laik burjuva kampın aleyhine (Koç’a yönelik son maliye baskının da örneği olduğu gibi) kollamasındandır. Nihayetinde Lenin’in de açıkça ifade ettiği gibi burjuva demokrasisi hâkim sınıf içinde demokrasi, ezilen sınıf üzerinde diktatörlüktür. Hakim sınıfın bir kanadına yönelik diktatörlük uygulamak isterseniz bunun muhatabı tekelci burjuvazi ancak özel koşullarda, burjuva rakibi tarafından siyaseten mülksüzleştirilmeyi proletarya tarafından tamamen mülksüzleştirilmeye tercih ettiği durumlarda razı olur ki buna faşizm veya Bonapartizm diyoruz.

    Sonuçta o pankartı açan “marjinal grup”, siyasal İslamcılarımızın tümünü yansıtmamaktadır. Onlar çoktan holdingleri, finans kuruluşlarıyla büyük burjuva olmuştur ve artık kızsalar da darılsalar da Batılı ağabeyleri gibi inanmış demokratlardır. Onlar gibi demokrasinin güvenliği için kendi vatandaşlarını hapseder, işkence yapar, katlederler. Basına sansür uygular ya da daha etkili bir yöntem olan para ve gelecek kaygısıyla basını oto sansüre yönlendirirler. Yine Batılı ağabeyleri gibi çıkarları gereği Katar, Suudi Arabistan gibi dikta rejimlerini desteklerken en ufak bir tereddüt duymazlar. Yaptıkları katliamlara asla ses çıkartmazlar. Bugün kardeşim diyerek desteklediklerini yarın satarlar. Batılı muadillerinden tek bir farkları vardır, tüm bu pislikleri yaptıktan sonra utanmadan bir de ağlarlar!

    Erdoğan, sana diktatör denmesine kızıyorsun… Merak etme sen de en az Bush kadar, Obama kadar, Thatcher kadar, Blair kadar, Sarkozy ve Merkel kadar hatta Şaron ve Netenyahu kadar demokratsın!

    Bu yazı gerçek gazetesinin Eylül 2013 tarihli 47. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/levent-dolek/kahrolsun-demokrasi-2

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑