Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Ukrayna: Yalancının Mumu… Hitler Posteri Sahte

Devrim ve Sosyalizm Sorunları, Dünya Devrimi, Duyurular, Ukrayna

Birinci fotoğraf Orjinali (Stepan Bandera’nın fotoğrafı), ikincisi ise sahte olan (Hitler’in fotoğrafı). aynı an, farklı poster. Halkı aldatmaya kalkışanlar şimdi hesabını versin.

Öte yandan, Bandera’nın Nazi işbirlikçisi olduğu da kuyruklu bir yalandır. Bandera 1941/44 yılları arasında Nazi kamplarında tutuklu kalmıştır.

Ayrıca, Bandera elbette bir milliyetçi ve anti-semitisttir. Dolayısıyla milliyetçi hedefleri nedeniyle Nazilerle de görüşmeler yapmıştır. Ancak bütün bunlar onun bir Nazi ya da Nazi işbirlikçisi olduğunu değil, sadece bir Ukrayna milliyetçisi olduğunu gösterir. Stalinistler, her zaman yaptıkları gibi, Nazi ya da faşist suçlamasını bol keseden kullanırlar, çünkü bu onlar için düşmanlarını karalamanın en kolay yoludur. Troçki’ye bile Nazi işbirlikçisi diyenlerin Bandera’ya bu yaftayı yapıştırmalarında şaşırtıcı olan ne var ki.

 

 

BhCB1ecCYAA0ZBI

 

43 Comments

  1. gerçek

    Bu da mı fotoşok? ayrıca ukrayna sağ milislerini AKlamak kimlere kalmış?

    http://sosyalsavas.org/wp-content/uploads/2014/02/DSC_9939.jpg

  2. Ahmet

    Bandera Hitler”den daha mi iyi? Belki bu web sayfasinin en ustune Bandera”dan ozlu sozlerde asabilirsin, George Orwell ile iyi gider.

    Bandera”yi ukraynalilar bile sevmez, o yuzden heykelleri bir cok kere bombalanarak yok edildi, kendine verilen madalyalar geri alindi, kamuoyu yoklamalarinda bir cok bolgede en nefret edilen kisiler arasinda. Adamin orgutu sadece Lviv de bir kac ay icinde nazi kuvvetleri ile oldurdugu polonyali ve yahudi sayisi yuzbinlerce.

    Bandera ve orgutu Hitler”in en onemli yardimcisi idi. Ama naziler Bandera”ya guvenmiyorlardi o yuzden kontrol altina almak icin Berlinde ve daha sonra ayricalikli kisilerin kaldigi bir kampta tutulmustur. BU sure zarfinda Bandera”nin orgutu Nazi ordusu ile etnik temizlik isinde buyuk katliamlara katilmistir.

    Yuregi bir surafanin olumunu kaldirmayan bir “anarsist” olarak sadece Lvov da oldurulen onbinlerce ( yuzbin civarinda cocuk ve kadinlar da dahil sivil olduruldugu soyleniyor) polonyalinin katliamindan sorumlu bir katili nasil savunuyorsun insan merak ediyor ( naziler Polonyalilari kole halk olarak gordukleri icin ozellikle onlari bassiz birakmak icin Polonyali aydin ve burokratlari yok etme programi cercevesinde binlerce akademisyeni, yazari, egitimli insanlari ve poltikacilari yok etmislerdir, Bandera bu katliamlara da katilmistir bu katliamlar ve yahudi pogramlari isin ayri bir tarafi). Yoksa senin de yuregin Hitler gibi sadece hayvan sevgisi ile mi dolu? Belki de Bandera”nin davranislarini hayvanca buluyorsun, icinde bir sevgi topu beliriyor, kimbilir?

  3. Ahmet

    BU arada meraklisina, Niye Bandera bu kadar yil sonra bu kadar nefret edilen bir figur asagidaki arastirma iyi bir kaynak.
    Bandera ve kuvvetleri Nazi isgali altindaki fasist isbirlikcilerden birisidir ve Ukraynadaki isbirlikcilerin en onemlisidir. Bandera”nin komutanlarinin hemen hepsi nazi yonetiminin polis sefleri idi. Tesaduf mu bilmem ama Orwell de bir polis idi, sonradan gercek bakanligina model olan Bilgi Bakanliginda calisiyordu.

    http://www.kyivpost.com/content/ukraine/analysis-ukraine-leader-struggles-to-handle-bander-63825.html

  4. mikail firtinaci

    Yalan asil Bandera’nin bir “madur” oldugudur.

    Bandera 1929 kurulmus fasist OUN’un liderlerindendir.

    Savas oncesinde ozellikle Polonya’da siyasi suikastlar yapmislardir.

    Nazi’ler Rusya’yi isgal etmeden once Bandera yayinladigi bildirilerde acikca butun Yahudi, Polonyali ve Ruslarin katli cagrisini yapmistir.

    Nazi isgalinde bandera ve orgutu aktif bir sekilde yahudi soykirimina katilmistir.

    Almanya’da hapiste tutulmamis sadece Berlin’de kalmaya zorlanmistir. Nazilerle arasinin acilmasinin nedeni bagimsiz bir devlet kurma istegidir.

    Savasin sonuna dogru naziler onu salmis o da sovyetlere karsi savasmaya devam etmistir.

    Savastan sonra ise CIA ile isbirligi yapmistir.

    Bandera ve orgutu kirli bir soguk savas masasidir. Nazi isbirlikcisidir. Eli kanli orgutlerdir bunlar.

  5. Gün Zileli

    Ahmet, Mikail Fırtınacı, TKP aynı safta ve ilk ikisi nedense sahtekârlığa değinmemeyi tercih etmiş.

  6. mikail firtinaci

    Gercegin tarafi yok. TKP ile kendimi bagli hissettigim enternasyonalist anarsistler ve sol komunistler arasinda ki fark enternasyonalizm konusundadir; Gercek durum karsisinda alinan tavirdadir.

    Ama sizin burada tekrarladiginiz yalanlarin kokleri NATO ve Nazi partisindedir. Bugun bu taraf Almanya, ABD ve Ukraynali neo-nazilerdir.

  7. Anonim

    Sanki Stalin sütten çıkma ak kaşık. Halbuki, Stalin Hitler’in bebekken çingeneler tarafından çalınmış ikiz kardeşiymiş. Bunca sene sizi kandırmışlar Ahmet Yoldaş, Mikail Yoldaş….

  8. Gün Zileli

    sen bu kafayla Kronstadt bahriyelilerini bile “faşist” ilan edersin. Onlar da Yahudi aleyhtarı sloganlar atıyorlardı. Bkz. Paul Avrich, Kronstadt 1921. Pürizm insanı nerelere götürür bilemem (ya da bilirim: Stalinizmin yedek gücü olmaya)

  9. Gün Zileli

    Her milliyetçi örgüte “faşist” demek sadece faşizstlerin işine yarar. Bu kafayla CHP’yi bile faşist diye nitelemek mümkündür. Bütün kaynaklar toplama kampında kaldığını söylüyor, illa Nazi işbirlikçisi olduğunu ispatlayacaksın ya, bu noktayı karartman gerekiyor tabii. Bu yazdıklarınla Stalinistlerder esaslı bir alkış alacağına emin olabilirsin. Takke düştü, sol komünizmin keli göründü.

  10. Gün Zileli

    Gulag görevlisi insanlıktan bahsediyor.

  11. Gün Zileli

    Gulag görevlisi olduğuna göre polisler sana pek uzak olmasa gerek Ahmet.

  12. Ahmet

    Gun,
    Sen de cok iyi biliyorsun ki Bandera bir fasistir, ve hem nazilerle isbirligi yapmis, orgutu nazilerin polis orgutunu olusturmus, ustelik savastan sonra da NATO ile isbirligi yapmistir.

    Su anki saldirganliginin tek nedeni var, haksiz oldugunu bilmen, Ukrayna da olanlarin bence bir Libya, Suriye hatta gecmiste bir Sili de Ispanya da olanlardan farki var. NATO Banderasci fasistleri kullanip ulkede bir darbe yapmis durumda, ulke hizla ic savasa dogru surukleniyor. Tek amac ulkenin tipki Bosna gibi tamami ile Almanya ve ABD nin denetimi altina alinmasi. Su an ulke tipki Bosna gibi ic savasa dogru surukleniyor, buyuk ihtimalle yuzbinlerce insan katledilecek.

    40 Yilda bir adim yol gitmemissin, ne kadar ideoloji degistirirsen degistir, kiblen hep ABD emperyalizmini ve fasistleri gosteriyor. 40 yil once sosyalizm adina MHP yi mesru goruyordun, 40 yil sonra anarsizm adina Banderaci fasistleri ve emperyalist politikalari destekliyorsun. Arada da Buber Neumann gibi naziler var tabii.

  13. Gün Zileli

    Senin yerinde olsam İP’e kaydolurdum. Aynı senin gibi düşünüyorlar.

  14. Yusuf Cemal

    Ya bu son olanlar konusunda kafam karıştı şimdi. Bu iki fotoğraf nedir? Kim böyle bir fotoşop hilesi yapmış? Tamam nedenlerini anladım da, kimin yaptığını merak ediyorum.

    Adamın Nazilerle işbirliği ayrı konu tabi. Ama simge bu. Simgeler mutlaklaştırılmış ve temizlenmiştir. Adam Nazilerle işbirliği yapmıştır mesela, ama başka birileri için bu işbirliğinin kendisi değil, nedenleri (Ukaraynanın bağımsızlığını istemek vs.) önemlidir. Dolayısıyla o simgeyi kullanırlar. Bu Nazilere destek vermek anlamına gelmez. Kaldı ki verebilirler de. Sonuçta Stalin dönemi Rusyası ve ardından gelen çarpıtmalar dünyasında yaşamış binlerce insanın hareketinden bahsediyoruz. Naziler ortada yok. Yalnızca “tarihler”. Dolayısıyla bu durumun daha iyi analiz edilmesi gerek. Böyle etiketlenmesi iyi bir durum değil.

    Neyse, birileri bu iki resmin olayını anlatabilir mi?

  15. Emre

    Abi, yazıdan daha ziyade bir yorumunda geçen söz düşündürdü beni: Ben açıkçası CHP’nin Türkiye’nin ilk faşist partisi olduğunu düşünüyorum. MHP’ye bile “milliyetçi” denebilir ama CHP buz gibi faşist değil mi yahu?

  16. Gün Zileli

    Bunu yapan büyük ihtimalle TKP’liler Yusuf. Çünkü daha çok o çevrelerde dolaştı ve tabii İP’liler başta olmak üzere bütün Stalinistler ve ulusalcılar bu fotoğrafa sarıldılar Ukrayna mücadelesini karalamak için. Esas mesele şu: Ukraynalıların Rus hegemonyasından kurtulma mücadelesini emperyalizm yanlılığı olarak görüyorlar. Çünkü onların anladığı emperyalizm sadece batı emperyalizmi. Onlara göre, Rusya emperyalizme karşı direnen bir devlet (demek SB’nin yıkılması o kadar önemli değilmiş). Bu yüzden de müthiş bir dezenformasyona girişmiş bulunuyorlar: Adamlar ulusal lider olarak gördükleri Bandera’nın resmini asmışlar, bunlar fotoşokla yerine Hitler’i koyuyorlar. Bence Stalinizmin her şeyi nasıl çarpıttığına çok güzel bir örnek.

  17. Gün Zileli

    Emre, CHP’yi faşist görmek hatalı olur. Gerçi 1930’lu yıllarda faşizmin yükselişi döneminde etkilenmiştir faşizmden ama faşist diye nitelenemez. Hele bugün hiç denemez. Ulusalcı etkiler altındadır bugün ama herkese faşist demek gerçek faşizmi karartır. MHP ise faşist bir partidir.

  18. Ahmet

    Ama sen daha gecenlerde MHP ye oy cagrisinda bulunuyordun.

  19. Gün Zileli

    Zekâ özürlü olduğun için seni mazur görüyorum. Ben MHP’ye oy verin çağrısında bulunmadım. Eğer bir yerde AKP’nin en güçlü rakibi MHP ise ona bile orada oy verilebilir dedim. Kısacası çağrı: Her yerde AKP’ye karşı en güçlü rakibe oy verindir ki, bunun sonucu MHP’nin oy oranı yüzde 3’e düşer. Biraz zekânı zorlarsan kavrayacaksın.

  20. Ahmet

    Ben MHP’ye oy verin çağrısında bulunmadım. Eğer bir yerde AKP’nin en güçlü rakibi MHP ise ona bile orada oy verilebilir dedim ???

  21. Gün Zileli

    biraz ilerleme gördüm sende. Aferin. Her gün bir cümle ezberleyerek devam et.

  22. Mikail firtinaci

    Ayıp ayıp… Bu yazdıklarınızdan tarih utanacak. Açıkça sırf Rusya’ya karşı savaştı diye soykırımcı katil nazi işbirlikçisi faşistleri aklıyorsunuz. Hala fırsatınız varken dönüp okusanız biraz araştırsanız keşke. Çünkü bu çirkinlikleri yarın yüzünüze vuracaklar. Üzülüyorum sizin için…

  23. Mülayim Sert

    Stalinist/Rusyaseviciler’e karşılık vericem derken Ukrayna milliyetçiliğini aklamaya çalışmanıza gerek yoktu ki.

    Bandera’nın kendisinin dev portresinin asılması yeterince kötü değil mi? 40’lardan kalma katliamcı, etnik temizlikçi, faşist eğilimli bir Ukrayna milliyetçisi değil mi?

    Bazı aklıevvellerin Hitler resmi fotoşoplamasından çok daha büyük bir trajedi değil mi bu.

    Yahu biraz sağduyu, mantık işletin.

    Rus yanlısı pisliklerin iktidarına karşı AB yanlısı pislikler aşırı milliyetçi pislikleri koçbaşı yapıp hükümeti devirmiş gözüküyor. AB’ci sistem içi pisliklerin hedefi seçimle başa gelmek, aşırı milliyetçi radikaller ise kazandıkları muazzam prestij ile kendi etkilerini arttırıp kendi planlarını uygulamaya çalışacak.

    Bu ülkede 2004’te Turuncu Devrim diye birşey gerçekleşti, o zaman da Rusçular gitmişti Batıcılar gelmişti. Sonraki seçimlerde yine Rusçular geldi. Şimdi ayaklanmayla yine Batıcılar geliyor ama bir farkla radikal sağcılar Batıcı şemsiyenin altında ciddi şekilde güçlenmiş durumda.

    Rusçuların Kharkiv’den bir karşı hamle örgütlemesi, aşırı sağcıların parlamenter AB’ci güçleri sıkıştırmaya çalışması vb. bir çok tatsız senaryoya da gebe, devam eden bir süreç.

    Allah aşkına ne gibi bir kazanıma tekabül etmişti Turuncu Devrim, o zaman da alkışlıyor muydunuz? Şu anda olan aynısının daha şiddetlisi ve aşırı sağ unsurlusu.

    Anarşizm adına, işçi sınıfı adına, devrim adına ne geçti ele? Ne geçmek üzere?

    Kaosun içinden halk spontan devrimci bir girişim çıkaracak diyorsanız en ufak, vurgulamak istiyorum en ufak bir emare yok. Bir tane feminist pankart, LGBT bayrağı görebiliyor musunuz? Bir tane anarşist grup sesini duyurup hareket edebiliyor mu? Batıcısı Rusçusu oligarkların mallarına işçiler kendileri için el koymaya dair bir talep dillendiriyor mu? İşçi sınıfı lehine bir talep var mı AB fantezisi şeklinde dillendirilmeyen? Makhno’nun mirasına dair tek bir gönderme yapıldı mı?

    Sağcı, proto-faşist bir ayaklanma bu değilse nedir? Böyle birşey teorik olarak dahi mümkün değil sanırım size göre.

    Size göre her türlü kitlesel mobilizasyon kayıtsız şartsız olumlu. Ne yönü önemli, ne içeriği, ne bileşenleri, ne ideolojisi. Bu noktaya geldiniz.

    Hayret ediyorum gerçekten.

  24. Mülayim Sert

    Farkında değilsiniz galiba ama siz sosyal devrimi, anarşizmi, özgürlüğü, enternasyonalizmi savunmuyorsunuz şu anda. Bu ayaklanmanın bunları içermemesine rağmen olumlu olduğunu savunuyorsunuz. Yani kelimenin tam anlamıyla Ukrayna milliyetçiliğinin ilericiliğini savunuyorsunuz, adını koyalım. Utanmayın, 50 yı geriye gidelim ve oradan başlayalım o zaman teorik tartışmaya. Samimi söylüyorum.

  25. Mikail firtinaci

    Su da not edilsin: sol komünistler ne stalinizmle ne de liberalizle asla barışmadılar. Kronstadt konusunda da alnımız açıktır. Kronstadt denizcilerinin katlini o günde şimdi karşı devrimci bir eylem olarak lânetledi sol komünistler. Egemenler arasında taraf olanlar bu onurlu tarihi karalayamazlar

  26. Gün Zileli

    benim için üzülmene gerek yok Mikail. Düşmanla asla işbirliği yapmam, Stalinistlerle de ideolojik planda uzlaşmam. Ortak eylemde yer alırım, o başka.

  27. Gün Zileli

    o onurlu tarihi karalamıyorum. Senin bugünkü tutumuna işaret ettim sadece.

  28. Gün Zileli

    Peki Stalinist Ahmet’le aynı pozisyonuna girmene ne demeli? Ben sadece Stalinistlerin yaptığı fotoşok hilesine dikkat çektim. Bir de “nazi işbirlikçiliği” iddiasının yanlışlığına. Bandera bir Ukrayna milliyetçisidir. Her milliyetçiyi Nazi olarak damgalamak Stalinistlerin marifetidir. Eğer Lenin ve Stalin Ukrayna halkını Rus egemenliği altına almasaydı bu milliyetçilik de bu kadar güçlenmeyecekti. Gözü dönmüş bir şekilde ezilen halkların milliyetçiliğine saldırmak yerine, bunun müsebbibi Stalinist devletçiliğe dikkat çekmen gerekmez miydi?

  29. Nogai

    Nazilerle ilk işbirliği yapanın “özgürlükçü” Stalin olması, Hitler ile Polonya’nın bölünüp paylaşılması ve Baltık ülkelerinin işgali üzerinde anlaşma yapmasındaki ironi aslında bir tokat gibi yüzünüzde patlamalı ama sizde yüz ne gezer “antiemperyalist” öz-solcular! Skolastik düşüncenin esiri olmuş et kafanız, çamurlaşmış zihniniz ile tapınak şövalyelerinden farkınız yok hatta daha bile aşağılardasınız. Yazık size!

  30. Ahmet

    Adamin orgutundeki komutanlarin hepsi nazilerin polis sefleri, nazilerle beraber yuzbinlerce yahudinin ve polonyalinin katledilmesine bulasmis, hala adam nazi isbirlikcisi degil diyor.

    Ukraynalilar bile adamdan o kadar nefret ediyorlar ki bak kapitalizme geceli kac yil oldu, hala Ukrayna da hic sevilmeyen adamlar listesinde, bazi yerlerde sevilme orani yuzde uc ama en cok destegi olan fasistlerin oldugu yerlerde bile yuzde yirmilerde. Adam yaptigi katliamlardan dolayi o kadar nefret ediliyor.
    Bu forumlarda Bandera”nin sevilme orani Ukrayna”nin en fasist bolgelerinden bile daha fazla. Bak bu konuda daha yukarida verdigim kaynak

  31. Gün Zileli

    Mülayim Sert arkadaşım, toplumsal hareketlere senin gibi bakacak olursak, hiçbir yerde hiçbir hareketi destekleyemeyiz ve sonunda düzenin köşesinde yaşar gideriz. LBGT yok diye veya senin özlediğin (ki bunu özlemen güzel bir şey) toplumsal düşünceler harekette görünür değil diye bakılır mı bir toplumsal harekete. İşin esasına bakmak gerekir. Bir örnek verecek olursam, Çerkes Etem, haydutun ve kıyıcının tekiydi ama merkezi devlet gücü karşısında köylü direnişini temsil ediyordu. Kronstadlılar’ın içinde anti-semitist duygular olduğunu Paul Avrich anlatır, ama bu, merkezi diktatörlüğün karşısında Kronstadtlıları desteklememize engel değildir. Mahno hareketi deniyor. Bu hareket de, öyle saf bir şey değildi. Bu harekette de kıyıcılık ve anti-semitizm vardı. Hatta bizzat Mahno anti-semitizmle suçlanmıştır. Mahno bunu reddetmiştir ama ben bunun o kadar da gerçek dışı olmadığını düşünüyorum. Buna rağmen Mahno hareketi Sovyet devleti karşısında haklıydı ve desteklenmesi gerekirdi. Alman Komünist Partisi, Stalinistlerin yönetimindeydi ama Nazilere karşı desteklenmesi gerekirdi. Macar 1956 devrimi’nin içinde gerçek karşıdevrimciler de vardı. Hatta bunlar ayaklanma olur olmaz, sürgünde oldukları Avusturya sınırından giriş yaptılar. Ama bu, Macar devriminin Stalinistler ve SB işgalcileri karşısındaki haklılığını ortadan kaldırmaz. 1968 Prag baharı hareketinin içinde çok sayıda batı kapitalizmi yanlısı da vardı ama bu, bu hareketin SB işgalcileri karşısındaki haklılığını ortadan kaldırmadı. En son Gezi’ye geleyim. Gezi’nin içinde beyaz Türklerden, yoğun ulusalcı nüfustan, Türk Solu gibi ırkçılardan, MHP’lilerden çok sayıda mevcuttu. Ortalık Türk bayraklarından geçilmiyordu. Atatürk posterleri bolcaydı. Bu mücadelede en koyu Stalincilerle de omuz omuzaydık, polis şiddetine birlikte direndik. Sana yüzlerce örnek verebilirim. Pürist bakış insanı mücadeleyi kenardan seyretmeye sürükler ve daha kötüsü bu bakışın sonucu olarak işte o zaman kitle hareketi gerçekten sevmediğimiz, karşı olduğumuz ideolojilerin etkisi altına girer. Sen sanıyor musun ki, bugün yüceltilen 68 hareketi saf bir şeydi. Kemalist etkiyi anlatsam aklın durur. Bu, Mahir’lerin, Deniz’lerin savunmalarına bile yansımıştır. Milliyetçi etkiler de keza. Ama biz bugün değerlendirirken onların o hatalı yanına mı vurgu yapıyoruz, yoksa devrimci yönü mü bizim için değerli. LBGT’den söz ediyorsun. Sana 1960’lardaki, 1970’lerdeki sol hareketlerde var olan homofobiyi anlatsam şaşarsın. Bugünkü faşistler bile bu homofobinin yanında hiç kalır. Ya da kadına bakış da öyle. E ne yapacağız, bunlar böyle diye tarihteki bu olumlu mücadelelere sırt mı çevireceğiz.

  32. Mülayim Sert

    Uzun cevap için teşekkür ederim.

    Ancak ikna olmadım.

    Çünkü, ben hareketler mükemmel olmalı, hayaimdeki gibi püripak olmalı demediğim halde, öyle diyormuşum gibi yanıtlamışsınız.

    Bir hareketin içinde gerici unsurlar barındırması birşeydir, ilerici tüm unsurları görünmez kılacak ve fiziksel şiddet yoluyla dışlayacak derecede gerici unsurların hegemonyası ve aktif önderliği altında olması çok başka birşeydir.

    Gezi’deki türk bayrakları / atatürk-seven / nominal chp’li kitle sayısal çoğunluğuna rağmen hiçbir zaman dominant olmadı. İnisiyatifi ellerine alamadılar. Oldukça politik olarak uysal, nötr bir kimliği ifade ediyordu bu. Bu tip kitleye tekabül eden ılımlı-milliyetçi, Ukrayna bayraklı bir kitlenin Kiev’de de sayısal çoğunlukta olduğunu zaten teslim ediyorum. Başka türlüsü zordur zaten, en totaliter rejimi bile alın, Nazi rejimini veya Stalinizmi, ideoloji nüfusun en alt katmanına kadar militanlaştıracak düzeyde yayılamaz. Ama rıza ve itaat üretmesi yeterlidir. Sürüklemesi, öncülük etmesi, güdümlemesi yeterlidir. Gerisi “kendiliğinden” olur zaten. En önemli fikir ayrılığımız burada. Vurguluyorum.

    Maidan ile Gezi’yi karşılaştırın:

    – İsyanın merkez üssü olarak Maidan ile Gezi Parkı/Taksim Meydanı’nın politik kompozisyonu. Bırakın anarşist veya sol devrimcileri, PKK’lileri bile dışarı itemedi ulusalcılar. Herkes kendi rengi ile var olabildi. Maidan ise faşist milislerin zora dayalı dışlayıcı iktidarı altındaydı.

    – Gezi’de kadınlar çatışmalar alanları dahil en önlerdeydi. Maidan’da çatışma sürdüğü sürece kadınların “tehlikeli alanlara” girişi yasaktı, biliyor musunuz, Maidan’ın faşist savunma birlikçilerince militarizasyonundan sonra bir tane fotoğraf dahi gösterebilir misiniz ön saflarda kadın içeren? Bir sinyal çakmıyor mu bu sizde? Erkeklerin fiziksel avantajlarının sıcak saflarda doğal yansımasının ifade edeceğinden çok farklı bir durum bu.

    – En savaşçı unsurlar. Gezi’de örgüt(çük)lü sosyalist, anarşist eğilimliler idi. Maidan’da örgütlü faşistler.

    – Ateşi yakan kıvılcım. Gezi’de kamusal alan ve çevre savunusu yani alt sınıf lehine bir eylem, Maidan’da AB ilişkileri gibi emperyalizmler arası çatışmaya dair bir gelişme.

    – Yakın geçmişteki arkaplan. Gezi neredeyse tamamen bilinçli şekilde ilerici, neoliberal kapitalizme tepkili, sol-popülist bir karaktere sahip Occupy tarzında ilerledi ve kitleselleşti. Katılanların %90’ı, örneğin Gezi’nin Cumhuriyet Mitinglerinin devamı olarak algılamadı. Ukrayna’da ise Turuncu Devrim’in bir tekrarı gibi, neredeyse tamamen aynı yarılma hatları içinde, o yarılamlara referansla hareket ediyor kitle.

    Sanırım bu kadarı yeterli Gezi’yi Maidan’dan ayırmak için.

    Yani Makhnovistler de kusursuz değildi diyorsunuz eyvallah ama uçurum var yahu, uçurum. Makhno da bir tür bağımsızlıkçıydı evet ama bağımsızlaştırdığı yerlerde komünler kurmaya çalışıyordu sınıflı düzeni aynen koruyup baştakileri değiştirmeye değil.

    56’da Macarlar evet bir tür bağımsızlık için milliyetçi hisler ile de hareket ettiler ancak ana talepleri kapitalizmin restorasyonu ve Macaristanın ulusal devrim yoluyla pürifikasyonu değildi (Ukrayna’daki faşistlerin sloganı bu).

    Bence anti-Stalinist refleksiniz kontrolden çıktı ve bu örnekteki algınızı bulutlandırıyor. İsterseniz bir adım geri atın ve tekrar değerlendirin, liberter sosyal devrime gönül vermiş bir yoldaşınız olarak tavsiyem budur.

  33. Durruti

    Öncelikle anarşist olduğumu belirteyim(malum her karşı çıkanı stalinist olmakla suçluyorsunuz ki hiç hoş bulmuyorum bu tutumunuzu.).Ukrayna direnişine destek verilmesi taraftarıyım fakat sağ-sol ayrımı yapılması gerektiğini düşünüyorum.Ukraynalıları tarihteki olaylar yüzünden milliyetçi ve Rus karşıtı olmaları yüzünden suçlayamam ama Bandera posterini de mazur göremem.Otonom İşçi Birliği,”bu bizim kavgamız değil fakat iktidarın zaferi işçilerin yenilgisi olacaktır,muhalefet çıkarına eylem yapılmasını isteyemeyiz ama hükümete karşı sabotaj eylemleri yapılmalıdır…” tarzı bir açıklama yapmıştı.İşçilerin ve ezilenlerin iktidara başkaldırmasını tabi ki desteklerim ama faşist hareketin ezilmesi gerektiğini düşünüyorum.Halkın mücadelesi,içlerinde böyle hastalıklı fikirler taşıdığı sürece başarılı olamayacaktır.Gezinin,içinde liberal,sosyal demokrat,chp vs. zihniyetinin bulunmasından dolayı başarısız olduğunu düşünüyorum,Ukrayna direnişini de içindeki faşistler yüzünden -ki maalesef çoğunluğu oluşturuyor bu alçaklar- başarısız olacağını düşünüyorum.

  34. Dinle Burjuva

    Gün gerçekten ideolojik dönüşümün trajik bir hal aldı. Bir Nazi lideri ile bir faşist Nazi işbirlikçisi arasındaki nasıl bir fark gördün. Resmin birisinin çakma olması Stepan Bandera’nın faşist olduğu gerçeğini ortadan mı kaldırır. Bu tıpkı Musollinin resmini indirip Franco’nun resmini asmak gibi bir şey…

  35. Anonim

    Bir fotoğraf sahtekarlığını savunmak için söylenmemiş şeyler söylenmiş gibi başka bir sahtekarlığa başvurmak, tam TKP işi. Fotoğraf üçkağıtçılığını da onlar yapmışsa şaşmam, isim hırsızı, yalan ve kaypaklığı şiar edinmiş bir çevre nihayetinde. Onların “Ukrayna’ya gidip şunları dövsek” efelenmelerine de bakmayın, once burada cesaret edip de Kadıköy’e değil 1 Mayıs meydanı Taksim’e gelsinler. Kağıt kalem klavye cesurları… Ahahaha..

  36. Gün Zileli

    Eğer sağcı güçler anarşistlerin ya da diğer sol güçlerin üzerinde zorbalık uyguluyorlarsa onunla elbette mücadele ederim. Ama bu, yine de hükümete karşı mücadelemi engellemez. Eğer sağcılar dediğin gibi bir tutum içindeyse o zaman yapılacak olan, bir başka alanda hükümete karşı mücadele etmektir. Ayhan Kırdar, meseleyi daha da sert koymuş. Kendi bayrağınla katılırsan faşistler tarafından öldürülürsün demiş. Orada yaşadığına göre elbette onun söylediklerine önem vereceğiz. Bu durumda bile, mücadelenin esas yönü, hükümete karşı mücadele, faşistlere karşı (eğer zorbalık yapmaya kalkışırlarsa) savunma savaşı.

  37. Ayhan Kırdar

    Gün hocam, bandera’nın bir faşist olmadığını bir yurtsever olduğunu iddia eden bir tek ukraynalı faşistlere rastlamıştım şimdi buna siz ve bazı okuyucularınız da katıldılar. hayretler içindeyim! bandera’ya yurtsever demek için asgari tarih bilgisinden yoksun olmak lazım. faşistlerle işbirliği yapıp onların işgal ordularıyla savaşmak nasıl mazur görülebilir ? elinde çekiç olanın herşeyi çivi görmesi gibi stalincilerle tarihsel kavganız yüzünden stalincilerle kavga eden herkesi mazur görme aklama gayretiniz var. bu çok yakışıksız ve sizin itibarınızı zedeliyor. faşiste faşist denir. bize ne sizin yüz yıllık kan davanızdan. bugüne daha tarafsız bakamaz mısınız? sizin bakışınızla bakarsak svoboda da faşist değildir. zaten kendileri de biz faşist değiliz ukrayna ulusunun kurtuluşu için savaşıyoruz diyen sevgi kelebekleri.

    bir de işler hemen toparlanıp TKP’ye bağlanmış. ukraynadaki komünistler anarşistler falan da mı TKP’ye bağlı yoksa? onları da TKP mi örgütlüyor bu pis herife faşist desinler diye ?bu sabah parlamentoya yeni bir tasarı geldi : ukraynada komünist partinin yasaklanması isteniyor. sol ve anarşist örgütlere baskı dalgası başladı bile. ukraynada solcu avına başlayacaklar. o zaman da alkışlayacak mısınız “bürokratlar tasfiye ediliyor, devrime yaklaşıyoruz” mu diyeceksiniz? allah aşkına biraz doğru okuyun manzarayı.

  38. Anonim

    Ahmed al bunu inkar et.sana inkar edecek yeni bir konu buldum.hem nazilerle isbirligi yapanlarda var.konuyla ilgili.

    http://m.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/stalin_naziler_ve_kirim_tatarlari-1178082

  39. Ayhan Kırdar

    he he.. ayşe hür’ü de referans yapmışsınız helal olsun size. ayşe hürün de çok zengin bir kaynakçası var maşallah. ingilizce kitapları alt alta yazınca çok inandırıcı oluyor tabi. size tavsiyem mesela taha akyol’u da kullanabilirsiniz, mümtazer türköne falan da olabilir. yetmezse alpaslan türkeş’in bile kırım tatarları üzerine yazdıkları var. hepsi çok inandırıcı kaynaklar. bu kafayla devam edin. zaten abdullah çatlı da mecbur kalmıştı devrimcileri öldürmeye, kendisine niye faşist diyelim ki? muhsin yazıcıoğlu ise kandırılmıştı.. aklınızı seveyim sizin

  40. Gün Zileli

    Bana mı söylüyorsun bunları Ayhan? Bana söylüyorsan, Ayşe Hür’ü siteye ben yollamadım. Ben sadece yollanan yorumu onayladım ki, Ayşe Hür, güvenilir bir tarihçidir. Yazdıkları da büyük ölçüde gerçeğe uygundur. Bir gerçeği faşistler (örneğin Türkeş) söyledi diye gerçek gerçek olmaktan çıkmaz. Sana bu saatten ve bu yaştan sonra bunları mı anlatmak zorunda kalayım şimdi.

  41. Mülayim Sert

    G.Z.’nin Yorum #24’e cevabından:

    “Bir gerçeği faşistler (örneğin Türkeş) söyledi diye gerçek gerçek olmaktan çıkmaz. Sana bu saatten ve bu yaştan sonra bunları mı anlatmak zorunda kalayım şimdi.”

    G.Z.’nin Yorum #15’e cevabından:

    “Peki Stalinist Ahmet’le aynı pozisyonuna girmene ne demeli?”

    Bir süre (1-2 hafta) ara veriyorum bu siteyi okumaya ve yorumlamaya, çünkü sadece “yorum yok” diyebilirim bu durumda.

    Döndüğümde konu değişmiş eski sağduyu egemen olmuş olur umarım. Saygılar.

  42. Ayhan Kırdar

    size değil yorum sahibine yazmıştım. sadece şu link verilen yazının yaklaşım biçimi bile ayşe hürün tarhçiliğini tartışmak için yeterlidir. bir de rus ve ukrayna tarihinin en cevval uzmanları ne hikmetse rusça kaynak pek sevmiyorlar ! ideali ingilizce olanı.

  43. Anonim

    Kırım, Ukrayna ve Stalinizmin Günahları

    Oktay Baran
    Nisan 2014, no:109

    Ukrayna ve Kırım’da yaşanan gelişmeler, Avrupa’nın doğusunda ve Karadeniz etrafında da emperyalist paylaşım kavgasının kızıştığına işaret ediyor. Bölgede bu paylaşım kavgası henüz sıcak çatışmaya dönüşmemiş bile olsa, tüm bu yaşananları, kapitalizmin tarihsel krizinin tetiklediği emperyalist paylaşım savaşı sürecinin bir parçası olarak görmemiz gerekiyor.

    Bugün emperyalist paylaşım kavgası dünyanın çeşitli coğrafyalarında farklı biçimler altında yürüyor. Kimi bölgelerde aşırı sertleşen ticari savaşlarla, kur ve faiz savaşlarıyla yavaş yavaş demlenirken, başka bölgelerde askeri yöntemlerin kullanılmasına bir adım mesafedeki diplomasi savaşlarıyla körükleniyor. Afrika, Ortadoğu, Venezuela, Afganistan-Pakistan ve Güney Doğu Asya hattında ise darbeler, ayaklanmalar, iç savaşlar ve emperyalist işgaller eşliğindeki sıcak savaşlar şeklinde somutlanıyor. Tüm bunlar büyük yeni dünya savaşı nehrini besleyen irili ufaklı dereler olarak şekilleniyor. Savaş bu şekilde yürüyor, büyüyor, derinleşiyor ve yaygınlaşıyor. Büyük emperyalist güçlerin açıkça ve doğrudan kafa kafaya gelmemiş oluşu bizi yanıltmamalı; tüm dünya çapında yürüyen tam da onlar arasındaki emperyalist paylaşım savaşıdır.

    Mevcut krizin sorumlusu Rusya dâhil tüm emperyalist güçlerdir

    Bir yandan Rusya’nın eski SSCB cumhuriyetleri üzerindeki hegemonyasını sürdürme çabaları, öte yandan ABD ve AB’nin bu ülkeleri yanlarına çekerek Rusya’yı yalıtma ve zayıflatma politikaları bugün Ukrayna’da yaşanan krizin temel nedenidir. SSCB’nin dağılmasından bu yana başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin dünya politikasını belirleme girişimlerini büyük ölçüde sineye çekmek zorunda kalan Rusya, Putin’le birlikte bu kez emperyalist nitelikte büyük bir güç olarak dünya sahnesine çıkmıştır. Putin Rusyası açısından Ukrayna’nın NATO’ya ve AB’ye katılması artık geri adım atılamayacak bir kırmızıçizgiyi ifade ediyor. NATO askeri üslerinin ve ABD nükleer cephaneliğinin yer aldığı bir Ukrayna, Rusya tarafından açık bir tehdit olarak algılanıyor. Bu yöndeki gelişmelerin Rusya’yı eninde sonunda Ukrayna’ya aktif bir müdahaleye sevk edeceği aslında gün gibi ortadaydı; nitekim 2008’de benzer gelişmeler karşısında Gürcistan’a Rus ordusunun girişi de bunu gösteriyordu.

    SSCB’nin dağılmasından bu yana AB ve ABD de, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkararak kendi nüfuz alanları haline getirmek için her türlü girişimde bulundular. Ukrayna’nın AB ve NATO üyesi yapılması için çalıştılar; Ukrayna’daki faşist güçleri her açıdan desteklediler, Batı yanlısı oligarklarla yoğun ve organik ilişkiler geliştirdiler, kurdukları “sivil toplum kuruluşları”na Batı propagandası yapabilmeleri için milyarlarca dolar akıttılar, sözde devrimler (“turuncu devrim”) tertiplediler. Tüm bu girişimler, bugünkü krizi besleyip büyüttü. Buna rağmen AB ve ABD’nin, krizin başlangıcından bu yana Rusya’yı Ukrayna’nın içişlerine karışmaması konusunda uyarması tipik bir emperyalist ikiyüzlülüktür.

    Ne var ki, AB ve ABD’nin Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkartmak istemesi, Rusya’nın attığı adımları mazur görmemizi hiç de gerektirmez. Rusya’nın Ukrayna’yı kendi toprağı, arka bahçesi, her istediğini yaptırabileceği bir hizmetçisi olarak görmesi, Ukrayna’yı her fırsatta köşeye sıkıştıran ekonomik ve siyasi girişimlerle horlayıp küçümsemesi Büyük Rus şovenizminin ifadesidir. Bu bal gibi Rusya’nın yayılmacı ve emperyalist politikalarına işaret eder.

    Bu gerçeğin üzerinden atlayıp sorumluluğu tümüyle Batı’nın sırtına yıkarak Rusya’yı mazur göstermek isteyenlerin gözlerden saklamak istedikleri bugünkü Rusya’nın emperyalist niteliğidir. Onlara göre Rusya bugün emperyalist bir güç değildir. Oligarkların, tekellerin, finans kapitalin hükmettiği dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri, devasa bir askeri güce ve dünya çapında siyasal belirleyiciliğe sahip kapitalist bir ülkeyi emperyalist bir güç olarak değerlendirmemenin Marksizmle bağdaşabilir bir tarafı olabilir mi? Diyelim ki emperyalist değil. Peki Rusya’nın yayılmacı politikalar izlediği, eski SSCB toprakları üzerindeki nüfuzunu yeniden tesis etmeye ya da korumaya çalıştığı da mı doğru değildir? Bu durumda, onu emperyalist bir hegemonya kavgasının haklı tarafı konumunda değerlendirmek nasıl mümkün olabilir? Emperyalist dönem, dünyanın nüfuz alanları bakımından paylaşımının tamamlandığı bir dönem olduğuna göre, bir emperyalist gücün yeni nüfuz alanları kazanması ancak bir başkasının kaybetmesi pahasına olabilir. Bu durumda, bir bölgeyi kendi nüfuz alanı haline getirmek isteyen güç emperyalist olarak adlandırılırken, onu kaybetmemek ve elinde tutmak için savaşan diğer büyük gücün emperyalist olarak nitelenmemesi tam bir saçmalıktır.

    Rusya’yı mazur göstermek isteyenler, sanki Stalinist SSCB döneminde ulusal sorun ortadan kalkmış gibi bir hava yaratıp, bugün eski SSCB topraklarında kurulu kimi cumhuriyetlerde Rusya’ya karşı varolan antipatiyi emperyalistlerin fitnesinden ibaretmiş gibi sunuyorlar. Ukrayna ve Kırım’da yaşayan Rus olmayan halkların Rusya’ya duydukları tepkinin Batılı emperyalist güçlerce ve bölgedeki faşist hareketler tarafından suiistimal edildiğini kuşkusuz biliyoruz. Emperyalistler kendi çıkarları doğrultusunda rakip ülkelerdeki ulusal sorunları ya da ulusal önyargı ve düşmanlıkları her zaman körüklemişlerdir. Ancak ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Hiçbir emperyalist güç, ortada geçmişten günümüze uzanan ciddi sorunlar olmadığı sürece tümüyle yapay ulusal sorunlar yaratma ve bu sorunlar temelinde milyonlarca insanı seferber etme kudretinde değildir. Emperyalistlerin bir bölgedeki ulusal sorunu ve bu temelde gelişen hareketliliği kendi çıkarlarına kullanmaya girişmeleri, bir çırpıda o halkın taleplerini gayrimeşru kılmaz. Bu nedenle, bu tepkiyi Batılı emperyalistlerin fitnesinden ibaret bir şey olarak görüp bugünkü Rus emperyalizminin politikalarını ve geçmişteki Stalinist bürokrasinin politikalarını aklamaya girişmek kabul edilebilir bir tutum değildir.

    Gerçek bir işçi devletinde ulusal sorunun en demokratik şekilde çözülmek zorunda olduğunu düşünecek olursak, Rusya’ya karşı bu tepki aslında, 70 yıl boyunca Sovyet halklarına hükmeden Stalinist rejimin, bıraktık sosyalizmi bir işçi iktidarı olarak bile adlandırılamayacağının kanıtlarından birini oluşturuyor. Ekim Devriminin ilkelerine ve bu arada ulusal soruna Leninist yaklaşıma ihanet eden Stalinizmin, enternasyonalizm ilkesini yerle bir ederek onun yerine Büyük Rus şovenizmini geçirmesinin sonuçlarını yaşayarak görüyoruz. Konunun bu boyutunu kavramak, hem eski SSCB topraklarında yaşanmakta olan gelişmeleri anlamlandırabilmek bakımından hem de gelecekteki gerçek bir işçi iktidarının ulusal sorun politikasının nasıl olması gerektiğini ortaya koymak bakımından önem taşıyor.

    Kırım, Ukrayna ve Stalinizmin günahları

    Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılarak Rusya’yla birleşmesi, Ukrayna’da doğan krizde yeni bir aşama oldu. Her ne kadar Putin, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü bozmaya dönük bir girişimimiz yok dese de, krizin daha da derinleşmesi durumunda bu gelişme, nüfusun çoğunluğunu ya da önemli bir bölümünü Rusların oluşturduğu Ukrayna’nın doğu ve güneyinde de benzer gelişmelerin önünü açabilir. Bunun yanı sıra, bir başka ülkede, Moldova’nın küçük bir bölgesinde de Rusya’yla birleşmeyi talep eden hareketler seslerini yükseltmeye başlamış durumdalar.

    18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu’nun yenik düşmesiyle Rusya tarafından ele geçirilen Kırım (1783), o tarihten itibaren bir yandan bölgenin yerli halkı olan Tatarlara dönük asimilasyon çabalarına, diğer taraftan da Rusların bölgeye iskân edilmesi çabalarına tanık oldu. Kırım Tatarları bu süre zarfında birkaç kez zorunlu göçe tâbi tutuldular. Bu Ruslaştırma çabalarının ardından bölge, çoğunluğunu Rus kökenlilerin oluşturduğu bir Rus toprağı haline geldi. Ekim Devrimi sırasında Ruslar bölgede nüfusun %42’sini oluşturuyordu, bu oran ilerleyen yıllarda daha da arttı. 2001’deki sayıma göre, 2,3 milyonluk nüfusun %58’ini Ruslar, %24’ünü Ukraynalılar ve %12’sini Tatarlar oluşturuyordu.

    Bu tabloya şimdi de, Ukrayna’daki hükümet değişikliğinin ardından gelen Rus düşmanlığı eklenmiştir. Özellikle hükümet içinde yer alan faşistlerin ırkçı söylemleri ve geri kalan sağ burjuva partilerin de buna taviz veren tutumları, ülkenin doğusunda ve güneyinde yaşayan Rus nüfusu ürkütmüştür. Dolayısıyla bugün Kırım’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rusların Rusya’yla birleşme isteği anlaşılabilirdir. Ne var ki bu birleşmenin sorunsuz olabilmesi için, bölgede yaşayan tüm halkların demokratik-ulusal taleplerinin karşılanması ve haklarının güvence altına alınması gerekiyor. İmparatorluk geçmişinin ruhunu diriltmeye çabalayan Bonapartist Putin’in bu doğrultuda adımlar atmasını beklemenin beyhudeliği ortadadır. Kırım Tatarlarının ve Kırım’da yaşayan Ukraynalıların yabana atılmayacak kaygılarla bu birleşmeye karşı çıkması da bütünüyle anlaşılır bir şeydir. Kırım Tatarlarının geçmişte yaşadıkları acılar hâlâ belleklerde tazeyken ve uğradıkları maddi kayıplar halen telafi edilmemişken bir kez daha Moskova’nın idaresi altına girmekten kaygı duymaları gayet doğaldır. Sözümona sosyalizmle geçen on yıllardan sonra bugün Kırım ve Ukrayna’da Rus olmayan halkların Rusya’ya duydukları tepki ilk bakışta şaşırtıcı görünse bile durum hiç de öyle değildir.

    Eski SSCB topraklarında yaşayan halkların Rusya’ya karşı güvensizliğinin kökleri oldukça gerilere uzanıyor. Yıllar boyunca Çarlığın halklar hapishanesinin mahkûmu ve kurbanı olan bu uluslar, nihayet 1917 devrimiyle birlikte özgürlüklerine kavuşmuşlardı. Devrimle birlikte tüm uluslara bağımsızlık hakkı verilmiş, bunlardan başta Polonya ve Finlandiya olmak üzere bir kısmı kendi bağımsız burjuva ulus-devletlerini kurmuşlardı. Diğer halklar da kendi bağımsız devletlerini kurmuşlar ama bunların bir kısmı daha baştan, diğerleri ise kısa bir süre içerisinde birer Sovyet Cumhuriyeti olarak şekillenmişti. Bu bağımsız Sovyet Cumhuriyetleri, Rusya Sosyalist Sovyet Federatif Cumhuriyeti (RSSFC) ile gönüllülük temelinde karşılıklı ikili anlaşmalarla bir işbirliği içerisindeydiler. Ne var ki, Ekim Devriminden bir yıl sonra başlayan iç savaşta, Batı’nın emperyalist ordularının da desteğini alan karşı-devrimci Beyaz Orduların esas olarak Rusya’nın batı ve güneyinde yer alan özgürlüklerini yeni kazanmış ülkelerde hâkimiyet kurması, o bölgelerde yaşayan emekçi halkları, özellikle de köylüleri zor bir durumla karşı karşıya bırakmıştı. Bir taraftan, bir işçi iktidarı olarak Sovyet devletine sempati duyuyorlar, diğer taraftan da, Beyaz Orduların estirdiği terör ve tarihsel güvensizliği kışkırtan fitneleri nedeniyle Beyaz Orduya boyun eğmek durumunda kalıyorlardı. Bu karmaşık durum, iç savaşın sona ermesinin ardından, hızla gelişen Sovyet-Rus bürokrasisinin Rus olmayan emekçilere karşı güvensizlik telkin eden şovenizmini de güçlendirmişti. Stalin’in başkanlığını yaptığı Halklar Komiserliği, bürokrasi içerisindeki Rus şovenizminin kalesi durumuna gelmişti.

    Bir suikast girişiminin ardından Lenin’in geçirdiği rahatsızlıklar nedeniyle aktif siyasetten belli ölçülerde uzak kalması, Stalin liderliğindeki bürokrasinin işini kolaylaştırmış, Büyük Rus Şovenizmi körüklenmeye başlamıştı. Stalin, bu çerçevede, diğer cumhuriyetlerin bağımsızlığının sonlandırılıp hepsinin özerk cumhuriyetler olarak Rusya’ya bağlanmasını öngören bir “özerkleştirme” planı hazırlamıştı. Büyük itirazlarla karşılaştı; Azerbaycan ve Ermenistan hariç tüm cumhuriyetler bu planı reddettiler, Lenin de buna şiddetle karşı çıktı. Onun eleştirileri doğrultusunda birkaç değişiklik yapıldı ve bu kez birlik projesi olarak gündeme getirildi. Lenin, hasta yatağında, zorla, dayatmayla kurulacak bir birlik projesine karşı olduğunu, SSCB’nin halkların tam eşitliğine ve gönüllü birliğine bağlı olarak kurulabileceğini ve bu hususta asla acele edilmemesi gerektiğini belirtmişti.

    Stalin ise, olabilecek en bürokratik yöntemlerle projeye hız kazandırmaya çalışıyordu. Birçok sorun çıkmıştı, bunların içerisinde en öne çıkanları ise Ukrayna’da ve Gürcistan’da yaşanan sorunlardı. Bu iki ülkenin komünistleri, acele edilmemesi gerektiğini, halklar arasında yerleşmiş yüzlerce yıllık önyargıların akşamdan sabaha yıkılamayacağını düşünüyor ve birliğin ilan edilmeyip bir süre daha federasyon olarak gidilmesinin daha hayırlı olacağını düşünüyorlardı. Ne var ki bu yöndeki itirazları Stalin ve şürekası tarafından kaba ve bürokratik yollarla bastırıldı. İş, bu itirazları öne süren komünistlerin, Stalin’in emrindeki müfettişlerce parti toplantılarında herkesin önünde tartaklanmasına kadar varmıştı. Yaşananlar Lenin’e aksettirildiğinde, Lenin öfkeden deliye dönmüş, Stalin’i açıkça Büyük Rus şovenisti olarak mahkûm etmiş, ona ve onun şovenist-bürokratik yönetimine karşı açıkça siyasal bir savaş ilan etmişti. Bu doğrultuda parti organlarına ve kamuoyuna yönelik pek çok mektup ve makale kaleme aldı.

    Bunlardan biri olan 31 Aralık 1922 tarihli “Milliyetler ve ‘Özerkleştirme’ Sorunu” başlıklı makalesinde Lenin, birleşik bir devlet aygıtına ihtiyaç olduğu düşüncesinin, Çarlıktan devralıp biraz Sovyet yağına buladıkları Rus bürokratik aygıtından kaynaklandığını söylüyordu. Bu aygıtın hâlâ “bizim” olmadığını, bize “yabancı, burjuva ve Çarcı” bir karışım olduğunu, böylesine bürokratlaşmış bir devlet aygıtı varken tek bir devlet olarak birleşmenin, “köklü olarak yanlış” ve zamansız olduğunu belirtiyordu. Binbir dalavereyle, kaba ve bürokratik yollarla bu planı hayata geçirmeye çalışan Stalin ve şürekasını (Ordjonikidze ve Jerzinski’nin ismini verir), Rus olmadıkları halde “gerçek Rus davranışı” göstermekle, Büyük Rus zorbaları olmakla, enternasyonalizmi çiğnemekle suçluyor; Ordjonikidze’ye en ağır cezanın verilmesini, Stalin ve Jerzinski’nin ise sorumlulukları ölçüsünde resmi olarak kınanmasını istiyor ve onları sapmacılıkla suçluyordu. Kaleme aldırdığı 4 Ocak 1923 tarihli mektubunda ise tüm bunların sorumlusu olarak Stalin’in mutlaka görevinden alınması gerektiği belirtiyordu. Ne var ki tüm bu çabaları Stalin hizbi tarafından örtbas edildi, makaleler yayınlanmadı, mektuplar açıklanmadı. Lenin’in vasiyeti olarak da anılan bu mektupların yayınlanması ancak Stalin’in ölümünün ardından, yani 30 yıl sonra mümkün olabildi. Lenin Stalin’in bürokratik hizbinin yükselişine karşı verdiği mücadeleyi kaybetmiş ve bir yıl sonra da ölmüştü.

    İktidar dizginlerini eline geçiren Stalin, Orta Asya’daki Türki Sovyet cumhuriyetlerine tanınan hakları da kısa süre içerisinde tasfiye etti. SSCB’nin her parçasında Rus şovenizmi pompalanmaya başlandı. Ülkenin yaşadığı ekonomik zorlukların faturasını en ağır şekilde ödeyenler de Rus olmayan ulusların emekçi sınıfları oldu. 1932-33 yıllarındaki zorla kolektifleştirme uygulaması ve kullanılan bürokratik yöntemler, tarım üretimine büyük bir darbe vurdu. Tüm ülkeyi kasıp kavuran muazzam bir kıtlık dalgası yaşandı. Yalnızca Ukrayna’da altı ilâ on milyon arasında insan açlıktan hayatını kaybetti. Tüm SSCB çapında can kayıplarının yüzde sekseninden fazlası Ukrayna’da ve Kırım’da yaşanmıştı. Bu bölgelerdeki halk açlıktan kırılırken, Stalinist bürokrasi, dünyanın en büyük buğday üreticilerinden biri olarak, kendi bürokratik hedef, çıkar ve planları doğrultusunda halen buğday ihraç etmeye devam ediyordu. Bu uygulamalar, Ukrayna ve Kırım’daki işçi ve köylüler tarafından bilinçli bir açlığa mahkûm etme politikası olarak algılandı. Açlık ve ölümle ıslah edilmeye çalışılan bölge halkları, bu politikaların tek sorumlusu olan Stalinist bürokrasiye nefretle bakıyorlardı.

    Ancak iş bununla bitmiyor, Stalinizm kendisini tüm dünyaya sosyalizm olarak lanse ettiğinden, tepki yalnızca Stalinizme, Rus şovenizmine ve Rusya’ya yönelmekle kalmıyor, aynı zamanda bizzat emekçiler ve özellikle de köylüler arasında anti-komünist fikirler güç kazanıyordu. Sovyet bürokrasisi Rus şovenizmini körükledikçe, Rus olmayan cumhuriyetlerde de tepkisel milliyetçi eğilimler artıyor; artan milliyetçi eğilimlere karşı da Stalinist bürokrasi baskıyı daha da arttırmaktan başka bir şey yapmıyordu. 1930’lu yıllarda Stalinist bürokrasinin giriştiği “temizlik” sırasında, aralarında aydınların, sanatçıların, yazarların, gazetecilerin, gerçek komünist ve Bolşevik işçilerin de bulunduğu yüz binlerce insan “burjuvalık” ve “milliyetçilik” suçlamasıyla katledildi. “Yerli burjuvazinin milliyetçiliği”ne karşı mücadele örtüsü altında, SSCB’yi oluşturan halkların hakları gasp edilmeye başlandı. Kimi halklar sayıca çok küçük oldukları gerekçesiyle özerklik hakkından bile mahrum edildi. Kırım Tatarları da bunlar arasındaydı: Tatarca kitaplar toplatıldı, Tatarca gazetelerin üçte ikisi kapatıldı, kullandıkları Latin alfabesi yasaklanarak Kiril alfabesini kullanmaları zorunlu hale getirildi. Bu şovenist uygulamalar, Rus olmayan halklar, özellikle de Batı ülkelerine yakın ya da Ortodoks olmayan cumhuriyetlerde milliyetçiliğin doğup gelişmesine yol açmıştı.

    Özellikle Ukrayna’da 1930’ların sonlarına doğru hem Stalinist rejimin baskılarına karşı bir tepki olarak hem de Polonya’nın işgali altındaki Batı Ukrayna’nın kurtuluşu bağlamında oldukça güçlü bir milliyetçi hareket gelişti. Troçki, 1939 yılında kaleme aldığı birkaç makalede Ukrayna sorununun ciddiyetine değiniyordu. Daha SSCB’nin oluşumu sırasında yaşanan olayları hatırlatarak, 1932-33 kıtlığının, Stalinist baskının ve Rus şovenizminin Ukrayna’da ayrılıkçı milliyetçiliği beslediğine işaret eder Troçki. Bu negatif unsura rağmen Polonya denetimindeki topraklarda gelişen ulusal kurtuluş hareketinin taşıdığı pozitif yönleri sosyalizm bayrağı altına çekmenin mümkün olduğunu, ama bunun için de Ukrayna’nın SSCB’den ayrılarak bağımsız bir Sovyet Cumhuriyeti haline gelmesinin gerekli olduğunu savunur. Böylelikle hem Ukrayna’nın haklı ulusal talepleri karşılanıp milliyetçilik geriletilmiş olacak, hem Polonya işgalindeki Batı Ukrayna’nın kurtuluşu sağlanacak, hem de Ukrayna sorununun Alman faşizminin ve büyük emperyalist güçlerin elindeki bir manivelaya dönüşmesinin önüne geçilebilecekti. Troçki bu politikayı, Ukrayna’nın tamamında gerçekleşecek ve SSCB’yi de olumlu yönde etkileyecek yeni bir proleter devrim perspektifi bağlamına oturtuyordu. Tahmin edileceği gibi, Stalin’in böyle bir politikayı benimsemesi mümkün değildi. Stalinist rejimin, Polonya’nın işgali altındaki bölgelerin ulusal kurtuluşu için doğru ve etkin bir politika ortaya koymaması, soruna faşist Almanya’nın el atmasına yol açtı. Ukraynalılara bağımsızlık vaat eden Nazilerin Ukrayna milliyetçiliği içerisindeki etkisi giderek arttı.

    İkinci Dünya Savaşı, SSCB’de Rus şovenizmini doruk noktasına çıkardı. Stalinist bürokrasi, çoktan bir cesede çevirdiği Komünist Enternasyonal’i kapattı, Enternasyonal marşı terk edilerek Rus milliyetçiliğini öven yeni bir milli marş kabul edildi, Rus Ortodoks Kilisesi ihya edildi ve “vatan savunusu” sloganıyla Rus şovenizmi daha da körüklendi. Bu koşullar altında, Alman ordularının Ukrayna’ya girişini, Ukrayna milliyetçiliğinin etkisi altına girmiş kesimlerde ve bu arada Kırım Tatarları arasında da belli bir sevinçle karşılayanlar olmuştu. Yoksulluktan, açlıktan ve Stalinizmin zulmünden bunalan kitleler Alman ordularını kurtarıcı olarak görecek kadar derin bir trajedinin içine sürüklenmişlerdi. Bununla birlikte, Ukrayna’da halkın önemli bir kısmı, en başta da sanayi işçileri, Alman ordusunun SSCB topraklarını işgaline karşı canla başta savaşmışlar ve Kızıl Ordunun saflarına katılmışlardı. Aslında Kırım’da da durum benzerdi. 53 bin Tatar Kızıl Orduya katılmış, 12 bin Tatar ise partizan saflarında Nazilere karşı savaşmıştı; bunların 30 bini faşizme karşı savaşta hayatını kaybetmişti (o sırada Tatar nüfusu toplam 250 bin civarındaydı).

    Savaşın sonlarına doğru Almanya’nın yenilip geri çekilmesiyle, Stalinist bürokrasi Ukrayna ve Kırım’da tam bir terör estirdi. Tüm süreçten ve yaşananlardan dersler çıkarmak, şovenizme karşı savaş başlatmak, ulusların özgürlüğü, enternasyonalizm ve dünya devrimi bayrağını yeniden yükseltmek gerekiyordu ama Stalinist bürokrasiden bunu yapmasını beklemek hamhayaldi. Savaştan galip çıkmanın da kazandırdığı özgüvenle, bürokrasi, Rus olmayan halklar üzerindeki baskıları daha da arttırarak tam ters yönde hareket etti. Stalinizmin cani politikaları nedeniyle, denize düşen yılana sarılır misali, Nazi ordularının kucağına itilen kitleler vatan hainliğiyle suçlandılar. 1944 yılında, Stalin’in verdiği emirle yarım milyondan fazla Ukraynalının yanı sıra yaşlı çocuk demeden tüm Tatar halkı, savaş sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Orta Asya’ya sürgün edildi, çoğu yollarda hayatını kaybetti. Bu suçlama 1967’de resmen geri çekilmiş olsa bile, sürgünde hayatta kalabilenlerin bir kısmı ancak 50 yıldan fazla bir sürenin ardından (SSCB’nin yıkılmasıyla) yurtlarına dönebildiler. Sürgüne gönderilen yalnız onlar değildi; bölgede yaşayan Volga Almanları, Karaçaylar, Kalmikler, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlar da onlarla aynı kaderi paylaştılar. Sözkonusu sürgün ve katliamlar gerek Tatarlar gerekse de Ukraynalılar arasındaki Rusya’ya karşı zaten varolan güvensizliği daha da pekiştirdiği gibi, Rusya’nın şahsında sosyalizme duyulan güvensizlik ve düşmanlık da artmış oldu.

    1922’de SSCB kurulurken Ukrayna ve Gürcistan’la yaşanan gerginliğin onca zaman sonra bugün yeniden patlak vermesinde, gördüğümüz üzere, Stalinizmin şovenist politikalarının çok büyük bir payı vardır. Rus şovenizmini faşizan sınırlarda körükleyen bugünkü Putin yönetimi, 2008 yılında Gürcistan’dan sonra bugün de Ukrayna ve Kırım’a göz dikmiştir. Bugün Ukrayna ve Gürcistan’daki rejimler Rusya’ya karşı Batılı emperyalist blokun himayesine girmek için çırpınıyorlar ve bu ülkelerin emekçileri bu burjuva politikalara destek oluyorlarsa, bunun arkasında Stalinizmin yakın tarihteki cani politikalarının yattığını görmemiz gerekiyor. Öte yandan bugün yaşananların sorumluluğunu, tümüyle Batılı emperyalistlerin sırtına yıkarak, Putin Rusyası’nın emperyalist politikalarını görmezden gelmek asla kabul edilemez. Ukrayna’nın, Kırım’ın ve Gürcistan’ın emekçi halklarını namerde muhtaç haline getiren Stalinist politikalarla kökten bir şekilde hesaplaşılmadan, şovenizmin her türlü kırıntısından arınmadan ve Leninist ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi tüm içerik ve gerekleriyle koşulsuz savunulmadan, bu tarz krizlerde emekçi kitlelere enternasyonalist bir çıkış yolu sunmak mümkün değildir.

    Tüm bu yaşananlar, ulusal soruna Leninist yaklaşımın ne denli önemli ve hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Ezilen halkların ulusal ve demokratik taleplerini işçi sınıfının koşulsuz desteklemesi, dün olduğu gibi bugün de önemini korumaktadır. Kapitalizmin girdiği tarihsel kriz emperyalist savaş rüzgârlarını körüklerken, geçmişten bugüne sarkan ulusal sorunlar emperyalistlerin ellerinde birbirlerine karşı kullanacakları bir koz olmaya adaydır. Bu böyle olabiliyor diye ezilen halklara sırtımızı dönmek, onları emperyalistlerin kucağına iterek namerde muhtaç hale getirmekten başka bir anlama gelmiyor. “Bugün artık ulusların kendi kaderini tayin hakkı anlamını yitirmiştir” şeklindeki yaklaşımların, ezilen ulusların kurtuluş hareketlerine karşı sosyalist olmadıkları gerekçesiyle burnu büyük tutumlar takınılmasının Leninizmle hiçbir ortak noktası yoktur.

    Lenin, 1920’lerin başlarında, birliğe giden yol bazen ayrılıktan geçer sözleriyle, halkların ancak gönüllü ve özgür bir birliğinin anlam taşıdığını vurguluyordu. Ulusal sorunda, ezilen ulusa en özgür biçimde kendi kaderini tayin etme hakkının tanınmasından başka hiçbir gerçek ve kalıcı çözüm yoktur. Ezilen uluslar, ayrılık hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderlerini tayin etme hakkını elde edemedikçe, bu hakkı en demokratik ve en özgür biçimde her an kullanabilme şansına erişemedikçe, ulusal sorunların ortadan kalkması mümkün değildir. Bu olmadığı sürece, ister baskıyla ezerek ister dalavereyle aldatarak olsun bir dönem güya çözülmüş gibi görünen ulusal sorunların, bir süre sonra şartlar birazcık değiştiğinde bir kez daha patlak verdiğine defalarca tanık olduk. Stalinist rejimlerin çökmesiyle, yalnızca SSCB dağılmadı, Yugoslavya paramparça oldu, Çekoslavakya bölündü, Kafkaslar’da Azerbaycan ve Ermenistan savaşa tutuştu. Çin’de doğu Türkistan ve Tibet sorunu olduğu yerde duruyor ve tüm bunlar TC de dahil emperyalistlerin manevra ve manipülasyonlarına açık bir yara oluşturuyor.

    Stalinizmin yarattığı tüm tahrifatlardan arındırarak Lenin’e geri dönmek, ulusal sorunda Leninist anlayışı tavizsiz savunan bir enternasyonalizm bayrağını yükseltmekten başka hiçbir çözüm yoktur. Rus işçilerini Ukraynalı, Gürcü ve Tatar emekçilerle, Türk işçilerini Kürt emekçilerle, Filistin’in yoksul halkını İsrailli işçilerle kaynaştırmanın tek yolu enternasyonalizmin kızıl bayrağının altında toplanmaktan geçiyor.

    Nisan 2014, no:109

    http://marksisttutum.org/kirim_ukrayna_ve_stalinizmin_gunahlari.htm

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑