Tarihin Kritik Bir Dönemi: Komintern, Nazizm, GPU, Gestapo


Daha önce çevirdiğim, Paul Avrich’in Kronstadt 1921’i (Versus, 2006); Eugenia Ginzburg’un Anafora Doğru, Anaforun İçinde’leri (Pencere, 1996, 2000), Abel Paz’ın Halk Silahlanınca’sı (Kaos, 1995), tarihin son derece trajik dönemlerini ve olaylarını konu alıyordu. Son olarak yayımlanan, Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde’si de öyle. Ama diğerlerinden bir farkı var. Eugenia Ginzburg, Stalin’in baskı dönemini yaşamış bir öğretmendi ama parti aygıtının içinde bizzat bulunmuş bir aygıt profesyoneli değildi; Paul Avrich, sadece olayı araştıran bir akademisyen-tarihçiydi; Abel Paz, Durruti müfrezelerinde yer almış anarşist bir sıra neferiydi. Jan Valtin’in bu üçünden farkı, doğrudan doğruya bir aygıt profesyoneli olmasıdır. Komintern’in ve bu dünya örgütüyle iç içe geçmiş Sovyet gizli polis örgütü GPU’nun emrinde bir profesyonel. Bu yüzden onun anlatımları ve yargıları çok daha içerden gözlemlere dayanıyor ve baskı aygıtı gelip bıçağını doğrudan onun boğazına dayayıncaya kadar yirmi yıllık bir uyanma ve bilinçlenme süreci yaşayan bir profesyonel devrimcinin insanı şaşırtan, hatta şok eden gözlemlerini içeriyor.

Valtin, 1919 yılındaki Spartakist ayaklanmasına bisikletli kurye olarak katıldığında henüz on dört yaşındadır. Daha sonra, babası gibi denizci olup Komintern’e bağlı deniz ve liman işçileri örgütünde çalışmaya başlar. Mutludur böylesi bir çalışma içinde. Sınıfıyla gurur duymaktadır. Sovyetler Birliği ona ilham vermektedir. Komintern’de ilerledikçe bu dünya çapındaki örgütün özel aygıtlarıyla tanışır. Bu özel aygıtlar, doğrudan doğruya GPU tarafından yönetilmektedir. Esas adı Richard Julius Herman Krebs olan Jan Valtin yirmilerinin başındadır henüz ve GPU’unun Komintern içindeki demirden otoritesini sorgulayamayacak kadar naifçe inanmaktadır GPU’nun devrimci işler yaptığına ya da GPU’nun akla ve vicdana sığmayan uygulamalarının devrim için bir zorunluluk olduğuna.

Moskova’nın zorlamasıyla başlatılan 1923 Hamburg ayaklanması sırasında bir silahlı işçi müfrezesinin başıdır ve henüz yirmi yaşında bile değildir. Vicdan ve inanç güçlüdür, onların itkisiyle devrim için ölümü göze almıştır. Ama akıl henüz devrede değildir. Akıl yaşla büyür.

Hamburg ayaklanmasının yenilgisinden sonra kaçak yolcu olarak gemilerle denizlere açılır. Deniz engindir ama onun engin inancını yatıştıramaz. Yeniden döner açlık ve kargaşalık içindeki Almanya’ya. Artık Komintern’in ve GPU’nun denizaşırı profesyonel kuryesidir. Birçok tehlikeli yolculuk yapar. Tüm dünyayı dolaşır kurye olarak.

Dünyanın en güçlü komünist partisi olan Alman Komünist Partisi’nin üyesi ve profesyonel kadrosudur aynı zamanda. GPU’nun yönlendirmesiyle bir suikast işine karışıp Amerika’da 3 yıl hapis yattıktan sonra yeniden Almanya’ya döner.

Komintern ve GPU, onun olmadığı yıllarda tamamen Stalin’in yönetimi altına girmiştir. Bunu hemen fark eder. Artık parti içi tartışma diye bir şey kalmamıştır ve sadece parti emri geçerlidir. Yukardan gelen emre itirazsız boyun eğilecektir.

1920’lerin sonlarıdır ve Almanya’da Nazi’ler yükseliştedir. Ne var ki, Alman Komünist Partisi ölümcül bir yanlış politika izlemektedir bu konuda. Daha doğrusu, belki Alman Komünist Partisi’ne kalsa bu yanlış politikayı değiştirecektir de, Stalin ve Komintern bunun önünde en büyük engeli oluşturmaktadır. O sırada Komintern Batı Sekreterliğinin şefi olan Dimitrof’un ve Parti şefi Thaelmann’ın da desteklediği bu yanlış politika, 1920’lerden kalma “sınıfa karşı sınıf” politikasıdır. Bu politika, “sosyal hain” sosyal demokrasiyi baş düşman almayı gerektirmektedir. Bu, Hitler’in iktidara gelmesine son derece yardımcı olmuş bir politikadır.

Bu kadarını Claudin’in III. Enternasyonal kitabından da biliyorduk ama daha fazlasını Valtin’den öğreniyoruz. Valtin, olayların içinde bizzat yaşamış, hatta Alman Komünist Partisi’nin emrinde bunun somut pratiğini örgütlemiştir. Alıntı yapmayacağım. Kitaptan okumak daha iyi olur. Ama yapılanlar gerçekten korkunçtur. Alman komünistleri, Nazi SA’larla anlaşarak sosyal demokrat sendikaların toplantılarını birlikte basmışlardır. Hitler’in iyice iktidara yaklaştığı 1930’ların başlarında da liberallerin son bir direniş umuduyla kurdukları “Demir Cephe”nin toplantılarını.

Bu politikanın değiştirilmesi için yapılan, parti önderliğinin genişletilmiş toplantısını hatırlar Valtin. Bu toplantıda, Stalin’in müdahalesiyle aynı yanlış politikanın devamına karar verilir. Valtin bu toplantıyı bir ölüler toplantısı olarak anar. Çünkü Alman Komünist Partisi’nin önderliği 1933-39 yılları arasında neredeyse bütünüyle öldürülmüştür. Kitaba eklediğim biyografik notlara bakılsın: Ölüm tarihi 1933-34 olanları Hitler öldürmüş; 1937-39 olanları da, Stalin. Hitler’den kurtulanlar Sovyetler Birliği’ne sığınmış ve onların işini de orada GPU bitirmiş. O yıllarda eceliyle ölen birkaç komünist için “eceliyle öldü” notunu düşmek zorunda kaldım.

Valtin’in uyanışı nerede başlıyor? Buna tam bir tarih vermek zor ama Frelei ile yaşadığı aşk ilişkisinin bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Parti şefleri ve GPU’nun şef aparatları, aygıtın içinde görevli birinin parti üyesi olmayan bir kadınla aşk ilişkisi yaşamasını gizli çalışma ilkelerine aykırı bulmuşlardır. Frelei, ressamdır, Komintern’in ilan ettiği, dünya emekçilerinin kurtuluşu hedefine hiç de karşı değildir, zulüm gören o emekçiler için göz yaşı dökecek kadar duyarlı bir insandır, ne var ki, özgür ruhu, birçok çirkin tarafına tanık olduğu bu aygıta dahil olmaya izin vermemektedir. Bu yüzden Valtin’le aralarında çatışma çıkar. Valtin hâlâ bir parti fanatiğidir. Ama bir fanatik de aşık olabilir, mantığını tamamen kaybetmemişse saçmalıkları içten içe görür ama itiraf edemez.

Aygıt, acımasız bir canavardır aslında. İnsani olan her şeyi yok eden, insanların vicdanını ve aklını yiyerek yaşayan bir canavar. Onun için sadece Sovyetler Birliği’nin dar dış politika çıkarları ve aygıtın çıkarları vardır. Emekçilerin, işçilerin davası bile eğer sadece işine geliyorsa desteklenir onun tarafından. İşine gelmediğinde onları yarı yolda bırakmaktan, grevleri kırmaktan bir an bile geri durmaz. Valtin, bunların çok sayıda örneğini veriyor.

Artık Hitler iktidardadır ve birbirine rakip iki acımasız çark –Gestapo ve GPU- dönmektedir sadece. İnsanlar dişlilerin arasında parçalanıp gitmektedir. Valtin, Almanya’ya gönderilir illegal örgütlenme için. Sonucun işkence ve ölüm olduğunu bile bile gider. Yakalanır. Ağır işkence görür. Ve korkunç idamlara tanık olur. Yoldaşlarının kanlı başının sepete düşmesine.

Kitapta geçen anlatacak o kadar çok şey var ki. Olaylar dizinini atlayarak ilerliyorum. GPU, Gestapo’dan bile iyi işleyen bir aygıttır. Gestapo’nun şefleri, GPU’yu örnek aldıklarını ve casus örgütlenmesinde ondan çok geride kaldıklarını kabul etmektedir. Gestapo’nun içine adamlarını yerleştirebilecek kadar müthiş bir casus ve ajan örgütü. Valtin, Gestapo içine sızmış bir GPU ajanı vasıtasıyla Gestapo’nun içine sızma talimatı alır GPU’dan. Bir yıla varan müthiş bir mücadeleyle bunu başarır. Gestapo’nun en kuşkucu şeflerini bile ikna eder onlardan yana olduğuna. Gestapo’nun şefi Himmler’in bile karşısına çıkarılır son bir sınama da Himmler yapsın diye. Sonra mizansen bir hapishane kaçışı ve ver elini Kopenhag’daki Komintern merkezi.

Ne var ki, daha sonra, Valtin’e olan aşkı dolayısıyla partiye üye olan ve onun ardından Almanya’ya giriş yapıp yakalanan Firelei Gestapo’nun elinde rehinedir. Valtin’in en ufak bir yanlış hareketinde karısı ve küçük çocuğu öldürülecektir.

Valtin, oyununu oynamaya devam eder. Gestapo’ya yanlış bilgiler sızdırır, bir Gestapo ajanını yakalatır. Ne var ki, Komintern ve GPU’dan da bir talebi vardır: hapisten çıkarılıp bir kasabada sıkı bir şekilde gözaltında tutulan karısı Firelei’in ve çocuğunun bir an önce Gestapo’nun elinden kurtarılması. Komintern’in en önemli şeflerinden Ernst Wollweber buna yanaşmaz. Firelei’in kurtarılması, Valtin’in oynadığı oyunun bozulmasına yol açacaktır. Dedik ya, aygıt için önemli olan kendi çıkarlarıdır. Bir militanının hayatının ne önemi vardır ki.

Valtin isyan eder, Wollweber’le karşı karşıya gelir açıktan. Bu, yargılanması için yeterlidir. GPU onu tutuklar ve kendi hapishanelerinden birinde tutar. Ne var ki, Valtin de en az diğer GPU ajanları kadar büyük bir deneyim sahibidir. Bir Rus şilebiyle Sovyetler Birliği’ne gönderileceğini öğrendiği gün, kaldığı gizli hapishanede yangın çıkarıp kaçar.

Limanlarda tanıdığı ve tutuklandığından habersiz komünist yoldaşlarının yardımıyla Fransa’ya geçer. Orada, eline geçen komünist basından Gestapo ajanı olarak ilan edildiğini öğrenir. Gestapo’nun Valtin’e verdiği ve onun da Kopenhag’a gelir gelmez GPU ve Komintern yetkililerine teslim ettiği Gestapo kimliği komünist basında Valtin’in ajanlığının kanıtı olarak yayımlanmıştır. Bu, Valtin’den önce Firelei’in sonudur. Çünkü Gestapo şefleri bu kimliği, ne koşulda olursa olsun düşmanın eline geçmemesi koşuluyla vermişlerdir Valtin’e ve bu kimliğin yayımlanması Valtin’in Gestapo’ya ihanet ettiğinin belgesidir. Yani Valtin’in Gestapo ajanı olduğunun değil, olmadığının belgesi. Ama hepimiz görüntülere inanma eğiliminde değil miyizdir?

Ve aşkının peşinde sürüklenen Firelei’in Nazi hapishanesinde öldürüldüğünü ya da öldüğünü öğrenir Valtin.

Devrim de, aşk da ölüme mahkûm edilmiştir.

Karanlığın Ötesinde, 1940 yılında ABD’de yayımlandığında bir milyon kişi tarafından okunmuş, sonra da karanlıklara gömülüp gitmiş.

Ama karanlığın da ötesi vardır, öyle değil mi?

Gün Zileli
22 Temmuz 2009

Bu yazı; yazıldıktan yaklaşık bir yıl sonra Cuimhuriyet gazetesinin kitap eki’nde yayımlanmıştır

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Comments are closed.