Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Suriyeli Göçmen…

Faşizm, Savaş

Bence insanın en kötü özelliği acımasızlığıdır. Elbette o, acımasızlığına bazı “haklılık” kılıfları bulmasını da bilir. “O da bir zamanlar bana böyle yapmıştı, oh olsun…” diyerek kendini rahatlatır.

Birgün arkadaşlarla bir yerde oturuyorduk. Kucağında çocuğuyla bir Suriyeli göçmen masaya yaklaşıp para istedi. Yandaki masadan orta yaşlı bir adam, yüzünde müstehzi bir ifadeyle, “Tayyip versin” dedi, Suriyeli göçmen, başı önünde uzaklaştı oradan.

Orta yaşlı adam, belli ki kendini Suriyeli göçmene karşı iyice tahkim etmişti. Suriye’deki iç savaştan onu sorumlu görüyordu. Adama göre, zavallı göçmen, şimdi “fakirlik rolü keserek” bizleri “soymaya” çalışıyordu. Hatta aslında o bir “terörist”ti. Onu bu “terörist” başkaldırıya sevk eden ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Gidip ona dilensindi: Allah versin yerine, Tayyip versin. Zekice bir buluş değil. Ama acımasız olduğuna hiç kuşku yok.

Geçenlerde televizyonda bir görüntüyle karşılaştım. Şimdi neresiydi unuttum, Türkiye’nin bir ilinin bir mahallesinde, mahalleliler, Suriyeli göçmenlere saldırmıştı. Polis, mahalleyi Suriyeli göçmenlerden “temizlemekte”ydi. Yaşlı bir Suriyeli, kolundan tutan polisin iteklemesiyle polis arabasına binmeye çalışıyordu. Yüzünde korku, eziklik ve biraz da şaşkınlık ifadesi vardı. Şu yaşta, sürüklendiğim bu ülkede başıma gelene bakın, der gibiydi. Halka karşı her daim hodbin olan polisin, “halkın talebini” bu kadar ivedilikle yerine getirmesi ise oldukça şaşırtıcıydı. Polis daima en zayıfın tepesine biner.

Suriyeli göçmenleri mahalleden sürenler, acaba bir gün aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceğini hiç düşünmüşler midir? Ya da o korktukları polisin anında taleplerini yerine getirmesindeki tuhaflığın üzerinde birkaç saniye durmuşlar mıdır? Hiç sanmıyorum. İnsanlar işlerine gelmeyen şeyler üzerinde, rahatsız edici, irdeleyen sorgulamalara girmekten pek hoşlanmazlar.

Vicdansiz-Toplum_anti-pop_2009

İki gündür Maraş ve Adana’da da Suriyeli göçmenlere karşı saldırılar devam ediyor. Gazeteler, saldırıları yapanların sosyal medya üzerinden örgütlendiğini yazıyor. Olabilir. Her toplumsal olayın arkasında mutlaka gizli eller arayan biri değilim. Gerçekten de bunlar, basit ırkçı güdülerin sosyal medyada örgütlenmesiyle ortaya çıkmış olaylar olabilir. Aslında, öyle görünüyor ki, Anadolu sağcılığı, kendine yeni bir hedef bulmuştur.

Fakat tuhaf olan, toplumsal muhalefet güçlerinden bu konuda pek bir ses çıkmamasıdır. Acaba AKP muhalifliği bir körlüğe mi yol açıyor diye düşünmekten kendimi alamadım. Suriye iç savaşını AKP körükledi doğru tespiti, giderek iç savaşın mağdurlarına karşı bir duyarsızlığa mı yol açmaya başladı? Neyse ki bugün Birgün gazetesi saldırıları kınayan bir haber yapmış. Buna sevindim ama öte yandan başlığı hatalı buldum: “Saldırıların sorumlusu AKP”dir.” Muhabir, İHD Genel Başkanı’nın yaptığı açıklamayı kendince yorumlayarak böyle bir başlık atmış. Şimdi bundan ne sonuç çıkarmalıyız? Bu saldırıları AKP mi örgütlüyor? Tabii ki bu saçma, AKP yönetimi, kendisinin körüklediği bir iç savaşın mağdurlarını, hele kapıları kendi açmışken neden hedef alsın durup dururken, en azından bu konjönktürde. O zaman, söylenenin bir tek anlamı kalıyor: AKP iç savaşı körükledi ve bu Suriyeli göçmenlerin ülkeye gelmesine neden oldu. O zaman saldırılardan da o sorumludur. Yanlış mantık, yanlış sonuç. Bu, saldırıları bizzat yapan ırkçıları mazur gören bir yaklaşım olmuyor mu? Saldırılardan, saldırıları yapanlar değil, bu göçmenleri buraya getirenler sorumludur anlamına gelen sözler, sonuçta saldırganlara cesaret verir.

Suriyeli göçmenlerin bu ülkeye neden geldiklerini bir tarafa bırakalım şimdi. Sonuç olarak gelmişlerdir ve burada yaşamak zorundadırlar. Onlara gösterilen tepki, hangi gerekçeye sığınılırsa sığınılsın ırkçı bir tepkidir ve asla hoşgörülemez.

İngiltere’de on beş yıl, İsviçre’de beş yıl yaşamış bir siyasi göçmenim. Bu ülkelerde hiçbir zaman bu tür kaba saba saldırılara muhatap olmadığım gibi, birkaç münferit olay dışında, göçmenlere karşı toplu ırkçı gösterilere de tanık olmadım. Buna rağmen, gizli batılı ırkçılığının ne olduğunu, insanın canını nasıl acıttığını çok iyi bilirim. Yüzünüze bir şey söylemezler, hatta görünüşte kibar davranırlar ama konuşma tarzlarından, bakışlarından sizi nasıl küçümsediklerini çok iyi anlarsınız. Bir de bu gizli ırkçılığın, bizde olduğu gibi kaba saba bir saldırganlığa dönüştüğünü düşünün, ne kadar yaralayıcı bir şeydir. Bir insana ne yaparsanız yapmış olun, sığındığı bir yerden kovduğunuzdaki kadar yaralayamazsınız. İnsan ruhunu bundan daha fazla yaralayan hiçbir şey yoktur.

Sevmek ve merhamet, tüm canlıların sahip olduğu doğal güdülerdir. Canlıların en gelişmişi olduğu söylenen insan ise, bana öyle geliyor ki, doğanın bahşettiği bu hasletten payını en az alan canlıdır.

 

Gün Zileli

15 Temmuz 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

19 Comments

  1. Mülayim Sert

    BNP gibi ırkçılar son seçimde %2 oy alsa da İngiltere’de TR’deki gibi her an harekete geçebilen, öyle örgüte filan ihtiyaç duymayan sağcı linççi güruhların henüz oluşmadığı doğru. Ancak bahsettiğiniz gibi örtük ırkçılığı/sınıfçılığı ele veren çok acayip, utanç verici bir fenomeni hatırlatmak isterim.

    2011’de polisin siyah bir genci öldürmesinden sonra isyanlar patlamıştı. Siyahlar, göçmenler ve diğer kenar mahallelilerden oluşan gruplar politik olarak bulanık bir bilinçle hareket etseler de çatışma, yağma ve vandal eylemlerle ifade bulan alt-sınıf / sınıf-altı isyanları İngiltere’yi baya bir sallamıştı.

    Olaylar yatışırken orta-sınıf duyarlılığı ve “temizlik” aşkıyla harekete geçen isyancılardan çok farklı ve hali vakti daha yerinde bir kesim, mahallelerini süpürgelerle temizliğe girişip, bir yandan da “hasar verme çılgınlığını” kınıyordu.

    http://www.bbc.com/news/magazine-14475741

    Fotoğrafta elde havaya kaldırılan süpürgelerin manevi olarak aslında yoksulu/göçmeni/siyahı süpürme isteğini ifade ettiğini, hatta isyan tekrarlanırsa bu süpürgeler yerine ellere sopaları geçirmeye aday bir anlayışın yumuşak yüzü, faşizmin orta-sınıf yumuşak yüzü olduğunu söyleyebilirim. Çok utanç verici bulmuştum bu tepkiyi.

    Gezi’de de bir çöp toplama / sorumlu / temiz olma refleksi vardı. Ancak orada eylemin içinde olanlar bizzat kendi kontrollerindeki mıntıkayı temizliyordu. Belki yine bir orta sınıf duyarlılığı hafiften sırıtıyordu ama yine de oldukça farklı buluyorum iki refleksi..

  2. soruYorum

    Yazıda sözü edilen göçmenlere yönelik ırkçı-faşist saldırı, Hatayın HASSA ilçesinin Buharakent mahalline yapılmıştı. Güvenlik kaygı ve korkusuyla her daim aklı meşgul devletimiz, uzunca bir zamandır, kendince önlemler alıyor. Burası da bir sınır mıntıkasıyken, devlet, Amanos yaylalarındaki insanları bu yeni yerleşim alanlarına yerleştirdi. İŞ-GÜÇ HAK GETİRE…TEMMUZ SICAĞINDA TARIM İŞÇİLİĞİNE MECBURLAR. iki-üç km ötesi Rojava…Savaştan kaçanlar çoluk-çocuk bu tarafa geçip, ucuza bu işleri yapmak zorunda kalınca, haliyle bir gerginlik sebebi oldu.Ve o derin ırkıçılık da, faşist siyasiler tarafından kışkırtılınca, acı tablolar yaşandı. Hala da bu gerginlik devam ediyor.

    NEYSE Kİ UMUTLANMAK İÇİN DE SEBEP VAR…BİR KAÇ GÜNDÜR ROJAVA “SINIRI” DELİK,DEŞİK…KAHRAMANLAR SINIR TELLERİNDEN AŞIP, ROJAVAYA, KOBANİYE YARDIMA VE IŞİD ZALİMLERİNE KARŞI HALKI KORUMAYA GİDİYOR, HER TÜRLÜ RİSKİ GÖZE ALARAK…

    KAHROLSUN DEVLETLER VE SINIRLARI!

  3. hasan

    Gün abi bende buna benzer bir olay anlatayım,pastahanede bir arkadaşın doğum günü için pasta alıyordum ve birkaç suriyeli çocuk birazda terbiye sınırlarını aşan bir halde para istedi pastahane müdüründen,ama adı üstünde çocuk işte yani taş çatlasın 9-10 yaşlarındaydılar. Adamın yaptığı yorum şu oldu tayyip boşuna 3 çocuk yapın demiyor böyle giderse Türk olarak azınlıkta kalacağız yorumunu yaptı(buarada suriyeli çocuklar kürttü galiba çünkü kurmanci lehçesiyle konuşuyorlardı).Heralde topraklarını çok keyfi bir halde bırakmadılar yorumunu yaptım bende,adamın tavrı sadece banane ya oldu…ne diyebilirim ki

  4. Anonim

    Sadece saldırganlar değil, Türkiye’yi kendi ülkesi, Suriyelileri yabancı gören herkes, Yüzüklerin Efendisi’nde geçen şu sözleri kendileri için de düşünmeli;

    “Ama burası sizin Shire’ınız değil ki. Hobbitlerden önce burada başkaları yaşamıştı; hobbitler yok olduklarında da başkaları yaşayacak. Etrafınızda uçsuz bucaksız dünya uzanıyor. Kendinizi buraya kapatabilirsiniz, ama dünyayı sonsuza dek dışarıya hapsedemezsiniz.”

  5. O. Gürsel

    Bir hastanede çalışıyorum. Çevremde Suriye’li göçmenlere karşı giderek gelişen “hoşnutsuzluğu” yakından görüyorum. “Bu insanlar evlatlarını ölümden korumak için kaçıp gelmişler; bu hepimizin başına gelebilirdi… Ne yapsınlar? Acımak lazım…” türü şeyler söylesem de bu zavallı insanlara karşı giderek gelişen tepkinin altında yatan başka sebepleri de gözlüyordum…

    1. AKP’li-Tayyipçi olmayanlar, Suriye’li göçmen karşısında kendi vatandaşlığının daha “değersiz” olduğu algısına sürükleniyor. Sağlık hizmetlerinde “kayırılıyorlar” diye düşünüyor. .
    2. Sanırım yapılan kimi esnaflık işlerinde, kaçak işçi çalışmasında Maliye, SGK bazı şeylere göz yumuyor.. ” İnsanların kimi, haksız rekabet” ile işlerini kaybettiklerine inanıyor…
    3. Oldukça eğitimsiz, feodal kültürlerine karşın (büyük ihtimal bir şekilde buralarda tutunmaya başlayanlar) ‘misafir’ değil, ‘kayrılan” olmanın öz güveni içinde…

    “Devletin”, kendi mazlum vatandaşına göstermediği ilginin “daha dün gelmiş” bu göçmenlere gösterilmesi bir çok insanın içindeki “kötülüğü” besliyor; onları “ırkçı” duygulara, tavırlara sürüklüyor…
    Bu olguyu aylar öncesinde gözlemiştim ve bu tür tepkileri bekliyordum!
    Çok insanın RTE’nin-Sistemin “Suriye’lileri kayırdığını” kendi yurdunda kendinin “ötekileştirdiğini” düşünüyor.

    “Eşeği dövemeyen semerini döver ya!”
    Asıl sorumlu’ya hesap sorulmadığı için önümüzdeki yıllarda buna benzer “insanlık dışı” hadiseler kaçınılmazdır…

    (Suriye’li insanların da Hukuk, Koğuşturma, suç-ceza açısından en az bu ülke vatandaşları ile eşit olmasının sağlanması gerekir!)
    Bu zavallı insanlar ilk anda onlar için “hoş” görünse de önümüzdeki yıllarda “hükümet politikalarının” kayırdığı insanlar olarak tepki görmeye devam edecekler…
    Suriye Politikasındaki “pis işler” burada da devam ediyor…

  6. O. Gürsel

    Yıllardır Türkçe bilmediği için nice Kürt vatandaşımız onca güçlük çekmiş ve çekerken, onlara “çevirmen” sağlamak hiç akıllarına gelmeyenlerin Suriye’li göçmenler için özünde “insani, doğru” uygulamaları; görevlilerin kendi vatandaşları için harcamadıkları gayret insanlarca gözlenmektedir…
    Elbette insanlar hissediyor; gözden çıkartılmış % 50 yerine arap-sünni’leri yeğleyen, elinden gelse hepsini bu “yeni vatandaşlarla” değiştirmek isteyen bir Hükümet politikası var… Korkunç bir adam bu; zavallı Suriyelileri kim bilir daha neler bekliyor…

    yazdıklarıma kanıt sayılmalıdır…

  7. Mülayim Sert

    Buyur toplama kampı uygulaması da geliyormuş:
    http://www.ntvmsnbc.com/id/25526643
    “Rızası olmayan” “misafirlere” “mevzuat”.

  8. ama ama...

    mazlum mültecileri sahiplenmenizi anlamlı ve değerli buluyorum. görüşlerinize amasız katılıyorum.

  9. kadir

    Amarikanın ve Türkiyenin 11 Eylül sonrası kendine karşı radikal tüm devletlere karşı başlattıgı bahar devrimi bazı ülkelerde kendine ait yönetim şekliyle şekillendi bazılarının sonuçlarını ileride görecez Her ne sebeple savaştan kaçmış veya kaçmamış çocuklar anneler babalar bu insanlar dünyamızın insanlarıdır.hep birlikte bu insanlara yardımcı olmamız lazımdır. Dünyada ki tüm çoocuklar bizimdir…

  10. hortlak

    Sirf beyinle degil Kalble düsünüldümü daha cok daha farkli sonuclara variliyor..

  11. Anonim

    Savaş, Suriyeli Göçmenler ve Milliyetçilik

    Utku Kızılok

    Mart 2011’de Suriye’de başlayan halk protestoları, yerini bir süre sonra iç savaşa bıraktığında, Başbakan Erdoğan, Esad rejiminin kısa zamanda çökeceğini ve kısa zamanda Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılacaklarını açıklamıştı. Bu heyecanlı ifadenin anlamı açıktı: Kardeşlikten çıkarılıp kalleş ilan edilen Esad’ın kısa sürede alt edilmesiyle Türk emperyalizmi Ortadoğu’daki rüştünü ispat edecek ve Osmanlı hayalleriyle dolu AKP adeta fetih duygusu tadacaktı. Bu nedenle, bir taraftan Suriye muhalefeti silahlandırılıp desteklenirken, öte taraftan da sorunu Birleşmiş Milletler’in gündemine daha güçlü bir şekilde taşımak ve özellikle de ABD’yi müdahale noktasına çekmek amacıyla Suriye’den göçler teşvik edildi. Böylece dünyaya, Esad rejiminin ne denli gaddar olduğu, rejimin yürüttüğü kıyımla karşı karşıya kalan insanların perperişan evlerini terk ettikleri, Türkiye’nin ise onlara kucak açtığı mesajı verilerek puan toplanacaktı. Televizyon kanalları Suriye’den Türkiye’ye geçen mültecileri canlı yayında veriyor ve ortaya çıkan acıklı manzarayla Esad rejimi teşhir ediliyordu. Lakin Esad rejimi çökmedi; onun gaddarlığını aratmayan muhalefetin ve özellikle de radikal İslamcı güçlerin sergilediği vahşet eşliğinde iç savaş genişledi.

    Başta tarihi kent Halep olmak üzere Suriye’nin önemli bir bölümü kelimenin tam anlamıyla cehenneme dönerken, 100 binden fazla insan öldü ve milyonlarcası da komşu ülkelere göç etti. Şu ana kadar 4 milyon Suriyeli ülkesini terk ederek Türkiye, Ürdün, Güney Kürdistan ve diğer komşu ülkelere sığınmış durumda. Türkiye’deki göçmen sayısının bu yılın sonuna kadar 1,5 milyonu aşacağı ifade edilmekte. Ortadoğu’daki siyasi dengelere ve emperyalist savaşın gidişatına baktığımızda, Suriye’deki iç savaşın bugünden yarına bitmeyeceğini ve aslında verili durumun uzun yıllar süreceğini söylemek gerekiyor. Irak’ta körüklenen mezhep kavgası, Lübnan’daki siyasal kriz ve çözülemeyen Filistin sorunu da ortaya koyuyor ki, savaş çeşitli biçimler altında tüm bölge ülkelerini etkisi altına almış bulunmaktadır. Hâlihazırda Ortadoğu’da milyonlarca Filistinli, Iraklı ve Suriyeli, mülteci/göçmen durumundadır. Savaşın tırmanmasına bağlı olarak bu sayının daha da artması kaçınılmaz gözükmektedir.

    Üstelik savaşa bağlı olarak gelişen göçmen sorunu yalnızca Ortadoğu’yla ilgili bir sorun da değildir. Emperyalist hegemonya savaşının yoğunlaştığı Afrika’da ya da Af­ga­nistan, Pakistan ve benzeri ülkelerde de yüz binlerce insan, yerini yurdunu terk ederek göçmen haline gelmektedir. Emperyalist kışkırtma neticesinde baş gösteren iç savaşların –bu savaşlar kimi zaman kabile ve mezhep savaşları biçimine de bürünmektedir–, yıkımın, işsizlik ve sefaletin pençesinden kurtulmak isteyen yüz binlerce yoksul, daha iyi bir yaşam umuduyla ölümü göze alarak göç ediyor. Daha gelişmiş ülkelere, özellikle de Batılı ülkelere gitmeyi hedefleyen Afrikalı, Ortadoğulu ve Güney Asyalı yoksulların binlercesi, denizi aşmak üzere çıktıkları yolculuklarda ölmekte, önemli bir kısmı da köle haline gelmektedir.

    Kapitalist krizin ve emperyalist savaşın daha da körüklediği bir olgu olarak göçmen sorunu, önümüzdeki dönemde dünyada daha da önemli bir sorun haline gelecektir. Dalgalar halinde daha gelişmiş ülkelere akın eden yüz binlerce emekçi, insan gibi yaşama ve çalışma olanağına kavuşmayı beklerken, gittikleri ülkelerde aşağılanıyor, inanılmaz acılar çekiyor ve daha da önemlisi egemen güçlerin kışkırtması sonucunda ırkçı saldırıların hedefi oluyor. Bugün pek çok Avrupa ülkesinde göçmenlere dönük saldırılar artıyor. Avrupa’da yükselişte olan faşist partiler, temel söylemlerini göçmen karşıtlığı üzerine kurmuş durumdalar. Burjuvazi, işçi sınıfını milliyetçilik tuzağına çekerek kapitalist çelişkilerin üzerini örtmek istiyor.

    Batı’ya gitmek isteyen göçmenlerin geçiş noktası olan Türkiye’de de çok sayıda göçmen bulunmaktadır. Afrika, Ortadoğu ve Güney Asya ülkelerinden gelen göçmenlerin sayısının yaklaşık bir milyon olduğu ifade edilmektedir. Şu ana değin Türkiye’de göçmenler, Avrupa’da olduğu gibi faşist partilerin ana hedefi haline gelmiş ve kitlesel ölçekte bir ırkçı göçmen karşıtlığı şekillenmiş değildir. Ne var ki göçmen sayısının artması ve özellikle de yüz binlerce Suriyeli mültecinin büyük kentlerde barınmaya başlaması, toplumda alttan alta bir tepki mayalanmasına neden olmaktadır. Geçtiğimiz günlerde peşpeşe Maraş, Adana ve Mardin Kızıltepe’de Suriyeli göçmenlere karşı milliyetçi hezeyanlar eşliğinde yapılan gösteriler de bu tepkinin bir dışavurumudur. Maraş’ta bin kişiden oluşan bir grup Suriyelileri linç etmek isterken, Adana’da yüzü maskeli ve eli bıçaklı bir grup Suriyelilere saldırdı. Mardin Kızıltepe’de ise, yerel basın üzerinden başlatılan kampanya sonrasında sokağa dökülen güruh, Suriyelileri istemedikleri yönünde sloganlar attı.

    Saldırıların temel gerekçeleri şöyle ifade ediliyor: Suriyeli göçmenler daha düşük ücretlere çalışarak ücretleri düşürüyorlar, iş bulma imkânı ortadan kalkıyor, ev kiraları yükseliyor ve ticarete başlayan göçmenler esnafın işini elinden alıyor! Antep, Hatay, Adana, Mersin, Maraş ve civar kentlerde yapılan röportaj ve anketlerde dile getirilen bu düşünce, aslında sadece o bölgelere özgü değildir. Bugün Türkiye kapitalizminin kalbi konumunda olan İstanbul’da da işçiler arasında Suriyeli göçmenlere karşı tepkiler artıyor. Göçmenlerin ücretleri düşürdüğünü ve işlerini ellerinden aldığını söyleyen kimi işçiler, ırkçı görüşler dile getirmekten de çekinmiyorlar.

    Üstelik ifade edilen tepkiler, Ortadoğu’daki gelişmelerin bir sonucu olarak mezhepçi bir boyut da kazanmış durumda. Esad rejiminin devrilmesi için çalışan AKP hükümeti, Ortadoğu’daki siyasetini mezhepçi bir temele, Sünni ekseni üzerine oturtmuştur. AKP’nin sıkça Esad rejiminin bir avuç Alevi (Nusayri) azınlığın iktidarı olduğunu söylemesi, Alevileri dolaylı olarak hedef haline getirmesi ve radikal İslamcı grupların beslenmesi içerideki Alevi kitlelerde bir tedirginliğe yol açmıştır. Suriyeli göçmenlerin ekseriyetinin Sünni olması ve bunların sınırdaki kentlere yerleşmesi bu tedirginliği daha da artırmıştır. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden sonra binlerce Şii askeri kurşuna dizmesi ve Şiilere karşı cihat ilan etmesi, etkisini doğrudan Türkiye’de de hissettirmektedir. Ortadoğu’da mezhep kavgasının kızışması ve AKP’nin mezhepçi bir siyaset izlemesi, içerideki Alevi kitlelerin Suriyeli Sünni göçmenlere bakış açısını etkilemekte ve önyargıları beslemektedir. Kısacası göçmenlere dönük tepkinin mezhepçi bir boyutunun da olması, Türkiye işçi sınıfı açısından çok büyük bir tehlikeye işaret etmektedir.

    Neresinden bakarsak bakalım göçmenlere dönük geliştirilen tepkiler haksızdır. Bu tepkiler, sorunların esas kaynağı olan emperyalist savaş ve onu doğuran kapitalist düzen yerine göçmenlere yönelmiştir. Elbette işçi sınıfının örgütsüz ve enternasyonalist bilinçten yoksun olması, göçmenlere karşı ileri sürülen milliyetçi argümanların işçiler nezdinde itibar görmesine neden olmaktadır. Suriyeli mültecilerin kısa sürede ülkelerine dönmesinin mümkün olmadığı ve tam tersine daha fazla toplumsal hayatın parçası haline gelecekleri dikkate alınırsa, önümüzdeki dönemde göçmen meselesi daha fazla kendini hissettirecektir. Bu nedenle, göçmen sorunu karşısında işçi sınıfının nasıl bir tutum alması gerektiği konusu çok önemlidir.

    Göçmenler ve sorunların esas kaynağı

    Suriye’den Türkiye’ye sığınan ilk mülteci kafilesi yalnızca 252 kişiden oluşuyordu. Ancak iç savaşın kızışmasına bağlı olarak sayı günden güne arttı. Şu anda Suriyeli mültecilerin 220 bini 10 ilde kurulmuş 22 kampta yaşamaktadır. Yaklaşık 1 milyon Suriyeli göçmen ise sınır bölgesi civarındaki Antep, Adana, Mersin gibi kentlerin yanı sıra İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde yaşıyor. AKP hükümeti, iki üç ay içinde zafer kazanacağına ve Şam’da namaz kılacağına o denli inanmıştı ki, göçmen sayısının bu denli artabileceğini öngöremedi. Nasıl olsa Esad düşecek ve göçmenler de AKP’ye minnettar kalarak ülkelerine geri döneceklerdi! Bu nedenle göçmenlerin planlı bir şekilde yerleştirilmesi, ev ve iş verilmesi, toplumsal hayata uyum sağlamaları için gerekli önlemlerin alınması için hiçbir şey yapılmadı. Hangi kentte ne kadar Suriyeli göçmenin yaşadığı ve nasıl geçindikleri tam olarak bilinmemektedir. Mültecilerin önemli bir kısmı sınır kentlerinde yaşamaktadır. Meselâ raporlara göre, Antep’e bağlı Nizip’teki Suriyeli mülteci sayısı yerli halktan daha fazladır. İstanbul’da ise Suriyeli göçmenlerin sayısının 100 binden fazla olduğu ifade edilmektedir.

    Mülteci ya da göçmenlerin sığındıkları ülkelerde kalma süreleri uzadıkça, doğal olarak geri dönme istekleri de azalmakta, gittikleri yerlerde kalıcı bir yaşam oluşturma arzuları artmaktadır. Nitekim bu eğilim Suriyeli göçmenler arasında da giderek daha fazla güçlenmektedir. Ne var ki göçmenlerin Türkiye sınırları içinde hukuksal bir güvenceleri yok. Türkiye, Suriyeli sığınmacıları resmi olarak “misafir” statüsünde kabul etmektedir. 2011 Eki­minde açıklandığında göre, Suriyeli sığınmacılar Tür­ki­ye’de “geçici koruma” uygulamasına tâbiler. Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Söz­leş­mesi’ne “coğrafi sınırlama” şerhi koyduğu için, Avrupa Kon­seyi üyesi bir ülkeden gelmeyen sığınmacılara “mülteci” demiyor. Dolayısıyla iç savaş sonucu Türkiye’ye sığınan Suriyeli göçmenler de mülteci olarak görülmüyor ve mültecilikten gelen haklardan yararlanamıyorlar.

    Kamplara sığınmış bulunan göçmenlerin kamp hayatı yarı açık cezaevini aratmazken, kentlere dağılmış yüz binlerce göçmenin çoğunluğu ise sefalet koşullarında yaşamaktadır. Bir kere her şeyden önce kendi topraklarından kopup dilini ve alışkanlıklarını bilmedikleri bir başka toplumda yaşamaya çalışmanın getirdiği zorluklar vardır. Evlerinin, işlerinin ve paralarının olmaması, dil bilmemeleri, geldikleri kentleri ve toplumu tanımamaları göçmenleri korkunç bir çaresizliğe itmektedir. Ne yazık ki kapitalist düzenin çürüttüğü insanlar, göçmenlerin bu çaresizliğini kendi çıkarları için kullanmaktan geri durmamaktadırlar. Özellikle sınır kentlerinde Suriyeli kadınların ikinci eş olarak satılması, kadınların fuhuşa zorlanması ve hatta fuhuş yaptırılan kadınların köleleştirilmesi, yine kadınlara ve çocuklara tecavüz edilmesi, tacizde bulunulması bu insanlıktan çıkmışlığın ifadelerinden sadece birkaçıdır.

    Çeşitli kentlere sığınmış bulunan yüz binlerce Suriyeli göçmenin bir kısmı başlarını sokacak bir ev bulamayıp parklarda yaşarken, diğer bir kısmı ise tabiri caizse “it bağlasan durmaz” sözünü hatırlatan izbelere fahiş kiralar vermeye zorlanıyorlar. Bu izbelerde, çoğu kez bir odada 8-10 kişi yatıp kalkmaktadır. Göçmenlerin çoğu iş bulamamakta, bulduklarında ise son derece düşük ücretlere çalışmaya mecbur bırakılmaktadırlar. Açgözlü patronlar, göçmenlerin çaresizliğini kullanarak onları ayda 400 ilâ 500 lira karşılığında uzun saatler boyunca çalıştırarak kârlarını yükseltmeyi hedefliyorlar. İş bulamayanların dilendiğini, bu sırada Suriyeli göçmen olmalarını acıma duygusu yaratmak için kullandıklarını tüm kentlerde görmek mümkün. Yani neresinden bakarsak bakalım, göçmenler insanlık dışı koşullara maruz kalmaktadırlar. Savaşın sonucunda yakınlarını kaybeden, evlerini ve yurtlarını terk eden, kurulu düzenleri bozulan göçmenlerin psikolojileri de bozuluyor ve kolayına atlatamayacakları bir travma yaşıyorlar.

    Kapitalist sistemin işçi ve emekçileri ittiği işsizlik ve yoksulluk koşullarının gerçek sorumlusu kavranmadığında, asıl sorumlu kolayca çaresiz göçmenler olarak görülebiliyor. Bu, derindeki çelişkileri görmeyip yüzeydeki görüntüye bakarak hareket etmek demektir ki, burjuvazinin ideolojik tuzaklarına kapılma tam da o anda olmaktadır. Ör­güt­süz olan ve asıl suçlunun kapitalizm olduğunu kavrayamayan kitleler, göçmenlerin ülkeye girmesiyle birlikte kendi yaşam düzeylerinde bir gerileme olacağı kaygısıyla tepki vermektedirler. Hiç kuşku yok ki sayısı yüz binleri bulan göçmenlerin bir ülkeye yerleşmesiyle birlikte, kapitalist düzen dâhilinde o ülkedeki mevcut işler daha fazla sayıda insan arasında bölünmekte ve iş bulma imkânı geçmişe nazaran zayıflamaktadır. Yaşamlarını sürdürmek isteyen çaresiz göçmenler, onlara dayatılan düşük ücretleri ve uzun iş saatlerini kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu durum ücretleri belli ölçüde aşağıya çekmektedir. Sonuçta göçmenler yedek işgücü ordusuna eklenerek işsizlerin sayısını büyütmekte ve kapitalistler bu durumu ücretleri düşürmek üzere kullanmaktadırlar.

    Fakat anlaşılacağı üzere bu durumun sorumlusu göçmenler değil kapitalist sistem ve onun yol açtığı emperyalist savaştır. Hangi emekçi yerini yurdunu terk ederek insanlık dışı yaşam koşullarına, düşük ücretlere ve uzun iş saatlerine katlanmak ister ki? Kapitalistlerin oyununa gelmek istemeyen her işçi bu hakikati kavramak ve ona göre tutum takınmak zorundadır. Kaldı ki işsizliğin artmasında ve ücretlerin düşürülmesinde göçmenlerin oynadığı rol sınırlıdır. Suriyeli göçmenler yokken de kapitalistler ücretleri düşürmek ve kötü çalışma koşullarını dayatmak için işçi sınıfına var güçleriyle saldırmaktaydılar ve şimdi de saldırmaya devam ediyorlar.

    Dolayısıyla Türkiyeli işçilerin asıl suçlu göçmenlermiş yanılsamasını bir kenara bırakıp bu katı gerçeği görmesi bir zorunluluktur. Hedef tahtasına konması gereken kapitalist sömürü düzenidir. Üstelik suçlu olarak göçmenleri kafayı takan bir bakış açısı yalnızca burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder, etmektedir. Kapitalizmin yarattığı sınıfsal çelişkilerin üzerini örtmek ve gerçek suçluyu gözlerden saklamak isteyen burjuvazi, işsizliğin ve yoksulluğun asıl sorumlusu göçmenlermiş gibi bir yanılsama üreterek ve işçileri milliyetçi temelde kışkırtarak işçi sınıfını oyalamaktadır. Avrupa’da göçmen karşıtlığının ve İslamofobinin yükselmesi, faşist partilerin oylarını arttırması bu gerçeği gözler önüne sermektedir.

    Avrupa’da burjuvazinin sürdürdüğü neo-liberal saldırılar sonucunda “sosyal devlet” çökmüş ve işçi sınıfı tarihsel kazanımlarından önemli kayıplar vermiştir. İşsizlik artmış, işsizlik ödeneğine darbe indirilmiş, emeklilik yaşı uzatılmış, ücretler düşürülmüş, sosyal haklar budanmış, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları ağırlaşmıştır. İşçi sınıfına dönük bu saldırılar arasında en önemli ve en can yakıcı olanı işsizliktir! İşsizlik Avrupa’da durdurulamaz bir yükseliş halindedir. Küresel kapitalist krizle birlikte, ihtimal dâhilinde görülmeyen dev kapitalist şirketler batmış ve yüz binlerce işçi sokağa, işsizliğin kucağına atılmıştır. As­lında “sosyal devlet, barışçıl, güvenli ve müreffeh Batı toplumu” kandırmacasına inandırılmış geniş emekçi kitleler tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşamaktalar. Avrupa Bir­liği ülkeleri bir türlü krizden çıkmıyor, ekonomiler büyümüyor. Burjuvazinin göklere çıkardığı AB projesinin barış ve refah getiremeyeceği anlaşılmış durumda. Em­peryalist kapışma, Ortadoğu ve Afrika’daki gibi sıcak savaşlar ve dünyanın birçok bölgesinde siyasal çalkantılar biçiminde yol almaktadır. İşte tüm bu tablo geniş emekçi yığınları güvensizliğe, huzursuzluğa ve giderek de umutsuzluğa sürüklemektedir.

    Ancak huzursuzluk biçiminde kendini dışa vuran, fakat örgütlü ve bilinçli bir düzeye yükselerek asıl hedefine varamayan tepkiler faşist partileri güçlendiriyor. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinin de ortaya koyduğu üzere faşist hareket Avrupa genelinde bir yükseliş halindedir. Ilımlısıyla aşırısıyla tüm sağ partiler, İslam düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı üzerinden ırkçı, milliyetçi ve faşizan bir söylem kullanıyorlar. Krizin yol açtığı yıkımın asıl müsebbibinin kapitalist düzen olduğunu gözlerden kaçırmak ve hedef saptırmak amacıyla İslam ve göçmen karşıtlığı burjuva siyasetinin ana konusu haline getirilmiş durumda. Avrupa burjuvazisi, kitleleri ırkçı ve milliyetçi temelde kışkırtıyor ve halklar arasında husumet yaratmaya çalışıyor. Geçmişteki göreli iyi yaşam koşullarını kaybeden, krizin, işsizliğin ve siyasal çalkantıların damgasını bastığı bir dünyada gelecek endişesine kapılan Avrupalı işçi kitlelerin ve orta sınıfların bir bölümü, depresif bir ruh haliyle etraflarına baktıklarında, burjuvazi onlara göçmenleri hedef gösteriyor. Tüm bu sorunların kaynağında kapitalizmin olduğunu göremeyen örgütsüz kitleler, ne yazık öfkelerini göçmenlere ve Müslümanlara yöneltiyorlar. Böylece kapitalizmin yarattığı sorunları göremeyen bilinci çarpılmış bu kitleler, öfkelerini yanlış kanallara boşaltıyorlar.

    Türkiye’de, Avrupa ülkelerinde ve dünyanın her neresinde olursa olsun göçmenlere önyargıyla ve aşağılayıcı bir şekilde yaklaşmak, kapitalizmin yarattığı sorunların sorumlusu olarak onları görmek egemenlerin tuzağına düşmektir. Konu Avrupa’da göçmenlere ve Müslümanlara dönük baskılar ve ırkçı yaklaşımlar olunca yapılanları nefretle kınayan Türkiyeli emekçilerin, sıra kendilerinin göçmenlere karşı doğru tutum almasına gelince tam tersi yönde hareket etmesi kabul edilemez. Türkiye işçi sınıfı ırkçı, mezhepçi yaklaşımların esiri olmadan ve işsizliğin, düşük ücretlerin, yüksek kiraların ve yoksulluğun asıl sorumlusunun kapitalist düzen olduğu gerçeğini görerek tüm göçmenlere kardeşlik elini uzatmalıdır. Göçmenlerin sağlıklı mekânlara yerleştirilmesi, iş ve ev verilmesi, topluma ve yaşadıkları kentlere uyum sağlamaları için AKP hükümetine baskı yapılmalıdır. Savaşın yarattığı göçmen sorunu büyük acılara yol açarken, aslında bambaşka bir sürecin de önünü açmış bulunmaktadır. Milyonlarca insanın göçmen haline gelmesi ve bölgedeki emekçilerin göçmenlik yoluyla fiilen iç içe geçmesi, Ortadoğu’daki olası bir proleter devrim için büyük imkânlar sunmaktadır. Eğer bölgenin en gelişmiş ve en kalabalık işçi sınıfını oluşturan Türkiye işçi sınıfı, enternasyonalist bir tutum alabilir ve bu temelde bir örgütlenmeye gidilebilirse, savaşın ortaya çıkardığı göçmenlik olgusu kapitalizmin alaşağı edilmesinde bir kaldıraç rolü de oynayabilir.

    http://marksisttutum.org/savas_suriyeli_gocmenler_ve_milliyetcilik.htm

  12. Anonim

    Muhacirlere Ensar Olabilmek

    Mustafa Siel

    Suriye Artık Türkiye’de

    Mart 2011’de başlayan Suriye intifadası 3. yılını yarılarken, Türkiye’deki Suriyeli muhacirlerin sayısı milyonu çoktan aşmış durumda. Son günlere kadar sadece Esed muhalif Araplar gelirdi muhacir olarak. Işid’in son hamlelerinin arkasından Ezidi ve Müslüman Kürtlerde katıldı bu göç kervanına. Suriye intifadasının ilk yıllarında yüzbinli rakamlar göz korkuturken, şimdi çıta iki milyon rakamına yükseltilmiş durumda.

    İntifadanın ilk günlerinden itibaren başlattığımız Suriye içindeki muhaliflere ve mağdur duruma düşen halka insani yardım yapmak konusundaki çalışmalarımız aynen devam etmeli. Lakin artık gözlerimizi Türkiye içindeki Suriyeli ve (başta Iraklı olmak üzere) diğer muhacirlere çevirmemiz de elzem olmuş durumda.

    Hatta belki de önümüzdeki günlerde, Türkiye içindeki Suriyeli Muhacirlerle ilgilenmemiz, Suriye içindeki mağdur halk kesimiyle ilgilenmemizden daha fazla önem ve öncelik kazanacaktır.

    Türkiye Bir Muhacir Memleketidir Ve Yine Bir Muhacir Memleketi Olmalıdır

    Önce şunu idrak edelim. Suriyeli (ve diğer memleketlerden gelen) Arap, Kürt, Türkmen vs. muhacirler el değil, öz kardeşlerimizdir. Tıpkı Kafkasya’dan gelen Çerkez, Gürcü vs. Trakya’dan gelenler gibi ve hatta daha yakın. Çünkü Suriye ve Iraklı muhacirlerle sadece Ümmet kardeşliğimiz yok, daha 100 yıl önce aynı memleketin vatandaşları, aynı devletin uyrukları idik.

    Bu gün Suriyeli (ve diğer memleketlerden gelen) muhacirleri bir yük olarak görenlerin önemli bir kısmı geçmişlerine dönüp bakarlarsa, atalarının da tıpkı Suriyeli muhacirler gibi Osmanlı’ya ve Türkiye’ye hicret etmek zorunda kaldıklarını görürler. O günlerde Osmanlı ve Türkiye için yük gibi görünen ve ciddi sıkıntılar oluşturan bu muhacirler, bu gün Türkiye’nin dinamiklerinden en önemlileri haline gelmişlerdir.

    Suriyeli muhacirlerin büyük kısmı eninde sonunda Suriye’ye döneceklerdir. Bu durumda inşaallah Türkiye halkı ile Suriye halkı arasında derin dostluk bağları kurulmuş olacak, adeta iki devlet tek millet anlayışına evrileceklerdir. Geriye dönmeyenler olursa, onlarda Türkiye için bir çeşitlilik ve dinamizm kaynağı olacak, tıpkı önceki muhacirler gibi Türkiye için bir kazanım olacaklardır.

    Muhacirler Ümmetle Aramızda Kardeşlik Köprüsü Olmalıdır

    100 yıl önce kıblemizi batıya çeviren mankurt idareciler, başta Arap ve Kürtlere olmak üzere tüm Müslüman halklara karşı halkımızda ciddi bir aşağılama ve düşmanlık oluşturmaya gayret ettiler yıllar boyu. Batının köpeğine bile imrenerek bakanlar, kendi köpeklerine Arap adını vermekten ayrı bir haz duydular, Kürtlerin ise varlığını bile kabul etmediler.

    Bu propagandalar maalesef halk nezdinde de etkili oldu ve halkımızın ekseriyetinde başta Arap ve Kürtler olmak üzere Türkiye dışındaki (resmi politika gereği Azerbeycan ve Pakistan hariç) tüm Müslümanlara karşı en azından bir yabancılaşma, bazen de küçümseme ve düşmanlık duyguları oluştu.

    AKP’nin 12 yıllık iktidarında mevcut siyasi ve sosyal şartlar çerçevesinde tekrar İslam dünyasıyla irtibat kurmaya, iyice örselenmiş olan Ümmet bilincini onarmaya yönelik politikaları yavaş yavaş meyvelerini vermekte. Suriye ve Iraklı muhacirler, halkımızın Ümmetle koparılmış olan kardeşlik bağlarının yeniden tamiri için reel bir vasat olabilir ve olması için mutlaka çaba gösterilmelidir. Ancak bu kendiliğinden yada sadece Hükümetin çabaları ile mümkün olmayıp, bizlerin özverili çabalarını gerektirmektedir.

    AKP İktidarının Suriye Muhacirleriyle İlgili Siyaseti

    Hükümet intifadanın ilk günlerinden itibaren Suriyeli muhacirlere açık kapı politikası güttü ve gelen muhacirleri sınıra yakın yerlerde oluşturduğu yerlerde kurduğu kamplarda iskan etme yolunu tuttu. Lakin sürecin uzaması ve muhacirlerin önemli bir kısmının kamplarda kalmak istememesi nedeniyle çok sayıda muhacir, başta sınıra yakın şehirler ile İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok şehrine dağıldılar ve kendi imkanlarıyla ayakta kalmaya çalıştılar.

    Başlangıçta muhacirlerin kamp dışında kalmalarının sorunlar oluşturacağı öngörüsüyle buna sıcak bakmayan iktidar, süreç içinde buna göz yummak zorunda kaldı. Gelinen durum itibarıyla, muhacirlerin kamplarda tutulması politikasının gözden geçirilmesi, durumu müsait olanlardan isteyenlerin kontrollü bir şekilde Türkiye’nin uygun olan yerlerine yerleşmelerine imkan tanınması daha doğru olur kanaatindeyim.

    Muhacirler Yük Değil Bereket Kaynağıdır

    Mevcut durumda genel algı, muhacirlerin bir yük ve tüketici olduğu yönünde. Aslında durumu uygun olanların kamp dışında yerleşmesine izin verilmesi halinde, durum tersine dönecektir. Çünkü bu muhacirler hem üretici ve hem de tüketici olarak yük olmaktan çıkıp, ekonomiye katkı sağlayacak duruma geleceklerdir.

    Bu sağlandığı takdirde hem ekonomi canlanacak, hem muhacirler sığıntı ve işe yaramaz psikolojisine düşmekten kurtulacaklar, hem halkımızla muhacirler arasında günlük hayatta reel şartlarda beraber olmanın getirdiği tabi bir tanışma ve ısınma vasatı oluşacaktır.

    İlaveten, muhacirlere sahip çıkmanın Yüce Allah tarafından dolaylı olarak bereket sağlayacağı (ve şimdiye kadar sağladığı) gerçeği de unutulmamalıdır.

    Büyük Devletler Ve Milletler Muhacir Kabul Eder Ve Daha da Büyürler

    Başta ABD olmak üzere gelişmiş batılı devletler düzenli göçmen gelişini özellikle teşvik ederek, bu dinamizmden yararlanmayı bir devlet politikası haline getirmişlerdir.

    Osmanlının varisi olan ve hala (Iraktaki rehinelerin kurtarılmasında gördüğümüz üzere) tüm İslam aleminde hatırlı bir yeri olan Türkiye, özellikle İslam beldelerinden kabul edeceği muhacirlerle, hem dinamizm kazanacak, hem de Osmanlı döneminde sahip olduğu ümmet profilini yeniden oluşturacaktır.

    Tüm bu nedenlerle Türkiye başta Suriye olmak üzere tüm mazlum halklar için bir hicret yurdu olmaya devam etmeli, muhacir kabul etmekten kaçınmamalıdır.

    Devlet Muhacirlerle Gereğince Ve Yeterince İlgilenemez

    Muhacirlerin buraya kadar sağladığımız olumlu etkilerin oluşabilmesi için, mutlaka hicretin planlı ve kontrollü yapılması gerekir. Saldım çayıra mevlam kayıra mantığıyla yapılırsa, faydadan çok zarar getirecektir.

    İktidar muhacirler konusunda elinden gelenden fazlasını yapmaya çalışmakta, planlı ve kontrollü bir hicret politikası yürütmektedir. Lakin çoğu iktidarı aşan çeşitli nedenlerle istenilen başarıyı elde edememektedir.

    Bunun en önemli nedeni, bizzat devlet kadroları içinde iktidar yada İslam düşmanı olan kadroların aksi yöndeki çabaları, en azından görevlerini savsaklamalarıdır.

    Bunun yanında, iktidara yada İslam’a düşman olmasa bile, Devlet kurumlarının hantal oluşu, yapının içinde bulunan bürokrat ve memurların önemli bir kısmının muhacirlere olumsuz bakışı ve yapmaktan ziyade yıkmaya çalışmaları, önemli bir kısmının da salla başı al maaşı mantalitesine sahip olması gibi nedenlerle, devletin muhacirlerle gereğince ve yeterince ilgilenmesi mümkün değildir zaten.

    Muhacirler Konusunda İş Başa Düşmektedir

    Bu nedenle, gerek devletin muhacir siyasetine doğru yön vermek, gerek mevcut olumlu çalışmalarını desteklemek, gerek yanlış siyaset ve uygulamalardan vaz geçilmesi için çaba göstermek, gerek devletin dolduramadığı boşlukları doldurmak için, ciddi çaba göstermek zorundayız.

    Bu konuda öncelikle mevcut faaliyetlerimize ara vermeden devam etmeliyiz. Lakin mevcut faaliyetlerin yeterli olmadığının idrakinde olarak, neler yapmamız gerektiği konusunda etraflıca düşünmeli ve yapılmasını elzem gördüğümüz faaliyetlere girişmeliyiz.

    Beldemizde Muhacir Ve Ensar Bilinci Oluşturma Çabaları

    Öncelikle başta bulunduğumuz beldeler olmak üzere tüm halkımıza muhacirlerle ilgili Kur’ani görevlerimizi ve bir kısmını yukarıda açıkladığımız gerçekleri ulaştırmalı, onların muhacirlere karşı bakışlarının olumlu yönde değişmesini temine, ensar bilinci oluşturmaya çalışmalıyız. Çünkü sadece bizlerin bu bilince sahip olması yetmemekte, halkımızın da mutlaka bu bilince kavuşması gerekmektedir.

    Bunun için seminerler, konferanslar, sergiler, kermesler vs. etkinlikler yapılıp, konu düzenli olarak işlenmelidir ki, halkta bu konuda bir bilinç ve duyarlılık oluşsun. Bu şekilde aynı zamanda İslam ve muhacir düşmanlarının bu konuda oluşturduğu bilgi kirliliği ve düşmanlıkların olumsuz etkileri de azaltılacaktır.

    Bu husus çok ve çok önemlidir. Halkımızda muhacirler konusunda yeterli bilinç ve duyarlılık oluşturamadığımız sürece, değil muhacirlere ensar olabilmek, onlara yapılması muhtemel saldırı ve zulümleri bile engelleyemeyiz.

    Beldelerimizdeki Muhacirlerle İlişkilerimizi Geliştirelim

    Öncelikle beldemizdeki Suriyeli ve başka muhacirleri tespit edip, onlarla diyaloğa geçerek, tanımaya çalışalım. Bunun ardından ihtiyaç sahiplerini tespit edip, maddi ve manevi yardımlarda bulunmaya, imkanlarımız yetersizse imkan sahiplerini buna teşvik etmeye çalışalım.

    Bununla da yetinmeyip, bu muhacirlerle ilgili devlet kurumları ve STK’lar arasında bir köprü ve aracı olmaya çalışalım. Bunun için ilgili kurumlar ve STK’larla diyaloğa girip, işbirliği yapmaya çalışalım. Muhacirlerin bu kurumlarla olan işlerinde onlara yardımcı olduğumuz gibi, bu kurumların muhacirlere yardımcı olmasını teşvik edelim.

    Halkımızla Muhacirler Arasında Köprü Olalım

    4.Nisa Suresi 85. ayette Rabbimiz, kim hayırlı bir işe aracılık ederse ona ondan bir pay vardır buyurmakta. Bizler bizzat kendimiz muhacirlerle ilgili sorumluluklarımızı yerine getirip imkanlarımız çerçevesinde yardım etmekle kalmayarak; gerek muhacirlere yardım yapılmasına aracılık etmek, gerekse ilgili devlet kurumları, STK’lar ve halkımızla muhacirler arasında köprü olarak payımızı almaya çalışalım.

    Halkımıza muhacirleri tanıttığımız gibi, muhacirlere de halkımızı tanıtalım. Halkımızda muhacir bilinci oluşturmaya çalıştığımız gibi, muhacirler içinde beldemize ve belde halkımıza uyum için çalışmalar yapalım.

    Onların dilencilik yapmasını, öncelikle ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek, buna rağmen dilenciliğe devam eden olursa bunu da ilgili kurumları harekete geçirerek güzel bir şekilde engellemeye çalışalım.

    Muhacirlerin beldemiz halkının tepkisini çekecek hal ve hareketler konusunda bilinçlendirerek, bunlardan kaçınmaları gerektiği konusunda gerektikçe uyaralım.

    Muhacirleri Örgütleyelim

    Öncelikle muhacirlerden İslami bilinci olan liderler bulup, onlarla işbirliği yaparak hareket etmeye çalışalım. Bunlar aracılığıyla muhacirlerin arasında birliktelikler oluşturmaya çalışalım.

    Bu sayede muhacirleri daha iyi tanır, olumsuz tipleri etkisizleştirir, olumlu olanları tespit edip faaliyetlerimize ortak edebiliriz. Muhacirler arasında ıslahı mümkün olmayan tipler ve aileleri bu vesileyle tespit ederek, kamplara alınmalarını temin edebilir, böylece bir çürük elmanın bütün kasayı bozmasının önüne geçmiş oluruz.

    Muhacirleri Gözümüzde Ne Büyütelim, Ne de Küçültelim

    Burada bir hususa netleştirmek gerekiyor. Suriyeli yada diğer muhacirleri kafamızdaki oluşmuş algılara göre değerlendirmek yerine, onları doğru tanımaya ve gerçek durumlarına göre hareket etmeye çalışalım.

    Onları ne gözümüzde büyütelim, nede küçültelim. Aralarında çok takvalı ve salih insanlarında, fitneci ve hatta zinakar olanlarında olabileceğini unutmamalıyız. Hatta içlerinde Esed taraftarı ve ajan provakatörler bile bulunabilir.

    Bu nedenle öncelikle ilişkiye gireceğimiz kişi ve aileleri iyice tanımalı, bilahare emin olduğumuz kişi ve aileler vasıtasıyla diğer muhacirleri tanımaya çalışmalıyız. Bu şekilde hangi muhacire nasıl davranmamız gerektiğini tespit ederek doğru yaklaşımlarda bulunabiliriz.

    Aksi halde tüm muhacirlere aynı gözle bakıp aynı şekilde davranırsak, hem bizler ve hem de muhacirler zarar görebilir. Üstelik beldemiz halkında muhacirlerin tümüne ve bize karşı olumsuz tepkiler oluşabilir.

    İslam Düşmanlarına Karşı Muhacirlere Kalkan Olalım

    Muhacirlere karşı bizim gibi olumlu yaklaşanlar olduğu gibi, halkımızın büyük kısmının nötür olduğu ortadadır. Bir de, İslam’a olan onulmaz düşmanlıklarını muhacirler üzerinden ve muhacirlere yansıtmak isteyen kişi, grup ve STK’lar söz konusudur.

    Halkımızı muhacirler konusunda bilinçlendirdiğimiz nispette onlarında muhacirlerin yanında yer almasını sağlayarak, olumsuz kişi ve grupların olumsuz çabalarına karşı tabi bir set oluşturmuş oluruz.

    Lakin bununla da kalmayarak, beldemizdeki muhacir düşmanı kişi, grup ve STK’ların faaliyetlerini yakından takip edip tasarrut altında tutarak, onların çabalarını etkisizleştirmeye çalışmalıyız.

    Mazlumun dini sorulmaz

    Özellikle son günlerde Müslüman muhacirlerin yanında, gayrimüslim olanlarda sığınmaya başladı Türkiye’ye. Bizler Esedperestler ve laikler gibi mazlumları ayıramaz, Müslüman olmayanlar ölsün diyemeyiz. Esed zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınanlara açtığımız kucağımızı, Işid yada başkalarının zulmünden kaçanlara da açmak durumundayız.

    Elbette bizim öncelediğimiz muhacirler Müslüman olan ve bilhassa İslami bilinci olanlar olmakla beraber, imkanlarımız çerçevesinde tüm mazlum ve mağdurlara yardım etmek zorundayız.

    Bizim bu durumlardaki temel kıstasımız hak ve adalet ölçüleri olup, zulüm kimden gelirse gelsin zulüm, haklı kim olursa olsun haklıdır diye, 4.Nisa Suresi 135.ayet gereğince, kendimizi ve yakınlarımız aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutan şahitler olmak zorundayız.

    http://www.haksozhaber.net/muhacirlere-ensar-olabilmek-28487yy.htm

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑