Türkiye’de ortam tamamen değişmişti. Bunda çeşitli etkenler söz konusudur. ABD ile ittifak döneminin hiç de Türkiye’de bir refaha yol açmadığı ortaya çıkmıştı. DP’nin parlamenter, anti-komünist diktatörlüğünün başarısızlığı sol düşmanlığında önemli bir kırılmaya yol açmıştı. Öte yandan Türkiye burjuvazisinin, çalışma hayatını yeniden bir kanuni statü içinde düzenleyebilmek için solun desteğine ihtiyacı vardı. Çünkü sol, sendikal düzenin ve toplu sözleşme düzeninin kurulmasında en iştiyakli siyasi güç konumundaydı. Diğer yandan, dipten gelen bir dalga da yavaş yavaş sesini duyuruyordu: İşçi ve köylü hareketi. İşçiler ve köylüler bir toplumsal uyanış içine girmişlerdi ve onların en radikal kesimleri kendilerini solda ifade edebiliyorlardı. Keza gençlik, 1940’ların ve 50’lerin anti-komünist sağcı yönelimlerinden kurtulmaya ve sola akmaya başlamıştı.
Bütün bu oluşumlar solun gelişme şansını arttırıyordu. Ne var ki, Moskova’nın emrindeki bir TKP Dış Büro’sunun bu gelişmeyi, öyle uzaktan kucaklaması mümkün değildi. Bu yüzden, dışardan emir alan bir TKP’nin yerine, sol eğilimli işçi ve sendikacıların özinisiyafifleriyle kurup geliştirdikleri TİP, solu kucaklama başarısını gösterdi. Bu da yukardan güdümlü örgütler yerine, aşağıdan özinisiyafite dayanan örgütlerin çok daha başarılı olduğunun göstergesidir.
Öte yandan sola kayan aydınların sesi konumundaki YÖN de Türkiye’nin sol fikir hayatının oluşmasında çok önemli katkılar yapmıştır. Bugünden dönüp baktığımızda Doğan Avcıoğlu’nu beğenmeyebiliriz, fazla kemalist bulabiliriz ama o gün YÖN dergisi gerçekten çok önemli bir işlev yerine getirmiş ve solun gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Kaldı ki, o gün Doğan Avcıoğlu’nun yazdıkları, bugünkü ulusalcılardan da, 1960’ların MDD’cilerinden de çok daha ileriydi. Ne kadar kemalist olursa olsun YÖN’de ve Avcıoğlu’nda esaslı bir Kemalizm eleştirisi bulmak da mümkündür.
1969’ların ilk yarısında Türkiye solu örgütsel ve düşünsel planda işte böyle sağlıklı bir gelişme içindeydi. Ne var ki, bu sağlıklı gelişmeye bu sefer dışardan değil de ağırlıklı olarak içerden yapılacak iki etki olumsuz bir gelişmeye yol açacaktır. Bu, “sol klasiklerin”, Sol Yayınları aracılığıyla sol fikriyata ağırlığını koyması ve damgasını basması ve bununla paralel olarak “eski tüfek” denen eski TKP’lilerin klasik Stalinist fikriyatı Türk Solu dergisi aracılığıyla sola hakim kılması ve en önemlisi de MDD fikriyatının sola hakim olmasıdır (1965’ten 1968’e kadar bir süreç içinde).
Sol ilerlediğini sanıyordu ama aslında geriliyordu. Kitlesel alanda ilerlediği ve yaygınlaştığı düyünülebilirdi ama örgütsel, düşünsel ve siyasal anlamda geriliyordu. Bütün solu büyük bir havuz gibi bünyesinde toplayan TİP gerileme ve parçalanma sürecine girmişti. Klasik Leninist monolitik anlayışın yaygınlaşmasıyla sol bin bir fransiyon örgütlenmesiyle parçalanma sürecine girmişti. Düşünsel plandaki gelişme Stalinist dar bir cendereye sokulmuş ve özgün düşünmenin yerini klasik stalinist formülasyonların ezberlenmesi almıştı, siyasal planda ise MDD stratejisi solu cuntacı güçlerin, hatta devletin yedek gücü haline getirmişti. Bu doğmatikleşme ve parçalanma süreci solu içinden çıkılmaz bir noktaya getirmişti. Zaten tam bu noktada, solu bütünüyle baskı altına alan bir askeri darbe, 12 Mart darbesi gerçekleşti ve toplumsal gelişmeyi baskı altına aldı.
Solun 1970’lerdeki durumuna bundan sonraki seminerde gireceğiz.
Gün Zileli
Özgün Üniversite-İstanbul
13 Mayıs 2010