yerel seçimlerde kazanabilecek adaya oy verip akp’yi geriletmek mi? Yoksa ilkeli bir duruşla sol adaylara mı oy vermeli?
antiochia
Seçimlerden AKP’nin fazla yıpranmadan çıkması halinde bizi neler bekliyor olabilir? Malum düzen muhalefet partilerinin resterasyon için yeteri kadar güçlü değil bana göre..Üçüncü bir yol inşa edebilir miyiz? Nasıl inşa edebiliriz?(Kusura bakmayın fazla uzun oldu bu soru)
cimcime
“Bu ne ya!” Pardon soru cümlesi kuracaktık değil mi? Ama günahım çok neyleyim…
Bugün gelinen noktada hiçbir şekilde oy kullanmamanın doğru olacağını düşünüyorum. Bu çürümüş sistemde oy kullanmak çürümüşlüğe katkıda bulunmak gibi geliyor bana. Artık AKP’nin seçimleri kaybetmesi de önemini kaybetmiş bulunuyor. Sistemi toptan çöküşe götürmek en iyisi.
Anonim
Akpyi fazlsdiyla önemsemeniz iktidat bütünlügünü göz ardi etme tehlikesi taşiyor kanimca sayin zileli.bence yerel secimlerin degisen güc dengelerine tabi burjuvajinin lehine genclik aşisi olma ötesinde pek bir anlami yok.mesele sinifin ne durumda olmasi gerktigiyle ilgili….
zaten yüzde 10barajıyla büyük miktar bir oy boşa gidiyor. Bir de üstüne bir kısım insan da oy kullanmayınca sistem çökmüyor AKP kazanıyor. Sistemin çökmesi için seçimlerin geçersiz kılacak kadar insanı oy vermemeye ikna etmek gerek. Bu da zor. Öyle değil mi?
mujik
Akpyi gereginden fazla önemsediginizi bununda asil iktidar ilişkilerini göz ardi etme riski taşıdığını düşünüyorum kanimca sayin zileli.yerel secimlerin degisen güc dengeleri icinde tabi burjuvazinin lehine bir genclik asisi yamanin ötesine gecmeyecegi kanaatindeyim.Mesele sinifin nasil konumlanmasi gerektigiyle ilgili ve topyekun toplumsal bir devrimim imkani üzerine akil yürütmek gerekiyo…
Anonim
Gün bey sizi neden tv programlarında göremiyoruz ? En son Habertürk’tü sanırım ortalığı duman etmiştiniz.
öyle ama başka yol da gözükmüyor. Düzen partilerinin hepsi aşağı yukarı aynı. CHP gelse ne olacak ki. Bu yüzden ben yine eski boykot tutumuna döndüm, açıkçası. Bu sistemin aygıtlarıyla oynamak bizi de o sistemin oyuncağı haline getirebilir. Uzak durmak en iyisi.
Hahaha eğer gerçekten duman etmişsem belki o yüzden çağırmıyorlardır. Neyse, şaka bir yana da, TV kanallarının “fikir programları”nda oluşturulmuş belli kontenjanlar vardır. Dikkat ederseniz bu kontenjanlarda yer alanlar bazen günde birkaç kanalı birden dolaşırlar. Bu kontenjanlara devrimci tutumda olanların dahil olması neredeyse imkânsızdır. Bazen, çok gerekli olduğu noktada çağırırlar ama o kadar. Ayrıca zaten ben de öyle kanal kanal dolaşan bir “kontenjan senatörü” olmak istemezdim doğrusu:)
şimdiden ne desek hepsi spekülasyon olur. ama AKP her halükârda seçimlerde bir oy düşmesine uğrayacaktır. Moralleri şimdiden çok bozuk, sen bakma. Ama buna rağmen seçim oyununa dahil olmamalıyız diye düşünüyorum. Bence bugünden yapılması gereken, ulusalcıların dışında, bütün devrimci muhalefeti bir ortak toplumsal devrim (Gezi) cephesinde toplamaya çalışmak olmalıdır. Bu yönde girişimler var ama şu anda oldukça cılız.
Bu gecelik bu kadar. Yarın görüşmek üzere. İyi geceler.
Çiya
Abdullah Öcalanın kitaplarını okudunuz mu? özellikle son savunmalarını?
antiochia
Teşekkürler cevabınız için. Bir de bu soru cevap bölümünü her hafta ya da on beş günde bir yapabilirseniz güzel olur bence, iyi geceler…
cimcime
İşte nedir yani o cephe, nasıl bir cephe olmalıdır? Gezi gibi yanıp sönmeli midir? Yoksa bir devamlılığı mı olmalıdır? Devamlılık hangi şartlarda olabilecektir? Tarihsel meselelerini yukarıda saydığım gruplar, sence bir kenara bırakabilecekler midir? Nasıl bir zeminde? Soru soruyu doğurdu, dağ fare doğurdu, hi hi…
İsyan
Ya gun abi bir on yıl daha gecti biyografi nin 6.si gelmiyormu hala? Çevirilere biraz ara verde seriyi altıya tamamla bence ama gariptende mutlaka bahsetmelisin.
Memlekette anarşizmle özdeş edebiyat yeşeremedi sanki. Örneğin ABD’de 19.yy sonundan itibaren gerek yeraltı gerek dergi ve yayınevleri çevresinde anarşist pratiklerin görüldüğü şiirler, romanlar, denemeler şekillendirirken, bizde politik duruşu anarşizme yakın konumlanan yazınsal üretimler pek görülemedi. (Kendilerine anarşist diyen lakin siyasete değil bukowskiciliğe öykünenleri önemsemiyoruz.)
Bunun nedenleri nedir veya gözden kaçanlar var mıdır?
“Anarşist edebiyat” denen şey, sosyalist ülkelerdeki “sosyalist gerçekçi” edebiyattan çok da fazla farklı değildir. Doğrudan anarşist iddialı tek bir güzel roman okumadım bugüne kadar. Haymarket olayını anlatan romanlar da dahil buna. Anarşizm, sanata ve edebiyata büyük ilham vermiştir ama bunun ötesinde bir “anarşist sanat” ya da “anarşist edebiyat” beklentisi içinde olmamak gerekir. İnsan ruhunu derinlemesine işleyen her roman anarşizmin kazanımı olarak görülmelidir.
marsyas
türkiye’de de elbet en uzun koşuysa devrim, deniz onun en güzel 100 metresini koştu şairin dediği gibi, lakin maraton devam ediyor, sizce bu toplu maratonun en kritik metrelerini kimler koştu? geçmişten bugüne doğru en önemli dörtyollarda kimler makas değiştirip bugünlere getirebildi maratonu?
T
Global hayvan sömürüsü hakkında ne düşüyorsunuz? Bütün sömürü biçimlerinden daha yaygını iken, bu meselenin toplumun ilerici mekanizmalarının dahi ilgi alanına girmemesini ne ile açıklıyorsunuz?
Bunu benim yanıtlamam pek doğru olmaz, çünkü maraton yarışmacılarından biri de benim. Yarışmacının diğer yarışmacılar hakkında fikir ileri sürmesi doğru değildir. Bu konuyu dışardan bir göz değerlendirse daha iyi olur.
Toplumun ilerici mekanizmalarının bu konuyla ilgilenmediği o kadar doğru değil. Yeterince ilgilenmediklerine katılabilirim ama bundan 40 yıl öncesini düşünüyorum da, o zamana göre büyük ilerleme var. O zaman bırakın hayvan sömürüsüne duyarlık falan gibi mevzuları, devrimci gençler kendi aralarında Kuğulupark’tan ya da Kurtuluş Parkı’ndan kuğu yürütüp yediklerine dair hikâyelerle övünürlerdi. Hatta bu tür olaylar anılara bile yansımıştır. Örneğin 1970’lerde deniz kaplumbağalarının hayat alanlarının korunmasından söz etseniz o güzelim sol insanlar, dönüp yüzünüze tuhaf tuhaf bakarlardı, bunun başka işi gücü kalmamış mı diye. Hatta o zamanlar kedi köpek gibi hayvanlara bakmak “burjuva” bir özellik olarak görülür ve “insanlar açlıktan ölürken” edebiyatı yapılırdı. Diyeceğim, son otuz-yirmi yılda bu konuda büyük ilerleme kaydedildi. Açılan bir kapı var. Oradan girmek ve sorunu daha da geliştirmek, yaygınlaştırmak gerekiyor elbette.
sezen
Öcalan’ın son savunmalarını ‘su an’okuyacak biri olarak, sizin icin süpriz olmayanı aciklamanizi rica edebilir miyim.kisinin kendi suzgeci dışında guvenebilecegi bi zihnin suzgeci kolay bulunmuyor:)
pessoa
Merhaba.
Bir anti-kapitalistin gündelik yaşamı nasıl olmalı? Bu konuda yazılan kitaplar, makaleler var mı son dönemde? Özel okulda okuması, ikili ilişkileri, ailesiyle arasındaki ilişkiler ve diğer tüm kapitalist düzen içindeki hayatında nasıl davranmalı?
Şaka yapıyor olmalısınız. Süzgeçlik gibi bir görevim olduğunu sanmıyorum. Benim için sürpriz olmayan, Öcalan’ın polisteki ve mahkemedeki teslimiyetçi tutumudur.
sezen
Suzgeclik kismi tabi ki şakaydi, tesekkur ederim cevabiniz için
En zararlı şey reçetedir. Bu bakımdan size sadece okumanızı salık verebilirim. Doğrudan bu konuda değilse bile, buna ışık tutacak çok sayıda kitap bulabilirsiniz. Özellikle Ayrıntı Yayınlarını izleyin. Paraya değer vermeyen, dayanışma ruhunu canlı tutan ilişkiler en önemlisi.
Merhaba hocam. Sivil toplum ve sivil siyaset konularinda ozellikle devletle iliskisi ve siyasi pratige etkileri ozelinde okuma yapmak istiyorum. Hangi yazar/makaleleri onerirsiniz? Yonlendirmeniz acisindan da bu konularin paraleli olan arastirma alani da onerirseniz cok memnun olurum.
Ciya
Tekrardan merhaba,
Sanirim bir yanlis anlasilma var.
A.Ocalanin savunmalari polis ya da savcilik sorgusuyla ilgili degildir. Avrupa Insan Haklari Mahkesine sundugu dusunceleridir. AIHM sunulmasi isin kilifidir bildigin kitaplastirilmis paradigmasidir. Son savunmalari Demokratik Toplum Manifestosu olarak kitaplastirildi en son 5. cildi yayimlandi.
1. cildinde yonteme deginir ve ozne-nesne ayrimina karsi cikar. Siz bu konu hakkinda ne dusunuyorsunuz? Ozne-nesne ayrimi hakikate ulasmayi engeller mi?
İsyan
Gün Abi 2015’te 69 yaşında oluyorsun 2015’i bekleme bence
O.Gürsel
Sayın Zileli, Öznel, duygusal düşünüyor olabilirim…
Ama bu topraklarda “ruhunu şeytana “, hem de peşin, tamamını satmış böyle bir başbakan oldu mu? Enver Paşa’nın bile (Alman emperyalizmi ile ortaklığına karşın… Adnan Menderes bile…) bir “özgünlüğü” vardı… Abdülhamit bile kendi çapında direnişler göstermiştir…
Bu “psikopat”, “kifayetsiz muhteris’e, Gezi İsyanında bile Gül ve Arınç’a dahi (iyi polislere!) ters düşen bu adama en ağır hezimetlerden birini yaşatmak adına; “AKP’ye oy verme de kime verirsen ver!” daha doğru taktik olmaz mı? Biz zaten yüzlerce yıldır bu özel mülkiyetçi, devletçi cinayet şebekeleri tarafından yönetiliyoruz; bunda kabahatin önemli kısmı da “bizim-insan soyunun naifliği” olsa da, bu koşullarda yalnızca bu karikatürize faşist karakteri rezil etme imkanı olarak AKP’ye oy verme de…” diyemez miyiz? Kenan Evren bile daha dürüsttü!
Elbette bir gün Özgürlükçü ve Sosyalist bir dünya olacak… Buna inanıyorum… 50 veya 500 yıl sonra … Ama her şeye karşın ve ne acı ki bugün, 2500 yıl önce kölelerin dışarıda bırakıldığı bir Demokrasi’den geldiğimiz (ülkemizde gelemediğimiz!) “Burjuva demokrasisini” henüz küçümseyebilecek bir tarihsel evrede değiliz! Üretim araçlarının özel mülkiyetinin olmadığı bir dünyada bu “gerçeklik” temelinde “en doğruyu” seçmek zorundayız!
Ve bu bir yerel seçim!
Bulunulan seçim bölgesinde “en sosyalist-hümanist” bir adaya, öncelikle bir sosyalist veya bir BDP veya HDP li adaya da oy vermeyi savunmak gerekmez mi? Bu seçimde bir “yerel yönetici” seçeceğiz. En namuslu, en dürüst olduğuna inandığımıza oy vermeyi savunmak daha doğru değil mi? Önünde sonunda bir birey olarak seçim yapmayı öğrenmek zorundayız… Ve seçimlerimizin bedelini de ödemeyi…
Aslında benim kafamın da bir tarafında var olan soruları dillendirmişsiniz. Aşağı yukarı sizin gibi düşünüyorum. Ama bir diğer tarafım da, bu pis seçim oyunlarına hiç bulaşma, öbürleri gelse ne olacak ki, al birini vur öbürüne, halkın bir kere daha bir kere daha aldatılmasına ufak da olsa bir katkı sunma diyor. Anlayacağınız bu iki düşünce arasında asılıp kalmış durumdayım. Şu toz bulut günler geçsin, herhalde bir berraklaşma olacaktır.
O.Gürsel
Sayın Zileli,
yıllar önce (henüz Tayyip adında bir diktatörümüz yokken) M. Sarıgül’de bir Benito Mussolini potansiyeli olduğunu düşünmüştüm. (Sanırım katıldığı son CHP kurultayındaki davranışları…)
Elbette her “kehanet” aynı zamanda aptalca bir öngörüdür… İstanbul’da CHP adayının desteklenmesi bu riski taşır mı? Tayyip’in yerine “pişirilen” bu “tandır”, çok “sinirli”, çok “kemikli”; T. Erdoğan’ı aratır diyesim gelmese de mümkün!
Bu konu umarım “sol” çevrede iyi değerlendirilir;
T. Erdoğan zaten çok zayıfladı; Çok yerde darbe yiyecektir… İstanbul’da, partide güçlü bir M. Sarıgül’ü önlemek kanımca, AKP-Erdoğan’ın burnunu sürtmekten hemen sonra, yanı başında önemde görülebilir.. (Politika olarak doğrudan CHP karşıtlığı yerine M. Sarıgül karşıtlığı da daha etkin-pratik-anlatılabilir bir yöntem olabilir… Evet… Neden S.S. Önder olmasın! En azından güçsüz gelmeli!)
Yaşayıp göreceğiz… Her zamanki gibi bu ülkede olacak olanlar olur!
BuzBaltası
Troçkinin kafasına inen adalet birilerine az gelmiş.
Alçaklığın, rezilliğin, komploculuğun adı adalet mi oldu. Utanır insan bunları yazarken.
Anonim
abi bayağı zamandır stalinist-vesayet ve ip-tgb gibi fiks konularda yazmadın. hasta filan olmayasın?
Anonim
İyi bir amaç için, örneğin -bugün Suriye ve Irak’ta görüldüğü gibi- sonu gelmeyen bir iç savaş sonucunda çok daha fazla kan dökülmesini önleyerek düzeni sağlamak ve barışı getirmek için devlet, sınıflar, hatta diktatörler savunulabilir mi?
Marksizm’in, dolayısıyla anarşizmin, her şeyi ekonomiye/ekonomik sınıflara indirgediği, veya daha doğrusu bunlara tamamen siyah/beyaz baktığı eleştirileri ile ilgili fikriniz nedir?
Hiçbir diktatörlük, hiçbir koşulda savunulamaz. “Diktatörlüklere mücadele ediyoruz” söylemiyle ortaya çıkıp kendi hegemonyacı amaçlarını gerçekleştirmeye çalışanlar nasıl savunulamazsa.
Marksizme böyle bir eleştiri yöneltilebilirse de bu anarşizm açısından hiç doğru değildir. Anarşizmi var eden en önemli noktamardan biri de, onun ekonomik determinizme karşı kararlı tutumudur. öte yandan, ekonomik determinizm eleştirisi Marksizm açısından da çok doğru değildir. Genellikle Marksizmle onun mekanik versiyonları birbirine karıştırılır.
kızıl kara
yaşadıgımız semtte örgütlenecegiz…yatay örgütlenme ,otonom örgütlenmesi nasıl olmalıdır ? konu ile faydalı kapsamlı bir kaynak var mı?
devrim karasansar
konuk yazar olarak yazı yollamak istiyorum . nelere dikkat etmeliyim yazarken?
bu konuda reçete yok. kendiniz bulacaksınız kendi yolunuzu.
soruYorum
anonim 33ün sorusuna kendimce yanıt:
tarif edilen tam da adına birilerinin türkiye dediği coğrafyadır. uzun bir süredir kürtlerle savaşıyor bu devlet. bu aralar bir “süreç” var ve nisbeten kanama biraz yavaşlamış durumda… ve nispeten burjuva hukuku dairesinde, emek ve özgürlük savunucuları olarak kendimize ifade alanları açmaya uğraşıyoruz
şimdi bu durumu bizden kaynaklı olarak, “şiddet ortamına” çevirmenin alemi var mı?
ifade ve örgütlenme alanlarını yeterince kullanıp, değerlendirebiliyor muyuz?
eğer alan daralması yaşıyorsak elbette ki bunun için her tür mücadele meşru ve reva…bence eldeki imkanları bile yeterince kullanamadığımızı düşünüyorum.
böylesi bir imkanı değerlendirmede azami çabayı göstermek varken, biz değil, bırakalım “şiddetin teşvikçisi” terörist devlet yalakaları olsun. biz ifade alanlarını geliştirme imkanı bula bildikçe, onlar “kudursun ve teröre yönelmek dışında yol bulamaz olsunlar”… onlar ideolojik olarak zaten kaybetmekte, devletin savunulmasında her geçen gün daha zorlanmaktalar. gidişatın aleyhlerinde seyrettiğini farkettiklerinde genellikle onlar şiddete başvururlar ki egemenlerin şiddetine terör denir, malum…
.o zaman meşru savunma hakkımız elbette ki olacaktır.
karpuzkafa777
iktidar özünden mi kötüdür, yoksa iktidarı kötü yapan, onun kullanılış tarzından mı gelir? iyi iktidar diye bi şey mümkün müdür? hatta soruyu şöyle formüle edeyim: politik iktidarı bıçakla sembolize etseydik, anarşistler bu bıçağı eline alan herkesin katil olduğunu söylüyor olurdu. marksizm bıçağın kudretini eline aldığında ondan bir anti-katil yaratacağına inanır. bu neden mümkün olmasın?
abi benim öyle teorik donanımım filan yok, safiyane sorularımdır bunlar, anneye anlatır gibi cevaplar sevinirim.
İktidar özünden kötüdür. İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar yozlaştırır, bugün aratık insanlığa mal olmuş, genel kabul gören bir sözdür ve çok doğrudur. Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, tarihin en büyük devrimine önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.
devrim karasansar
emperyalizm ırak’a saldırıyor diye saddam’ı veya suriye ‘de esad ‘ı desteklememiz ne kadar doğru bir tavırdır? dün ali kıran baş kesen ulusalcılar, bugün silivriye dolduruldu diye hemen yanlarında olmamız mı gerekir? örnegin daha dün halepçe ‘yi yaşamış kürt halkını bugün abd emperyalizmine karşı saddam güçleri ile yanyana savaşmaya bu etik yaklaşımla nasıl ikna ederiz? bizi dinlerler mi? saddam ‘ a önce arap milliyetçiligini dayatıp eline tutuşturdugu kimyasal gazlarla kürtleri katlettiren abd , daha sonra yanına aldıgı kürtlerle bırlıkte saddam ‘ı devirmedi mi? iki ucu boklu degenegın neden bır ucunu tutmak zorundayız? ılkelı durmak varken (ne abd ne saddam ne abd ne esad ) güncel polıtıkalara , humanıst yaklasımlara , stratejı yoksunu polıtıkalara bel baglamak dogru olur mu? dıger yandan eger emperyalızme karsı tek basımıza karsı duramayacak gucde ısek ; dusmanımın dusmanı dostumdur yaklasımı etık bır yaklasım olur mu?
O.Gürsel
Ne korkunç, iç mekanizmaları üzerine henüz kafa yormadım ama kim bilir hangi yollardan geçiyor; iktidar düşünceleri, hesapları bile insanı-örgütü, süreç içinde daha “yoldayken” bile örgüt-insan ilişkilerini bozuyor!
İktidar, örgüt içi iktidardan da geçiyor… En başında yalan ve iki yüzlülüğü de harekete geçiriyor… Öznel ve eksik olabilir (son 35 yıla baktığımda) tipik “Avrasya solculuğu” içinde insani bir sıcaklık, bir yoldaşlık sevgisi olmadığını düşünüyorum…
Bence “kötülük” doğrudan iktidarın kendinden-gücünden kaynaklanmıyor; güç zaten gelişmiş kötülüğü yoğunlaştırıyor; en başında bu “iktidarı” ele geçirme ve kaybetmeme süreçleri insanın içindeki “kötüyü” uyarıyor, bir katalizör gibi geliştiriyor; ‘zenginleştiriyor…
Nasıl ki kendi başına “üretim araçlarının özel mülkiyeti” değil, bu ilişkilerin yarattığı egemenlik ilişkileri içinde hayat berbatlaşıyorsa, insanlar arası her ne sebeple olursa olsun her egemenlik ilişkisi de kaçınılmaz olarak hayatı yozlaştıracaktır; İktidar başlı başına bir egemenlik ve hiyerarşidir!
Herkesin işini iyi yapmaya çalıştığı, bir başka insanın sırtından geçinme hesabının bulunmadığı dünyada iktidara gerek var mı?
soruYorum
emperyalizm nedir? “sermayenin, kendi birikimi için, ” devleti” eliyle mülkiyet, egemenlik ve sömürü alanları elde etmesine denir”, diyebilir miyiz? sermaye bu birikimi “devletin egemenliği ve gücüyle” mülkiyete dönüştürür ( mü? / ise)”sermayenin küreselleştiği bu çağda bu ilişki (devlet/sermaye diyalektiği) nasıl kurulup işlemektedir?
Aslında yanlış ifade ettim. Diktatörlerin, devletlerin ve sömürgecilerin savunulmaması fakat ne kadar kötü olurlarsa olsunlar bazı olumlu yönlerinin görülmesi gerektiğine dikkati çekmek istedim. Burada -çok önemsiz görünse de- başka örnekler de vermek isterim. Afrika’nın kolonileştirilmesine öncülük ettiği için suçlanan misyonerlerin, kadın sünnetine karşı mücadele etmeleri, Muharrem ayında Şiilerin kendilerine işkence etme adetlerinin Saddam rejimince aşırı bularak yasaklanması. Hiçbir toplum ve kültür dokunulmaz ve eleştirilemez değildir. Sözünü ettiğim uygulamaların, ezen toplumlarda (Sünni, Türk) değil ezilen toplumlarda (Şii, Kürt) bulunması da, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliklerinin aynı kefeye konulamayacağı düşüncesinin hatalı yanları olduğuna başka bir örnek. “Ezilen” toplumların geçmişlerinde ve hatta bugün bile kendilerine yapılanları başkalarına yapmalarının/yapılmasına sessiz kalmalarının sayısız örneği vardır, onları burada anlatmaya gerek duymuyorum.
soruYorum
bilenler şu soruyu da yanıtlarsa öğrenmiş olurum: “devletin her biçimi asıl olarak (kapitalist, sosyalist vb..) “mülkiyete” dayanmadan var olabilir mi?
AcloakIborrow
Devletten kasit ne, iktidar mi, yonetim mi? Ne? “Devlet”in mulkiyete dayanmadan var olup olamayacagi bilinebilecek birsey midir? Tamam, bu her ne ise istemiyoruz. Su asamada biraz da bilim kurgudan mi referans almali acaba?
iktidar ne, yönetim ne; devlet ne? iktidar ya da yönetim olmayan devlet ne?
Anonim
Gerçek solun anarşizm, gerçek İslam’ın Selefilik, gerçek Türkçülüğün de Batı ve İslam etkisine karşı saf bir Türklük olduğunu kabul edersek, sayıları yok denecek kadar az olan ve esamesi okunmayan gruplar hariç bunların mevcut olmaması nedeniyle bugün ne sol, ne İslamcılık, ne de Türk milliyetçiliği diye bir şeyin gerçekte olmadığını, bunları tamamen araç olarak kullanan çevrelerin kendini sol, İslamcı ve milliyetçi gösterdiğini söyleyebilir miyiz?
Acloakiborrow
Hepsi çok sıkıcı, bildiğim bu. SoruYorum, iktidar ya da yönetim olmayan devlet, devlet ve yönetim olmayan iktidar, iktidar ve devlet olmayan yönetim nedir gibi de çeşitlendirebiliriz. Senin sorularına basitçe ya da kısaca verebileceğim bir cevabım yok maalesef. Geçmişin örneklerinin sundukları dışında, bir de gelecekte olabilecekler ve aklımıza gelmeyenler nelerdir, olasılıkları sorgulamaktır amacım.
Anonim
Mehmet Bedri Gültekin ve Bayram Yurtçiçek hakkında ne düşünüyorsunuz?
ikisi de geçmişte birlikte yargılandığım arkadaşlarımdır. Bugün ne yazık ki İP yöneticileridir.
soruYorum
liderin içeri düşmesinden ötürü, kemalist ulus devletimizi kurtarma işini üstlenmiş olan yeni kahraman tiplemeleri; dersim katliamının gerekliliğine inanmış, celladına aşık iki alevi-kürt menşeli inkarcı…
karpuzkafa777
hani böyle insanı iki kötü seçenekten birine mahkum eden, kişinin ahlaki kapasitesini zorlayan sorular vardır ya, öyle bi soru geldi geçen aklıma. jean luc godard’ın, 1965 yapımı alphaville diye bi filmi var-mış. onu izliyodum. film; insani duyguların, -aşkın, sevginin, hüznün vs.- sanatın; şu veya bu, insan ruhunun irrasyonel parçasına hitap eden her türlü faaliyetin öldüğü, hayatın tüm yönlerinin mantıksal hesaplamalar yapan “alfa 60” diye kocamaaan, duygusuz bir makine tarafından organize edildiği distopik bir dünyada geçiyor -tavsiye ederim, izlemediysen izle abi. işte bu filmden esinle kafamda şöyle enteresan bi soru hasıl oldu: eğer seçme imkanınız olsaydı, duyguların ve sanatın nispeten özgür bir biçimde olageldiği eşitsiz bir şimdiyi mi (şu an); yoksa, toplumun soğuk, duygusuz bir mekanizmaya dönüştüğü, sanatsal hazların mazide kaldığı eşitlikçi bir geleceği mi seçerdiniz? elbette sorunun pratikte bi kıymeti yok ama maksat laf olsun işte 🙂
şu an zaten aşağı yukarı ikinci durum söz konusu 🙂
Mutezile
”Bence bugünden yapılması gereken, ulusalcıların dışında, bütün devrimci muhalefeti bir ortak toplumsal devrim (Gezi) cephesinde toplamaya çalışmak olmalıdır” Gün Zileli.
Sizin ulusalcıları (Atatürk Milliyetçisi+vatanseverler) devrimcilikten farklı bir yere konumlandırdığınızı görüyorum. Kesintisiz devrim nosyonu ve pratiği bu topraklarda Mustafa Kemal ile yaşandı.Devrim marxistlerin inhisarında olabilir mi?
Gezi’deki (Devrim derken Gezi’ye gönderme yaptığınız için diyorum) katılımcıların ezici çoğunluğu Atatürkçü, devrimci gençler idi. Evet, bu kanaatteyim
Ulusalcılar, Gezi hareketinin bileşenlerinden biridir. Devrimciler cephesi ile Gezi hareketi yüzde yüz üst üste oturmaz.
Anonim
Kesintisiz devrim nosyonu bu topraklarda mustafa kemallemi yaşandı.önce serbest seçimlerle meclis kuruldu.siyasi partilerin kurulmasının işlemesinin önündeki engeller kaldırıldı.topraksız köylülere toprak verildi.ağalık düzeni yokedildi.esnafların tefecilere borçları silindi.komprador burjuvazi haricinde herkesin önü açıldı.herkese eşit vergilendirme geldi.herkese eşit hukuk oldu.en ana ilke hukuk oldu.ensonra sosyalist önlemler alındı.böyle diyorsun yani.mustafa kemalle oldu.eminmisin.kafanmı güzel.mutezile.
soruYorum
m.kemalin zamanında “mutezile” ismi kullansaydın, başına ne gelirdi, düşünmüşsündür mutlaka ama bize de söyler misin?
Anonim
i.gazali zamanında “mutezile” ismi kullansaydın, başına ne gelirdi, düşünmüşsündür mutlaka ama bize de söyler misin?
Mutezile
Yanıtınız için teşekkürler Sayın Zileli.
soruYorum
burada müdde-i umumi olarak soruları ben sormuyor muydum?:))
Anonim
Gün abi, tarihsel Yugoslavya Federasyonu deneyi hakkında ne düşünüyorsun?
Sormak istediğim şey, Yugoslavya’daki sosyalizm ve özyönetim deneyinin olumlu ve olumsuz yönlerini kendi bakış açınızdan kısaca (veya uzunca da olur) anlatabilir misiniz?
The Belgrad Phantom-2009
“1979. Yugoslav başkanı Tito Küba’da, uluslararası meseleleri görüşürken, esrarengiz bir hayalet, Belgrad’ın kalbini kazanır.Her gece, şehrin caddeleri boyunca çalıntı beyaz bir Porsche araba ile olağanüstü sürme manevralarını sergiler.Polise meydan okur.Caddelerde on binlerce kişi onu desteklemektedir.Hayalet siyasal bir tehdittir artık..Polis kuralları onun koyduğu bir oyuna zorlanır.”
O döneme ilişkin gayet güzel ipuçları veren bir film. Tito’ nun yarattığı polis devleti…
Ayhan Kırdar
abi sitenin başında Orwell’in bir sözü var. sözün kendisi de çok güzel. ama Orwell’in devrimcileri ihbar etmiş çirkin bir figür. bunu sırf Stalincilere gıcıklık olsun diye mi koydunuz yoksa gerçekten Orwell’i onaylıyor musunuz?
Orwell, büyük bir yazardır. Ayrıca İspanya İç Savaşı’nda POUM saflarında savaşmış ve yaralanmış bir sosyalisttir. Onun Katalonya’ya Selam kitabını okumanı salık veririm. 1984 romanı dolayısıyla Stalinistlerin yoğun saldırısına uğramış ve ömrünün son yılında, ölüm döşeğindeyken, ne yazık ki İngiltere’nin M15 istihbaratına İngiltere’deki tanıdığı Stalinistlerin listesini vermek gibi affedilmez bir tutum sergilemiştir. Bu tutumu elbette mahkûm edilmeli ama toptan bir karalamaya gitmek büyük bir haksızlık olur. Stalinistler, bir sürü Troçkisti ve devrimciyi batı istihbarat örgütlerine ihbar etmişlerdir ama kendi günahlarından hiç söz etmezler.
Ahmet
Tanidigi Stalinistlerin listesi?? Stephen Spender ne zaman stalinist oldu? Adam MI5 in en onemli adamlarindandir. Ya da ABD Baskan yardimcisi olan Henry Wallace? Adam en yakin arkadaslarinin sadece kil oldugu icin ismini vermis, Orwell ispiyonlamadan once ozel defterine bu kisiler hakkinda notlar da tutmustur. Bu notlar Orwell”in dusunce yapisi hakkinda fikir vermektedir.
Stephen Spender: Homoseksuellige egilimi var, sempatizan ( sempatizan dedigi adam Kulturel Nato nun en onemli dergilerinden biris olan Encounter”in editorudur, 1968 de derginin MI5 parasi ile ciktigi ortaya cikmis, dergi de bunu kabul etmisti.)
Paul Robeson, Amerikali sosyalist bir sarkici ve sporcu, Nazim onun hakkinda siir yazmistir. ABD de irkcilik karsiti sosyalist sanatcilardan birisi idi. Olene kadar ulkesinde sarki soylemesi yasaklandi. Bir keresinde Kanada sinirinda verdigi konsere ABD tarafindan binlerce insan katilmisti. Onun hakkindaki iddiasi beyaz dusmani irkci!
Kingsley Martin, Ingiliz yazar, adam liberaldir, Orwell”in yorumu, Curumus liberal guvenilmez! ( yani antikomunist olmakta kurtarmiyor seni Orwell”den)
Charley Chaplin, sinema yonetmeni, Yahudi!
G Bernard Show: Bir bagi gozukmuyor ama butun meselelerde Rusya yi destekliyor
Adam homofobik irkci fasist ve karaktersiz birisi. Gun hala adamin Ispanya ic savasinda savastigini soyluyor.
Orwell Ispanya”ya gitmek icin once Komunist partisine basvurur ama guvenilmedigi icin komunistler ona yardim etmez. Oda baska gruplar yardimi ile gider. Gecmisinde polistir ve surekli olarak Devletin propaganda servisinde calismistir. Savas sirasinda yani 1984 u ve hayvanlar ciftligini yazdigi siralarda Ministery of Information da yani propaganda bakanliginda BBC Hindistan bolumunde calismaktadir.
Yani Orwell Ingiliz Devletinin propaganda Bakanliginda calisan eski bir polistir. Homofobik ve irkcidir. Her tarafta komunist goren birisi. Dusunun Shaw gibi yazarlar ya da Walace gibi ABD li politikacilar ( Wallace Rooswelt”in Baskan yardimcisi idi, ve Kolyma kampindaki gozlemleri fasistler tarafindan hic sevilmemisti ) ya da Davies gibi ABD elcileri bile ona gore gizli komunist. Adam her tarafta komunist homoseksuel yahudi goren bir paranoyak.
1984 romanin daki gercek Bakanligi gercek hayatta calistigi Informasyon bakanligidir. Kendisi bir propaganda yazaridir. O yuzden surekli olarak kendisinin solcu oldugunu iddia etmistir.
George Orwell halkin polis ile catistigini gorse hemen polisin tarafini tutar. Ardindan da Polisin aslinda halk halkinda polis oldugunu iddia eden propaganda brosurleri yazmaya koyulur.
Peki o zaman bu adamla neden bu kadar uğraşıyorsun ki, madem bu kadar kötü biri. Orwell dediğin gibi biri olup da iyi bir yazar olmasa ve Stalinist rejimi, 1984 ve Hayvanlar Çiftliği gibi çağa bedel romanlarla tasvir etmeseydi, senin de onu dert etmene gerek kalmayacaktı. Demek ki sorun Orwell’in kişiliği değil yazdıkları, siz Stalinistler açısından. Yoksa sadece kişiliği olsaydı şimdiye kadar çoktan kol kola girerdiniz onunla, başkalarına yaptığınız gibi.
Anonim
Ahmed bunları nerden uydurdun?varmı kanıtı.yazmışın ama nerden salladın?bize belge ver.
Ahmet
Gun yine bos konusuyorsun. Yukarida da soyledim. George Orwell daha taninan bir yazar degilken, 1984 ya da Hayvanlar Ciftligini yazmadan yillar once Ispanya’ya katilmak icin Komunistlere yanasir, ama Buyuk Britanya Komunist partisi yoneticileri kendisini supheli bulduklari icin reddederler.
Biz burada edebiyat elestirisi yapmiyoruz. George Orwell’in politik yapisini yaptiklarini tartisiyoruz. George Orwell kapitalizmi savunan, Ingiltere”nin gizli servislerinde ve propaganda bakanliklarinda calisan bir yazar. Kendisi homofobik irkci ve yalanci.
“Madem bu kadar kotu biri” sozu caresizlikten soylenmis bir soz ve senin onun kotulugunu kabul ettigini gosterir. Yoksa dogrudan onun irkci ve homofobik olmadigini iddia eder, Ingiltere propaganda bakanliginda calismadigini ajan filan olmadigini soylerdin. Ama soyleyemiyorsun. Soyledigin tek sey, daha dogrusu soyleyebildigin tek sey madem bu kadar kotu biri ile baslayan cumleler kurmak.
Ben sadece George Orwell ile degil ama tarihi carpitan, gecmis sosyalist deneyimler hakkinda yalan soyleyen herkes ile ugrasiyorum. Ugrasmaya da devam edecegim.
Bu adam polis ve kitleler arasinda ki tercihini Polisin propaganda aygitlarinda calismakta bulmus. Peki sen niye hala bu adamin sozlerini gercege aykiri olmasina ragmen bu sitenin logosunun yaninda tutuyorsun?
Anonim
Bu ahmed ne kadar atıcı.geçmişinde polismiş.sen nesi oluyon?amcaoğlumu?nerden atıyon bunları?belge göster belge.
Senin Stalin’in kadar homofobik olan var mı? Onbinlerce eşcinseli ölüme gönderdi be utan.
Ahmet
Onbinlerce escinsel? Stalin??? Bunu nerden uydurdun? Sovyet Devrimi escinselligi suc olmaktan cikarmistir ve bu dunyada ilktir. Ama 1930 lu yillarda burokrasinin guclenmesi ile paralel olarak hem aile yasalari hem de escinsellikle ile ilgili yasalar kotulesmistir ama onbinlerce kisinin escinsel oldugu icin olduruldugu tezi?? Valla bunu sadece senden duyuyorum. O kadar CIA propaganda kitabi okudum bunu iddia eden birisine daha rastlamamistim.
Gun bu arada sanirim olayi kacirdin ama biz su an Stalin” degil ama Orwell”i tartisiyoruz. Adam hoslanmadigi kimseleri homoseksuel olabilir diye ihbar ediyor. Cunki o zamanlar Ingiliz toplumu oldukca homofobik ve bu sekilde insanlara zarar vermek istiyor. Varsayalim Stalin homofobik ve onbinlerce escinseli kaynar kazanlara atti bu Orwell”in homofobikligini, ya da irkciligini mazur mu gosterecek?
Niye bu kadar saldirganlastin birdenbire? Sen de biliyorsun ki benim Orwell hakkinda soyledigim her sey dogru. Itiraz edemiyorsun, saldirganligin bu yuzden. Zamaninda adamin muhbir oldugunu soyledigimde de boyle saldirganlasmistin ama simdi en azindan Orwell’in muhbirligini kabul ediyorsun.
ben senin gibi dogmatik değilim ahmet. Orwell’in homofobik olduğunu bilmiyordum, öyleyse elbette kınar ve bunu da belirtirim. Stalin’in öldürdüğü eşcinselleri ise senin bilmemene hayret ettim. Gin9zburg dahil, bütün anı kitaplarında geçer bu konu. Stalin, aynı Hitler gibi, eşcinselleri, Çingeneleri, dinsel sekt mensuplarını, eline silah almayı reddeden Yahova şahitlerini gulaglara göndermiştir.
Anonim
Ahmet neyi kanıtlamaya çalışıyorsun? Tamam, kabul ettik! Adam ahlaksızın, homofobiğin ve polis ajanının teki…Napmamız gerekiyor…Yazdıklarını yok mu sayalım, kitaplarını mı yakalım…Edebiyat dünyasında böyle örnekler var…Jack London’da kendine sosyalist diyordu ama beyaz ırkın üstünlüğünü savunuyordu, katıksız ırkçıydı…Ama geride Vahşetin Çağrısı,Martin Eden gibi kitaplar bıraktı…Adama ırkçının tekiydi deyip ettiği güzel sözlerine ya da kitaplarına ambargo mu koyacağız…
Ahmet
Isi yine dagitarak yirtmaya calisiyorsun. Once escinsellerdi, simdi bir de Cingeneler eklendi, bir de idam degil ama gulaglara gondermeye donustu tartisma biraz daha uzasa, buna hippileri de ekleyeceksin. Bir de beni fanatiklikle sucluyorsun.
Sovyet Devrimi her turlu cinsel kimligi ozgurlestirmistir, ama 1933 te cok sayida sanirim 130 kadar yetiskin erkek genc erkek cocuklari ile iliskiye girmekten yani oglanciliktan tutuklanmis ve adi gecen yasa cikarilmis. Bu yasadan once Azerbeycan gibi bazi cumhuriyetlerde Transeksullerin fahiselik yapmasi yasaklanmis. Bir de o donemin kosullarini dusunmekte fayda var. 1960 lara kadar Ingiltere Psikologlar Konseyi homoseksulligi hastalik sayiyordu. 1933 yasasi sadece erkek homoseksulligini yasaklar lezbiyenlige bir yasak getirmez. Anladigim kadari ile toplumda yaygin olan oglanciliga karsi getirilen bir yasa bu.
Bu konuda batida fazla bir arastirma yok. Orda burda bir iki makale,yasanin savunuculari arasinda Gorki ve donemin icisleri bakani Yagoda da var. Birde sovyet psikologlar onceleri homoseksulligi bazan sapma ama sonra da 1930lardan sonra suc olarak degerlendirmeye baslamislar. Bu gelismelerin nedenini arastiran arastirmalar pek yok.
Hic bir kaynakta Gay oldugu icin idam edilen kimselerden bahsetmiyor, ama 1933 ysasindan sonra bir cok kisi ( okudugum bir kaynaga gore yilda ortalama bin kisi kadar http://libertyandsocialism.org/2011/07/19/soviet-homophobia/) tutuklanmis, ama yine ayni yukaridaki kaynak tutuklananlarin yuzde 70inden fazlasinin oglanciliktan yani kucuk yasta erkek cocuklari ile iliskiye girmekten oldugunu soyluyor ki, Ingiltere mesela bu tur suclar icin insanlari bazan omur boyu hapse gonderiyor.
Yani Stalin”in gay oldugu icin onbinlerce insani idam ettirdigi palavra, hatta bir kisi oldurdugunu bile iddia etsen o da palavra olurdu.
Nasilsa sen bu konuda bir sey yazamazsin, bana simdi de Stalin”in cingeneleri oldurdugunu nerde duydugunu soyler misin?
Anonim
Orwell’in muhbirliğini sen değil gün bey söyledi.okuru salak sanma ahmed.atıcı seni.belge varmı belge.sen ondan haber et.viki miki kabul olmaz.onlar cia güdümünde.günlükleri göster.
ben stalin eşcinselleri idam ettirdi demedim. Gulaglara gönderdi dedim ki, bu da aşağı yukarı ölümle eşdeğerdir. Gulaglarda ölenlerin sayısı yaklaşık olarak biliniyor. SB’de elbette Almanya’da olduğu gibi Çiengeneler için bir yasa çıkarılmış değildi ama Çingeneler toplum dışı görülüyor ve bütün “toplumdışı” görülenler gibi ve hatta en başta içeri alınıp Gulaglara yollanıyordu. Bütün Gulag anlatılarında bu vardır. Stalin’in suçlarını örtbas etmek için yürüttüğün zavallı çabalar boşuna Ahmet.
Anonim
Belge belge.murat belge değil.orvelin bir senin okuduğun günlükleri.belge göster.
Ahmet
Escinselleri olume gonderdi demek onlari oldurmek demektir. Kampa gondermek kampa gondermektir. Ustelik onlarin kampa gonderilmesi neden olume gonderilmeleri olsun ki? Yapilan arsiv calismalari Gulag da olum oraninin sovyet toplumundan farkli olmadigini gosteriyor. Olum oranlari o kadar dusukki hatta bazi rus yorumculari tartismalarinda Gulag daki olum oraninin gunumuz rus toplumundan daha dusuk oldugunu soyluyor. Bak su tartismaya http://www.politicsforum.org/forum/viewtopic.php?f=66&t=14258
Sovyet labour kamplarinda insanlarin yasama ihtimali gunumuz Rusyasindan daha yuksekti. Aslinda bu sadece senin sorunun degil. Bir cok fasist yorumcu arsivler acilinca bu konuda ezberleri bozuldu simdi hep beraber tahliye edilenleri de olum listelerine ekleyerek ( Sovyetler hasta olan herkesi tahliye ediyordu. Bunun nedeni hasta olan bir kisinin topluma zarari olamayacagi dusuncesi idi) olum oranini genel toplumun duzeyinin uzerine cekmeye calisiyorlar. Senin olum iddian da onlarin ki kadar zavallica. Bak burada tahliyeleri de olenlerin sayisina katarak olum oranlarini artirma cabasi icin: http://artukraine.com/famineart/SovietCrimes.pdf
BU arada sunu belirtelim, o zamanlar Sovyet toplumu da tum dunya gibi mikroplu hastaliklardan cok fazla sayida insan luyordu. Mesela 1920lerde 30larda Ingiliz isci sinifinda ortalama yas omru 45 civarinda idi ama 40lardan sonra antibiyotiklerin bulunmasi ortalama omru hizla yukseltti. Ama peki simdi Rusya da siradan insanin omrunun Gulag kampindaki mahkumlardan daha kotu olmasinin kapitalizm disinda hic bir sebebi yok
Bu arada Orwell i unuttum sanma. Sen onu unutturmak icin elinden geleni yapiyorsun ama Orwell muhbir ve homofbik degil ayni zamanda irkci da. Paul Robeson hakkinda gozlemi, beyaz dusmani. Insan haklari aktivisti bir siyah hakindaki dusuncesi. Ona gore ancak kolelik kosullarini kabul eden siyahlar beyazlarin dostu. Bu adam mi polisle halk kavga ettiginde halkin yanina kosacak? Mermi sikar o halka Orwell? Fanatik degilim diyorsun ama tum bilgilere ragmen hala Orwell”in o sozunu logoda tutuyorsun.
hahahahaha. Ahmet, şöyle bir slogana ne dersin: “sağlıklı bir yaşam sürmek istiyorsanız, gulagları tercih ediniz”
Anonim
Günlükleri göster ahmed.bizi bilgilendir.yoksa iftiracı olarak kalacaksın.hem iftiracı hem kgb ajanı.
Galopingert
G. Orwell guzel kitaplar yazmis, severek okuduk. Yeterince kucuk yaslarda, “akvaryum baligi” olarak yetistirilirken okumaya baslayinca, kara utopya insanda dunyayi degistirme gibi bir niyetin olusmasina izin vermeyip, bunu “acik bir zihin” perdesi arkasina sakliyor olabilir mi?
Valla bu tercihi mahkumlara sorman lazim. Varlam Shalamov kendisi bir kac kez tutuklanmis, Kolyma da icinde olmak uzere degisik kamplarda degisik zamanlarda kalmis. Sanirim olumunden sonra yayinlanan Kolyma Hikayeleri adli kitabi anti komunistler tarafindan cok ovulur: oyleki kitap hizla bir cok dile cevrilmeye baslandi, yani yeni bir soljenitsin durumu.
Vadim Rogovin 1937 yilina iliskin yazdigi ciltte ( 1937 Stalin’s Year Of Terror) Shalamov”un anilarindan alintilar yapar. Shalamov 1937 ocaginda tutuklandiktan sonra bu sefer Kolyma ya gonderilir. Yani orada 1937 yili Mart Nisan sonrasi orada olmasi lazim. Bu alintiya gore Shalamov ” mahkumlarin hala daha onceki gibi oldukca mutlu bir hayat surduklerini, yeni gelenlere hemen kislik elbiseleler verildigini, hasta sirasinda pek kimsenin olmadigini, cunki is zor olsa da paranin iyi oldugunu, bazan yaz aylarinda on bin rubleye kadar para kazanilabilindigini ama kis aylarinda bu miktarin biraz daha az oldugunu, asiri soguklarda calisilmadigini, kisin gunde 4 ila 6 saat ama yazin on gunluk vardiyalar halinde gunde 10 ar saat calisildigini soyler.
Mahkumlar saglik durumlarina gore saglikli, az saglikli, hafif islerde calisabilenler ve sakatlar olmak uzere dorde ayrilmislardir. Mahkumlarin yapacagi is saglik durumlarina gore degismektedir. Aslinda Guinzburg”un anlattiklarida bundan farkli degildir. Guinzburg gucu yetmedigi icin hafif is olan revire ayrilmistir.
Verilen elbiseler ve odemeler guzeldir ve 10 yil ceza alan bir mahkum ( o zamanki en yuksek hapis cezasi 10 yildi ama 1939 da bir cok idamlik suc kaldirildi ve yerlerine 25 yillik hapis cezalari konuldu) eger calisirsa iki uc yil icinde tahliye olabiliyor ve bu sure icinde hem ailesine bakiyor hem de geri donerken oldukca parali olarak donuyordu. Mezarlikta o kadar az mezar vardi ki bu durumda insanlarin Kolyma da olumsuz olduklarini dusunebilirdiniz. Bunlari Rogovin”in 378 379 sayfalarindan aldim.
Bunlari yazan adam zamaninda Trockist olarak tutuklanmis ve en kotu zamanda en kotu kampta kalan birisi. Aktaran ise Trockist bir tarihci. Aslinda Kolyma ya iliskin hemen tum ilk elden gozlemciler yukarida yazilanlari bir sekilde dogrular. Sen Guinzburg”dan baska okumadigin icin o da vucudu zayif oldugu icin daha hafif bir ise ayrilir, duzenli olarak ogluna yuz ruble gonderdiginden bahseder, vb.
Valla daha once yazmistim mesela 1960larda ABD ye kactiginda Dunyanin sayili plastik cerrahlarindan olan Janusz Bardach Kolyma ya orta terk bir mahkum olarak gider ama bir tip ogrencisi olarak cikar.
Simdi Gun sen bu sartlari hangi mahkuma soylersen soyle ( mahkumlari bosver, hatta bir cok isci bile) arkasina bakmadan Kolyma ya gider. Zaten 1991 de bolgeye giden Mother Earth”den Adam Hochchild unquiet Ghost adli kitabinda kamptan ayrildiktan sonra kampta kalan hatta geri geldikten sonra Kolyma ya geri giden eski mahkumlarla gorusur.
ha evet, dışarda ölüm kesin olduğu için gulaglara dönenleri ben de biliyorum. Cehennemden cehennem beğen. Yoksa cennet mi desek! Stalinist cennet de böyle oluyor işte. Yaşamayan bilemez.
Yusuf Cemal
Ahmet sen ne kadar adam kandirmaya meyillisin? Bizi aptal mi sandin?
379. sayfa.
“Bu bir kac yil… Kolyma’nin altin cagiydi”
“Berzin’in 1937’nin ortasinda tutuklanmasindan sonra, Kolyma’da hersey dramatik olarak kotuye gitti, ozellikle fazlasiyla tehlikeli ‘T’ harfine sahip olanlar icin.
…
Sholomov bu ozel direktiflerin oldurme, asla canli cikmamalari icin emirler oldugunu israrla belirtir.”
Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir. Trockistler biz kez imha edilince kamplardaki yasam kosullarina karsi direnc ortadan kalkar. Ve kamplar tamamen acliktan yiginlarca insanin oldugu, butun kamp hikayelerinde anlatilan cehenneme doner. Ustelik o alinti yaptigin bolum trockistlerin kamplardaki kahramanliklarini ve imhalarini anlatan bolum.
Sen ise ayni iscilerin kanli direnisi, mucadeleleri sonucunda haklarini catir catir aldiklari bir ulkeyi ornek gosteren kapitalistlerin “Bakin, kapitalizmin gelistigi ulkelerde isciler cok rahat!” demesi gibi, kamplar aslinda cok rahat diyebiliyorsun. Seytan bile incilden cimbizlama yapabilir derler ya, aynen o hesap.
Ve bu cimbizlamayi yaparken yakalanacagindan, baskalarinin orada yazanlarin gerisini okuyabileceginden korkmuyorsun bile. Ben bu davranisi Tayyip’ten biliyorum. “Camide icki icildi, benim basortulu bacima saldirdilar… ” Camur at, izi kalsin, nasolsa yalan oldugu ortaya ciksa bile birilerini inandirabilirsin. Ne kadar guc istenci yalakasi varsa, yalanini yutar.
Insanda biraz durustluk olur!!!
şiddet üzerine
şiddetin “devrimci”si olur mu? devrimin tam da amaçladığı şey hayatın her veçhesinde şiddetin kendisini yok etmek değil midir? eğer öyleyse devrime hizmet eden silahlı güç gibi bir şey, var olan hastalıklı yapıyı devralıp bunu güya devrim adına yapan, esasında karşı devrimci bir hareket değil midir? kısacası demem o ki, iyi bir geleceğe kötünün yöntemleriyle (silahıyla, ordu disipliniyle vs vs) ulaşabilir miyiz? anarşist hareketin tarihinde böyle örnekler var mıdır?
özsavunmayı şiddet olarak görmemek gerekir. Özsavunmada da bazı şiddet araçları kullanılır ama bu esasen şiddete karşı direniş olarak görülmelidir. İspanya İç savaşı’nda anarşistlerin milis birlikleri özsavunm olarak görülebilir.
Ahmet
Yusuf Cemal,
Zeka duzeyini burada niye tartismaya aciyorsun anlamiyorum. Benim yukarida aktardigim kisim cimbizlama degildir ve Gulag kamplari ozellikle Kolyma hakkindaki en onemli sahitliklerden birisidir, hemde 1937 yilina iliskin. Birinci elden hem de Stalin dusmani birisinden bir sahitlik.
Yukarida ” Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir” diyorsun ama Shalamov bunu nerede soyluyor, ben ulan bir hatami yaptik diye yine baktim ama Rogovin”in aktardiklarinda T harflilerin kursuna dizilmesi ile ilgili bir yer yok. Sadece Berzin”den sonra (aslinda burasi da onemli birazdan yazacagim) islerin kotulestigini yazar. Tum gorevlilerin T harflilere cok kotu davrandigini, koyu davranislarla onlari oldurmeye calistiklarini anlatir.
Ama bu yazarin anlattigindan bu kotulesme sanki sadece trockist mahkumlar icin gecerli gibi. Orada bazi ozel emirlerden bahsediyor. Ozelden kasit resmi degil ama insanlar bu emirleri biliyor. Bu emirlere gore Trockistlere o kadar cok eziyet yapilacak ki ( yazar bu eziyetleri de soyluyor, asiri is, mektup ve telgraflarin yasaklanmasi, haklarinda surekli rapor tutulmasi nobetcilerin onlari dipciklemesi hatta dovmeleri, hatta diger mahkumlarin onlari dirseklemesi vb) Trockistlerin olusu cikacak.
Once Berzin meselesini konusalim. Bu kamplari kuran Letonyali komunist bir ressam olan Berzin”dir. Ceka”nin ilk yoneticilerindendir. Kendisi Letonya birliklerinin komutani idi ve bu birlik Lenin ve Sovyetlerin savunmasindan sorumlu idi. 1918 de sosyalist devrimciler Lenin”i tutuklayip vurmaya Sovyet uyelerini tutuklamaya kalktiklarinda Letonyali birliginin de bu ise dahil oldugu ama askerlerin Lenin”i savunmayi sectikleri bu yuzden darbenin basarisizliga ugradigi anlatilir. Bukharin”in idam gerekcelerinden birisi bu olaydir. Daha once de Bukharin”in daha tutuklanmadan MK de arkadaslari onunde bu konudaki sucunu kabul ettigini yazmistim.
Genelde Gun Zileli”nin arkadaslari kendisini kamplarin en zalim yoneticilerinden birisi olarak anlatirlar. Bu konuda hakkinda yazilan wiki makalesine bakabilirsin.
Ilk kamp tecrubesi Urallarda bir yerdir. Wiki makalesinde bile burada insanlarin iyi bir ucret aldiklari calisma kosullarinin iyi oldugu belirtiliyor. Daha sonra 1931-32 de Kolyma kamplarini kurmakla gorevlendirilir. 1938 sonunda tutuklanir ve yargilanip kursuna dizilir.
Shalamov”un Berzin”i ovmesi yakin siyasi hatta sahip olmasindan kaynaklaniyor. Oyle ki eger Sovyet tarihini bilmesen sanki mahkumlara parayi maaslari, calisma kosullarini Berzin”in kendisinin sagladigi sanilacak. Halbuki orada ki kosullar sovyet hukumetinin sagladigi kosullardi. Berzin oldukten sonra da bu kosullarin devam ettigini biliyoruz. Mesela Roosvelt”in baskan yardimcisi Wallace 1944 de Kolymayi ziyaret der ve orada bir kac hafta kalir. Degisik kamplari gorur. Anlattiklari Shalamov”un anlattiklarindan farkli degildir.
Trockistlerin ve 58. maddeden mahkumlarin bir cok ise verilmedigi dogru. Bu savas oncesi alinan bir karar ama sonradan degistirilen bir karar. Sonucta sovyet hukumeti bu insanlarin besinci kol olduguna inaniyor. Nitekim Shalamov”un kendisi de savas sonrasi bir yolunu bulur ve hastahanede calisir.
Yusuf Cemal, su ana kadar kamplara iliskin ne soyledi isem sizin sevdiginiz, hatta Gun”un cevirdigi anti komunist anti stalinist yazarlardan alintilar yaparak soyledim. O donemde SSCB ye sempati duyan ve dogrudan kamplara giren orada haftalarca bazi durumlarda aylarca kalarak inceleyen bir suru yazarin dediklerini aktarmadim bile. Gorunen Gulag rehabilitasyona donuk, kalanlarin maas aldigi ( maas duzeyleri sendikalar ve kamplar genel mudurlugu arasinda kararlastirilan) insanlarin meslek ogrendigi ve on yillik cezalari bile kisa zamanda bitirip cikabildigi yerler.
Yusuf Cemal
Gerçekten sen bizi aptal sanıyorsun Ahmet. Sholomov anlatmıyor. Rogovin anlatıyor. 392. sayfanın son cümlesi. 1937 Sonbaharında ne başlamış? Bir bakıver. Yani rehabilitasyon değil, bildiğin imha kampı. Senin “bizim sevdiğimiz”, “anti stalinist”, “anti komünist” olduğu için alıntıladığın yazar söylüyor bunu. Rogovin’e anti komünist dedin ya, bravo bu arada.
Yalnız, bir anonim sana bi ara kafayı takmıştı. Senin wikipedia üzerine söylediklerini o da, biz de hatırlıyoruz. Şimdi tutup, CIA/FBI felan filan tarafından manüple edildiğini iddia ettiğin bir internet ansiklopedisini bu kadar kolayca referans veremezsin, ondan kolayca alıntı yapamazsın. Mantık ve tutarlılık gereği.
Ahmet kabul et artık. Eğer 1930larda olsaydın, sen de bizle birlikte kurşuna dizilecektin. O zamanlarda olmadığın için “rehabilite” edilemiyorsun şu an. Uzun ömürler dilerim.
Ahmet
Yusuf Cemal,
Niye ikide bir zekani tartismaya aciyorsun, suphen varsa kendin degerlendir, ben yazdiklarinla ilgileniyorum ama yine hata yapiyorsun.
yukaridaki yazini alintiliyorum. “379. sayfa.
“Bu bir kac yil… Kolyma’nin altin cagiydi”
“Berzin’in 1937′nin ortasinda tutuklanmasindan sonra, Kolyma’da hersey dramatik olarak kotuye gitti, ozellikle fazlasiyla tehlikeli ‘T’ harfine sahip olanlar icin.
…
Sholomov bu ozel direktiflerin oldurme, asla canli cikmamalari icin emirler oldugunu israrla belirtir.”
Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir.”” Bu alintidan cikan sonuc kursuna dizilmeleri anlatanin Shalamov oldugu.
Ama eger sen kamplarda kursuna dizilmeler oldugunu anlatanlar var diyorsan elbette bunu anlatan cok kimse var. Boris Nikoleyavsky bunlardan en onemlilerinden. Rogovin orada Nikolayevski den alinti yapiyor.
Shalamov kamplarda bir kac kere tutuklanmis ama Nikolayevski bir kere bile tutuklanmamis. Kendisi eski menseviklerdendir.
Bukharin tutuklanmadan bir kac ay once SBKP politburo tarafindan Nikolayevski”de bulunan Marx Engels arsivini satin almasi icin Paris” e gonderilir. Orada bir kac hafta kalir ama Nikolayevski ve Dan cok para istedigi icin arsiv satin alinamaz. Ama bu arada eski sosyalistler olarak Bukharin ve Nikolayevski bir cok sohbetler yaparlar.
Bukharin tutuklandiginda, Nikolayevski Bukharin”in idam kararini kolaylastiran adice bir sey yapar. Eski bir yoldastan mektuplar adi ile bir kitap yayinlar. Kitaptaki bilgileri aldigi eski yoldasin adini vermez ama bunun Bukharin oldugu aciktir. Nitekim yilar sonra Nikolayevski bu kisinin Bukharin oldugunu aciklar.
Nikolayevski kitapta zamanin icisleri bakani Yezhov” tan korkunc asagilayici cumlelerle bahseder. Ama biz biliyoruz ki Yezhov ve Bukharin siyasi olarak birbirlerine yakindir. Bunu Bukharin”in karisi uzun uzun anlatir. Tabii Nikolayevski”nin ne kadar yalanci oldugunu da belirterek.
Lara Bukharin”e gore Bukharin Yezhov”u severdi ve arkasindan kotu konusmasi mumkun degildi. Gorunen Nikolayevski Bukharinciler arasinda ayrilik yaratmak icin Bukharin”in Stalin hakkinda anlattiklarina Yezhov hakkinda olanlari da eklemis. Sonuc MK toplantilarinda Bukharin”in idamini isteyenlerin basinda Yezhov gelir.
Simdi Ayni Nikolayevski daha sonra sanirim ellili altmisli yillarda amerikaya gocen kisilerle yaptigi gorusmeleri kitaba aktarmisti. Godovin oradan alinti yapiyor. Yani kendi gorduklerini degil ama kendisine anlatilanlar. Nikolayevski”nin yalanci oldugunu dusunursek, Shalamov”un ise kamplarda kaldigini ve birinci el tanik oldugunu, Shalamov”un dedikleri bence gercege daha yakin.
Boris Nikolayevski daha sonraki yillarda zaten iyice sagcilasir ve Hoover Instution archives in yoneticisi olur. Bu kurum daha sonra Trocki” arsivini de satin alacaktir. Hoover CIA ile yakin baglari olan bir kurumdur ve Kerensky”den Nikolayevski ye kadar bir cok anti komunist eski solcuyu ise alir.
Trocki arsivini oraya verirken 1980 yilina kadar yayin yasagi koyarak verir. Yani Trocki arsivlerini CIA nin gormesinde sakinca gormez, ama solcularin ve diger aydinlarin gormesinde ise buyuk sakinca vardir. Iste bu arsivlerden Trocki”nin arsivlerini verdiginde kaydedilmis 6 tane mektubu yok edilmistir. Mektuplarin arsive kayit numaralari vardir ama kendileri yok. Nikolayevski”nin arsiv aski bu kadardir.
Arch Getty idi sanirim bu mektuplari calanin Trocki”nin karisi oldugunu dusunur, Furr ise sanirim Isaac Deutscher oldugunu tahmin eder. Ama hem kim calarsa calsin bu Nikolayevski”nin bilgisi dahilinde olan bir sey.
Rogovin kendisine trockist diyor ama ben mesela onun Volgokonov gibi baska anti kapitalist rus yazarlardan bir farkini bulamadim. Stalin hakkindaki ayni tezler. Ustelik kendi verdigi arsiv bilgileri bile aksini gosteriyorken.
Yalniz arsivlere girebilen bir kac yazardan birisi olarak bir cok yeni bilgiye ulasmis, o yuzden konuyla ilgisi olanlarin okumasi gerekli olan kitaplardan birisi. Ozellikle 1937 Subat Mart plenumuna iliskin verdigi bilgiler cok ilginc.
Ahmet
Wikipedya meselesine gelince ben her turlu kaynagi kullanirim. Su ana kadar sizle olan tartismalarimizda ozellikle sadece anti stalinist kaynaklari kullanmaya calistim. Gulag kamplarini tartisirken verdigim kaynaklar hepsi Buber Neumann gibi bir nazi Shalamov gibi bir anti stalinistya da Ginzburg gibi bir anti stalinist kisilerdir.
Bunun nedeni sizin fanatik anti stalinistler olmaniz. Size gore eger bir arastirmaci yazar ya da sahit Stalin”e sovmuyorsa objektif olmasi mumkun degil. O yuzden ben Wikipedia da dahil her turlu kaynagi kullanirim ama elestirerek kullanirim, benim sizden farkim bu.
Sen wikipedia kaynaklarini hic degerlendirmeden eger anti stalinist ise dogru kabul ediyorsun. Bense degerlendiriyorum. O yuzden sen Trocki”nin oldurulmesi meselesinde cuvalladin.
Yukarida Shalamov”un anilarindan ornekler verdim. Shalamov tarafsiz bir sahit degildir, olmasi da gerekmez zaten, ama ben onun anilarindan alinti yaparken onun Stalin yonetimine muhalif bir trockist oldugunu ve bu yuzden de tutuklandigini anti stalinist oldugunu dogal olarak yazilarinda bunun etkisinin goruldugunu goze alirim.
Mesela kamplarda mahkumlarin bir kac bin ruble aylik almasina gelelim. BU dogru ama eksik ve Shalamov”un siyasi durumu ile yakindan ilgili. Yukarida da soyledim, Shalamov ve Berzin siyasi olarak oldukca yakinlar ve 1937 Temmuz”una kadar ( 1937 haziran Temmuz toplantisinin tutanaklari yok, ya da hala sakli o yuzden bu toplantida neler konusuldugu tartisildigi bilinmiyor ama biz sonuclarini biliyoruz, kitlesel tutuklamalar ve idamlar, iskencenin istisnasi durumlar icin de olsa yasalastirilmasi vb) tum mahkumlar, T lerde dahil mesleklerine gore ise yerlestiriliyorlardi. Yani eger muhendis isen muhendis hatta Mudur isen Mudur olarak is veriliyordu ve ayni maasi aliyordun. O donemdeki Trockist muhalefet ozellikle egitimli burokratlardan olusuyordu ve bunlar tutuklandiklarinda meslekleri duzeyinde bir is veriliyordu. Yani bunlar kamplarda da oldukca iyi islerde ve yuksek maaslarla calisiyorlardi. Takii 1937 yilina kadar.
Ama Shalamov”un yazisindan cikan anlam herkesin bu kadar yuksek maaslarla calisitigi ki dogru degil. O zaman ki sovyet toplumunda ki maas farkliliklari kamplarda da suruyordu, siradan egitimsiz koyluler isciler bu kamplarda cok daha ucuz ucretlerle calisiyorlardi ama Shalamov zaten bu kesimleri sevmedigi icin onlarin calisma kosullarini soylemez bile. Ayni sey Ginzburg”da da vardir. Siradan emekcileri sevmez.
Wendy Goldman kendisi amerikali bir akademisyendir, 1930 lu yillardaki isci hareketlerini inceler. O yillarda binlerce grev duzenlenir, bunlara iliskin bilgiler fabrika arsivlerinde ve bolge sovyetlerin arsivlerinde mevcut. Goldman bu grevlerdeki isci taleplerinden yola cikarak cok ilginc sonualara ulasir. O donemdeki grevler genellikle yoneticilere ve ucret farkliliklarindaki artislara karsi yapilmakta. Mesela bir teksil iscisi 130 ruble alirken, bir sendika yoneticisi cogunlukla parti sorumlusu oluyorlar 1500 ruble kadar almakta. Mudurlerin maasi ise cok daha fazla. Bu cok sayida greve neden olur. Bu grevlerde komunist partisi merkezi yerel parti liderlerini degil ama iscileri desteklerler. Zaten 1937 firtinasinin bu kadar siddetli olmasinin bir nedeni Goldman gibi yazarlara gore emekcilerle burokratlar arasinda giderek artan bu celiskiler. Gerci bu baska bir tartisma konusu.
Ayni ucret ve calisma celiskisi kamplarda da var. O yuzden Shalamov sadece kendisini ve egitimli burokratlari anlatir. Onlar iyi para alirken herkesin bir kac bin ruble aldigini anlatir ama ucretler toplumun genelinde dustugu icin kamplarda da azaltilinca buna isyan eder kosullarin kotulestigini iddia eder. Ama tabii oradaki egitimsiz ve apolitik adli suclularin aldigi ucretlerden ve kosullardan bahsetmez. Shalamov icin kamplardaki yoksullar aslinda yoktur.
Yusuf Cemal
Çarpıtmalarını gerçekten bilmeyen yok Ahmet. 1937 Stalin’in Terör Yılı adlı kitaptan, 1937 yılının başlarındaki çalışma kamplarındaki durumu cımbızlayarak, çalışma kamplarını insanların rehabilite edildikleri bir yer olarak sunuyorsun. Bu cımbızlamaktır. Bu demagojidir. Demagoji denen şemsiye kavramın içinde bu yaptığın da var.
Çalışma kampları insnaların öldürülmek için kondukları yerler. Özellikle de politik muhalifler için. Özellikle troçkistler için. İstediğim yalanı söyleyebilirsin. Ancak kendini ve kendin gibi tipleri kandırabilirsin.
Wikipedia’ya CIA manuplesi diyen sensin. Gün Zileli’nin sitesinde seni kaç kere rezil ettik. Troçki’yi kim öldürdü konusunda saçmalık üzerine saçmalık, boş teori üzerine boş teori uydurdun. 5 tane güvendiğin insan say dedik. 5 kişi bile sayamadın. Çünkü onlardan bulacağımız alıntılardan korktun. O kadar yüzsüzsün ki, kendi laflarını kaç kere yedin. Ve hala utanmadan aynı sözleri söylemeye devam ettin. Sen klasik bir paranoid kişiliksin. Bütün paranoidler gibi, boş ve mesnetsiz teoriler ortaya çıkarıyorsun. O sebeple seninle düzgünce tartışamayacağımızı söylemiştik. Alay ve hakaret hak ediyorsun ve alay ve hakaret alacaksın.
Ahmet
Yusuf Cemal yine kafa bos donmeye baslamis, Rogovin”in kaynaklarini bile tartisamiyorsun, aslinda simdiye kadar senin sevdigin anti stalinsit yazarlar disinda kaynak da vermiyorum ama onlar bile gulaglarin rehabilitasyona donuk yerler oldugunu gosteriyor, hala benimle niye tartismaya calisiyorsun anlamis degilim, sadece sizin kaynaklarinizla tartisiyorum, bu sefer kendini kaybedip saydirmaya basliyorsun.
Benden guvendigim bes insan istenmedi, Gun Zileli”nin kaynaklarindan CIA kaynakli olmayan bes kisi istendi. Elbette Sovyet tarihi uzerine arastirma yapan yuzlerce komunist anarsist, liberal ama durust arastirmaci var. Sana bes degil onlarca verebilirim.
Ama sorun su, sen fanatik bir anti-stalinistsin ve bir nazi kamp gorevlisi olan anti komunust Buber Neuman”in verilerini bile kabullenemiyorsun, bir trockist olan Shalamov”un dediklerini kabullenemiyorsun, Benim veri diye verdigim bu insanlarin anlattiklari, mesela Grover Furr ya da Thurston, Carr ya da Wendy Goldman”i nasil kaldiracaksin?
Son yirmi senede Rusya daki arsivlere dayali o kadar cok arastirma yapildi ki, en azili desenformasyoncular bile eski iddialarindan cark ettiler, sen hala ayni yerlerdesin.
Oyleki Rogovin”in kaynaklarini bile tartisamiyorsun, Rogovin anti stalinisttir ve olmeden once Trockist oldugunu iddia etmisti ve kendisiarsivlere ulasan nadir sayida arastirmacidan birisidir. Sen simdi bu adamin kitabinda herkesin bildigi bir kaynaga atif yapilmis sen ona bile karsi cikiyorsun. Ben simdi arsivlere erisimi olan diger anti stalinistleri mesele Volgokonov”u Goldman”i Getty”i ya da Sheila Fitzpatrick”i gundeme getirsem sen kafayi daha fazla yiyeceksin. Biraz daha az fanatik olmayi ve acik goruslu olmayi dene. Aksamlari daha iyi uyudugunu farkedeceksin.
Bu lafları söylemen çok iyi oldu Ahmet. Rogovin hakkında. Çok yakında bu laflarını da sana yedirteceğim. O zaman Rogovin’e de bir kulp bulmak zorunda kalacaksın. Ama yine de laflarını yemediğini iddia edeceksin. Göreceğiz bakalım.
Ondan bundan işine gelmeyince küfür ettiklerinden istediğin anda cımbızlama yap, ona buna CIA ajanı felan de, sonra da her çelişkiye düştüğünde kendini temiz ilan et. Yok öyle yağma Hasan’ın böreği. Fazla beklemene gerek yok Rogovin konusunda. Bakalım Rogovin için sonradan neler uyduracaksın. Merakla bekliyoruz…
Ahmet
Yani sen Rogovin”in kaynaklarina guvendigini mi soylemek istiyorsun? Rogovin”in kaynaklari uzerinden mi tartisalim meseleyi? emin misin?
Ahmet
Gun hani burada kufurlu mesajlar yazilmiyordu, tum kontroller onun icin konmustu, bu karar kaldirildi mi yoksa senin ayricaligin mi var?
Yazdigin son mesajlarin hepsi kufurlu. Gun agzin cok bozuk bence bir sorun yok ama bir de milletin yazilarini kufur var bahanesi ile sansurluyorsun, senin agzinin bozuk olma hakki varsa herkesin olmasi gerekir. O zaman mesajlarin yayinlanmadan once denetlenmesi kuralini kaldirmalisi eger kendine saygin varsa.
Seni bu konuda daha once de uyarmistim, o zaman da bana goster dedin, gosterdim ozur diledin ama ayni sey devan ediyor. Ben de dahil bir cok insana kufur ediyorsun.
Bir tanesini örnek ver. Eğer gerçekten küfürse kaldıracağım.
Anonim
Ahmet, Anti-Stalinistlerin kaynaklarını da kullandığını söyledin, o zaman aşağıdakini de okumadan hemen yalan diyemezsin.
Stalin, Naziler ve Kırım Tatarları
Ayşe HÜR
Radikal GAZETESİ
8 Nisan 1944’te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım’a girer girmez, ‘Nazi işbirlikçisi’ diye yaftalanan tüm Tatar toplumu cezalandırılmaya başlandı. Binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi.
Önce bir açıklama ve bir özür. İki hafta önce yayımlanan ‘Semerkand’da ölümle randevumuz mu var?’ başlıklı yazımda yer alan bir alıntıyla ilgili olarak, Profesör Kadir Cangızbay’dan bir katkı notu aldım. Hocam özetle şöyle diyordu: “’Bilgi’ meselesinde yol alabilmek için, her şeyden önce şunu bilelim: ‘Bilgi çağı/toplumu’, yanlış ve müthiş yanıltıcı bir çeviri; doğrusu, ‘information/informatics= malumat/haberdarlık çağı/toplumu’; işin Türkçesi, enformasyon, öznesi olmadığımız bir bilme durumudur. Ayrıca, sadece İngilizce kaynaklardan beslenenler connaitre=tanımak ile savoir=bilmek/bilgi arasındaki farkı da tam olarak kavrayamıyorlar. Ancak, daha da önemlisi, ‘bilgi’nin çok sayıda türü var: Bilimsel, sağduyusal, teknik, felsefi vb…; kısacası, ‘bilgi’ bizde genellikle algılandığı gibi, sadece ‘bilimsel bilgi’ değil…”
Hocam doğrudan beni eleştirmiyordu belki ama hak vermemem mümkün mü? Her hafta bu sayfalarda, sizlere ‘bilimsel bilgi’ değil ‘malumat’ sunduğumun farkında olmaz mıyım? Her hafta değişik bir konuda yazma zorunluluğu, beni belli bir konuda uzmanlaşmaktan alıkoyduğu gibi, zaman zaman maddi hatalar yaparak mahcup olmama da neden oluyor. Nitekim geçen haftaki yazımda, fahiş bir bilgi hatası yaparak, Dündar Bey’i öldürenin Orhan Gazi olduğunu yazdım. Doğrusu Osman Gazi olacaktı. Özür dilemek yeter mi, bilmiyorum. Ama mahcubiyetim hakikaten çok büyük.
Bu hafta da, yine uzmanlık bilgisinden ziyade ‘malumat’la inşa edilmiş bir yazıyla karşınızdayım. Bunların ‘bilgi’ haline dönmesi için sizlerin büyük çabası gerekiyor. Yazı, şimdilik kanlı bir iç savaşın eşiğinden dönmüşe benzeyen Ukrayna’nın Kırım bölgesinin kadim halklarından Kırım Tatarları’nın (Kırım Tatarları diyorum çünkü, eski SSCB coğrafyasında yaşayan başka Tatarlar da var) trajik hikâyesine dair. Sürç-i lisan edersem, şimdiden affola…
ALTIN ORDA’NIN BAKİYESİ
Kırım Tatarlarını, Gotlarla Alanların bir karışımı olarak görenler de var ama bugün Cengiz Han’ın ölümünden sonra ortaya çıkan Türk-Moğol hanlıklarından biri olan Altın Ordu (ya da Altın Orda) Devleti (1240-1443) döneminde Müslümanlaştıkları ve Türkleştikleri kabul ediliyor. Altın Orda Devleti’nin yıkılışından sonra kurulan Kırım Hanlığı, 1774 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmış, 1792 Yaş Antlaşması ile Rus Çarlığı’nın egemenliğine girmişti. Dönemin Rus Çariçesi II. Yekaterina’nın “Kırım Tatarsız Kırım” politikasının sonucu olarak Tatarlar 1810, 1840, 1855, 1860, 1874, 1880 ve nihayet 1905 tarihlerinde dalgalar halinde Osmanlı İmparatorluğu’na göçederken, yerlerine Ruslar iskan edildi. 1917’ye gelindiğinde Tatarlar 700 bin civarındaki Kırım nüfusunun ancak dörtte birini oluşturuyorlardı.
1917 BOLŞEVİK DEVRİMİ
1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Kırım, Tatar, Alman, Beyaz Rus milliyetçilikleriyle Bolşevikler arasında muharebe alanına döndü. İktidar, taraflar arasında gidip geldikten sonra nihayet Ekim 1920’de Bolşevikler kazandı. Yerel komünist liderlerin arzusu hilafına fakat Lenin’in isteğiyle Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Tatar milliyetçisi Veli İbrahimov’un başını çektiği Milli Fırka kendini feshetti ama fırkanın sol kanadı, otonom bir yönetim içinde faaliyetlerine devam etme imkanı bulabileceklerini düşünerek komünistlerle ittifakı seçti. Bu sayede Tatarlara yönetimde yer verilmeye başladı, Tatarca okullarda okutuluyor, Tatarca kitaplar, dergiler basılıyordu. Bu özgürlük hali, Lenin’in Ocak 1924’te ölümü ve yerine Stalin’in geçmesiyle sona erdi. Yerimiz olmadığı için Stalin’in ‘milliyetler politikası’nın neden ve hangi açılardan Lenin’in politikalarından farklı olduğunu anlatamayacağım ama sonuç olarak 4 yıl içinde ‘Kırım Tatarlarının Altın Dönemi’ sona erdi. Veli İbrahimov, Belarusya’dan getirilen Yahudilerin Kırım’a yerleştirilmek istenmesine karşı çıktığı gerekçesiyle, Şubat 1928’de tutuklandı, bir kaç ay sonra da idam edildi. Aynı yıl Arapça Tatar alfabesi Latin harfli alfabe ile değiştirildi. (1938’de Latin’den Kiril alfabesine geilecekti.) 1930’larda devlet kadrolarındaki Tatarlar ayıklanmaya başlandı.
Bu yıllar aynı zamanda, Ukrayna’daki zengin toprak sahibi sınıfın (ki bunlara ‘kulak’ deniyordu) sert politikalarla tasfiye edildiği yıllardı. Toprakları kolektif çiftliklere dönüştürülen ‘kulak’lar Sibirya’ya sürülürken aralarında binlerce Tatar milliyetçisi de vardı. 1931-1933 yılları arasında kolektivizasyonu izleyen kıtlık sonucu 100 binden fazla Rus, Ukraynalı, Kırım Tatarı ve diğer Kırımlılar öldü.
Sonuç olarak, 1936 tarihli bir Sovyet ansiklopedisine göre o tarihte Kırım’da yaşayan 875 bin kişinin yüzde 43,5 Rus, yüzde 10’u Ukraynalı, yüzde 23,1’i Tatar (ki bu oran 202.000 kişiye tekabül ediyordu), yüzde 7,4’ü Yahudi, yüzde 5,7’si Alman’dı.
1941 ALMAN İŞGALİ
22 Haziran 1941 günü, 3 milyon Alman askeri, Barbarossa Harekatı kapsamında SSCB topraklarına girdi. Hızlı Panzer tankları ve savaş uçakları sayesinde Alman ordusu büyük bir engelle karşılaşmadan ilerlemeye başladılar. 21 Ekim 1941’de Kırım Yarımadası’nı anakaraya bağlayan Perekop kıstağında Sovyet ordusu Almanlara yenildi ve Hitler orduları Kırım’ı işgal ettiler. Tatarların ‘kulak’ denilebilecek kesimleri, milliyetçi unsurları, Stalin döneminin baskılarından sonra, Nazileri adeta kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Naziler de durumu fark ederek, Tatar milliyetçileriyle iyi ilişkiler kurmaya çalışmışlardı. Öyle ki, Tatarlardan oluşan bir polis gücü, Yayla Dağları’ndaki Kızıl Ordu partizanlarına karşı şehri ‘savunmaya’ başlamıştı. İddialara göre o yıllarda görünüşte tarafsız ama içten içe Alman yanlısı bir politika güden Türkiye, Kırım Tatarlarını Nazilerle işbirliğine teşvik ediyordu. Hatta Mavi Alay adı verilen bir de birlik kurmuşlardı. Bunun dışında, Nazilerin, esirlerden oluşturduğu birlikler içinde de Tatarlar vardı. Nisan 1944’te geri çekilen Alman orduları, aslında ‘insanaltı bir ırk’ diye aşağıladıkları binlerce Tatar’ı yanlarında götürdüler. Gidenlerin bir kısmı esir statüsünde götürülmüştü, bir bölümü ise işbirlikçi olarak başlarına gelecekleri öngördüklerinden gönüllü olarak gitmişti. Almanların Tatarları götürme nedeni ise fabrikalarda köle işçi olarak çalıştırmaktı.
NAZİLERLE İŞBİRLİĞİ Mİ?
İleriki yıllarda, Sovyet (ağırlıklı olarak Slav) tarihçileri, işte bu tarihçe yüzünden, Tatarların ‘milletçe’ Sovyetler Birliği’ne ihanet ettiğini iddia ettiler. Tatar tarihçileri ise bazı işbirlikçiler olmakla birlikte, genel olarak Tatarların Alman ve Rus zorbalığı arasında ezildiğini ve bazı unsurların istemedikleri işleri yaptıklarını söylediler. Batılı tarihçiler ise Tatar zenginlerinin ve milliyetçilerinin başlangıçta Nazileri kurtarıcı gibi gördüklerini ve gerek gönüllü olarak gerekse esir düştükleri için Nazilere destek verdiklerini, vermek zorunda kaldıklarını belirttiler. Ancak aynı şekilde, Kızıl Ordu’da veya partizan grupları arasında da pek çok Kırım Tatarının bulunduğunu hatırlattılar. Gerçekten de, 1941 yazında SSCB’de seferberlik ilan edildiğinde, 20 bin Kırım Tatarı Kızıl Ordu’da silah altına alınmıştı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Bunlardan Ahmethan Sultan adlı pilot iki kez kahramanlık madalyasına layık görülmüştü. (Bu kişinin hikâyesi 2013’te Rusları derinden etkileyen bir filme konu oldu.) Rıfat Mustafa liderliğindeki bir Tatar birliği Nazilerin elindeki 46 mahkumu kurtarmış, 2 tank ve mühimmatı ele geçirmişti. Kısacası, Kırım Tatarlarını toptan ‘hain’, ‘işbirlikçi’, ‘casus’ olarak damgalamak büyük haksızlıktı. Ama daha da büyük haksızlık, Moskova tarafından Kırım Tatarlarına kesilen cezadaydı.
17/18 MAYIS 1944: KARA GÜN
8 Nisan 1944’te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım’a girer girmez, Tatarlar cezalandırılmaya başlandı. Tatarların kitlesel ihanetlerine ilişkin söylence öyle hızlı yayılmıştı ki, binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi. Ölü bedenler, günlerce idam sehpası olarak kullanılan Akmescit’in (Simferopol) caddelerindeki ağaçlarda asılı kaldı. Ama esas 17-18 Mayıs 1944 gecesi, Kırım Tatarları için ‘Kara Gün’ olacaktı. Kızıl Ordu’nun mekanize birlikleri tüm Tatar köylerini sardı ve halkı yanlarında çok az eşya ile birlikte tren istasyonlarına yönlendirdi. (Şehirlerden de sürgün yapılmıştı ama sayıları çok daha azdı.) O günü yaşayanlar aynen Nazilerin Yahudilere yaptığı gibi topluca öldürüleceklerini düşündüklerini anlatacaklardı sonradan. Havalandırması olmayan yük vagonlarına tıkıştırılan binlerce insan, aç biilaç Orta Asya’ya doğru yola çıkarıldılar. Bir anlatıya göre, Arabat adlı balıkçı köyünün ahalisinin sürülmesi o gün unutulmuş, durumu fark eden Kızıl Ordu komutanı, köylülerin bir gemiye bindirilmesini ve geminin Karadeniz’de batırılmasını emretmişti. Nitekim, geminin kapakları açılarak batması sağlanmış, ardından yetkililer Moskova’ya ‘sürgünün başarı ile tamamlandığını’ rapor etmişlerdi.
SÜRGÜN YILLARI
Sürgünlerin küçük bir kısmı Sibirya’nın Urallar bölgesinde, Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Udmurt ve Mari otonom bölgelerine, büyük kısmı Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne gidecekti. Sürgünlerin sayısı konusunda farklı rakamlar var ama en düşük rakam 151 bin (küsuratı şimdi ve daha sonra yuvarladım) en yüksek rakam 191 bin civarında. En düşük rakam olan 151 bin kişinin 68 bini çocuk, 56 bini kadındı, “yani Nazilerle işbirliği yapmış olması neredeyse imkansız olanlardı” diyor yazar. Erkeklerin azlığı bir kısmının Kızıl Ordu’da ve partizan gruplarında görev alması, bir bölümünün Almanya’ya götürülmesiyle/gitmesiyle açıklanabilir herhalde.
Aslında Özbekistan’ın başkenti Taşkent dağıtım istasyonu olarak kullanılmıştı. Sürgünler Fergana Vadisi’nden Kaşga Darya çöllerine kadar geniş bir coğrafyaya sepriştirilmişti.Sürgünler elbette şehirlere yerleştirilmemişlerdi. Şehirlerin çeperlerinde, köylerde, bozkırda, son derece elverişsiz barınaklara tıkıştırılmışlardı. Çoğu durumda etrafı tel örgüyle çevrili kamplarda kalıyorlardı. Üstelik, büyük aileler, aşiretler, boylar olarak yaşamaya alışmış Tatar köylüleri, çekirdek ailelere bölünerek uzak coğrafyalara serpiştirilmişti. Hatta aileler bile parçalanmıştı bazı hallerde.
Bütün bunlardan, Tatarların, Özbekistan ve Kazakistan bölgesinin Müslüman-Türk kökenli halkı tarafından asimile edilmelerinin hedeflendiği anlaşılıyordu. Ancak ‘düşmanla işbirliği yapmış halk düşmanları’ oldukları düşünüldüğünden yerel halktan son derece kötü muamele gören Tatarların asimile olmalarını bırakın, hayatta kalmaları bile çok zordu. Tatarlar esas olarak Alman ordularının eline geçmesin diye geri hatlara taşınmış fabrikalarda çalıştırıldılar. Bir diğer istihdam alanı pamuk ‘gulag’larıydı. Çalışma saatleri çoğu zaman 12 saate varıyordu. Kamplarda elverişsiz koşullar yüzünden salgın hastalıklar kol geziyordu. Fergana Vadisi dışında bölgeye egemen olan çöl iklimi ve hepsinden önemlisi aile ve sıla hasretini de ekleyince, o yıllarda Kırım Tatarlarının ne büyük acılar yaşadığını kestirebilirsiniz. Sibirya’daki hayat koşulları daha da sertti ama bu bölgeye ait istatistik yok elimizde. Genel kanı ilk beş yıl içinde sürgünlerin yüzde 30’unun öldüğü yolunda. Sonuç olarak savaş öncesinde 218 bin Kırım Tatarı’nın 80 bini 1949 yılına gelindiğinde, Naziler, savaş ve sürgünler yoluyla imha olunmuştu.
STALİN DÖNEMİNİN DİĞER KURBANLARI
Burada bir parantez açmak istiyorum. Stalin döneminin sert politikalarından sadece Kırım Tatarları çekmedi. 1917-1953 yılları arasında yaklaşık 1,6 milyon insan şu veya bu suçlamayla veya nedenle yerinden edildi, bunların 530 bini şu veya bu şekilde hayatını kaybetti. Savaş yıllarının ilk sürgün emri, Eylül 1941’de Volga Almanları için çıkarılmıştı. (Bu Almanlar, II. Yekaterina tarafından bölgeyi şenlendirmek için davet edilmişlerdi.) Bu bir çeşit ‘önlem’ olarak anlayışla karşılanabilirdi ama Ekim-Kasım 1943’te 74 bin Karaçay’ın, Aralık 1943’te 131 bin Kalmık’ın, Şubat 1944’te 408 bin Çeçen’in ve 93 bin İnguş’un, Nisan 1944’te 43 bin Balkar’ın, Mayıs 1944’de 191 bin Kırım Tatarı’nın ve Kasım 1944’te 200 bin Meşhed Türkü’nün sürülmesi en iyimser adlandırmayla ‘etnik temizlik’ idi. Hatta ‘soykırım’ denmesi bile mümkün. (Bu halklardan sadece Kalmıklar Budistti. Diğerleri Müslümandı. Bizde daha çok Ahıska Türkü diye bilinen Meşhed Türkleri, Sovyetlerin Türkiye ile ilgili planları yüzünden sürülmüştü.)
SAVAŞ SONRASI NAFİLE ÇABALAR
Parantezi kapatıp devam edelim. Savaş bittiğinde, Kızıl Ordu’da görevli Tatar erkeklerine (9 bine yakındılar) ailelerini arama izni verildi. O güne dek Tatarları hain olarak damgalayan Özbekler karşılarında kolu bacağı kopmuş, göğsünde kahramanlık madalyaları taşıyan Tatar erkeklerini görünce birden madalyonun öteki yüzünü fark ettiler ama iş işten geçmişti.
Bu erkekleri elbette çok üzücü hikâyeler bekliyordu. Çoğu aile üyesi ölmüştü. Sağ kalan bireyleri bulmak adeta imkansızdı çünkü sürgünler çok geniş bir coğrafyaya serpiştirilmişti. Bazı dul kadınlar Özbek erkekleriyle evlenmek zorunda kalmıştı. Kısacası, artık onarılması güç yaralar vardı.
Orta Asya’da bunlar olurken, 1945’te, Lenin’in armağanı olan Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ‘oblast’ düzeyine indirilmişti. Kırım Tatarlarının dili ve tarihi okul kitaplarından çıkarılmıştı. Tatarlara ait her türlü milli sembol imha edilmiş, camiler, Müslüman mezarlıkları, çeşmeler yıkılmıştı. Tatarca yer isimleri değiştirilmiş, Tatarlardan boşalan yerlere Slavlar (Ruslar ve Ukraynalılar) yerleştirilmişti. 1952’ye kadar, Kırım Yarımadası, Ermeniler hariç tüm Slav olmayan topluluklardan (Bulgarlar, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri) temizlendi. 1954’te Kırım Oblast’ı, Ukrayna’nın Rus Çarlığı’na bağlanışının 300. Yıldönümü şerefine, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nden alınıp Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlandı.
MAVİ ALAY’IN HAZİN SONU
Bir de Türkiye’nin rolünün olduğu bir cezalandırma eylemi var. 1944 yılında Almanlar Kırım’dan çekilirken, Türkiye’nin teşvikiyle oluşturulduğu ileri sürülen Mavi Alay’ın askerleri, aileleriyle birlikte (sayılarının 7 bin civarında olduğu söyleniyor) Almanya’ya gitmişlerdi. Alayın askerleri önce, İtalya’nın Pazulla bölgesine yerleştirilmişler, Müttefik orduları İtalya’ya girince, Avusturya’nın Drauburg bölgesine yerleştirilmişlerdi. Ancak İngilizler Avusturya’yı işgal edince bu sefer esir olarak Dellach Kampı’na nakledildiler. Rivayete göre kampın Kızıl Ordu’ya teslim edilmesi emir geldiğinde (İngilizler güya Moskova’dan bu kişilerin öldürülmeyeceklerine dair söz almışlardı), kadın, erkek, çocuk, yaşlı binlerce Tatar Drau nehrine atlamışlardı. Geriye kalanlar bir trene bindirilerek Türkiye’ye gönderileceklerdi. Sürgünler, çilelerinin bittiğini sanmışlardı ancak, hiç ummadıkları bir son bekliyordu onları. Türkiye Mavi Alay mensuplarını ve ailelerini Sovyetler Birliği’ne teslim edecekti. Teslimat 1945 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilecekti. Tren sınıra geldiğinde, Türk askerleri trenden indiler. Ölümün mukadder olduğunu düşünen sürgünlerin bir kısmı sınırın yakınındaki Kızıl Çakçak baraj gölüne atlayarak intihar etmeyi seçti. İntihar etmeyenler ise, sınırı geçer geçmez Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizildiler.
Bu katliamda ölenlerin sayısı konusunda çelişkili ifadeler var. Örneğin konuyu ilk ele alanlardan biri olan Avni Özgürel, 2003 tarihli Radikal yazısında 2000 bin kişinin öldürüldüğünden sözederken, 2006 tarihli yazısında 200 kişinin öldürüldüğünü belirtiyor. Başka kaynaklarda da benzer çelişkili rakamlar var. Sonuç olarak öldürülen kaç kişi olursa olsun, ya da hiç kimse öldürülmemiş olsun, milliyetçilik, soydaşlık denilince mangalda kül bırakmayanların siyasi çıkarlar gerektirdiği zaman ne kadar acımasız olabileceğine dair çok tipik bir örnek olan bu trajik olay, Türkiye’de toplumun kolektif belleğinde iz bırakmadan unutuldu gitti.
STALİN’İN ÖLÜMÜ
Kırım Tatarları için ilk umut ışığı, 1953’te Stalin’in ölmesi ile belirdi. Ama ilk yıllarda hiç adım atılmadı. SSCB Komünist Partisi’nin yeni Genel Sekreteri Kruşçev, 1956’da kapalı kapılar ardında yaptığı konuşmada, Stalin döneminde bazı halkların ‘Nazi işbirlikçisi, casus, hain’ olarak kolektif olarak suçlanmasının haksızlık olduğunu itiraf etti. Ama parti kamuya açık bir özür dilemedi. Bunun yerine, 1956’da Kalmıklar, Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlara yurtlarına geri dönüş izni verildi, dahası bu halkların eski yönetim birimleri yeniden oluşturuldu. Ama Kırım Tatarları, Meşhed Türkleri ve Volga Almanlarına dönüş izni verilmedi. Bu ayrımcılığın nedenlerini tam olarak bilemiyorum ama, ne o yıllarda ne de daha sonra, Kırım Tatarları ve Meşhed Türkleri’nin kaderi ile, Türkiye de dahil, tek bir Müslüman ülkenin bile ilgilenmediğini biliyorum.
SOVYET LİBERALLERİN İLGİSİ
1964’te Tatarlar politik olarak örgütlenmeye başladılar. Aynı yıl bireysel düzeyde Alman kökenliler, 1967’de Kırım Tatarları, 1968’de Meşhedliler hakkındaki ‘rejim düşmanlığı’ suçlaması geri çekildi ama kolektif haklar iade edilmedi. 1968’de Özbekistan Komünist Partisi, Tatarların Kırım’da kurulacak ayrı bir ‘oblast’a dönebileceklerini söylediyse de yıl sonuna kadar ancak 148 ailenin dönmesine izin verildi. 1969’da Sovyet (Slav) liberalleri örneğin Ukraynalı sibernetik uzmanı General Grigenko, Rus yazarı Kosterin Tatarların haklarını büyük bir coşkuyla savunmaya başladılar. Bunlara Rus yazarları Sakharov, tarihçi Yakir, matematikçi Volpin, ekonomist Krasin ve diğerleri katıldı. Moskova’nın buna tepkisi sert oldu. 1969-1970’te bazı Tatar aktivistler Taşkent’te yargılandılar. Cezalandırma olmadı ama Tatarların Kırım’a dönme yolları da açılamadı. 1970’te Sakharov, Turchin, Medvedev gibi entelektüeller konuyu yeniden gündeme getirdiler. Ama küçük gruplar halinde geri dönenlere göz yumma dışında önemli bir adım atılmadı.
Bu yıllarda Kırım, Sovyet elitlerinin sayfiye yeri haline gelmişti. Kıyılarda ‘daça’lar, gençlik kampları sıralanıyordu. Tatarların mülkleri Slav kökenliler arasında pay edilmişti. Bölge halkı Tatarlardan ‘Moğol kökenli yabancı bir halk’ olarak bahsediyordu. Güya Tatarlar, Hunlar ve İskitler gibi bir zamanlar bölgeyi istila etmişler, sonra da yerleşmişlerdi. Savaşta da Nazilerle işbirliği yaptıkları için buradan gönderilmişlerdi. Kısacası Tatarlar Kırım tarihinden adeta silinmişlerdi.
Tatarların geri dönmesi ancak 1989’da SSCB’nin dağılmasından sonra mümkün olabildi. 14 Kasım 1989 tarihli Yüksek Sovyet Beyanatı’nda “Stalin döneminde toplu olarak sürülen halklara uygulanan barbarlığın yasal olmadığı” kabul edildi ama bu barbarlığın telafisi için bir şey yapılmadı. O dönemde sayıları 500 bine yaklaşan Tatar nüfusun ancak 150 bini Kırım’a dönebildiler. Çoğu için burası hiç tanımadıkları bir ükeydi. Üstelik bölgenin yerleşik unsurları (zenginleri, mafyası, komünist kadroları) da onlara sempati ile bakmıyordu. Gelenlerin çoğu, şehirlerin dışına kurulan kamplarda kalmaya mecbur bırakıldılar. Şehirlerin etrafında yoksul Tatar barakaları boy gösteriyordu. 1990 sonrasını merak edenler internette bolca malumata ulaşabilirler.
Sonuç olarak, Kırım Tatarlarının ve diğer Sovyet halklarının Stalin döneminde başına gelenler, esas olarak milliyetçilik-komünizm çatışması veya savaş yıllarının bir anomalisi olarak değerlendirildiği için tüm dünyada sol çevrelerin yüreğini titretmedi. Batı ülkelerinde ise, özel olarak Doğu Avrupa, genel olarak ise Doğu toplumu olarak görülen SSCB coğrafyasına pek ilgi duyulmadığı için bu trajediler üzerine konuşulmadı bile. Bugün Avrupa’da nispeten konuya ilgi arttıysa da (Ukrayna’da muhalefeti bu ilginin cesaretlendirdiğini biliyoruz) Türkiye’de bu konu hala Türk-İslam sentezcilerinin ilgi alanına giriyor. Halbuki, 1864 Çerkes, 1915 Ermeni ve Süryani, 1919-1922 Pontus, 1938 Dersim soykırımlarının tanınması ve telafisi için nasıl ısrarla çabalıyorsak, 1912-1918 arası Balkanlar’da, 1924-1953 arasında SSCB’de meydana gelen etnik temizlik ve soykırımlar için de aynı duyarlılığı göstermeliyiz diye düşünüyorum.
Özet Kaynakça
Brian Glyn Williams, “The Exile and Repatriation of the Crimean Tatars”, Journal of Contemporary History, Vol. 37, No: 3, July 2002:323-347, Isabelle Kreindler, “The Soviet Deported Nationalities: A Summary and an Update”, Soviet Studies, Vol. 38, No. 3, July 1986:387-405, V. Stanley Vardys, “The Case of the Crimean Tartars”, Russian Review, Vol. 30, No:2, April 1971:101-110, I. Aydıngün, A. Aydıngün, “Crimean Tatars Return to Home: Identity and Cultural Revival”, Journal of Ethnic and Migration Studies, No: 33 (1), 2007: 113-128, Tatars of the Crimea: Their Struggle for Survival, Editor: Edward Allworth Durham, Duke University Press, 1988, Ann Sheehy and Bohdan Nahaylo, The Crimean Tatars, Volga Germans and Meskhetians: Soviet Treatment of Some National Minorities, London: Minority Rights Group Report, 1980, Müstecip Ülküsal, Kırım Türk-Tatarları (Dünü-Bugünü-Yarını), Baha Matbaası, 1980, Patrick Von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: E.B. Özbilen, Mavi Yayınları, 1984, Avni Özgürel, “Özgürlük umuduyla yıkım”, Radikal, 16.11.2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95642, Avni Özgürel, “Osmanlı’da hak savaşları”, Radikal, 12.03.2006, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181101
Ahmet
Anonim, su cumlene bir bak, “Anti-Stalinistlerin kaynaklarını da kullandığını söyledin, o zaman aşağıdakini de okumadan hemen yalan diyemezsin.” once su cumleni bir tartisalim, Ayse Hur”u sonra tartisiriz.
Once sunu netlestirelim. Ogrenmek istedigim tarihi doneme iliskin komunist fasist desenformasyoncu liberal sosyal demokrat, anarsist anti komunist herkesi okurum. Siz fanatik anti stalinistlerde mesele bu. GUn de dahil olmak uzere sadece kendi dusuncelerinizi destekleyen kisileri okuyorsunuz, bu da sizin zamanla gerceklikten kopmaniza sebeb oluyor. O yuzden Bandera gibi fasistler size halktan insanlar gelebiliyor. Bunun sen de farkindasin o yuzden kendi dusuncelerinle degil baskalarinin yazilarini aktararak tartismayi seciyorsun. Cunki kendi dusuncen yok.
Ikincisi ben okumadan hic bir seye yalan demem.
Okuduktan sonra da degerlendiririm, degerlendirme yetenegi insani suru olmaktan ayiran bir seydir.
Bunu sana kil vermek icin soylemiyorum, ama gercekten mesela koyunlar ya da arilar ayni seyleri kusaktan kusaga hic sorgulamadan yapmaya devam ederler. Degerlendirme yetenegi olan tek hayvan insandir.
Ama egemenler insanin degerlendirme yeteneginin olmasini istemezler bu yetenegi koreltmek icin ellerinden geleni yaparlar. Mesela dinler, degisik inanclar tanrilar peygamberler hep bunun icin icat edilmistir. Tanrilar ve seytanlar insanin dusunme degerlendirme yetenegini yok etmeye yarar. Dogru degerlendirebilmek istiyorsan, kafandaki tanrilari ve seytanlari reddet. Mantikli dusunebilme yetenegi kazanir misin bilmiyorum ama sosyallesmende faydasi olur. Kendine oz guvenin gelir, en azindan kendi dusuncelerini tartismaya cesaret edersin.
Burada herkes ya gercek adini ya da bir niki kullanmakta. Ama ben mesela Yusuf Cemal, ya da Mihail firtinaci vb yazdiginda gercek isimleri olup olmamasi onemli degil, ama bilirim nasil bir fikir dunyasina sahip olduklarini. Genelde kendi fikirlerine guvenmeyenler kimliklerini saklayarak buraya gelirler. Sen de kimliklerini saklayanlardan birisisin. Kendine ve fikirlerine guvenin yok, kendince tanrilarin var, ama kendine guvenin olmadigi icin dusunceni bile yazamiyorsun, baskasinin dusunceleri uzerinden tartismaya calisiyorsun. Belkide burada kullandigin bir baska nikin var ama bilinen nikinle tartismaya cesaret edemedigin icin boyle kimligini gizleyerek geliyorsun.
Ne tanrim ne seytanim vardir. Bu yuzden herseyi okur degerlendirir, ona gore karsi cikar ya da desteklerim. Simdi suru hayvani olmadigini varsayarak, soyle bakalim sen ne dusunuyorsun Ayse Hur”un makalesi hakkinda?
Anonim
Ayşe Hür’ün yazdıkları, inkarcı Stalinistler dışında herkesin kabul ettiği gerçeklerdir.
Aslında bir konuda haklısın. Sana ve bir Staliniste bütün bunları örnek vererek tartışmak anlamsız. O yüzden kısaca şunları söylemem bile yeterlidir.
Stalin bir devletin başıdır. Bütün devletlere karşı olan biri zaten Stalinizme karşıdır. Devlet, sınıflı toplumda hakim sınıfın tahakküm aracıdır. Her devletli toplum sınıflı toplum olduğuna göre Stalin’in başında olduğu toplum da sınıflı bir toplumdur.
HDP’nin A las Barricadas’ı seçim şarkısı olarak kullanması hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum.
(Seçim şarkıları, minik anfilerden yayılan, biraz zorlama analojiyle, dinlemek zorunda dayatılan tek boyutlu ses/metin akışıyken, marşı tanımakta güçlük çektim zaten.)
MERHABA
BEN 12 MART 1997 DOĞUMLUYUM BEN SENEYE BAŞBAKANLIK SEÇİMİNDE OY KULLANABİLECEK MİYİM ACABA KESİN BİR BİLGİ EDİNEBİLİRMİYİM ACABA ACİL…
Rev
Feodalizm-Burjuva ilişkisi ve tarihsel kökenleri için kitap önerisi alabilir miyim Sayın Zileli?
Anonim
abi yazılarınla bundan bir sene evvel tesadüf eseri karşılaştım. başlarda ne yalan söyleyeyim üşendim, okumadım. ta ki haziran olayları patladı, mevzuyu bir de bi anarşistin gözünden okumak için güncel yazılarından okumaya giriştim. o günden bu güne düzenli okuduğum tek insansın. kendime anarşist veya şu bu diyemem ama insan emeğinin, piyasanın, “daha çok karın” kurallarıyla değil de vicdanın yasalarıyla, adaletli bir şekilde paylaşıldığı sömürüsüz bir dünyaya inanıyorum; bu nasıl ne şekilde olur bilmiyorum; proletarya diktatörlüğü mü yoksa devletsiz, anarşist bi devrim mi, bilmiyorum. lisedeyken bi hevesle okuduğum georges politzer’den, leo huberman’ın sosyalizme giriş’inden ne kaldıysa aklımda onunlayım, bu konudaki bilgim vukufum bu kadar. piyasa tonla kitap dolu, zamanım da bol; hangisinden başlasam, nerden yürüsem bilmiyorum. tecrübene ve faydalandığım tek yazar olmana dayanaraktan: eğer -film olur, kitap olur- birkaç tavsiyede bulunursan sevinirim. saygılar
Sitenin sol tarafında benim yazdığım ve çevirdiğim kitapların listesi var. onlara bir bakıver. Benim otobiyografileri salık veririm. Bir de özellikle Jan Voltin ve E. Ginzburg’un anılarını. Öte yandan, linkini veriyorum aşağıda, beni en çok etkileyen kitaplara bir göz atıver: http://www.gunzileli.com/kitap-rafi/
Filme gelince, o kadar çok var ki, hangisini söylesem. Ama hemen aklıma gelenleri yazayım:
Costa Gavras, Z
Ken Loach, Land and Freedom (Güney Yanığı)
N. Mikhalkov, Burn by the Sun (Güneş Yanığı)
A. Wajda, Mermer Adam
Bertolucci, Dreamers (Hayalciler)
anarşist toplumda ceza
gün abi sana bi sualim var… şimdi, rekabetin yerine işbirliği ve dayanışmayı koyduğumuz bi toplumda, kökeninde ekonomik koşulların zorlamasının bulunduğu, bir başkasının canına, şusuna busuna kasteden eylemlerin (lafı dolandırmadan “suçun”) olmayacağını düşünmek mantıklı. peki bunun dışında kalan “suçlar” (mesela tecavüz gibi) nasıl önlenebilir sence? “bakın, şunları şunları yaparsanız sizi filanca sene kodese tıkarız” mı diyecez mevcut durumdaki gibi? ya da birlik olup toplumdan mı dışlayacağız bu kişileri? ne olacak?
Makul bir toplumda bu tür suçların oldukça azalacağı düşüncesindeyim. Ama bu tür suçlar tamamen de ortadan kalkmayacaktır tabii ki. Cezaevinin bir çözüm olmadığı bellidir. Tecrit etmek de fazla ilkel bir ceza olarak görünüyor bana. Peki o zaman ne olacak? Bunun çözümü, bazı “akil”lerin önerilerinin telafi olmaz bir biçimde yasa haline getirilmesi değil, toplumun bu konuyu makul bir tarzda tartışmasıyla bulunacaktır. Ben şimdiden şu yapılmalı desem olmayacak. Ama şunu bilmeliyiz. Bir toplum kendi sorunlarını en uygun biçimde çözmek istersea, en iyi ya da iyiye yakın çözümü de bulabilecektir. Bunların, şu anda senin yaptığın gibi şimdiden tartışılması da yararlıdır. Ama şimdiden kesin yanıtlardan kaçınmak gerekir.
ha bir de şunu söyleyeyim. Anarşist toıplum diye bir şey olmayacak bence. Sadece sömürüsüz ve eşitlikçi bir toplum olacak. Bir topluma bir düşünceyi giydirmeye çalışmak yeni bir tarz totalitarizmi doğurabilir. “Komünist” ya da “sosyalist” toplum deneyleriyle bu görülmüştür.
Anonim
Devlet, insanoğlu için doğal bir yükselme aşamasıdır; çünkü belirtmiştik ki, insanların yaşamları ve varlıklarını sürdürmeleri, ancak yiyecek ve öteki zorunlu gereksinmelerini elde edebilmeleri için bir arada yaşamaları ve yardımlaşmalarıyla olasıdır. Bir araya geldiklerindeyse, beliren zorunluk, onları birbirleriyle iş yapmaya, ilişki kurmaya, gereksinmeleri birlikte karşılamaya zorlar. Ve her birini, elini uzatıp arkadaşındakini alarak gereksinmesini karşılamaya iter. İnsanoğlunun doğal yapısındaki haksızlık, kiminin kimine düşmanlığı gibi hayvansılıktan ötürü… Kendisine haksızlık ve düşmanlık yönelen kimse, öfkesine ve saldırma dürtüsüne uyarak ve bu konuda insana özgü gücün, duygunun sürüklemesine göre karşılık verir ona. Bu yüzden de, öldürmeye yol açabilecek kavgalar meydana gelir. Bu da kargaşaya, kan dökmeye, kişileri yok etmeye götürür. Buysa, insan türünün kesilmesi sonucunu doğurur. Oysa o tür, Tanrının özellikle korumak istediklerindendir. Ne var ki, bu koruma işi, insanların kalıcılıkları bir egemen olmaksızın, başsız kalarak olanaklı değildir, insanları birbirine karşı koruyacak bir egemen baş olmadan… Bundan dolayı, insanlar bir buyurucuya, kaçınılmaz biçimde gerek duymuşlardır. Söz konusu buyurucu, onların üzerinde egemen olan baştır.
“Halkın başsız bırakılmamasındaki zorunluluk akla dayanır; çünkü, bir arada yaşamak, insanlar için vazgeçilemez bir şeydir. İnsanlar, yaşamlarını ve varlıklarını tek tek yaşayarak koruyamazlar. Bir arada yaşandığı zaman da ister istemez, çekişmeler ve çatışmalar doğar. Amaçlar çatıştığı için… O zaman, bir düzenleyici egemen başta olmazsa, bu durum kargaşaya, insan türünün yok olup kökünün kesileceğini haber veren bir kargaşaya yol açar. Oysa, insan türünü korumak, şeriatın da temel ilkelerindendir.”
İbn Haldun
Anonim
abi Bakunin’in çubuğu Panslavizm’e büktüğü doğru mudur?
Bu, Bakunin’in anarşist olmadan önceki dönemine aittir. Bakunin o zaman da barikattan barikata koşan bir devrimciydi ama henüz anarşist değildi ve panslavistti. Anarşist olduktan sonra her türlü milliyetçiliği reddetmiştir. Bkz: E.
H. Carr, Bakunin çev: G. Zileli, Versus 2006. Bu siteden indirebilirsiniz.
Anonim
negri ve diğer otonomist marksistlerin görüşleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Görüşlerini kendime yakın buluyorum. Negri ve Hart’ın Çoğullukla ilgili katkılarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yeni devrim paradigmasına ilişkin çok önemli bir tespittir bu.
Striner ın egoizmini benimsediğini söyleyen biri. Yani kendi hayatını devrimden veya toplumdan daha değerli veya harcanamaz olan gören biri, mücadele adına ne yapabilir? bir de Striner ın görüşleri, sence insanları ve anarşist teori okumaya yeni başlayan bir ergeni nihilizme ve pasifliğe sürüklemez mi?
Bu kişisel bir tercihdir. Meseleyi çoğulluklar olarak almak gerekir. Nasıl doğada her bitkinin, her böceğin, her yaratığın bir yararı varsa ve doğayı tamamlıyorsa, farklı görüşlere de öyle bakmak gerekir. Ben Stirnerci değilim ama Stirner’in birçok görüşünü değerli bulurum. Stirner nihilizme ve pasifizme sürüklemez ama diyelim ki bunlara sürükledi, ben nihilizmi ve pasifizmi de yararlı görürüm. Bireyci bir anarşist, eğer bunu hayata geçirecekse sistemin çarklarına kum dökmek gibi bir etki yapar, sistemi sabote eder. Ne yapacağı konusunda ise bir reaçetem yok ve olamaz.
Anonim
Anonim, devlet ile Boko Haram örgütü arasındaki çatışmada kimden yana olduğunuzu soruyor galiba.
Çok zayıf olduğu söylenebilir. Genelde küçük çevcreler var. Bir de Devrimci anarşist Faaliyet (DAF) var. Eylemde başarılılar ama bütün anarşist çevreleri kucaklamaktan uzaklar. Öte yandan, ayrı bir anarşist örgütlenme gerekli midir, o da ayrı bir sorun. Elbette anarşist fikirleri yayan, yayın yapan anarşist örgütler gereklidir ama bence anarşistler, anarşist olmayanlarla, işçilerle birlikte, mücadele temelinde özörgütlenmelere girişseler çok daha iyi olur. Şunu da belirtmeliyim ki, Gezi mücadelesinin fitilini tutuşturanlar, ekolojist anarşistler olmuştur.
Anonim
Sosyalizmin sorunları üzerine çok nitelikli ve nicelikli bir külliyatınız var. Peki ya anarşizmin sorunları (özellikle teorik eksiklikleri) üzerine de kapsamlı bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Takdir edersiniz ki salt doğrudan-eylemcilikle ve bu eylemlerden çıkan ampirik sonuçlarla çok fazla mesafe kat edilemez.
Haklısınız ama Anarşizm üzerine külliyat da fena değildir. Bu sitedeki “Anarşizm Üzerine Yazılar” bölümüne bir gözatın. Ayrıca çevirdiğim kitaplara bir bakın ve şu anda (bugün) yayınlanmış Makhayski hakkındaki yazı da önemlidir (biraz uzuncadır).
Anonim
Burjuvazinin ve devletin, teknokrat kadroları yanında toplayarak bilimi ve rasyonaliteyi tekelleştirdiği; emekçilere ise irrasyonel ve gerici ideolojileri (ırkçılık, dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, apolitizm, hedonizm vb.) durmadan empoze ettiği koşullarda, buna karşı Aydınlanmacı bir eksende mücadele etmek gerekmez mi?
Aydınlanmacılık içinde aydın despotizmini de barındırır ve ezilen kitlelerin üzerinde bir seçkinler diktatörlüğüne yol açabilir bence.Ezilen sınıfların her türlü burjuva düşüncesini yerle bir ettiği devrimci bir yönelim daha geçerlidir gibi geliyor bana.
Anonim
Ekonomik liberalizmle sosyal ve siyasi liberalizm arasında ve ekonomik devletçilikle eşitlikçi komünist toplum arasında nasıl bir bağ vardır?
Liberalizm=Kapitalist sömürü, Devlet=Hakim sınıfın baskı aygıtı demek ne kadar doğrudur?
ekonomik devletçilikle eşitlikçi komünist toplum arasında hiçbir bağ yoktur. Geçmişteki sosyalizm deneşleri devletçilik siyasetleriyle böyle bir yanılsama yaratmışlardır. Liberalizm, devletin baskı aygıtından kopuk değildir. ikisi işbirliği halindedir. Sadece liberalizm devletin ekonomik alana mümkün olduğu kadar karışmayıp bekçi devlet rolünü oynamasını ister.
Koray
Romantik komünist (SAİME GÖKSU-EDWARD TİMMS) kitabı hakkındaki yorumunu alabilir miyim. Çünkü kitaptan anladığım Nazım Stalin konusunda pek ciddi bir muhalefet içinde olmadığı. (Hiç olmadığından bahsedemem) Sizin yorumunuz nedir.
kurtuluş savaşı denen şey, aslında Türkiye’deki müslüman olmayan halklara karşı bir iç temizlik savaşıdır. Emperyalistlere karşı bir savaş söz konusu değildir. Yunan ordusu zaten emperyalistlerin desteğini kaybetmişti. Sonuç olarak ulus-devletin kurulmasıyla sonuçlanmıştır ki, bu da Kürtlere ve dersimlilere karşı bir iç savaş anlamına gelir.
Anonim
Abi 70’li yıllarda Denge Kawa örgütü, Aydınlıkçıların seksiyon örgütlenmesi miydi, yoksa sadece ideolojik yakınlıkları mı vardı? Denge Kawa’cıların bir kısmının sonradan TİKP’ye katıldığı doğru mu?
Anonim
● “Kurtuluş Savaşı” adıyla anlatılan yalanlar manzumesine, evet, itiraz ediyoruz.
Türkiye Birinci Dünya Savaşında saldırgan tarafta yer aldı. Tarihin en büyük askeri hezimetlerinden birine uğrayıp dağıldı. Savaştan sonra burada galiplerin işine gelen bir rejim kurulması gerekiyordu. O rejim 1923’te aynen istedikleri gibi kuruldu. Hepsi budur.
Daha erken kurulabilirdi. Daha kolay ve daha kansız olurdu, memleket o kadar harap olmazdı. Belki Tek Adam diktatörlüğüne de o kadar kolay teslim olmazdı. Ama 1918’de İngilizler bir hata yaptılar, barış şartı olarak İttihat ve Terakki kadrolarının tasfiyesini talep ettiler. Bunun üzerine birileri vatanmillet diye haykırarak ayağa kalktı. Altı sene savaştan bitmiş bir ülkeyi gözünü kırpmadan tekrar kana ve ateşe sürdü.
İngilizler kızıp tehditler savurdular, asarız keseriz böleriz Sevr yaparız diye gözdağı verdiler, etkili olsun diye Yunanlıları sahaya saldılar. Üç sene daha manasız bir katliam oldu. Sonra gene İngilizlerin dediği oldu. Tek farkla: İttihatçı kadrodan ayıkladıkları yirmi otuz kişi hariç, gerisi vatan kurtaran kahraman kontenjanından memleketin tepesinde oturmaya devam etti.
Bundan dolayı kime neden minnet duyulacak, ben “anlamakta zorlanıyorum doğrusu”.
SEVAN NİŞANYAN* / ilkokul kitaplarında benim bildiğim bir sürü şeyi yazmıyorlar. Belki unutuyorlar, belki de vatan millet edebiyatından sıra gelmiyor. Buyurun, aklıma gelenlerden bir demet sunayım. Daha bir sürü var, bunlar misâl.
Çoluk çocuk durmadan yazıyor, sana okulda öğretmediler mi Atam vatanı kurtardı diye? Pes yani bu kadar bilgisizlik olmaz, bak ilkokul kitapları bile yazıyor. İlkokul kitaplarında YAZMAYAN bir şey gerçek olabilir mi? Feryadı basıyorlar: Örtmenim Sevan dersini çalışmamış!!
Halbuki ilkokul kitaplarında benim bildiğim bir sürü şeyi yazmıyorlar. Belki unutuyorlar, belki de vatan millet edebiyatından sıra gelmiyor. Buyurun, aklıma gelenlerden bir demet sunayım. Daha bir sürü var, bunlar misâl.
Dünya harbinde DÜŞMAN’ın amacı yurdumuzu bölmek parçalamak ele geçirmek sömürgeleştirmek değil miydi?
Birinci Dünya Savaşının son döneminde düşman savaştan sonra kurmak istediği düzeni herkesin anlayacağı şekilde açık seçik ilan etti. 5 Ocak 1918’de İngiltere Başbakanı Savaş Hedefleri deklarasyonunu yayınladı. Ondan üç gün sonra ABD Başkanı meşhur ondört İlkesini açıkladı.
Türkiye’ye dair ikisinin söylediği neredeyse kelimesi kelimesine aynıdır.
■ Türkiye’nin nüfus çoğunluğu Türk olan kısmında sağlam, güçlü, güvenli (secure) bir devlet kurulmalıdır.
■ Nüfusu Arap olan yerler Türkiye’den ayrılmalıdır; bu yerlerin “serbestçe” gelişmesi için galip devletler gerekli idareyi kurmalıdır.
■ Türkiye’nin kalkınması için gerekirse bir veya birkaç devlet yardımcı olmalıdır.
■ Savaş esnasında Almanya’nın Türkiye’ye verdiği devasa krediler silinmelidir.
■ İstanbul Türkiye’ye bırakılmalıdır.
■ Boğazlar galip devletlerin kontrolünde uluslararası trafiğe açılmalıdır.
Hepsi bu. Arzu eden bakıp okuyabilir, ‘Wilson’s Fourteen Points’ veya ‘Lloyd-George’s War Aims Declaration’ diye ararsanız her yerden bulunur. Sonra da bir zahmet Lozan Antlaşmasını okuyun, aradaki yedi farkı bulun. Ben şahsen bulamıyorum.
Neden bu yolu seçtiler?Hep sanırdım ki Rusya’daki ihtilâl yüzündendir; 1917’de Rusya’ya Bolşevikler iktidara geldi, ondan korktular. Rusların İstanbul’a çıkmasını, yahut Anadolu üzerinden Akdeniz’e sarkmasını en büyük tehlike olarak gördüler. O yüzden sağlam bir Türkiye istediler. Çokuluslu eski yapının yürümediği yüz seneden beri belliydi. O yüzden yeni Türkiye’nin imparatorluk sevdasından vazgeçmesini şart koştular.
Şimdi ta 1911 yılında İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin yazdığı analizleri okuyorum, hayrettir ki orada da hemen hemen aynı şeyleri demişler. Aman Türkiye’nin Anadolu’daki toprakları bölünmesin, yahut farklı devletlerin etki alanları kurulmasın, yoksa dünya savaşı çıkar… İngiltere’nin tek başına Türkiye üzerinde garantörlüğe soyunması da olmaz, tehlikelidir… En iyisi Batılı devletler ortaklaşa Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garantilesinler, reformlara yardımcı olsunlar. Ya da illa müdahale gerekiyorsa hep birlikte konsorsiyum halinde müdahale edilsin… Merak ederseniz Sir Louis Mallet’in raporu, Feroz Ahmad’in kitabında tam metni var.
Vatanımızı İŞGAL edip bütün kalelerini zaptetmediler mi? Bütün tersanelerine girmediler mi?
Ettiler tabii. Dünya savaşı çıkartıp yenilirsen seni de zaptederler.
Ama askeri işgal başka şeydir, ilhak (el koyma, istimlak etme, “bura benimdir” deme) başka şeydir. Adamlar Türkiye ile aynı tarihte Almanya’yı, Avusturya’yı, Macaristan’ı, Bulgaristan’ı da işgal ettiler. Aşağı yukarı aynı mütareke belgesini imzalattırdılar: yenik ülke derhal ordusunu terhis edecek; askeri teçhizat teslim edilecek; düşman esirleri bırakacak; galipler gerekli gördükleri limanları, demiryolu istasyonlarını, stratejik noktaları işgal edecekler. Girdiler, bir-iki sene kaldılar, barış imzalanınca çekip gittiler.
Türkiye’de de 1923’te Lozan Antlaşması’na kadar kaldılar, sonra bir damla kan dökülmeden bırakıp gittiler. Türk antlaşmasının aslında 1919 yazında imzalanması planlanmıştı, Batı gazeteleri 1919 baharında öyle yazmıştı. Neden dört yıl gecikti? Bu soruyu sorabilsen, zaten gerisi çorap söküğü gibi gelir, modern Türk tarihini birdenbire ANLAMAYA başlarsın.
İşgalin nedeni EMPERYALİZMİN doymak bilmez iştihası değil miydi? Kaynaklarımızı sömürmeye, kanımızı emmeye gelmediler mi?
Eğer öyle niyetleri varsa hiç belli etmediler. İşgalin ilk altı ayının belgelerini okuyun bakın, yıllar önce vatan millet tarihçilerinden Bilal Şimşir yayımlamıştı. Adamların sanki tek derdi varmış gibi görünüyor: savaş suçlularının cezalandırılması. Bir de, memleket çapında İttihatçı direniş odaklarının dağıtılması.
Savaş suçlularından kasıt, bir, ülkeyi savaşa sokan İttihat ve Terakki önderleri; iki, Ermeni katliamında adı çıkanlar; üç, savaş sırasında sivil halka ve esirlere kötü muamele ettiği ileri sürülen Ali İhsan Sabis Paşa gibi birkaç komutandı. Bildiğiniz Ergenekon tayfası.
Bunlarla uğraşmalarındaki amaç bana çok net görünüyor: Yüz yahut ikiyüz kişiyi şiddetle cezalandır, geri kalanına günah çıkarma şansı tanı, “emir kuluyduk, Türk milleti olarak suçlu değiliz” dedirt. Bir keçi bul, suçu ona yükle. Eskiyi yıka, pakla, siyasette yeni bir sayfa aç. Bunu yapmadan, dünün düşmanıyla dost olamazsın.
1945’te Nürnberg’de ve Japonya’da bu işi daha beceriklice yapacaklardı; 1918’de acemiydiler, olmadı. İşin yürümeyeceği 1919 mart-nisanında belli oldu. Ondan sonra işgalci güçlerin tavrı yüzseksen derece değişir. Öfke, kin, intikam, hakaret, cezalandırma gibi duygular söylemlerine hakim olur. Mayıs başında Paris’te toplanıp bir dizi karar alırlar. Bir kere Türk barışını belirsiz bir geleceğe ertelenir. Amerika, Türkiye mandasını KABUL ETMEYECEĞİNİ açıklar. Kilikya dedikleri Adana ve Maraş’ın Fransızlar tarafından işgaline yeşil ışık yakılır. Kars, Ardahan ve Batum’da kurulmuş olan geçici Türk hükümetinin lağvı için düğmeye basılır. Yunanlılar İzmir’e çıkartılır.
Soru sormak iyidir. Mesela şu soruyu sorabilirsiniz: 1918 Ekimi ile 1919 Mayısı arasındaki altı ay, bir yandan Türkiye’nin tam bir askeri ve siyasi teslimiyet içinde olduğu, öbür yandan İngiltere’nin henüz ordularını terhis etmediği, dolayısıyla aktif bir müdahale için ideal koşullara sahip olduğu dönemdi. Amaç eğer Türkiye’yi yemek, yutmak, bölmek veya ezmekse, neden altı ay beklediler?
Düşman SEVR Antlaşmasıyla yurdu esaret zincirine vururken Kurtuluş Savaşı vermeyip ne yapacaktık?
Atatürk’e göre Kurtuluş Savaşı 19 Mayıs 1919’da başladı (gerçekte daha o yılın Şubat-Mart’ında başladı, ama burada farketmez). Millici rejim Sivas Kongresi’nin (Ekim 1919) hemen ardından Anadolu’ya hakim oldu, tüm vilayetlere kendi valilerini atadı, bürokrasiyi denetimi altına aldı. Ankara meclisi 23 Nisan 1920’de toplandı.
Sevr Antlaşması 18-24 Nisan 1920’de San Remo konferansında şekillendi, 11 Mayıs’ta kamuoyuna açıklandı, 10 Ağustos 1920’de imzalandı.
Demek ki mantıken Kurtuluş Savaşı Sevr’e tepki olamaz. Buna karşılık Sevr belki Kurtuluş Savaşı’na tepki olabilir.
Kurtuluş Savaşına karşı çıkanlar VATAN HAİNİ gerici yobaz softalar değil miydi?
Güzel ülkemizde vatan millet deyince akan sular durduğundan, Milli Mücadelecilere kamuoyunda açık açık açık karşı çıkan pek az kişi oldu. Baştan sona açık ve tutarlı bir duruş gösterenler benim bildiğim üç kişidir.
Bir, Rıza Tevfik: Galatasaray mezunu. Modern Türkiye’nin ahlâk felsefesi üzerinde ciddi şekilde kafa yormuş ilk ve muhtemelen son düşünürü.
İki, Refik Halit: Galatasaray mezunu. Çağın en dürüst ve duyarlı yazarı, modern Türk edebiyatına “Anadolu’yu” sokan kişi .
Üç, Ali Kemal: Galatasaray mezunu. İstanbul Üniversitesinde edebiyat profesörü. Türk edebiyatında evlilik dışı beraberliği savunan ilk yazar. Gazeteci Hasan Fehmi cinayeti üzerine 1909’da Türk tarihinin ilk üniversite yürüyüşünü örgütleyen kişi. 1920’de üniversitenin tüm fakültelerinin kız öğrencilere açılmasını yasalaştıran Maarif Vekili.
Üçü de resmi dilde “vatan haini” diye geçer.
Daha ne sorular var bir bilseniz.
Atatürk 1919’da Anadolu’ya çıkmak için neden Karadeniz’de İngiliz işgali altında olan tek liman kenti Samsun’u seçti?
Düşman madem Irak’ı Suriye’yi vesaireyi sömürgeleştirme peşindeydi neden ilk iş bu yerlere yirmi sene içinde bağımsızlık vermeyi taahhüt etti?
Lozan’da Türkiye bilmem kaç yüz bin kişilik ordu besleme hakkını kazanınca daha mı bağımsız oldu daha mı az bağımsız oldu? Bu orduyu teçhiz etmek için kime başvurdular?
Amerikan mandasının 1918’de değil de 1946’da kurulması Türkiye için daha mı iyiydi?
Haydn hastası olan Damat Ferid mi daha Batılıydı, meyhane havalarından başka müzik bilmeyen bazı millici askerler mi?
İlkokul kitaplarının sınırları dışına çıkınca insanın zihni açılıyor, ufku genişliyor. Deneyin, siz de hoşlanacaksınız.
seksiyon örgütü değildi. Sadece 3 dünya teorisini savunmakta ortaklık vardı. O dönem Enver Hocacılarla Maocular ayrışmıştı. Denge Kava Maocu safta kaldı, bu yüzden TİKP hareketi ile yakınlık doğru. Sonra oradan bazıları TİKP’ye katıldı diye biliyorum.
Gün abi, geçenlerde Mao’nun “Teori ve Pratik” kitabını okudum ve hayal kırıklığına uğradım. Bunu okumadan önce Mao’yu müthiş bir teorisyen sanıyordum ama kitap sanki ÇKP’nin gençlik kolları için yazılmış bir broşür gibiydi ve daha çok “Bilal’e çelişkiyi anlatır gibi” havasındaydı 😀 . Diyalektiği tekil bir örnek (Çin devrimi ve savaşlarının tarihindeki çelişkiler) üzerinden anlatması ve bu düşünce disiplininin pozitif bilimlerle olan bağını havada bırakması çok büyük bir eksik. Kitap hakkında sen ne düşünüyorsun. Gençlere diyalektiği öğrenmeleri için hangi kitapları tavsiye edersin?
İnanır mısın, o kitabı okuyalı 50 yıl oluyor. Mao, meseleleri Çin kültürüyle bağlantılı olarak ele alır ve biraz da basitleştirir. Bence bugün okunması gereken düşünürlerin başında Waltin Benjamin gelir.
volkan
abi rus devrimini hangi kitaptan okumamı tavsiye edersin?
sadece Rus devrimi değil ama bütün SBKP tarihini en iyi anlatan kitap İsaac Deutscher’in Troçki I,I,III’leridir. Ağaoğlu Yayınevi.
zoya kosmodemyanskaya
gün abi, orwell’i ingilteredeki stalinistleri ihbar ettiği için kınamışsın ama o konjonktürde yapılabilecek en etik davranış tam da bu değil mi? naziler neyse stalinistler de o. niye onlara sempati duyuyorsun? üstelik orwell stalinistleri almanlara teslim etmemiş, ingiliz devletine ihbar etmiş. nkvd ideolojisini avrupa’daki komünistler arasında yayan stalinistlere, nam-ı diğer kızıl faşistlere zarar vermek, gerçek devrimci davranış değil mi?
yok yok öyle değil. Stalinistler diye genel bir damga ya da tanım çok tehlikeli olabilir ve ucu anti-komünizme açılır. Bir insan Stalin’i savundu diye “kızıl faşist” (ayrıca bu da pek doğru bir tanım değildir) gibi bir damgayı hak etmez. Ayrıca koyu Stalinci bile olsa bir insanı herhangi bir devletin istihbarat örgütüne ihbar etmek yakışık alan bir şey değildir. ihbarın her türlüsü kötüdür.
O. Gürsel
Sevan Nişanyan, yazıyor da yazıyor… Bilimsel bir yöntemi yok… İddialar… iddialar… Kanıt olarak mantık oyunları….
Amaç nedir? “Atatürk putunu” devirmek… Tamam; tüm putlar devrilsin… Ama putlar saçmalamakla devrilmez; dedikodu yazarlığı ile de…
Şu cümleyi kuran adamın çoğu iddiaları “doğru” olsa bile samimiyet olarak “çöker”…
“Düşman madem Irak’ı Suriye’yi vesaireyi sömürgeleştirme peşindeydi neden ilk iş bu yerlere yirmi sene içinde bağımsızlık vermeyi taahhüt etti?”
“Düşman” orada 20 sene ne yapacak? Geri bir ülkede… Bir kuşak yetiştirecek; siyaseti kendi çıkarına göre örgütleyerek “yeni sömürgecilik” sistemini oturtacak. S. Nişanyan gibileri de okuru aptal yerine koyarak, konuşacak ha konuşacak… Verilen bağımsızlık, orda o bağımsızlığı alıp kullanacak yapı-kurum olacak mı?
Bu “çok mantıklı adam” bu cümleyi kurabiliyorsa ya siyaset bilmiyor; ya da hazır “alıcısı” bulunan iddiaları kolayca sallayıveriyor…
zoya kosmodemyanskaya
bu arada hazır seni online yakalamışken şu sıralar mesai harcadığın çalışmalarla ilgili de bilgi alayım. geçenlerde bir başlıkta yeni bir kitap çevirmekte olduğunu yazmıştın. stalinizm üzerineydi galiba. o çalışma ne aşamada? başka projeler var mı masada ve kafanda?
Roberk Conquest, Stalin ve Kirov Cinayeti. Şu sıra arkadaşlarla redaksiyonunu yapıyoruz.
Anonim
gün abi, genelde yazılarının %99’u sıkıcı siyaset konuları üzerine oluyor. sakın yanlış anlama. senden değil memleketten kaynaklanan bir durum bu. biraz da gündelik yaşam üzerine yazsan keşke. adalar’da bir günün nasıl geçiyor mesela?
Dünyanın hangi ülkesinde, Kemalizm gibi herkesin benimsemek zorunda olduğu bir ideoloji, herkesin ulu önder ve ulusun atası olarak benimsemek zorunda olduğu bir şahıs (Ataingiliz, Ataalman, Ataitalyan) var? Al sana bilimsel yöntem. Kemalizm herhangi bir ideoloji değil, M. Kemal herhangi bir lider değil. Ya ortadan kalkar, ya da herkes benimsemek zorundadır.
O. Gürsel
Şahsen bu soruya şaşırdım. Böyle bir izlenim mi yarattım… Üzgünüm…
Önce kişisel olarak yanıtlıyayım. Hayatımın hiç bir döneminde Atatürkçü olmadım. 13 yaşımda bile D. Gezmiş’leri severdim. 16-17 yaşımdan sonra “sosyalist” olduğumu varsaydım.
Kemalizm’e gelince. Ben burada çok adamın yaptığını yapmıyorum; bir tarihsel olayı kendi tarihselliği içinde değerlendirmeye çalışıyorum. Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün. Çoğu kişi bu zorunluluğu unutup “köy kahvesi sohbet” mantığı içinde atıp, tutuyor!
Zaten “kemalizm ideolojisi” uyduruk bir şeydir ve kendinden sonrakilerin bir “put” yaratıp onun “gölgesinde” yapacakları zorbalık ve yağmaların kılıfıdır; beceriksiz ve muhteris adamların. Ne felsefesi vardır, ne de özgün bir siyasal teorisi. Devlet zoruyla bir kapitalizm-burjuvazi örgütlenmesi de ona ait değildir… Bu “uyduruk” ideolojiye bugün bu taraftar kitlesi bile beni şaşırtıyor… “Kemalist” siyaset, devlet, ekonomi kurgusu yalnızca o döneme ait bir “zorunluluk” olarak da görülebilir… Geleceği olmadığı daha 1935’lerde ortaya çıktı. Bu zamanı en fazla 1946’ya uzatabiliriz. 1960’lardaki “arayış” vahşice boğulmasaydı, bu günkü dinsel gericilik de bu denli güçlü olamayacaktı; belki bu durum da “Kemalist” ideolojinin “uyduruk” ve “yetersizliğinin” kanıtı olarak da değerlendirilebilir.
M. Kemal “naif” ve “özenti” ile de olsa “modernizme” dayalı bir toplum oluşturmaya çalıştı… Laiklik (yetersiz ve sünni Diyanet baskıcılığı da olsa) bu topraklar için “iyiydi”…
M. Kemal en iyimser bakış açısıyla 1919-1932; 10-12 yıl süren bir “önderlik” yapmış ve “tümüyle” ölmüştür!
“Modernizm” ve “laiklik” bence sahip çıkılarak, geliştirilecek, belki yeniden tanımlanması de gerekli “değerler” olarak, yine Kemalizm’e değil, 19 yy süreçlerine ait Batı kavramlarıdır. Zaten “ulusallık” üzerinden geliştirilen siyasal teoriler –ulus atası” dahil, yapma-zorlama tarihselliklerdir; burjuvalar “çifliğinin” sınırlarını çizmek için…
Koray
İsrail hükümetinden artık herhangi bir çözüm beklemek iyimserlikten öte vurdumduymazlıktır artık. Maalesef üzülerek söylüyorumki İsrail kamuoyu da (Tabiki de hepsi drüildir diye umıt ediyorum) devlete desteğini çekeceğinden hiç ümitli değilim.(Siz aynı görüşte misiniz bilmek isterim) Bu saatten sonra artık İsrail kendi Oskar Schindler ini çıkarır mı?
bugün israil saldırganlaığına karşı çıkılırken en önemli sorun anti-semitizme karşı durmaktır. Hitlerci özlemler söz konusu Yahudilere karşı.
O. Gürsel
Bakınız… Nasıl da “köy kahvehane” sohbeti…
“Haydn hastası olan Damat Ferid mi daha Batılıydı, meyhane havalarından başka müzik bilmeyen bazı millici askerler mi?”
Batılılık bu mu yani? İnsan yaşadığı yörenin türkülerini de sever, Haydn’ı da… Batı yalnızca müzik kültürü müdür? Sömürgeci batı kültürüne biat etmek bu müzik kültürünün neresinde? Ne saçma bir soru değil mi?
*
İkinci saçma soru…”Amerikan mandasının 1918’de değil de 1946’da kurulması Türkiye için daha mı iyiydi?”
Arada 2. dünya savaşı var… Olmasaydı bu soru “belki” sorulabilirdi.. Amerikan mandası olsaydı olduğu gibi savaşa katılacak bir ülke olacaktı. Belki Bulgaristan gibi Anadolu, SSCB, Stalin’e bırakılacaktı… Trakya ve İstanbul-Avrupa da batıya! Adamlar Berlin’i bile ikiye böldüler… İstanbul’u da böleceklerdi… Bu “bölünme” işi de umurum değil! Ama milyonlarca insan bu savaşta ölecek, ellerine ne geçecekti…
Böyle “aptalca” sorular soranlara yanıt bile gereksiz… Yazık ki… devir o devir değil!
Anonim
Ben burada çok adamın yaptığını yapmıyorum; bir tarihsel olayı kendi tarihselliği içinde değerlendirmeye çalışıyorum. Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün. Çoğu kişi bu zorunluluğu unutup “köy kahvesi sohbet” mantığı içinde atıp, tutuyor!
O zaman bütün tarihsel olaylar dönemin şartlarına göre değerlendirilmelidir. Sadece Kemalizm değil, Nazizm de, Stalinizm de, Engizisyon da, sömürgecilik de, kölelik de, cariyelik de “o dönemin ahlakına uygundu, başka türlüsü mümkün değildi” denebilir.
Evet, bütün bunlar o dönemin koşullarında zorunluydu. O dönem öyleydi, bitti, gitti, bırak hala ne anlamaya çalışıyorsun?
“Modernizme dayalı toplum”, diğer toplumlardan daha iyi değildir. Tüm toplumlar gibi bencildir, şiddet doludur, insanlar sadece kendilerini düşünür. Böyle olduğu için de acı çeken bir genç intikam için başkalarını öldürebilir, ve bu tür bir cinayet daha çok modernizmin bir ürünüdür;
122 noLu anonim. Bu cümleden dediğiniz anlam çıkar mı?
“Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün.”
Günümüzün “aklı” ve öğrenilmiş tarihsel gerçeklik içinde… Bilinen hikaye… Tez-Anti tez ve Sentez….
Tez ve antitezi birbirine karıştırmadan….
*
İkincisi ““Modernizm” ve “laiklik” bence sahip çıkılarak, geliştirilecek, belki yeniden tanımlanması de gerekli “değerler” olarak…”
“Yeniden tanımlamak” ne demektir?
Neolitik dönem ve sonrasında modernizm vardır! İnsanlık nüfusu bu denli artmışsa bu “türün” başarısıdır; ve modernizm, kapitalizm bunu sağlamıştır… Bundan sonra mı… Sıra buna gelmiyor ki; geçmiş bu denli yanlış” yorumlandıkça gelecek de bu “sağırlar diyaloğu” ile gecikecek…
Anonim
halk cephesinin fuhuş yapıyor diye sokakta kadın dövmesi olayıyla ilgili bir yazı yazmayacak mısın gün abi? gündem bu şimdi.
Anonim
bu vesileyle bir soru daha sorayım. sence halk cephesinin sokakta kadın dövmesi olayının ideolojik kökenleri mahir çayan’ın stalinist dünya görüşüne kadar gider mi? arada az da olsa kan bağı görüyor musun?
bu sorunu yanıtlayacağım ama biraz daha geniş bir zamanda. Bu akşam muhtemelen.
Anonim
Gün Abi soruyu yanıtlarken bende bir soru sormak istiyorum…Mahir Çayan neden bu ülkede tu kaka ediliyor da Deniz Gezmiş baş tacı ediliyor? Ya da Terzi Fikri halkı idareye ortak eden bir kişi neden unutturuluyor,hatırlanmıyor…mesela niye sinemacılar,diziciler Deniz Gezmiş diyor da neden Mahir Çayan demiyorlar….mesela Demir Abi ya da sen neden Mahir Çayan’ı ağzınıza bile almıyorsunuz…Neden?
yok öyle bir şey. Yeri gelir Mahir Çayan’dan da söz ederim. Eğer Yarılma ve Havariler kitaplarımı okursan orada Mahir’den söz ettiğimi göreceksin. Deniz’le Mahir arasındaki fark ise yaşarken de vardı. Mahir daha teorisyendi, Deniz ise daha eylemci ve dolayısıyla daha popüler.
Anonim
redaksiyon ve çeviri işlerinden kazandığın parayla ve kitaplarından gelen teliflerle geçinebiliyor musun gün abi?
eee nasıl hayatını sürdürüyorsun o zaman? adalarda yaşam o kadar ucuz mu? bahçeye meyve sebze mi ekiyorsun, tavuk, keçi falan mı besliyorsun orada? sana özenen genç kuşağa biraz taktik ver.
tersine adalarda hayat pahalı, hakliye de biniyor üstüne. Dayanışmayla yaşıyorum.
Koray
Bundan sonra ne olur? Ülke nereye gider? Bunları düşünmekten çok şunu biliyorum. Sandığa gitmeyen biri olarak en çok muhalefet hakkının bana ve benim gibi sandığa gitmeyen veya boş oy atanların (Bu da ayrı sorgulanması gerekir neden boş diye bir seçenek yok diye? ) olduğuna inanıyorum. Bunu çoğu kişiye de anlatamıyorum. Nolur abi sen anlat bari?
bu konuları toparlayan bir yazı yazacağım yakında. ŞU AN ROMANIN (eYLÜL’DE ÇIKACAK) SON PROVALARINI OKUDUĞUMDAN YOĞUNLAşamadım ama ilk fırsatta bir değerlendirme yazısı gelecek.
Mevsimler romanın adı. Eylül ayında İletişim’den çıkıyor.
Anonim
Cemil Bayık’ın “Beyoğlundaki marjinaller” lafı hakkında ne düşünüyorsun? Burada kast ettikleri LGBTİ bireyler olamaz, çünkü onlar Türkiye’nin ve Kürt illerinin her yerinde var. AKP/ML-S.. gürühunu kast ediyor bence.
kimi kastediyor bilmiyorum ama böyle bir laf her halükârda hoş olmamış.
Anonim
gün abi demin bir şey okudum, doğru mu? bir hafta önce kalp krizi geçirmişsin, ölümden dönmüşsün. ne oluyor ne bitiyor? bir geçmiş olsuna gelelim kınalı’ya.
Ölümden dönmek falan söz konusu değil, o abartma biraz. Sadece kalp krizi geçirdim. Siyami Ersek’te beş gün kaldım. Anjiyö yaptılar. Bir damar %90 kapalıymış, onu açtılar, sten koydular. Şimdi iyiyim.
Anonim
Selamlar. ÖDP ile HDP arasındaki “kimlik siyaseti vs. sınıf siyaseti” tartışması hakkında ne düşünüyorsun?
Her farklılık belli ideolojik kalıplara dökülür genellikle. Ben sorunun ne kimlik siyaseti, ne de sınıf siyaseti olduğu kanısındayım. Zaten esasında kimlik siyaseti ile sınıf siyaseti çatışan şeyler değildir. Çatışma sola egemen olma kavgasından kaynaklanıyor. HDP, batı bölgelerine doğru yayıldıkça bu durum ÖDP’yi rahatsız ediyor ister istemez. ÖDP’yi rahatsız eden bir diğer nokta, HDP’nin oldukça hegemonyacı ve tekelci davranması, ortak platformlarda dayanışmaya pek yanaşmamasıdır. Dayanışmaysa gelin örgütün çatısı altına demektedir. Diğer yandan, siyaseten de ayrılıklar vardır. HDP, barış sürecini diktatörlüğe karşı mücadelenin önüne çıkarmakta, bu da ÖDP’yi haklı olarak rahatsız etmektedir (belki de kimlik siyaseti-sınıf siyaseti denen şey burada düğümlenmektedir).
“Zaten esasında kimlik siyaseti ile sınıf siyaseti çatışan şeyler değildir.” Buna katılmıyorum. Çünkü kimlik siyasetini merkeze aldığınızda mikro-milliyetçiliği okşamak (ve etki-tepki yasası gereği ezen ulus şovenizmini de körüklemek), o kimliğin geri yönlerini muhafaza etmek ve aynı kimlik hareketinin burjuva unsurlarıyla yan yana gelmek vb. riskler de vardır. Buna alternatif olarak benim önerim her kimliğin komüncül değerlerine tutunan özneleri bulup ilişkilenmek ve kalan diğer yönleri ile unsurlarını reddetmektir.
pek içinden çıkamadım. Bu tür testlerde hep başarısızımdır zaten. 🙁
Anonim
Gün abi akşam arkadaşla bir nevi beyin fırtınası yaptık. Kimseye de zararı olmadığından komplo teorileri havada uçuştu:) Ancak arkadaşımın söylediğinden sonra şöyle bir komplo teorisi ortaya attık. Aslında bir nevi kral çıplak dedik. İlla faşizmi eleştirecek değiliz ya. Marx’ın mason olabileceği ihtimalinden bahsetti. O dönemki Masonluk işlerinin kapitalist anlayışın ne kadar hegamonyası altında bilmiyorum ancak komünizm, kapitalizmin kendine rekabet ortamı yaratmak ve akabinde kendini haklı çıkarmak, ekonomik anlamda elini güçlü tutmak adına kendi ortaya attığı bir ideoloji olduğunu ancak bir süre sonra ipleri elinden kaçırıp geniş kitlelere yayılabilme ihtimali üzerinde çok uzun tartışmalar yaptık. Ne diyorsun abi? Fazla mı uçmuşuz?
Masonik örgütlenme modeli ile Farmasonluk (Freemasonry) her zaman özdeş değildir. Avrupa ülkelerinde işçiler açık ve legal örgütlenme konusunda belli kazanımlar elde etmeden önceki çağlarda, ütopik-sosyalistler, işçiler ve aydınlar masonik örgütlenme modelini benimsemişlerdir. Jakoben Kulübü’nün Fransız Devrimi’ndeki somut başarısı da bu modelin örnek alınmasında etkili olmuştur (bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/League_of_the_Just).
Bu gerçeklik, Marx’ın farmason olduğu anlamına gelmez.
Anonim
Anarşizmle ilgili sorularım:
1) Günümüzde anarşistler niçin bilimsel bir teori üretme çabasına girişmiyorlar? (Ah, nerde o eski Kropotkin’ler?)
2) Doğrudan-eylemcilik ve buradan çıkan ampirizm, anarşizmin teorisini kısırlaştıran bir faktör değil midir?
3) Anarşistlerin bir yandan yerel komünalizmi önermeleri, öte yandan “tek ülkede sosyalizm” fikrine burun kıvırmaları, şizofrenik bir durum değil midir?
Anonim
abi sence, mutlakıyete yönelen ittihat ve terakki hareketi ve onun doğurduğu 1923 cumhuriyeti ilerici bir devrim midir? kemal okuyan cnn’de çıktığı bir programda, tarihsel ilerlemeciliğe inanan herkesin bunu bir burjuva devrimi olarak değerlendirmesi ve bu devrimin kazanımlarının muhafaza edilmesi gerektiği mealinde bir şeyler söylemişti. bu mevzuda anarşistler ne der? tarihi gelişmeleri ilericiliğine-gericiliğine bakarak ayıklamak mıdır doğru olan? bu konuda bir örnek daha, 27 mayıs darbesinden ilerici bir hareket diye bahsedenler var. ne diyorsun?
ileri-geri… bunlar izafi kavramlar. İttihat terakki diktatörlüğü de Atatürk diktatörlüğü de özgürlüğün düşmanıdır. İstedikleri kadar tarihi “ilerletmiş” olsunlar. 27 Mayıs ise ilk şekliyle özgürlük yönünde atılmış bir adımdır, ama kısa sürede yeniden özgürlük düşmanı devletçi güçlerin denetimine girmiştir.
Anonim
kimileri bu diktatörlüğün, cumhuriyetle elde edilen kazanımları mutlakıyet yanlısı hareketlerden korumak ve bu devrimleri hayata geçirmek için mecbur olduğunu filan söylüyor. esasen marksistler de proletarya diktatörlüğünü benzer sebeplere dayandırıyor. ben, cumhuriyetin siyasi ve toplumsal alana soktuğu kimi modern değerlerin ileriye doğru bir atılım olduğuna inanmakla birlikte, istiklal mahkemeleri gibi zorbalıkları hangi değer ve ilkeler adına yapılmış olursa olsun içime sindiremiyorum. ama yine de, cumhuriyetin tarihsel bir olgu olarak olumlanması gerektiğini düşünüyorum. bu mevzuda önerebileceğin kitap, yazı vesaire varsa tavsiyeye açığım abi.
benim uğraştığım bir alan değil, bu yüzden şu kitabı oku diyemeyeceğim ama bu konudaü oldukça zengin bir literatür vardır. Googleden falan araştırmak gerekir. Fikret Başkaya’nın kitaplarını tavsiye edebilirim mesela. Her ulus devlet gaddarlık üzerine kuruludur. O ilerleme hikâyelerini bir kenara bırakmak gerekir.
Anonim
Abi bugün NATO zirvesinde Rusya’ya karşı “acil müdahale ordusu” oluşturma kararı alınmış. “Özgürlükçü solcuların” yeni görevi belli oldu. Artık Rusya’nın ne kadar feci bir emperyalist, militarist ve otoriter devlet olduğuyla ilgili yazılar havada uçuşacak. Seni de özgürlükçü-Natocular korosuna bekleriz. Katılmaz mısın?
Bunlar tamamen eskimiş kavramlar ve tartışmalar. Bugün hiçbir geçerliliği yok. Bugün esas tartışılması gereken, devrim kavramını iktidar kavramından ayrıştırmaktır.
Anonim
18 Eylül’de gerçekleşecek olan İskoçya’nın bağımsızlık referandumu hakkında ne düşünüyorsun? Sence hangi seçenek İskoç ve İngiliz emekçileri için hayırlıdır?
hiçbir seçenek hayırlı değildir. Yani İngiltere iki devlet de olsa bir devlet de olsa pratikte bir şey değişmeyecektir. öte yandan, bu referandumun Türkiye’ye çok şey öğretmesi gerekir. Adamlarda bölünme paranoyası yok. Ayrıca bölünse ne olacak ki. Bir halk birlikte yaşamak istemiyorsa ayrılabilir, bunda ne var ki. Bunu zamanında Lenin de söylemişti ama iktidara gelince (Finlandiya hariç) tersini uyguladı.
ara kuşak
Merhaba,
Son romanınızla ilgili bir sorum ve görüşüm var onu paylaşmak istiyorum. 80 yılında ilkokula başlamış biri olarak o dönem yaşanan acıları umutsuzlukları yaşamış olmam mümkün değil . Kitaplarla buluşmaya başladığım yıllarda edebiyatın neredeyse tamamı bu yenilmişlik duygusunu iliklerime kadar hissettim. Bize yenilgi yaşamadan yenilmeyi öğretti. 1-0 yenik başladık maça yani. Bizden sonraki nesil bunları okumadığı gibi sokağa ilk çıktığında kazanmayı tattı .Size de artık daha umut verici şeyler yazılmasını desteklemek düşümüyor mu ?
Edebiyatın iyimserlik aşılamak gibi bir görevi yoktur. Kötümserlik aşılamak gibi bir görevi de yoktur. Netice olarak edebiyatın görevi diye bir şey yoktur. Edebiyat sadece insanın ve toplumların ruhunu, sanatsal bir aurayla yeniden yansıtır.
No country for old men
Son romanda gereksiz yere süslü edebiyat yapmışsın. Ben senin yerinde olsam 360 sayfalık romanın yarısını çıkarırdım. Minibüs yolculuğunu uzun uzun anlatmana ne gerek var? Sadece dramatik çatışması yüksek eylemleri, kolektif olayları bir belgesel soğukluğuyla ve mesela Borges’in Alef’inde görülen sert kelimelerle anlatman çok daha etkili olurdu. Aralara romanı edebileştirecek tasvirler, klişe benzetmeler, olayları bağlamak için süslü cümleler girince roman fazlasıyla şişmiş. Daha düzgün bir 68 romanını çıkıp ben yazmak isterdim ama kitap piyasası 68 odaklı romanlara doydu artık. Hep melankolik, yenilgiyi işleyen, süslü, kaba şiirsel romanlar okuyucunun estetik beğenisini daha da aşağıya çekti.
Anonim
Sevgili Gün Zileli, konu Marx. Marx’a göre odaklanmamız gereken birincil nokta sınıf çatışması, üretim şekilleri ve üretim ilişkileri ise ve devrim sadece çok gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşebiliyorsa, neden Rusya gibi tarımsal bir toplumda devrim oldu? Bunun sebebini sadece 1. dünya savaşına bağlayabilir miyiz, yoksa başka etmenler de var mıdır? Marx’a göre devrim gerçekleştikten sonra çok da fazla altını çizmediği diğer domination grupları yok olacaktı, mesela etnik konular, cinsiyet meseleleri gibi. Devrim gerçekleştikten sonra neden kaybolmadılar? bunu sadece insan doğasıyla açıklayabilir miyiz? Belki bu sorular için geç kalındı ama siz bi aydınlatıverin. Saygılar
Bildiğim kadarını yazmaya çalışayım. Marx’ın devrim projesi oldukça şematik ve hatta pozitivisttir. Devrimi tamamen ileri üretici güçlere bağlamıştır. Oysa devrimin geri üretici güçlerin olduğu yerde patlaması doğaldır, çünkü buralarda işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıflar (köylüler) henüz sistemin çarkları içine alınamamışlardır ve ekonomik yapı daha istikrarsız, kültürel yapı daha çok parçalıdır. Keza devrimi bir cennet diyarı gibi tasarlamak hatalıdır. Sorunların en büyüğü devrimden sonra ortaya çıkar, çünkü taşlar yerinden oynamıştır ve gerek eski sınıflar gerekse yeni egemenler (bürokrasi) iktidar için bir ölüm kalım savaşına girmişlerdir. Buna, dünya kapitalist düzenini sürdürmekle görevli emperyalist-kapitalist ülkelerin dış müdahale ve ambargolarını da ekleyin. Bu durumda devrim paradigmasında köklü bir değişiklik yapmak gerekmektedir. Devrim, iktidarı ele geçirme mücadelesini bırakmalıdır. Bunun yerine iktidarı parça parça yok etme ve devlet iktidarlarının yerine konsey ya da komünleri koymaya girişmelidir. Varsın o bölgede devlet de olsun. Eğer bölgedeki halk konsey örgütlenmesine eğilim göstermişse devlet örgütlenmesi orada bir iskeletten farksız hale gelecektir.
Irmak
2 sorum var. Birincisi, 150 no’lu sorucuya verdiğin cevap, yani savunduğun teori bugünlerde Rojeva’da pratiğe dönüşmüyor mu ya da ne düzeyde dönüşüyor ve sen bu işin neresindesin?
İkincisi ise son günlerde tartışma yaratan Cengiz Balsoy’un “Sosyalizm kavramı demokratik özerklik kavramından geri bir kavramdır” başlıklı yazısı hakkında görüşlerin neler? 5 gün önce özgür gündem’de yayımlanmıştı.
Merhaba. Önce anılarınızdaki samimiyet ve dürüstlüğünüz için teşekkür etmek istiyorum. Oto-aklama niteliğindeki çoğu anı kitabının tersine, sizinkiler üç ciltlik bir belgesel gibi olmuş. Bu kadar dürüst bir anı kitabı hiç okumamıştım, okuyabileceğimi de sanmıyorum.
Soruma gelince…Son Vişnelik toplantılarının katılımcılarından ve imzacılarından biriydiniz. Sitenizde bu toplantılara ilişkin bir yazınızı aradım fakat bulamadım. Öncelikle, eğer aksi yönde bir karar yoksa bu toplantıya ilişkin gözlemlerinizi ve tartışmaların içeriğini yazmanızı rica ediyorum. Emek Partisi adına ilk toplantıya Aydın Çubukçu katılmıştı ama ikinci toplantının imzacıları arasında Emep’li bir isme rastlamadım, süreçten çekildiler mi? Son olarak, siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, umutlu musunuz, birleşik bir mücadele cephesinin ne tür bir yapıyla inşa edilebileceğine inanıyorsunuz?
Kolay gelsin.
Selamlar, Vişnelik toplantılarına Ankara’da olduğumdan katılamadım ve pek de yakından izleyemedim, ancak genel tutuma da katıldım ve imzamı verdim. EMEP’in durumunu bilmiyorum ama Aydın Çubukçu’nun imzası var diye hatırlıyorum. Devrimci blokun yerel toplantılar ve giderek de konseyler aracılığıyla örgütlenmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Yani bu oluşum üstlerde kalmamalı, hayatın içine inmeli ve bütün emekçileri kucaklamalıdır. Bunun organı da komünler ya da konseylerdir.
Her türlü yerel inisiyatifi desteklerim, Rojeva’da ne olup bittiğini iyi bilmiyorum ama sanki biraz abartıldığı ve propagandif yanı ağır basıyormuş gibi bir hissiyat içindeyim. Yanılıyor olabilirim tabii. Cengiz Balsoy’un yazısını okumadım, içeriğini bilemiyorum. bir okuyayım da söylerim düşüncemi. selamlar.
Cengiz Balsoy’fun yazısını okdum. Söyledikleri bana doğru geldi. Yani sosyalist devletçiliktense halkın inisiyatif kasandığı demokratik özerklik gerçekten de daha olumlu. Ne var ki, Cengiz’in Kürt ulusal hareketi konusunda fazla iyimser olduğunu düşünmektene de kendimi alamadım.
Öte yandan Özgür Gündem’de yazıyla ilgili konmuş temsili resmi de fazlasıyla propagandif buldum. Bu tür resimler eskiden Maocu propaganda broyürlerinde bulunurdu. Mutlulukla üreten halk resmi oldukça yapaydır. Bugünlerde aynı tarzı Yahova Şahitlerinin broşürlerinde görüyoruz.
Anonim
İşte sorun tam da Ali Karatay’a verdiğin cevapta Gün Zileli. HDP tarafı tam da senin bu söylediğin komün, konsey tipi örgütlenmeyi hayata geçirmeye çalışırken ve bu tür teorileri yayınlarında öne çıkarırken senin imzacısı olduğun ortodoks marksist oluşum, bu tür söylemleri liboşluk olarak yaftalıyor. Şu savunduğun şeyleri HDP ile mi daha çok yaygınlaştırırsın yoksa Aydın Çubukçu, Metin Çulhaoğlu gibilerle mi? Sana Cengiz Balsoy mu daha yakın Aydemir Güler mi?
AKP ile işbirliğine son versinler, onlara da katılırım.
soruYorum
AKP ile işbirliği denebilir mi ? AKP şu anda Kobanide İSLAM DEVLETİNE YENİ BAŞKENT OLSUN VE HEM TÜRKİYEDEKİ 1,5 MİLYON SIĞINMACIYI BURAYA YERLEŞTİRMEK…HEM DE BU YENİ DEVLETLE BAŞTA PETROL OLMAK ÜZERE HER TÜRDEN EKONOMİK İLİŞKİ VE KONTROL SAĞLAMAK İÇİN İŞİDİ kürtlerin üzeri ne olanca vahşetiyle saldırtırken ve buna kürt hareketi çok az bir destekle savaşırken…biraz haksız bir ibare olmuyor mu?
kürtler sınırları yıkarken ne işbirliği olabilir ki… birileri bu devletin “güvenlik sınırlarını korumak için” tır ve trenlerle çetelere tank vb silahlar sağlarken, diğeri ölümüne ve asimetrik bir savaşı sürdürenlerle dayanışmak için sınrları anlamsızlaştırma mücadelesindeyken…
her ikisini eşit ve işbirliği içinde göstermek, zalimi mazlumla bir görme olur ki ne denir, bilemiyorum.
arada siyasi temaslar olması ise sözü edilen, bilinmelidir ki savaşın daha az yıkıcı olması için, bu tür temaslar gerekli olabilmektedir.
kürt hareketinin AKP Diktatörlüğünü neden yıkamadığı gibi absürd bir “öneri” ile ise uğraşmaya değmez zira daha dün ve üst üste 10. kez Türkiye halklarından onay almış bir iktidarı kimse yok farzederek politik mücadele veremez…
bu klasik “ya hep ya hiç devrimciliği” görülüyor ki hiç bir olumlu sonuca yol açmıyor. AKP DİKTASI YIKILACAKSA EN ÖNCE ZİHİNLERDE YIKILMALIDIR Kİ BU ONU YOKSAYMAKLA DEĞİL, GÜCÜNÜ BİLEREK MÜCADELE İLE OLUR…BU DİKTA ÖNCELİKLE TÜRKİYE HALKLARININ ZİHNİNDEKİ ALGIDA YIKILMALIDIR….BUNUN YOLU, IŞİDİN KOBANİDE OLDUĞU KADAR, BU ZİHNİYETİN ÜRETİCİSİ OLAN TOPLUM KESİMLERİNİN VARLIĞINI REDDETMEYEN, ONLARIN NEDEN BAŞKA TÜRLÜ ALTERNATİFLER ÜRETEMEDİĞİNİ HESABA KATAN BİR YAKLAŞIMI GEREKTİRİR.
Anonim
ukrayna’da göstericilerin lenin heykelini yıkmasıyla ilgili görüşünüz nedir?
Ukrayna’da dev Lenin heykeli göstericiler tarafından yıkıldı
Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Harkov’da gösteri düzenleyen milliyetçi bir grup, kent merkezindeki Lenin heykelini yıktı.
Ukrayna’nın geriye dönüşü olmayan yola girdiğini kanıtlamak, Ukrayna ile Rusya arasında yeniden Sovyetler Birliği benzeri birlik kurulmayacağını göstermek isteyen ulusalcılar, Harkov şehrinde 20 metre boyundaki en büyük Lenin heykelini devirdi.
Şehrin “Özgürlük” meydanına toplanan 3 bin kadar gösterici “Yasasın Ukrayna” sloganları atarken, başka bir gurup dev heykelin ayaklarını kesmeye başladı. Bronzdan dökülmüş Lenin’in ayaklarını zayıflatma çalışması 3 saat kadar sürdü.
Yüzlerinde maske bulunan gençler bu çalışmayı yürütürken meydanda tek bir polisin görünmemesi dikkat çekti.
bu konuyu daha önce yazmıştım. Ukrayna kategorisindeki yazılara bir göz atınız. Bununla birlikte kısaca belirteyim: Ukrayna’da Lenin heykeli Rusya’nın Ukrayna’daki egemenliğinin sembolü haline gelmişti. Bu yüzden yıkılması haklıdır. Zaten aslında bütün heykellerin yıkılması gerekir. Yani sanatsal heykelleri değil,devletsel heykelleri demek istedim.
Anonim
Doğru ama bu Ukrayna devleti ve milliyetçilerinin safında olmak anlamına gelmez mi? Irak’ta da Şiilerin işgalci ABD ile birlikte Saddam heykellerini yıkması olumlu bir değişiklik getirmedi.
Bence tek istisna bizdeki Atatürk heykelleri.
Mahsum Korkmaz’ın heykelinin yıkılması da yanlış. Ama onu öldürüp sonra şehit ilan ederek kullanan PKK’nın heykelini dikmesine de karşıyım.
Mahsum Korkmaz’ı PKK öldürmemişti, bildiğim kadarıyla TSK ile çatışırken ölmüştü. O anda kiminle aynı safa düştüğümüze bakarsak bu dünyada hiçbir şeyi savunamayız.
Cengiz Baysoyun adı geçen yazısı, solun geçikmiş, hatta kasten geciktirilmiş olan tartışmasının başlama vuruşu olabilir…sitede “duyurular” bölümü içinde yayınlanıp tartışılmasında fayda yok mudur, ne de olsa “sosyalizm, devlet ve ücretli emek vb.” konuları anarşizm ile ayrışma sebeplerindendir de, aynı zamanda…
yazılar mailime geliyor ve bu işlerden anlamıyorum…yalnız “özgür gündem. com” ya da genellikle “göçebeatölyeler” sitesinde bulunabilir sanıyorum.
Gediz Nehirli
Cengiz Baysoy da ilginç bir insan. Lenin binlerce insanı Kronstadt’ta tavuk keser gibi kesmiş, bolşeviklerin otoritesini onaylamayan, bütün iktidar sovyetlere diyen bütün devrimcileri kurşuna dizdirmiş, sol komünistlere bile tahammül edemeyip susturmuş, Cengiz Baysoy gibiler hiçbir şey olmamış gibi kendilerini leninist olarak tanımlamaya devam ediyorlar.
Anonim
insanbu sitesinde Taylan Kara dün bir yazı yayınladı, yine ortalık karıştı. Takip ediyor musun tartışmaları Gün Zileli? Aslında tam senin uzmanlaştığın konular, sanat siyaset iktidar tartışmaları. Vaktin oldukça sen de kanaatlerini bildir, görüşlerinden faydalanalım.
Perinçek de dahil TİİKP savunmasını imzalayanlar o günkü görüşlerinde samimi miydiler, yoksa bu savunmalarda da Aydınlıkçıların tipik reelpolitikerliği mi ağır basıyordu?
Tek tek herkesi bilmek mümkün değil elbette ama bence o günkü görüşlerinde samimiydiler. Bu hareketin reelpolitiğe bulaşması 1975 yılından itibarendir.
Anonim
İP’nin Kürt illerinde yeni büyüme hamlesi hakkında ne düşünüyorsun?
ne düşünmeliyim… Herkes her yerde birilerini bulabilir.
Corvus Corax
Özgür Yazılım Hareketi hakkında ne düşünüyorsunuz? Big Brother düzenine karşı bu konuyu da araştırmanızı öneririm.
EREN ÖZBAY
Gün abi merhabalar ben bi ALEVİ olarak TKP ye sempati duyuyorum.. genelde aleviler CHP ye oy veriyor sorum şu gün abi tkp ve ödp arasındaki fark ne sizce CHP yi sol olarak görmüyorum bu arada..HDP ye nası görüyosun gün abi. ben TAM BAĞIMSIZ SOSYALİST TÜRKİYE’DEN YANAYIM..
“Tam bağımsıslık” diye bir şey yoktur, bu bir ilüzyon. Bu sistemde var olan her devlet kapitalizmin bir parçası olmak zorundadır. Ya da Kuzey Kore gibi otarşik bir diktatörlüğe yönelmek zorunda kalırsın. Bunun yerine devletsiz özerk toplumları savunmak daha akıllıcadır. ÖDP’yi TKP’den olumlu görürüm. TKP halen Stalinizmden kurtulabilmiş değil. Birleşik muhalefet hareketi içinde ikisi de yer alıyor gerçi. Bugünün görevi akp diktatörlüğüne karşı direnmektir. HDP’yi de olumlu görüyorum. Gerçi içindeki liberaller bir sorun. Diğer bir sorun ise AKP ile uzlaşma çabaları. Eğer bu iki sorunda olumlu bir gelişme gösterirse HDP daha da olumlu bir çizgiye gelebilir. sevgiler.
Anonim
Hayatın böyle küçük örgüt karşılaştırmaları ve hesap kitap yaparak, 1500 kişilik stalinist örgütler için formül üreterek geçip gitti Gün Zileli.
Nasyonal sosyalistlerden medet ummaya devam et sen.
EREN ÖZBAY
gün abi çok tşk ederim cevabın için. ben senin yarılma kitabını okudum çok akıcıydı gerçekten tekrar takrar okudum. gün abi benim babam eski solculardan halkın kurtuluşu örgütüne üyeydi dayım tikkocuydu yani anlayacağın solcu bi ailem var sülalemde öyle babam derdi ki pkk nekadar devrimci yurtsever demokrat varsa katletti dedi doğuda dersimde özellikle bu bölgenin hakimiyeti benim dermiş zamanında dev yol dev sol halkın birliği tdkp gibi örgütler pkk ile mücade etmiş. pkk faşistmi sence gün abi bana göre evet..
EREN ÖZBAY
pkk- aydınlık çatışması. (pkk’nın ilk sindirmeye çalıştığı grup maoist aydınlık dergi çevresi olmuştu.)
pkk- devrimci halkın birliği çatışması (en kanlı çatışma buydu, dersim, diyarbakır, gaziantep’e yayılan çatışmalarda onlarca devrimci yaşamını yitirdi)
pkk-tkp: özellikle tkp’nin batman ve diyarbakır’daki gücünü yok etmeyi hedefleyen çatışmalardı.
pkk-halkın kurtuluşu çatışması: elazığ, dersim, kars, diyarbakır, gaziantep. (bu çatışmanın temel nedeni pkk’nın halkın kurtuluşu’na “benim bölgemde faaliyet yürütemezsiniz” dayatmasıydı)
pkk-devrimci yol çatışması: pkk’nın dersim’de devrimci yol üyelerine silahlı saldırıda bulunmasıyla başlamştır.. PKK doğuda hakimiyet bende diyerek devrimci yurtsever demokrat insanları katletmiştir gün abi pkk faşist değilmi sence aynı mhp gibi ?
EREN ÖZBAY
gün abi merhabalar sen 68 kuşağındansın bilirsin deniz gezmiş ile mahir çayan arasındaki belirgin bi fark var mıydı ??
bence bu çok kestirme bir sonuç olur. PKK bir ulusal kurtuluş hareketiydi diyebiliriz. Ama Kürt bölgelerinde örgütsel tekel kurabilmek için o döremlerde diğer kürt ve Türk solu örgütlerine zorbalık uygulamıştır. Fakat bu hakimiyeti kurduktan sonra bu tür olaylar azalmıştır. Bir de şu var: PKK kitleselleştiği ölçüde bu tür çatışmalardan da uzaklaşmıştır. Bu arada kendi içinde uyguladığı terör dönemi gelmiştir tabii. Sanırım zamanımızda bu iç terörden de söz edilemez. En azından örgüt içi infaz anlamında.
bu pkk ile sınırlı bir durum değildir. Bütün sol örgütler, bölgesel hakimiyet uğrunda birbirlerine karşı terör uygulamışlardır ne yazık ki. Bu, örgütlerin tabiatında var.
Anonim
Piyon, Taşeron Ve Anti-Kürd: PKK
Son gelişmelerle artık her şey net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bunu anlamak istemeyen kişilerin iyi niyetli oldukları da söylenemez. Özünde derin tezgâhlarda dokunan kirli ilişkiler üzerinden inşa edilen PKK hareketinin anti-Kürd bir örgüt olduğu konusunda hala şüphesi olanlara önerilen tek şey bir doktora görünmeleridir. Bu kirli ilişkiler öyle ustaca örülmüştür ki bu kadar uzun soluklu olagelmiştir. Kemalist-faşist TC devleti PKK’yi sadece kuzey Kürdistan’da kullanmakla yetinmemiş, O’nu Kürdistan’ın diğer parçalarında da kullanarak Kürd dinamiklerini parçalamıştır.
PKK pratiği ve ideolojik kirlilik içinde Kuzey’de Kemalist, Güney’de Saddamcı, Doğu’da Molla Rejimi’ne hizmet etmiştir. Suriye’de de Esad Rejimi’nin bekçiliğini yapmıştır. Faşist Kemalist devlet gelişen Kürd Ulusal Demokratik Mücadelesini bertaraf etmek için kurmay heyetini harekete geçirerek PKK’yi bir misyon örgütü olarak devreye sokmuştur. Yurtsever/sol tandanslı birçok Kürd örgütleri bunların eliyle ve katliamcı bir mantık ile ortadan kaldırılmıştır. Kürdün özgürlüğüne kelle koymuş Kürd gençlerini sivri Kürdî söylemlerle kendiçekim alanına soktuktan sonra bunları da imha etmiştir.
PKK, İran’da İ-KDP’nin öncülüğünde gelişen Kürd mücadelesini zayıflatıp, molla rejimine PJAK’ı devreye sokarak hizmet etmiştir. Doğu Kürdistan’da gelişen mücadele bu şekilde sömürgeci Fars devleti için tehdit olmaktançıkarılmıştır. PJAK, PKK’nin bir kopyası olarak doğu, Kürdistan’ın şartlarına uyarlanmış halidir.
Suriye’de de faşist ve totaliter BAASÇI Esad Rejimi’nin bekçiliğini üstlenen PKK, son süreçte Suriye’de gelişen muhalefet hareketlerine Kürdlerin destek vermemesi için binlerce militanı ve milisini seferber ederek; Kürdleri bu halk hareketine destek vermekten alıkoymuştur. Amaç; hem Esad Rejimi’nin ömrünü uzatmak, hem de Kürdlerin bir statü (bölgesel özerklik-otonomi vb.) kazanmalarını engellemektir. TC de yüksek perdeden Suriye’deki gelişmeleri bir iç meselesi olarak ifade ederken, Kürdlerin o bölgede elde edebilecekleri statüyü işaret etti. Bu bile PKK’nin TC’ye nasıl hizmet ettiğinin ve net anti-Kürd politikasının profilidir.
PKK, Güney Kürdistan’da da benzer yerel örgütlenmelerle ve Saddam ile işbirliğine girerek, Kürdlerin kazanımlarını engellemek istediyse de KDP ve YNK karşısında bunu gerçekleştiremedi. Binlerce Peşmergenin katledilmesi, oradaki yurtsever güçleri işbirlikçi ve hain ilan etmesinin altında yatan gerçek, Kürdlerin Federal statüsünü engelleyememiş olmasındandır. Öcalan defalarca İmralı’dan Güneydeki Federal Kürd statüsünü hedef göstererek TC’ye olan bağlılığını ifade etti. Bunları görmeyen varsa geriye doğru gidip görüşme notlarına baksınlar.
PKK, asıl piyonluğunu ve taşeronluğunu şimdiki süreçte daha sinsice oynayarak misyonunu tamamlamak istiyor. Bir taraftan Kürd Konferansı talebiyle hâlâ Kürd motifi oynamayaçalışırken, bir taraftan da tüm Kürdleriçekim alanına alarak nispi kazanımların imhası temelinde komplocu rolünü yerine getirmeyeçalışmaktadır. Bu tehlikeli oyuna izin verilirse, Kürdler ulus olarak varlıklarını sürdüremez ve statüsüzlüğü kendi elleriyle hazırlamış olacaklardır. PKK’nin asıl amacı Molla Rejimi ve TC’nin Güney Kürdistan’daki federal bölgeyi ortadan kaldırması için gerekli zemini oluşturmaktır.
Peki, bunun PKK’ye ne yararı olacak diye düşünebilirsiniz! Her bir parçası sömürgeci ülkenin birer parçası haline getirilmiş olan Kürd bölgelerinin ekonomik/sosyal ve politik rantının bunlara sunulması yetmez mi? Bölge insanı üzerinde estirilecek şiddet ve uygulanacak despotluk tek bir muhalif sese izin vermeyecek kadar katı olacaktır.
PKK’nin taşeron ve piyon bir örgüt olduğu açıktır, ancak bu TC’nin dediği gibi ABD veya Avrupa’nın değil, bizatihi TC devletinin, İran’ın ve Suriye’nin piyonu ve taşeronu bir örgüttür. Değişen koşullara uygun farklı seçeneklerle bu üç devlet PKK’yi Kürd politikalarına uygun farklı şekilde kullanarak anti-Kürdlük temelinde yaşatmak zorundalar. PKK’nın ipleri bunların elinde olduğundan dolayı, Kürdlerin PKK ile aralarına mesafe koymadan sağlıklı bir mücadele geliştirmeleri de olanaklı değildir.
Cinayet işleme ve terör estirme kapasitelerine göre terör şebekelerini sıraladığımızda Türkiye de ilk üç sırayı şu örgütler alıyor:
1-Generallerinin başını çektiği Türk faşistleri (TSK, Polis, MİT, Korucu Kürt aşiretleri ve MHP)
2-PKK (Kürt faşistleri)
3-Silahlı radikal Türk solu (sol maskeli Türk faşistleri)
Bu cinayet ve terör örgütlerinin bellibaşlı ortak özellikleri şunlardır:
1-Zalimlik, vicdansızlık, normsuzluk, insani tüm değerlerden yoksunluk.
2-Her türlü hukuki denetimin dışında olmak. Hukuku, insan haklarını ve demokrasiyi ciddiye almamak.
3-Terör ortamını varlık nedeni olarak görmek. Terör ortamının son bulabileceğinden çok korkmak. Siyasi cinayetleri politik yaşamın temel dinamizmi olarak görmek. İnsan ömrüne hiç değer vermemek.
4-İnsan etini temel yiyecek, insan kanını temel içecek olarak kullanmak.
5- Ölüme gitme talimatını uygulamaktan vazgeçen insanlardan nefret etmek. Onları dünyanın en aşağılık yaratıkları olarak görmek.
6-Özellikle Dersimliler başta olmak üzere tüm Alevilere büyük bir düşmanlık beslemek.
7-Türk ve Kürt faşislerinin boyunduruğu altına girmeyen Dersimlileri evlerinden alarak kurşuna dizmek. Kurban seçtikleri Dersimli erkeklere çaresizliği ve bahtsızlığı iliklerine kadar hissettirmek için karısı ve çocukları ile vedalaşmasına müsaade etmek. Yani ölüme mahkum edilen Dersimli erkekleri güç gösterisi ve eğlence için yanında hiçbir silahlı adamları olmadan kısa süren bir açık izne çıkarmak.
8-Dersimlilere işkence ve hakaret etmekten büyük bir haz almak.
9-Öldürdükleri Dersimlilerin Dersim geleneklerine göre defnedilmesine bile müsaade etmemek.
10-Dersim topraklarının asıl sahibi olduklarını ileri sürmek. Dersim için savaştıklarını çok sık biçimde dile getirmek. Savaşmayan Dersimlilerin yurtlarını yitirdiklerini beyan etmek.
11-En kirli ve kanlı dolapları Dersim topraklarında çevirmek.
12-Sıradanlığı, apolitik olmayı ve normalliği Dersim de ayıplamak ve suç saymak.
13-Ali Haydar Kaytan veya Hıdır Sarıkaya gibi cani tipleri Dersim erkeklerine modal model olarak dayatmak. Bütün Dersim erkeklerini kriminal olarak görme arzusu taşımak.
14-Dersim in sonunun gelmiş olmasından bütünüyle benden olsalardı başlarına bu gibi bir felaket gelmezdi gibi bir sonuç çıkarmak.
15-Öte yandan, Dersimlilerin Türklüğü , Kürtlüğü ve solculuğu yla kendi aralarında alay etmek. Dersimlileri asla gerçek Türk, Kürt veya solcu olarak görmemek.
16-Dersimlileri kendi amaçları için kullanılacak gerizekalılar olarak görmek. Ailesini ve akrabalarını korumak isteyen Dersimlileri ya öldürmek ya da sürgün etmek.
17-Topraklarına dönen Dersimlileri Vay anasını! Sen bayağı akıllıymışın yahu! Demek ki büyük şehirlerde tutanamadın ve toprağın değerini anladın. Gel bakalım, sen bu aklı kimden aldın acaba diyerek esir almak. Günlerce aç bıraktıktan ve epeyce eğlendikten sonra öldürmek.
18-Dersimlilere her zaman en fazlasından gerçeğin yalnızca % 66.6666667 sini söylemek:
Birincilerin optimal açıklığı: Bakın 2 ve 3 numara size ne biçim zulüm ediyor!
İkincileri optimal açıklığı: Bakın 1 ve 3 numara size ne biçim zulüm ediyor!
Üçüncülerin optimal açıklığı: Bakın 1 ve 2 numara size ne biçim zulüm ediyor!
Özetle, hukuksuzluk yalnızca devletin bir özelliği olmayıp toplumun da özelliğidir. İnsani bir cepheden tüm cinayet şebekelerine karşı tutarlı kitlesel bir tutum alinabilseydi bugün durum çok farklı olabilirdi. Bir avuç aydının dışında Türkiye de namuslu insan yoktur. Her şey satılıktır. En meşhur insan hakları savunucularının bile rakı parasına vicdanlarını sattıklarını ve terör cephelerinden birinin kapısında beklediklerini görüyorsunuz.
Çok çirkin yüz gördüm. Mehmet Ağar, Tansu çiller, Erdal İnönü, Kenan Evren, Necdet Menzir, Bayram Kartal, Türkeş, Veli Can Oduncu , Abdullah öcalan, Ali Haydar Kaytan, Hıdır Sarıkaya, Dursun Karataş
Şu sıralar bence en çirkin surat Akın Birdal ın suratıdır. Çünkü Akın Birdal insan haklarını çiğ köfte karşılığında satarak dillerini bile anlamadığı vicdansız Kürtlerin kapısında beklemektedir. Apo hayranı insan hakları savunucusuna bakın! Apo ile birlikte insan hakları mücadelesi verecekmiş! Gel de çatlama! İnsan zekası bu kadar aşağılanabilir!
Akın Birdal gibi (çıkarıldı. admin) yüzünden bu ülkede doğru düzgün rol modelleri ortaya çıkmıyor. Akın Bey in politik inandırıcılığı küçülürken dikkat ettiniz mi, yüzü gittikçe büyüyor. Aslan sütünden olsa gerek
Ne yazık, herkesin artık bu dünyadan göçmüş olan atalarımızı tanıma imkanı olmadı. Onun için kime benzemeleri gerektiğini bilmiyorlar
Mehmet Yıldız http://istanbul.indymedia.org/tr/news/2007/11/222376.php
50 yıllık deneyiminiz ışığında günümüz Türk edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin gençliğinizle günümüzdeki edebiyat ortamları arasında nitelik farkı var mı? Bir ilerleme veya gerilemeden söz edilebilir mi? Kırk sene evvel vaziyet nasıldı şimdi nasıl?
Beğendiğiniz, takip ettiğiniz, önerdiğiniz yazarlar vardır mutlaka.
Emrah Serbes, Enver Aysever, Ece Temelkuran gibi hem medyatik hem de Akp karşıtı solcu yazarların çok satan romanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kızınız Irmak Zileli aynı zamanda ülkemizin önde gelen edebiyat eleştirmenlerinden biri. Irmak hanım son romanınızı nasıl buldu? Neler konuştunuz?
Tabii bunlar uzun bir röportajın soruları. Kısaca değerlendirecek olursam, bugünkü edebiyat ortamını geçmişe göre bir hayli gerilemiş buluyorum. Yani pek iyi örnekler çıkmıyor ortaya. Emrah Serbes ve Ece Temelkuran’ı okumadım. Enver aysever’i okumaya kalktım ama adetim olmadığı halde yarıda bırakmak zorunda kaldım. çok kötüydü. Son romanının iesmi biele nasıl bir şey olduğunu okumadan ele veriyor. Irmak’ın edebiyat yazıları yazdığını biliyorum ama edebiyat eleştirmeni olduğunu bilmiyordum. Irmak son romanımı beğendi. Daha çıkmadan okumuştu. Onun eleştirilerinden de yararlandım ayrıca.
kaan
Meraba sosyalistlerin,anarsistlerin veya sol çevrelerin Kafkasya da çeçenlerin Doğu Türkistan da Türklerin direnişini ve kimliklerini elde etmek için gerçekleştirdikleri veya devam eden mücadelelerine bakış açısı nasıldır merak ediyorum doğrusu biraz bu konular türkiyede islamcilarin ve milliyetçilerin ilgilendiği bi konu olarak görülür ve gerçekten de öyle.Sol çevrelerde her gün kobane veya Kürdistan hakkında yazılar yazılırken haberler yapilirken nicin bu konular görmezlikten gelinir ve oralardaki ezilen halklar fasistlerin kucağına atilir(başka tabir bulamadım) gerçekten anlamıyorum.Sizin bu konudaki görüşleri benim için çok değerli vereceginiz cevap için teşekkür ederim.
Ezilen halkların mücadelesi desteklenmelidir elbette. Bu halklar, önce Çarlık Rusyasının, sonra Stalin SB’sinin ve bugün de Rusya Federasyonu’nun baskısı ve zulmü altındadır. Ne yazık ki, çarpık ideolojik saflaşmalar nedeniyle Çeçenler IŞİD’e en çok savaşçı yollayan halklardan biridir. Bunda Çeçenlerin mücadelesine hiçbir zaman omuz vermemiş seküler güçlerin hiç mi suçu yoktur?
Yazı iyi de Lenin’in ulusların kaderlerini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanıdığı doğru değil. Finlandiya dışında hiçbir ulusa bu hak tanınmamıştır SB’de.
kaan
Bencede Çeçenlerin ve Uygurların mücadelelerini islamcı ve milliyetçi argumanlara dayandırmalarının sebebini demokrat ve sol çevrelerin onların sesini duymamaları(kasıtlı olarak),sbkp ve çkp nin zamanındaki uygulamalarını koşulsuz bir şekilde anti emperyalist politikalar saymalari bu politikalara direnen halkları da işbirlikçi,dış mihrakların oyununa gelmiş halk görmeleri(zaman gazetesi tavrı adeta) gelmekte.Bu halklarda bence doğal olarak kurtuluşlarını diğer emperyalist ülkelerde ve islamcilarda görmektedir.Halbuki kürt ulusal sorunundan sonra ilgilenilmesi gereken en önemli ulasal sorun olması gerekirken kasıtlı olarak gormezden gelinmesi kabul edilemez.Çünķü türkiyede yaşayan çeşitli kafkas halklarının çeçenlerle akraba olmaları ve milliyetçi tarih anlayışına göre Uygurlarında soydaş olması ayrıca önem arzetmesine sebeb olmalıydı ancak seküler çevrelerin bu konuda duyarsız kalması onları bu yönde davranmaya itmistir.Sonuç olarak tüm sol çevrelerin bu konuda bir özeleştiriye ihtiyacı var.
Kısmen bu görüşler haklı olsa da, işin bir de ters yüzü yok mu?
çeçenlerin, uygurların (benzeri daha başka gruplar da vardır) en azından elit kesiminin, daha çok da devletin derin çekirdeği ( Kabuk değil öz devlet) tarafından “gizli emeller için ” bir araç (vasıta) olarak kullanıldığı bilindiğinden, demokrat ve sol cenahta mücadelelerine yeterince ilgi ve destek gösterilmediği, gibi…
Merhaba, Marx’ın “Feuerbach Üzerine Tezler”inin 1. tez kısmındaki “iğrenç, Yahudice görünüm biçimi”nden kasıt nedir, yardımcı olabilirseniz çok sevinirim:
“Feuerbach’inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar varolan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin [Gegenstand], gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] olarak kavranmasıdır. Böylece etkin yön, materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirilmiş oldu – ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm, bu biçimdeki gerçek, duyusal eylemi elbette bilmez. Feuerbach, düşünce nesnelerinden gerçekten farklı duyusal nesneler istiyor, ama insan faaliyetinin kendisini nesnel [gegenständliche] faaliyet olarak kavramıyor. Böylece Hristiyanlığın Özü’nde teorik tutumu, biricik gerçek insan tutumu olarak görüyor, oysa pratik yalnızca iğrenç, Yahudice görünüm biçimi içerisinde kavranıyor ve sabitleştiriliyor. Böylece “devrimci” faaliyetin, “pratik-eleştirel” faaliyetin önemini anlamıyor.”
Anschauung sezgi degil,temel Bakis acisidir. Hiristiyanligin özü kitabi Feuerbach a aittir. O kitabi elestirir.
Marksin bu elyazmalari marks cöpe atigindan dikkatle incelenmeldir..
Marksin cikis noktasi bu tezlerde devrimci felsefedir.. Feuerbach öyle sanirimki tabiat,evrensel dünya görüsündenden hareket eder..
Bana görede bu tezler cöplüge aittir..
nida
Detaylı bilgi için teşekkür ederim hortlak:)
Anonim
Abi, aşağıdaki yazı ile, “Köy Enstitüleri Yeniden” isimli facebook sayfasında karşılaştım. Ben, amaçlarını ve çalışma şekillerini oldukça doğru buluyorum ve bu hareketin muhakkak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum; eğer sen de okuyup, fikrini paylaşırsan sevinirim.
Köy Enstitüleri yeniden projesi gönüllü organizasyonu iş, beceri ve proje gerçekleştirme temellidir.
50000 gönüllü hedefimiz için siz de arkadaşlarınızı davet edin lütfen.
“Kimseyi taklit etmeyerek kendi ihtiyaçlarımıza göre kendimizin olarak, belki de başkalarına örnek olacak şekilde kurduğumuz müesseseler” Hasan Ali Yücel
Köy Enstitüleri yeniden projesi ile köyün kalkınma sürecinin parçası ve yeni bir destanın yazılışının kahramanlarından olabilirsiniz. Köyün kendine yeterli ekonomik, sosyal ve toplumsal bir yapıya kavuşması pek çok temel sorunu kendiliğinden çözerek hak ettiğimiz bir gelecekte yaşamamızı sağlayabilir.
“Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviyeye getirebilmek yalnız klasik manadaki öğretmenle mümkün olmaz… Köylere öğretmen yetiştirirken bir taraftan öğretmeni çok cihetli işler görebilecek şekilde biçimlendirmeye çalışmak, diğer cihetten de öğretmenle birlikte köye giderek diğer iş sahalarında çalışacak elemanı yetiştirmek tedbirlerini almak lazımdı. Ancak o zamandır ki köyü bütün külliyetiyle içine alarak ileri kıymetli bir hayata kavuşturacak mesaiye başlanmış olur” İ Hakkı Tonguç
Köy Enstitüleri Yeniden projesi bu iki özel insanın topluma kazandırmaya çalıştıkları hasletlerin günümüz gerçekleri ışığında ele almayı deniyor. Bir köyü, beldeyi, kasabayı, şehrin bir semtini vb hedeflerimiz için ele alırken orada yetişmiş bir öğretmen, bir ziraatçi, bir ev kadını, gençleri vb aldıkları klasik eğitimleri de gözeterek yaşadıkları yerleri geliştirici projeler yapabilecekleri deneyimle donatmak olacaktır.
Bu gönüllü takımları her bölgenin kendine özgü koşullarını kendileri inceleyerek, soyut ve somut tarihsel değerler, kaynaklar vb ele alarak yaşadıkları yeri en iyi şekilde geliştirici, marka yapıcı, toplumu kalkındırıcı plan ve projelerini kendileri hazırlayacaklardır.
Bu noktada Köy Enstitüleri yeniden projesi günümüz ihtiyaçları çerçevesinde geliştirip dönüştürdüğü programlarla gönüllü organizasyonunun ışığı olacaktır. Sanat ve beceri eğitimleri eksenli, iletişim, mesleki gelişim, proje hazırlama, iş süreçleri, kooperatifçilik, ileri işletmecilik vb konularda programlar bir şey yapmak isteyen herkese kucak açıp köyü içten canlandırmayı, yine içinden çıkmış gönüllüler aracılığı ile gerçekleştirecektir.
Gönüllü takımları dışa yönelik başka köy, şehir, ülke vb ile proje, işbirliği, ürün satışı vb alanlarda hem kendileri iletişim kurabilecek hem de kurulacak koordinasyon merkezinin iletişim çevresinden yararlanacaklardır.
Sonuçta bu girişimler gönüllülerin kendilerinin ekonomik işletme, üretim, marka olma konularda bir güç birliği ile hareket etmelerini sağlayacaktır. Köylerin müzeler açmak, tarihi eserlerini korumak, köy yaşamını doğa ve çevreye saygılı şekilde geleceğe taşıyacak bir sivil bilincin topluma benimsetilmesinin aracı olacaklardır.
Toplumun kendini ifade etmesi, yazması, konuşması, üretmesinin önünde engel olmak değil bunları açık iletişim ve serbest girişimle genişleterek katılımı artıracaklardır.
Bu yapıda yer alan sivil toplum nüvelerinin büyük bir sivil toplum gücüne dönüşerek kalkınma, refah ve aydınlanmanın Anadolu’da yeni toplum biçimi olmayı, dönüşme ve dönüştürmeyi hedefleyeceklerdir.
Kitap çevirileri olumlu bir çabadır. Maarif Vekaleti Yayınları klasikleri çevirmiştir, özellikle de Yunan klasiklerini. Bununla birlikte Hasan Ali Yücel’in DTCF’de B. Boran ve diğer solcu hocalara solculuktan vazgeçmeleri için baskı yapması gibi olgular da vardır. Gökhan Atılgan’ın Behice Boran kitabında anlatılır bunlar.
Anonim
Sen söylemeseydim eğer, kolay kolay haberim olmazdı, bu olaydan. Kitaptan da. Teşekkür ederim…
Anonim
Bir öğretmenim, Mehmet Ali Aybar’ın “Neden Sosyalizm?” isimli kitabından, Lenin’in parti anlayışını eleştirildiği bir bölümü okuttu; bu konuda senin ile büyük ölçüde hemfikir olduğunu gördüm; bu düşüncelerini açıkça savunur muydu?
Anonim
çevirdiğin kitap bitmedi mi daha. ne zaman okuycaz
Kibele’den basılan Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde çevirimi önce İletişim’e önermiştim ki, bu müthiş bir kitaptır. Neden olduğunu bilmiyorum ama reddettiler basmayı. Bu yüzden onlara artık çeviri önermiyorum.
Abdullah
Gün bey, size Hüseyin İnan’ı sormak istiyorum. Kişisel olarak tanıyor musunuz? THKO hareketinin lideri kesin olarak İnan mıdır yoksa Gezmiş ile beraber mi yürütmektedirler? Mahir ile kır ve şehir gerillacılığı dışında ayrıldıkları konular var mıdır ?
Anonim
Yavuz Alogan’a neden çevirini sunmuyorsun? İmge’de editör değil miydi o?
Selam abdullah arkadaş. Bana sadece Gün desen de olur. “Bey”lik pek benimsediğim bir şey değildir. Sorularına gelince:
Hüseyin İnan’ı kişisel olarak tanırdım. Yarılma’da birkaç enstantaneden söz etmiştim onunla ilgili. THKO’nun esas önderinin o olduğu söylenir ama bu sadece dolaylı bir bilgi benim açımdan. THKO ile THKP-C arasındaki ayrılıklar, bence kesinlikle gerçek bir ideolojik ayrılığa dayanmaz. Sadece SBF ve ODTÜ’deki arkadaş kümeleri çevresinde oluşmuş iki farklı örgütlenme söz konusudur.
Anonim
Abi, senin bu konudaki düşüncen ne?
“1871 yılında, Paris Komünü’nün yıkılmasından hemen sonra yayınlanan, Paris Komünü üzerine yazdığı ‘Fransa’da İç Savaş’ isimli kitabında Marx, merkeziyetçilikten ve otoriterlikten bir hayli uzak, Bakunin’in savunduğuna çok yakın bir örgütlenme şeklini savunuyor.
Anarşistlerin Enternasyonel’e girdiği tarih olan 1868 yılından, Enternasyonel’den atıldıkları yıl olan 1872’ye kadar, Marx ile Bakunin arasında geçen bir anlaşmazlık da göremedim zaten; Marx ile Engels’in düşüncelerinin bu tarihten sonra merkeziyetçilik ve otoriterlik yönünde değişmesi ile birlikte (aynı kitabın ekler bölümünde yer alan, 1872 yılında yazdığı bir mektupta, Paris Komünü’nün başarısızlığının sebebin merkeziyetçilik ve otorite eksikliği olduğunu ifade ediyor Engels) çıkıyor, anarşitlerin Enternasyonel’den atılmasına kadar varan tartışmalar.
Bu yüzden, anarşistlerin, Marx’ın 1871 yılı sonrasındaki düşüncelerine dair eleştirilerini, -Stalin’in de ‘Anarşizm mi, Sosyalizm mi?’ isimli kitabında yaptığı gibi- Marx’ın ‘Fransa’da İç Savaş’ isimli kitabında söylediklerini kanıt olarak göstererek çürütmeye kalmamak gerekiyor.”
Bana pek doğru gelmedi. Kurdukları paradigme gereği Marx da Engels de merkeziyetçiydi. Bu paradigma, üretici güçlerin geliştirilmesinde merkeziyetçi devlet gücünü kullanmaktı. Bu da ancak merkeziyetçilikle olabilirdi. Lenin bunu uygulamıştır.
Anonim
Katalonya’ya Selam’ın yazarı olan Orwell’ın anarşizmi yakın olduğu görülüyor; peki onun Troçkizme yakın bulunduğu bir dönem de oldu mu acaba?
Anonim
Fransa’da İç Savaş’ta söylediklerini nasıl açıklamamız gerekiyor o halde?
yeniden okumam lazım. paragraf olarak varsa yolla bir bakayım.
Anonim
31 Mart olayına nasıl bakıyorsunuz?
Gerici bir ayaklanma mıdır yoksa asker-sivil bürokrasiye ve İttihatçılara halkın tepkisi midir?
Meşrutiyetten sonra askerlik muafiyetlerine son verilen medrese talebeleri, ordudan tasfiye edilen alaylı subaylar ve erat gibi halk kesimlerinin mektepli subaylar, nazırlar ve mebuslar gibi iktidar odaklarına karşı bir hareketi değil miydi?
Hazır bir cevabım yok bu konuda. Devlet seçkinlerine karşı bir ayaklanmadır. Ne yazık ki, koyu sünni ideolojinin önderliğinde yürütüldüğünden olumlu görmek pek mümkün değil. Bu ayaklanmanın, Dersim’de yaşananlarla hiçbir benzerliği yoktur.
56. saydan 60. sayfaya kadar okuman yeterli, bahsettiğim bölümleri görmeniz için. Ama ben, Engels’in yazmış olduğu, 1891 tarihli giriş yazısını da okumanı tavsiye ederim; benim düşünceme göre, devlete dair, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” isimli kitabında savunduğu düşüncelerine uygunsuz düşünceleri savunuyor o yazıda.
Abdullah
THKO kuruluşunda, Deniz Gezmiş ne kadar etkilidir? Yani onun liderliği daha çok medya tarafından pompalanan bir masal mıdır? Yoksa H.İnan ile birlikte bu örgütün doğal bir lideri midir ?
Anonim
Komünizm gibi benzer akımlar, emperyalizmin kabul edilebilirliğini artırmak için emperyalistler tarafından ortaya çıkarılmıştır diye bir cümle okudum. Ekşi de 🙂 Ne dersiniz buna ?
Anarşist toplumda devlet benzeri bir otorite olmayacaksa intikam amaçlı ve kişisel nedenlere dayanan şiddet ve cinayetler nasıl engellenecek, nasıl cezalandırılacak, cezaların yeni intikam ve kan davalarına dönüşmesinin önüne nasıl geçilecek?
Anonim
Milliyetciligi tahammul edilebilir kilmak icin anti emperyalizmi cikarmislar.
Anonim
hep politika hep politika. acık da başka şeyler yaz. sıkıldık siyasetten valla.
Bu tür şeylerin önüne bütünüyle geçilemez elbette ama kan davasının ve diğer şeylerin koşulları ortadan kalkarsa bu tür vakalar büyük ölçüde azalacaktır. Devletin ve cezanın ise böyle şeyleri ortadan kaldırmadığı bugüne kadar fazlasıyla kanıtlanmıştır.
Gün abi, iki sorum var sana;
1- O dönem THKO ve THKP-C örgütlerinin SSCB ile temas kurdular mı ?
2- Yine THKO ve THKP-C’nin mafya ile herhangi bir ilişkisi oldu mu? Örneğin THKP-C’nin İstanbul’un arka mahallelerinde örgütlennme amacı var . O dönem oraları da mafya tarafından kontrol edilmekte. Yani bu bağlamda bir temas oldu mu?
Anonim
Peki, devletsiz, özgürlükçü, eşitlikçi toplumların kurulması, sınıfsal, ulusal baskı ve sömürünün son bulması (bu sanayi toplumunda mümkün olup olmaması bir yana) günümüzün modern karmaşık toplumlarının sorunlarına ne kadar yanıt verebilir? Eskiden var olmayan sosyal sorunlara nasıl çözüm bulabilir? Geçmişin eşitlikçi ve ilkel komünist toplumlarında insanların genel olarak sade ve iyi bir hayatı vardı, hayatlarından memnun ve mutlulardı belki ama günümüzün koşulları çok farklı.
Yusuf, Deniz’le birlikte ve silahlı çatışmayla yakalanmıştı. Dolayısıyla Yusuf, bu iki arakadaşın yanında, onları yalnız bırakmamaya, her an yanlarında olmaya özen gösterdi. Savcı ve mahkeme de onu öyle görmeye eğilimliydi. Kaldı ki, Yusuf bu örgütün önde gelenlerindendi. Her bakımdan. Gençlik hareketinde de ön planda bir arkadaştı.
Anonim
abi Deniz ve Mahir’in din ile ilgili düşünceleri nasıldı? Agnostik miydiler yoksa Ateist mi ?
Abdullah
Gün abi, yanılmıyorsam “İki Adalı” kitabında Mahir’in karakteri ile ilgili bazı şeyler yazıyordu. Bunlar, aşırı sinirli ve tavizsiz olmasına bağlı olarak örgüt içindeki birçok arkadaşının örgütten kopma noktasına gelmesi gibi durum tespitleriydi. Mahir’i ve o arkadaşları bilen birisi olarak sence bunlar ne kadar gerçekçi? Çatışmalarda polislerle girmiş olduğu diyaloglardan ne kadar keskin iradeli biri olduğu az çok belli oluyor. Ancak normalde nasıldı karakteri?
İki Adalı kitabını okumadım. Bence karakter tahlilleri üzerinden yorum yapmak yanlış olabilir. Her kişi tarihi ve toplumsal koşullara göre bir rol oynar. Tanıdığım kadarıyla Mahir, çok iradeli ve hatta hırslı bir arkadaştı.
Bu konuda onlarla hiç konuşmadım ama dönem devrimci gençlerinin hepsi gibi dine ve allaha inanmazlardı. Tamamen seculer bir yönelim içindeydiler. Ben de öyleydim, hâlâ da öyleyim.
Anonim
Resmî ideolojisiz devlet olur mu? Resmî ideolojisi olmadığı söylenen devletlerin resmî ideolojisi liberalizm midir?
Anonim
Sosyalist ile Komünistin farkı nedir ?
Anonim
SSCB’nin masonlarla mücadelesi olmuş mudur, olduysa ne şekilde gelişim göstermiştir?
Anonim
Prof. Dr. Rennan Pekünlü olayı hakkında ne düşünüyorsun?
bence özünde bir fark yok. Fakat II. dünya savaşı sırasında ve 1917 devriminden sonra Sosyalist enternasyonal derin bir yarılmaya uğradı ve yeni bir Komünist enternasyonal (Komintern) kuruldu. Bu tarihten sonra eski tip sosyal demokrat partilere sosyalist, yeni tip komünist partilere de komünist dendi.l Yani özde bir fark yok ama tarihi olarak böyle farklı kavramlaştırmalar söz konusu.
Liberal batı demokrasilerinde bildiğimiz anlamda bir resmi ideolojiden söz edilemez. Bu ülkelerde devlet kendini topluma içselleştirmiş ve dolayısıyla bütün ideolojileri bir ölçüde kapsar hale gelmiştir. Resmi ideolojili devletler dahae çok monolitik tipte olanlardır.
Enver Hoca, Arnavutluk devriminin önderidir. Ne yazık ki, Stalin’i model aldı ve onun kadar olmasa bile bir tek kişi ya da tek parti diktatörlüğü kurdu. Muhaliflerini öldürttü. en son öldürttüğü, yakın arkadaşı ve arnavutluk Halk ordusu’nun kurucusu Mehmet Şehu’dur. Bu diktatörlük de diğerleri gibi yıkılıp gitti sonunda. Mao’ya karşı ML hareketin (yani Sovyet karşıtı komünistlerin) liderliğini yapmaya kalkıştı. Bu partiler zaten küçüktü. E.Hoca bunları daha da küçülttü ve bunlar da Arnavutluğun yıkılışıyla birlikte yok olup gittiler.
Anonim
209no ile ilgili. Demir Küçükaydın şöyle bir yazı yazmış;
sanırım cevabı bilerek sordunuz. Özellikle ODTÜ’yü sorduğunuza göre. Ne yazık ki ODTÜ’de sosyalistler sekter ir çizgi izlediler. SD derneği başkanı İskender Odabaşıoğlu’na karşı da bir takım olumsuz davranışlar oldu bildiğim kadarıyla. ODTÜ’lü arkadaşlar daha iyi bilir. Benim bilgim uzaktan.
Çok fazla süreceğini sanmıyorum. 5 yıl içinde şu ya da bu şekilde yıkılacaklarını ya da dağılacaklarını düşünüyorum. 5 yıl sonra bana hatırlatın bu tahminimi 🙂
Abdullah
Umarım dediğiniz gibi olur :)Hangi parametleri ele alarak yapıyorsunuz bu tahmini 🙂
Kürt hareketiyle tatmin edici bir uzlaşma sağlayamayacaklar. Halk miuhalefeti canlı. ABD’nin arası AKP’yle hiç iyi değil. Ortadoğu bataklığına gömülmüş durumdalar. En kuvvetli ihtimal, ABD’nin halk muhalefetine üstü kapalı destek vermesiyle yıkılmaylarıdır. 27 Mayıs gibi bir ordu darbesiyle de gidebilirler.
Abdullah
Bence o darbeyi yapabilecek bir ordu yok şu an, her şey Mit’in kontrolünde.. Ayrıca yapsalar bile halk çok büyük tepki gösterir.
Türkiye’nin ortadoğu politikası ABD ile derin uyuşmazlık içinde.
Sylvia Plath
Abd, akp’den vazgeçmektense onu hizaya getirmeyi deneyecektir gün zileli. ulusalcı, anti amerikancı tandansları olan bir chp mhp koalisyon hükümeti riskini göze alamaz abd. üstelik rte şimdi görece daha etkisiz bir konumda. yeni başbakanla anlaşmaları daha kolay. ve bunu deneyecekler. zaten darbe olsa kimle yapacaklar? ordudaki ulusalcıları tasfiye ettiler. hatta hatta darbe yapma potansiyeli olanlar şimdi cemaat karşıtlığında akp ile ittifak içindeler. ulusalcılar akp’nin suriye politikasını aynen destekliyorlar. aydınlık okumuyor musun hiç?
bunları biliyorum. Ulusalcıların yönelimini de biliyorum. ABD açısından darbenin kolay bir alternatif olmadığını da. ama ortalık bir karışırsa darbe ABD’nin gündemindedir. Sen de bunu unutma.
Anonim
Doğu ile o kadar yıl arkadaşlık yaptın, Doğu’nun Kaypakkaya ile bir bağlantısı var mıydı? Onun dağa çıkmasına nasıl bakıyordu? Bir dost mu rakip olarak mı görüyordu?
Çüünkü 1972 yılında THKP-C’de bir bölünme oldu. Yusuf Küpeli silahlı mücadelenin yanlış olduğunu düşünmeye başladı. Mahir ise eski çizgide ısrar etti. Sonuçta Yusuf kesimi örgütten koptu ya da atıldı. Yusuf kesimi mahkemelerde bir ölçüde teslimiyetçi bir tutum aldı. Sanırım yüklenmenin sebebi buralara dayanıyor.
tabii ki. Kaypakkaya o zaman TİİKP MK yedek üyesiydi ve aynı zamanda Doğu Anadolu bölge komitesi sorumlusuydu. aralarında silahlı mücadelenin zamanı ve biçimi konusunda ayrılıklar vardı. Kaypakkaya silahlı mücadeleye behemahal başlamayı savunuyordu. Doğu ise daha ihtiyatlı bir çizgiden yanaydı. Sonuçta Kaypakkaya kendi tezlerini oluşturup (özellikle Kemalizm eleştirisi) kendi ayrı örgütünü (TKP-ML) kurdu. Ben bütün bunlar olurken hapisteydim. Doğrudan dahlim olmadı. O sırada biz içerdekiler de Kaypakkaya’nınkine benzer fikirler savunuyorduk. Ancak Doğu yakalanıp içeri gelince bizi kendi çizgisine (bir süreç içinde) ikna etti. Bunları Havariler’in başlangıç bölümünde ayrıntılarıyla anlatıyorum.
Abdullah
Peki Mahir’in insani yapısıyla ilgili söyledikleri hakkında ne düşünüyorsun abi ?
hortlak
Silahli mücadeleymis,mahircilikmis,kaypakkayacilikmis,denizmis..
Nedir bu ya? Türkiyeyi Ringonun ahirimi sanmistiniz ozamanlar? Iyi bir kötek hakketmissiniz..
Herkes yaşadıklarıyla ilgili farklı bir değerlendirme yapabilir. “Size nasıl geliyorsa öyledir.” Shakespeare
ozan
Merhaba Gün. Aybar’ın burjuva demokrasisine oldukça meyilli olduğunu belirtmişsin. 61 Anayasasının sosyalizme açık olduğu görüşü, altmışlarda TİP deneyimini legal çerçevede ilerletme çabası gibi unsurlar göz önünde bulundurularak Aybar’ın duruşu parlamentarizmle ilişkilendirilebilir muhakkak. Fakat Aybar’ın fikir evreninden söz ettiğimizde bu durumu ancak tali bir öge, konjonktürel bir tavır olarak nitelendirebiliriz. Aybar’da temel mesele demokratik yollardan iktidar olmak değil, hangi yolla kurulursa kurulsun demokratik bir yönetim gerçekleştirmektir. Bürokratizme karşı üretim ve yönetim süreçlerine emekçi kitlelerin egemen olmasıdır.
Sosyalist Devrim Partisi tüzüğünde yer alan şu cümle konuya yeterince ışık tutuyor:
”İster zor kullanarak, ister demokratik yollardan olsun, sosyalist devrimi ancak işçi sınıfı, emekçi halk yığınları yapar.”
Aybar’ın çok değerli fikirleri var elbette. Örneğin verdiğin örnek çok önemli. Yine de “burjuva demokrasisinin” kurumlarına fazla önem verdiği düşüncesindeyim. aybar üzerine (bütün yazdıklarını dikkate alan) daha derin bir teorik araştırma belki sorunu daha açık seçik ortaya koyabilecektir.
ozan
Ayrıca Aybar yatay örgütlenme formunu onermesiyle, Marx’ın yanında Proudhon’un da okunmasını tavsiye etmesiyle, Lenin’in merkeziyetciligine yönelttiği sert elestirilerle, özgürlükçü sosyalizm tasavvuruyla anarsizme oldukca yakın bir Marksist gibi görünüyor. Handiyse Marksizm ile anarsizm arasında salınan bir sosyalist…
Anonim
Toplumda egemen ve ezilen sınıfların dışında bir de orta sınıflardan olup da burjuva demokrasisi ve reformizmi yeterli bulan, liberal veya apolitik olan, düzenin ve hayatların değişmesini istemeyen, düzen karşıtlığını ve devrimciliği kendilerine tehlikeli bulan insanlar var. Devrimciler ve anarşistlerin bu insanları kazanması nasıl mümkün olabilir?
öncelikle onlarla dostça ve içtenlikle ilişki kurarak.
Bekir Sami
Merhabalar;sizce aydınlık hareketinin dönemsel olarak çok yoğun taktiksel değişikliklere girmesinin,mesela bir dönem savunduğu bir politikanın 4-5 yıl sonra tamamen değiştirilmesinin nedeni nedir?
Bunları örneklemek gerekirse;mesela 74 savunmasında demokratik halk savaşını savunup sonra bu yönde hiçbir adım atmaması,yine aynı savunmada Mustafa Kemal’i neredeyse faşist olarak görüp,ağır eleştiriler getirip 4 yıl sonra TİKP kurulurken yanılmıyorsam Anıtkabirin ziyaret edilmesi yada aydınlıktan ölümünün kırkıncı yılında Mustafa Kemali selamlıyoruz diye yazı yazılması.Bu arada yine 70’lerin ilk yıllarında,kuruculacak halk cephesinin komutanı Mustafa Kemal’dir diye Perinçek’in yazı yazması ama sonra dediğim gibi 74 savunmasındaki tavır ortada.PKK ile önce çok çatışmalı bir durum olması ama sonra seçim ittifakına kadar ilerletilecek bir dostluğun geliştirilmesi ama sonra yeniden tamamen düşman saflara geçilmesi.Bugüne gelirsek Ergenekon mahkemesinde gladyonun en tepedeki üç ismi olarak Abdullah Gül,Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülenin sayılıp hapisten çıktıktan sonra sadece Fethullah Güleni gladyo kabul etmesi ve Tayyip Erdoğana yaptığı operasyonlarda destek vermesi.Tsk ile ilgili 5 ay öncesine kadar falan amerikancı bir darbe önümüzdeki süreçte olabilir diyip,bugünlerde ise TSK’yı neredeyse antiemperyalist görmesi.Sizce bu kadar yoğun dönüşlerin nedeni ney?
Çok güzel özetlemişsiniz. Bu sorunuza iki kelimeyle cevap vereyim öncelikle: Stalinist reelpolitika. Reelpolitikanın mantığı nedir? Bunun mantığı; 1. iktidarı ele geçirmek için her yolun mübah olmasıdır; 2. Buna bağlı olarak her türlü güç ilişkisine göre hareket etmektir. Buradaki tek ilke budur. Bunun ötesinde ilkesizliğin ilke olarak benimsendiğini söyleyebiliriz. Sizin verdiğiniz örneklerden hareket edecek olursak, Aydınlık hareketi 1980 sonlarında PKK’ya neden yaklaşmıştır. Bu hareket o sırada ülkede iki önemli güç odağı tespit etti. Biri TSK; diğeri PKK. Hesabını şu şekilde yaptı: Eğer PKK’yla işbirliği yaparsak Kürt bölgelerinde güçlenir ve bu örgütün legal alandaki şemsiye örgütü olarak epeyce oy alır ve parlamentoya gireriz. Parlamentoya girerek de iktidar için önemli bir güç toplamaya girişiriz. Diğer yandan orduyla da temasımızı sürdürmeliyiz. Orduya “bakın biz PKK’yı ehlileştiriyoruz aslında, onu legal plana çekiyoruz ve silahlı mücadeleden vazgeçiriyoruz” dersek ordu kanadında da güç toplarız. Tabii ki bunlar bağdaştırılması zor taktiklerdi. aslında D.P. kadar usta bir politik dansçı (reelpolitiker) olan A.Öcalan, başlangıçta bu flört yaklaşımına olumsuz yaklaşmadı. D. Perinçek’in yaklaşımlarına olumlu cevap verdiği bile söylenebilir. Ama D.P.’nin kendi sırtından güç toplama planını o zaman PKK açısından uygun bulmadı ve “şemsiye parti” önerisini reddetti. Bunun üzerine D.P. ordu nezdinde PKK aleyhtarlığıyla güç toplama siyasetini yürürlüğe koydu. Son verdiğiniz örneğe gelecek olursak, burada da reelpolitika konuşmaktadır. Sadece F. Gülen’in hedef alınmasının nedeni, cemaatin muhalefete düşmesidir. İktidardaki AKP’den bir himaye bekliyorlar. Zaten bu himaye sayesinde dışarı çıktılar. Bence çıkmadan önce de sizi destekleyeceğiz diye söz verdiler. AKP’yi bir iktidar gücü olarak önemsiyorlar. Bütün mesele budur. Bu hareket reelpolitiker olduğu için daima iktidarlara ve yükselen güçlere oynamıştır. İçeri düşmelerinin sebebi ise durumu tahmin edemeyip orduya oynamalarıdır. AKP’nin bu kadar baskın çıkacağını hesaplamamışlardı. Bu sitedeki şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim: http://www.gunzileli.com/2014/04/07/perincek-mao-ve-ittifaklar-sorunu-uzerine/
Anonim
Dersim katliamı bir zorunlulukmuydu ? (lütfen cevap verin çok mühim )
Hiçbir katliam zorunlu olamaz. “Zorunluluk”, devletlerin cinayetleri için uydurduğu bahanedir.
Küçük Robespierre
Sosyalist-solun “gericilik” vurgusundan niçin rahatsızsınız? AKP hegemonyasının üstyapısını dinci-gericilik oluşturmuyor mu? Sosyal hayata her gün din temelinde müdahale edilmiyor mu? Gericilik yoksa veya önemsizse IŞİD tehdidi ne oluyor? Din ve mezhep farklılıklarının sonuna kadar kullanıldığı savaşlar içinde çırpınan Ortadoğu’ya yeni bir Aydınlanma atılımı gerekli değil midir?
Gericilik-ilericilik paradigması çökmüştür de ondan. Bugün en “ilerici” olanlar dincilerdir. Onların HES’lere, ağaç kesimlerine, asfalt vs. yapımlarına bütün gücüyle direnenler ise dünün sanayileşme taraftarlarıdır. Bu paradigma değişimi kavranmadan hiçbir şey kavranamaz. Sol bugün AKP’nin “modernleşme” ve “şehirleşme” planlarına karşı direniyor ama neden direndiğini kendisi de aslında bilmiyor. Şöyle bir baksa, solun geçmişte savunduğu ilerlemeciliği bugün gerçekleştirenin AKP ve diğer islamcı örgütler olduğunu görecek. İdeolojik plandaki “gericiliğe” gelince. Bu da bir hayli tartışmalıdır. Aydınlanmada insanlığın devrimci mirasına ilişkin çok şey vardır ama reddedilmesi gerekenler de bir haylidir. Aydınlanma, geçmişte insanlığı karanlığa boğan birçok unsura karşı mücadele ederken o karanlığın içindeki kadim ışıltıları da reddetmiştir. Salt akılcılık ruhu öldüren bir etki yapmıştır. velhasıl bütün bu ve buna benzer noktalar dikkate alındığında gerici-ilerici paradigmasının yıkıldığını düşünüyorum. Bunun yerine devrim-kapitalist sistem paradigması konmalıdır. IŞID vb’nin kapitalist sistemin dışında olduğunu düşünmüyorum.
Abi Kuzey Kore ile ABD arasındaki gerginlik tırmanıyor. Sana yeni bir görev düştü; Kuzey Kore’deki rejimin ne kadar feci bir şey olduğunu tekrarlayıp duran “insan hakları emperyalizmi” korosuna senin de katılmanı bekliyoruz.
Artakalan
Merhaba Gün abi. Aydınlık hareketinin tarihini (içinden veya yakınından) anlatan, 70’li / 80’li yılları kapsayan anı türünde kitap söyleyebilir misin? Senin kitaplardan birinde Cıravoğlu’nunkine atıf yapmışsın, ama daha fazlası lazım. Kendim aramayıp doğrudan burdan sordum, kusura bakma.
Ne yazık ki, pek yok. O geleneğin içinde olup da anı yazmak yürek ister. Sonuç olarak, bildiğim kadarıyla benim ve ömer Faruk ciravoğlu’nun dışında anı yok. Oral’ın anıları aydınlık hareketini kapsamaz. 68’le ilgili anekdotlardır.
Artakalan
Resmi tarih tarzında da olabilir, ne bileyim Kaynak Yayınları’ndan çıkan falan. Seninkilere paralel karşılaştırarak okunabilecek bişeyler olsun yeter.
TİİKP Savunması var. Durmuş Uyanık’ın anıları var. Adı Zeytin Ağacı’ydı galiba. onu da şimdi hatırladım. Hasan Yalçın7ın aydınlarla ilgili kitabı var.
Artakalan
Hasan Yalçın’ın kitabı derken, Çandar, Uluengin falan, çeşitli portreler üzerine yazdıklarından oluşan “Dönekler” mi? Aydın meseleleriyle ilgili başka kitapları da var çünkü.
Şimdilik bana yeter zaten bu kadarı. Teşekkürler abi.
Dünya üzerindeki devlet örgütlerinmelerinde sizce sosyalist ülkeler var mıdır gün itibari ile ? Varsa size göre hangi ülkelerdir bunlar ? Ve özel olarak en azından anarşist tarzda yapılanmış olan toplum/toplumlar ?
Kendisini “sosyalist” olarak tanımlayan devletler var: Küba, Kuzey Kore, Çin. anarşist tarzda yapılanmış bir toplum yok. Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklar var çeşitli yerlerde.
Anonim
merhabalar gün abi. sosyoloji derslerinde duyduğum bir şey var: buna göre, marx tarih anlayışında komünizm evresinden sonra üretim tarzında hiçbir dönüşüm öngörmüyormuş, tarih marx’a göre komünist aşamada sonlanıyormuş. okuduklarımdan aklımda kaldığı kadarıyla, üretici güçlerin mevcut üretim ilişkileriyle uyuşmazlığı devrimi doğuran temel etkendi marx’ta (bu arada bu “uyuşmazlık”tan, “çelişki”den neyin kast edildiğini anlamadığımı söyleyeyim). bu mantıkla aynı şeyi komünist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir düzen için de söyleyemez miyiz: komünist üretim ilişkilerinin üretici güçlerle örtüşmediği bir dönüm noktasında, bu çelişki yeni bir düzene gebe olabilir? kim bilir, belki gerisin geri tekrardan sömürücü bir düzene dönebiliriz. şu durumda, marksizmin tarihi komünizmde sonlandırdığı doğru bir yorum mudur?
Marx’ın böyle bir fikri olduğunu sanmıyorum. Yani tarih belli bir üretim tarzıyla sonlanır diye bir şey yok. Yalnız Marx’ın paradigmasında temel sakatlık bence sosyalist ya da komünist üretim tarzını üretici güçlerin gelişmişliğine bağlaması. Bugünlerde bu paradigmanın sakatlığı ayan beyan görülmekte. Bugün üretici güçleri doğanın, canlıların ve insanın aleyhine amansızca geliştiren neokapitalizm, buna direnen ise sol ve devrimci güçlerdir. Marx’ın bu teorisi tarih tarafından yanlışlanmıştır, fakat Marksist arkadaşlar bunu tam anlamıyla bilince çıkarabilmiş değil. Marksistleri, bu teorinin eleştirisi gibi önemli bir görev beklemektedir.
Anonim
239’daki cevat’a verdiğiniz cevap dikkatimi çekti. Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklar nerede var?
Avrupa’nın ve ABD’nin çeşitli yerlerinde var. Kopenhag’da Cristiyana denen bölgede var vb.
Bekir Sami
Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklara devlet nasıl yaklaşıyor? Devlet böyle bir düzenin kurulmasına nasıl, hangi şartlarda izin veriyor? Diğer taraftan bu pratikler başarılı bir şekilde uygulanır ve bunların propagandası yapılabilirse, bu komünal deneyimler yayıla yayıla devletlerin çökertilmesine doğru ilerlenemez mi?
Gün abi aydınlık gazetesi yunanistan’da syriza’nın seçimleri kazanmasını millli sol kazandı diye manşet yaptı…mesela syrizanın başkanının röportajını okuyorum…zorunlu askerlik kaldırılsın diyor…lgbbt evlilikler yasallaşsın diyor…esrar yasallaşsın diyor…perinçekgiller ulusalcılar mesela bu taleplerin neresinde duruyor…yunanistanda millik başka tc de millilik başka mı abi?bir aydınlatsan bizi…
Aydınlık’ı okumadım. Bugün okuyabilirsem bu konuda bir yorum yapabilirim. Ama Syriza’nın, onların anladığı anlamda ulusalcı olduğunu sanmıyorum. Syriza ÖDP’ye daha çok benziyor.
Anonim
Sovyetler kendi halkından ne diye bahsediyordu ? Sovyet mi diyorlardı yoksa Rus mu yoksa ırk farklılıklarını dikkate laıyorlar mıydı ya da daha başka bir şey?
Hiçbiri. Çünkü devletle gerçek sosyalizm birbiriyle çelişir, bağdaşmaz.
Anonim
Sosyalizm, benim üye olduğum partinin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, başka herhangi bir partinin sosyalist üyelerinin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, halkın seçtiği çok iyi, çok vicdanlı bir sosyalistin çok iyi yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, halkın seçtiği çok solcu bir hükümetin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, ilerici subayların, iyi niyetli aydınların, kahraman gerillaların gerçekleştirebileceği bir toplum düzeni değildir.
Sosyalizm, işçi sınıfının kendi kitlesel eylemiyle toplumu değiştirip kendi iktidar organları yoluyla kendi kendini yönettiği toplum demektir.
(“İşçi sınıfı” ifadesine takılanlarınız olacak, biliyorum, ama şu anda o konuya girmeyelim. İsteyen “emekçiler”, “çalışanlar”, “mülksüzler” filan diye düşünsün, farketmez, kimlerden bahsettiğimiz belli.)
Bu söylediklerim benim tercihlerimin ifadesi değil. “Böyle olsa daha iyi olur” demiyorum. “Böyle olmak zorundadır, başka türlü olmaz” diyorum.
Sosyalizm, ancak geniş emekçi kitlelerin kendi eylemi sonucu olur, çünkü kendi kendini yönetecek olan kitleler ancak o eylemin içinde çağların pisliğinden, mevcut düzenin dünya görüşünden, inançlarından, alışkanlıklarından, yamukluğundan kurtulurlar. Düzeni değiştirme eyleminin içinde kendileri değişirler.
Yani sosyalizme geçişte, kitlelerin kendi eylemi “olsa ne güzel olur” değil, “olmazsa olmaz” koşuldur.
Mevcut düzenin yerine başka bir düzen yaratma sürecinde geniş emekçi kitleler kendi yönetim organlarını oluşturur ve ancak bu süreç içinde oluşturur. Bu organlar onlara yukarıdan verilemez, hediye edilemez, onlar adına yönetilemez.
Daha güzel bir toplum için harekete geçen emekçi kitlelerin eylemi, tarih boyunca, iş bırakma, işyerine el koyma, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için tabanda örgütlenme, mevcut iktidarı kabullenmeme, aşağıdan yukarı doğru kendi iktidarını kurma şeklini almıştır.
Kapitalizm çağında hiçbir devrim, geniş kitlelerin silahlanıp mevcut düzenin ordusunu yenilgiye uğratmasıyla olmamıştır. Geniş kitleler silahlı değildir, silah kullanmayı bilmez, düzenli ordu gibi davranamaz, düzenli bir orduyu yenemez. Mevcut düzenin ordusu, yenildiği için değil, sokaktaki milyonlardan etkilendiği için, onların üzerine ateş açmayı reddettiği için dağılır.
Geniş emekçi kitlelerin gücü, silah veya şiddetten değil, kitlesellikten, toplumun çoğunluğu olmaktan ve üretim yapan sınıf olmaktan kaynaklanır.
Şiddet kullanmak, mevcut toplumda şiddet tekelini elinde bulunduran ve bunu profesyonelce kullanan egemenlerin işine gelir, geniş kitlelerin değil.
Sosyalizm hakkında söylediklerimi gerçekçi bulmayabilirsiniz. Gerçekleşme ihtimali olmadığını düşünebilirsiniz.
Gerçekçi olup olmadığı başka mesele. Onu başka zaman tartışırız.
Ama yukarıda anlattığım sosyalizm ile şiddet arasında hiçbir ilişki yoktur, tarihsel olarak olmamıştır, teorik olarak zaten olamaz.
Soğuk savaş döneminde misal 60’lı yıllarda Türkiyede Sovyet yanlısı bir devrim olsa, komünist bloğun Akdeniz’e açılmasına bağlı olarak dünya siyasetinde ağır bir denge değişikliği yapacağını öngörmek ne kadar gerçekçi? Böyle birşey olsaydı Baas rejimli Arap ülkeleri de bundan etkilenir miydi ?
Doğrusu nasıl cevap vereceğinizi çok merak etmekle birlikte cevabınızın muhtemelen bende hayal kırıklığı yaratacağı için neredeyse yıllardır bende duran bir soru var.
Kürt hareketinin paradigmatik tartışmalarını izlemediğiniz belli.
Fakat bu soğukluk ve uzaklığın nedenini çok merak ediyorum.
Kendini anarşist olarak adlandıran biri olarak siz yıllardır “iktidar” kavramı ile cebelleşen bu tartışmaları ve Abdullah Öcalan’ın yeni kavramsal kuramsal çercevesini nasıl inceleme isteği bile duymazsınız çok merak ediyorum.
Meramım niye Kürt hareketine düşüncelerine yakın olmamanızın nedenlerini anlamak değil. Nasıl olur da bu konuda inceleme bile yapmazsınız bunu merak ediyorum.
Ek olarak bu kanıya tüm yorumlarınızdan varmak mümkünken doğrudan A.Öcalan’ın savunmalarını hiç okumadığınızı belirten bir yorumunuzu da bu sayfadan okuduğumu eklemeliyim.
bence güzel bir soru…kürt hareketi üzerine niye inceleme yapmıyorsunuz o kadar incelemeniz varken…ve apdullah öcalanın kuramlarını niye incelemiyorsunuz…
Benim hiçbir konuda incelemem yoktur. Sonuç olarak araştırmacı ya da incelemeci yazar değilim. Ben sadece fikri makaleler yazarım. Neden bu konuda makaleleriniz yok derseniz, Kürt sorunu kategorisine bakmanızı öneririm. Öcalan hakkında doğrudan doğruya birkaç makalem var, eleştirel. Bunun ötesinde çok fazla bir şey yazmak istemiyorum içerideki insanlar hakkında. Bu sadece Öcalan’a mahsus bir durum değil, genelde böyle. ayrıca Kürt meselesi bölümünde, “Demokratik özerklik”i nasıl değerlendirdiğim ortada. Bunun ötesinde ne yazmamı istersiniz?
ali
Kürt olmanın en güzel yanı bu derdini pek anlatamıyorsun:)
Ben özce şunu sormuştum. Kürt hareketinin teorik argumanlarını bilimiyorsunuz.(Bakın Kürt sorunu hakkında düşünceleriniz yok ya da düşünceleriniz yanlış demiyorum) bu argumanları bir anarşist olarak merak bile etmemenizin nedeni ne?
Örneğin Kürt hareketinin “sınıf” kavramını şuan nasıl açıkladığını yine iktidar ve devlet meselesine nasıl açıklamalar getirdiğini okuma ihtiyacı neden hissetmiyorsunuz.
Öğrenmeyi istememenizin nedenini merak ettim. Yoksa bu perspektifi size aktarmayı istememiştim. Ha kendimce aktarabilirim tabi ama verili bu durumun nedenini öğrenmeyi istiyorum. Muhtemel nedenleri tahmin ediyorum ama öyle olsun istemiyorum isterseniz tahminimi aktarabilirim tabi.
Dilim döndüğünce aktarayım. Bu tamamen önyargıdan kaynaklanıyor. Önyagınızına ilişkinde birkaç madde söyliyem;
1 Kürt Hareketi zaten ulusal bir hareket. İçinde üst sınıf da var alt da. E bu yapıyı birarada tutan tutmaya çalışan bir önderlik var bu önderlik devrimci gelişkin bir teori ortaya koyamaz.
2 Abdullah Öcalan size klasik reel sosyalist önderlerden biri. İktidarcı ve kendine odaklanmış. Böyle biri farklı özgün ve demokratik bir paradigma geliştiremez
3 Kürt Hareketinin güncel siyasi açılımılarını yorumlamak yeterli zaten derinlikli bir teori geliştirmelerini beklemek yanlış
bu önyargılar sizi Kürt hareketinin yeni paradigmasını merak etmekten alıkoyuyor. Birde yanlış değilsem SAPAK taydı yeğeninizle Kürt meselesi ile ilgili bir diyalogunuz vardı Kendisine ailedeki askeriye geleneği ile ilgili bir kemalizm göndermesi yapıyordunuz o da aynı durumun sizin içinde geçerli olduğunu söylüyordu. Bu durumun bunca düşünsel evrimden sonra hala sizde etkileri var mı bilmiyorum. Ama bir olasılık da bu ne yazık ki
ali
tabi benim tahminim üzerine düşünür ve fikrinizi de söylerseniz sevinirim
Anonim
Sayın Zileli, günümüzde Türkiye’de komün hayatı yaşamak için asgari düzeyde maddi olarak ne gerekir? Sadece ideolojik açıdan sormuyorum. Geçim derdi açısından da soruyorum. Siz bir yazınızda yaklaşık 560 lira parayla bir ay geçindiğinizi söylemiştiniz. Diyelim ki bizim gibi aynı dünya görüşüne sahip ve maddi durumu kötü arkadaşlar yan yana gelseler ve dayanışma ile daha güzel bir hayat yaşamak için komün tarzında bir şey kursalar bu işe nereden başlamak lazım? Başlangıç için ne kadar para koymak lazım? Komünde tarım ve hayvancılık mı yapılır? Bu işler nasıl olur? Siz nasıl yaşıyorsunuz? Deneyimleriniz nedir?
Önce düzelteyim. Ben 560 tl ile geçinmiyorum. ingiltere’den her ay gelen 541 tl. söz konusu. Bu da ingiltere dışında yaşayan işsiz İngiliz vatandaşlarına bağlanan kısıtlı bir gelir. Yoksa 560 tl ile geçinmek mümkün değil. Ev kiram bile 750 tl. Bulunduğum ve yaşadığım yerin deneyimleri bu sorularınıza cevap vermeye yeterli değil. Elbette arkadaşlar arasında bir dayanışma söz konusu, o başka. Dünyada çeşitli komünal deneyler var. Bunların incelenmesi gerekiyor ama bu aslında oldukça güç bir konu. Yani kapitalizm şartlarında komünal yaşam kurmanın önünde büyük zorluklar var.
ali
Kürt hareketine ilişkin önyargılarınıza görüş bildirmiştim. bu konudaki fikrinizi paylaşmadınız. Neden acaba?
Gençlik döneminden arkadaşım olur. Bir an önce çıkmasını dilerim.
Anonim
Peki Jivkov hakkında ne düşünüyorxunuz? Türk medyasında gösterildiği gibi gerçekten faşist bir insan mıydı? Asimilasyon politikası varmıydı varsa hangi amaç içindi?
peki üniversite yıllarınızda ne düşünüyordunuz M Kemal ile ilgili ? Kemalist miydiniz ya da en azından sempatiyle mi bakıyordunuz? Çünkü o dönem Kaypakkaya grubu dışında pek itici bulan yok gibi Atatürk’ü ?
Atatürkçülüğü anti-emperyalizm olarak görüyor ve onaylıyorduk.
Anonim
Sizce bugüne kadar sosyalist sistemin halkına ve insanlığa zarar vermeme ve faydalı olma anlamında en güzel örneğini uygulayan devlet hangisi olmuştur?
Anonim
Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov hakkındaki kısa kısa ve olumlu/olumsuz (bu kısmı size kalmış) fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?
Kruşçev: Stalin’in cinayetlerine ortak olduğu halde kendi döneminde kısmi bir destalinizasyon başlatması (toplumun eğilimine uygun olarak) olumluydu.
Brejnev: Restalinazsyonu başlattı. Dönemi “durgunluk” dönemi olarak tanımlanır. Onun döneminde rüşvet ve yiyicilik aldı başını gitti. Monolitik stalinist yapıyı restore etmeye çalıştı.
Gorbaçov: Yeniden stalin’in sorgulanmasını başlattı. Daha şeffaf bir toplum özlemini giderdi. Ancak çürümüş bir toplumsal sistemi yenilemekte başarılı olamadı. SSCB onunla birlikte çöktü.
Bakın ben araştırıp uzun uzun düşünüp sorgulayıp değil de mantıken ve kısa düşünmeler sonucunda agnostik oldum. yani aslında agnostisizm tam olarak nedir onu da bilmiyorum ancak en azından bilinemeyecek bir mesele olduğunu düşünüyorum tanrı konusunun. fakat bütün dinler kesin olarak yapay geliyor. ve size şunu sormak istiyorum Kur’an içinde birçok çelişki bulunmakla birlikte son derece edebi bir dile sahip, peki ya bu kitap nasıl oluştu? Yani Muhammed bunu tek başına nasıl ortaya getirdi sizce ?
Bildiğim kadarıyla Muhammed getirmedi. Sonradan derlendi. Ayrıca Kiranı yazanlar, Tevrat ve İncil’den bir sürü hikâye aktarmışlardır.
Anonim
Kuran’ın derlenişi konusunda;
Bazı Müslümanlar Yusuf, Fatiha, Felak ve Nas surelerinin Kuran’dan olmadığını, Kunut dualarının ise Kuran’dan olduğunu savunur;
Acâride, Abdulkerim b. Acred’e uyanların oluşturduğu Hâricîlik koludur. Kurucusu hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen bu kolun başlıca görüşleri şunlardır: Yûsuf sûresi Kur’ân’dan değil, yalnızca bir kıssadır. Böyle bir aşk kıssasının Kur’ân’da yer alması câiz değildir. http://samil.ihya.org/ansiklopedi/haricilik.html
İbn Mes’ûd (r.a.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve “Kur’ân’dan olmayan sözleri ona karıştırmayın. Zira bu iki teavvüz Allah’ın Kitabından değildir. Peygamber (a.s.) Efendimiz bu ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah’a sığınmayı emretmiştir.” diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi http://www.ikraislam.biz/html/esbabinuzul/113.htm
İbn Mes’ud’un, özel mushafında Fatiha ve Muavvizeteyn surelerinin yer almadığı, Ubey b. Ka’b’ın özel mushafında da Kunut dualarının bulunduğu haberlerine (44) gelince, bu rivayetlerin aslı olmayabilir. Nevevî, ‘Şerhu’l-Mühezzeb’de bu rivayetlerin batıl olduğunu söylemiştir, İbn Hazm’da “Bu İbn Mes’ud’a iftiradır” (45) demiştir. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kur-an-in-muhafazasi-ve-yakilma-hadisesi-3#.UZELIEqkMsw
Anonim
Peki Kur’an ve İslamiyetle ilgili önerebileceğiniz iyi bir eleştirel kitap var mı ?
Anonim
Süyûti’nin aktardığı bir hadise göre Ebu Yunus’un kızı şunları söylüyor:
“Babam 80 yaşındayken, Aişe’nin Mushaf’ında bana şunları okumuştu.(Burada Ahzab suresinin 56. ayeti okunuyor. Sonra burada bulunmayan şu parçayı okuyor): …Ve alellezine yusallûne’s-sufûfe’l-evvele=ve birinci saflarda namaz kılanlara da (Tanrı ve melekleri salat eder). Bu ayeti Osman mushafları tağyir etmezden önce böyle okuyorduk.” (Süyûti, el-İtkan, 2/32)
Ayrıca Aişe’nin tanıklığı da bu doğrultudadır:
Aişe de Osman’ın resmi mushafları yazdırmadan önce Ahzab suresinin 200 ayetken, bu olaydan sonra 73 ayete düştüğünü dile getirir. (Süyûti, el-İtkan, 2/32)
Süyûti’de, ünlü Übeyy ibn Ka’b ile Zerr ibn Habiş arasında şu konuşmanın geçtiği aktarılır:
– Ahzab Suresini kaç ayet sayarsın?
– 72-73 ayet.
– Hayır, bu sure ayet sayısı yönünden Bakara Suresine denkti (286 Ayet)
(Süyûti, el-İtkan, 2/32)
“En belliğû kavmena. En kad lakîna Rabbena . Fe radiye anna ve radina anhu.”, “Toplumumuza bildirin ki; biz Rabbimize kavuştuk. O bizden hoşnut oldu, biz ondan hoşnut olduk.” Bu ayet Bi’r Maune’de savaşta öldürülen Müslümanların öldükten sonra neler dediğini anlatıyordu ve Kuran’dan bir parça olarak okunurdu.
Müslim: Es-sahih, Kitabu’l-mesacid 297 Hadis no: 677
“Aşru radatin ma’lûmatin yuharrimne”, “(bir kadın memesinden) belli olan on kez emme (süt kardeşliklerinden dolayı evlenmelerini) haram kılar.” sözü indirilen ayetlerdendi. Sonra “Hamsu radaatın ma’lûmatın”, “belli olan beş kez emme haram kılar” ayeti ile hükmü değiştirildi. Peygamber öldüğünde bu ayet Kuran’dan bir parça olarak okunuyordu.
Müslim: Es-sahih, Kitabu’r-Rada 24-25 Hadis no: 1452
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)’i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
“Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’i hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitab’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: “Ömer Allah Teâla’ nın kitabına ilâvede bulundu” demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah’a) yazardım.”
Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu’l-Ensar 46, Megâzi 21, İ’tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).
Anonim
Turan Dursun’dan;
Buhari’nin “e’s-Sahih”inde şöyle deniyor: “Fe-ersele ilâ külli ufkin bi-mushafin mimmâ nesehû ve emere bi-mâsivahu mine’l-Kur’ani fî külli sahîfetin ev mushafin en yuhraka.” Türkçesi: “(Kurul) her çevreye (önemli merkezlere) resmi Mushaftan, yani çoğalttıklarından gönderdi ve Kur’an’dan bunun dışında kalan ne varsa, ister bir sahife, ister bir mushaf olsun; yakılmasını buyurdu.” (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu Fedâi’li’l-Kur’an, 3 Babu Cem’il-Kur’an, c.6, s.99.) Bu karara göre Hafsa’daki mushafın da yakılması gerekiyordu. Ama Hafsa’nın kişiliği, Peygamberin karılarından biri olmasından kaynaklanan etkinliği ve ağırlığı sağlığındayken bunun olmasını engellemişti.
–
Kurtubî dayanak alınarak, “Yemame’de 70 kurra”nın öldürüldüğü ileri sürülüyor. “Kurra”, “Kur’an’ı çok okuyan, ya da çok iyi okuyan, Kur’an uzmanı” demektir. Bu nitelikteki biri “HAFIZ” olabilir de, olmayabilir de. Abartmalı yorumlarla “hâfız” sayısı arttırılırken, “yüz”lerceye, “bin”lerceye çıkarılıyor! “Yalanın sınırı yok ki çıkarılmasın! Ali Bulaç, 2000’e Doğru’da yer verilen yazısında bunu yapıyor. “Tarih”i, “bilim”, “akıl”, “mantık” ölçülerini umursamazcasına, “Yemame savaşında, üç bin kişinin Kur’an hafızı olduğu”nu, bunlardan “700 kişinin şehid düştüğü”nü, “geriye 2300 hâfız kaldığı”nı ve “bunların Medine’ye sağ salim varmayı başardığı”nı yazıyor. (2000’e Doğru, 5.6.1988, S.16.) Oysa yukarıda belirtildiği gibi, Süyûti’de, Kurtubî’den, “Yemame’de, 70 kurranın öldürüldüğü” aktarılırken bile gerçeği abartmasız dile getirmiyor. Bulaç’ın yazısında bu abartma, daha da şişirilerek “70” sayısı, “700”e çıkarılıyor. Dinsel çevreler neler yapabiliyor, varın düşünün! Gerçek bütünüyle başka. “Peygamber döneminde, Kur’an’ı ezberlemiş olanlar”ın sayısının “dört” olduğunu açıklayan “Enes hadisi”ndeki sayı bile, gerçeğinden daha abartmalıdır. Yani gerçekteki sayının bundan daha az olduğu bile savunulabilir. Peygamber döneminde Kur’an tamamlanmış değildi daha. Onun için, Peygamberin döneminde “Kur’an hâfızı vardı” demek bile, bugünkü anlamına pek uymaz. Neden ki bugünkü anlamıyla “hâfız”,”Kur’an’ı tümüyle ezberlemiş kimse”dir. “Kur’an okuyan”ların sayısı kuşkusuz, giderek artmıştır. Ama eskilerin “hâfız” diye nitelediklerinin tümünü, bugünkü anlamıyla “hâfız” diye almak yanlıştır. Kur’an’dan bir parça ezberlemiş olan kimseye de “hafız” denirdi. Bugünkü anlamıyla “hâfızlık” geleneği, çok sonraki yüzyıllarda başlamıştır. Kur’an’ın derlendiği dönemlerde bu gelenek, yok denecek ölçüde önemsizdi.
–
Kısaca şu belirtilmeli ki, bugün eldeki Kur’an’ın metni, yazısı ne olursa olsun; kimi sözcükler, cümleler, kimi yerde anlamları bile değiştirecek nitelikte değişik biçimde okunuyor uzmanlarınca. Ve bu “okunuş”ların çok önemli bir kesimi sağlam kabul edilir. Yani bunlara karşı çıkılmaz. Bunlardan kiminde yalnızca “hareke” değişikliği vardır. Örneğin Maide Suresinin 6. ayetindeki bir sözcük, eldeki Kur’an’ın sünniler kesimindeki harekelenişine göre “ercüleküm” okunuyor. Buna göre anlam: “Ayaklarınızı da yıkayın!”dır. İbn Kesir, Ebu Amr, Hamza ve Ebubekir’in okuyuşuna göre “ercüliküm ” biçimindedir. O zaman anlam değişiyor, “ayaklarınızı da meshedin!” oluyor. Bu nedenle bir kesim (özellikle sünniler), abdestte “ayaklar”ın “meshedilemiyeceği”ni, “yıkanması” gerektiğini ileri sürerken, kimileri “meshetme”nin yeterli olacağını savunur. (Bu konudaki vecihler ve hükümler için bkz. Abdurrahman Ebu Zer’a, Huccetu’l-Kur’an, Beyrut, 1984 s.219-221.) Sormak gerekir: Muhammed döneminde bu sözcük nasıl okunuyordu? “Ercüliküm” biçiminde mi, “ercüleküm” biçiminde mi? İkisi birden olamaz. Kiminde “illet harfleri”nde değişiklik vardır. Bu da pek çoktur. Kiminde sözcük “tekilken”, kimi okuyuşta “çoğul”dur. Buna da pek çok rastlanır.
–
Aişe’nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: Âişe -Tanrı kendisinden hoşnut olsun- bana, bir mushaf yazmamı buyurdu. Ve: ‘Şu ayete (Bakara Suresinin 238. ayetine) gelince, bana haber ver!’ dedi. (Ayet: Hâfizû ale’s-Salavati ve’s-salavati’l-vustâ= Koruyun namazları! Ve (özellikle) vustâ (orta) namazını! diye başlıyor). Bu ayete gelince haber verdim. O zaman ayeti bana şöyle yazdırdı: ‘Hâfizû.. ve salati’l-asri=Ve ikindi namazını (koruyun). Ve kûmû lillahi kânitîn= Ve Tanrı’ya boyun eğerek ayağa kalkın (namaza durun)! (Âişe) şunu da söyledi: ‘Tanrı’nın rahmet ve selâmı üzerine olsun, Peygamberden de bu âyeti ben böyle duymuştum.’ Aynı konu, Hafsa’dan da böyle aktarılır. Ebu İsâ: “Bu hadis, ‘hasen’dir (güzel), ‘sahih’tir (sağlam)” dedi. (Hadis için bkz.Tirmizi, Sünen, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, c.5 s.217, Bab:3, hadis no:2982) Hadiste yer alan ayetteki “ve salâti’l-asri” sözü, elimizdeki Kur’an’da yoktur. “E’s-Selâtu’l-vustâ”nın bir “tefsir”i, bir açıklaması diye ileri sürülürse de bu sözcükler, hadiste, açıkça, “ayetten bir parça” olarak yer alıyor. Bu konuda bir çok örneğin de, Süyûti’nin el-İtkân’ında yer aldığı görülür. Eldeki Kur’an’da bulunmadığı halde, Kur’an ayetleri arasında yer aldığı belirtilmiş ve Kur’an bilirlerince okunagelmiş olan sözlere, sözcüklere; İslam’ın savunurlarından görünen Cerrahoğlu da kitabında, örnekler vermek zorunda kalıyor. Mâide Suresinin 89. ayetinde, “ant bozma kurtulmalığı (yemin keffareti)” anlatılırken, “üç gün oruç”tan sözediliyor, ama bu orucun nasıl tutulacağı açıklanmıyor. Kaynaklarda belirtildiğine göre, Übeyy İbn Ka’b’ın (bkz.İmam Malik İbn Enes, el-Muvatta’ Kitabu’s-Sıyâm, hadis no:49) ve İbn Mes’ud’un belirlemelerine göre, ayette bir de, “ard arda” demek olan “mütetabiâtin” yer almaktadır. Bu sözcük, ayette var kabul edildiği için İslam hukukunda, “keffaret orucu” olarak tutulan oruç günlerinin “ard arda” olması “şart” görülmüştür. Yani eldeki Kur’an’da bulunmayan bir sözcük, İslam hukukunda uyulması gereken bir hüküm oluşturmuştur (Bkz.Sadru’ş-Şerîa-Sa’duddin Teftazânî, Tenkihu’-Usûl, e’t-Tavdîh, e’t-Telvih, İstanbul, 1310, s.490; İbn Melek, Şerhu’l-Menâr, İstanbul, 1308, s.247)
–
Halife Ömer’in oğlu (İbn Ömer) bile, açık açık: “Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü elimde tutuyorum demesin. Bilir mi ki, Kur’an’ın (ayetlerinin) çoğu yitip gitmiştir. Kur’an’dan ne kadarı kalmışsa o kadarını elimde tutuyorum desin” diyerek, Kur’an’dan çoğunun eksik olduğunu söylemişken (bkz.Celâluddin Süyûti, el-İtkân Fi Ulûmi’l-Kur’an, 2/32) ve bugün eldeki Kur’an’da yer almadığı halde ezberlerde ve kitaplarda aktarılagelmiş “ayet”ler bulunurken, (bkz.Süyûti, aynı yer) “Kur’an’ın hiç değişmediği” yolundaki propaganda piyasaya sürülegelmiştir.
–
Tevbe suresinin 114. ayetindeki “iyyahu” sözcüğü, Hammad İbn Zeberkan tarafından “ebahu” olarak okunurdu ve Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin” sözcüğü de “ğırratin” diye okunuyordu. Yine eldeki mevcut Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “mürâdiflerini”, yani eşanlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine “femzû” sözcüğünü; İbn Abbas ise Karia suresinin 5. ayetindeki “k’el’ıhni” yerine “ke’s-savfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas, “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine “zeyfeten”i yeğlerdi. Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. ayetindeki “vada’nâ” yerine ”halelnâ” diye okurdu. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki “Peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir” savı gerçek değildir.
“Atatürkçülüğü anti-emperyalizm olarak görüyor ve onaylıyorduk.” demişsiniz.. Peki şimdi nasıl görüyorsunuz M. Kemal ve rejimini ?
Anonim
Sizce Feodalizm-ATÜT tartışmalarında hangi tarafın tezi doğru? ATÜT doğru gibi görünse de karşı tarafın tezleri de güçlü. Örneğin Halil Berktay’ın Kabileden Feodalizme kitabı ve Doğan Avcıoğlu’nun yazıları. Sizin bu konuyla ilgili yazınız var mı?
Bu konuyu gençliğimden beri bilirim, arkadaşlarım da ilgilenmişlerdir ama ben işin doğrusu hiuç ilgilenmedim desem yeridir. Her iki tezin de akla yatkın yanları var.
Anonim
Reha Çamuroğlu bu konuda şöyle diyor;
Umarım bir gün “feodalizm/Asya tipi üretim tarzı” tartışmaları, Türk tarih yazımı için, bir zamanların Katolik Kilisesi’nin “teslis” tartışmalarına döner ve sadece bu tartışmayı yürüten tarihçilerin ve dönemlerinin zihniyetlerine ilişkin bir dizi veri olarak değer kazanır. Sadece “üretim tarzı” açısından değerlendirerek, başka özellikleriyle “Şinto” ya da “Hıristiyan” olan Japon ve Batı Avrupa toplumlarını “feodal” genel başlığı altında toplamak kime ne yarar sağlar? Çin ve Osmanlının “ATÜT” olmaları, tarihçileri -bu birbirine benzemeyen iki farklı kültürel yapıyı aynı başlık altında toplayanları- nasıl mutlu eder acaba?
Erkan
Gün Abi selam, ne var ne yok? Nasılsın? İlk defa kendi adımla yazıyorum sana. Valla hep politika, hep politika. İçimiz dışımız siyaset oldu. Yok bhh, yok ödp, yok hdp, biraz da başka şeylerden bahset gençlere. Siyaset dışında şu anda neler yapıyorsun? Hayat nasıl gidiyor? Adalar nasıl? Deniz nasıl? Bu mevsimde denize giriyor musun? Troçki gibi sandalla açılıyor musun? Yeni projeler var mı kafanda?
Eğer 12 Eylül 1980 sonrası referandumu soruyorsanız, evet. Arandığım için sahte kimlikle mecburen kullandım (çünkü kullanmayanlar tespit ediliyordu) ve mor oy zarftan belli olduğu halde “Hayır” oyu verdim.
Eğer 2010’daki referandumu soruyorsanız, hayır. Çünkü T.C. vatandaşı değilim, vatandaşlıktan 1999 yılında atıldım. Eğer kullanma hakkım olsaydı yine kullanmazdım, çünkü o sırada doğru tutumun boykot olduğunu düşünüyordum. Ancak bugün “Hayır” oyu kullanmanın çok daha doğru olduğu kanısındayım.
Anonim
Ecevit hakkında değerlendirmenizi alabilir miyim ?
Ruşen Çakır, saygı duyduğum, görüşlerine önem verdiğim bir gazeteci ve yorumcudur. Ama bu yorumuna katılmıyorum. HDP, son açıklamadan sonra özgürlükçü güçlerin güvenini hızla kaybedecektir, barajı aşma şansını da.
Anonim
yazıyı okuduktan sonra genel bir ruşen çakır değerlendirmesi de yapabilirseniz mutlu olurum 🙂
Atatürk öleli yıllar oluyor. Bu bakımdan hiçbir yere yakın olamaz. Atatürk adına harekete edenleri soruyorsanız, cumhuriyetçi bir ideoloji olarak devletçiliğiyle emekçilere ve sola uzak, seküler yönelimiyle de sağa uzaktır.
Anarşizmin seçimlerle ilgili genelgeçer tutumunu reddettiniz; peki ya BHH’nin yerel meclislerinde doğrudan-demokratik yöntemlerle aldığı, size uymayan seçim kararından sonra, doğrudan-demokrasi kavramını da reddedecek misiniz?
Anarşizmin seçimlerle ilgili genel geçer bir tutumu yoktur, varsa bile bu anarşizmin özüne uymaz. olsa olsa dogmatizmin özüne uyar. Anarşizm, seçimlerin ve oy mekanizmalarının temelde sisteme hizmet ettiğeini söylerken haklıdır ama bu, her durumda seçimleri reddetmenin doğru olduğu anlamına gelmez. öyle durumlar olabilir ki, anarşistler de o özel durumda oy vermenin gerekliliğini savunurmlar. elbette oy mekanizmalarına olan temel eleşytirilerini unutmadan. BHH’nin kararına saygı duyarım. bu yönde karar almışlarsa demek bunun doğru olduğunu düşünmüşler. Onların kararına karşı Demir Küçükaydın gibi kalemşör saldırılar yapmayı doğru bulmam. Ayrıca ben esasen HDP-CHP-BHH ittifakını savunmaya devam ediyorum. BHH’nin aldığı kararda HDP’nin hatalı tutumunun rolü olduğunu da düşünüyorum. BHH bu kararını tabandan, aşağıdan, doğrudan demokrasi yöntemleriyle aldığına göre neden tutup doğrudan demokrasiye laf edeyim. Demek arkadayların kararı böyle. ama ben bugün Selahattin Demirtaş’ın çizgisini izlemesi kaydıyla HDP’nin desteklenmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi, bu çizginin hakim olması ve devam etmesi kaydıyla. Sakıkların, Buldan’ların çizgisi hakim olursa desteklemem ve desteklenmemisi yönünde çağrı yaparım. Tabii beni kim dinler, orası ayrı mesele. Bilmem derdimi anlatabildim mi arkadaşım.
Anonim
Akp’nin Işid politakası sizce nedir? Yani batıya karşı mı kullanmak istemiştir, daha önce o kadar yardım yaptıkları Işid’e karşı şu an bir mücadele içindelermiş gibi gözüküyorlar.. Bu işin aslı sizce nedir?
Esad’a karşı IŞİED’in yaratılmasına öncülük ettiler ve yakın zamana kadar desteklediler. Batı tavır alıp da IŞİD’e yüklenince tecrit olduklarını anladılar ve şimdi sakınımlı bir şekilde dümen kırmaya çalışıyorlar.
Anonim
Yeşil Kuşak Projesi denilen islam ülkelerinin ılımlı islam yönetimlerine sahip olacak şekilde ABD tarafından yönlendirilmesi; SSCB’nin yıkılmasına rağmen ondan sonra da devam etmiştir. Peki bunun sebebi nedir? ABD’nin bu işten günümüzde nasıl bir kazancı olacaktır. Yani şöyle diyebilir miyiz örn: dindarlaşan doğu toplumları aydınlanmayı yaşayamazlar ve batı karşısında ciddi bir güç olacak konuma gelemezler???
Anonim
Tayyip konuşuyor dolar yükseliyor ve kağıt üstünde bunun ülkeye özellikle AKP’ye zararlı olmasını bekleriz… Peki bu yargı bu kadar basit ise niçin Tayyip doların yükseldiğini görmesine rağmen konuşmaya devam ediyor? Farklı bir faydası mı olacak acaba AKP’ye???
Anonim
sizce teknolojinin ve fikir rekabetinin bunca gelişmiş olmasına rağmen niçin halen islam’ın yapay bir din olduğu kanıtlanamıyor?
Din’in ne oluğunu herkes bildiğini sanır?
Ancak din kavramınızın kendisinin bir dinin din kavramı olduğunu düşünürseniz Din’in ne olduğunu anlamadığınızı anlamaya başlarsınız.
Dinleri sembolize ettiği düşünülen yandaki resmin kendisinin bir dinin din veya dinler tanımı olduğunu hiç düşündünüz mü?
Üstüne üstlük dinsiz olmanın mümkün olmadığını, sizin sadece dininizin ne olduğunuzu bilmediğinizi anlamaya başlarsınız.
Diğer bir ifadeyle din kavramınızın dinin ne olduğunu olanaksızlaştırdığını anlarsınız.
Bunun için bir başlangıç olarak şu videoyu öneriyoruz:
Şu linki izleyiniz lütfen: http://youtu.be/63UXiUBss3c
Ayrıca bu konferansla birlikte kullandığımız görsel malzeme de yararlı olabilir ve şuradan izlenebilir: http://youtu.be/YbnjUxxPgBs
(İşte uzun yazdığımdan şikayet edenlere kısa bir yazı. Hepsi bu kadar. J)
Kıvılcımlı’nın tarihsel çözümlemeleri değerlidir ama bu tür siyasi polemik yazılarında iş yoktur.
Anonim
abi tam olarak ne zamandan beri inançsızsın, dini inancın kaç yaşında sarsıldı?
Anonim
Bu yakında ölen “gazeteci Ünal İnanç’ı tanır mıydınız? Birçok açıdan ilginç geliyor bana. Bir kere karanlık bağlantıları ile Aydınlık’ın geçmişi hakkında aydınlatıcı olur. “Bilinmeyen Sol” ve “Kontrgerilla” dizilerini hazırlayanlardan biri olarak Aydınlık-Polis tarihinde önemli. Sonra, bir edebiyatçı olarak size bol malzeme sağlayacağını düşünüyorum. Ruhsal gelgitler, garip ve girift ilişkiler, maceracı denebilecek bir hayat ve kişilik.
dini inancım hiçbir zaman olmadı. Ağabeyimle babam sofrada allah var mı yok mu tartışması yaparlardı, felsefi planda. Yani tümüyle seküler bir ailede yetiştim. 10 yaşında da allah yok dedim, çıktım işin içinden.
Celal Doğan HDP’den aday olmuş abi ne diyorsun? HDP kitle partisi olmak adına bozulmuş kitlenin içinden bozuk adamları almaya başladı. Dengir denilen adam için de geçerli bu ?
Bir yıl kadar önceydi sanırım, RTE’nin göbek bağının Hakan Fidan’la olduğunu, bunlar çıkarsa beraber çıkacak batarsa beraber batacaklar diye spekülasyonda bulunmuştum. Stalin ve GPU’nun başındakiler gibi ama henüz Stalin’in GPU şefine ihtiyacı var yani o konumdakini da geri dönüşüm kutusuna atıp çıkarmaya başlamadı.
Geçtiğimiz birkaç haftada Hakan Fidan’ın önce MİT’in başından ayrılıp MV olmaya kalkması, ardından RTE’nin “trip atması” sonucu çark edip, zırt diye tekrar MİT’in başına getirilmesi.. Bana çok acayip geliyor. Bir yorumunuz var mı?
Bir tahmin ama bence olay bir gaf.AKP iktidarı adına büyük bir gaf. Bence Fidan’ın suyu ısınmıştı. (diyelim ki Yagoda gibi). Fidan harcanacağını anladı ve Davutoğlu’nun onayıyla kendini onun kucağına attı. RTE bu oyuna gelmedi ve onu kulağından tutup gerisin geri aldı. Bundan sonraki adım yıpranan Fidan’ın seçimden sonra görevden alınmasıdır. Yani geçici olarak göreve getirildi. RTE onu asla affetmeyecektir.
Mülayim Sert
İyice spekülasyon alanına girecek ama Fidan’ı mecazen ipe gönderebilecek şey PKK ile yürütülen süreçtir. Süreç, farklı bir iktidar paradigmasında hızla vatana ihanet olarak görülebilecek bir şeydir. Aynı damokles kılıcı SSÖ ve diğer delegeler için de geçerli. Acaba diyorum, RTE emeline ulaşır da başkanlığı getirirse, süreci de çöpe atacak, ve cemaat’ten “paralel”e söylemsel geçiş yaptığı gibi “ben zaten karşıydım, Fidan’ın vatana ihanet süreciydi bu” diye revizyonizme başlayacak, günah keçisi mi yapacak. Fidan bundan mı korktu.. Denilebilir ki o zaman sır küpü çatlar sırlar açığa saçılır. “Sır küpü”nün sırlarının beyinleri öldürülmüş lider kültüne alarm verici derece yaklaşmış bir kesim halk ve yandaş medyanın rolü nedeniyle RTE iktidarını sarsmaya yetmediğini tape’lerden de gördük derim.
tabii ki. İktidarlar kullanır ve sonra çöpe atarlar. Bir önceki dönem yaptırdıkları işleri bir sonraki dönem o kişinin karşısına bir suç olarak çıkarırlar. Bunun küçük bir provası “paralel” olayında da yaşanmadı mı?
Anonim
Oktay Etiman bir röportajında “dini es geçmeseydik halk tabanına yayılarak belki devrimi yapabilirdik” demişti ne diyorsunuz bu görüşe?
İstemem. Çünkü o zaman askerlik yaptırırlar. İngiltere’de sol esas olarak Troçkisttir. Anarşistler de oldukça güçlüdür ama her ikisi de çok parçalıdır.
Anonim
Troçki’nin Stalin’den teorik olarak en büyük farkı nedir desem bir cümleyle anlatabilir misin?
Stalinizmin sefil pragmatizminin ve reelpolitizminin tersine, doktriner ve katı ve bir Bolşevik olması. Troçki, Bolşevizmin köylülere karşı savaşının; Stalin, bürokrasinin köylülere ve Bolşeviklere karşı savaşının temsilcisidir.
Anonim
İngiltere’deki troçkistler bizim buradaki DSİP’lilere ne kadar benziyor Gün Abi? Türkiye’den karşılaştırabileceğin başka bir yapı var mı? Bir de tersinden bir soru sorayım: Türkiye İngiltere olsaydı, TKP gibi partiler solda marjinal-dışlanmış birer parti, DSİP ise solun en güçlü örgütü mü olurdu,? Şimdi soldaki durumun tam tersi gibi yani.
Anonim
Perinçek’in Kaypakkaya ile aynı safta veya örgütte birleşmemesinin nedeni nedir?
DSİP zaten ingiltere’deki SWP’nin şubesidir. ingiliz solunun en güçlü partisidir bu. Aynı dsip’e benzer. 1950’learden beri oluşmuş bir partidir. Öğretmen ve öğretim üyeleri, ve öğrenciler arasında güçlüdür. söz konusu benzetme kıyaslamaları yapmamak en iyisi sanırım.
Anonim
Türkiye’de stalinistlerin, İngiltere’de ise troçkistlerin radikal solda en büyük güç olmalarının asıl sebebi onların gelişmiş ülke, bizim ise üçüncü dünya ülkesi olmamız mı? Bizim solda stalinizm ana akım olmaktan ne zaman çıkacak? Biz görecek miyiz o günleri?
Bu stalinizm fobisi sizde patolojik boyutlarda, sizi rahatlatir mi bilmem ama Turkiye solunda stalinist denilen orgutlerin sayisal gucu oldukca azdir, daha cok ODP basta olmak uzere anti stalinist sol gucludur, ama sizi asil rahatsiz eden stalinist dediginiz solun sayisal guclugu degil, bu kesimlerin sokakta devlete karsi dovusmelerinden kaynaklanan gorunurlukleri, ama birader sende adamlarin kavgasini kiskanma, sen de cik sokaga sen de dovus, anti stalinist olman senin devletle kavgani engellemez ki. Yani kavga niyetin varsa demek istedim.
ne cevap vereyim ki buna? Yorumdur deyip geçmekten başka.
Anonim
Abi Mahir öldüğünde 26 yaşındaymışmış. O yüzden esaslı bir teorik birikim bırakmasını bekleyemeyyiz. Ben sana bu önermeden yola çıkarak birşey sormak isterim. Dünyadaki sosyalist kuramcılar hangi yaşlardan sonra profesyonel düşünmeye başlıyor ya da sağlam kuramcılar 20-25 yaşları arasında Mahir ile karşılaştırıldığında ne durumda oluyorlar. Yani varmak istediğim nokta; Mahir acaba 60 yaşına kadar yaşasaydı sence ne bırakabilirdi, yüksek bir potansiyeli var mıydı?
Mahir, çok okuyan, teoriyi seven bir arkadaştı. Ama geleceğe ilişkin tahminlmerde bulunmak boşuna. Çünkü bu bir bilinemezdir her zaman.
Anonim
Bence Ahmet’e ve bütün Stalinistlere tek bir soru yeter.
Devletsiz toplumdan yana mısınız devletten yana mı?
Stalin’in devleti de diğer devletler gibi bir devlettir. Emperyalist, kapitalist, “sosyalist”, feodal, köleci, ATÜT farketmez. Bütün devletler devlettir ve kötüdür.
Anonim
Bu bağlamda bir soru da ben sorayım Gün Abi. Avrupa solundan Gramsci, Lukacs, Althusser gibi önemli marksist entelektüeller çıkmış.Bizden niye bu çapta etkili marksist aydınlar hiç çıkmadı ve çıkmıyor? Ne yapmak lazım?
Anonim
Bir işçinin patronuna şu olaydaki gibi şiddet uygulamasına nasıl bakıyorsunuz? Anarşizmin ve solun bu tür olaylarda tutumu ne olmalıdır ? Yaptıkları kötü olsa da tutuklanmalarına karşı olmak gerekmez mi en azından?
Zam yapmayan patronunu öldüren işçi tutuklandı
ÇORUM’da ücretine zam vermesi için tartıştığı patronu Ticaret Borsası eski Başkanı 58 yaşındaki Mahmut Özdemir’i öldürdüğü suçlamasıyla yakalanan Mehmet E., çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Çorum’da dün meydana gelen olayda Organize Sanayi Bölgesi yakınlarında kendisine ait tavuk çiftliğine giden Mahmut Özdemir, iddiaya göre çiftlikte çalışan işçisi Mehmet.E. ile tartıştı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucu Mehmet.E., Mahmut Özdemir’i bıçakladı. Vücuduna 3 bıçak darbesi alan Özdemir, olay yerinde hayatını kaybetti. Şüpheli jandarmayı arayarak kendisini ihbar etti. Jandarma ekipleri Mehmet E.’yi gözaltına aldı. Mehmet E. jandarmaya verdiği ilk ifadesinde suçunu itiraf etti. Şüpheli ücretine zam yapılmadığı için yaşadıkları tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine Mahmut Özdemir’i bıçakladığını söyledi. Mehmet E., Mahmut Özdemir’in sahibi olduğu tavuk çiftliğinde 8 yıldır çalıştığını belirterek, “Son zamanlarda aylık ücretimden çeşitli kesintiler yapıldı. Bana zam yapacağını söylemesine rağmen yapmadı. O gün tavuk çiftliğine geldiğinde ücret konusunda kendisiyle tartışma yaşadık. Tavuk çiftliğinin yemlik bölümündeki tartışmamız sırasında bana küfür etti. Kavga etmeye başladık. Yem torbalarını kesmek için olay yerinde bulunan bıçağı alarak 3 defa göğüs kısmından bıçakladım. Çok pişmanım” dedi.
Jandarmadaki ifadesinin ardından bugün Adliyeye sevk edilen Mehmet E. çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
yukarıda futbol tartışılmış. bu konu hakkında kendisine sorulan bir soruya Şevket Eygi şöyle cevap vermiş;
SORU: Türkiye’nin en büyük, en önde gelen, milyonlarca insanın tuttuğu ve sevdiği iki ünlü takım futbol oynuyor… Stat lebâlep dolu, milyonlarca vatandaş televizyon önünde… Birden oyun kızışıyor, beklenmedik bir şey oluyor, top kaleye giriyor, taraftarlar çılgınca alkışlıyor, gol yiyen takımı tutanlar haykırarak ağlıyor, bazıları kendilerini yerden yere atıyor… Goool goool gool!.. Yer gök inliyor… TV’ler haberi anında veriyor, ertesi günü gazeteler yaza yaza bitiremiyor… Bu haberin ilim, irfan, din, iman, ahlak, fazilet, bilgelik, insanlık bakımından (100 üzerinden) notu nedir?
CEVAP: (1) bile değildir, sıfırdır. Yüzde yüz önemsiz fâni bir olaydan ibarettir.
çok bireysel bir vaka. Sınıf mücadelesiyle ilgisi yok. Dolayısıyla ne sebeple olursa olsun katilliği savunamayız.Tutuklanma ya da hapishane ise çok daha başka bir konudur. her türlü hapishaneye karşı olmak gerekir.
Büyük bir beyindir. Öyle olduğu için de megolamanyak denecek ölçüde kendine hayrandır. Büyük beyinlerde bu olur genellikle. Büyük bir teorisyen olduğuna katılmıyorum.
Anonim
Kıvılcımlı’nın “Oportünizm Nedir?” kitabı hem baştan aşağı bir polemik yazısıdır hem de Stalinistler ile Reformistlerin strateji ve taktik şablonlarının esaslı bir teorik eleştirisidir. O kitabı hiç okudunuz mu?
Her iki uçtan da abartmalar yanlış. Yalçın Küçük büyük bir beyindir. Ama her büyük beyin biraz megoloman ve çılgındır. Bu olguyu kabul etmek zorundayız. Fikirlerine hiç katılmam ama onu deli ilan etmeyi dea doğru bulmam. Soner Yalçın başarılı bir gazetecidir. Sabetaycılık konusundaki görüşleri son derece hastalıklıdır. Ama hakkındaki komplolara karşı çıkmak gerekir.
Anonim
“Ütopyacılar, insanlığın güzel çocuklarıdır. Aklın yaratıcılığına güven ile yetindiler.
Türk aydınını çözümlerken, ütopyasının olmadığını, kurgusu’nun zayıf ve anarşik damarının yok olduğunu not etmiştim; buradayız. İlaveten, Marx’ın ütopya eleştirileri ile ilgili olarak da iki yol izliyordum; birincisi, standart yazımlarda gösterildiği kadar karşı çıkmıyordu ve çok zaman da övüyordu. Bunun anlamı şudur; ütopyacı sosyalistleri atarsak, sosyalizm, fakirleşmek zorunda kalmaktadır; gerçekte ütopyacılar, temsili ölçekte olsa da, var olan toplumsal düzene hep müdahale etmek İstediler. Yerleşmekte olan kapitalizmi hiç kabul etmediler ve reddettiler. ‘Temsili’ kalmaları, daha çok, aydınlanma’nın pek ateşli çocukları olmalarından ve insan aklına çok güvenmelerinden kaynaklanıyordu. Yanıldılar.
Red’di bilmeyenler, ütopya fakiridirler. Anarşizm, müdahaleci reddi, fetiş haline getirmektir. Fetişizm’de hep kutsallaşma var. O halde aklın yolundan ve dolayısıyla soldan uzaklaşmadır. Ancak her zaman solu besleyen ve terbiye eden bir damar olmakla bizde pek akmadığını tekrarlıyorum.
Marx mı, bütün katkılara çok büyük bağlılık gösterdi; en güzel yanlarından birisi budur. Ancak yazılarını en çok zor yapan, aynı anlamda, en çok zayıflatan ve bu nedenle de, pek çok Marx ukalasına kapı açan yanı da buradadır. Hegelci, Sol Hegelci, Feuerbachçı, Sol Feuerbachçı oldu; ancak bir önceki halini hiç reddetmedi ve hiç mahkum etmedi. Güçlük buradadır; öğrendiklerini hep katalogladı. O kadar öyle ki, her iddiasına bir de karşı iddia bulunuyordu; zorluğumuz buradadır.
Sol, Marksizm’den Öncedir.
Komünist Manifestoyu hiçbir zaman sol saymadım.
Aydınlanma, insan’a ve aklına güven üretiyor ve buradan güçlü bir insan sevgisi çıkıyor. İnsan’ın güvendiğini sevmesi çok şaşırtıcı olmakla birlikte, galiba, bir kuraldır.
Hıristiyanlardaki Tanrı ve İsa sevgisini de buraya bağlayabiliriz. Buna karşın, Judaizm’de ve İslam’da, Allah sevgisi için, bir de mistisizm gerekiyor, mistikler, Allah’ı cezalandıran çizgilerinden ayıklıyorlar ve konuşamasalar da konuşulabilir yapıyorlar. Yahudiler ve izleyen Müslümanlar, Allah’ı, yalnız bu yolla sevebiliyorlar.
Manifesto’da, emekçilere sevgi ve acılarına ağıt yanında, güçlü ve güvenilen bir kapitalizm okuyoruz; en çok okunduğu için ve çok zaman sadece bu okunduğu için, sosyalistlerde, kapitalizm’e hep büyük bir sevgi buluyoruz. Kapitalizm’i divinize ellikleri kesindir; her yerde nazır ve çözüm için hazırdır. Sosyalizmde, ne yazık, kapitalizm, bir fetiş’tir. Öte yandan, Proudhon, la propriete c’est le vol, diyebiliyordu; bu fetişizm’in dışındadır, mülkiyet hırsızlıktır, demektedir.
Marx’ın sisteminde, sınırlı, kapitalizmin sistematiğinden önce ilk hallerinde ve sınırlı ölçüdeki primitif akümülasyon hariç, kapitalizm’de hırsızlık yoktur. Marx, dış ilişkilerde de free trade için methiyeler düzüyordu ki, bu, burada da hırsızlık görmediği anlamındadır. Rosa Luxemburg görüyordu ve bu da, olgun kapitalizmde de primitif akümülasyonun devam ettiği anlamına gelmektedir; çok değerli ‘Accumulation’ çalışmasında, ki tanınmış burjuva iktisatçısı Joan Robinson da çok övmüştü, dış ticarette pek çok hırsızlık yazabiliyordu. Ben de Rosa’nın analizlerine çok büyük değerler biçenler arasındayım ve Marx’ın dış ticaret analizini ise, kendimden hep çok uzak tutuyorum. Marx, dış ticareti hürleştirici bulurken, biz, zengin kapitalist ülkelerin, dış ticaret ile her gittikleri yerde, partner olarak, gericiliği bulup dinselliği körüklediğini görüyorduk. Şimdi emperyalizm, sömürgeci pratiğini de yeniden canlandırdığı için, dinselliği yaymaya iman etmiş haldedir.”
(Yalçın Küçük, Sol Müdahale, Önsöz’den)
Anonim
Siz Atatürk ve Sabetaycılık konusunda ne düşünüyorsunuz? Sİzce bir mason muydu?
Mason olsa ne olacak ki? Masonluk 19. yüzyıl boyunca bütün devrimci aydınların ortak mezhebi gibi bir şeydi. Bakunin bile Masondu. Sabetaycılığı konu etmek ise sadece ve sadece ırkçı ve anti-semitik bir tutumun ürünüdür ve ulusalcılığın ırkçılığa evrilmeye başladığı noktadır. Türkiye’ye Selanik taraflarından göç eden MuSEVİLERİN ÇOĞU sABETAYCIDIR, ÇÜNKÜ BİLDİĞİM KADARIYLA sABETAYCILIK musevilere anti-semitik saldırılardan kaçınmak için bir sığınak sunmaktaydı. Yani bir nevi Alevilikteki Bektaşilik gibi. Bu YÜZden sabetaycılığı bir suç gibi ortaya getirmek zırvadır. Yalçın Küçk’le Soner Yalçın’ın zırt dediği nokta burasıdır.
Anonim
İ.Kaypakkaya’nın Atatürk ile ilgili değerlendirmelerine yönelik düşünceniz nedir?
Anonim
İngilizler ülkemiz soluna dair isimleri bilirler mi hiç ? Örneğin üç İngiliz’i öldüren Çayan ismini duymuşlar mıdır?
Anonim
Yalçın Küçük, bir bütün olarak Sabetayistlere düşmanlık yapmıyor, onların aynı zamanda Osmanlı-Türkiye modernizasyon tarihindeki ve Kurtuluş Savaşı’ndaki örgütleyici rollerini de anlatıyor (örnek: http://www.aydinlikgazete.com/m/?id=27186&t=makale ). Kendisi “Sabetayistler olmasaydı bu cumhuriyeti kuramazdık.” sözünü sıkça tekrarlıyor. Ayrıca en yakın dostlarının (Behice Boran, Musa Anter) da İbrani asıllı olduğunu ve kendi ailesinde de İbranilik olduğunu söylüyor. Yalçın Küçük’ün eleştirdiği kesim Sabetayistlerin tamamı değildir, sadece Oligarşinin ağırlıklı bir bölümünü oluşturan ufak bir rantiye ağıdır.
Anonim
Kıvılcımlı’nın Kürdistan’ı TC’nin işgal bölgesi olarak görmesine ne diyorsunuz?
Kaypakkaya Türkiye solunda Kemalizmi ilk kez net bir şekilde eleştiren kişidir. Eleştirileri büyük ölçüde doğrudur.
Admin
küfrü silip yeniden yollayın.
Anonim
abi benim teori bilgim çok zayıf bana kısaca anlatır mısın zahmet olmazsa Marx, Lenin, Troçki, Mao’nun teorileirnin birbirlerinden farkı ya da fazlalığı eksikliği nedir?
Anonim
merhabalar ben Stalin ve hitler arasında bir karşılaştırmayla ilgili olarak bir yazı yazmayı düşünüyorum. Aslında bir ödev bu ancak hangi bakımdan bir karşılaştırma yapacağımı bilemiyorum. Yardımcı olursanız çok sevinirim.
“Paris komünü üyesi” diye bir şey yoktur. Bu bir örgüt değil, isyandı. Jakobenler de vardır muhakkak ama yarısının Jakoben olduğu iddiası komiktir. Bu isyanda yer alan komünarlar içinde en ağırlıklı olanlar Proudhonculardı.
Jakoben’leri günümüzün bakışıyla sevmek mümkün değil; ama bugün bize “nasıl olmayacağını” öğrettikleri açısından da değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. “Ahmetlerin” de henüz öğrenemedikleri bir yöntem olarak “tarihsel olarak” saygı duyulabileceğini düşünüyorum.
Ve ilk kez denendi… Özgürlük, eşitlik, kardeşlik!
Olmadı…
Cehennemin taşları oldular!
Başarısızlıkları yöntemseldi! Ve çok zamansızdı. Sanırım yine de önemli ve anılmaya değer olan “yönteme” ait meselenin önemi olmalı…
Sanırım insanlık tarihine ve geleceğe ait sorunsallar henüz damıtılmış değil…
Son 5000 yıllık deneyimin mucizevi yanıtları, iyileştirici “reçetesi” henüz yazılmadı…
Bu sorunun tam da yeni romana başladığım gün gelmesi ilginç oldu. Yoksa içine mi doğdu. Bugüne ilişkin olacak. Şimdilik bu kadarını söyleyeyim. Ya da 2017’ye.
Hayır. Mevsimler bunun öncelidir. Mevsimler olmasaydı bu roman da olmazdı. Bugün dokuz sayfa yazdım ki, bu benim açımdan bir rekor sayılır.
Anonim
Her gün böyle çalışabilseniz bir ayda biter. Bir ay da düzeltmeler sürse iki ayda roman hazır… Dokuz sayfa kaç kelime ediyor toplam? Kaç saatte yazdınız? Tek oturuşta mı bu kadar çıktı? Düzeltme yaptınız mı? Plansız mı yazıyorsunuz? Bir de editör desteği alıyor musunuz? Levent Cantek’le konuştunuz mu? Yine İletişim’den mi çıkacak?
bu soruların cevaplarını bilmiyorum şimdilik. Sabah oturdum yazmaya. Saat akşam 4’e kadar yazdım. Ama romanda o kadar aceleci olmamak gerekiyor. Estetik kaygı çok önemlidir. Sanırım romanı dört ayda bitiririm. Ama ondan sonra işelemesi var. Kısacası seneye bu zamanlara ancak çıkar. Romanın son halinden emin olduktan sonra birkaç romancı arkadaşıma, eşime okutuyorum ve elbette onların önerilirini alıyorum.
Anonim
2017’de devrim konusunu niye seçtiniz, Türkiye’de siyasi bir dalgalanma olacağını mı düşünyorsunuz?
Devrimden Sonra filminden haberiniz var mı? İzleme fırsatınız oldu mu? Bu filmi bir kaç sene evvel TKP’liler çekmişti. Sinemalarda da gösterime girmişti.
Pek yok ama İngiltere’den biraz tanıyorum. Savaş karşıtı gösterilere daima katılırlardı.
Anonim
Jakoben
~ Fr jacobin Fransız ihtilali esnasında (1791) Paris’te St Honoré sokağındaki eski St Jacques manastırında toplanan radikal cumhuriyetçi hizip mensuplarına verilen ad < OLat Jacobus St Jacques de Compostelle, bir hıristiyan azizi < İbr yaˁḳōb יעקב Yakup, Tevrat'a göre İshak'ın oğlu ve İsrailoğullarının atası
Tarihçe (En eski kaynak)
"siyasette devrimci yöntemleri savunan kimse" [ c (1934) : Alelumum denilebilir ki bugün dahi Jakoben ruhunu taşıyanlar yani müfrit inkılapçılar (…) ] http://www.etimolojiturkce.com/kelime/jakoben
Anonim
Bu arada önemli bir bilgi değil ama Jakoben’in aynı kökten gelen Arapçası Yakubiyye (يعقوبية) ve çoğulu Jakobenler Yeâkıbe (يعاقبة)
Jakoben’in karşılığı Google çeviride “İngiltere kralı 2. James yanlısı” ve “İngiltere kralı 1. James dönemine ait” olarak da gösteriliyor.
Komintern’in bakışından farklı bir bakışı yoktur ve olamaz.
Ahmet
Mao nun bir cok konudaki gorusleri Kominternin bakisindan farklidir, bu ise CKP ile Komintern ya da Stalin yonetimi arasinda hic bir soruna yol acmamistir. Mao nun cizgisi dunya komunist hareketinin bir zenginligi olarak kabul edilmistir. . Mao cizgisinin mahkum edilmesi Kruschev doneminde baslar. Mao hic bir zaman Komintern politikalarinin kor bir uygulayicisi olmamistir zaten Komintern de hic bir zaman bunu istememistir.
Anonim
BHH’de ÖDP’den sonra en kalabalık bileşen olan Komünist Parti genel seçime tek başına gireceğini açıkladı dün. Senin değerlendirmen ne yönde Gün Abi? BHH’yi nasıl etkiler bu karar?
ÖDP seçime girmeyecek. EHP HDP’ye destek veriyor. KP tek başına giriyor. HTKP seçime girmiyor. BHH’nin bundan sonraki akıbeti sence nasıl olur Gün Zileli? Bu kadar farklı karar veren bileşenlerle nereye kadar yol alınır? Bundan sonrası için beklentin, tahminin nedir?
“Demirtaş çizgisi” diyorsun. Peki ya (diyelim ki) HDP seçimlerde barajı geçti ve bir sürü milletvekili çıkardı. Ondan sonra Demirtaş yeni anayasa konusunda AKP’yle anlaşırsa Taksim’in ortasına çıkıp eşek gibi anıracak mısın?
Sevilebilecek birkaç Osmanlı hükümdarı var aslında: Mehmet II, Osman II, Selim III, Mahmut II. Bunların dördü de yenilikçiydi ve bundan dolayı hem Yeniçerilerle hem de din adamlarıyla çatıştılar.
Pek Osmanlı tarihi bilmem ama isyan eden yeniçerileri daha sempatik bulurum
Anonim
Yukarıdaki soruyu görünce aklıma geldi, peki taht kavgasında başarısız olan, padişahlığını ilan ettiği halde kısa sürede yenilgiye uğrayan ve bir kısmı öldürülen şehzadeleri iktidara karşı destekler miydiniz?
II. Murat’a karşı padişahlık ilan eden amcası Mustafa Çelebi ve kardeşi Küçük Mustafa Çelebi
Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid’e karşı padişahlığını ilan eden Cem Sultan ve onunla birlikte hareket ederek Osmanlının yıktığı beyliğini kısa bir süre tekrar dirilten Karamanoğlu Kasım Bey
Kanuni döneminde, sonradan tahta geçen Şehzade Selim’le savaşıp başarısız olan ve sığındığı İran’da Osmanlılara teslim edilip öldürülen Şehzade Bayezid
Bunlar muhalefet oldukları için desteklenmeleri yanlış olmazdı herhalde?
Anonim
Yeniçeri ordusu, sermaye ve gericilik ile bütünleşmiş bir ordu niteliği taşıyordu. Haydi liberallerin seveceği tabirle söyleyelim, Yeniçeriler vesayetçiydi; çünkü kendilerinin imtiyazlarını sınırlandırmak ve herhangi bir konuda reform yapmak isteyen padişahları darbeyle indiriyorlardı. Vaka-i Hayriye olayı (Yeniçerilerin temizlenmesi), daha sonraki bütün yenilikçi hareketlerin önünü açtı.
Anonim
Bir subayın Atatürk’ü putlaştırmaması çok ilginç gerçekten. Bunun sebebini merak etmemek elde değil.
Dersim kırımında orada görevlişmiş. Kim bilir neler yaşadı. Radyoda alevi türküleri çalındığında çok üzülür, dinleyemezdi. Sanırım oralardan gelen bir şeyler var. Ayrıca atatürk tapıncı o dönemki kuşaklardan çok sonrakilerde güçlüdür.
neden olmasın. O emir kuludur. Başkanlık sistemi olursa 2017 yılında ayaklanmayla yıkılırlar.
Anonim
Efraim Elroom ile ilgili İsrail hükümetine muhalifti ve onun öldürülmesi Mossad’da farkında olmadan yapılan bir hizmetten başka bir şey değildi diyenler var. Ne diyorsunuz bu konuda böyle bir bilgi duymuş muydunuz sizde daha önce?
olabilir belki de. Ama eylemi yapan arkadaşların bu tür komplolarla ilgisi yok. Bu yanlış eylem, tamamen israil’i ve müttefiki türk devletini hedef almak amacıyla düzenlenmişti.
Anonim
Siz de dahil olmak üzere Türkiye solunun geneli Yemen’deki emperyalist müdahale (Türkiye’nin de müdahil olacağı) hakkında neden duyarsız? Yemen halkının hayatı Kobani halkınınkinden daha mı değersiz? Kobani’ye saldıranlar çihatçı barbarlardı da Yemen’e saldıranlar aynı zihniyetten değil mi ki?
Yemen’e yapılan dış müdahalenin tamamen karşısındayım. Duyarsız olduğumu nereden çıkardınız ki.
Anonim
Arap Birliği ortak ordu kurulması konusunda anlaştı. Mısır ve Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ordunun ilk hedefi, Yemen’de darbe yaptıkları gerekçesiyle, Husiler…
Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah der ki:
“Gazze’ye yönelik son 51 günlük saldırıda Gazzelilerin evleri yıkıldı. Bombalandılar öldürüldüler ve Sünnilerdi. Hedefinizde ‘meşru yönetimi’ geri getirmek vardı ve çok önemli idiyse Filistin için neden böyle bir koalisyon kurmadınız? Yemen’de tehlike gördünüz de İsrail bir tehlike değil mi?”
Nasrallah: “Siz Müslüman Arap’sınız ama kendi mazlum halklarınızın değil ABD ve İsrail çıkarları için savaşıyorsunuz” dememiş… Ama onu demeye getirmiş… http://www.milliyet.com.tr/on-secim-silindiri-/gundem/ydetay/2036610/default.htm
Anonim
Ülke karıştı abi ne diyorsun bu işlere :/ ?
Bekir Sami
Ekim Devrimi mi, darbesi mi? Ayrıca size göre bir olgunun devrim olup olmamasını belirleyen nedir?
Anonim
Hiç başka bir insanı hedef gözetip silah kullandınız mı?
Ekim devrimi, büyük toplumsal altüst oluş anlamında devrimdi. Bolşeviklerin iktidarı ele alış biçimi ve yöntemi açısından bir darbe olarak görülebilir.
Bir de, Kurtuluş Savaşını yapanlara yönelik İttihatçılık suçlamasına katılıyormusunuz? Örneğin isyancılardan Ahmet Anzavur, bildirisinde Kuvayı Milliyenin ülkeyi felakete sürükleyen İttihatçılığın devamı olduğunu ileri sürmüş.
“Cunta öncesi dönemde DY’nin temel teorik sistematiğinde Kürt ayrılıkçılığına prim verilmemiş,’Kürdistan’ın sömürge(!) olduğu yolundaki tezler ise mahkûm edilmiştir.”Kendi demokratik devrim sürecini tamamlamamış bir ülkenin ,hele hele kendisi sömürge konumundayken Emperyalist olduğu iddiası tamamen marxist-leninist toplum ve tarih modelini doğru analiz edememek;Emperyalizm tanımını kavrayamamak ”
DEV-YOL ile ilgili böyle bir şey okudum, siz bu görüşe katılır mısınız?
Şimidi bunlar o günün kavramlarıdır ve bugün çok fazla geçerlilikleri yoktur. “Kendisi demokratik devrim sürecinde”… örneğin bugün hiçbir şey ifade etmemektedir. Neyin sömürge olup neyin olmadığı, dahası sömürgeliğin kendisi bile sorgulanması gereken kavramlardır. Bu yüzden katılmamam ya da katılmamam söz konusu olamaz.
Babam öldüğünde 14 yaşındaydım ve dolayısıyla sosyalist değildim ve bir faaliyetim de yoktu. 16 yaşımda sosyalist oldum.
Anonim
Gün Zileli, sen değil miydin Sarp Kuray hapiste yatarken ve sana cevap bile veremezken “Sarp Kuray’ın kara paraları aklandı” diye Sığınmacılar adlı kitabında yazan ve bu sitenin sayfalarında da bu konuyla hiç alakası olmayan, Sarp Kuray’ı hayatlarında bir kere bile görmemiş ve hiç ilişkisi olmamış insanlara iftiralarını ve yalanlarını sürdüren ve bu yüzden onlarla mahkemelik olan.
Şimdi de 384 nolu anonime “Şu anda devletin hapishanesinde bulunan birinin hakkında konuşmak istemem. 68 döneminden arkadaşımdır. Özgürlüğü için mücadeleye omuz veririm.” diyorsun.
Konuştun konuşacağını adam hakkında daha ne konuşacaksın serbest piyasa anarşisti seni. Bir de “arkadaşım” diyorsun hala.
(Son iki cümle hakaret nedeniyle kaldırılmıştır. Admin)
1) 12 Eylül’den önce generaller darbeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklansalardı buna karşı çıkarmıydınız? “Bu davalar, darbe teşebbüsleri uydurmadır” veya “Devletin ve egemenlerin yaptığı bütün operasyonlara karşıyım” der miydiniz?
2) Balyoz, Kafes, Sarıkız, Ayışığı darbe girişimleri, suikast ve cami bombalama planları (emekli bir generalin “Kıbrıs’ta cami yaktık” itirafını hatırlayalım) -eğer bunlar doğruysa- gerçekleşseydi “Önceden tutuklanmalılardı” der miydiniz? Çünkü bu davalara karşısınız, onun için soruyorum.
3) Bu tür davaların uydurma olduğuna inanıyorsanız, herhangi bir darbe teşebbüsü suçlamasının komplo veya gerçek olduğu kanıtlanabilir mi? Kanıtlanabilirse nasıl? Kanıtlanamazsa bu tür davalarda nasıl bir tutum alınmalıdır?
Her türlü siyasi davanın uydurma olduğunu düşünürüm. Toptan cevabım budur.
390 nolu Anonim
Tahrifat nedeniyle…
devrim karasansar
erkek kedide ( tabi erkek insanda da) neden meme var?
ölüm tehlikesi altındaki yaralı hayvan neden kendini otların içine kamufle eder?
adada elektrik kesilse bile motorsikletlerin farı yok mu?
sanırım kimilerinin farı yoktu. biliyorum yani olmadığını. Neden kamufle eder? İçgüdüsel olarak kendini diğer canlıların saldırısından korumak ister. çünkü o anda kendini savunamayacak durumdadır. Meme meselesini ben de bilmiyorum. Gerçekten ilginç bir şey. Neden?
Ben olumlu buluyorum. İktidara karşı olmakla çelişmez bence. Bazı devletçiler de buna karşı üstelik;
Biri yarbay, biri binbaşı, ikisi üsteğmen, gerisi astsubay, toplam 32 asker… Hatay ve Adana’da, “Suriye’ye insani yardım taşıyan” MİT TIR’larını durdurarak “Siyasi ve askeri casusluk yapmak” ve “Devlet sırlarını kasten açıklamak” suçlamasıyla geçenlerde gözaltına alınmışlardı. İçlerinden bir bölümü ayrıca İstanbul’da yürütülen Selam Tevhid soruşturması kapsamında “Terör örgütü üyesi olmak” ve “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”le suçlanıyor.
Bu soruşturmadaki garabeti “askeri davalar” konusunda uzmanlaşmış bir gazeteci olan Müyesser Yıldız şöyle anlatıyor:
“Garabetler saymakla bitecek gibi değil. Birincisi; MİT TIR’ları gerçekten insani yardım götürüyorsa bundan, ‘Siyasi ve askeri casusluk’, ‘Devlet sırlarını kasten açıklamak’ gibi suçlamalar nasıl çıkarılabilir? İkincisi; yine TIR’lar insani yardım götürüyorsa, bu soruşturmayla ilgili gizlilik kararı neden alındı? Üçüncüsü; suçlanıp gözaltına alınan askerlerin en üst rütbelisi yarbay. Ama onların komutanlarının, yani asıl emri verenlerin soruşturma dışı tutulmasının izahı nedir?”
“Konuştuğum askerlerin kanaati bu operasyonlarla Genelkurmay’a gözdağı verilmek isteniyor. Bu soruşturmalara 2. Balyoz davası da deniyor.” http://www.milliyet.com.tr/kadin-tarifi-/gundem/ydetay/2042261/default.htm
Devlet çıkarları o zaman öyle gerektirdiği için devletler arası “yakın” ilişki kurmak asla sosyalizme geçişi falan sağlamaz. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kendisi ne kadar sosyalizme geçiş yapmıştı ki.
Sessiz falan değiliz. Yemen de dahil her türlü dış müdahaleye karşıyız. Ama dünyada her olan biten hakkında yazı yazamıyoruz ne yazık ki.
Anonim
Kürtlerin bir bölümü, özellikle PKK’ye muhalif olan daha radikal ve bağımsızlıkçı kesimleri askerlere yönelik tutuklamaları olumlu buluyor. Haksızlar mı? TSK zulmünden çok çeken bu insanların yerine kendimizi koyalım. Bu zulmü zorunlu askerlik nedeniyle hepimiz çekiyoruz aslında. Ben de bu devlet ve ordudan onlar kadar nefret ettiğim için TSK aleyhine yapılan herşeyi olumlu bulurum.
ben de devlet ve hükümetlerin yaptığı her şeyi olumsuz bulurum.
Anonim
Sosyalizm derken sovyet tipi sosyalizmi kastetmiştim. Peki Atatürk’ün böyle bir tercihte bulunması ne gibi sonuçlar doğurabilirdi? O dönem Anadolu’daki sosyolojik duruma göre düşünürsek yani ?
Pek büyük bir değişiklik olmazdı. Zaten devletçi bir sistemdi. Tamamen devletçi olurdu. Zaten otoriter bir rejimdi. Tamamen totaliter bir rejim olurdu.
Hortlak
Marksistler devletin özü ordu oldugunu belirtirler. Babasi asker olunca Polismi oluyormus acaba?
ABD’nin planlarını bilmem mümkün değil ama RTE’den hoşlanmadıkları açık.
Anonim
“Bizim solun bitmeyen öyküsüdür bu, biteceğe de benzememektedir. Bütün kötülüklerin omzu kalabalıklardan kaynaklandığına, halkı inim inim inleten gerçek ve hatta biricik sömürücü gücün TSK olduğuna, devrimci stratejinin her durumda bu kurumu temel düşman olarak belirlemesi gerektiğine inanmamız beklenmektedir.”[9] Elbette bütün kötülüklerin kaynağı “omuzu kalabalıklar” değil, onların da bir parçası olduğu kapitalist sistemdir. Ancak hiçbir devrimci Marksist, gerçek bir komünist, bundan hareketle yukarıdaki cümleleri sarf etmez. Hele ki, bir despotizm geleneği olan, bu geleneğini Kemalist rejimle devam ettiren, emekçi kitlelerin askeri darbeler altında gerçekten de inim inim inletildiği, askerin siyasal alan üzerinden ağırlığını çekmediği bir ülkede… Eğer birileri tüm bunlara rağmen yukarıdaki sözleri yazıyorsa, çok açık ki askeri yüksek bürokrasiye mesaj vermek ve kendi parti tabanına da sempatik göstermek için yazıyordur.
[9] Kemal Okuyan, Asker ve Biz, 9 Ağustos 2010, http://www.sol.org.tr http://marksist.net/utku_kizilok/arabesk_kemalist_seckincilik_ve_sol.htm
Anonim
İlber Ortaylı ve Celal Şengör hakkında ne düşünüyorsunuz?
İlber’i 1960’lardan, SBF öğrenciliğinden beri tanırım. Ben de DTCF’de öğrenciydim o zamanlar. Biraz fazla yukardan bir havası var ama iktidara ve yalakalarına karşı çıkışlarını beğeniyorum. Celal Şengör kim?
Sanırım gerçekten bir provokasyon var. Amaçlanan ne olabilir? Ben de soruyorum. Seçimler mi? HDP’yi hedefe koymak mı? Yandaş medyanın havasından böyle algıladım ilk planda.
Anonim
İlber Ortaylı’dan söz edilmişken onu eleştiren şu yazılara ne dersiniz o zaman?
Bu adam sahte-laikçi bir devletçi. Bir kitabında okumuştum, solcuları Kemalist “Laik” Cumhuriyet’e karşı “siyasal İslamcılar”la işbirliği yapmakla suçluyordu. (Solcuların türban yasağına karşı olmalarından söz ederek)
Sanırım arkadaşlar arasında anarşizm konusunda epey bir kafa karışıklığı var. Anarko/Çayanist yazıda da aynısını gördüm.
Anonim
“Soner Yalçın anarşisttir” demedim. O bile sizden daha anarşizandır demek istedim. Çünkü linkini verdiğim yazısı, seçimlerden medet uman kesimlerden daha ileri bir bilinç seviyesini temsil ediyor.
Evet ama seçimden medet umulduğunu nereden çıkarıyorsunuz ki. Seçim somut olarak gelmiş dayanmış ve bu seçimde AKP diktatörlüğünün önüne bir set çekme şansı biraz olsun var. anarşistim diye bu şansı neden tepeyim ki. Bunun adı anarşizm değil, konformizm olurdu. Anarşist olmak, bir gıdım da olsa özgürlüğü savunmak için mücadele etmektir her şeyden önce. dolayısıyla ben o sizin bildiğiniz tuzu kuru anarşistlerden değilim. Sonar Yalçın’a gelince. bu sitedeki yazıları incelerseniz, tutukladıklarında onu da savunmuştum, özgürlük adına. Yani, bana ne ulusalcı kerata yatsın içeride demedim, bazılarının yaptığı gibi. Öte yandan, fikirlerine hiç katılmam. Bugünkü keskin tavrı da aslında siyasi tutumuyla ilgilidir. Yoksa düzen karşıtlığıyla ilgili değil. Ulusalcı Vatan Partisi’yle arası iyi olsaydı, o anti-parlamentarizm nutukları bir anda sona ererdi, merak etmeyin.
böyle efsanelere fazla kulak asmam. Ne olurdu ki, insanlar dünyanın düz olduğunu sansaydı sanki. Hatta daha güzel olurdu.
Anonim
o zaman da insanların uydurduğu bir allahın öğretilerine göre hayatınızı yaşamak zorundaydınız?
Anonim
“Ne olurdu ki, insanlar dünyanın düz olduğunu sansaydı sanki. Hatta daha güzel olurdu.”
Kilise ve feodalite de böyle düşünüyordu. İnsanların hiçbir şeyi sorgulamadığı, karşı çıkmadığı, kutsal kitapları sürü gibi doğru kabul ettiği bir yer kuşkusuz ki onlar için daha güzel bir dünya olurdu!
bilime de tanrıya da inanmam. Doğa, hayat, canlılar, özgürlük. İşte bunlardır benim için önemli olan.
Anonim
Sosyal demokrasi hakkındaki düşünceniz nedir?
Anonim
Sizce Ermeni Soykırım iddiaları doğru mu ?
ogürsel
abi, ben bilime inanırım.
Bilimin şarlatanları, Mengeleleri olsa da… Bilim, kâr, para kazanmak için olmadığında insanlığın kurtuluşunun birinci sebebi olacaktır.
Bugün Tabiata zarar veren bilim, o gün Tabiatı kurtaracak olandır.
Bugün milyarlarca insanı mahveden bilim-teknoloji, kapitalist-emperyalistlerden “kurtarıldığında” bu kez aynı insanları kurtaracaktır. sevgi ve saygılarımla.
İlk başta Marksist akımın partileri olarak ortaya çıktı. 1917 Ekim devriminden sonra komünistler sosyal demokratlardan ayrıldı. Sosyal demokrasi kapitalizm içi reformist akım olarak devam etti. avrupa’da sosyal demokrasi, neoliberalizme karşı çıkmamakla birlikte eski refah devleti uygulamalarını savunmakta ve göçmenlere karşı ırkçı eğilimlere karşı çıkmaya çalışmaktadır. Bir anlamda geçmişteki liberalizmin işlevini bugün sosyal demokrasi görmektedir.
Anonim
Peki şu dünyada anarşizmi saymazsak hangi rejimin doğru uygulandığı takdirde daha adil olacağını düşünüyorsunuz?
Anonim
madem Ermeni Soykırımı gerçek bir olay o zaman nasıl oluyor da Ermeniler yıllardır Türkiye’nin ve AB’nin tarihçilerden tıpçılardan oluşan bir heyet kurulması ve bu iddiaları araştırması teklifine yanaşmıyor?
beni yanlış anlamayın reddettiğimden değil sadece sorulara cevap bulmak adına böyle soruyorum, hiç bir şekilde milliyetçi bir kimliğim yok.
Anonim
e iyiymiş o zaman sosyal demokrasi gün abi. hatta senin 416’da yazdığın cevaba göre akla mantığa en yatkın sistem. hem geniş halk kitlelerine refah sunuyor hem de gerçekçi. anarşizm gibi ütopik marjinal değil. sosyalizm gibi totaliter değil.
Anonim
Emekçi aydınlanması – Ender Helvacıoğlu
(İleri Haber Portalı)
Bilimsel devrim ve aydınlanmanın çıkış noktası şudur: Doğadaki süreçler, herhangi bir doğaüstü ve fizikötesi gücün tasarrufları sonucunda oluşmamıştır, doğa yasalarına tabidir ve insanoğlu aklıyla bu yasaları kavrayabilir. Kısacası aydınlanma, insanın kendi kaderini kendi ellerine alma mücadelesindeki en önemli kilometre taşlarından ve bilimsel düşüncenin binlerce yıllık dinsel düşünceye karşı en büyük zaferlerinden biridir.
Marx’ın aydınlanmaya yönelik tavrı, reddetmek değil, eleştirerek aşmaktı. Marx, bilimsel devrim ve aydınlanmaya sahip çıktı, kendi kuramının kaynağı olarak gördü ve miras kabul etti. Öte yandan, mevcut aydınlanma hareketinin burjuva karakterini ve sınırlılıklarını da tespit etti, bu hareketin keskin bir eleştirmeni oldu ve aşmaya çalıştı.
Marx, burjuva aydınlanmasını geçmişin (feodal/haraçlı ideolojinin) perspektifinden eleştirmedi; bu hareketi, sınıfsal karakterinden kaynaklanan sınırlılıklarından dolayı geçmişi köktenci bir biçimde aşamadığı noktasında eleştirdi ve aydınlanmayı derinleştirmenin yollarını aradı. Bu bakış açısıyla Marx, geleceğe uzanabilecek bir hat çizebildi.
Batılı toplumlar, burjuvazileri önderliğinde “aydınlandılar”. Feodal düzeni, aristokrasiyi, dinsel düşünceyi, “Tanrı egemenliği”ni, kendi ortaçağlarını burjuvazileri önderliğindeki devrimlerle yıktılar ve aştılar. 500 yıllık bu pratik, insanlığın düşünsel hazinesine büyük bir katkı yaptı ve gözbebeği gibi korunması gereken bir miras bıraktı. Bu madalyonun bir yüzüdür.
Madalyonun diğer yüzünde ise, “burjuva önderliği”nin getirdiği sınırlılıklar bulunur. Burjuvazinin temsil ettiği sistem (kapitalizm) başından itibaren; 1) Sermayenin emek üzerindeki egemenliğine ve sömürüsüne, 2) Kapitalist-emperyalist ezen ülkelerin, dünyanın dörtte üçünü kapsayan ezilen ülkeler üzerindeki yıkım ve talanına, tahakkümüne, sömürüsüne dayanır. Dolayısıyla burjuva aydınlanması, burjuva laikliği, burjuva insan hakları ve özgürlüğü, toplumun egemen, yönetici, elit kesimleriyle sınırlıdır. Emekçi sınıflara ve ezilen halklara gelindiğinde ise, burjuva aydınlanması, gericiliğe, ortaçağ karanlığına, dinciliğe, despotizme, yıkıma, talana, köleliğe ve sömürüye dönüşür. Emekçiler ve ezilen halklar, burjuvazinin istediği ve sınırladığı kadar “aydınlanabilirler”, ötesi yasaktır.
Burjuvazinin ideologları, burjuva aydınlanmasının bu güdüklüğünü perdelemeye çalışır. Onlara göre, aydınlanma aklın egemenliği demektir ama, bu “aklı” burjuvazi ve onun devleti temsil etmektedir. Böylece “aklın egemenliği”, burjuva sınıfının ve onun devletinin egemenliğine dönüştürülür. Emekçiler ve ezilen halklar kendilerine dayatılan bu akıl kadar “akıllı” olabilir. Emeklerini kime satacaklarına (yani kim tarafından sömürüleceklerine) karar verebilecek kadar “özgür” olabilirler. Mülkiyetleri ne kadarsa o kadar “hak sahibi”dirler. Kısacası, paran kadar aydınlanırsın, özgürleşirsin ve hak sahibi olursun. Burjuvazinin sistemi böyle işler.
Burjuva aydınlanması, emek-sermaye çelişkisinin sermayenin önderliğinde çözüleceği ilkesine dayanmıştı. Emeğin el konarak bir araya getirilmiş hali olan sermaye, toplumun ilerlemesinin motoru olacaktı. Bir dönem oldu da… Öte yandan burjuva aydınlanması, ilk enerjisini, dünyanın Avrupa dışında kalan toplumlarının o güne dek yarattıkları birikimlerini talan ederek elde etti. Dolayısıyla burjuva uygarlığı, Avrupa dışındaki halklar için en başından itibaren yıkım ve talan anlamına geldi ve aydınlanmanın büyük idealleri hiçbir zaman o halkları kapsamadı. Çoğu aydınlanma filozofunun, sıra ezilen halklara geldiğinde nasıl birer sömürgeciye (hatta ırkçıya) dönüştüğü bilinir. Ezilen halklar o ideallerle, ancak kafalarını kaldırıp emperyalist burjuvaziye karşı başkaldırdıklarında tanıştılar.
Burjuva uygarlığının giderek çürümesine yol açan bu iki temel çelişkisi (emek-sermaye ve ezen-ezilen çelişkileri), yeni bir aydınlanma atağının -en azından- nasıl olmaması gerektiğini ortaya koyuyor.
Yeni aydınlanma, birincisi, emek-sermaye çelişkisinin emek lehine çözülerek ortadan kaldırılması zemininde oluşabilir. Sermayenin önderliği, burjuva aydınlanmasına “yukarıdan aşağıya” bir nitelik kazandırmıştı. Aydınlananlar, cahilleri aydınlatacaktı. Aydınlanma düşünürlerinin eğitime kilit rol atfetmeleri bundandır. Sermayenin dağıtılması zemininde oluşacak emekçi aydınlanması ise, “aşağıdan yukarıya” bir nitelik kazanacaktır: Toplumun kendi pratiğiyle köktenci bir biçimde dönüşümü. İnsanlığın gelişim düzeyi göz önüne alındığında bu noktaya bugünden yarına ulaşmaya olanak yok, dolayısıyla tabii ki öncüye ve örgüte (parti, devlet vb.) ihtiyaç duyulacaktır, ama aşağıdan yukarıya köklü dönüşüm perspektifi hiçbir zaman terk edilmeden. Burjuva demokrasisi ile emekçi demokrasisi arasındaki fark da budur.
İkincisi, emekçi aydınlanmasının başka bir alandan talan edilerek getirilecek bir “ilk birikim”e ihtiyacı yoktur. Emekçi uygarlığının ilk birikimi, el konulan büyük sermayedir; daha doğrusu kapitalizm koşullarında ekonomik zor yoluyla yoğunlaştırılmış emeğin özgür bırakılması ve örgütlü toplum tarafından toplumun çıkarları doğrultusunda kullanılması.
Üçüncüsü, emekçi aydınlanmasının laiklik ilkesi, bilimin toplumsallaştırılmasıdır. Bu ilke, din-bilim çatışması zemininde değil, toplum-bilim çelişkisinin uyumlu bir biçimde çözülmesi zemininde hayat bulacaktır. Bir kurum olarak dine ihtiyacın kalmadığı nokta, bir kurum olarak bilime de ihtiyacın kalmadığı noktadır. Tabii, bu noktaya da bugünden yarına ulaşılamaz, ama perspektif böyle olmalıdır.
Dördüncüsü, emekçi aydınlanması, dünyanın bütün halklarının özgün uygarlık birikimlerinin (eşitlik, özgürlük ve güvenlik için verilen mücadele içinde kazanılan birikim) miras kabul edilmesi, evrensel bir potada eritilerek damıtılması ve yepyeni bir senteze ulaşılması perspektifine sahip olacaktır. Burjuva aydınlanması pratiği çok büyük bir miras bıraktı, ama insanlığın mevcut mirası bundan ibaret değil. Bir coğrafyanın başka bir coğrafyanın yıkımı pahasına yükselmesi, sermaye uygarlığının niteliğidir. Emekçi aydınlanmasının potası, bütün insanlığı kapsayacak denli geniş olacaktır.
Onu bana değil, ermeni devletine sormalısınız. Ben olsam böyle bir komisyonu kasul ederdim. Ama onlar sanırım, bunu tartışma konusu bile yapmak istemiyorlar.
ben geniş kitlelerin refahını savunuyor demedim. Refah devleti, 1960’lı yıllarda kapitalizmin bir uygulanma biçimidir. Halkın gelir düzeyi artmalıdır ki, tüketim mallarına yönelebilsin. Ancak halkın refahını 3. dünyayı amansızca sömürerek gerçekleştirdiler.
Hortlak
Bilime karsi gelmek oldukca iddiali bir söz.. Aciklanmali..
Marksin damadi ve kizi 70.lerine geldiginde ” üretiyken tüketici olduk” topluma zarar veriyoruz diye intihar ederler:.
Ciddiye alinacak materyalist E.haeckel de Sakatlarin öldürülmesini savunuyordu..
Nazilerde bunu iyi,dogruca uyguladi..
Bu görüs bilimsel olsada,tabiki vicdanla,ahlakla ilgisi yoktu..
Belki bu anlamda GZ nin düsüncesine katilirim..genel anlamda hic..
Ben de genel anlamda GZ’nin düşüncesine katılamam 🙂
Anonim
abi işte ermeni devleti konusunda senin gibi düşünmüyorum. Bu iddiaların kesin olduğuna inansalar her şekilde bu öneriyi kabul ederler.Ben devlet karşıtı bir tarihçiyim ancak bu konuda yaptığım uzun araştırmalar sonucu kırım olarak nitelendirilebilecek bir sistematik yok etme operasyonu bulamadım. ayrıca burada sana gelmek istiyorum. sen devlet&sistem karşıtı olmak ile kendi devletinin karşıtı olmayı karıştıyorsun bence ermeni vatandaşı olsan bu defa da tc’yi haklı bulacaktın, soykırım iddialarını kabul etmeyecektin
Hayır. O zaman da Ermeni soykırımını kabul ederdim ama Ermeni devletinin bu soykırımdan devlet çıkarları için yararlannasını eleştirirdim. Ayrıca sistematik bir soykırımdır. Anadolu’nun koca bir halkı bu topraklardan sürülerek yok edilmiştir. Hitler bile bu kadarını başaramadı.
Anonim
Âdem, Havva ve biz
Devlet üniversitelerinden birinde bir seminere katıldım geçenlerde. Âdem ile Havva’nın adlarını epeydir duymamıştım, seminerde karşıma çıktılar.
Yanımdaki konuşmacılardan biri, üniversitenin sosyoloji bölümü başkanıydı. Profesördü.
Ve konuşmasında insanlığı Âdem ile Havva’dan başlattı.
Yüzümde, kahkahasını bastırmaya çalışan bir kişinin ifadesiyle arkadan tekme yemiş bir kişinin ifadesi arasında, ama ikisine de tam olarak benzemeyen bir ifade belirmiş olmalı ki, salonda gülüşmeler oldu.
Sayın Profesör elbette Âdem’in ilk insan olduğuna da, Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’nın yaratılmış olduğuna da, çeşit çeşit başka şeylere de inanmakta serbesttir. Serbest ne kelime, en doğal hakkıdır.
Hakkı olmasına hakkıdır da, adam sosyoloji profesörü!
Sosyoloji, yani toplumbilim, adı üstünde, insan toplumlarını inceleyen bilim dalı.
Adam akışkanlar mekaniği (akışkan olarak adlandırılan ve genel olarak sıvılar, gazlar ve bunların dışında bazı başka şeylerden oluşan maddelerin fiziksel davranışlarını inceleyen bilim dalı) veya elektrokimya (elektronik bir iletken ile iyonik bir iletkenin arayüzeyinde gerçekleşen reaksiyonları inceleyen bilim dalı) dersleri veriyor olsa, hiç sorun yok.
Ama insan toplumları hakkında ders veriyor!
Ve herhalde derste kalkıp şöyle anlatıyor: “İlk insan toplumu Âdem adlı bir adam ve onun kaburgasından yaratılan, sonra da ortalıkta başka kimse olmadığı için mecburen onunla evlenen Havva’dan oluşmuştur.”
Bu ilk küçük toplum nerede ve nasıl yaşardı, nece konuşurdu, ne yerdi, ne içerdi, ne üretirdi, alet kullanır mıydı, toplumsal dinamikleri nasıldı?
Kemiklerinin ve kullandıkları alet ve eşyaların fosilleri, kalıntıları bulunmuş mu?
Galiba hiç bugüne kadar bulunamamış. Niye bulunamıyor?
Türkiye üniversitelerinin bazılarında sosyoloji öğrencileri (ve herhalde arkeoloji, antropoloji, paleontoloji filan öğrencileri) bu sorulara cevap arayadursun, dünyanın geri kalanı bambaşka işlerle uğraşıyor.
Dört yıl önce Sibirya’nın Altay Dağları’nda Denisova mağarasında arkeologlar bir parmak kemiği buldu. Aynı bölgede insan kemiğine benzeyen, ama tam da emin olunamayan fosiller epeydir bulunuyordu. Acaba bir zamanlar buralarda farklı bir “insansı” mı yaşamıştı?
Mağarada bulunan 50.000 yıllık kadın parmağı bu soruya cevap verdi.
Evet!
Almanya’da Max Planck Enstitüsü’nden Profesör Svante Paabo parmaktan DNA elde etmeyi başardı ve kadının genetik yapısı çözüldü.
İnsan değildi!
İnsanın çok yakın akrabası olan bu insansı türüne Denisovan adı takıldı.
Geçtiğimiz üç dört yıl içinde aynı türün başka bireylerinin fosilleri de bulunmaya başlandı.
Denisovan kadının parmağı bulunmadan beş yıl önce, Endonezya’nın Flores adasında bir mağarada yine insansı fosilleri bulundu. Buluntular arasında hemen hemen eksiksiz bir kafatası da vardı. Fosiller dokuz ayrı bireye aitti.
İnsana benziyorlardı, ama hem boyları hem kafatasları insandan çok daha küçüktü.
Önce çocuk veya hasta olabilecekleri tartışıldı.
Değillerdi ama. Yeni fosillerin ve mağarada bulunan 50.000 yıllık taş aletlerin de incelenmesiyle Flores adasına özgü farklı bir insansı oldukları kesinleşti: Homo Floresiensis.
Daha da çarpıcısı, Homo Floresiensis kemik ve aletlerinin bazıları 12.000 yıl öncesine tarihlendi. Yani Ortadoğu’da insanlar yerleşik düzene geçmek ve tarım yapmak üzereyken, daha dün sayılır, Endonezya’da farklı bir insansı türü yaşıyordu!
Denisovan ile Floresiensis 2000’li yıllarda keşfedildi. İlk olarak Almanya’nın Neanderthal vadisinde bulunan Homo Neanderthalensis ise ta 1856’dan beri biliniyor. Karşınıza bir Neandertal adam çıksa, iri yapılı, tıknaz, güçlü kuvvetli bir insan zanneder, “Vay be, öküze bak!” derdiniz. Ama insan değil. En yakın akrabamız.
Özetlersem, 50.000 yıl önce Avrupa’nın her yanında Neandertal, Asya’nın orta ve kuzeyinde Denisovan, güney Asya’da Flores adasında Floresiensis yaşıyor. Yaklaşık aynı yıllarda, belki biraz daha öncesinde, Afrika’da yaşayan ve diğer üçüne çok benzeyen bir yaratık, Homo sapiens, günümüzde de sürdürdüğü maceracılığı ve meraklılığı nedeniyle yollara düşüyor, Afrika’nın kuzeydoğu ucundan çıkıyor, Asya’ya, Avrupa’ya yayılmaya başlıyor.
Yani o yıllarda dünyada dört ayrı insan türü yaşıyor!
Şimdi sıkı durun.
Aynı dönemde yaşamakla kalmıyorlar. Karşılaşıyorlar, tanışıyorlar. Ve çiftleşiyorlar!
İnsanın genetik yapısında yüzde 4 Neandertal DNA’sı var.
Avustralya ve Melanezya’da bazı insanlarda yüzde 6 Denisova DNA’sı var.
Yukarıda yazdıklarımın hiçbiri tahmin veya spekülasyon değil. Hiçbiri hakkında dünyada hiçbir bilim insanının en ufak bir kuşkusu yok.
Âdem ile Havva acaba Neandertal mıydı, Denisovan mı, Floresiensis mi, Homo sapiens mi?
Türk profesörleri her istediğine inanmakta serbesttir. Ama derste çocuklara peri masalı anlatmakta da serbest midirler?
anonim 424…
“tarihçi” arkadaş. Sistematik bir yok etme yok! Bu elbette yok! Aradığınız “karanlık odada siyah bir kedi ve o yok”…
E. Hobsbawm.. bilge, namuslu bir tarihçi… Onu okumadan da kendinize tarihçi diyemezsiniz. O’nun tanımı da etnik temizlik.
Ermeni halkına karşı sistematik bir “etnik temizlik” elbette uygulanmadı; haklısınız! Birden yapıldı!
Çok daha temiz bir “çalışmaydı” bu! 1.5 milyon Ermeni’ye Tehcir kararı çıkartıldı. Yaz sıcağında yanlarına eşyaları, atlı arabaları bile alınması yasaklanarak Der Zor’a göç ettirildiler! Kucaklarında çocukları, yanlarında yürüyen bebeler…
“Şeytanca” bir fikirdi bu! O yol boyunca açlık, hastalık kırdı çoğunu; “gaz odası” gibi teknolojik yapılara gerek yoktu…
Pardon,, Siz ne’yin tarihçisiydiniz; sormayı unutmuşum… Bu konuda okuduğunuz kitapları söyleyin de bunu öğrenelim..
Anonim
Papa Vatikan’ın pisliğini temizlesin, biz kendimizinkinin hesabını görürüz!
Gerçek
Nisan 14, 2015
Ermeni soykırımının 100. yılının ilk salvosu çok hassas bir makamdan geldi. Papa Franciscus, Ermeni halkının mensup olduğu her üç kilisenin (Katolik, Protestan ve Apostolik ya da Gregoryen) ruhani liderlerinin ve Ermenistan’ın Cumhurbaşkanı’nın davetli olduğu bir toplantıda, yani dikkatli biçimde oluşturulmuş bir mizansen ile Ermenilerin 20. yüzyılın ilk soykırımına maruz kalmış olduğunu söyledi. Katolik Kilisesi’nin Hıristiyan âleminin en güçlü dini kurumu olduğu, Avrupa dışında Latin Amerika, Afrika ve kısmen Asya’da da bu mezhebe bağlı milyonların yaşadığı düşünülürse, 100. yılın Türkiye devletinin resmi tutumu için çok da hayırlı biçimde açılmadığını söylemek mümkün. Papa ve Vatikan, Hıristiyan dünyasında Katolik olmayanların gözünde bile bir ahlaki otoritenin sesi olarak görülür.
Görülür de ne kadar gerçekten bir ahlak timsalidir, orası ayrı! Bugünkü papa Latin Amerika’dan, yani sol geleneğin güçlü olduğu kıtadan, üstelik o kıtanın sınıf mücadelelerinin en çalkantılı yaşanmış olduğu bir ülkesinden, Arjantin’den seçilmiş biri. Zaman zaman kendisini “yoksulların papası” olarak sunmaya çalışıyor. Üçüncü Büyük Depresyon döneminde, sınıf mücadeleleri yer yere devrimci boyutları zorlarken böyle birinin Vatikan’ın başına getirilmiş olması, Katolik Kilisesi’nin esas işlevinin sınıf toplumunu sürdürmek, yani modern koşullarda kapitalizmi savunmak olduğunu anlayanlar için hiçbir sürpriz öğesi taşımıyor. Papa aynı zamanda başka davalarda da “açık fikirli” olduğunu iddia eden bir tutuma sahip. Örneğin, “ben kimim ki eşcinselleri yargılayacağım?” sözü epeyce yürekte çarpıntı yaratmıştı. Ama bu kendi döneminde Katolik Kilisesi’nin Fransa’da eşcinsel evliliğe güçlü biçimde karşı çıkan gerici koalisyonun merkezinde yer almasına engel olmuyor. Ne de Fransa’nın Vatikan’a atadığı açıkça eşcinsel büyükelçinin bir türlü papalıktan onay alamamasına.
Ama bugünkü papanın kişisel özelliklerinden ve politikasından bağımsız olarak, Vatikan son derecede şaibeli bir kurum. Kirli para aklamayı da kapsayan finansal sahtekârlığını ve mafya yöntemleriyle yaşadığı iç hesaplaşmaları falan bir yana bırakalım. Doğrudan doğruya soykırım faslına gelelim. Papanın sözünü ettiği 20. yüzyıl katliamlarının en büyüğünde, yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin ve epeyce yüksek sayıda Roman’ın II. Dünya Savaşı döneminde Hitler’in Nazi iktidarı altında gaz odalarında büyük sanayi yöntemleriyle katledilmesi olayında, yani Holokost’ta, Vatikan’ın çok ağır bir sorumluluğu olduğu biliniyor! Katolik Kilisesi büyük tarihi rakibi Museviliği belki de ebediyen Avrupa’nın ve Batı uygarlığının yüzünden sileceğini umut etmiş bile olabilir! Nazilere desteği o düzeydedir. Papa Franciscus Ermeni soykırımından söz ederken lafına “geçen yüzyılda insanlık üç muazzam ve benzersiz trajedi yaşadı” cümlesiyle başlıyor. Bu üç “trajedi”nin en büyüğünde suç ortaklığı tescil edilmiş bir kurumun başındaki otoritenin biraz daha alçakgönüllü davranma sorumluluğu vardır!
Bir de başka bir konu var. Papa hazretleri, Ermeni soykırımından “20. yüzyılın ilk soykırımı” olarak söz etmiş. Peki ya Alman Güneybatı Afrikası’nda (bugünkü Namibya) Ermenilerden on yıl önce Alman İmparatorluğu tarafından Herrero halkının yüzde 80’inin katledilmesine ne ad vermeli? Vatikan’ın tarihçilerinin soykırım radarına girebilmek için bir halkın Hıristiyan ve beyaz ırktan mı olması gerekiyor? Müslüman ülkelerin halklarının Hıristiyanlığın en büyük otoritesinden gelen eleştiriyi görmezlikten gelmesi için bir başka neden mi yaratmak istiyorsunuz yoksa?
Türkiye’de soykırımı, hatta Ermeni halkının kitlesel biçimde katledildiğini inkâr edenler halkı sürekli olarak Batı dünyasının ya da Hıristiyanlığın kendi soykırımlarına bakması gerektiğini söyleyerek kandırmaya çalışıyorlar. Elbette ABD kendi “Kızılderilileri”ni, İspanya ve Portekiz güney Amerika yerlilerini, Fransa Cezayirlileri ve Ruandalıları, Almanya ise sayısız halkı katletti, hatta soykırıma uğrattı. Ama bu gerçeği Ermeni soykırımının tartışılmasının karşısına çıkarmanın nasıl bir sahtekârlık olduğu açık değil mi? Başkalarının soykırım yapmış olması, bizim soykırımımızı suç olmaktan çıkarır mı? Biz deriz ki, Vatikan’ın Holokost’taki rolüne de lanet olsun, İttihat ve Terakki iktidarının Ermeni soykırımına da! Bizim soykırımı lanetlemek için papaya ihtiyacımız yok. Biz Türk ve Kürt işçiye emekçiye diyoruz ki, kardeş Ermeni yoksul köylülerine, işçilerine vb. bu mezalimi uygulayanlar sizi de sömüren, ezen, hatta zaman zaman benzer mezalimlere tâbi tutanlardır. Zalime sahip çıkmayın, mazlumun hakkını teslim edin!
Başka zalimler öyle dedi diye inkârı kabul etmeyin! İki yanlış bir doğru etmez!
AKP-CHP-MHP’nin Ermeni Soykırımını inkar eden ortak açıklamasının olduğu yerde AKP diktatörlüğünden söz etmek nasıl mümkün olabilir?
Üç partiden ortak açıklama
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Meclis’te grubu bulunan AK Parti, CHP ve MHP, Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nun 1915 olayları konusunda 15 Nisan 2015 tarihinde kabul ettiği kararına ilişkin ortak açıklama yaptı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklama şöyle; “Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nun 1915 olayları konusunda 15 Nisan 2015 tarihinde kabul ettiği kararı, her bakımdan fevkalade talihsiz buluyor ve esefle karşılıyoruz. Avrupa Parlamentosu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm İmparatorluk halkı için trajik olan bir dönemine yönelik seçici ve tek taraflı yaklaşımını bir kez daha ortaya koyduğu, Birinci Dünya Savaşı koşullarında Anadolu’daki tüm halkların çektiği acıya duyarsız kalarak sadece Ermenilerin acılarını yücelttiği bu yakışıksız karar, kabulü mümkün olmayan yok hükmünde bir karardır.” http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28755956.asp
KILIÇDAROĞLU’NDAN ORTAK BİLDİRİ ÇAĞRISI
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Avrupa Parlamentosu’nun Ermeni tasarısı kararıyla ilgili ortak metin imzalayabiliriz
Avrupa Parlamentosu’nda ’Ermeni Soykırımı’ tasarısı kabul edilmesine ilişkin Kılıçdaroğlu, “Açık ve net bir şekilde karara karşı olduğumuzu ve doğru bulmadığımızı ifade ettik. Avrupa Parlamentosu’nun soykırım tanımı yapmasının ne kadar ağır sonuçlar doğuracağını da ifade ettik. Olayın papa tarafından Müslüman, Hristiyan eksenine çekilmesinin de ulusların barışı açısından ne kadar büyük bir risk oluşturduğunu da kendilerine aktardık” dedi. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28753201.asp
Diktatörlük var ama bu egemen sınıfların-TC devletinin diktatörlüğüdür.
İktidar ve muhalefet aynı inkarcı ve ceberrut devlet anlayışını savunuyorlar.
Bu ilk değil. Daha önce de muhalefet iktidarın yardımına koşmuştu;
CHP, Başbakan’la ilgili gensoruyu geri çekti
CHP, Meclis Genel Kurulu’nda yarın görüşülmesi planlanan Başbakan Tayyip Erdoğan hakkındaki gensoru ile soruşturma önergelerini geri çekti. 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili önergeleri Musul’daki gelişmelerin ardından yeniden vereceklerini belirten CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, “Bugün hükümete yardımcı olmayı görev sayıyoruz” dedi. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26598106.asp
Ahmet Hakan gibi düzen savunucusu gerici liberaller de alkışlamıştı;
CHP’ye alkış
CHP, Başbakan Erdoğan hakkında verdiği gensoruyu geri çekmiş.
Gerekçe: Musul’daki gelişmeler.
*
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi demiş ki:
“Bugün hükümete yardımcı olmayı görev sayıyoruz.”
*
Bravo CHP’ye!
Çoktandır unutulan “sorumlu muhalefet” anlayışını dolaşıma soktuğu için…
Yarılma’da anlatıyorum. Haymana’da TİP propagandası yaparken devrimci imam “namaz kılın ki halk sizi yadırgamasın. ben ne yaparsam siz de onu yapın” demiş ve böylece yalandan bir namaz kılmıştım. Bunun dışında hayatımda camiye ayak basmadım.
Anonim
Vay be kökten dinsizsin yani 🙂 Ben hayatımın ilk onbeş yılını bu hurafeye göre yaşadım ne yazikki.
Türkiye ve özellikle Ortadoğu’nun bu kronik geriliği, savaşları, darbeleri, krizleri Asya üretim tarzlı veya feodal doğu toplumlarının devamı oldukları için modernlik öncesi karakterlerinin hala güçlü olmasıyla açıklanabilir mi?
Biraz açarsak ekonomilerinin geçmişte ganimet ve fetihe, günümüzde petrole ve ithalata dayalı olması, devamlı göçler-nüfus değişimleri, ideolojilerinin-dini inançlarının-kültürel yapısının ekonomik yapısı ve nüfusu gibi ithal-tabansız olması, açık denize kapalılık ve verimsiz coğrafyası gibi nedenlerle dış etkilere kapalılık vs.
Bence temel neden bu. Bazıları 1.Dünya Savaşından sonra çizilen yapay sınırlarla açıklasa da bu sadece bunu hızlandırmıştır ve sorunun kökü derinlerde ve tarihsel diye düşünüyorum.
Anonim
Bu arada, bu konuyla ilgili bir yazısında Niyazi Berkes şunları yazmış;
Tanzimat’ın devlet adamları «politika» ile «ekonomi» arasında ilişki olduğunu bilmezler, ya da bilseler bile ikisi arasındaki ilişkinin önemli sonuçları olduğunu düşünmezlerdi. Uzaktan tanıdıkları Batı dünyasının yeni ekonomik niteliğini, ekonomik kavramlarını, mekanizmalarını da bilmiyorlardı. Çoğu «kitabet», bürokrasi, medrese, edebiyat ve divan yazarlığı alanlarında yükselmiş sivillerdi. Modern anlamda kurulmuş askeri okul ve örgütlenmeler yeni olduğundan, henüz daha devlet işlerinde ordunun etkisi duyulmamaktaydı.
Bir devletin ekonomik işlemleri, yönetim yasaları ile değil, ekonomi kuralları ile biçimlenir. Bu ise XX. yüzyılın büyük ekonomi dünyası karşısında kalan halkların uluslaşma bilincinin gelişmesi ile oluyordu. İslam halifeliği imparatorluğu gibi bir rejimi, büyük şairin «diyanet devleti» dediği bir rejimi tutundurmanın XX. yüzyıl eşiğinde olanağı bulunamayacağını çok az kişi görebiliyordu.
Anonim
Abi sen ne düşünüyorsun porno ve ruh sağlığı ilişkisi konusunda?
biraz daha açarsan iyi olur. Porno insani bir ihtiyaç ama seks kölelerinin üzerine kurulu olduğu için bugünkü kapitalizm koşullarında onaylanamaz.
Anonim
Kime göre ihtiyaç? Eskiden yokken ihtiyaç değil miydi? Bazı insanlar neden iğrenir bundan?
Şengör gibilerinin görüşü yetersiz bir açıklamadır. Sadece eğitimsizlik, muhafazakarlık ve bakirlikle açıklanamaz bunlar.
Tecavüz, fuhuş gibi şeyler bazı erkeklerin doğasına aykırıdır, ihtiyaçları çok olsa da. İstedikleri şey sevilmek ve istenilmektir çünkü.
Örneğin intikam için katliam yapan ABD’li bakir genç böyleydi.
Anonim
Abi bence de porno bir ihtiyaçtır. Eskiden yoktu falan diyerek anti-tez oluşturmakta kısır bir bakış açısı. Çağlar boyunca ruhsal ihtiyaçlar farklılık gösterir, herşeyi buna göre düşünürseniz o halde modern dünyaya uyum konusunda sıkıntı çekersiniz. Ha kapitalist bir kölelik biçimi olmuş yaklaşımı çok daha mantıklı bir yaklaşım.
Fakat seks işçilerinin köleliğini, sermayenin zoruyla bu işe zorlanmalarını, mafianın rolünü vb. unutmamak gerekir. Özgür bir porno ancak sermaye egemenliğinin olmadığı özgür bir toplumda mümkündür.
Anonim
Haklısınız, insanın eskiden karşılanamayan bazı ruhsal ihtiyaçları modernizm sayesinde karşılanabiliyor. Sanat, müzik, sinema, kitap, edebiyat, video oyunları, spor vs. Bunu belirtmemem eksik olmuş.
Ancak bazı yenilikler gereksiz, yararsız hatta zararlıdır. Örneğin tütün, uyuşturucular vs. Bunlar ihtiyaç değildir ve ortadan kalkarsa eksiklik olmaz aksine faydalı olur. Bence pornografi de böyledir.
Artık şaşmaz şekilde her yerde malumu ilan diye geçiyor. Mantıken bu da mümkün tabii, “bilineni orta yere söylemek”, ama deyim o değil, üstelik kelime oyununa yazık. Doğrusu malumu ilam etmek, yani bilineni bildirmek.
İlân da Arapça, ilâm da, ama ikisi ayrı şeyler. İlkinin altında yatan kavram ‘alen, “ortalık yer, kamusal alan” – ‘adam alenen zırvaladı’daki gibi. (Türkçe alan’la benzerlik şaşırtıcı ama alaka yok, zannetmem.)
İkincinin temeli ilm yani bilgi. Bu kökten Türkçeye girmiş pek çok türev var. Mesela âlim “bilen” yahut bilgin, ulemâ bunun çoğulu, “bilginler”, allâme de mübalağası, “çok bilgin”. Ma’lûm “bilinen”, ta’lîm “bilmesini sağlama” yani öğretme, muallim bu işi yapan kişi. İ’lâm aslında ta’limle hemen hemen aynı anlama gelen bir masdar, ama bizde daha çok “bildirme, haber verme” anlamı ağır basmış. Mahkeme ilamı demek, mahkemenin “bu yazıyı kim okursa bilsin ki” gibisinden yazdığı bildiri. Yahut bildirge. İngilizcesi writ, e’siz.
Şimdi biri çıkıp dese ki hocam, geç bunları, bunlar hep bildiğimiz şeyler, ben de “malumu ilam etmiş oldum öyleyse” der geçerim.
Doğu Avrupa başka bir yer iskandinav ülkeleri başka bir yer. Doğu Avrupa’daki rejimler Türkiye’dekine benziyor. Mavyatik “demokrasi”ler. İskandinav ülkeleri ise özgürlüklerin geniş ölçüde kullanılabildiği ülkeler. Ama oralarda da polis egemenliği olduğu unutulmamalı. Polies gözükmez ama kontrol eder. İsviçre’den biliyorum.
Anonim
Hapse girdiğinizde veya işkence gördüğünüzde babanızın tepkisi ne olmuştu?
Anonim
Ümit Zileli neyiniz oluyor ?
Anonim
THKO isim olarak çıkış yapmıştır. THKP-C’nin üç kurucusu görüşmek için ODTÜ’ye giderler.
“Görüşmeyi Mahir istemişti. Odada Gülay Özdeş de vardı. O odadan ayrıldı. Deniz, Hüseyin İnan, ben (Yusuf Küpeli), Münir Ramazan Aktolga ve Mahir kaldık. Birlik ve örgüt işi konuşulacaktı. Mahir, söze başladı. Deniz, kesti ve ‘Sen oportünist, moralsiz bir adamsın. Seninle kesinlikle birlikte olmayız’ dedi. Mahir, cevap vermeye kalkınca da, dövmek için üzerine yürüdü. Araya girdik.” (322-23) Abi daha önce de bahsettiğim Deniz-Mahir çekişmesine bir örnek
dişin içinde biraz palavra olma ihtimali var bence. Deniz’in Mahir’le o şekilde konuştuğunu sanmıyorum.
Anonim
Abi ben şu an hatırlayamıyorum ancak M.Yalçıner olabilir zamanında ondan da okumuştum: Filistin’e gidecekken ilk başta geleceğim demiş Mahir ancak gitme vakti geldiğinde haber vermeden vazgeçmiş ondan dolayı da Deniz, Mahir hep böyle yapıyor bundan sonra asla güvenmem ona tarzında söylemlerde bulunmuş.
Bunlar söylenti, gerçek de olabilir ama tayin edici bu değildir. O dönem belli gençlik ve arkadaş grupları oluşmuştu. THKO ODTÜ’den; THKP-c esasen SBF’den doğdu. Bir kere ayrı oluşumlar meydana geldikten sonra aralarında rekabet oluşur. Bu iki örgüt bu ayrı çevrelerden ve rekabetten oluşmuştur. Deniz, Mahir’e güvense sanki bu iki ayrı örgüt olmayacak mıydı?
Anonim
SD-MDD ayrışmasından sonra Kürt öğrenciler (DDKO) hangi tarafa yakın durdular?
Anonim
Y. Küpeli ile Mahir arasında bir ayrılık olduktan sonra birleşim gerçeleşebilirdi ancak sonuçta lider karakterli bir Mahir, Deniz, Sinan, Hüseyin vs adamlar var yani. Birleşim olsaydı bile mutlaka ayrılıkta olurdu diye düşünüyorum.
Abi bir de şunu merak ediyorum sizin dönemde bu arkadaşlar (genel olarak o dönemin devrimci önder kadroları ve sempatizanları) arasında din konusunda bir tartışma ortamı oluyor muydu? Yani din tamamen reddedilen, konu bahsi bile yapılmayan bir konu muydu yoksa bu konuda görüş farklılığına yol açabilecek nitelikte farklı düşünen zihinler var mıydı?
Bu soruyu kişisel bir konu veya dedikodu olarak almayın, bir vaka incelemesi için ve bu kişiyi sizin de yakından tanımanız nedeniyle soruyorum. Yavuz Alogan gibi birikimli, dürüst ve bağımsız bir aydın nasıl bu hale geldi, faşist vp’ye teslim oldu? Milliyetçilik, kemalizm Türk solunun genlerine bu kadar derinden mi işlemiş?
Yavuz Alogan çok eski arkadaşımdır. Dürüst bir entelektüeldir. Sorduğunuz sorunun cevabını ben de arayıp duruyorum. Öyle sanıyorum ki, insan bir yaştan sonra düşünsel ve sınıfsal köklerine dönüyor. Bizim kuşağın kentli orta sınıfının oldukça güçlü sınıfsal ve kültürel güdüleri ve kodları vardır. Sel gider kum kalır derler ya. Toplumsal sel gelip geçtikten sonra geriye bu kültürel kum kalıyor galiba. Kemalizm, devlet savunuculuğu vb. Hatta bu devlet tapıncı 50 yıllık Troçkisti Stalin’i sevmeye bile yöneltebiliyor. Gel de Orwell’i hatırlama. 1984 şu cümleyle biter: “Ağabeyi seviyordu.”
Anonim
Bu ülkede sol her zaman milliyetçi ve kemalistti. Nazım, Deniz, Mahir… bütün figürler böyleydi. Ama ceberrut devletle mücadeleleri ve fedakarlıkları her şeyin önüne geçiyordu. Milliyetçi tortularını gizliyordu. Günümüzün devrimcileri o kadar keskin militan değiller. Dolayısıyla milliyetçilik ve kemalistlik hemen göze çarpıyor.
O bir dönemdi, geçti. Dönem artık o kadar keskin militanlık dönemi değil. Çünkü yük paylaşılıyor. Bir avuç “öncü”nün insan üstü kahramanlığına dayanmıyor ve bu iyi bir şey.
Alican
Bazı anarşist yazarların doğayla uyum içinde nasıl yaşanacağıyla ilgili kitapları var.benim sorum bir derece daha değişik:acaba şehirden gidip doğada tek başına yaşamaya çalışmış birinin deneyimlerin yazılı olduğu bir kitap biliyo musunuz? neler yaşamış,hangi zorluklarla baş etmesi gerekmiş,hiçbir araç kullanmadan tarım yapmış mı mesela? ormanda,dağda ya da bir başka el değmemiş arazide-artık ne kadar kaldıysa- yaşamayı isteyen biri olarak,benden önce bunları denemiş insanların deneyimlerini okumayı çok isterim. umarım derdimi tam anlatabildim,şimdiden teşekkürler 🙂
Muhakkar vardır da böyle kitaplar ben bilmiyorum doğrusu. Unobomber’in hayatını bulup oku istersen. Mutlaka kitap olarak basılmıştır. Ne yazık ki bu konudaki literatüre ilişkin bilgi verecek durumda değilim.
Lozan, Osmanlı’dan arta kalan Türkiye’nin batılı devletlerce tescil edildiği bir anlaşmadır. Yani ne zafer ne hezimet. Türk egemenlerine göre zafer ya da hezimet olabilir.
Anonim
Lozan çizdiği sınırlarla Suriye ve Irak gibi (ancak bir diktatör veya tek parti yönetimiyle bir arada tutulabilecek) yapay ülkeler yarattığı ve bu ülkelerle Türkiye arasında kalan Kürt bölgesini böldüğü için Suriye, Irak ve Kürt sorunlarının kaynağıdır.
Lozan’a, daha doğrusu Osmanlı’nın yıkılışına böyle daha geniş bir açıdan bakmak gerekir. Hatta bugün Libya ve Yemen’deki krizin nedeni de bununla bağlantılı. Tarihlerinin neredeyse tamamı iç çatışma ve kolonyal vesayetle geçmiş bu ülkeleri Kaddafi ve Ali Abdullah Salih yönetimleri ancak geçici bir süre bir arada tutabildi.
Bunların yanı sıra Balkanlar ve Kafkaslar’ın, Lübnan, İsrail ve Filistin’in, Kıbrıs’ın, Ukrayna ve Kırım’ın ve Afganistan’ın da böyle bir tarihi olduğu için buradaki krizler de aynı tarihsel nedenlerden kaynaklanıyor.
Konuşma yapmaya gelmişti. B en de aynı toplantıya anarşist yayınları satmaya gitmiştim. Belediye seçimleri üzerine felaket reformist bir konuşma yaptı. Önce konuşma niyetim yoktu. Dayanamayıp söz istedim. Ben karanlıkta olduğumdan beni tanıyamadı. Öndekiler benim olduğunu söylediler. Bunun üzerine yanına çağırdı. Gitmek istemedim. Israr etti. Bunun üzerine gittim. Kitleye oynadığından büyük bir samimiyetle gelip elimi sıktı. Oradan konuşmamı yaptım. Sözü o aldı ve benim “devrimi bıraktığımı” söyledi. Ben cevap olarak (mikrofon yoktu elimde), devrimi değil, Stalinizmi bıraktığımı söyledim. Taraftarları “yaşasın m-l” diye slogan attı ve benim sözlerim duyulmadı tabii ki.
Anonim
“Türkiye Üzerine Tezler” serisi, MDD’nin tarih tezlerine indirilmiş en büyük darbedir.
Bildiğim kadarıyla İbrahim Kaypakkaya Çorum Alevilerindendi.
Anonim
1993’teki madımak katliamından sonra perinçek’i arayıp veya mektup yazıp partiye yönetici olarak geri dönmek istediğinizi belirtmişsiniz. o da kabul etmiş. ama sonra siz caymışsınız. 1993 senesinde siz artık anarşist değil miydiniz? yani bu aydınlık hareketi ideolojisiyle, marksizmle, sosyalizmle tamamen köprüleri atmamış mıydınız?
Anonim
Peki cinsel yaşam birlikteliği? Yani bu konuda hayat boyu aynı kişiye tabii olmak sizce sadakat gibi güzel bir kavramla mı adlandırılmalı ya da daha olumsuz bir durum mu?
Bunu Sığınmacılar’da anlattım. Madımak katliamından çok etkilenmiştim ve bir gece biraz da içkiliyken D. Perinçek’e telefon açıp görev istediğim doğru. O sırada anarşisttim. Sabah, yaptığımın ne kadar saçma olduğunu anladım ve benimle parti adına görüşmeye gelen eski arkadaşım Ömer Özerturgut’a da bunu ifade ettim. Duygusal bir hezeyan anında, içkinin tesiriyle yaptığım bir şeydi bu. Bende gizli saklı bir şey yoktur. Dolayısıyla bu olayı da kitabımda anlattım.
Anonim
Doğu Perinçek ile İ.Kaypakkaya üzerine bir konuşmanız oldu mu hiç veya Perinçek’in bu isim üzerine farklı platformlarda bir değerlendirmesini işittiniz mi hiç ?
Cengiz Çandar’ı en son 1974 yılında, hapisten çıktığımda gördüm ve konuştum. Kötü bir karşılaşmaydı. Havariler’de yazdım bunu. Oral Çalışlar’ı bundan 3 yıl önce, Büyükada’da, Lefter’in cenazesinde gördüm Konuştuk, tabii ki soğuk bir karşılaşmaydı.
Anonim
Onlar paraya para demiyor, sen onların yazdığı gazeteyi alacak parayı zor denkleştiriyorsun Gün abi. Gel de efkarlanma.
Bu sitede yukarıda yazdığınız Voltaire’in ünlü sözüyle ilgili olarak Birikim’deki bir yazıda şöyle yazıyor;
Atilla Yayla’ya yönelik tepki ve uygulamaları eleştirmek üzere yazılan yazıların, vicdan sahibi birçok insanın imzasını taşıyan bildirilerin hemen hepsinde, şu ünlü “görüşlerinize katılmıyorum ama… onları savunmanız için…” klişesi yer almaktaydı. Voltaire’in olsa olsa karşısındakinin daha fazla aptallaşmadan susmasını kibarca buyuran sinizminin özgürlüklerin hatırlatılmasında kullanılmasında, özgürlük bahsinin geçtiği her yerde neredeyse ikinci doğamız hâline gelen baskıcı bir hoşgörünün izlerini bulmak da şaşırtıcı değil. Marcuse, ayrım gözetmeyen bir hoşgörünün, nesnelere ve toplum düzenine bahşedilen genel bir ‘bırakınız yapsınlar’ hâlinden kaynaklanması durumunda, varolanı olumlamaya yönelik bir edilgenliğe dönüşeceğini belirtir. Bu durumda, hoşgörü, bilinçli bir edimin değil, genel bir tutumun parçası olarak a priori tanınmakta, buna karşılık, nesnesinin hakikat muhtevasına duyarsız kalmaktadır. Bir özgürlüğün hatırlatılması, yahut, baskıdan müşteki olmak durumu, kendisini, karşısındakinin görüşlerine ‘katılmadığını’ belirterek yola koyulamaz. “Düşünceleriniz benim için kabul edilemez ama yine de onları savunmanızı istiyorum” demek, baskı altındakilerle dayanışmayı, Türkiye’de hep rastlandığı üzere, imza istemekle özdeş kılan bir küçük burjuva ahlâkçılığına indirgemek demektir. Bu durumda ilkesel olarak karşı olunması gereken şey, Atilla Yayla’nın görüşleri değildir; önümüzdeki gündemde hiç değildir. (Bu Yayla’nın Kemalizmi ve benzeri ideolojilerin taşıdığı syncretistic yapıyı gözardı eden, tarihsel-toplumsal özgüllükleri paranteze alarak neredeyse parokyal bir toplumsal evrim fikriyle geçmişi anakronik bir değerlendirmeye tabi kılan düşüncelerinin başka bir bağlamda eleştirilmeyeceği anlamına gelmiyor elbette.) Yayla ve benzerlerine yönelik haddini bildirme operasyonudur. Böyle bakıldığında, “bırakınız yapsınlar hoşgörüsünün”, aslında seçiciliği ve hatta öjenikliğine ilişkin, başka bir tartışmayı da başlatmak durumundayız. Bu Yayla’yı savunan bır kısım eşhasın, kendisinin, “ne Kürtçü ne de şeriatçı” olmasını vurgulamasına dayanmıyor sadece.
Gün Abi, eğer sosyalizm,anarşizm,felsefe ve daha bir çok şey halkın iyiliği içinse, neden Ahmet Çiğdem ve onun gibi bir sürü kişi yazılarında halkın anlayamayacağı kelimeler ve bir dil kullanıyorlar?Bu yazılarda kime hitap ediliyor?
Arkadaşım, Ahmet Çiğdem’i pek iyi tanımıyorum ama “halkın anlayacağı dil” çok izafi bir şey. Bir akademisyenin dili sıradan halk açısından anlaşılmaz olabilir ama kendi akademisyen çevresinden insanlar pekala anlayabilir. örneğin felsecilerin dilini anlamak çok zordur ama bu, onların bir takım önemli konuları irdelemedikleri anlamkına gelmez. Onları ben bile anlayamıyorum. Ne yapacağız şimdi?
Anonim
“Bugün, meselâ Veli dayılar için, münhasıran onların anlayacağı gibi bir lisân-ı tahrîr tasavvur edemiyorum. Zâten ümmîler için yazan muharrir yoktur. Âmâlar için resim yapan musavvir olmadığı gibi.”
Tevfik Fikret
Anonim
İç Anadolu mitolojisinde yarı insan yarı eşek figürleri var mıdır acaba?
Anonim
10 mayıs’ta ankara’daki buluşma nasıl geçti gün abi? neler yaptınız, ne konuşuldu? Sadece imza gününe mi gittin, yeni projeler var mı?
bu imza kampanyası pek görülmemiş biçime sahip… KA ve TA insanlara sormadan adlarını koymuşlar ve isteyenin imzasını sildirebileceği belirtilmiş.Tuhaf… çok tuhaf. Ahlakî olarak kuşkulu bir yöntem. Yakıştıramadım. En basitinden insan “içerik” olarak katılsa bile salt bu “saygı sorunu” nedeniyle imzasının silinmesini isteyebilir…
öğrenci olduğum için kitaplarınızı okumak için nakit ve vakit fırsatım olmadı ancak size iki sorum olacak
1. Gençliğinizdeyken özellikle Aydınlık hareketindeyken TC’de bir devrim olacağına inancınız var mıydı? Ethem Sancak ile ilişkileriniz nasıldı ve o dönem onun bu davaya hizmeti nasıldı?
Anarşizm gerçekleştiğinde neyin ne kadar, ve nasıl üretileceğine dair kararlar oy çokluğuyla mı alınacak? (Ve hangi oranda, örneğin salt çoğunluk mu?)
Eğer öyleyse -çoğunluğun haklı olup olmayacağı bir yana- kararları kabul etmeyenler buna direnirse onlara zorla mı kabul ettirilecek?
Çoğunluk sağlanamayıp her kesimden farklı görüşler ortaya çıktığında ve hiçbiri kabul görmediğinde ne olacak?
içimi döktüm
çalışmadan veya hiç değilse insanın, öğrenmek, gezmek, tembellik yapmak, sosyalleşmek vs. gibi diğer faaliyetlerini olanaksız kılmayacak ölçüde az bir emekle yaşamak mümkün mü? bu soruyu soruyorum, çünkü bundan 2-3 sene sonra hayatımı kazanmak için nasıl bir yol tutturacağım sorusu öyle veya böyle önümde dikilecek ve benim gibi elinden hiç bir iş gelmeyen, insanlarla ilişkileri zayıf, sosyal fobili bir insanın bu toplumda tutunmayı nasıl becereceği sorusu gerçekten büyük bir problem. hadi bu bir kenara, birilerinin ceplerini doldurmak için sabah 5’ten akşam 8’e kadar çalışarak tüketilen uzun yıllar (yani, insan ömrünün büyük bir parçası) tek seferlik bir şey olan yaşamı çarçur etmek, değersizleştirmek değil midir? niye böyle bir hayatı elde etmek için kendimi daha fazla yorayım? aile kurmak, çocuk yapmak gibi hayallerim de yok. kendim için yaşayıp mutlu ölmek istiyorum, ama o da bu şartlarda mümkün değil gibi görünüyor.
Gösterilen ilgi iyi. CHP’nin kentli kesiminden de bir miktar oy alacağı anlaşılıyor. Ama bence hâlâ bıçak sırtında.
Anonim
AKP’li yöneticilere yönelik saldırılarla ilgili görüşünüz nedir? Adana milletvekili adayı bıçaklanmış. Gürsu Belediye Başkanı da kurtarılamamış. Gerçi bu olay siyasi değil, zabıta tarafından vurulmuş. CHP’li bir aday da benzer şekilde müvekkilinin saldırısına uğramış. İktidar ve diğer düzen partilerine yönelik şiddet meşru bir yöntem midir?
Ben “ulusolcu” gibi yozlaştırılmış terimleri kullanmam. Aslı ulusalcıdır ve bir araştırma yapacak olursanız bu deyimi ilk kez benim kullandığımı saptayabilirsiniz. Ulusalcı deme meselesine gelince, tabii ki diyeceğim. Ulusal bayrak kullananlar ulusalcılardır. Zaten HDP de Kürt ulusalcısıdır, şimdi de “Türkiye partisi” olma adına Türk bayrağını kullanarak Kürt ulusalcılığına Kürt ulusalcılığını ekliyor. Gezi’deki mücadelede Türk ulusal bayraklı kızla BDP’li gencin el ele mücadele vermeleri güzel bir şeydi. Mücadele alanlarında kendiliğinden ortaya çıkan ve kardeşleşen bayraklara hiçbir itirazım yok, ancak siyasi partilerin bayrak oyunlarına ve gösterilerine karşıyım.
Anonim
Ulusalcı deyişini ilk defa siz nerede ne zaman kullandınız?
Ulusalcılık-Bir İdeolojinin Krizi (Özgür Ünivesite Yayınları, 2007) kitabına bakınız. Bu kitapta yer alan ve ulusalcılığı tahlil eden “Galiyevcilik üzerinde el sıkışmak” yazısı (Birikim’de çıkmıştır ilk kez) 23.7.1998 tarihini taşımaktadır. Bu makalede “ulusalcılık” terimi doğrudan doğruya kullanılmamakta, Ulusalcılar “ulusal cepheciler” diye anılmaktadır. “Ulusalcılık” teriminin ilk kez geçtiği, aynı kitapta yer alan ve ilk kez Birikim’de yayınlanan “Yön, MDD’cilik ve Ulusalcılık” başlıklı makalenin tarihi ise 23.11.2004’tür. Görüldüğü gibi Ulusalcılık terimi başlıkta bile yer almıştır. Sonuç olarak, Ulusalcılık, bir siyasi hareket olarak, “ulusal cephecilik” adıyla bundan 17 yıl önce tarafımdan masaya yatırılmış ve bundan 11 yıl önce de doğrudan ulusalcılık olarak adlandırılmıştır. Tarih olarak daha önce kullanan varsa bana haber verin.
Not: bu yazıların hepsi bu sitede, “Anti-emperyalizm ve Ulusalcılık” başlığı altında bulunmaktadır.
Anonim
ulusalcı solcunun kısaltması olarak ulusolcu deniyor. orwell’in 1984’teki kısaltmalarını anımsatıyor biraz. yozlaştırılma bunun neresinde?
ulusalcının mizahla deforme edilmiş şekli. Liberalin liboş yapılması gibi. Bunlar espri olarak hoş olabilir belki ama siyasi literatürü de yozlaştırır.
Telefonunu kaydettim, kısa süre içinde arayacağım seni Cem. sevgiler.
Anonim
“Bu küçücük hayatımda ne iz bıraktım ki deme. Nice hayvanlar bakmış yetmişlik bir adamın kalbinde acının derin izini bıraktın, daha ne” diye yazmışsınız twitter’a. Fazla özel değilse niye böyle yazdığınızı söyler misiniz?
15 günlük, annesini kaybetmiş, küçük bir yavru kedi (ben bakıyordum) öldü de.
A.SULTAN GALİYEV
Sayın zileli burada bazı sorulara verdiğniz cevapla ”DİKTATÖRLÜĞE KARŞI DİRENİŞ BARİKATINA ”Başlıklı yazınızda büyük çeliş ki yok mu?Madem sistem kötü ve çökmesi lazım o zaman hdp’ye oy isteyerek sistemi çöküntüden kurtarmak ve tamir etmek mi istiyorsunuz??
HDP’ye destek diktatörlüğe karşı mücadele için. Diktatörlüğe karşı mücadele de sistemi çökertir. Elbette HDP de dahil hiçbir düzen gücünü eleştirmekten vazgeçmeden.
BHH de bir bakıma öyle görülebilir ama HDP’nin ve BHH’nin içinde önemli bir devrimci potansiyel birikmiş durumda. Bütün örgütler düzen içidir. Düzen içi olmayan devrimci kitlelerdir. AKP diktatörlüğünü 2017’de yıkacak olanlar da onlardır. Yani 2. Gezi.
A.SULTAN GALİYEV
Bu noktada size katılmıyorum.Birincisi bir diktatörün gitmesi aynı sistem devam ettikçe başka diktatörün gelmesi demektir.Akp örneğinde görüldüğü gibi.İkincisi diktatör bir yapıya karşı başka bir diktatörlük potansiyeli olan yapıyı desteklemek pekala hali hazırda ki diktatörün taraftarlarını da güçlendirir.Burada olması gereken diktatör dediğiniz yapının eylemlerine karşın farklı bir yapı alternatifi göstermeden, siyasal sınıfları devreye sokmadan halkı örgütlemek daha doğru olmaz mı?Diyelim ki hali hazırda diktatörlük yapan yapıyı nereye kadar geriletebilirsiniz.HDP Barajı geçerse diktatör dediğiniz yapıyla iş birliği yapmayacağına nasıl bir garanti veriyorsunuz?Gezi eylemlerini ve hdpnin tutumunu hatırlayın.Bu tutumunuz solun geçmişte yapmaya çalıştığı ama başaramadığı bir tutum değilmidir?
Despotluk yapmak için illada iktidar sahibi olmak gerekmez.Bir çok ideoloji ile dirsek temasında bulunmuş objektif analizler yapanlar bilir ki despotluk bir toplumu dizayn etmek için tüm siyasal ve dinsel ideolojilerin kullandığı bir yöntemdir.Tam bu noktada anarşizmin babası Bakunin ile sosyalizmin babası Marksın yolları ayrılır. Bakunin’e göre özgürlük olmadan sosyalizm diktatörlüktür. ”En radikal devrimciyi alın ve onu bütün Rusların tahtına oturtun ve bir yıl bile geçmeden o çar’dan da beter olacaktır.” Felsefesiyle hareket eden Bakunin tüm toplumun katmanlarının yönetime katılması gerektiğini vurgular ve her hangi bir örgüt,parti ve gruplaşmanın halklar üzerinde baskı unsuru olacağını belirtir. Örgütlenemnin sadece halkları uyandırmak amacı taşıması gerektiğini bunu haricinde yönetime talip olan örgütlerin varacağı noktanın diktatörlük olacağı kanısındadır.kanısındadır. Marks bütün bunları reddetmiş ve proloterya sınıfının devleti ele geçirmesini yegane reçete olarak ortaya koymuştur.Marks’a göre diğer sınıflar yok edilmeli hatta lümpen prolterya devrimden dışlanmalı idi.Bu kıyaslamayı çok uzatabiliriz hatta o dönem yapılan bu tartışmaların tarihe düştüğü iz düşümlerini de var sayarsak konu bayağı uzar.Ama sonuçta tarih Bakunin’i haklı çıkarmıştır.
21 YY geldiğimiz noktada sözü Marksist despotlara getirmek istiyorum.Öyle dünya da iz bırakmış liderler falan değil halen daha prolter devrim ateşi ile yanıp tutuşan despotlara değinmek istiyorum.
Bir kısmı tanıdık olan bir kısmı teorik eserler bırakmış olan bu kesim içerisinde öz eleştiri yapanlar haricinde halen Marksizmin despot tarafına takılı kalmış bozuk bir teyp gibi sloganlarını tepemize tepemize vuran despotlardan bahsediyorum.Elbetteki bunların yaşamış olduğu acıyı,işkenceyi,zulmü anlıyorum keşke böyle olmasaydı da diyorum.Ama yaşadığınız bu acı,bu zulüm sizi daha demokratik bir zemine kaydırması gerekirken tam tersine daha bir hırçınlaştırıp,daha bir katılaştırmış.Bu katılıkla sizin gibi düşünmeyenlere dünyayı dar etmeye yemin etmiş gibisiniz.Belkide yaşadığınız trajedileri bir üstünlük sayıp diğer insanlar karşısında tahakküm kurmak yada duygu sömürüsü yapmak gibi bir eğilim içersinde var olmaya çalışıyorsunuz.Bu trajedi sizi öyle körleştirmiş ki bu düşünce sistematiğinin artık iflas ettiğini göremiyorsunuz.Bu tarzın sizi diğer despotlarla eş değer kıldığının farkında bile değilsiniz.İnsanların özgürlüğünü tarih boyunca yok etmek isteyen kemikleşmiş despotlardan hiç bir farkınız yok.Galiba tek farkınız bu despot tutum size 19 yy larda bulaştı.Artık Marksizmde geri kalmış bir ideoloji olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı.Size yeni bir şey söyleyin diyorum susun demiyorum çünkü biz hiç kimseye susun demeyecek kadar özgür düşünüyoruz.Ama söyleyeceğiniz şey sizi dev aynasında göstermesin,söyleyeceğiniz her neyse biraz daha liberter bir çizgide olsun.
Bugün seçim arefesinde bile artık insanlara bir şeyleri dayatmayın diyorum.Bugünkü sorunlar partiler bazında çözülecek sorunlar değil.Bu sorunlar halklar tarafından çözülecek sorunlardır.Bu sorunları marjinalleştirerek toplumdan koparmayın diyorum.Toplumun bütün bu sorunlarla yüzleşmesine engel olmayın diyorum.T.D
Anonim
Seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz Gün bey ?
Merhaba abi benim sorum biraz farklı olacak.Anarşist kitaplıkta Dilaver demirağ’ın yazdığı Anarşizm unutulmuş olanı hatırlamak isimli kitap yer almıyor acaba sebebi nedir?
Dilaver Demirağ’ın Anarşizm kitabı var diye hatırlıyorum. Olmayanları künyesiyle birlikte yaz, koyayım.
Anonim
milliyetçilikle ulusalcılık aynı şey midir abi? neden bu ikisini ifade etmek için “ulusçuluk” veya “milletçilik” gibi daha anlaşılır terimler kullanılmaz da, kelimenin sonuna hep bi -sal veya -yet eki getirilir?
Ulusalcılar esasen ulus-devletçidir, milliyetçiler ise ulusçu. Ulusçu, milliyetçinin öztürkçe halidir. Bu yüzden ulusalcılara ulusçu demiyoruz. Gerçi milliyetçiler de devletçidir ama onların devletçiliği ulus-devletçilikten çok geleneksel devletçililiktir. örneğin aynı zamanda Osmanlıcıdırlar. ulusalcılar ise sadece cumhuriyet devletine sahip çıkarlar. aradaki fark sanırım böyle.
bir sorum daha var abi şimdi bu chp seçmeni işçi,emekçi,ileri demokrasi,ezilen halklarımız diyerek kendilerini sosyal demokrat olarak lanse ediyorlar.Ama komunizmide bir küfür olarak görüyorlar.Özellikle Türkiye komünizme doğru gidiyor diye ifadeler kullandığımda ki öyle bir şey zaten söz konusu değil çok kızıyorlar.Bu bir çelişkimidir?yoksa sosyal demokratlığı da bir felesefi fikir olarak mı değerlendirmeliyiz?Tabi bu arada bu dediğim kitle marksı ve lenini de seviyorlar.Sizin bu konuda ki düşünceniz nedir?
eski tip komünizm bitti. Artık hiçbir yerde yok. Küba’da bile olduğu kuşkulu. Kuzey Kore ise komünizm adını kullanan bir despotizm. Çin’in de adı dışında komünizmle ilgisi yok. Sonuç olarak dünyanın komünizme gittiğini söylemek bence doğru değil. CHP Türkiye’nin modernist partisidir. Oy aldığı bölgeler de bunu gösteriyor. Pek sosyal demokrat olduğu söylenemez. Zaten Türkiye’de sosyal demokrat bir gelenek yok. Bununla birlikte CHP tabanı devrimcilere genelde dosttur. Onlarla iyi ilişkiler kurulmalıdır.
Anonim
Demirel de gitti Gün kardaş, allah taksiratını affetsin mi ?
Ölenlerin arkasından konuşmayı sevmem ama şu kadarını söyleyeyim:
1. Süleyman Demirel, Türkiye burjuvazisinin önde gelen siyasi temsilcilerinden biridir;
2. 12 Mart dönemindeki uygulamaların çoğundan ve en önemlisi de 3 devrimcinin idam edilmesinden sorumludur;
3. Daha sonraki dönemde Kürtlere karşı yürütülen devlet operasyonlarında da sorumluluğu vardır;
4. Hayatının son yıllarında ulusalcılara yakın, ulus devletçi bir çizgi izlemiştir.
Anonim
Peki AKP muhalifi olduğu halde nasıl böyle düşünebiliyorsunuz? Ergenekondan tutuklanan askerleri bile bu nedenle AKP’ye karşı desteklerken Demirel’e karşı olmanız çelişki değil mi? O askerlerin çoğu Demirel’le aynı dönemde bu uygulamalara ortak olmadılar mı?
Anonim
Peki Türkeş hakkında ne düşünüyordunuz?
hortlak
Tesekkürler..Sanirim digerlerine göre dah a aklibasinda,daha ayaklari yere basandi…
Irkçı-faşist olduğunu ve 1970’lerdeki siyasi cinayetlerin baş sorumlularından olduğunu düşünüyorum.
S.G
Zülfü Livaneli ilgin bir demirel yazısı yazmış.Yazının sonunda ”demokratlar, bu kadar yasak ve arkadaşlarımızı astırmasına rağmen demireli sevdiler ve saygı duydular ama özaldan nefret ettiler.”Mealinde bir cümle kurmuş.Demokratlar Özalı daha dindar olduğu için mi kabullenmediler?Yada özal devletle demir kadar barışmadığı içinmi??
S.G
Deniz gezmişlerin asılmasında chp ve Nihat Erim’in hiç mi rolü yoktu yada nasıl bir rolleri vardı??
CHP’den de idam yönünde oy kullananlar oldu epeyce. Fakat CHP parti olarak buna karşı çıktı. Hatta İnönü idamların iptali için son anda Anayasa Mahkemesine de gitti.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısına verilen oyların sonucu*:
Üye sayısı: 450
Oy verenler: 323
Kabul edenler: 273
Reddedenler: 48
Çekimserler: 2
Oya katılmayanlar: 118
Açık üyelikler: 9
Partiler: Adalet Partisi (AP), Bağımsız (Bğz.), Birlik Partisi (BP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Güven Partisi (GP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Millet Partisi (MP) Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeni Türkiye Partisi (YTP)
Kabul edenler
Adana: Cevdet Akçalı (AP), Fazıl Güleç (CHP), M. Salahattin Kılıç (AP), Melih Kemal Küçüktepepınar (CHP), Ali Cavit Oral (AP), Emir H. Postacı (CHP), Kemal Satır (CHP), Ahmet Topaloğlu (AP), Turgut Topaloğlu (GP), Alpaslan Türkeş (MHP), Hüsamettin Uslu (AP)
Adıyaman: M. Zeki Adıyaman (AP), Ali Avni Turanlı (Bğz.)
Afyonkarahisar: Hasan Dinçer (AP), Hamdi Hamamcıoğlu (GP), Ali İhsan Ulubahşi (AP), Kazım Uysal (AP)
Amasya: Yavuz Acar (AP), Salih Aygün (AP)
Ankara: Orhan Alp (AP), Oğuz Aygün (AP), Musa Kazım Coşkun (AP), Orhan Eren (AP), İ. Sıtkı Hatipoğlu (CHP), Mustafa Maden (AP), H. Turgut Toker (AP), Aydın Yalçın (AP), Ferhat Nuri Yıldırım (AP), Şerafettin Yıldırım (AP), Mustafa Kemal Yılmaz (AP)
Antalya: Hasan Akçalıoğlu (AP), İhsan Ataöv (AP), Süleyman Çiloğlu (AP), Ömer Eken (AP), Rafet Eker (AP, Hasan Ali Gülcan (CHP)
Balıkesir: İbrahim Aytaç (AP), Cihat Bilgehan (AP), M, Şükrü Çavdaroğlu (AP), Kemal Erdem (AP), Ahmet İhsan Kırımlı (AP), M. Nurettin Sandıkçıoğlu (CHP), Osman Tarı (AP)
Bilecik: Şadi Binay (AP)
Bingöl: Mehmet Sıddık Aydar (Bğz.), Mehmet Bilgin (YTP)
Bolu: Ahmet Çakmak (AP), Nihat Bayramoğlu (AP), Halil İbrahim Cop (AP), M. Şükrü Kıyıkoğlu (AP)
Burdur: A. Mukadder Çiloğlu (AP), Mehmet Özbey (AP)
Bursa: Ahmet Türkel (AP), Barlas Küntay (AP), Cemal Külahlı (AP), Ertuğrul Mat (AP), Kasım Önadım (AP), Mehmet Turgut (AP), Mustafa Tayyar (AP)
Çanakkale E. Kemal Bağcıoğlu (AP), Mesut Hulki Önür (AP), Refet Sezgin (AP), Zekiye Gülsen (AP)
İstanbul: İbrahim Abak (AP), İsmail Hakkı Arar (CHP), Sadettin Bilgiç (AP), Ferruh Bozbeyli (AP), İlhan Egemen Darendelioğlu (AP), Tekin Erer (AP), Nuri Erdoğan (AP), Orhan Cemal Fersoy (AP), Hasan Güngör (AP), Mustafa Fevzi Güngör (AP), A. Şeref Laç (AP), Osman Özer (AP), Akgün Silivrili (AP), İsmail Hakkı Tekinel (AP), Naime İkbal Tokgöz (AP), A. Turgut Topaloğlu (AP), Hasan Türkay (AP), Mehmet Yardımcı (AP)
İzmir: Şevket Adalan (CHP), Mustafa Akan (AP), Şükrü Akkan (AP), Muzaffer Fazlı Arınç (AP), Burhanettin Asutay (CHP), Münir Daldal (AP), Ali Nailli Erdem (AP), İhsan Gürşan (AP), Nihat Kürşad (AP), Akın Özdemir (AP), Orhan Demir Sorguç (AP)
Kars: Latif Aküzüm (AP), İsmail Hakkı Alaca (AP), Mustafa Doğan (AP), Kemal Kaya (AP), Veyis Koçulu (AP), Osman Yeltekin (CHP)
Kastamonu: Orhan Ali Deniz (AP), Hüseyin Sabri Keskin (AP), Mustafa Topçular (AP), Hasan Tosyalı (GP)
Kayseri: M. Şevket Doğan (AP), Turhan Feyzioğlu (GP), Hayrettin Nakipoğlu (AP), Vedat Ali Özkan (AP), Enver Turgut (AP), Mehmet Türkmenoğlu (GP)
Kırklareli: Mehmet Atagün (AP), Feyzullah Çarıkçı (AP), Hasan Korkut (AP)
Kırşehir: Cevat Eroğlu (MP), Mustafa Kemal Güneş (AP)
Sakarya: Nuri Bayar (AP), Yaşar Bir (AP), Güngör Hun (AP), M. Vedat Önsal (AP)
Samsun: Talat Asal (AP), Mustafa Boyar (CHP), Doğan Kitaplı (AP), Nafiz Yavuz Kurt (AP), Hüseyin Özalp (AP), Bahattin Uzunoğlu (AP), İsmet Yalçıner (AP)
İstanbul: Eşref Derinçay (CHP), İbrahim Bedreddin Elmalı (MP), Ahmet Bahir Ersoy (CHP), Orhan Eyüboğlu (CHP), Orhan Kabibay (CHP), Rıza Kuas (TİP), Sezai Orkunt (CHP), Haydar Özdemir (BP), M. Kazım Özeke (CHP), İlhami Sancar (CHP)
İzmir: Coşkun Karagözoğlu (CHP), Talat Orhon (CHP), Şinasi Osma (AP), Kemal Önder (CHP), Ali Naki Üner (AP)
Kars: Turgut Artaç (CHP)
Kastamonu: Muzaffer Akdoğanlı (CHP), Mehmet Seydibeylioğlu (CHP)
Sivas: Vahit Bozatlı (CHP), Hüseyin Çınar (BP), Ahmet Durakoğlu (CHP), Ekrem Kangal (CHP), M. Kemal Palaoğlu (CHP), Mustafa Timisi (BP)
Tekirdağ: Nedim Karahalil (AP), Mustafa Sabri Sözeri (AP)
Tokat: İsmail Hakkı Birler (CHP)
Trabzon: Mehmet Aslantürk (CHP), Mehmet Ali Oksal (AP), Ahmet Şener (CHP)
Tunceli: Kenan Aral (CHP)
Urfa: Necati Aksoy (CHP), Vehbi Melik (CHP)
Yozgat: İsmail Hakkı Akdoğan (AP), Abdullah Baştürk (CHP), Celal Ahmet Sungur (CHP)
Zonguldak: Hüseyin Baytürk (CHP), Sinan Fevzi Fırat (AP), Cahit Karakaş (CHP)
* TBMM’de gerçekleşen idam görüşmeleri ve oylamalar, BDS yayınlarının 1988 Mayıs baskısında “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İdam Görüşmeleri” adlı kitapta yayınlandı. (HK)
Kısacası o zamanki mecliste 273 katil, 120 korkak varmış.
S.G
Bu tabloyu görünce anarşizmin ne demek istediğini ve neden var olduğunu daha iyi anlıyorum.Her siyasi parti düzenin birer askeri gibi görev yaparken genç insanları da kendi iktidarları uğruna kullanmaktan hiç çekinmemişler.
Abi 12 Eylül öncesinde Aydınlıkçı camia halka mal olmuş, ancak sonuç olarak liberal düzen insanları olan mesela; K. Sunal, Şener Şen gibi adamlarla ilgili ne düşünüyordunuz?
Anonim
Bakunin ve Kropotkin gibiler enternasyonalde v.s de anarşizmi sınıfsal bir devrim ve mücadele hareketi olarak konuşmuşken, malatesta, durruti ve makhno gibi elle tutulabilir silahlı eylem pratikleri örnek olarak varken neden şuanda anarşist dendiğinde akla bencillik, punk takılmak, silah ve örgüt karşıtlığı gibi boş kavramlar geliyor?
Türkiye sinemasının iyi birer oyuncusudurlar. Şener Şen, olgunluk döneminde daha dramatik filmlerde de başarılı olmuştur. Kemal Sunal’ın son filmleri de öyledir.
Anarşizm bütünsel bir doktrin değildir. Birçok çeşidi vardır. Bencillik derken ne kastediyorsunuz, bilmiyorum ama örneğin klasik anarşizm içinde Stirner’in bireyci anarşizmi de yer alır. “punk takılmak” diye bir şey yoktur. 1980’lerde Avrupa’yı sarsan bir punk hareketi vardır ki önemli bir yaşam tarzı isyanıdır, küçümsemeyin. Örgüt karşıtlığı vb. bunlar bugünkü anarşizme atfedilen, dışardan atfedilen şeylerdir. Anarşistler (bugünküler de) sadece hiyerarşik örgütlere karşıdır. Bugün anarşizm kültürel alana da yayılmıştır ve bu iyi bir şeydir.
Anonim
Türkiye’de sizin dışınızda anarşist var mı? Varsa kim(ler)?
Anonim
Yok abi onu sormadım. Örneğin bir iş adamına sosyalistlerin iyi bakması mümkün değildir. Yani aynı bakış açısıyla bu tür sanatçılara da böyle bir yaklaşım var mıydı ?
Anladım. O zamanı soruyorsun. Sana şunu söyleyeyim, o hergamede ilgilenemiyorduk bile. Dolayısıyla bir bakışımız yoktu.
Anonim
Anarşist yaşama dair ütopik bir eser var mı tavsiye edebileceğiniz ”mülksüzler” dışında
Anonim
Sen en iyisi 70’li yılları en ince detaylarına kadar anlatan şöyle 700 sayfalık Tolstoy stilinde bir roman yaz Gün abi. Bizim kuşağın o yılların dinamiklerini kavraması pek mümkün görünmüyor. Senin anılarını okuduk eyvallah ama yetmiyor gördüğün gibi.
1917 devrimini ve sscb tarihini derli toplu bir şekilde okuyabileceğim kitaplar tavsiye edebilir misin abi? piyasada bu konuya dair pek fazla kaynak yok gibi, biraz araştırma yaptığımda stalin’in, troçki’nin ve e. hallet carr’ın kitaplarını bulabildim yalnızca.
Ne devrimi? atatürk’ün etrafında oluşmuş bir bürokrasinin diktatörlüğü söz konusuydu. Özgürlük için orada da mücadele ederdim tek parti ve ebedi şef diktatörlüğüne.
Anonim
Peki bu diktatörlüğün oluşumunda Atatürk’ün etkisi neydi? Yani Atatürk çevresindekiler tarafından ele geçirilmiş, kontrol edilen zavallı bir piyon muydu (yani diktatörlük aslında çevresindekilerin faydalandığı bir sistem miydi) yoksa bu keyfi düzeni tamamen kendisi oluşturmuş usta bir diktatör müydü?
bunların her ikisi de söz konusu bütün diktatörler için.
Anonim
Gün Abi, bu dünyada ezenler ezilenler varsa, neden ezilenlerin yanında yer alanlar birbirlerini yiyorlar? Siz neden senelerce birbirinizi yediniz? ve sosyalist sol,anarşist sol neden bir gün olsun bile bu ülkenini en güzel devrimini Fatsayı anmıyor ve neden Terzi Fikri’yi ölüm yıl dönümünde bile anmıyor…Bu insan bu kadarını bile hak etmiyor mu?
Türkiye soluNUN fATSA’YI ve Terzi Fikri’yi anmadığı pek doğru değil. Bugüne kadar bu fazlasıyla yapıldı da bu deneylerin eleştirisi pek yapılmadı bence. Birbirini yeme meselesine gelince, bizde tartışma kültürü bir hayli zayıf. Bu yüzdan genellikle monolitik bir yaklaşımımız var. Bu monolitik yapı bir kere parçalanınca da bu sefer birbirimizin gözünü çıkarıyoruz. Olsa yapılması gereken, başından itibaren eleştiri ve irdeilemeyi özenilir bir şeiy haline getirmek ama birbirinin kuyusunu kazmayı ya da gözünü oymayı da ayıplanacak bir davranış olarak hedef tahtasına koymaktır.
Anonim
Maalesef doğru değil, Gün Abi…Sizler Terzi Fikri’yi eleştiremezsiniz,sadece onu saygıyla anmak mecburiyetinde olursunuz…Ve anmıyorsunuz.. Dünyada Paris Komünü ne ise Türkiye’de Fatsa odur…Ve doğru söylemiyorsun…Terzi Fikri’nin ölüm yıldönümü geçti ve bir anarşist olarak onu anmadın…ve sizler hiç bir zaman Terzi Fikri olamayacaksınız…Kiminiz anarşizme kiminiz kürt ipine tutundunuz,tutunamayanlar ise liberalizme ve milliyetçiliğe savruldu….Ve ben 22 yaşında bir genç olarak Terzi Fikriyle gurur duyuyorum…Demokratik cumhuriyeti savunanlar örnek alsın…benim liderim DenizGezmiş,Mahir Çayan,Che Guevar,Lenin değildir…Benim liderim Terzi Fikridir,Paris’in baldırı çıplaklarıdır…ve sen bunları hatırlatmakla yükümlüsün biz gençlere Gün Abi.
no country for old men
türkiye soluna stalinistler hakimken bu dediğin nasıl olacak gün? en son merdan yanardağ polemiğinde bile pek çok insan sana cephe aldı, hatırla, “troçki de kronstadt’da anarşistleri kurşuna dizdi çünkü emperyalist ülkelerin bolşeviklere saldırısı vardı” diyen adamı savundu sana karşı. sen de saf saf bunlarla tartışma kültürü arıyorsun.
sevgili arkadaşım, ben bu sitede hiç kimseyi anmıyorum. öldükten sonra üzerinden yıllar geçmiş birini andığım bir yazı bul, göster burada, o zaman sana hak vereceğim. Sana tavsiyem kimseyi idolleştirme. Birini idolleştirmek, o kişiye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Ben tartışma kültürü derken sadece solu kastetmemiştim. Genel olarak toplumu kastetmiştim, elbette sol da o toplumun bir parçası olarak bu olumsuzluklardan nasibini alır. Bu, uygurları savunacağım diye koreli turist döven bir toplumdur. TGB’lilerin ABD’li asker dövmeleri çok mu farklıdır sanki. Böyle bir toplumda bırakın tartışma kültürünü, ortalama bir zekâ bulmak bile bir talih olarak görülmelidir. Buna rağmen tartışma kültürünü gerek toplumda gerekse solda adım adım yaygınlaştırabiliriz diye düşünüyorum. Örneğin bugünkü durumla 20 yıl öncesi bile farklıdır.
Anonim
Güzel Abim, sözlerine sonuna kadar katılıyorum.İnsanları idolleştirmek büyük bir hata.sonucu hayal kırıklığı olur.Ama benim idolleştirdiğim bir idol değilki.halktan biri halkın kendisi..
İdolleştirmek putlaştırmak demektir. Halktan birileri de putlaştırılabilir. Hatta çoğunlukla putlaştırılanlar halktan birileridir.
S.G
Abi 70 li yıllarda Sultan Galiyev’den ne kadar haberdardınız ve o zamanlar hakkında nasıl bir görüş hakimdi??..Yani 68 kuşağı Sultan Galiyev’e nasıl bakıyordu??..
dünyaya gelmeden önce neysen osun ölümden sonra da.
Anonim
İnsanlığın ilerledikçe sınıflara ayrılması, buna isterseniz işbölümü de diyebiliriz, evrim ilerledikçe canlıların türlere ayrılması gibi doğal ve zorunlu bir durum değil midir? Nasıl ki ekosistemin varlığı için farklı türlerin mevcudiyeti gerekliyse, insan toplumunun da işbölümünün gerektirdiği sınıflardan oluşması bir zorunluluk değil midir?
Bu yüzden bütün sınıfları tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak yerine emek sömürüsünü, sınıflar arası uçurumu ve aşırı zenginlik/yoksulluğu kaldırarak sınıfları mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmak, bunun için de israf yaratan kâr amaçlı üretime ve zorunlu asgari çalışmaların dışındaki bütün çalışmalara son vermek yetmez mi?
Aynı durum ekosistem için de böyle değil mi? Beslenme zinciri bir doğa kanunu ama hayvanlar yaşamak için gereken ihtiyaçları kadarını yiyorlar -doğaya zarar veren türler de var elbette ama en zararlı tür insan bu açıdan, ihtiyacının çok fazlasını tüketerek doğaya çok büyük zarar veriyor. İnsan da ihtiyacıyla yetinmeli. Veganlık ve vejetaryenlik yaygınlaşmalı, belki bütün insanlar değil ama büyük çoğunluk vejetaryen olabilir, olmayanlar da eti büyük ölçüde azaltabilir. Aynı şekilde barınma, konut, giyim gibi diğer ihtiyaçlar, ulaşım ve iletişim araçları gibi teknolojik gerekler de ihtiyaç ölçüsünde kullanılsa doğaya zarar vermeyecek şekilde kullanılabilir.
Sosyaliisti komünist anlamında kullanıyorsanız komünist değildi. Kemalistti.
Anonim
Abi sosylaist,sonuç olarak zaten komunist demek değilmidir??Bu iki kavrama ayrı anlamlar yüklenmesi ne kadar gerçekçidir..Mesela ben sosyal demokrasi kavramınıda çok anlamış değilim bana göre kapitalizmin biraz merhametlisi sosyal demokrasi oluyor.Bu kavramlar arasında gerçekten nasıl bir fark var ??Yada bu sosylist ve sosyal demokrasi kavramları komunizmden sapmamıdır?en azından günümüzde..Sosyalizm komunizme geçiş aşaması iken son anda komunizme geçmekten vaz mı geçti? 🙂
sosyalist genelde sosyal demokrat anlamına gelir. Komünistler de sosyal demokrasiden çıkmışlardır. II. Enternasyonal sosyalist enternasyonaldi ama 1917 devriminden sonra bölünde ve komünistler III. Enternasyonal’i kurdular.
Anonim
Abi bu mdd ve sd ayrışmasında ki en temel sebep nedir??
kâra dayalı, kapitalist sistemin dayattığı teknolojinin esasen doğanın ve hayatın karşısında olduğunu düşünüyorum. Ama bu konuda toptancı olmamak gerekir. Aynı zamanda teknolojinin bu koşuillarda bile özgürleştirici bir yanı var (sosyal medya vb). Kapitalizmden kurtulmuş, doğayı yıkıma götürmeyen bir teknolojinin insanlığın hizmetinde harikalar yaratacağı düşünülebilir.
S.G
Küresel ermaye hakkında ne düşünüyorsunuz?Türkiye küresel sermayeye kapılarını ardına kadar açmalı mı?Küresel sermaye olmadan biz kendi sermayemizi oluşturamazmıyız.küresel sermaye gittiği toplumlarda nasıl bir etki yaratır.
Anonim
Gün Bey,
Her ne kadar “komünizm” eleştirileriniz yüksek seviyelerde de olsa, tarihi anlatırken objektif davranmaya büyük özen gösterdiğinizi biliyorum.
Şunla sık karşılaşır oldum:
“1. Dünya Savaş’ında Almanya, yenilme emarelerini görmeye başlayınca, savaşın seyrini değiştirebilecekleri umuduyla, Rus Çarlığı’nın dönüşüme uğrayıp savaştaki rolünü değiştirmek için, Vladimir Lenin’i Rusya’ya gönderdi. Almanya savaşta yenilmiş olsa da, Lenin, Almanya’nın bir projesiydi. Sonuç olarak: Çarlığın SSCB’ye evrilmesinde asıl parmak Almanya’dır.”
Kelimesi kelimesine bu şekilde karşılaşmıyorum. Ama anlatılanların özü bu.
Siz, onca çeviri yaptınız. Bütün bunların ötesinde 1960’lardan gelen bir birikiminiz var.
Hiç yukarıdaki gibi bir şey duydunuz mu?
Eğer duyduysanız; bulgularınızı, bilgilerinizi aktarır mısınız?
sermaye zaten küreseldir. Küresel sermayenin dışında bir sermaye yoktur. “Kendi” sermayemiz denilen şey eski milli burjuvazi rezaletinin tekrarlanmasıdır. Türkiye’nin ne yapacağını ben bilemem ama halk tarafından yapılması gereken, sermaye dışı özgür komünler oluşturmaya çalışmak. sermaye dışı hayat yolları açmaya çalışmaktır.
Anonim
teknolojinin iyi ve kötü yanlarını nasıl birbirinden ayıracağız teknoloji birbirne bağlı olduğunu düşünüyorum örneğin bilimsel tıp için bir çok alt dalın bilinmesi gerekir bunu nasıl ayırabilceğiz? bana en mantıklı gelen teknolojiyi insanın temel ihtiyaçlarını karşılamada elzem olan ve doğaya zarar vermeyen teknikle ( kaşık, çatal vb) karmaşık düzeyde kollektif üretilen teknolojiyi ayırmak diye düşünüyorum sizin düşünceniz nedir?
Anonim
Abi deniz gezmişle ibrahim kaypakkaya arasında fikir ayrılıklarının derinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?İbrahim kaypak kaya daha mı sosyalistti.Hangi fikirler bunların yollarını ayırdı.
Anonim
T.A.P.’ı kursak genel başkanı olup, yaklaşan erken genel seçimlere girer misiniz?
(T.A.P.: Türkiye’nin Anarşist Partisi)
stendhal
Ne güzeldir şimdi oralar. İstediğin zaman denize gir serinle. Mis gibi orman yanı başında. Kediler köpekler kuşlar çiçekler. İlham geldiğinde otur romanını yaz, akşam üstü dostlarla iki tek at efkar gider hayat sana güzel.
Kaypakkaya Beyaz aydınlık tarafında kaldı ve dolayısıyla Mao’nun yolunu benimsedi. Deniz de gerçi kendine maocu derdi ama o latin amerika’daki Kübae çizgisine daha yakındı.
Roman, “ilham” geldiğinde yazılmaz. Disiplin ister.
Anonim
Batının doğudan daha medeni olmasının gibi bir durum söz konusu ki bu durum Türkiye’nin batısı ve doğusu içinde geçerli bunu nasıl açıklarsınız?Siyasal olarak mesela anarşizm devlet erkine karşı ama devlet halklardan daha ilerici diyebilir miyiz?Mesela burjuvazinin komünizmden ilerici olması gibi bir paradigama kurgusu doğrumudur?Yani ”sosyalizm olmadan özgürlük haksızlıktır”anlayışına atıf yapacak olursak devlet olmadan liberter bir düzen sağlanabilir mi?
genellemelereden sakınmak gerekir. ayrıca ilerilik de görece bir kavram. Liberter bir topluluk için devletin yok edilmesi ya da büyük ölçüde sınırlanması gerekir.
Anonim
Solun (aslında diğer modern ideolojilerin de, örneğin liberalizmin, faşizmin, ulusçuluğun) başarısızlığının ve çağın gerisinde kalmasının nedeni tarihsel bir temelinin olmaması değil midir?
Bu tabii modernizm öncesi için de böyle. Örneğin tektanrılı dinler, hanedanlar bu tabansızlıkları yüzünden çöktü.
Solun kendi tarihini kapitalizm ve işçi sınıfının tarihiyle başlatarak öncesini yok sayması, tektanrıcılığın tarihini Yahudi-Arap kavimleriyle başlatarak kendine yapay bir geçmiş yaratması, ulusçuluğun, Kemalizmin geçmişi inkar etmesi hep aynı olgunun değişik şekilleri değil midir? Biçim farklı ama öz aynı bence.
Troçki’yi mi soruyorsunuz? İktidardayken ne yazık ki işçi ve köylülerin ezilmesine katkıda bulunmuştur. 1927 yılından sonra ise Stalin tarafından tüm dünya yüzünde bir av hayvanı gibi alçakça kovalanmış ve sonunda Meksika’da NKVD’nin baltasıyla öldürülmüştür.
Anonim
Abi ergenliğe giren gençlerin 12-13 yaşından itibaren kendi istekleri ile karşı cins ile seks yapabilmelerine bir anarşist olarak nasıl bakıyorsun. Yani bu karar tamamen onlara aitse o zaman ortada bir sağlıksızlık yoktur mu diyorsun yoksa daha farklı bir düşüncen var mı?
Hayat özgürlük içinde kendi dengesini bulur. Bugüne kadar bu dengeyi bozan hep yukardan otoriter müdahaleler olmuştur.
Anonim
Otoritenin kalkması daha kötü sonuçlar da verebilir. Terkedilme, aldatılma, reddedilme nedeniyle yapılan intikam amaçlı cinayet ve katliamlar artabilir. Niyeti olan ama sırf ceza ve hapis istemediği için yapmayanlar cesaret bulabilir. Bu olaylar gösteriyor ki insanlar arası çıkar çatışmaları bitmeyecek. Çelişkiler sınıfsal, ulusal çelişkilerden ibaret değil. Reddedilen erkekler de kendi aralarında örgütlenerek bir güç olabilirler. Devletsiz, yasasız bir toplumda daha kolay olur ama buna gerek de yok. Bireysel silahlanma, yaygınlaşan iletişim, internet, sosyal medya gibi imkanlar bunu sağlayabilir zaten.
Anonim
Şen şakrak okumaya başladığım anılarınızı büyük hüzünle bitirdim..Farkettim ki; gerçekten büyük emek ve çaba göstermiş ve savunduklarını ezberleyecek kadar öğrenmiş bir kuşak 68 kuşağı..Ama bu öğretiler toplumsal gerçekliği göz ardı etmiş ve faşist güçlerden daha çok kendi aralarında kavgaları ile adeta intihar etmiş…Peşinizden gelen kuşak ise ne sizin kadar okumuş,nede sizin kadar inanmış bir kuşak ve yine tek taraflı bakış açısı aynen devam etmiş diye düşünüyorum.Bilmem katılrmısınız…
katılırım katılmasına ama daha etraflı tartışmakta yarar var. örneğin bizim kuşağın çok okuduğu doğru değil. bence sonraki kuşaklar daha çok ve geniş okuyorlar.
ogürsel
Şu anda Suriye’li göçmenlere ait haberleri izliyorum. Kadınlar, bir kaç yaşında bebeler. Gözyaşartıcı sahneler. 1940’ların Yahudi soykırımına ait film sahneleri gibi. Ölümcül bir yarışla Batı’ya kaçmaya çabalıyorlar. Pakistan’a, Bangladeş’e, Mısır’a kaçmayıp, Batı’yı seçiyorlar. Türkiye’de bile kalmak istemiyorlarmış…
IŞİD katliamlarından, “Müslüman kardeşlerinden” korkarak, Gâvur, emperyalist Batı’ya sığınmaya çalışıyorlar. Kendi ülkelerinde hiç mücadele etmeden. (Sen de kaçtın Batı’ya! Yıllarca -9-10 yıl- kaçak yaşadın, sahte isimle. Direndin. O koşullarda mücadele verdin. Hapse atacaklardı; sanırım hapse atılmak, ölüm bile umurun değildi; mücadele için dışarıda kalmalı ve yaşamalıydın! 15 yıl sonra döndün ve kaldığın yerden başladın.. Mücadeleyi bilen insana sormak istiyorum; mücadele etmeyenlere yardım etmek mümkün müdür?)
Ne korkunç ki, Batıya sığınmacılıkları gerçekleştiğinde, çoğu cemaatlerine sığınacak ve “Gâvurlara” küfretmeye devam edecek. Kendilerini ülkesinden kaçırtan, katleden zihniyete en azından para yardımı yapacak.
4-5 milyon Suriye’li göçmenden söz ediliyor. IŞİD katillerinin 60-70 bin olduğu yazılıyor… Böylesi bir şey Avrupa Tarihinde var mı?
***
Bir İngiliz sosyalisti, bir Yunanlı anarşist olsaydın, bir Alman komünisti.. bu göçmenleri ülkene geldikleri kadar kabul eder miydin?
Her ülke, her toplum, çok acı çekerek bir toplumsal düzen oldurdu. 1800’lü yılların Avrupa’sını okuyorum. Mücadele ediyorlar! Ve 1914 ve 1939 iki savaş… Daha dün gibi!
*
Bu milyonlarca göçmen, hem de bin yıl önceki kültürel dünyadan koparak senin toplumuna sığınmak istese.. ne yapardın?
Her toplum evlatlarının da yaşayacağı dünya-geleceği için emek verdi; Fransız Partizanlarındaki, Yunan, İtalyan Komünistlerindeki savaşma, işkenceye çekilme, ölmeye karşın mücadele arzusu nedendi? Gestapo, IŞİD’den daha korkunçtu ama savaştılar!
Bu ne yaman çelişki!
Bir de , bu zavallılar oraya yerleştiklerinde, kovulmayacaklarını anladıklarında… “benim dinim üstündür, siz gâvursunuz” demesi kuvvetle muhtemel ise.. Ve yüz binlerce sayıda, doğum kontrolü yapmayacak insanlar ise..
Bu koşullarda kaç milyon Suriye’li göçmeni yurduna kabul ederdin?
Yanıtı zor sorular! Ben veremiyorum! İçimdeki “faşist’in” yanıtları beni rahatsız ediyor…
Mücadele etmeden kaçanlara “saygı” ile, bir “ülke” yapmış ölülere-emeğe saygı arasında adalet arıyorum… Bulamıyorum…
(Not.. Ortalık yerde soruyorum; yanıtı güç! Bu yanıtın yükü büyük. “İnsanlığın Adaleti” gözetilerek verilecek yanıt; ve bu Adalet kolayca bilinir değil! )
Anonim
Birilerinin Suriyelileri kendi “yurduna” kabul etmesi veya etmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Hiçbir yer hiç kimsenin yurdu değildir. Suriyeli, Türkiyeli, Avrupalı, Amerikalı dediğimiz insanların yaşadığı topraklarda onlardan önce başkaları vardı, onlardan sonra da başkaları olacak. Dünyada insanlardan önce de başka canlılar vardı. İnsanlar yok olduktan sonra da başka türler olacak. Dünya hiçbir tür için yaratılmamıştır.
Yazılıp duvara asılacak kadar güzel bir saptama bu.
ogürsel
564’e…
Bu yaklaşımda “emek” unutulmamış mı? Bu “teoride” Emeğe haksızlık yok mu?
*
İnsanların kendilerine, toplum-birey olarak birbirlerine, yaşadıkları mekâna verilmiş emek; birikmiş emeğin oldurduğu bir “uygarlık”; hem de o “emek uygarlığını” yok edebilecek, sunabileceğinden çok daha fazlası talep edildiğinde yukarıdaki teori uygulanabilir mi?
Mücadele, sorumluluk, emek içermeyen bir özgürlük mümkün mü? Hayat bize böyle bir özgürlük sunma kapasitesi taşır mı?
*
Sorumsuzca çoğalan bir “kabilenin” yaşama alanı kendine yetmediğinde, komşu “kabilelerin” yaşama alanına “dalmaları” adil midir? “Siz burayı ne güzel yapmışsınız bakiyim!”
*
Yurt, ülke, Vatan’dan söz etmiyorum. Yaşama Alanı’nın paylaşılmasının, emek temelinde bir takım kuralları olması gerekmez mi?
*
Yıllarca uğraşmış bir kabile; toprağı ıslah etmiş, bataklıkları kurutmuş. Köprüler, su kanalları yapmış..
Çocuklarına eğitim vermiş; ortak yaşama saygısı ve kurallarını öğretmiş..
Sonra “toplayıcı” kabile dalmış oraya…
“Biz geldik! Ne de güzel yapmışsınız ve dünya hepimizin!”
Bu mudur?
Anonim
O “emek”te bütün halkların bir şekilde payı var. Bugünkü görüntüye aldanarak modern uygarlığın nasıl geliştiğini unutmayalım. Bunda belki de en büyük pay müslümanların. Arap fetihleri olmasaydı bilimi ve tekniği ilerleten bir çok şey Batıya yayılmazdı. Çin’in kağıdını, Hintlilerin sıfır rakamını Avrupa’ya getiren Araplardır. Matbaanın Osmanlı’ya geç gelmesi sık anlatılan bir klişedir, siz de bir yazınızda değinmiştiniz. Kağıdı bulan ve Batıya getiren Çinliler ve müslümanlar olmasaydı matbaa da olmazdı. Sıfır rakamı bilinmeseydi Roma rakamlarının ötesine geçilemezdi, matematik de ilerlemezdi.
ogürsel
Son iki yüzyıla dek denilenler doğrudur..
Ama… ama…
Son bir kaç yüzyıldır Müslümanlar tatilde! En az son iki yüz yıldır bu “insanlık emeğine” katkı vermiyorlar…
O yüzden bir avuç zorba karşısında dağılıveriyorlar….
***
matbaanın gecikme olgusu da bu “tatil” iddiasının kanıtıdır! Klişe değildir; somut ve 1. düzey kanıttır.
Toplumun yarısını olduran Kadın’ları insan görmeyen zihniyet de 2. kanıtı oldurur.
Yetmez mi?
RTE’de o “tatilin” ürünü..
bu da 3. kanıt olsun..
*
İnsanlığın ortak emeğine son iki yüzyılda katkı vermiş bir Müslüman Toplum değeri biliyor musunuz?
O zaman yanıldığımı kabul edeceğim..
Anonim
Dünyada bir denge olması için müslümanların ve diğer geri kalmış halkların ilerlememesi gerekir.
İnsanlar yaşamak için yemek ve içmek zorunda olduklarından tarım ve hayvancılığa dayalı geri kalmış ülkelerin varlığı zorunludur.
İlerlemek, sanayileşmekle eş anlamlıdır.
Bütün dünya sanayileşirse ne olacağı belli.
Anonim
Bu arada matbaa ve kağıt da güzel bir örnek. Bunların olmaması ağaçların kesilmemesi demektir. Bir toplum ne kadar geriyse doğaya o kadar az zarar verir.
Anonim
Bir de bu olayın nedeni gericilikten ziyade sınıfsal, ekonomik çıkarlar. O yüzden klişe dedim. Geçimini el yazması kitapları çoğaltmakla sağlayan hattatların buna karşı olması en önemli nedenlerinden. Ayrıca çoğunluğu köylü ve göçebe olan bir ülkede yazılı bir kültürün tabanı olamaz zaten. Bunu gericilikle açıklamak bu yüzden yanlış. İlber Ortaylı da bir kitabında bundan söz ediyordu.
ogürsel
arkadaşlarım,
Pakistan, Bangladeş, Nijerya… 15-200 milyonluk ülkeler.. İnsanlar korkunç şartlarda yaşıyor. Çok acı çekiyorlar.. Bu halkların bu maddî-manevî sefaletlerinde kuşkusuz emperyalizm’in suçu büyük.. Ama yalnızca bu değil..
Bu sebeple yazılarımda değiniyorum..
Yanlış-eksik “teşhis” tedavi etmez. Süründürür insanı-toplumları. Yaşanılan da bu..
Bu bağlamda Doğu-Müslüman toplumların bir “aydınlanma” süreci yaşaması gerektiğini düşünerek bu konulara değiniyorum. Elbette sonra “nasıl” bir aydınlanma ve hangi yöntem soruları da gelecek arkasından.
Milyonlarca insan… çocuklar, bebekler, yaşlılar. Denizlerde boğuluyor. Hastalıklardan ölüyor. Gittikleri yerlerde aşağılanıyor. Parası olanlar şımarıkça davranırken, ezici çoğunluk kim bilir ne acz içinde…
Önümüzdeki yıllar yeni göç dalgaları olursa kimse şaşırmasın; bakalım Bangladeş, Pakistan ne olacak.. Çoğalma hızları aynen sürüyor..
DOĞU SORUNU arkaik islam gelenekleriyle yüzleşmedikçe çok acı çekecek biz de ağlamaya devam edeceğiz.
**
“ileri” toplumlar ağaçları kâğıt için keserken yenisini eker; geri toplumlar odun ya da tarla açmak için ormanı yok eder.
*
İleri gitmek sanayileşmek değildir yalnızca. “İleri sanayi” doğa ile dost olabilir. Ama asıl devrimin zihinlerde gerçekleşmesi önemli…
Modernizasyon denilebilecek aydınlanma ve seküler siyasal hayat sürecine girmeyen toplumlar önümüzdeki yıllarda daha derin bir kaosa sürüklenecekler..
biz de bu sürecin sancısını çekmiyor muyuz?
sorumun yanıtı gelmedi.. son 250 yıldır Müslüman Toplumlara sunduğu bir “emek ürünü” var mı?
Anonim
O.Gürsel kusura bakma ama saçmalıyorsun ve saçmaladığının farkında bile değilsin. Bütün kötülüklerin sebebini dine dayandırıyorsun. Oysa sebeplerden sadece bir tanesi. Durum çok daha karmaşık oysa. Diğer yandan günümüzde sınıfsal yapı değişmeye başladı. Bilgisayar teknolojisi ve internet bir “siber proletarya” sınıfı oluşturmaya başladı ve senin bahsettiğin ülkelerde de insanlar akıllı telefon kullanıyorlar. Anlayacağın aslında “Aydınlanma” her yerde. Sorun, Karl Marks’tan sonra adam gibi bir teorisyenin çıkmayışı..Ne kadar yanlış olsa da insanların her zaman bir yol göstericiye ihtiyacı var ve ihtiyacı olacak.
Son olarak, sanayi ve doğa dost olamaz. Hatta bu iki kelime yan yana kullanılamaz. Avrupa’nın nehirlerine bakman yeterli. Elbe gibi, Tuna gibi. Bu kadar somut kanıtlar varken kafa karıştırıyorsun.
ogürsel
572.. edebini bozman aciz kaldığın için olmalı…
ezberlediklerine konuşuyorsun; 1960 model zihinle bu bakış açısının sana saçma gelmesi elbette normal..
*
o soruyu yanıtlayamayan sen olmalısın.. Hep böyle; dürüstçe tartışamayınca hakarete sığınanlardan…
*
… yol göstericiymiş…. işte aczin sebebi belli oldu… Bildiklerin sana yetiyor anlaşılan..
“Sen öyle bil!”
ogürsel
sorun Din değildir; din aracılığıyla kemikleşen bir algılama bozukluğudur.
Dünyanın, insanın ve toplumsal ilişkilerin diyalektiğinin inkâr edilmesidir. Ve “dünyevî” sorunlara yanıt üretemeyen zihnin, kendi kendini avutmasıdır.
*
Ve ben sorunun yalnızca bu olduğunu söylemiyorum.. Anlama sorunu olan biri gibi davranmayın.
*
Bugün 1,5-2 milyar olan nüfusu ile onlarca Müslüman ülkelerin son 250-300 yılda insanlığın ortak emeğine; felsefe, bilim, teknoloji vb. tek bir katkı yapmaması size saçma gelmiyor da yazdıklarım mı saçma geliyor?
*
Merak etmeyin; onlar bunu anlayacaklar! 40-50 yıl sonra onlarca milyon ölü, yüzlerce milyonun kahrolduğu sefalet sonrası, insan denen yaratığın dünyaya aklı ile de tutunması gerektiğini…
ne mutlu size, bunu görmeyeceksiniz..
ben zaten görmeyeceğim…
Anonim
“Bir dirayetli adam çıksın, bizi kurtarsın” bekleyişi genellikle ızdırap ve hayal kırıklığı doğuruyor toplumların tarihinde. En ağır polis ve rejim baskısı altında bile hayatları pahasına ideali arayan, birbirlerini sorgulayan ve didinip duran Rus devrimcilerinin o metodik sorgulayıcı tavırları bile, Rusya’nın en büyük dünya hapishanesi olmasını engelleyemedi sonuçta….Lenin’in hikâyesinde Marksistler, şüphesiz benim gördüğümden daha başka şeyler buluyorlar; ben ise kocaman bir yanılgı orada…
Anonim
bugünlerde herkesin dilinde adem-i merkeziyetçi bir yönetimin gerekliliği ve böylece özgür,adil bir düzenin inşa edileceği VS..
Açıkça söyleyeyim ben bu sistemin çok özgürlük ve adalet getireceğine inanmıyorum.Çünkü toplumumuz top yekün olarak bu birikime,demokrasi kültürüne ve hakkaniyete sahip değil.Bence bu sistem alt yapısı olmadığı için yöresel despotluk ve bölgesel kapitalizmi körükler.Toplumsal realiteyi göz önünde bulundurarak bu konuda siz nasıl düşünürsünüz.
ğer bölgesel özyönetim gerçekten ora halkının inisiyatifiyle kuruluyorsa, dediğiniz sorunlar elbette çıkacaktır ama üstesinden gelinebilir zaman içinde. Yeterki merkezi müdahaleler olmasın.
ogürsel
Gün Z. izni ile eklemek istiyorum.
Anılan riskler elbette çok yüksek.
Ama Türkiye’de 1950’den başlayarak 65 yılda geldiğimiz yere baktığımızda.. çok yol almadığımızı düşünüyorum…
Yerel yönetimler içinde 3-5 seçim içinde çok yol alınabilir.
İkincisi, tek bir sosyalizan-anarşistik bölge örneği yaratılabilirse bir kıvılcım olabilir.
Üçüncüsü, her özerk bölge, kendi içinde özerk bölgelere izin vermelidir…
Dördüncüsü, gelişmiş teknoloji imkânları artık bir avuç insana bile özerk ekonomi sağlayabilir.
Beşincisi; yeni hayat, eski hayatın içinde doğmalıdır; bu yapılar o tohumları besleyebilir.
Altıncısı, her bir bölge, kent demokrasisi bir deneyim sunabilir. Her bir birim bir “yönetim şekli” ile bir deney sahası olabilir. Hep birlikte mahvolmak ve birlikte düze çıkmak kumarından iyidir.
Yedincisi; Burada olduğu gibi Merkezî iktidar ve Ulus Devlet sistemi uzlaşmacı, çoğulcu bir “zihniyet” taşımıyorsa yaşadıklarımız sonsuz bir kısır döngü olur; özerk-federal yapılar yeni bir birlik felsefesi olduracaktır.
Sekizincisi… tarihsel süreçlere bakıldığında.. ve ülkemiz tarihsel-güncel koşulları gereği, ÇATIŞMACI değil, YARIŞMACI bir özerk toplumlar ile “daha az kayıp” ile “azami” mutluluk olasılığı yüksek görünmekte…
ogürsel
Gün ağabeyin “Merkezî müdahaleler” anımsatması çok önemli..
Vali, Başkan, savcı o bölge tarafından seçilmeli.. Yerel Meclisler Başkan-Vali ile kendini feshedebilmeli…
Merkez, yerel meclislerden seçilenlerden olmalı…
**
Yerel Merkezi yapmalı, Merkez yereli denetlemeli…
**
Kuşkusuz riskler var ama.. toplumun kendini yönetme yolunda zamanla edineceği deneyim, bugüne kıyasla 10 kat fazla olacaktır.. kanımca…
Anonim
Kaypakkaya ile Abdullah Öcalan’ın hareketini karşılaştırdığınız zaman ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Kaypakkaya ile Öcalan aynı çizgide hareket edebilirler miydi acaba sizce?
Farklı dönemlerin farklı insanlarıydı.
Herkesi içinde bulunduğu toplumsal ruh hali açısından değerlendirmek gerekir. Aynı çizgide hareket edip edemeyecekleri ise sadece bir spekülasyondur. Yani ne desek boş.
Anonim
O.Gürsel, “İleri sanayi” doğa ile dost olabilirse sizin aydınlanmış dediğiniz sanayi ülkeleri neden çevre sorununu hala çözemedi peki? Dünyanın sonunu getirecek olan şey “aydınlanmamış” müslüman ülkeler değil, “aydınlanmış” ülkelerin neden olduğu çevre sorunudur.
Sorunuzun yanıtını da vereyim. “son 250 yıldır Müslüman Toplumlara sunduğu bir “emek ürünü” yok ama 250 yıldır “emek ürünü” veren ülkeler dünyanın sonunu getireceği için bu benim umrumda değil açıkçası.
O yüzden “Bugün 1,5-2 milyar olan nüfusu ile onlarca Müslüman ülkelerin son 250-300 yılda insanlığın ortak emeğine; felsefe, bilim, teknoloji vb. tek bir katkı yapmaması” bana saçma gelmiyor ama dünyayı yok edecek ülkelere “aydınlanmış” denmesi saçma geliyor.
Merak etmeyin; “40-50 yıl sonra onlarca milyon ölü, yüzlerce milyonun kahrolduğu sefalet sonrası” siz de bunu anlayacaksınız.
Anonim
Din ve ulus konusunun ele alınışı da böyledir. Dinin tanımının kendisinin bir din olduğu durumda, bu tanımın kendisinin din olduğunu anlamak çok zordur. Keza, ulusçuluğun tanımının ulusçuluk olduğu durumda ulusçuluğu anlamak zordur. Daire kendi üzerine kapanır. Ama bunun ardında, bir göz yanılması veya metodolojik –mantıksal bir yanılgı vardır. İşte tam bu nedenle, Esher’in resimleri Din ve Ulus konularını anlamak için idealdirler. Muhtemelen de bu durumun bir sanatçı sezişiyle ifadesidirler. Bu nedenle yazıda Esher’in resimlerini kullandık.
Dinin tanımının modern toplumun dini; ulusun ve ulusçuluğun tanımının bir ulusçuluk olduğu yönünde yaptığımız keşif, bir bakıma Marks’ın işgücü ve emek kategorilerini ayırmasına benzer. Emek ve işgücü kategorileri ayrılmadığı sürece, ekonomi politik bir totoloji olmaktan öteye gidemez.
Bu ayrımı yapmadan, nasıl artı değerin kaynağını ve kapitalist ekonomiyi anlamak mümkün değilse; benzenr şekilde, bugünkü yaygın ve egemen ulusçuluk tanımının bizzat kendisinin ulusçuluk olduğunu, din tanımının kendisinin din olduğunu anlamadan ne tarihi ne de çağımızı anlamak mümkün değildir.
Dolayısıyla devrimci bir program ve strateji de oluşturulamaz.
– http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/08/ulusculuk-murray-bookchin-ve-abdullah.html
ogürsel
“.. 250 yıldır “emek ürünü” veren ülkeler dünyanın sonunu getireceği için bu benim umrumda değil açıkçası.”..dünyayı yok edecek ülkelere “aydınlanmış” denmesi saçma geliyor…”
***
Aydınlanma’yı, bilim teknolojiyi aşağılayanlar kuşkusuz ki önünde sonunda “utanılacak” işler yaparlar. Çocuklarına aşı yaptırıp, koroner damarlarına stent taktırır; ateşli hastalıkta antibiotik yutarlar. Bu ürünler de umurunda değilse tamam! Otomobil, uçaklara binerler… TV, radyo.. İnternet…
Tüm bunlar “aydınlanma” ürünü… N’olcak şimdi?
*
Ve o göçmenler Batı’ya göçüyor. Siyasî mahkumlar, parası olan hastalar…
Bu olguların NEDEN’ine ait çözümlemeci araştırma yerine “umurumda değil!” lafı mezarlıkta ıslık çalmak… Oysa umurunda.. Yalan söylüyor…
***
Batı bilim ve teknolojisi “kâr’a” dayalı ve “tüketim toplumu” aptallığı içinde üretim yapıyor. İnsanlar “aptalca” çoğalıyor. İhtiyacı olmayan nesneleri satın almak için sömürünün bir parçası oluyor; Hammadde, pazar, ucuz işgücü hesapları ile katliamlar tezgahlayan ÇUŞ’lerin suçortaklığını yapıyor vs.. Tamam..
Ama tüm bunlar Bilim ve teknolojinin sahipliğinden kaynaklanan sorunlar! Bu şekilde kullanılmaları zorunlu değil..
İşte zaten Doğu’nun sefaleti, aczi, acı çekmesi tam da bu Aydınlanmayı 200 yıldır umursamadığı için! Umursamamaya devam etsin; Batı emperyalizminin istediği de bu!
Böylece onların “kaderine” her zaman hükmedecekler…
Barış
Troçki’nin laflarında çok parıltı ve gösteriş var, ama içerik yok düşüncesine bakışınız nedir..
Bu doğru değil. iyi bir hatipti, biraz fazla süslü konuşsa da etkileyiciydi. Ayrıca iyi bir yazardı. Yazıları Stalin açısından sarsıcıydı.
Anonim
Nazım Hikmet’in 1920’lerin başında Moskova’da KUTV’da okuduğunu, sonra Türkiye’ye geldiğini, tutuklanmamak için tekrar Sovyetlere döndüğünü, bir kaç sene sonra tekrar Türkiye’ye giriş yaptığını biliyorsunuzdur herhalde Gün Abi ve Gürsel Abi.
Size sorum şu: Nazım Hikmet, otuzlu yılları Sovyetlerde yaşasaydı, hiç Türkiye’ye gelmeseydi, akıbeti nasıl olurdu?
Onun kafasında bir adam, yani hem örgütte hem de sanat dünyasında iddiaları olan bir adam, yirmili, otuzlu yılların Moskovasında neylerdi?
Sizin Abdullah Öcalan ya da PKK hareketinin kurucularından herhangi birisiyle hiç tanışmanız oldu mu?
Anonim
Bu sitede Deniz Gezmiş ile ilgili yaşasaydı ulusalcı olabilirdi gibi bazı düşünceler belirtilmiş. Deniz Gezmiş o dönemin Türkiye’sinde idam edilirken “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” diyen bir insan. Böyle bir adam nasıl olur da ulusalcı olabilirdi ?
ogürsel
sevgili 584.. ve diğer okur yoldaşlar..
bu tür sorulara ait yanıt vermek haddim değildir; bu tür soruları ben de Gün Ağabey’e sorarım.
Onun vicdanına ve sezgilerine güvenirim… Bazı soruların yanıtları ancak orada bulunur; bilgi çok zaman güvenilmez, kirletilmiş, tahrif edilmiştir… Ayıklamak, saflaştırmak için çok temiz bir vicdan, egosundan sıyrılmış insan gerektirir…
Ben de Deniz gibi devrimci bir arkadaşın ulusalcı olacağına inanmam. O dönem hepimizde kemalist ve ulusalcı fikirler vardı. Kimi iyice o tarafa savruldu, kimi ise bu fikirlerden kurtularak devrimci yönde ilerledi. Gerçi o dönem Kürt halkından söz edenlerden bir kısmı da sonradan ulusalcı oldu o da başka.
ogürsel
sevgili 584.. ve diğer okur yoldaşlar..
bu tür sorulara ait yanıt vermek haddim değildir; bu tür soruları ben de Gün Ağabey’e sorarım.
Onun vicdanına ve sezgilerine güvenirim… Bazı soruların yanıtları ancak orada bulunur; bilgi çok zaman güvenilmez, kirletilmiş, tahrif edilmiştir… Ayıklamak, saflaştırmak için çok temiz bir vicdan, egosundan sıyrılmış insan gerektirir…
Örneğin Ekim 1917 devrimi kansız bir devrimdir. Yani çok az kan akmıştır. Ama sonrasında Bolşeviklerin iktidar ilanı iç savaşı getirmiş ve devrim kanda boğulmuştur. Kan devrimi yaşatmaz, var etmez, boğar.
Misafir
Stalin eşcinselleri cezaevine niye aattrıyordu..Arınnacaklarınımı düşünüyordu..Toplumu yozlaştıracaklarındanmı korkuyordu
1. Gençlik yıllarınızda hiç uyuşturucu & uyarıcı kullandınız mı? (Ot türleri, marijuana vb. de dahil.)
2. Özellikle L.S.D. kullandınız mı? Eğer siz kullanmadıysanız, uzak yakın çevrenizde L.S.D. kullanan arkadaşlarınız oldu mu? Özellikle Türkiye’den L.S.D. kullanan arkadaşlarınız oldu mu?
3. Eğer siz uyuşturucu & uyarıcı hiç kullanmadıysanız, kullanan arkadaşlarınızda ne tür değişiklikler gözlemlediniz?
4. “Jack Kerouac”ın kendisi ve “On the Road” kitabı, “Beat Generation” ve ayrıca “1969 Woodstock konseri” hakkında görüşleriniz nedir?
5. Siz de 1968 kuşağına mensupsunuz. Bu kuşak içinde “hippi” akımı hakkındaki görüşleriniz nedir? Türkiye içinde, sayılarının çok az olduğu söylenegelse de, “hippi” arkadaşlarınız oldu mu?
Bilgi notu: Uyuşturucu & uyarıcı kullanıcısı değilim. Bunların kullanılıp kullanılmaması yönünde bir imada bulunmaya çalışmıyorum. Sadece Gün Bey’in yaşadıklarını öğrenmeye çalışıyorum.
Misafir
Gorbaçov hakkında ne düşünüyorsun Gün abi? Sosyalizme ihanet etti mi?
Anonim
Onların medeniyeti, ilerleme dedikleri fennî gelişmeler dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir.
Onlara inanan ve kanan, onların öğüt ve direktiflerini tutanlar insanlıklarını yitirir ve intihar etmiş olur.
Onların korkunç ve dehşetli medeniyeti fıtrata, insan boyutlarına, dünyaya uygun değildir.
Onların dahi çocuklarından Einstein ne demişti:
Üçüncü dünya savaşı dehşetli nükleer silahlarla yapılacaktır. Dördüncüsü ise taşlar ve sopalarla…
Onların medeniyeti kutuplardaki buzları eriterek, denizleri kirleterek, kürre-i arzın akciğeri olan Amazon ormanlarını yakarak, havayı zehirleyerek dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Onların medenî zulümleri yüzünden binlerce canlı türü, bitki yok olmuştur.
Onlar oburca tıkınır, obezleşirken, bir buçuk milyar insan açlıkla pençeleşiyor.
ilk üç soru: Hayır
4. soru: Hipi, beat, punk… Bunların hepsi kapitalist sisteme karşı gençlik isyanlarıdır.
5. bizim kuşakta ne yazık ki hippilik yoktu ve anlaşılamadı.
Haberim var. Kamp kuran gençlere duyduğum kadarıyla polis tacizi olmuş, ardından da sağcı bazı unsurlar sataşmış gençlere. Bildiğim bu. Neyse sonunda herhangi bir genç arkadaşımız zarar görmemiş ama bu, gelinen noktayı gösteriyor.
Cengiz Çandar’ı en son 1974 yılında, hapisten çıktığım günlerde görmüştüm (Havariler)
Ethem Sacak’ı en son 1988 yılında, aydınlık hareketinden ayrılmama yakın bir zamanda görmüştüm (Sapak).
Oral Çalışlar’la en son Büyükada’da, Lefter’in cenazesinde, 2012 yılının başında karşılaştık. Selamlaşıp usulen ayak üstü birkaç laf ettik ama pek bir şey konuşmadık.
Misafir
Gün abi,Lenin yeni Türk devletinin gerçekten komünist olacağı beklentisine gerçekten girdimi sence
Misafir
Atatürk ün en iyiler üniversite okumalıdır düşüncesi hakkında ne düşünüyorsun
Modernist bir liderin yeni seçkinler yaratma planı.
Anonim
Bu konuda en büyük yanlışlık, tabanı olmayan, bilimsel, düşünsel alanda bir gerekim doğmayan bölgelerde üniversite gibi, uygarlık alanında ilerlemenin gerektiği yüksek kurumlar açmaktı. Üniversite, ancak düşünsel, eğitimsel alanda tabandan gelen bir aydınlanma etkisiyle kurulabilir.
Türkiye’de, son kırk yıl içinde açılan üniversitelerin tabanı yoktur, toplumsal yapılaşmadan gelen bir gereksinme nedeniyle kurulanı da yoktur, daha açığı bu kurumlar gereksizdir. Bu üniversite açma olayının arkasında, bir üstünlük yarışmasının gizlendiği bellidir, tabanında yöresel bencillik vardır.
(İsmet Zeki Eyüboğlu – İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik s.86)
Anonim
Sizce çok partili hayata geçiş denemelerinden Atatürk’ün amacı neydi?
Anonim
Sizce bu ülkenin isminin Türkiye olması yanlış bir şey midir? Halka karşı yönetim son derece demokratik bile olsa yanlış mıdır?
Sivil öldüren bir örgüt sizce gerilla sıfatını almaya layık mıdır?
Anonim
Sevgili Gün umarım yanlış anlamazsın:
Hayatında hiç yumruk yumruğa kavga etmek durumunda kaldın mı? (Kazanan & kaybeden şemalinde sormuyorum.)
Hayatında herhangi bir hayvanı ve herhangi bir insanı etkisiz hale getirmek, caydırmak için kesici-delici alet ve silah kullandın mı?
Askerlik yaptın mı? Eğer yaptıysan, nerede, ne zaman, hangi rütbeyle ve hangi birimde yaptın? Eğer yapmadıysan, T.C.’deki yasal mecburiyetten kurtulmayı nasıl başardın?
Hem anarşizmin tarihi hem kişisel anarşist tecrübelerin temelinde şu sorulara nasıl cevaplar verirsin:
Anarşizmin “şiddet”e yaklaşımı nelerdir?
Anarşizmin, “militarizme” ve “anti-militarizme” yaklaşımı nelerdir?
Özellikle son iki soruya cevaplarını yazarken, bu konu hakkında daha geniş bilgilere ulaşmam için yazar+kitap isimlerini yazar mısın?
hayatımda kişisel kavga yapmadım.
kesici alet kullanmadım.
Askerlik yapmadım. TC vatandaşı değilim, askerlik yapmadığım için atıldım.
Şiddet konusunda bir yazım Mesele’nin Ekim sayısında çıkacak.
Sitedeki Anarşist Kitaplık bölümüne bir bakıver.
Köy enstitüleri Atatürk döneminde başlatılmamıştı. “Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönetti.” Vikipedi
Eğer bir gün sayın Irmak Zileli evlenmeye karar verirse, damat adayının ailesi sizin evinize geldiğinde, aile büyüğü “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” şeklinde konuşmasına başlarsa nasıl davranırsınız?
Öyle bir olay olamaz, yani kimse benden kız istemeye falan gelemez. Çünkü “kız”, istenecek bir mal değildir. Kendi iradesi vardır. Sonuç olarak kız istemek son derece ilkel bir olaydır.
Anonim
Gün bey beni şaşırttınız. Evet Atatürk döneminde başlamıyor ama Atatürk bunu 30’lu yılların başından itibaren istiyor. Bu konuda çalışamalra araştırmalar yapılması ve en uygun sistemin kurulmasını istiyor. Ancak Hasan Ali Yücel gelene kadar kesin bir adım atılamıyor.
Devletin özellikle eğitim alanında alt ve orta kadroları eksikti. Köy enstitüleri bu ihtiyaca cecvap vermek üzere kuruldu. Eğitime önem veren bir kadro bu yolla köy gençlerinden güçlü bir kadro yetiştirmeyi amaçladı ve amacına da önemli ölçüde ulaştı. Ama eğitim kendisi nedir, bu ayrıca tartışılmalıdır. (eğitim, egemen düzenin ideolojisini aşılama işlevi görür).
Anonim
Detaylı anlatmadığımız için yanlış anlaşılma olmuş:
Sayın Irmak Zileli’nin özel hayatı, gündelik hayatında ne yapıp yapmadığı, siyasi, dini görüşlerinin ne olup olmadığını sorgulamaya çalışmıyoruz. Sadece ama sadece varsayımlar üzerinden soru soruyoruz.
Sayın Irmak Zileli de, tarih sahnesinde kadınların yeri ve günümüzdeki konumu, algılanışları, evlilik müessesesi ile ilgili bilgi ve farkındalığa elbette sahip.
Varsayalım ki: Sayın Irmak Zileli, sadece ama sadece “bir geleneğe saygı gösterdiğinden” ve evlenmeyi istediği kişinin dini görüşlerine ve onun ailesinin dini görüşlerine saygı gösterdiğinden, bu konuyu hiç mesele etmeyip, “mal” meselesinin de ne olduğunu gayet iyi bilip, sadece ama sadece “geleneye saygı” babında, damat adayının ailesi sizin evinize gelse ve “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” şeklinde konuşmasına başlasa nasıl davranırsınız?
Şöyle mi yanıtlarsınız:
“‘Kız’, istenecek bir mal değildir. Kendi iradesi vardır. Sonuç olarak kız istemek son derece ilkel bir olaydır.
Fakat:
Kızımın bana anlattığına göre, sadece ‘geleneğe saygı babında’ olaya yaklaşmamı benden istedi. Ben de, kızımın bu isteğini etraflıca düşündüm; bu geleneğin içinde hâlâ bir takım öğelere karşı çıkıyor olmamla birlikte, sırf ‘geleneğe saygı’ babında değerlendirdiğimde kendisine hak verdim.
Evet, gençler birbirini sevmiş, kararlarını vermişler. Benim sözümle olacak veya olmayacak şey değil ama babası olarak kızımın mutluluğu tabii ki önemli. Madem kızım benden ‘geleneğe saygı’ babında bir istekte bulundu, hiçbir sebeple olmasa bile sırf kızımın kalbini kırmamak için söyeyeyim: Verdim gitti.”
Anonim
(eğitim, egemen düzenin ideolojisini aşılama işlevi görür) bunu tamamen bu şekilde mi görüyorsunuz yani hiçbir şekilde halkçılık prensibinin uygulaması olarak görmüyor musunuz?
Gün Bey, lütfen dikkat ediniz, “mal” meselesini de gayet iyi bildiği halde, (varsayım olduğu yukarıda anlatıldı) sadece “geleneğe saygı” babında bizzat evladınız sizden bir istekte bulunuyor? Sayın Irmak Zileli, bu görüşmeyi kabul etmediğiniz için hüngür hüngür ağlasa bile mi?
Gün abi Platonun devlet kitabındaki eğirilik ve doğruluk üzerine düşüncelerin neler..Eğriler gerçektende başarıya doğrulardan daha mı kolay ulaşır..ve doğrular daha mı mutlu olur..Ülke yönetenler halkın mı kendilerinin mi istekleri üzerine yoğunlaşırlar..
Anonim
İnsan, evladına böyle davranır mı?
Bu yazdıklarınızı sayın Irmak Zileli’ye göstereceğim. Ya ağlarsa?
Anonim
Gün bey sizin öğrenciliğiniz döneminde ve daha sonra Aydınlıkçı olduğunuz dönemlerde Silahlı Sol ile mafya arasında herhangi bir ilişki kuruldu mu hiç?
Ööyle bir şey yok. Sadece aynı hapishanelerde kalan mafya şefleriyle saygılı bir dostluk ilişkisi vardı.
Anonim
“Mafya Şefleriyle saygılı bir dostluk” mu…”Türk” solcularına yakışır. İlber Ortaylı’nın dediği doğrulanıyor: ” Milliyetçilik ve sosyalizm Türk kasabalısının becerebileceği işler değil”..Saygılı bir dostlukmuş…Napıyordunuz? Mafya babalarının önünde ceketinizi mi ilikliyordunuz?
Misafir
Gün abi her gün sana ne sorsam diye düşünür oldum 🙂 Süpersin:) Adaya ziyaretine geleceğim 🙂
Anonim
Göreceğiz bakalım Gün Bey.
Sayın Irmak Zileli bugün size hüngür hüngür ağlayarak telefon açabilir, bir insan evladına nasıl böyle davranır diye…
Ben hiç rastlamadım. Hiç hapishanede yatmadığınız belli. Hapishanede önünüze gelenle çatışamazsınız, anında hacamat ederler adamı. O zaman duyduğum şuydu: Bazı mafya babaları devrimci gençlere saygı duyuyorlardı. Onlar da bu saygıya, onlara ilişmeyerek karşılık veriyorlardı ki doğrusu da buydu.
Gün Bey, umarım sayın Irmak Zileli ile aranızda bir sorun yoktur?
Anonim
Ben de bir gün sizi ziyaret etmeyi planlıyorum ama sizle yapacağımız sohbette söyleyeceğim bazı şeylere kızıp, terslersiniz ve hatta bilgi eksikliği ile itham edersiniz diye çok korkuyorum?
Anonim
Yukarıda Mesele Ekim sayısında şiddet konusundan bahsedeceğinizi söylediniz. Bu dergi bizim buralara ulaşmıyor.
Acaba bunu biryerde yayınlamayı düşünüyor musunuz? Ve kendinizin kaleme aldığı bir makale mi yoksa röportaj mı?
“Silah” kullanıp kullanmamak konusundan da bahsediyor musunuz?
Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri isimli yapı hakkındaki görüşlerinizi aşağıya yazar mısınız? Bu yapıda faaliyet gösteren arkadaşlarınız var mıydı?
Bu yapının “Rote Armee Fraktion” ve “Brigate Rosse” ile bağları var mıydı?
Sizin “Rote Armee Fraktion” ve “Brigate Rosse” ile bağlarınız var mıydı?
Erdoğan ve Davutoğlu’nun sığınmacılar konusunda Avrupa’yı, BM’yi ve uluslararası toplumu eleştirdiği son açıklamalarına ne dersiniz?
Başbakan Davutoğlu, Avrupa’da yaşanan mülteci krizine ilişkin, “3 yaşındaki Aylan’ın bedeninde yıllardır acı içinde kıvranan bir millet, tüm dünyaya adalet ve merhamet çağrısında bulunmaktadır. Avrupalı liderlerin görmesi gereken gerçek şudur: Konu artık bir hukuk, siyaset, uluslararası denge meselesi değil insanlığın geleceği meselesidir. Tartışmamız gereken bir tren vagonunun, bir kaçakçı teknesinin kaç mülteci aldığı değil; yüreğinizin kaç insana yer açabildiğidir” değerlendirmesini yaptı.
Başbakan Davutoğlu, Muğla’nın Bodrum ilçesinde kıyıya vuran cansız bedeniyle gündeme gelen 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin ölümüne ilişkin, “Başkentlerde, Brüksel’de soğuk duvarlı toplantı salonlarında yapılan müzakerelerde gelinen yer Aylan’ın cansız bedeni olmuştur. Kaybeden bütün bir insanlıktır ve bu insanlığı temsil ettiğini iddia eden ancak gereğini yapamayan uluslararası toplumdur” ifadesini kullandı.
Akdeniz’de batan bir botta ölen 3 yaşındaki bir yavru bizim sahillerimize vuruyor. Bunun hesabını vermeyecek mi, bir balina sahile vurdu diye yığınlarca tedbir alanlar bunun hesabını vermeyecek mi? Bu sistemin güvencesi olan ancak 5 büyük ülkenin menfaatinin dışında karar alamayan Birleşmiş Milletler bunun altında ezilecektir. Biz bu yüzden dünya 5’ten büyüktür. Ama Erdoğan söylediği için dünya medyası tarafından kötü olarak lanse ediliyor. Ben hakkı söylemeye devam edeceeğim.
Batı merkezli dünyanın geride kaldığını, çok merkezli dünyanın ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekiyor. Akdenizin doğu kıyılarından botlara, köhne teknelere binen insanlar, huzura refaha, yaşama imkanına kavuşmak için buna yelteniyor.
Akdenizde boğulan sadece mülteciler değil insanlığımızdır.
Avrupa kapılarında kaderlerine terkedilen Akdeniz ve Ege’de cesetleri sahillere vuran cesetler, ölüme terk edilenler bizim yüreğimizde sızıdır. Biz hiçbir zaman insanların rengine, düşüncesine, inancına bakmadık. Biz Suriye ve Irak’tan gelenleri ölüme terk edemezdik. Bugün 2 milyonu aşkın insan ülkemizde tutuluyor. Ölümden kaçan insanları bombalara terk edemezdik. Çünkü onlar insandır.
Biz 2 milyonu aşkın insanı misafir ederken, avrupanın tamamında bu rakam sadece 200 bindir. Avrupa, bugün mültecileri nasıl dağıtacağının arayışı içerisinde. Bunun yapılmasının başlıca nedeni Irak’ta petrol var, Irak’taki petrolün yüzde 80’i batılıların elinde. Aynı durum Libya için de geçerli.
Biz tüm insanlara yardımcı olmaktan çekinmedik çekinmeyeceğiz. bugüne kadar 6.5 milyar dolar harcamada bulunduk. Ama bu sorunun tüm sorumluluğunu bize yükleme de hakkaniyete uygun değildir.
O zamanlar epey boldu. Kaçak silah ticareti çok yaygındı.
Anonim
İskandinav ülkelerine hiç gittiniz mi ? Oraların insanlarını sosyal ahlak açısından nasıl buluyorsunuz?
Anonim
Bir agnostik olarak şunu soruyorum: Hz Muhammed’i nasıl tanıımlarsınız? Döneminin bir ahlak adamı mı? Yoksa şahsının menfaatlerine yönelik ortam yaratmaya çalışan bir uyanık mı?
Kitlesel üretim tarihte her zaman vardı. Asıl mesele bu üretimler sonucunda elde edilen ürünlerin (ve hizmetlerin) nasıl takas edileceği?
Kapitalizmin de, komünizmin de iktisadi yaklaşımları ne yazık ki dişe dokunur şekilde pek gündeme gelmiyor, belki de kimse tartışmaya yanaşmıyor.
Takas aracı olarak “para” isimli nesne icat edildikten sonra; üretim, tüketim, istihdam, ticaret vb.’lerine yüklediğimiz anlamlar değişti.
Bugüne bakacak olursak:
Büyük bankaların “kültür & sanat hizmeti” adı altında kurduğu devasa yayınevleri var. Örneğin; İş Bankası Kültür Yayınları veya Yapı Kredi Yayınları.
Bu kurumları yöneten yapı, “bankacılık” gibi tarihi çok eskilere dayanan “köklü bir ticaret mekanizması”nın zihniyetiyle hareket ettiği için; hâliyle bu yayınevleri de bundan nasibini alıyor:
Bastıkları kitaplardan satılmayanları, ucuz fiyatla yeniden düzenleyip tekrar satışa sunmaktansa; anlaşmalı oldukları kitapevleri ve mağazalardan periyodik olarak toplatıp, bunları kullanılamayacak (yani “ticari meta değeri olmayacak”) şekilde hasara uğratıp, kâğıt-geri-dönüşüm şirketlerine kilogram & ton hesabı sattıklarını biliyor muydunuz?
Aynı uygulama sadece yayınevleri için değil; dünya genelinde “kâr etmek amaçlı” kendini yırtan her tür şirket için geçerli!
Bir başka örnek:
Dünyanın en büyük akıllı cep telefonu, tablet bilgisayar, dizüstü bilgisayar, ana-kart, ekran kartı, monitör, televizyon, beyaz eşya, otomobil…üreticileri olan şirketler; piyasaya sürdükleri ürünlerden satılmayanları periyodik olarak toplatıp, bunları daha ucuz fiyata yeniden konumlandırmaktansa; bu ürünleri bir daha kullanılamayacak şekilde hasara uğratıp, hurda-toplama şirketlerine kilogram & ton hesabı satıyorlar. Çünkü bu şirketler de “kâr etmek amaçlı” hareket ettiklerinden; satılmayan ürünlerini hasara uğratmasalar, bunlar hemen “ikinci el ürün piyasasına” ve hattâ “kara borsaya” düşüp, ilk satış fiyatının katbekat altında satılacak (doğal olarak asıl üretici zarar edecek), veya rakip şirketlerin mühendislerinin eline geçip, teknolojileri incelenerek, bu rakip şirketlerin daha maharetli ürünler üretmesine yol açacak gibi onlarca, yüzlerce sebep var. (Apple’ın “teknolojik altyapı paylaşımı” konusunda diğer şirketlere nazaran kapalı durmayı tercih etmesinin nedeni budur. Mesela; Apple’ın hiçbir ürününde, Microsoft’un, Android’in ürün ve uygulamalarını pek göremezsiniz.)
Bütün bu anlayışın kökü:
20. yüzyılın başında “kapitalizme yeni bir anlayış getirmiş olan” Joseph Alois Schumpeter isimli iktisatçının “Creative destruction”; yani “ekonominin çarklarının dönmesi için, teknolojinin daima ilerlemesi için, üretilmiş olan eskiler daima yok edilmeli, yerine daima yenileri üretilmelidir” yaklaşımına dayanır.
“Creative destruction”: İlk bakışta her ne kadar “pragmatist” düşünen insana makul gözükse de; kaynakların kullanımı ve bölüşümü, ekolojik denge, arz-talep mekanizması, bu ürünler üretilirken harcanan “emeğin değeri” gibi faktörler de işin içine girince; çelişkili bir hâl alıyor.
Kitlesel üretim, gözümüzde büyütmemiz gereken bir sorun değil, 2015’de hiç değil.
Asıl sorun: “Kâr etmek zihniyeti”nin insanların ve şirketlerin belleklerinden nasıl silineceği?
Bu üretimler sonucunda elde edilen ürünlerin (ve hizmetlerin) nasıl takas edileceği?
Yüzyıllardır beynimize kazınmış, hayatlarımızın en küçük hücrelerine işletilmiş alışkanlıklarımızı değiştirecek cesarete sahip olamadığımız müddetçe; sorunuza tam manâsıyla cevap vermek pek mümkün gözükmüyor.
Herkese kolay gelsin…
Anonim
yakın komşunuzun silahlı veya bombalı bir eyleme girişeceğinden haberdar olsanız, insanların ölümü pahasına da olsa bu kişiyi ihbar etmez miydiniz?
imkânım olsa almak isterdim. Ancak evim iki küçük oda ve mutfak içinde bir küçük oturma odası. Evde şu anda 4 köpek ve dört kediyle birlikte yaşıyoruz.
Anonim
Sizce Coca Cola içmemek ya da İphone kullanmamak bir anti-emperyalist yaşam biçimi midir?
Anonim
Soru 1—İhbar etmeyip, masum insanların ölümüne yol açacağına emin olduğunuz bir manyakça cinayeti şahsen mi önlemeye çalışırdınız.
Soru.. 2.. Adaletine inandığınız bir toplumsal düzende, masum insanların ölümüne yol açacak cinayet girişimini önlemek için ne yapmak gerekli?
Hiçkimsenin “marka”larla alıp veremediği (pek) bir şey yok.
Coca-Cola’yla başlayıp Sütaş Yoğurt’a kadar gelebilirsiniz…
Örnek:
Apple’ın ürünleri, dünya genelinde en çok rağbet görenlerden.
Fakat:
Bu şirketin ürünleri Çin’in güneyi ve Tayvan’da üretilirken, “Foxconn” fabrikalarındaki yüzlerce (bazı verilere göre “binlerce”) işçinin ağır çalışma koşulları ve “işsiz kalma korkusuyla” intihar ettiği; siz İstanbul’da, Yozgat’ta veya İzmir’de bir elektronik ürün mağazasına gidip iPhone’ları incelerken aklınıza pek gelmez!
Aynı örneği, Mayıs 2015’te Renault ve TOFAŞ-Fiat fabrikalarında başlayan mücadelelerde de görebilirsiniz:
Bu markalardan birinden araba satın almak için bir satış mağazasına gittiğinizde; sizi kapıdan içeri girermez, jilet takım elbise giyinmiş, sakal tıraşı muhteşem erkek satış temsilcileri veya mankenlere taş çıkaracak şekilde kendisini cesaretle doldurmuş kadın satış temsilcileri karşılar.
Fakat:
Almaya karar verdiğiniz araba fabrikada üretilirken; 23 yıldır bel fıtığı sahibi olan veya ana-kaporta, şasinin üzerine monte edilirken kolları arada kalıp kopan işçiler pek aklınıza gelmez!
Asıl mesele: “Sömürü düzeni”ni derhâl ortadan kaldırmak!
“Marka”lar sadece birer sembolden ibarettir. Örneğin; annesi babası Gün Bey’in adını “Mahmut” koysa idi; onu “Mahmut Zileli” olarak çağıracaktık. Mesela “anarşist Gün” diyeceğimize “anarşist Mahmut” diyecektik.
Örnekleri daha fazla uzatmak istersek Gün Zileli’nin sitesi de, internetin alanı da yetmez…
Misafir
hiyerarşik olmayan örgütlenmenin başarı ihtimalini nasıl görüyorsunuz..G
üstünün kapatıldığını bilmiyorum ama 12 yaşından itibaren çocukların (muhalif çocuklarının) idama yollandığını biliyorum. Bir de açlık dolayısıyla çocuk çeteleri oluşmuştu. Onlara da ağır cezalar uygulanıyordu.
Anonim
Gün abi Stalin Domemi cocuk cinayetleriyle ilgili44Child filmi anlatiyor.Rusya yasaklamis.İzlemediysen izleyip degerlendirmeni almak isterim
açtım ama sürekli duruyo, bu yüzden izlemek mümkün değil. Daha sonra yeniden bakacağım.
Misafir
Pkk nin son eylemi ve ölen 31 asker ile ilgili ne düşünüyorsun Gün abi..Sana göre sorumlular kim..Pkk nin hatası var mı
Anonim
Hürriyet gazetesine yapılan saldırı ve ardından olanlar -Hürriyet’e cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma açılması, AKP milletvekili A. Boynukalın’a Hürriyet’in suç duyurusu vs- hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben iktidarla bunlar birbirini yesin derim. İktidar kavgası. Türk faşizminin ve devletçiliğinin en önemli yayın organlarından Hürriyet gazetesi en az iktidar kadar tehlikedir.
Yaklaşımınız doğru değil. Hürriyet’in ne olduğu değil bugün önemli olan. İktidarın çeteleri tarafından saldırıya uğramış olması. Bu yüzden Hürriyet’in yanında yer almak gerekir.
Sorumlu, 18 bin lirası olmadığı için yoksul çocuklarını bile bile ölüme süren AKP iktidarıdır. Bir tanesinin bile çocuğu asker olarak gitmez oralara. Öte yandan, PKK’nın, savaşı bugün bu şekilde, bütün sertliğiyle sürdürmesinin bir özsavunma değil, anlaşmalı bir savaş olduğunu düşünüyorum. AKP’yi tek başına iktidara getirmek için bence AKP ile anlaşmaya vardılar. Öcalan da bu işin içinde. Selahattin Demirtaş, “seni başkan yaptırmayacağız” dedikçe, Kandil de, “seni başkan yaptıracağız” demiş oluyor.
Anonim
Peki buna benzer saldırılar veya “paralelci” sermayeye yapılan son operasyonlar gibi ülkenin batısındaki iç çekişmeler, doğuda Kürt hareketinin üzerindeki yükü hafifleterek devrimci mücadeleye katkı sağlamış olmaz mı?
Şu an doğudaki Kürt hareketi tek devrimci güç. Batıda Gezi, Berkin Elvan, Soma vs direnişler de patlak verdi ama gördüğümüz gibi çabuk söndü, o yüzden bunlara bel bağlamak yanlış bence.
bence öbürüne de bel bağlamasan iyi edersin. Onların derdi devrimci mücadele falan değil. üstelik AKP ile gizli ittifak içindeler.
Anonim
Sistem içi çatışma hep olacağından buna bel bağlamak yanlış değil desem? Gezi gibileri bile esasen sistem içi olaylardı. Orada özgürlükçü-solcu bir azınlık olsa da ana kitle hükümete (devlete değil) karşı olan ulusalcılardı. Hatta bir kısmı düpedüz devletçi ve Kürt düşmanı şovenlerdi. Gezi’yle aynı zamanda çıkan Lice olaylarında devletin Kürtleri bastırmasını savunan Geziciler de vardı. Ben bunları çok görmüştüm sosyal medyada.
Anonim
Doğu Perinçek’le en son görüşmeniz ne zamandı, neredeydi?
Ne görüştünüz?
Doğu Perinçek’le telefonla görüşüyor musunuz?
Misafir
Pkk nin işbirliğini hangi somut olaylara bağlıyorsunuz..Gerçekten merak ettiğimden soruyorum altında sorunun kendinden başka niyet yok..
Gezi’yle ve Gezicilerle ilgili yargınız yanlış. Ulusalcılar sadece bir kesimi oluşturuyordu. Çoğunluk Kürtlere dosttu ve onların katılmasını istiyordu. Ne yazık ki o dönem kürt hareketi AKP ile ilgili boş umutları nedeniyle katılmadı harekete. Tek tek Kürtler katıldı tabii ki.
1. Kandil, Öcalan’dan işaret almasa bu kadar inisiyatifli davranamaz; 2. Öcalan’ın paradigması AKP ile işbirliğidir; 3. HDP’ye zarar verildiğini bile bile bir savaşa girişilmesi de bir göstergedir; 4. Kandil ve Öcalan, HDP’nin ve özellikle S. Demirtaş’ın AKP’yi hedef alan çizgisinden son derece rahatsızdı; 5. Neden seçimlerden , daha doğrusu AKP’nin seçimi kaybetmesinden önce böyle bir savaş başlatılmamıştır da HDP’nin en büyük başarıyı sağladığı ve akp’nin yenilgi aldığı seçimden sonra başlatılmıştır; 6. Suruç’tan bir gün sonra gerçekleşen ve MİT’in işi oyduğu çok açık olan Ceylanpınar cinayetlerine PKK’nin sahip çıkması (sonradan bir yapmadık dese de) son derece kuşku çekicidir; 7. AKP’nin son derece işine geylen böyle bir savaşa deneyimli bir önderliğin balıklama dalması da son derece kuşku çekicidir vb.
Anonim
Bir doğum, cenaze, düğün, kutlama, anma, konferans, forum, toplantı, kitap imzalama vb. zamanlarda da mı Doğu Perinçek’le hiç temasınız olmadı ve olmuyor?
Anonim
“Kapitalizm”e karşı sesiniz çok cılız çıkıyor, belki de hiç çıkmıyor!
Bunun sebebi şu olabilir mi:
Devletle ve ilişkili her tür mekanizmayla temasınızı en az seviyede tutmaya, bir anarşist olarak, özen göstermeniz sebebiyle; gündelik hayatınızı idame ettirebilmek için başka mutlak kaynaklara ihtiyacınız var.
Bu vakitten sonra devlete sırt dayamayı aklınızın ucundan geçirmeyeceğiniz için; mecburen “kapitalizm”in, “özel sektör sivilciliği”nin ağına düşüyorsunuz. Yani; vücut bütünlüğünüzün sürmesi için içecek ve yiyecek edinmeye mecbursunuz; devletle temasınız olmadığına göre, kapitalizme el-avuç açmaya mecbursunuz.
Sebep bu mu?
Türkiye dışındaki birçok ülkede anarşist akımlar sadece devlete karşı çıkmakla yetinerek köşelerine çekilip süklüm püklüm yaşlanmayı ve ölmeyi beklemiyorlar; “kapitalizm dışı sistemler”i, “özel sektörcülük”e karşı yapıları, “şirketleşme”ye karşı yapıları göreceli de, temporary de olsa kurmayı deneyebiliyorlar! Ama Türkiye’de bu denemeleri bir yana bırakın; anarşistlerimiz aç-susuz kalmamak için kapitalizme karşı sesini gönüllü olarak kısıyor! Türkiye’deki anarşistlerin çok büyük bir bölümü “sadece devlete karşı çıkmayı” anarşizmin tek özelliği zannediyor!
Cevabınız?
Misafir
Doğu Perinçek mit olduğunu ne zaman açıklar dersin..
Anonim
Pkk’nın şu an dağ kadrosunda bulunanlardan kişisel olarak bir tanıdığınız var mı?
Bütün mücadelelerimiz özünde anti-kapitalisttir. Kapitalizme karşı mücadele “kahrolsun kapitalizm” diyerek olmaz.
Anonim
652’ye verdiğiniz cevabı okudum. Soruyu soran kişilye aynı kişi değilim.
Size lâf atmak için yazmıyorum, PKK sempatizanı değilim, Kürtçü ve Türkçü değilim:
Fuat Avni’nin son tweetlerine bakarsanız; sizin yaptığınız saptamalarla birebir örtüştüğünü göreceksiniz.
Olan-bitenler hakkında birçok kişinin “danışıklı dövüş yaşandığına dair şüpheleri” gerçeğe çok yakın. Yani bu şüpheleri şüphe değil; %100 gerçek olabilir!
Fuat Avni de tıpkı sizin gibi MİT üzerinde önemle duruyor.
Fakat sizin AKP ile PKK(Kandil) arasında adı duyurulmamış bir koalisyon olduğu yönündeki tespitiniz gerçek dışı değil mi?
PKK(Kandil); eğer AKP (ve Erdoğan) 1 Kasım’da da hükümet olamazsa, bir daha özerklik taleplerini dinleyecek başka hiçbir iktidar oluşumunun meydana geleceğine inanmadıkları için mi saldırılarını arttırıp AKP’nin oy oranının yükselmesini istiyor?
Yani:
(Varsayalım ki) CHP de, MHP de 1 Kasım’da iktidara gelse, PKK(Kandil) AKP varken elde ettikleri kazanımları artık kaybedeceklerini ve 1990’lara geri dönüleceğini düşündüğü için mi (sizin deyiminizle) AKP-PKK savaş koalisyonu seçim gününe kadar yürürlükte kalacak?
Bu tespitinizin doğru olduğuna niçin bu kadar eminsiniz? Ya yanlışsa?
Diyelim ki 1 Kasım’da kıl payıyla AKP (ve Erdoğan) tek başına iktidar oldu. Böylece (sizin deyiminizle) savaş koalisyonu işe yaramış demektir.
Peki Gün Bey:
Siz sanıyor musunuz ki, eğer AKP (ve Erdoğan) 1 Kasım’da kıl payı tek başına iktidar olursa; kapalı kapılar ardında verdikleri sözü tutup; özerklik statüsünü PKK(Kandil) önderliğindeki Kürt unsurlarına sunacak?
Kusura bakmayın ama böyle düşünüyorsanız; kargalar bile komik bulmaz ve gülmez!
Bu ülkede hiçbir iktidar (sağ veya sol tandanslı farketmez) hiçbir zaman Kürt Siyasi Hareketlerine ve Kürt halkına “özerklik hakkı”nı vermez! Ülkenin bir ucundan bir ucuna kan-gövdeyi götürsün; yine “özerklik” vermez!
PKK(Kandil)in yegâne amacı; ajitasyonun en katmerlilerini yaparak, hem devlete hem toplumun geneline “yaka silktire silktire” özerklik statüsünü almak! “PKK(Kandil)in AKP’yi tek başına iktidara taşıması” görüşünüzün için boş gözüküyor!
Bunu göremiyorsanız şaşırırım doğrusu?
Ki siz 1960-70’leri yaşamış bir tecrübeli kişisiniz…
Sorularınız güzel. elbette Kandil de çocuk değil, AKP’nin verdiği sözlere inanacak. Ne var ki, inanmaktan başka çareleri olmadığını düşünüyorlar bence ya da şanslarını denemekten geri durmak istemiyorlar. Hesapları şu: AKP tek başına iktidar olsun, yeniden masaya oturalım. İlk aşamada Öcalan’ı ev hapsine aldıralım, kısmi bir serbestlik sağlayalım. Masada pazarlıklarımızı sürdürürüz. Eğer sözlerini tutmazlarsa (ki elbette tutmazlar) o zaman yine silah yoluna başvururuz. Elbette onlar da biliyor özerkliğin verilmeyeceğini ama zaten esas dertleri de bu değil. Esas dertleri, Öcalan’a serbestlik sağlamak ve yeni anayasayla bazı haklar kopartmak. Böylece Kürt halkına bir takım hakları silah zoruyla sağladıklarını söyleyecekler. Şunu da unutmamak gerekir. Kandil, HDP’nin kazandığı siyasal inisiyatiften fena halde rahatsız. iplerin elinden kaçtığını düşünüyor, silahlı çatışma yoluyla yeni baştan HDP’yi geri plana itip inisiyatif kazanmak istiyor. Öcalan faktörünü unutmayın. Öcalan, kendi ikbali için dünyayı bile yakar. Kanımca Öcalan, AKP ile veya Tayyip ile tam bir anlaşma halinde. Beni serbest bırak, gerisi önemli değil diyor. Dikkat edin. AKP Öcalan hakkında tek bir olumsuz laf etmiyor. Neden? Çünkü kesin anlaşma halindeler ve Kandil’e ne yapması gerektiği konusunda talimatlar Öcalan’dan gidiyor. Ağrı’da mayınlar, MİT’in denetiminde döşeniyor. Delilim var mı? Delilim yok. Sadece aklım var. Akıl, bu işlerin böyle olduğunu söylüyor ne yazık ki.
Anonim
Kınalıada’ya size saldırmaya geleceklermiş ya, ya size bir şey olursa?
Hiç cengâverlik taslamanın anlamı yok; Gün Bey, 69 yaşındasınız lütfen dikkat buyurunuz!
Her ne kadar beyniniz genç geçinenlere taş çıkartsa da; bedenen 69 yaşı inkâr etmemek gerekir!
Ya gerçekten gelir ve size saldırırlarsa ne yapacaksınız? Sapanla mı, mancınıkla mı, ekmek bıçağıyla mı, bahçenizdeki köpeklerle mi, yumruklarınızla mı kendinizi savunacaksınız?
Şu an statünüz nedir? Başka bir ülkenin vatandaşlığında mısınız? Yoksa tam manâsıyla stateless statüde misiniz?
Son olarak #1:
Hastalandığınızda sağlık ocağına, hastaneye gittiğinizde evrak işlerinde sorun çıkmıyor mu? T.C. vatandaşı olmadığınıza göre sağlık işlemlerinizde prosedir nasıl işliyor kısaca anlatır mısınız? Muayene ve ilaç masraflarını kendi cebinizden mi ödüyorsunuz?
Son olarak #2:
“Emekli maaşı” alıyor musunuz? Eğer emekli iseniz; emeklilik kartınızda hangi meslekten emekli olduğunuz yazıyor?
Eğer “emekli” değilseniz; 69 yaşında geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Anonim
Şu fotoğraftaki kişi hakkında bir bilginiz var mı?
1. Hâlâ kendimi savunacak kadar gücüm var.
2. Şu an ingiliz pasaportum var. Eşim dolayısıyla burada kalabiliyorum.
3. Eşimin sigortasından yararlanıyordum ama eşim bir yıldan fazla işsiz kaldığından şu an ilaçlarımı parayla alıyorum. Eşim işe girdiği için yakında yeniden başlayacak sigortası. O zaman ilaçları indirimli olarak alabileceğim. 6 çeşit kalp ilacı almak zorundayım.
4. Emekli değilim, emekli maaşım da yok. Ancak geçen yıl bir arkadaşın önerisiyle, İngiltere sosyal yardım kurumuna, ingiltere’de belli bir süre yaşamış ama şu anda ingiltere dışında yaşayanlar için verilen küçük bir yardım varmış, ona başvurdum. Bir yıla yakın zamandır 600 tl civarında bir aylık alıyorum. Ev kiramız 750 tl. Hiç değilse kiranın önemli bir kısmını karşılıyor bu para.
Omuzumdaki Aslı’dır. Öldü ne yazık ki. Büyük acılarımdan biridir.
Anonim
Helal olsun Gün abi. Hayatını yaşıyorsun valla. Paran pulun yok belki ama senin yaşındaki bir çok erkeği kıskandıracak bir yaşantı içindesin. Fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla tabii. Daha derinlerini bilemem. Zaten bir Ernest Hemingway havası var o fotoğraflarda.
sitesini takip ederseniz; sadece Ruşen Çakır’ı değil, Stalinistlerden, serbestiyet.com’culara, CNT-FAI’cılardan, Acilciler’e kadar her kesimden kişinin yazılarından daha çok videolarını bulacaksınız.
Gün Bey, Cizre’de yaşananları, PKK açısından değerlendirecek olursak kurtarılmış bölge ilân etmek için mücadele ettiklerini söyleyebilir miyiz?
Siz 1970’lerde 20’li ve 30’lu yaşlarınızı geçirdiniz. Belleğiniz halâ berraktır. Türkiye’nin batı kesimlerinde hiç kurtarılmış bölge ilan edildi mi? İstanbul’da hiç kurtarılmış bölgeye şahit oldunuz mu? Terzi Fikret (Fikri de olabilir) olayı hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bütün bunları hiçbir siyasi mesaj vermek amaçlı sormadım. Ve cevaplarken lütfen olayları yaşandığı haliyle, doğru muydu – yanlış mıydı sarmalına girmeden anlatınız.
Anonim
İngilizce bir haber metnini, makaleyi, romanı elinize aldığınızda İngilizce-Türkçe sözlüğe bakma ihtiyacı hissetmeden kısa zamanda okuyabiliyor musunuz?
Çok acil bir işiniz çıksa uçağa atlayıp İngiltere’ye gitmeniz gerekse, uçak iner inmez Türkçe konuşur gibi İngilizce konuşuyor musunuz?
Anonim
Gün bey, aşk hayatında, kadınlar konusunda biz gençlere ne öğütler verirsiniz? Ne yapmalı? İlgilerini çekmek ve birlikte mutlu olmak için güzel ve akıllı kadınlara nasıl yaklaşmalı? Gönül eğlendirmekten, çapkınlıktan bahsetmiyorum tabii ki.
Türkiye’de kurtarılmış bölge diye bir şey olmadı. PKK Tr’de kurtarılmış bölge ilan etme şartlarının olmadığını gayet iyi biliyor. Onlar büyük bir planın içinde hareket ediyorlar.
bu tür soruları Haydar Dümen’e sorsanız iyi olur. Siteyi izleyen biri olarak saygımı korumaya çalışıyorum ama şuyunu kaçırmaya başladınız.
Anonim
669’daki arkadaşa niçin bu kadar hiddetli bir cevap verdiniz ki şimdi sayın Zileli!
Sorusunda sululuk içeren bir harf bile yok!
Bir nebze discrimination yaptığı doğru ‘güzel ve akıllı’ derken, kategorileştiren yaklaşımla ‘aşk hayatına’ baktığı söylenebilir!
Fakat sizin gibi, özellikle Türkiye’deki anarşist kesimlerin, dikkatle takip ettiği bir kişinin böyle bir cevap vermesi doğru değil!
Mesela yukarıda, ‘küçükken aile ortamında Allah, din meseleleri konuşulurdu. Ben de kendi çapımda nedir, ne değildir diye sormuştum. Çıkamadım işin içinden! 10 yaşındayken ateist oldum ve kurtuldum!’ demişsiniz.
‘Aşk hayatı’ konusunda da bu şekilde bir cevap verebilirdiniz! Niçin vermediniz?
burada her şeyi konuşur tartışırım. Ama aklı sıra dalga geçmek (espri yapmak demiyorum) yakışık almaz.
Anonim
bence sizinle dalga geçmemiştir arkadaş. Anarşist olmanız ilgi çekici bir durum. Ve anarşistlerin birçok olaya farklı baktığını düşünürsek aslında bu konudalarda benim de size sormak istediğim sorular vardı ancak öncelik vermediğim için şu ana kadar sorma gereği duymadım hiç.
Anonim
Selahattin Yusuf, Gün Zileli’den çok şey öğrendim, diyor:
“Geçtiğimiz yıllarda Gün Zileli’nin anılarını okumuştum. Çok faydalı oldu benim için gerçekten. Adamcağız bir şey vesilesiyle, tutuklanma korkusuyla, kaçıyor, bir arkadaşının evine sığınıyor ve orada yaşamaya başlıyor Nişantaşı’nda, 12 Eylül’den hemen sonra. Orada tesadüfen, diyor, ‘Birikim’ diye bir dergi elime geçti, diyor. Ve orada okuyarak bizim fraksiyonun dışında da doğrular olabileceğini, sosyalist şeyler olabileceğini, efendim, hakikatler olabileceğini… Ömrünü geçirmiş bir hakikat uğruna ve fedakârlıkları göz yaşartacak kadar fazla ve tesadüfen tutuklanma korkusuyla, bir evde, hücre hapsinde, kendi kendine o da ‘Birikim’ dergisi çok yakın onun atmosferine.”
Anonim
Sizce milletlerin kendilerine ait karakterleri olabilir mi?
Milletlerin kendilerine ait karakterleri mutlaka vardır hocam. Coğrafı, sosya-ekonomik durumlar bu karakter üzerinde etkilidir. Bir İskandinav insanındaki disiplin ve özveri anlayışı ile bir Akdeniz insanındaki anlayış çok farklıdır.
evet, kültürel, bölgesel farklar. Ama millet diye bir şey olmadığından bunu sadece kültürel fark olarak açıklamak gerekir.
Anonim
devrimi emperyalizme karşı korumak için devlet gibi merkezi bir otoriteye gerek yok mudur? anarşist bir devrimde devrimin kazanımlarını emperyal ordulara karşı korumanın yolu nedir sizce?
Buna gerek olmadığı ortaya çıktı. Ne kadar korumaya çalıştığınızı sansanız da, SB ve ÇHC’de olduğu gibi, bizzat o devlet sosyalizmin kırıntısını bırakmaz ülkede. Gerçek bir devrim ancak halkın özsavunması için seferber olmasıyla korunabilir. Böyle seferber olmuş bir halka hiçbir ordu hiçbir şey yapamaz. Vietnam bunun örneğidir. Vietnam halkı, dünyanın en donanımlı ordusunu yenilgiye uğratmıştır.
uzaktan tanırım da. 1990’larda sol kanatta bir Tony Benn vardı bir de Jeremy Corbyn, daima sol kanadı temsil eden,gösterilerde yer alırlardı. İyi bir insandır. Sanırım Labour partinin yenilgileri Jeremy’i ön plana çıkardı. Çok umutlu değilim ama başarılı olmasını dilerim (tabii sistem tarafından yutulmazsa).
Anonim
Jeremy Corbyn konusunda umutlu olmamanızın sebebi, SYRIZA’daki erimenin bir benzerinin Labour Party’de de yaşanabileceği risk mi?
Kapitalist sistemi kastediyoruM. lABOUR pARTİ, BU YÜZYILIN BAŞLARINDAN BERİ İNGİLİZ KAPİTALİST SİSTEMİNİN TEMEL DİREKLERİNDEN BİRİDİR. bÖYLE BİR YAPIDA devrimci bir şeyler yapmak ne kadar mümkün olabilir ki?
Anonim
Gün bak David Cameron, Corbyn’in başkan seçilmesinden sonra ne demiş:
önerecek bir şey yok. Adam belli ki telaşa kapılmış. Jeremy corby yeni bir cereyan yaratacak gibi görünüyor.
Anonim
680 numaralı Enver Hoca’yla ilgili konuda bir yazıdan alıntı yapmak isterim;
İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Arnavutluk’u işgal ettiklerinde nüfus içerisinde azımsanmayacak bir yere ve örgütlülüğe sahip olan Arnavut Bektaşîleri, Nazi işgaline karşı direniş kararı alırlar. Bu doğrultuda silahlanan Bektaşîler, kendileri gibi Nazilere karşı harekete geçen komünist partizanlarla işbirliğine girerek bir ittifak oluşturular. Enver Hoca’nın önderliğinde süren mücadelede Bektaşî babaları direnişin kurmayları arasında yerlerini alırlar. Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.
Reha Çamuroğlu – Alevîlik ve Sol Üzerine – Değişen Koşullarda Alevîlik s. 91, 92
Hürriyet’le ilgili yazdıklarıma (648) bir örnek eklemek isterim. İktidar yanlısı bir köşe yazarı bu gazeteyi hedef almış son yazısında. Bunların birbirlerini hedef göstermeleri bizi ilgilendirmediği için yanlış değil herhalde? http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/O_Gazete/26307
Anonim
akpli değilim, dalga geçmek için, polemik doğurmak için sormuyorum.
1 kasım seçimlerinde, 4 partinin de oy oranında sadece milimetrik geçişler olacağı, 7 haziranla büyük benzerlik göstereceği söyleniyor.
sitenizin başında, alıntı yaptığınız kitap ve kişilerin kısa cümleleri dönüyor. george orwell’in sözü de sık sık beliriyor.
eğer gün gelir akp de muhalefete düşerse ve ona da diş bilemeye başlarlarsa, bu kez “akp’nin yanında durmamız gerekir” mi diyeceksiniz?
mehmet ayvalıtaş,
abdullah cömert,
ethem sarısülük,
ali ismail korkmaz,
berkin elvan,
medeni yıldırım,
ahmet atakan,
hasan ferit gedik,
ve nicelerini katletmiş akp, bugün de zulme devam ediyor, yarın da devam edecek!
eğer gün gelir akp de muhalefete düşerse, zamanında zulümlerin en vahşisini yapmış akpye, “devran döndü” diye “yanında durmak” tutarsızlık değil mi?
pkk’nın emperyalist ülkelerin bölgedeki emellerini gerçekleştirmek için kullandığı taşeron bir örgüt olduğu iddiası hakkında ne düşünüyorsun abi?
t.d
Demir Küçükaydın ve bugünkü çizgisi hakkında ne düşünüyorsunuz…halen marks ve lenin vurgulu yazılar yazıp demokrasiyi orada arıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz..
Anonim
1. Yalçın Küçük hakkındaki görüşleriniz nedir?
2. Yalçın Küçük’le hiç biraraya geldiniz mi?
Geldiyseniz ne zaman ve amaçla?
3. Şu rivayet hep dolaşır:
Can Yücel zamanında; “Yalçın Küçüktür ama mide bulandırır.” demiş.
Bunu gerçekten demiş olup olmadığını nasıl teyit edebiliriz?
Siz, Can Yücel’in böyle bir söz söylemiş olduğuna ihtimal veriyor musunuz?
İyi tanırım. Bizim kuşağın önde gelenlerindendi. 1970’lerde TKP’yi destekleyen Ürün dergisini çıkarıd. Sanırım 1980’lerde Almanya’ya iltica etti. 4-5 yıl önce kadıköy taraflarında birkaç kere rastladım. ayaküstü birkaç laf ettik. eskisi gibi sportmen ve dinamikti. Günde 3 saat yürüyüş yaptığını söyledi bana. Bugünkü çizgisini bilmiyorum.
Anonim
Gün Abi,
HDP’nin geldiği noktayı düşünerek, Kürtler Türkler’den daha başarılı solcu denebilir mi? Bildiğim kadarıyla Türk’lerin Kurduğu bir sol parti %13 oy almadı.
Gün, neredeyse her cuma senden bahsediyorlar TVNET
Gün, merhaba,
Sık sık senden bahsedilen, isminin, yaşadıklarının, çıkardığın derslerin dile getirildiği bir program var:
Milliyet unsuru unutma. Solun dayandığı bir milliyet yok. HDP ise Kürt milliyetine dayanıyor. öyle kürtler biliyorum ki, solculukla yakından uzaktan ilgisi yok, hatta bal gibi sağcı, muhafazakâr ama kürt olduğu için hdp’yi destekliyor.
Anonim
Bir dönem mutlak iktidar sahibi olan Robespierre’in lakabının “incorruptible” (bozulmaz, yozlaşmaz) olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Doğru. Sofuca yaşayan, yani püriten bir kişilikti. Jokoben diktatörlüğün devrim için gerekli olduğuna inanıyordu. Püriten olması, birkaç yıl insanların kellerini uçurduğu ve halka bastığı gerçeğini değiytirmez. Kendisi de aynı yolda kelleyi verdi zaten.
Biraz dinledim. Henüz benden söz ettikleri bölümlere rastlamadım. Epeyce uzun. Yer yer dinleyeceğim. Haşmet Babaoğlu’nun ismini duydum ama kimdir, nedir bilmem. Ama şu kadarını söyleyeyim ki bunlar akp iktidarının yalakaları.
“Geçtiğimiz yıllarda Gün Zileli’nin anılarını okumuştum. Çok faydalı oldu benim için gerçekten. Adamcağız bir şey vesilesiyle, tutuklanma korkusuyla, kaçıyor, bir arkadaşının evine sığınıyor ve orada yaşamaya başlıyor Nişantaşı’nda, 12 Eylül’den hemen sonra. Orada tesadüfen, diyor, ‘Birikim’ diye bir dergi elime geçti, diyor. Ve orada okuyarak bizim fraksiyonun dışında da doğrular olabileceğini, sosyalist şeyler olabileceğini, efendim, hakikatler olabileceğini… Ömrünü geçirmiş bir hakikat uğruna ve fedakârlıkları göz yaşartacak kadar fazla ve tesadüfen tutuklanma korkusuyla, bir evde, hücre hapsinde, kendi kendine o da ‘Birikim’ dergisi çok yakın onun atmosferine.”
Ve evet:
Selahattin Yusuf da, İsmail Kılıçarslan da AKP yanlısıdır. Fakat Haşmet Babaoğlu’nun “eski solcu”, yeni “AKP”ci olduğu söylenir.
Bu programın önemli özelliği: İslamcı geçinenlerin ve gerçek İslamcıların kendi aralarında ne konuştukları hakkında, medyadaki diğer türevleriyle kıyaslayacak olursak, daha ele avuca gelir konulardan bahsetmesidir.
Biraz izledim tam bir çöplük. lafı getirip Tayyip’i yağlıyorlar.
t.d
Abi yukarıda hayvanları korumayla ilgili bir soruya cevap vermişsin benim anlamadığım süs köpeği de dediğimiz hayvanlar bir burjuva özelliği değilmidir..Yada hayvanları bahçelerde zincirle bağlamak bir sömürü değilmidir.
t.d
Abi senin için artiz diyorlar..sen ne diyorsun bu konuda…
Cins, birinci sınıf bir kültürün, birinci sınıf bir düşüncenin, birinci sınıf bir duyarlılığın dergisi olmak için yayında. Verili kültürel iktidarın söylem üretme gücü tek kanallı ve hâkim bir dille ilerlemektedir. Kültür, medya üzerinden de üretilen bir olgudur artık günümüzde. Bütün siyasi retoriklerin altını kazdığımızda ulaşacağımız şeyin ta kendisi kültürdür. Bu noktadan hareketle siyasi söylem geliştirme açısından da yeni bir hareket alanı açmaya taliptir. İnsanımızın en büyük sorunu kendi tanımlarını yapamamak, başkalarının tanımlarının gölgesinde yaşamaya çalışmaktır. Bu yüzden ya başkalarının kültür pazarında ürün oluyoruz ya da başkalarının ürettiği kültür ürünlerinin müşterisi…
Aslında kültürel üstünlük bir mitoloji gibi ilerler. Terör geçmişi olan bir hareketi, barış havarisi yapabilecek söylem ve ortamı üretebilir. Bunu için kültürün psikolojik üstünlüğü gereklidir. İşte Cins, bu psikolojik üstünlüğü ele geçiremese bile geriletmenin derdindedir. Gerilettiğin şeyi, her an yenebilirsin de. Neticede Mağrib’li çocukların Paris’i yakabilme imkânlarını savunmaktır Cins. Verili kültürel iktidar diline karşı tüm satırlarıyla savaşan bir mevzi dergisidir. Başkaca bir derdimiz yoktur.
Hikmet Kıvılcımlı, kendine özgü görüşleri olan değerli bir Marksisttir. Tarih yorumları özellikle değerlidir. Ne yazık ki, siyasi tahlilleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Göztepe’deki muayenehanesine 1969 yılında aydınlık Sosyalist Dergi götürmüştüm.
Google’a ismini yazarsanız bütün eserleri karşınıza çıkacaktır.
Anonim
Vedat Türkali hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Anonim
Sayın Zileli,
Bilginize:
“İslamcılık; iktidarı ele geçirmeli!” mottosunun bütün eğitim kurumlarında olduğu gibi, üniversitelerde de bir virüs gibi yayıldığı ortada!
Fakat:
‘İslamcılık’tan daha sinsi, daha şekil-değiştirici, daha maske-yenileyici, daha tehlikeli, daha ölümcül bir virüs; daha hızlı yayılıyor, haberiniz olsun!
Ne yazık ki:
Bugün, üniversitelerde yaptığımız araştırmalarda şu tehlikenin hâlâ varolduğunu gördük:
‘3H Hareketi’, özellikle İ.İ.B.F.’de kendilerine taraftar toplamak amacıyla öğretim görevlileri + öğrenciler üzerinde muazzam ‘manipülasyon taktikleri’ uyguluyor!
1990’larda ‘İkinci Cumhuriyetçiler’e karşı nasıl mücadele ettiysek, 2010’lu yıllarda da ‘3H Hareketi’ne karşı mücadele ediyoruz!
Kendilerine ‘rehber’ kabul ettikleri zihniyetlerin başlıcaları şöyle:
Ayn Rand!
Ludwig von Mises!
Robert Nozick!
Milton Friedman!
Sayın Zileli, unutmayınız:
Sizin ‘ http://www.serbestiyet.com ‘ üzerine yazdığınız yazının konusunu oluşturan kişilerin & zihniyetlerin tohumları:
1990’larda ‘ İkinci Cumhuriyetçiler = http://www.ikincicumhuriyet.org/ ‘,
2000’lerde ‘Genç Siviller = http://gencsiviller.net/ ‘,
2010’larda da ‘ 3H Hareketi = http://www.3hhareketi.org/ ‘;
Tarafından atıldı!
Bu tohumlar filizlenmeye başlayınca da; ‘serbestiyet’ ve yüzlerce türevine transfer edilerek virüs daha hızlı yayılıyor!
Bir Gün Tek başına romanı eşsizdir. Güven de iyidird. Diğer romanlarında pek iş şoktur. Son romanı bitti bitmedi, çalakalem yazılmış, uydurma bir romandır. Hiçbir zaman egemenlerin yanında yer almadı ama son yirmi yılda Kürt hareketine eleştirisiz angaje olmasını hatalı buluyorum.
Sosyalizmin son dönemini yaşamış, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren BT ve T-34 tankları projesinin mühendisi Nikolay Kuçerenko’nun kızı, Sovyet-Rus şair ve yazar Larisa N. Vasileva, dönemin kadınlarını “Kremlin Kadınları”nda inceliyor. Kadınca sezgileriyle ama temkinli bir bakış atıyor o “sera”ya ve gördüklerini okurlarla paylaşıyor.
Devrim öncesi yurt dışında, 1917 devrimi sonrası yurt içinde Lenin’in yanında, yakınında bulunmuş Ivan Popov’un yazarımıza anlattıkları çok ilginç:
Çar ailesi ile Maria A. Ulyanova (Lenin’in annesi) arasındaki büyük sır nedir? Basit söylentiler mi, gerçek mi?
Marksist-Leninist “sera”da, en çok özgürlük vadedilen kadınların durumu nasıldı? Üstelik, Kremlin’in hanımefendileri olan o kadınların tarihi süreçteki rolleri neydi; Kremlin’in kunt duvarları arasında mutlu muydular? Neden o kadınların bazıları zindanlara kapatıldı, sürgünlere gönderildi ve devletin zirvesindeki eşlerinin, onları kurtarmak için kılı kıpırdamadı?
Duvarlar yıkıldı; elini dudaklarına götürerek “KONUŞMA!”, “Çok dikkatli ol. Böyle zamanlarda duvarın da kulağı var” diye ikaz eden başı kızıl çatkılı kadın afişleri nostaljik birer objeye dönüştü, ama o “sera”nın gizemi aralandı mı?
Bu kitabı okuyunca hayretler içinde kalacaksınız!
Dünya dillerine çevrilmiş, çok satanlar listesinde haklı yerini almış bu eseri okurlarla ilk kez ETON Yayıncılık buluşturuyor ve önemli bir eksiği gidermiş oluyor.
Neden diye sorabilir miyim? Silahlı eylemlere karışmadığınız için mi?
Anonim
Görüleceği üzere, eski kuşaktan komünistlerin yaptığı bu “teorik çözümlemeler“ dikkate alındığında, şöyle bir ilginç tablo çıkmaktaydı ortaya: Lenin’in Nisan Tezleri’ni kaleme alışından ve Ekim Devriminin ortaya koyduğu derslerden elli yıl sonra, Türkiye’de Marksist sol hâlâ “aşamalar“ ve “asgari-azami program“ üzerinde kavga yürüterek bölünebiliyordu! Ekim devriminin derslerinin ışığında, Lenin’in sağlığında formüle edilen “proleter devrimin sürekliliği“ ve proletaryanın tek ve bütünsel “geçiş programı“ anlayışı, Türkiyeli sosyalistlerin hafızasından silinip gitmişti adeta. Bu hafıza kaybına yol açan, 1930’lardan beri dünya komünist hareketi üzerinde hegemonyasını kurarak, Bolşevik görüşlerin tasfiyesine girişen Stalinizmden başkası değildi elbette. —Bu metni şurada okudum; ne diyorsunuz ? http://marksist.net/MT/Marksizm_ve_turk_solu.htm
katıldıklarım da var, katılmadıklarım da. Genelde devrimci tutumda, gördüğüm kadarıyla.
Anonim
Diyorsunuz ki, size, bey, ağa vb sıfatlarla hitap edilmesinden hoşlanmıyorsunuz.
Ama siz benim dedem bile büyüksünüz. Size sadece isminizle hitap etmekten utanırım.
Buna nasıl bir çözüm bulacağız. Gün Abi, Gün arkadaş yazmayı düşündüm ama bunu kullanınca da kanka havası oluşuyor biraz.
Anonim
çocuk yapmak nasıl bir duygu ? 5 yıllık evliyim ve kendimi geleneğe kaptırmak istemiyorum ancak bir yerden de neslin devamını sağlamak doğal bir gelenek mi diye düşünüyorum. Sizin hiç böyle sıkıntılarınız oldu mu?
Gün abi merhaba,geçen gün nietzsche ve anarşizm konulu bir makale okudum.O makalede klasik anarşizmin(proudhon,bakunin,kropotkin vs..) nietzche’ci anlamda bir hınç duygusundan hareket ettiğini,kendisini bir şeyin karşıtlığında(devlet veya yoğunlaşmış iktidar) tanımladığını,bu çerçevede de hayatı sakatlayan hınç duygusunun güdümüne girdiğini belirtiyordu(Örneğin bakunin kötü tanrının karşıtı olarak gördüğü insanın iyi olduğundan dem vuruyor).Anarşizmin bu ikili karşıtlığının özgürleştirici bir siyasi program üretmekten uzak olduğunu,karşıtını tasfiye etmek isterken mevcut iktidar ilişkilerini yeniden ürettiğini söyleyen yazar,özgürleştirici bir programı içerme potansiyeli olan anarşizmin nietzche’ci anarşizm olduğunu söylüyordu.Nietzche’ci anarşizmin ise bir hınç duygusundan hareket etmediğini,kendisini bir şeyin karşıtlığı üzerinden tanımlamadığını,kendinden yola çıkarak hayatı en üst düzeyde olumlamanın kapısını araladığını belirtiyordu.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?Nietzche’ci bir anarşizm okuması mümkün mü,klasik anarşizm tepkisel bir hınç duygusu mu?
Şahsınıza laf atmak maksadım yok, sadece öğrenmek istiyorum.
“olmadı. Böyle şeylere kafayı takmayın. çocuk yapmak ilkel bir duygudur. illa bir çocuğunuz olsun istiyorsanız evlat edinin.” yazmışsınız.
“İlkel” kelimesinin, hayatın içinde nasıl yer aldığını sizle görüşmeye başlasak siteniz yetmez herhâlde.
“Çocuk yapmanın ilkel bir duygu olduğu” görüşünüzü açar mısınız?
Hemen ardından “illa bir çocuğunuz olsun istiyorsanız evlat edinin” ifadeniz; bir öncekiyle çelişkili değil mi?
Sonuçta bir çift çocuk yapmayı reddetse bile bir başka çiftin çocuğunu evlat edinmiş olacak. Biyolojik bağ yönünden bir ilişki yok, doğru, ama “çocuk sahibi olmak” denen kavram “evlat edinildikten sonra bile” devam etmiş olacak.
Cevabınızı ilk okumamda çıkarımsadığım bu oldu.
Lütfen cevabınızı detaylandırır mısınız?
Not: Bir yanlış anlama olmaması için; “vereceğiniz cevaba göre karar vereceğim” diye bir algı oluşmasın Gün bey. Sadece öğrenmek için sorduğumu en başta belirtmiştim. Yani cevabınızı yazarken, kendinizi kısıtlamayın.
Anonim
İşid’in mevcut devletlerin makyajsız hali olduğunu düşünüyorum.İşid gibi “gayri medeni bir orta çağ hortlağı” ile,diğer “modern” devletler arasındaki farkın insanları bıçakla boğazlamak ile tepelerine bomba boca etmek kadar olduğu kanaatindeyim.Fark esasta değil,usulde yani.Siz ne dersiniz?
isiktasKemal (Pancuni Yoldaş) isimli bir kişi var.
Özellikle Gezi’yle birlikte kendisini daha yakından tanıdım. Galiba vaktinin çoğu Taksim ve çevresinde geçiyor. Ne zaman bir eylem, konuşma, miting, protesto vb olsa kendisini orada görüyorum.
Kim olduğu hakkında bir bilginiz var mı? Hiç görüştünü mü?
Tiikp’in önder kadrolarının tamamı neredeyse şu an da medyada,akademilerde yazarlık akademisyenlik yapıyorlar.Fikirlerine katılalım,katılmayalım ama geniş bir entelektüel birikimleri olduğu görünüyor(kayahan hariç).Neden diğer sol örgüt kadroları değilde genellikle tiikp kadroları ünlü simalar olarak karşımıza çıkıyor.Siz teoriye daha mı çok önem veriyordunuz?Daha mı çok kitap okuyordununuz?
Kayahan öbürlerinden geri kalmaz. aydınlık temelde (teoriye değil de), yazıp çizmeye, yayıncılığa çok önem veren bir hareketti. Dolayısıyla eli kalem tutanları daha çok topladı çevresinde. Okuma meselesinde bir fark yoktu.
Pratisyen Doktorcu
HKP hakkında “aşağı yukarı VP kadar ulusalcıdır” bilgisi doğru değildir.
Doğrusu:
1. HKP, Kürt sorunu konusunda Kıvılcımlı’nın 1932’de yazdığı “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” kitabındaki görüşleri dün de bugün de savunmaktadır. Afedersiniz, Ayd..lıkçılar gibi zigzagları yoktur. Antişovenizm ilkesinden taviz vermez.
2. HKP’nin demokratik-devrim perspektifi MDD’den daha ilericidir; işçi sınıfının her alanda öncülüğünü esas alır. Bu açıdan Latin Amerika’daki Bolivarcı hareketlere benzetilebilir.
3. HKP’nin cumhuriyet ve Kemalizm ile ilgili görüşleri VP’ninki gibi Birinci Cumhuriyet güzellemesi değildir. Emekçi sınıfların ve SSCB ile ittifakın damgasını vurduğu Kuvayı Milliye dönemi ile; burjuvazi + tefeci-bezirgan ittifakının damgasını vurduğu sonraki dönemi ayrı ayrı ele alır. HKP’nin hedefi Birinci Cumhuriyet’i restore etmek değildir; emekçi sınıflara dayanan yeni bir demokratik halk iktidarı kurmaktır.
4. VP bildiğiniz gibi, AKP’nin dümen suyuna girmiştir. HKP ise meşru her alanda AKP diktatörlüğüne karşı mücadeleye devam etmektedir.
5. HKP seçimlerde Gün Zileli’nin yaptığı gibi CHP, MHP, Saadet Partisi ve HDP gibi sistemin “muhalefet” partilerine oy çağrısı (veya VP’nin yaptığı gibi ittifak çağrısı) yapmaz! Seçimleri, halkın politize olduğu bu özgün momentlerde, sosyalizm propagandası yapmak ve güç toplamak amacıyla bir kürsü olarak değerlendirir.
Anonim
Kemalistlerin şeytanlaştırılması doğru muydu? Yoksa bugünkü iktidara – hatta belki de Suriye dolayısıyla bu uluslararası duruma – yol açtığı için yanlış mıydı?
Açıklamalar için teşekkürler ama kamuoyuinca verdikleri imaj biraz daha farklı. Aşırı milliyetçi bir görünümleri var. Yine de böyleyse eğer, sevinirim.
Kemalistler şeytanlaştırılmadı, sadece 1920-1950 arası tek parti diktatörlüğü eleştirildi ki bu gerekliydi ve gereklidir. Suriye’deki duruma kemalistlerin eleştirisi yol açmış değil. Toplumbsal dalgalanmalar bazen bir akımın fazlasıyla tecrit edilmesine yol açabilir.
Anonim
Size katılıyorum bu konuda. Kastettiğim şey bazı çevrelerin, örneğin bazı liberaller, PKK muhalifi bazı Kürtler, DSİP ve Taraf gibilerinin Kemalistlere karşı AKP’yi desteklemesiydi. Yoksa bunun dışında kalan demokrat, sosyalist, anarşist kesimler değil.
Anonim
Max stirner hakkında ne düşünüyorsunuz?Bütün ideolojilerin papazları bu adama küfür ediyor.Ama ben biricik ve mülkiyetini okuyunca çok etkilendim.Sizin anarşizm anlayışında stirner nereye oturuyor?
Ben sıfatsız anarşistim. Benim anlayışımda hepsine yer var. Stirner bireyci anarşisttir. Birey vurgusu ÖNEMLİDİR. tABİİ Kİ ÇUBUĞU BİR TARAFA DOĞRU FAZLACA EĞMİŞTİR ama bu da doğaldır.
Anonim
Sizce 23-50 arasındaki tek parti yönetiminin Baas yönetiminlerinden olumlu, olumsuz bir farkı var mıydı?
Anonim
Faşist ve Nazist ideolojilerin ekonomi politikaları ile Sosyalist ülkelerin ekonomi politikaları küçük farklar dışında paraleldir diyebilir miyiz?
Devrim karasansar
aydınlık hareketi devrimcilerin adreslerini yayınlayarak devrimcileri devlete ihbar ederken aydınlık hareketindeki konumunuz neydi gün ağabey? bu duruma karşı çıktınız mı? sonucu ne oldu? ne tavır aldınız? konu hakkındaki yazılarınız hangileri?
Anonim
Harun Karadeniz ile hiç yüzyüze görüştünüz mü? Görüşmediyseniz bile hiç aynı mekânda bulunduğunuz anlar oldu mu?
Sitenizde sadece şuna rastladım:
9.18.12 tarihli “Kasabalar, İnsanlar…” başlıklı yazınızdan:
“…’1969 yılı 7 Şubat günü olduğu gibi bir şanlı tütün eylemi düzenleyin, demeye getiriyorlar… Gerçi 7 Şubat eylemini Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan aslan gibi devrimci delikanlılar ta Ankara’dan, İstanbul’dan gelip yapmışlardı. Harun Karadenizler, Ertuğrul Kürkçüler filan…” (s.114)
1969 ve 1970 Şubat aylarında, tütün piyasasının açıldığı dönemde yapılan Akhisar mitingleri sadece Ankara ve İzmir’den gelen FKF’li gençlerce düzenlenmişti. İstanbul’dan hiç kimse olmadığı gibi Harun Karadeniz de yoktu.
Yukarıdakiler dışında; Harun Karadeniz hakkında hiçbir yazınıza ulaşamadım.
1975 yılında hapishanede kanserden öldüğü söyleniyor. Bu gerçek mi?
Yoksa; medya tarihine ve normal! tarihe kayıt olsun diye dizayn edilmiş bir ölüm haberi şekli mi?
Eğer gerçekten 1975’te bu hayattan göçüp gittiyse;
Mahirlerin katline,
Denizlerin idamına,
Kaypakkaya’nın nasıl katledildiğine de tanık olmuş,
Ve 1975’te de kendisi bu dünyayı terketmiş demektir!
“Olaylı Yıllar ve Gençlik”,
“Eğitim Üretim İçindir”,
“Yaşamımdan Acı Dilimler”,
“Kapitalsiz Kapitalistler”,
“Emekçinin Kitaplığı”
kitaplarının eski baskıları zor da olsa bulunabiliyor!
Baas yönetimleri tek parti dönemine benzer. Bazı farklar vardır elbette ama bunların uzun uzadıya tahlil edilmesi gerekir. Örneğin arap baas yönetimleri kürt meselesinde kemalist yönetim kadar bağnaz değildi. Irak’ta Kürt partisi legaldi ve hükümete bile katılabiliyordu zaman zaman. Komünizm konusunda da öyle. Özellikle 1940’lardaki tek parti yönetimi ancak nazilerle karşılaştırılabilir.
Harun Karadeniz’le bir ortamda bulunduğumu hatırlamıyorum. Şehirlerimiz de ayrıydı. O, esas heyheyli günlerde aratık talebe birliği başkanı değildi. Kanser’den öldüğü doğru. Harun Karadeniz iyi bir sosyalistti. Fakat 1968 olaylarında çok önemli bir rolü olmamıştır.
Anonim
Hayatınızda hiç kendinizi çok yalnız hissettiğiniz bir dönem oldu mu?Olduysa bununla nasıl baş ettiniz?
İslamcı camiada, AKP sonrası bölünmelerde yaşanacak, “yeni” gelenekçiler ile “yeni” yenilikçilerin, kendi aralarında nasıl kırılmalar yaşadığını şimdiden bu progam ile öğrenebilirsin Gün!
ankara bombasının failleri kimler sizce? yeşil derin devlet mi? beyaz derin devlet mi? akp mi? tc mi? abd mi ? ab mi ? israil mi? abd,ab,israil ise bu emperyalist klıklerdeki hangı kanatlar? yoksa bir ortak eylem mi? surıye deki serıatcılar ıse hangı kanat? ısıd mı? el nusra mı?
Devrim karasansar
ya da kestırmeden sorayım bu eylemın amacı neydı kıme faydası vardı en cok.
Seçimleri tamamen ortadan kaldırmak veya iptal etmek olabilir. İzleyelim bakalım.
Devrim karasansar
kanımca akp yapmaz. kendı bacagına ates etmez. suruc – secım sonucu dıyalektıgı ortada. bu iş rusya iran suriye işine benzıyor. ya da serıatcıların emperyalızmın denetımınde olmayan kanadının işi. ne dersın abı?
Devrim karasansar
akp secımlerde cuvallayacak bu bombadan sonra zaten durumu kotuydu bomba ısı saglama aldı. sımdı yol ayrımına geldık senın de daha once defalarca belırtttıgın gıbı akp yargılanacagını bılıyor rakıplerı tarafından ıc savas secenegı gundemde . batılı efendılerınden ıcazet alırsa boyle bır ıse gırıse bılır mı akp? ortadogudakı vazıyet batı destegı alıp alamayacagını belırleyecek akp nın kanımca. ukrayna da yasananlar bır fıkır verebılır bıze. akp batı tarafından ortaya salındı. tayyıp bıraz enver pasa ya benzıyor. ortada bırakılabılır
Anonim
Gün Ağabey,
Sen 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve nicelerini tecrübe etmişsin.
Ankara olayı’ndan sonra ordunun bir hamlede bulunup bulunmayacağı hakkında bir görüşün var mı?
Sorumu iki yollu soruyorum:
1. Kanunlara baktığımızda, hâlen 1982 anayasası yürürlükte olduğundan, 2015’de bile yaşasak, ordunun yönetime el koyma imkânı var mı?
2. Reele baktığımızda, ordunun herhangi bir müdahalede bulunup bulunmayacağı hakkında neler dersin?
Bu son katliamla ilgili Perinçek çevresi nasıl bir analiz yapıyor? Sen Aydınlık gazetesini takip ediyorsun diye soruyorum. Nasıl bir komplo teorisi ve analiz üretmişler bu kez?
Aydınlık takip etmiyorum. Ara sıra Ulusal kanala bakıyorum ama iyi hatırlattın bugün alıp bir bakayım. Gördüğüm bir tutum olursa (ki olur) yazarım buraya. Ama
şimdiden söyleyeyim, pek hayırlı bir bakışları olacağını sanmıyorum. Kürt düşmanlığı gözlerini bürüdüğü ve iktidarla tam rezonansa girdiklaeri için.
Aydınlık’a baktım. Bombalamadan ABD’yi sorumlu tutuyor, bunun ABD’nin işi oyduğunu söylüyor. Güya ABD, Erdoğan’ın PKK’ye savaş açmasından ve Rusya ile iyi ilişkiler kurmasından rahatsız olup bu bombayı patlatmış. Ayrıca önerdiği çözüm: Devleti iyice güçlendirmek. Yani katilin elini iyice serbest bırakın, kanlı savaşını yoğunlaştırsın demiş oluyor.
Yani bu kadar olabilir! Ne diyeyim.
Anonim
Devletin de zaman zaman terör eylemleri gerçekleştiren bir güç olduğuna inanan bendeniz, Ankara katliamının arkasında AKP ya da Saray olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu onlara fayda değil zzarar getirir. Hatta bu bombalamayı PKK’nın yapma ihtimalini daha yüksek görüyorum. Ancak en büyük oranı IŞİD’e vermekteyim. Peki siz?
Türkiye solunun faşist bükücü olduğunu söyleyebilirmiyiz?Faşist kitlenin arkasında devlet desteği olmasına rağmen,o zaman ki devrimciler bayağı bir faşistti “etkisiz hale getirmiş”.Özellikle marksist leninist silahlı propaganda birlikleri,dev yol,tikko gibi örgütler çok sayıda faşist eskitmiş.
Bu bakışa hiç katılmıyorum. Faşizmle mücadele başka şeydir, faşist dövmek ya da öldürmek başka şey. İkincisi, esasen faşizme güç vermiştir.
Anonim
Doğu Perinçek’in Ankara katliamı konusundaki suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Benim tahminim, AKP ile benzer bir yaklaşımda ama tepkiden korktuğundan öne çıkmıyor. Kendi partisinden bazılarına bile kabul ettiremeyeceğini biliyor. Kendi aklınca olayın üstünün küllenmesini bekliyor. Palavradan bazı açıklamalar için genel sekreteri gibilerini öne sürdü, zorda kalırsa onların üstüne yıkacak. Ne dersiniz.
O dönemleri yaşamış herkes Kurtuluş’u bilir. THKP-C kökehnihreh gelen bir hareketti. THKP-C geleneği, 1970(lerin ikinci yarısında, o zamanki Sovyetçi-Çinçi bölünmesine bağlı olarak üçe ayrıldı: Maocu çizgiye yakın olan Halkın Yolu; Sovyetçi çizgiye yakın olan Kurtuluş ve ortacı bir çizgiyi temsil eden, sonradan Dev-Yol adını alacak olan Dev-Genç çizileri. Dev-yol da 1979’da bölündü ve içinden Dev-Sol çıktı. Ayrıca diğer gruplardan da irili ufaklı bölünen ve dağılan gruplar çıkmıştır.
Anonim
762’ye ben de cevap vermek isterim.
Gençlikten kasıt genel görüntüyse evet.
Fakat en sert ideolojiler toplumdan dışlanmış kesimlere ait olduğu için gençliğin içinde de böyleleri büyük bir potansiyeldir.
Bu, toplumsal muhalefetin bütün kesimlerinde böyledir.
Solun içinde anarşist ve Troçkistler, Kürtlerin içinde PKK muhalifleri ve bağımsızlıkçılar, Alevilerin içinde devlette temsil ve tanınma yerine devletin inanç işlerini cemaatlere bırakmasını savunanlar vb. hep azınlıktır.
Anonim
Barış Manço ve Cem karaca hakkında ki görüşünüz nedir?
İkisi iyi sanatçılardır. Cem Karaca sol eğilimliydi.
özgürlükçü
Bu iktidarı şimdiye kadar destekleyen abd-ab şimdi neden desteklemiyor?zileli?
Bizim gibi ülkelerde ekonomisi uluslararası pazarla nerdeyse entegre olup dibine kadar kapitalist üretim ilişkilerinin yaşandığı ülkeler abd-ab batı desteği olmayan iktidar ayakta kalabilirmi?
yarın olası iktidar boşluğunda HDP iktidar yada iktidar olup ”’Büyük insanlık programı”’nı uygularken abd-ab YÖNETEBİLEN toplumsal rıza üretebilen bu iktidarı desteklerse emperyalizmin iş birlikçisimi olur o iktidar ve HDP???
özgürlükçü
”’İKTİDAR YADA İKTİDAR ORTAĞI””olacaktı
767 ve 768 özgürlükçü'ye cevap
767 ve 768 özgürlükçü’ye cevap
7 Haziran’da HDP’ye oy verdim; 1 Kasım’da da HDP oy vereceğim.
Fakat:
HDP’yi özellikle son 5 yıldır parlatmalarının nedeni; Suriye’deki tansiyon azalıpta, orada yeni devletçikler oluştuğunda; “Seküler” ve “Kapitalizme ses çıkarmayacak” bir Kürt unsurun da bulunması içindir!
Irak ve çevresinde de:
KYB ve Barzani’nin hegemonyasını azaltıp; PYD unsurlarının PKK unsurlarıyla birleşerek Irak içinde Kürtlerin birlik ruhu oluşturmasını sağlamak ve bu “ruh”u da Suriye’deki kantonları ile birleştirerek; “Büyük Kürdistan” planına adım adım yaklaşmaktır.
T.C.’de “Doğan Medya Grubu”nun HDP’ye bu kadar fazla sempati beslemesinin nedeni:
Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ve AKP hegemonyası çöküp gittikten sonra doğacak yeni “taht oyunları”nda;
HDP’nin bölgedeki gücü artmış olacağından, o topraklara da “Kapitalizmin tohumları”nı ekmek, sömürebildikleri kadar çok sömürmek içindir!
Ahmet Hakan’ın Selahattin Demirtaş’ın kara kaşına, kara gözüne, bağlama çalışına vurulmuşluğu falan yok! Sermayenin ağzının sulanması sizleri kandırmasın!
Ahmet Hakan & Şirin Payzın başta olmak üzere; bütün “Doğan Holding” neferinin HDP’ye kucak açmasının nedeni; tam manâsıyla Aydın Doğan’ın “para kazanmak hırsı”ndan kaynaklanmaktır!
Bir şey sormak istiyorum:
Aktroll olup-olmadığıma nasıl karar verebiliyorsun? Bir troll dedektörün var; onu mu kullanıyorsun?
HDP’yi en az senin kadar seviyorum ve AKP-PKK SAVAŞ KOALİSYONU KONUSUNDA DA SENİN GİBİ DÜŞÜNÜYORUM!
HDP’nin de “establishment”ın bir parçası olmaması için,
HDP’nin de “kapitalizmin tuzakları”na düşmemesi için eleştirilerimi yöneltiyorum. Bunu niçin bir “reaksiyoner tavır” olarak görüyorsun?
On yıllardır haksızlığa uğramış bir grup, halk, teşkilat, parti vb. olan HDP’yi sevdiğimiz hâlde, mücadelesine omuz verdiğimiz hâlde; eğer “kapitalizm tuzakları”na da düşürülmeye çalışıldığını görüyorsak, uyarıyorsak, eleştiriyorsak; bunun neresini “aktroll”lük olarak görüyorsun anlamış değilim!
“Altan Tan” & “Ahmet Türk” gibi unsurlar; HDP’nin içindeki en tehlikeli, kapitalizme en teşne figürlerdir! Bunu göremiyor musun? Görmek mi istemiyorsun?
Umarım şimdi biraz daha iyi anlamışsındır!
Anonim
Yukarıda ve başka yerlerde olduğu gibi bazı yorumculara cevap vermeden “aktrol” demenin yanlış -ve kelime hazinesi bakımından fakirlik- olduğunu düşünüyorum (Kişisel anlamayın lütfen, başka birçok yorumcu yaptığı için söylüyorum. Örneğin bir yoruma -Davut Hırsız Ev Sahibini Bastırır- böyle demenize rağmen o yorumla ilgili sizinle aynı görüşteyim)
Birinin AKP yanlısı olup olmaması ayrı bir konu ama böyle olması bir konudaki fikirlerinin doğru olamayacağı anlamına gelmez.
HDP’yle ilgili yazılanlar bence ilginç ve tartışmaya değer.
özgürlükçü
768 de güne soru sorulmuştu ama dayanamamış sosyalist devletçi bir devrimci olduğunu itiraf eden bir arkadaş soruya cevap olmaya çalışmış.endişelerine saygılıyım ama benim sorumda cevap zaten içinde saklı idi ip ucu için büyük harflerle yazdım o soruların cevabı ””yönetememek””olduğunu iktidarların değişik yöntemlerle sonuç olarak yönettiği halkın rızası ile yönetebilir olduğunu emperyallerin yönetemeyen eskimiş tükenmiş iktidarları hizmetçisi olmasına rağmen desteklemekten kolayca vaz geçip görünür gelecekte halkın rızasını alıp kabül görme ihtimali olan olası alternatif siyasetlerle olumlu ilişki kurmak isteyen egemenler ve emperyaller çok akıllıdır eeeee onlar bunu düşünebiliyorda HDP bunları anlayıp göremiyormu sanıyorsun en devrimci öncü sosyalist?????haa HDP de senin gibi sosyalist devletçi olsa o zaman bu endeşeye kapılmayacağına eminim. o zamanda benimgibiler hooop duuur hele HDP yi sosyalist parti olarak tanımlayamazsın biz ne olacağız???? diye itiraz ederim evet sosyalist liberal demokrat anarşist inançlı inançsız hemen bereketli topraklarda yaşayan bütün anlayışları içinde kendi olarak barındırsada hiç biri HDP ye kendi damgasını vuramaz????vurmamalı??? işte sizi rahatsız eden budur????aslında HDP nin bu gün sistemin mağduru halkın gözünde tek alternatif ve seçenek haline getirende budur.şu ana kadar biriktirdiğimiz bütün gelenek ve anlayışlardan daha özgürlükçü demokratik devrimci birikimlerin taşıyıcısı olması bunun gerisine düşüp hala geleceğin sosyalizm olacağını sananlarca HDP ye fesatlanma giderek abd-ab gibi sistemin ideolojisi liberalizm ve sistemin kendisi kapitalizmin hizmetine gireceği endişesi eleştirileri aslında tersten okunmalıdır tam tersinme reel politik değerlendirmesinde sistemden kopuşun mevcut sistemin karşıtı alternatifin asıl adresi olması sistemin ne olduğu kopuşun ve içinden başlangıçta mevcudun izlerini taşıyıp giderek sistemin alternatifini üretecek olanın mevcudun içinden doğacağını anlamayıp kendi Leninist devrim teorisi gereği devrim yapıp inşa edeceği sosyalist devletle yukardan aşağıya yeni sistem inşa edeceğini sanan ortıodoks anlayışın tezahürü olması çok açıktır.enseyi karartmayalım endişelerimizi eleştirilerimiz eksik etmeyelim ama cevaplarınıda anlayalım merak etmeyin abd-ab egemen sistemin yeniden üretilmesinin aracı değildir HDP neden senden dolayı benden dolayı HDP biziz biz emperyalsak biz kapitalistsek endişe edelim biz özgürlükçü toplumsal devrimci olabilirsek endişeye gerek yoktur.
ogürsel
Son birkaç yorumun, bu saatte esinledikleri üzerine yazıyorum..
***
Bir kaç kitabın yanı sıra GZ’nin çevirdiği “Kirov cinayeti ve Stalin”i de okuyorken.
Burada yorum yazan çok arkadaşın ve özgürlükçünün de en iyicil ve özgeci niyetlerinden zerre kuşku duymadan…
***
16-17-18 yaşlarımıza dönelim.
Kuşkusuz en başta GZ neleri göze almadık? Hatta ölmek istedik, o donanımsız, beceriksiz sefil ergen gövdemiz gübre olsun istedik, halkın-halkların-insanların neşeli, mutlu olası hayatına… Çoğumuz için Stalin yüce, şanlı önderdi. (Doğrusu o pislikten o zaman da kuşkulanmıştım!)
*
Bugün yaşanılan onca şeyden sonra, öğrenilen onca gerçeklikten sonra, “sosyalizmi” yeniden tanımlamak zorundayız.
Eğer ki sosyalizmi tüm dünya halklarının-insanlarının-bireylerinin lafta değil, gerçekten dostça yaşayabilecekleri bir ortak değer olarak anacaksak…
Bence Marksist-Leninist bakış açısını terk etmek zorundayız. Bu bakış açısı Stalin’le taçlandı!
Tamam, kapitalizm-emperyalizm kötü ama.. iyi bakılırsa 1924-1954 SSCB daha da kötü değil mi?
Mac Carthy aşağılanır; Stalin dönemi bundan 10 ya da 100 kat kötü değil mi?
*
Biz öldüğümüzde, 1950-60 doğumlular gömüldüğünde gençlerin önü açılacak.
Biz aptal bir sosyalizmin kurbanlarıyız; bu kurbanları çoğalttıkça kendimizi iyi hissedecek!
*
Gelelim PKK-HDP nin ABD-Batı yanlılığına.
M.Kemal de Batı yanlısıydı…
***
sanırım bu tarafta.. Doğu’da Seküler bir siyaset, seküler bir toplum modeli en büyük devrimdir.. İyibakılsın. 18-19. yy toplumsal devrimleri bu temelde gerçekleşti.
Kürt halkını Batı-emperyalizmini seçmekle suçlamak yerine, seküler bir dünya-hayatı seçmekle de övebiliriz.
Zavallı İslamik yığınlar henüz bu seçimden bile ne uzak…
***
Tutarlı, dürüst, inandırıcı bir anti-kapitalizm ve anti-emperyalizm ideolojisinin olmadığı bir dünyada 5000 yıldır tahakküm altında inleyen Kürt halkı’nı ABD yandaşlığı ile suçlamak bana insafsızca geliyor.
Bu sefil dünyada, neredeyse herkesin aşağılık ve suç ortağı (solcu-sosyalistler dahil!) olduğu bu rezil sosyo-ekonomik ilişkilerin tarihi içinde kolaycılıktır Kürt siyasal özgürlük hareketini suçlamak…
Bu topraklarda Kürtler ve Alevilerin şansımız olduğunu yazmıştım.
Çoğunluk, sünni ve Türk cehalet baskısı altında kabul etmeli.. Bu ülke hak ettiğimden daha iyi yaşıyor.. Bir fıkra var ya… “şşşanssslı köpppekk!”
halimiz hala budur.
Bakınız.. 100’ü aşkın pırıl, pırıl, gencecik insanın ölüsü üstünde de tepinen % 50’yi aşkın güruha!
Lanet olsun!
Sanırım… biz “uygarlık” denilen şeyin bir kaç yüz yıl gerisindeyiz…
Kürtler bay-pass yapmak istiyorsa..
Yapsınlar. Eleştirmekten önce destek vermeli…
özgürlükçü
HDP nin büyük kürdistan gibi hayalleri amaçları yoktur.
Merak edenlerin büyük insanlık programına bakması yeterlidir.
HDP kürt partisi değildir sol parti değildir sosyalist parti değildir liberal parti anarşist parti değildir bunların bütününde içinde olabildiği yegane Toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci partisidir.
774 özgürlükçü'ye
Sayın 774 özgürlükçü,
HDP’nin gayeleri hususunda senle aynı görüşlere sahibim.
769 ve 770’dekileri yazan benim. Ve bunları yazmam sebebiyle; kendisini çok sevdiğim, çok saydığım Gün Abi’mden “aktroll” yaftasını yemiş olmama rağmen; endişelerimi söylemekten geri duramam!
HDP’nin “programıyla”, “parti tüzüğüyle”; SEÇİMLER BİTTİKTEN SONRA YAŞANACAKLAR UYUŞMAYABİLİR! Endişemin temeli buraya dayanıyor!
Recep Tayyip Erdoğan canavarı ve AKP kuklası; er-geç GİDECEK!
Gideni görüyoruz!
Ama “gelmekte olanı” da dikkate alalım!
“Irak-Suriye-Lübnan” çemberinde dönen oyunları tahlil etmediğimiz sürece; HDP’yi nerelere çekeceklerini, HDP’ye nasıl tuzaklar kuracaklarını öngöremeyiz!
EVET BEN SOSYALİSTİM! AMA “DEVLETÇİ” ve “STALİNİST” DEĞİLİM!
HDP’yi “establishment”ın bir parçası YAPMAMAK için,
HDP’yi kapitalizmin tuzaklarından KORUMAK için;
Mücadele etmeliyiz!
“Mücadele” derken; hemen “taşa, sopaya, silaha, şiddete sarılmak” anlaşılmasın!
HDP’yi, bugün kimlerin kucakladığını görüyoruz:
“Ahmet Hakan” ve “Şirin Payzın” başta olmak üzere, “Doğan Holding”in neferleri HDP’yi kucaklıyor!
Niçin?
Çünkü: Seçimleri sonrası oluşacak “sermaye rantı”ndan “Doğan Holding”in pay kapması için!
Gelin bir de CHP’ye bakın!
Niçin TÜSİAD’la kol kola geziyor CHP ?!
Hani nerede “emekçi dostu CHP” ?!
Yarın, öbür gün eğer CHP de MÜSİAD’a yaklaşırsa; hiç şaşırmayın!
CHP: “SİZLE BUNDAN SONRA AKP DEĞİL; BEN İŞ YAPACAĞIM! O NEDENLE BANA ALIŞSANIZ İYİ EDERSİNİZ!” DİYECEK MÜSİAD’A!
Gideni görüyoruz!
Geleni de görmeye, anlamaya, tartışmaya başlayalım artık!
YUNANİSTAN’DA SYRIZA’YA VE “ÇİPRAS”A NE OLDU?!
ERİYİP GİTTİLER! ALMANYA’NIN DAYATMASINA, “KAPİTALİZME BOYUN EĞMEK ZORUNDA KALDILAR!”
PEKİ İNGİLTERE’DE “JEREMY CORBYN”E NE OLACAK?!
YENİ BİR RÜZGAR ESTİRMEYE ÇALIŞAN, ÇABALAYAN CORBYN DE ERİYİP GİDECEK Mİ?!
AYNI ŞEY:
HDP’NİN DE BAŞINA GELECEK Mİ?!
“BÜYÜK İNSANLIK” MÜCADELEMİZ; EĞER “KAPİTALİZME BİAT”A DÖNÜŞÜRSE NE OLACAK?!
AĞLAŞIP, DİZİMİZİ Mİ DÖVECEĞİZ?!
Bu soruları sormaktan korkmayın!
Bu soruları sormakla; HDP’nin gücünü azaltmış olmuyoruz!
Bu soruları sormakla; “aktroll” olmuyoruz!
SEVDAMIZ “HDP” İSE;
HDP’Yİ, TAYYİP CANAVARI’NDAN NASIL KORUYORSAK,
HDP’Yİ, “KAPİTALİZME KARŞI” DA KORUMAK ZORUNDAYIZ!
Umarım, şimdi daha net anlamışsındır 774 özgürlükçü!
Bence arkadaş akp’li ama görüşlerinden yararlanmak gerekir.
Ah be Gün Abi! (775'deki cevabına hitaben!)
Beni ne kadar yaralıyorsun be Gün Abi!
HDP konusunda içim senin kadar titriyor; bir bilsen!
Ne diye şu yılışıklar ordusu, diktatör kuyrukçuluğu yapan, Tayyip’in terlemiş atletlerini sıkarak suyunu içen, bu “Tayyip’in teri”ne tapan AKTROLL’lerle beni bir tutarsın; bir türlü anlamıyorum!
TEK İSTEĞİM ŞU:
HDP’Yİ; KAPİTALİZME KAPTIRMAMAK!
RECEP TAYYİP ERDOĞAN CANAVARI, AKP KUKLASI, AKTROLL ORDUSU: MUTLAKA GİDECEK!
GİDENİ GÖRÜYORUZ!
AMA “GELMEKTE OLANI” DA KONUŞMAYA, GÖRÜŞMEYE, TARTIŞMAYA BAŞLAYALIM ARTIK!
Hadi ben sosyalistim! Belki beni bu nedenle kabullenmek istemiyorsun! Belki de beni bir “Stalinist” sanıyorsun Gün Abi!
Ama “anarşizm” de; soru sorar, sorgular!
HDP’NİN GÜCÜNÜ AZALTMIYORUZ!
HDP’Yİ; “KAPİTALİZMİN TUZAKLARI”NDAN KORUMAK İÇİN MÜCADELEYE SİZİ DE ÇAĞIRIYORUZ!
Örnek (1)
ALTAN TAN:
Global ekonominin dışında durmanız mümkün değil. Bugün Ortadoğu’da bir Kuzey Kore veya Arnavutluk modelinin yaşam şansı yok. Aranması gereken şey, kötü uygulamalarına rağmen demokrasidir. Özgürlüklerin çoğaltılmasıdır. Bölgedeki ekonomik kaynakları halka daha fazla aktaracak bir ekonomik sistem kurmak gerekiyor. Bunu siz İsrail’deki kibbutz sistemi veya Rusya’daki komünlerle kuramazsınız. Liberal dünyanın dışında bir dünya inşa etmeniz mümkün değil. Liberal kapitalist dünya yüzde yüz doğrudur demiyorum. Ben Müslümanım. En başta faiz ve kapitalizm haramdır. Ama ilk etapta yapmanız gereken aksak da olsa topal da olsa bu demokrasiyi, liberal ekonomiyi işletmenizdir. Diğer entelektüel arayışlar sonranın işi.
Bugün yapılması gereken bütün çekinceleri koruyarak liberal ekonomi ve liberal demokrasidir ama bir müddet sonra farklı tartışmalara girebilirsiniz.
Anladım. Peki akp’li değilsin. Buna çok üzüldüğün anlaşılıyor.
(776'deki cevabına hitaben!) Ah be Gün Abi!
Recep Tayyip Erdoğan canavarı’ndan da,
AKP kuklasından da,
“Tayyip’in teri”ni içe içe beyinleri bulanmış AKTROLL’lerden de:
NEFRET EDİYORUM!
Beni “çok üzen” durum şu:
Senin gibi bir Abi’min; “ortak düşmanınız olan R.T.E. & AKP & AKTROLL” cenahına karşı mücadele etmemiz gerekirken; sırf HDP ile ilgili endişelerimi yazdım diye, beni bodoslama yaftalamandan kaynaklanıyor!
Ve hâttâ, beni başka sıfatlarla da yaftalama diye; şu yılışıkları da yazmak zorunda kalıyorum:
AKTROLL DEĞİLİM!
AKTROLL’LERDEN NEFRET EDERİM!
FETHULLAH GÜLEN’DEN ve CEMAAT’TEN NEFRET EDERİM!
ULUSALCI’LARDAN NEFRET EDERİM!
MHP FAŞİSTLERİNDEN NEFRET EDERİM!
LİBERALLERDEN NEFRET EDERİM!
STALİNİSTLERDEN NEFRET EDERİM!
Koalisyona izin vereceklerini sanmıyorum. Bünyelerine aykırı.
özgürlükçü
775 in akp li olmadığını iyi niyetli sosyalist olarak HDP ye oy vereceğindende eminim.endişelerin HDP de siyaseti bütünüyle sosyalist HDP liler üretip belirlesinler istiyorsun? yani henüz HDP nin ne olduğunu anlamamışsın HDP ye sosyalist damgası vurursan HDP yi daraltıp küçültürsün benim gibi özgürlükçü anarşistler gider liberal dediğin altan tan Müslüman demokrat ayhan bilgen ve bilumum Ortodoks sosyalist dışında kimse kalmaz HDP emep yada sykp ye döner daralıp küçülür kapitalizme cepheden karşı gibi büyük laflar eder ama elinden laftan başka bir şey gelmez
Hâlbuki yukardada tarif ettiğim gibi senin gibi sosyalistlerinde liberal demokratların anarşistlerin sosyal demokratların anti-kapitalist Müslümanların Müslüman demokratların bütün dinamikleri içinde barındırıp doğrudan demokratik müzakerelerle karar üretip program üretip uygulayabilen toplumsal muhalefetin politik örgütü olarak kalması tariflenmesi en doğru olandır şu anda yapılan odur.
PKK-PYD -ABD mevzuları konjöktürel işid gibi ırak suriye ekseninde geçici mevzulardır kimse kimsenin kontrolüne girmez merak etme oralarda da maalesef en devrimci öncüler çıkar kapitalist üretim ilşkisinin içinden bence alternatifi sosyalizm çıkmayacak aynı suda iki kez yıkanılmaz reel sosyalizm deneyleri olumsuz tüketildi insanlık bir daha sosyalizm ismiyle kapitalizmin alternatifini üretmez bence Bookchin Marx KARIŞIMI kapitalizmin alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZM olacak ve daha çok ne TANRI ne EFENDİ geleneği bu inşada temel rol alacak sanırım Rojowa ve kürt özgürlük hareketi bunu ilk farkeden sisyaset olması ve rojowada bunu inşa çabaları evrensel ölçektede bir prestij getirdiğine eminim HDP ye gelince artık kimse engelleyemez hatta biz HDP liler ve hdp ni,n hatalarıona rağmen sürekli büyüyüp çok yakın gelecekte 1. parti olacağını iktidar perspektifide zapatistlerin itaat eden komuta tarzı iktidarı gücü sahibi halkın kendisine veren yeri,nde doğrudan demokratik hegemonya içermeyen iktidar perspektifi getirebilir.
en büyük eksiğimiz sanki bu sistem Leninist bir devrimle devlet-iktidar vasıtası ile kapitalist sistemin yerine yeni bir sistem inşa edileceği algısına oturan analizler tümüyle yanlış troçkist-leninist-stalinist devrim teorisi ve sosyalizm sosyalist alternatif üretim ilişkisi inşası tezi mümkün değil bir kere kapitalizmin öncesinin içinden bağrından çıktığı gibi alternatifide içinden çıkacak başlangıçta kapitalist üretim ilşikilerinin özelliklerini taşısada giderek kendi olacak olan toplumsal ekolojik kömünalizmle nihayet insanlık insanın doğanın ve bütün canlı cansız yer kürenin kanseri olan kapitalizmden kurtulup yeni bir aşamaya geçecek bu süreç binlerce yıl alabilir şu anda yaptığımızda o sürecin bir parçası zieli ne dediğimi anlamıştır
özgürlükçü
1-2 yıllık akp-chp kualisyonundan sonraki seçimde HDP 1. parti olur
779 ve 780 özgürlükçü'ye
“HDP de siyaseti bütünüyle sosyalist HDP liler üretip belirlesinler istiyorsun?”
Asla böyle istemiyorum!
Evet, bir sosyalistim!
Ama Stalinist değilim!
“2015 model politbüro diktatörlüğü”ne daima karşıyım!
Sayın ‘özgürlükçü’,
HDP’yi anlamadığımı bana kimse söyleyemez! Çünkü ben bütün teşkilatları geziyorum. Cuma günü Diyarbakır’daydım. Bu sabah (Pazartesi) Edirne teşkilatındaki çalışmaları izledim. Ve yoğunluğum artarak devam ediyor…
“HDP ye sosyalist damgası vurursan HDP yi daraltıp küçültürsün benim gibi özgürlükçü anarşistler gider liberal dediğin altan tan Müslüman demokrat ayhan bilgen ve bilumum Ortodoks sosyalist dışında kimse kalmaz HDP emep yada sykp ye döner daralıp küçülür kapitalizme cepheden karşı gibi büyük laflar eder ama elinden laftan başka bir şey gelmez
Hâlbuki yukardada tarif ettiğim gibi senin gibi sosyalistlerinde liberal demokratların anarşistlerin sosyal demokratların anti-kapitalist Müslümanların Müslüman demokratların bütün dinamikleri içinde barındırıp doğrudan demokratik müzakerelerle karar üretip program üretip uygulayabilen toplumsal muhalefetin politik örgütü olarak kalması tariflenmesi en doğru olandır şu anda yapılan odur.”
Bu yazdıkların doğru, haklısın, tarifi net yapmışsın.
Ama unutma sayın ‘özgürlükçü’,
Bir ‘özgürlükçü anarşist’ bile olsan; eğer üzerine taş, sopa ile saldırıp, senin vücut bütünlüğünü bozmaya yeltenecekler çıkarsa; kendini korursun herhâlde değil mi! Mıh gibi çakılıp kalmazsın herhâlde değil mi!
HDP’nin içindeki; Altan Tan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Ahmet Türk gibi figürler öldürülsün, demiyoruz elbette! Katil değiliz biz!
Fakat; HDP’yi SYRIZA’ya benzetmeye çalışanların başında bu üç kişi geliyor, bunu da bilesin!
Örnek (1)
ALTAN TAN:
Global ekonominin dışında durmanız mümkün değil. Bugün Ortadoğu’da bir Kuzey Kore veya Arnavutluk modelinin yaşam şansı yok. Aranması gereken şey, kötü uygulamalarına rağmen demokrasidir. Özgürlüklerin çoğaltılmasıdır. Bölgedeki ekonomik kaynakları halka daha fazla aktaracak bir ekonomik sistem kurmak gerekiyor. Bunu siz İsrail’deki kibbutz sistemi veya Rusya’daki komünlerle kuramazsınız. Liberal dünyanın dışında bir dünya inşa etmeniz mümkün değil. Liberal kapitalist dünya yüzde yüz doğrudur demiyorum. Ben Müslümanım. En başta faiz ve kapitalizm haramdır. Ama ilk etapta yapmanız gereken aksak da olsa topal da olsa bu demokrasiyi, liberal ekonomiyi işletmenizdir. Diğer entelektüel arayışlar sonranın işi.
Bugün yapılması gereken bütün çekinceleri koruyarak liberal ekonomi ve liberal demokrasidir ama bir müddet sonra farklı tartışmalara girebilirsiniz.
*****
Yanis Varoufakis; Aleksis Çipras’ı niçin terk etti! Bunu da unutmayasın sayın ‘özgürlükçü’!
Misafir
Gün abi gençliğinle,olgunluğun arasında düşünsel olarak ne farklar var..Felsefeci olmanın yanında klasik felsefeciler gibi hayatı sadece anlamaya çalışmak değil de değiştirmeye çalışmak gibi bir mücadelen oldu..Hala bu mücadale misin..Ve felsefi olarak en başa mı yani Aristoteles gibi mutluluğu aramak mı şuan ki derdin yoksa başka bir şey mi..Düşünsel olarak neredesin?
1960’larda, Kemalist esinli Marksisttim; 1970’lerde Maoisttim; 1980’lerde muhalif Marksisttim (anti-Stalinist); 1990’lardan bu yana da anarşistim. Yani izlediğim süreç sürekli devrimcileşme ve özgürcüleşme yönündedir.
Anonim
80’lerde ve 90’larda senin anlayışına hitap eden bir örgütlenme arayışın ve girişimin, organizasyonun oldu mu? Olduysa, bu konuda neden bir sonuç alınamadı?
Hiçbir ülkenin ulusal marşı karşısında ayağa kalkmam, istiklal marşı da dâhil. Ancak en doğrusu, ayağa kalkanları rencide ve tahrik etmemek için o ortamda bulunmamaya çalışmak olmalıdır.
794 'özgürlükçü'ye
Google’da haberi gördüm.
Bütün devrimci akıl ve hissiyatımla kucaklıyorum…
Anonim
5 dakikalığına 18 yaşına dönecek olsanız ne yapardınız?
786 altan tandan daha sorunlu olanlar var dengir mir ve celal doğan yeni seçilenlerde devlet bürokrasisinde iş yapmış bürokratlarda HDP için gereksiz hatalar olduğuna inanıyorum zaten 60 yaşın üstünde HDP vekili olması yanlış
Gün abi Platonda Aristoteleste fazla demokrasinin kötü olduğunu söylüyorlar..Günümüzde ise radikal dmeokrasi söylemleri var.Sence fazla demokrasinin zararı nedir.Ve iki filozofun radikal demokrasinin konuşulduğu günümüzde siyasal tespitleri çökmüş müdür.
onlar öyle mi diyorlarmış. Saçma. Mutlak özgürlüğü savunmak gerekir.
soruYorum
insanların …..(yani nefse hakimiyet anlamında) kendini “yönettiği”….dolayısıyla başka kimseye yönettirmediği en geniş (devletsiz) demokrasi….anarşidir…
Tek yol diye bir şey. Anarşizm, ancak çok yolla mümkün olabilir.
soruYorum
anarşizm mülkiyet ve devlet benzeri bariyerlerin kaldırılarak yürünecek yolların çoğal(tıl)masıdır..
Anonim
yahu siz üniversitede felsefe okumamış mıydınız? dtcf’de bir kaç sene okudunuz diye biliyorum. platon ve aristoteles’in demokrasi hakkındaki görüşlerini nasıl bilmezsiniz? yukarıda arkadaşa cevap verirken ironi mi yaptınız?
yooo ironi yapmadım. Gerçekten derinlemesine bir bilgim yok.
Anonim
Seçimlerde oy kullanmamayı savunan bir yazıdaki şu görüşe katılıyor musunuz?
Oy kullanmamak gibi bir seçenek olduğu sürece “sadece iki zarardan birine muhatap olmak” söz konusu değildir. Ancak birisi kafanıza silah dayayıp “ille de oy kullanacaksın” denilirse iki zarardan hafif olanını tercih söz konusu olur.
Anarşist tarihçi yada iktisatçı neden yok? Marksistlerin geriye dönük tarih yaratma sürecine karşı anarşistlerde böyle bir kafa yorma neden yok..Duygusal tepkinin dışında bir önerme olduğunda bu anarşizm için bir paradoks oluşturmaz mı
Misafir
Anarşistlerin kaotik ortamdan sonra ne olacak kaygısı var mıdır
İktisatçı sonuç olarak kapitalizm sınırları içinde düşünür. Anarşizm bunu aşmayı öneriyor. Bu aşıldığında ise ne olacağını bilmek mümkün değil. Bunun ötesinde önemli anarşist tariuhçiler vardır. Biri, bu siteade de kitaplar bölümünde göreceğiniz, çevirmeni benim olduğum Kronstadt 1921 kitabının yazarı Paul Avrich’tir. 5 yıl kadar önce öldü.
Duruma göre her siyaset şiddet yoluna başvurabilir. Pasifistler hariç.
Anonim
Gün Abi,
Bugün 1. meclisi ve 2. meclisi ilk defa ziyaret ettim. Gitmeden önce, Kurtuluş ve Cumhuriyet dizi serilerinin tamamını izlemiştim. 100m^2 lik bir evden daha küçük bir odada emperyalist güçlere savaş açmış ve başarıya ulaşmış bir hareketi gördüm, yaşadım, düşündüm ve hayran kaldım. Kurtuluş Savaşı hareketi hakkında ne düşünüyorsun?
MV sayısı kestirmek zor…
Ama AKP.. % 40-43…
CHP % 27-28…
MHP.. % 15
HDP.. % 13-14..
görünüyor..
*
…. Olur mu? Bir zamanlar DSP’nin çöktüğü gibi AKP de çöker mi? . Cinayet, katliamları ve yağmacılığı cezalandırılır mı? Ama kendilerine benzettikleri hatırı sayılır bir kitle var!
HDP, AKP’den ciddi oy devşirir mi? O aptalca umutlara sarılan karakterimiz bunu bekliyor.. Ama genel olarak “toplanmış veriler” bu oranları önümüze koyuyor.. İyi ya da kötü sürpriz mümkün.
***
Adil Gür son tahmininde AKP % 47 yazdı! Güvenilmez bir herif; bunun için para aldığından bile kuşkulanıyorum.. Bu oranın ifadesi, iddiası bana “alçakça” geliyor.
***
Sonuçta şunun artık “salakça” olduğu görülmeli.. % 2-3 oy kayması ile diktatör zulmüne sürüklenecek bir ülke parçalanmalıdır! Yerel özerklikler bu Merkezî İktidar tahakkümünü de parçalayacak; farklı hayat-siyaset imkanlarını sağlayacaktır. CHP’nin, HDP’nin yüksek oy aldığı bölgeler özerkleştiğinde, buralar “uygar” bir hayat ve “modern” siyasî mücadelenin mekânı olacaktır..
Anonim
Gün,
AKP-PKK savaş koalisyonu işe yaramış gibi gözüküyor.
Ne dersin?
ogürsel
Yorumum onaylanmadan yazıyorum…. A. Gür’den özür dilemem gerekiyor. Terbiyesizlik etmişim…
Demek sopa, katliam işe yarıyormuş. Biz bunu göremiyoruz işte. Büyük olasılıkla insanların-yığınların beklentileri fazla değil; bir “tosbağa” gibi yaşayabilme arzusu içindeler; risk almak istemiyorlar.
belli ahlaki kaygıları yok; temel insanî değerleri umursamıyorlar. Gündelik geçime dayalı pragmatik ve oportunist bir dünyaları var. Zaten sol onlara yeni bir ahlâk vaadetmiyor.. İnanmıyorlar..
*
Yazık; iniş aşağı gideceğiz..
***
Hepimizin bu sonuçlar üzerine kafa yorması gerekiyor? Önce suçu kendinde arayarak…
Bu kaçıncı yenilgi; hezimet.. Nerede hata yapıyoruz?
'özgürlükçü'ye
Şimdi HDP’yi kurtarma zamanı!
Altan Tan!
Dengir Mir Mehmet Fırat!
Leyla Zana!
Sırrı Sakık!
Ahmet Türk!
Celal Doğan!
gibi unsurları pasifize etmediğimiz sürece;
HDP’Yİ MECLİSE SOKMAKTA ZORLUK ÇEKECEĞİZ!
hortlak
Hükümetin santaji secimi etkiledi.Ya bizi secersiniz yada hükümetsiz bir Türkiye…Süpriz sayilmamalidir sonuc.
HDP nin esas gücünde kalmasi hala süpriz gelisme olarak görülmeli..
Birçokları için “gücün yanında konuşlanmak”, vazgeçilmez bir strateji.
O güç bazen ve bazıları için toplumsal devinimler şeklinde ortaya çıkabiliyor; lakin ve maalesef, çoğu kez de şiddet üzerinden tezahür ediyor.
7 Haziran’da AKP’ye ‘şefkatli tokat’ atan Kürt unsurların büyük çoğunluğunun AKP’ye (gücün yanına?) ‘geri döndüğü’ anlaşılıyor.
CHP için öngörülen %25 üzeri ‘artı pay yüzdesi’ ise, aslında HDP’ye yönelmiş ve doğal seviyelerine doğru inişte olan HDP’yi baraj üstü tutmaya yaramış gözüküyor.
Bir yerde sağ seçmen fiziki/askeri/ekonomik güce yöneldi, sol seçmen ise parlamenter/politik güce meyletti.
Bu olaya ne dersiniz? Yapılanı doğru buluyor musunuz ve ceza verilmesi doğru mu?
Bence ceza da yapılan da yanlış. Ailelerin de çocuklarına örnek olması gerekir.
İki tarafın rızası olduğu sürece savunulabilir ama bence yetişkinler için bile doğru değil. Birçok erkeğin doğasına aykırı zaten. Hepsi o olgunlukta olsa ve bu sayede ortadan kalksa güzel olurdu.
bunlar polisiye saçmalıklar ve özel hayata müdahale bence.
Anonim
Sayın Zileli,
şiddet karşıtı olduğunuzu düşünüyorum. Kuşkusuz her koşulda olmasa da ve sorum da bu…
..
Faşist bir diktatörlükte, baskıcı iktidarı protesto veya kendi yoldaşlarına moral vermek için yapılan gösterilerin, mitinglerin intihar bombacıları ile katledildiği koşullarda; basının sokak köpekleri ve tetikçi hakimlerle darmadağın edildiği koşullarda, demokratik mücadelenin boğulduğu koşullarda silahlı muhalefet hakkı doğar mı? Masum insanları gözeten, yalnızca bekçi köpekleri ya da bir şekilde suç ortağı olanlara yönelmiş bir silahlı mücadele hakkı doğar mı?
(Hem de iktidarı almak üzere değil, sivil, demokratik alanın sağlanması için…)
Çok zor bir soru mu oldu?
Belki de bu konuyu bir makale ile yazmanın tam sırası mı?
Özsavunmna anlamında evet. Ama uyuyan polislerin evine girip kafalarına sıkmanın özsavunmayla bir ilgisi yoktur.
Anonim
Hayır, bundan söz etmiyorum. Sıradan polislerin ve savaşı başlatmak amaçlı provakosyonlar değil kastettiğim.
Her gösteriyi basan, insanları tutuklayan, sıradan suçlarla yıllarca hapse atan bir iktidarın muhalefet ve gazetelere yönelebilecek sindirme saldırısına karşılık “ne yapmalı” anlamında bir soru bu.
Büyük mitinglere intihar bombacıları gönderen…
Gençler bu koşullarda silaha sarılabilir.. Demokratik mücadele koşulları ne zaman tükenmiş sayılacaktır?
Eğer düşman seni bir savaşa çağırıyorsa asla silahına davranmayacaksın. Sadece kendini korumak anlamında sınırlı bir özsavunma yapılabilir. Bu sitedeki şiddetle ilgili yazıyı okuyun.
Absürdlüğe İsyan
2010 referandumunda “boykot” demiştiniz. AKP yine bir anayasa referandumu yaparsa tekrar apolitiklik yapacak mısınız?
2010 referandumunda boykot tutumu yanlıştı. Doğrusu hayır demekti bence. Yani o zaman boykot diyerek hata ettim. Anayasa referandumunda elbette yine hayır demek gerekir.
Anonim
Öcalan bir konuşmasında “Mustafa Kemal Türk tarihinin en küçük adamıdır” demiş, katılıyor musunuz?
Bu başlık aynı zamanda akp diktatörlüğünün iki yüzlülüğünü ortaya koyuyor. Başkanları kalkıp lafta Atatürk’e hayır dualarını sunarken, AKP yanlısı Akit denen tuvalet kâğıdı bunları fütursuzca söyleyebiliyor. Eğer özel olarak Atatürk konusundaki düşüncelerimi soruyorsan, hakaret etmeden, mezarlara tükürmeden, bütün devlet adamlarına yapılabileceği gibi, onun hakkındaki düşüncelerimi açıkça söyleyebilirim.Zaten bu sitede de var. Atatürk, modernist bir diktatördür ama bu pisliklerin lağım ağızları yüzünden insan bugün bunu bile söylemekten imtina eder hale geliyor neredeyse.
Anonim
Gün Abi,
Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan ve Kutsal Barış serilerini okumak ne kazandırır? Kitapların içeriği resmi tarihle paralel midir?
aşağı yukarı öyledir denebilir. Destanlaştırılmış bir tarih yazımı. Eleştiri yok, hiçbir şey yok.
Şüphem var Gün!
Gün,
PKK’ya yakın Yeni Özgür Politika yazarı Veysi Sarısözen Güneydoğu’da çatışmalara neden olan hendeklerin özerkliğin başkanlık sistemiyle birlikte tartışılması durumunda kapanabileceğini söyledi.
Sarısözen yazısında şu ifadeleri kullandı: “Şu anda Erdoğan çıksa ve ‘siz Başkanlığı tartışın, ben de özerkliği Dolmabahçe mutabakatına dönerek tartışmaya hazırım’ dese, o anda ‘hendekler’ kapanır. Ama ne oluyor? Herkes Kürtlere ‘tartışın’ diyor, kimse AKP’ye ‘tartış’ demiyor. Şöyle düşünün: Kürt gençleri ‘özerlik’ için ‘hendek” açmış. İyi de AKP ve Saray, ‘başkanlık’ için ne yapmış?”
Sarısözen, Fırat’ın doğusunda ve batısında iki farklı irade olduğunu, Türkler’in iradesini AKP’nin Kürtler’in iradesini HDP’nin temsil ettiğini iddia eden Sarısözen şu ifadeleri kullandı: “Türkiye’de iki adet ‘milli irade’ vardır. Biri Türklerin çoğunlukta olduğu bölgenin milli iradesi, diğeri ise Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgenin milli iradesi. Eğer Kürtle Türk ‘eşitse’, Fırat’ın Doğusundaki ‘milli irade’de Batısındakiyle eşittir. Bunu kabul etmeyen kişi, çoğunluğu oluşturan Türklerin iradesini, onlardan daha az nüfusa sahip Kürtlere zorla kabul ettirmeye kalkışmış olur.”
*
“Seni başkan yaptırmayacağız…” çok önemlidir!
Acaba HDP’de erime başlar mı Gün? Bu soruyu çok irkilerek yazdım!
*
Demiraş’ta diyor ki: “Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var.”
1 Kasım seçimlerinde 2.3 puan oy kaybeden HDP içinde parti organlarında “Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var” şeklindeki eleştirilerin yüksek sesle konuşulmaya başlandığı belirtildi.
Cumhuriyet’ten Ayşe Yıldırım, HDP içinde yaşanan tartışmaları aktardı.
1 Kasım’ın hemen ardından Celal Doğan ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ın başkanlık sistemi ile ilgili “ABD ve Meksika modeli olursa destekleriz” açıklamalarının bardağı taşıran damla olduğunu belirtilen haberde, Demirtaş’ın PM ve MYK toplantılarında eleştirileri dinledikten sonra önerilerini sıraladığı ve ardından “Bunları yapmanız için istifa edeyim” dediği iddia edildi. Bu sözler üzerine PM üyelerinin ise “Olmaz başkan, seni bırakmayız” cevabı verdiği bildirildi.
İşte Cumhuriyet’te yer alan o haber:
“Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var.”
Hafta sonu yapılan PM ve MYK toplantılarında masaya yatırılan konulardan birisi de bu oldu. Daha doğrusu parti yönetimindeki bazı isimler eş genel başkanların yüzüne karşı düşüncelerini açıkça söyledi. 7 Haziran seçimlerinde ‘ertelenen’ aday belirleme yöntemine yönelik eleştiriler gün yüzüne çıkmaya başladı da diyebiliriz.
Parti organlarında isimlendirilmedi ama kulislerde kimler olduğu söyleniyor ve eleştirilerin dozu artırılarak sürüyor. Bardağı taşıran damla ise 1 Kasım’ın hemen ardından Erdoğan’ın yeniden gündeme getirdiği başkanlık sistemine “ABD ve Meksika modeli olursa destekleriz” diyerek destek veren iki isim oldu: Celal Doğan ve Dengir Mir Mehmet Fırat. Doğan eski CHP’li, Fırat ise AKP kurucularından. Partide en çok merak edilen konulardan birisi de bu isimleri ‘kimin getirdiği’.
Doğan’ın Taha Akyol ile çıktığı televizyon programındaki konuşması da partide rahatsızlık yaratmış. “Parti programını da mı okumadı” sözü birçok HDP’linin ağzından dökülüyor.
HDP’DE ALIŞIK OLMADIĞIMIZ ELEŞTİRİLER
HDP’de çok da alışık olmadığımız bu tür eleştirilerin yükselmesinin altında yatan bir başka neden ise PM ve MYK’nin yenilenmesi kararı. Tabanda PM’ye ‘dışarıdan’ ve ‘popüler’ isimlerin getirilme kaygısı var. Buna da genel merkez yöneticilerinin bazı isimlerle yaptığı görüşmelerin neden olduğu dillendiriliyor. Elbette HDP yönetimine başka eleştiriler de sıralandı:
– Süreci okuyamadık ve müdahale edemedik.
– Programdan koptuk, liberal bir savrulma yaşanıyor.
– Partide ‘adamcılık’ başladı.
– 7 Haziran’dan sonra rehavete kapılıp seçim bürolarını erken kapattık.
– Ankara katliamının ardından sadece miting yapılmama kararı alındı. Ama biz seçim kampanyası da yapmadık. Neden?
– Televizyonlara neden çıkılmadı?
– Seçim sonuçlarında başarı yok. Ne PM, ne MYK işin ayırdında.
– Partide eril bir dil ve erkek egemen anlayış hâkim olmaya başladı.
– Özyönetimi anlatamadık.
– Suruç ve Ankara katliamı, genel merkeze yapılan saldırı güvenlik açığımız olduğunu ortaya koydu.
– Güneydoğu’da ilçelere devlet saldırısı olurken 30 vekil oralardaydı, diğer 50 vekil neredeydi?
– Kadın cinayetlerinde yeterince tavır alamıyoruz.
– HDP renklerini yitirmeye başladı.
– Kendi içimizde ve halkla aramızda bir güven problemimiz var.
– Kadro sorunumuz var.
– İşçi, memur yani emekçi kesimle birlikteliğimiz yok.
İSTİFA EDEYİM
Dikkat çeken ve önümüzdeki süreçte parti içinde hayli tartışılacak konulardan birisi de ‘parti içi demokrasi’: “Türkiye’ye demokrasi vaat eden bir partiyiz. O nedenle parti içi demokrasiyi de tartışmaya açmalıyız. Özellikle PM ve MYK gibi parti organlarının seçimi, milletvekili aday seçimlerinde parti içi demokrasi yeterince işliyor mu?”
Bunları okuyunca partide büyük bir kavga olduğu izlenimine kapılmayın. Dedim ya sadece HDP’de alışık olmadığımız bir manzara bu. Taban da yönetim de her an yeni bir seçim yapılacakmış gibi çalışmaya başlama kararlılığında.
Zaten Demirtaş’ın eleştirileri dinleyip önerilerini sıraladıktan sonra “Bunları yapmanız için istifa edeyim” sözlerine PM üyelerinin verdiği “Olmaz başkan, seni bırakmayız” cevabı da bunun kanıtı.
*
Şimdi Gün,
HDP içinde:
Kimlerin hangi safta olduğuna dair bir tür ayrışma dönemine mi yaklaşıyoruz?
HDP’de:
“Başkanlık sistemini onaylayalım ve özerkliği alalım.” savunucuları ile,
“Başkanlık sistemini onaylamak zorunda değiliz! Özerklik için mücadelemize farklı yollarla devam edeceğiz!” savunucuları
arasında bir tür tartışma mı yaşanacak?
Bu saf belirleme ve tartışma; HDP’yi bölüp yeni bir parti mi doğurur?
Yoksa; HDP içinde yapılacak bir oylama ile yukarıdaki iki kanattan biri kazanır ve HDP ondan sonra mı yoluna devam eder?
Tabii HDP içinde olmadığım için ne olur bilemiyorum ama Veysi Sarısözen’in sözleri en tehlikelisi. Sanırım AKP’ye yakın keasimi Demirtaş’ı köşeye sıkıştırmaya çalışacaktır. İki kanat arasında mücadele olduğu kesin. Dilerim Demirtaş’ın yenilgisiyle ve AKP yanlılarının başarısıyla sonuçlanmaz.
Gün sağlığın nasıl?
Gün sağlığın nasıl?
Kendine dikkat ediyor musun?
Tansiyon problemin var mı?
Soğukla aran nasıl? Soğuk algınlığın var mıdır? Ihlamur, kekik türü çaylar içme alışkanlığın var mıdır? Bal, pekmez yeme alışkanlığın var mıdır?
Son olarak, kalbinin durumu nasıl? İlaçlarında bir sıkıntı var mı? Doktor perhizli yaşaman gerektiğini söyledi mi? Mesela yağlı kırmızı et yememeni, asitli içeceklerden kaçınmanı, kızartma türü şeyler yememeni söyledi mi?
Ben bu kavramlara uzağım. Bir”anlaşılması gereken halk”, bir de “biz” diye bir şey yok. Bunlar hep iktidar taliplilerinin söylemidir. Halk eğer kendisini geliştirebilirse daıha mutlu bir ülke yaratabilir kendisi için. Aksi taktirde ezilir, istismar edilir, aldatılır ve bu böylece gider. Sefil hayat sürüp gider yani.
Bunu pek bilmem mümkün değil. Umarım olmaz öyle bir şey. Bu, Türkiye’de başkanlık faşizminin kurulması anlamına gelir doğrudan doğruya.
827'ye cevap ve soru
Gün,
Anladığım kadarıyla sen de “halkı” merkeze koyarak hareket ediyorsun, düşüncelerini iletiyorsun. (Bu saptamamı “popülizm” ifadesinin alışılagelmiş tanımından bağımsız olarak yaptım.)
Tolstoy, ölüm döşeğindeyken, başucunda bekleyen kızına şu soruyu sormuş (bu soru son cümlelerinden biri imiş)
“Köylüler nasıl ölüyor acaba?”
Çünkü Tolstoy, ömrünün çok büyük bölümünü, isminin önüne konmuş “Kont” sıfatını yok etmek için yaşamıştır.
Şimdi Gün:
“Anladığım kadarıyla sen de ‘halkı’ merkeze koyarak hareket ediyorsun, düşüncelerini iletiyorsun.” cümlem; hakkındaki fikrimi doğruluyor mu, yanlışlıyor mu?
…
Halk eğer kendisini geliştirebilirse daıha mutlu bir ülke yaratabilir kendisi için. Aksi taktirde ezilir, istismar edilir, aldatılır ve bu böylece gider. Sefil hayat sürüp gider yani.
…
Bu açıklaman “halkı merkeze koyarak” düşündüğün algısını yaratıyor?
Gün Abi,
Lenin’in “Ne yapmalı”da formülize ettiği,partiye sıkı örgütsel bağlarla bağlı profesyonel devrimcilerin,işçi sınıfına bilinç götüreceği ve onların en iyi ihtimalle burjuva radikalizmine evrilecek olan bilinçlerini,devrimci bir çizgiye çekeceği şeklindeki leninist teze katılıyor musun?
Profesyonel devrimcilerin bilinçlerinin(parti aklı,örgütsel akıl),normal insanın bilincinden daha üstün olduğuna nasıl karar vereceğiz?
Tabii ki katılmıyorum. İşçi sınıfının örgüt adamlarından daha akıllı ve bilinçli olduğu ortaya çıkmıştır. Parti adamkları genellikle emirlere itaat eden bürokratlardır.
t.d
Abi bugün koçun yaptığı açıklama hakkında ne düşünüyorsun?
Anonim
Sarp Kuray ile arkadaşlığınız var mıdır? Onun siyasi çizgisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kaçış
Merhabalar Gün abi sizden bir konuda fikir almak istiyorum.Açıkcası çok fazla kitap alışkanlığı olan biri değilim ve anarşizme uzun zamandır bir ilgim var ama bu ilgim sözlük,blog ve vb kısa yazılar okumak haricinde pek öteye gitmedi sizce anarşizm ile ilgili başlangıç olarak hangi kitapları ve romanları önerirsiniz.
68 döneminden arkadaşımdır. Bugünkü siyasi çizgisini bilmiyorum. Geçmişteki siyasi çizgisini beğenmem. Ama bugün bir mahkûmdur ve dayanışma halinde olmak gerekir.
Abi dedikleri doğruda diyen kişi biraz düşündürücü.Sanki kafa yapıyor gibi geldi bana yada hesap farklı herhalde…
(t.d.) 833'e ve 836'ya
Joseph Schumpeter’in kim olduğunu ve “Creative destruction”ın (Almanca: Schöpferische Zerstörung) ne demek olduğunu tam olarak öğrenmeden Ali Koç’un zırvaları anlaşılamayabilir.
Anonim
sn.Zileli, 822’ye verdiğiniz cevapta iktidar yanlısı dincilerin Kemalizm konusundaki ikiyüzlülüğüne dikkat çekmişsiniz. Doğru ama bu konuda tutarlı dinciler de yok mu? Mesela Ş.Eygi bir yazısında “Kemalist ideoloji ile İslam dini de bağdaşmaz, İslam devleti de. Bugün bazı İslamcıların Atatürkçülüğü, üzerinde dikkatle durulması gereken bir çelişkidir.” diyor
son yazısında da şöyle yazmış;
ANITKABİR bir Sezar mâbedi haline getirildi. Son 10 Kasımda orada büyük bir çeşitlilik, geniş bir renklilik boy gösterdi.
Siyasal İslam ordaydı… CHP… MHP… Ordu… Siviller… Kriptoların kodamanları…
Alnı secdelilerle, secdesizler birlikte orada.
Allaha iman edenlerle, imansız ateistler.
Gökkuşağının bütün renkleri…
Hep birlikte Atam yolundayız, Atam izindeyiz, Atam senin Cumhuriyetini koruyacağız dediler.
Bunların kimisi ötekilere pek iyi gözle bakmıyordu. Bazıları pek gergindi, suratları çok asıktı.
Ne olursa olsun, hepsi Atalarına saygıda birleşmişti.
Anonim
Neydi ki Sarp Kuray’ın beğenmediğiniz çizgisi neydi? Misal miilliyetçi bir damara sahip olması mı?
Bildiğim kadarıyla, dinin devrimci bir yorumunu yapıp propagandada kullanmaya kalkışmıştır.
Anonim
“dinin devrimci bir yorumu…” diye yazmışsınız ama “din” isimli olgu da (sadece “İslamiyet”i kastetmiyoruz) başlıbaşına devrimci değil mi?
2015 yıldır anlatılagelen; örneğin Hristiyanlıkta, İsa’nın tapılması gereken bir kült olduğu anlatısı ile birlikte, aynı anda İsa’nın döneminde Roma tahakkümüne isyan eden, kırıma uğrayan birçok azınlığı savunan bir (ruhani bir kisve taşıyıp taşımaması ayrı bir tartışma konusu) kişi de olduğu söylenir.
Örneğin; “Katolik” akımı, “Orthodox” akımı, “Protestan” akımın, hep kendine nefer toplama amacı güden birer kült hâline geldiği, Hristiyanlığın özüne ihanet ettikleri de söylenegelir.
İslam’ın yeninden gündeme gelişini; Paris katliamında bir kez daha gördük! “İbn Teymiye” ekolünü takip eden bir İslamcı kitle de var, “Nakşibendi” ekolünü takip eden bir kitle de var, “Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî” ekolünü takip eden bir kitle de var, “Hacı Bektaş-ı Veli” ekolünü takip eden bir kitle de var… Hiçbir ekolü kabul etmediğini iddia eden “Öz İslamcı” kitleler de var!
Hindistan’da yüzbinlerce guru; “Brahma”, “Vişnu” ve “Şiva”nın korkulması ve boyun eğilmesi gereken tanrılar olduğunu binyıllardır anlatmakla birlikte, bu tür tanrıların mazlumun yanında, onların hakkaniyeti için mücadele eden tanrı-figürler olduğu da “bir başka gurular cemiyeti tarafından” anlatılır.
Yani, bütün dünyada, “din” olgusu ile ilgili tam manâsıyla bir kakafoni söz konusu!
Hatırlarsınız belki:
Siz “anarşist papazlar”, “anarşist imamlar”, “anarşist Hinduizm dinine mensup gurular” ve benzeri tabirler de kullanmıştınız. Bu tabirlerinizden anlıyoruz ki; “din” isimli olguda bile anarşist nüvelerin olabileceğini inkâr etmiyorsunuz? Yanılıyor muyuz?
Dini hareketler de sol gibi sadece muhalefetteyken özgürlükçü olabilir. İktidara yerleşince muhalif mezhepleri ezer, hatta muhalif mezhepler bile birbirlerine şiddet uygular. Çok sayıda fırkaya bölünüp birbirleriyle savaşan Hariciler gibi.
Aynı tecrübe solda da yaşanmadı mı? Bolşeviklerde olduğu gibi devrimle iktidara gelenler solun geri kalanını ezip geçti. Devrimin olmadığı yerlerde de sol fraksiyon çatışmalarıyla kendi başını yedi.
Anonim
vay arkadaş ya.. sen 22 tane kitap yaz, 12 tane kitap çevir ama hayatının bir döneminde sokakta yaşamak zorunda kal, çöpten yemek yemek zorunda kal. ne biçim bir dünyadır bu.
Dinler, inançlar devrimci olabilir mi tartışması bence yanlış bir mantığa dayanıyor. Aslında (bunu Küçükaydın da yazılarında iyi açıklıyor) din veya inanç diye bir şey yok. Bu tamamen siyasi, toplumsal bir olay. Peygamberlik, halifelik ve sultanlık gibi bir devlet kuruculuğu ve devlet başkanlığıdır (burada Muhammed’i kastediyorum, zira ondan öncekiler yaşamamış veya efsaneleştirilmiş silik kişiler). Örneğin Muhammed’in Arapları birleştirip aşiretten devlete geçirmesi ile Osman Gazi’nin Osmanlı devletini kurarak Türkleri aşiretten devlete geçirmesi benzer tarihsel süreçlerdir.
İnanç ile kastedilen kutsallaştırma ise, bu da hepsinde var. Peygamber Tanrı elçiliği iddiasına dayanırken sultanlar da peygamberin halifesi ve Tanrının gölgesi sayılarak kutsallaştırılıyor. Ulus-devlet kurucularının kutsallaştırılması, ulusun atası ve önderi sayılması da böyledir.
Anonim
Üniversite döneminde sol hareket içerisinde namaz kılan ya da en azından inançlı bir müslümanım diyen arkadaşlarınız var mıydı?
Anonim
“dönemin diğer öğrenci liderleriyle ve yakın arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştü. Diğer öğrenci hareketi liderlerinden farklı olarak, gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden bağımsız olamayacağını söylüyor ve öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmak için yoğun çaba sarf ediyordu.”
Harun Karadeniz ile ilgili böyle bir ifade var. Böyle bir yönelim de bulunduğu gerçek midir? Eğer gerçekse sizce bu hareketi nasıl değerlendirilmeli?
Türkiye’nin devamlı krizler yaşayan bir ülke olmasının nedeni modern kurumların kökleşmemesi değil midir?
Hükümet krizlerinin nedeni olan siyasi partiler ülke geneline yayılamamış, yerel tabanlarına dayanıyor.
Merkeziyetçi eğitim sisteminin tek tipçiliği, farklı toplum kesimlerinin talepleriyle çeliştiği için krizlere neden oluyor. Türban, imam-hatipler, anadilde eğitim, zorunlu din dersleri gibi.
“Paralel devlet” olayında gördüğümüz gibi yargı ve emniyet de tam oturamamış. Cemaatler burada da güçlü.
Anonim
Üniversitede akademisyen olmaya hiç niyetlendiniz mi?
RTE’yi sevmiyorum.
Putin’i sevmiyorum.
Orduları sevmiyorum.
Hatta hiçbir silahlı teşkilatı sevmiyorum.
Ama Fyodor Dostoyevsky’yi seviyorum!
Ama Lev Tolstoy’u seviyorum!
Ama Alexander Pushkin’i seviyorum!
Ama Andrei Tarkovsky’yi seviyorum!
Ama Anton Chekhov’u seviyorum!
Ama Ivan Goncharov’u seviyorum!
Ama Pyotr Ilyich Tchaikovsky’yi seviyorum!
Eeee… Ne yapacağız şimdi Gün !?!?!?
Nasıl çıkacağız bu işin içinden Gün !?!?!?
Abdullah
Gün, sence Rusya şu an Suriye’de ne yapmaya çalışıyor?
Işid’i temizliyorum derkein bütün muhalefeti temizleyip ya da bastırıp Esad’ın elini güçlendirmeye çalışıyor. Işid’in Paris katliamı Rusya’nın Suriye’de inisyatif kazanmasını sağladı ve bu durumda en kötü vaziyete düşen AKP oldu. Birkaç gün sonra bir yazı yazarım.
Anonim
Peki Mihraç Ural’ın Türkiye’de ki eylem çizgisi hakkında ne dersiniz?
Mihraç Ural’ın bir Suriye Muhaberat ajanı olarak nasıl Thkp/c Acilciler grubuna girmeyi başardığı hatta o grubun lideri olduğu herkese bir ders olmalıdır.
Anonim
863- Arif bey, demek istediğinizi biraz daha açar mısınız? Mihraç Ural hakkında çok fazla bilgiye ulaşamıyoruz. Eğer onunla ilgili bildiklerinizi paylaşırsanız çok memnun oluruz.
Anonim
Sizce Rusya’yla kriz yaşayan diğer ülkelerin, mesela Ukrayna’nın Türkiye’ye desteğinin ne kadar etkisi olur?
Daha genel bakarsak, Türkiye’yle aynı cephede yer alan ülkelerin (aklıma Katar, Ukrayna ve galiba Kosova dışında örnek gelmiyor, kısmen de Suudiler) ve diğer ülkelerdeki Türkiye yanlısı muhaliflerin (IŞİD, diğer cihatçılar, Müslüman Kardeşler gibi Mısır muhalifleri) toplam ağırlığı ne kadar olur? Türkiye bunlara dayanarak ne kadar başarılı olur?
Arif Kuş
Başlangıç olarak Engin Erkiner’in kendi sitesinde yayınladığı makalelerden Mihraç Ural hakkında bilgiye ulaşılabilir.
( enginerkiner.org )
Adamın acilcileri muhaberat adına yönlendirmiş olduğu artık kesin. Şu anda zaten üniformalı Esad paramiliteri olarak silahlı operasyonlar yapıyor. Kendisinin facebook hesabı var ve orada gururla anlatıyor bunları.
Ben egemenlerin kullandığı dili hiçbir zaman kullanmam.
Anonim
Babanızı ve annenizi özlüyor musunuz? Bir inançsız olarak sizin gibi bir inançsızın bu konudaki duygularını merak ediyorum. İfade etmekte özgürsün ve cevaplamamanız da gayet anlaşılır bir durum olur.
hatırlattığınız iyi oldu. Böyle bir duygum yok. Sadece sevdiğim küçük bir kız çocuğu var.
Anonim
İnançsızsınız ibaresini kullanmamın sebebi duygusuz olduğunu ima etmek değil. Sonuçta inançlı insanlar öldüklerinde tekrar anne ve babalarını göreceğini düşündükleri için çok fazla özlem duygularını yeşertmiyorlar. Ancak ben de inançsızım ve sizin yaşınıza geldiğinde tahminen 50 veya 40 yıldır görmediğim annem ve babama karşı nasıl duygular hissedeceğimi düşünüyorum. Bu yüzden sizin hislerinizi merak etmiştim.
Aziz Nesin gerçekten haklıymış. Demek böyle aptalca şeylere inanıyorlar.
Anonim
Sizin Kınalıada’nın kuytu yerlerinden birinde denizaltınız olduğu, hiçbiryerden gözükmesin diye muazzam kamufle ettiğiniz, komün toplantılarınızı bu denizaltının içinde yaptığınız ve “Gezi parkı protestoları”ndan daha katmerli hareketlerin taslaklarını bu denizaltının içinde hazırladığınız söylentileri dolaşıyor.
Şair İsmet Özel ile arkadaşlığınız var mıydı? Onun kendi fikirsel dönüşümünü gerçek anlamda bir fikri dönüşüm olarak mı yorumluyorsunuz yoksa devrimden ümidi kesmesine mi bağlıyorsunuz?
Abdullah
68 yılında Deniz Gezmiş ile TİP kongresini bastığınızda niçin bir kavga yaşanmadı? Bu konuda Deniz Gezmiş’in tavrı neydi?Uzlaşmacı mıydı yoksa stratejik mi hareket edilmişti?
Anonim
Yeni romanınız nasıl gidiyor?
Sona daha vardır ama ortalarını geçtiğinizi düşünüyor musunuz?
Aynı hareket içindeydik. Yarılma’da kendisinden söz ediyorum. Tamamen dönem ruhuyla ilgili bir dönüşüm söz konusu. O dönem sol yükseliyordu, 80’lerde sağ ve dincilik.
O dönem herkes iç içeydi. TİP’in militanları da arkadaşımızdı. Her şeye rağmen ortak bir ruh vardı. Deniz, devrimden başka bir şey düşünmeyen bir arkadaştı. Bu uğurda bazen sertleşebilirdi. Fakat çok güzel bir ruhu vardı.
Tek kelimeyle harika gidiyor. Üç ay ara verdim ve 1 Kasım’dan sonra yeniden başladım. Şu anda ben romanı yazmıyorum da roman bana kendini yazdırıyor diyebilirim. Sanırım 30 sayfa kadar kaldı. Sonlara yaklaşıyorum. Çok iyi bir roman oluyor. Yazarken ben bile şaşırıyorum bunları ben mi yazıyorum diye. Sağol ilgilendiğin için.
Anonim
Kışın size saldırmaya geleceklerini belirten mesajlar aldığınızı söylemiştiniz. Nerede şimdi hatırlamıyorum, ibret olması için, küfürlü ifadelerini de elemeden bir sayfanızda yayınlamıştınız.
Hala böyle mesajlar alıyor musunuz?
Azaldı mı? Seyrek de olsa geliyor mu?
Yoksa tamamıyla bitti mi?
(Sırf merakımdan sordum. Cevap vermek zorunda değilsiniz. Herşeyi ama herşeyi geçtim, yaşınıza da mı saygıları yok bu insanların!)
874
Eğer sizin için mahsuru yoksa:
SPOILER bile olsa, romanınız gözden geçirmeyi gerektirse bile, şu an, ham haliyle, orta yerinden sadece ama sadece 4-5 satırlık bir paragrafı paylaşır mısınız?
Sadece rastgele bir 4-5 satırlık paragraf yeterli.
Başka hiçbir soru sormadan, büyük bir sabırla romanınızın yayın tarihini bekleyeceğiz…
Abi benim sormak istediğim şudur Münir Aktolga herkesi şaşkına çeviren ifadesinden önce fikirlerinde bu yönde bir değişiklik varmıydı._Mahir Çayan’la ayrılıkları ne zaman başladı??Bu ayrılığın temelinde mahkemede söylediği fikirler mi etken oldu?
Anonim
Taraf yazarı Namık Çınar’ı tanırmısınız hakkında ki görüşleriniz nedir?
t.d
BENİM SORUMU ATLAMIŞSIN ABİ HAYIRDIR..TERS BİR DURUM MU VAR..
Anonim
Tekke ve zaviyeler açılmalı mı sizce?
Olumlu veya olumsuz cevabınızla birlikte gerekçenizi de açıklar mısınız?
Hayır daha önce. Yusuf’la birlikte muhalefet geçtiler. aslında muhalefetlerinin haklı yanları da yok değildi. Örneğin maceracı gidiş konusundaki eleştirilerinde birçok haklı yan vardı. Fakat burada durmayıp teslimiyetçiliğe yol aldılar. Yakalandıklarında artık teslimiyet noktasındaydılar. Sol çıkışlar sağ teslimiyete yol açmıştı sonunda.
tamam şimdi gördüm ve yanıtladım. Ben en yenilerden başladığımdan sonradan gördüm.
t.d
Eyvallah abi Sağol ..
levent
abi merhabalar …yarılma kitabınızı az önce bitirdim yerimden kalkmadım ,telefona bakmadım ,bilgisayara ise şimdi dokunuyorum , onda da size hemen bir şeyler yazma hissiyle dolduğumdan dolayı … gerçekten,kocaman laflar etmek isterim ama bu muhteşemliği bozacak bir virgül bile koymak istemiyorum ben ….yaşamak böyle bir şey olmalı diye ilk soluğumu aldığımda, sayfa 593 tü ….tüm kitaplarınızı da sipariş ettim sabırla kargo telefonu bekliyorum …güzel akşamlar mutluluklar gün abi…
Sağol sevgili kardeşim. Bir yazarın en büyük mutluluğu okuyucusundan aldığı böyle güzel bir mesajdır işte.
Anonim
Yahu 30 tane kitap yazmışsın veya çevirmişsin, görüldüğü kadarıyla bilinçli bir okur kitlen de var, tanınan bilinen sevilen bir yazarsın ama neticede yoksulluk hatta tahminimce açlık düzeyinin de altında bir gelirle yaşam mücadelesi veriyorsun. Niye böyle oluyor? Her yerde mi böyle bu? İngiltere’de, İsviçre’de durum nasıl?
Oralarda tamamen farklı. Orada satılan iki kitap yayınlayan zengin olur. Satılan derken, öyle o kadar çok da değil. 10 bin satıyorsa yeterlidir. Türkiye böyle işte. Otuz kitabın da olsa sürünürsün. Çok satanlara gireceksin ki, kalkınasın 🙂 Çok satanlara girmek ise ayrı bir marifettir. Bir de, iyi bir redaktör olmama rağmen hiçbir yayınevi bana redaktör olarak iş vermez. Kuyruklarına basmamdan korkarlar. Haklıdırlar da!
Anonim
Ya biz bu stalinistlerle ne yapacağız Gün Abi? Hafife mi alıyoruz acaba? Adamlar gayet organize ve örgütlü çalışıyorlar. Stalin’in torunu Yakob Çugaşvili’nin meşhur Amerikalı stalinist akademisyen Grover Furr ile yaptığı röportajı belki okumuşsundur. Yani herifler dezenformasyon işinde gayet profesyoneller. Sen dünyada stalinistler artık solda hakim güç değiller diyorsun ama harıl harıl üretim yapıyorlar. Bunların dünyada solda tekrar hakim güç olma imkan ve ihtimalleri var mı sence?
Cezaevinde iken Deniz, Yusuf ve Hüseiyn ile 15 dakikalık son bir görüşme yapmışsınız. Vedalaşma adıyla herkesle görüşmelerine izin vermiş galiba hapishane yönetimi. Peki o görüşme esnasında Mahir Çayan’ların eylemi ve ölümüyle ilgili bir konu açıldı mı?
Dikkat dağınıklığı sebebiyle devamlı odaklanma problemi yaşayan bendeniz Yarılma adlı kitabınızı okurken bir baktım ki 3 saattir başımı kaldırmamışım. Şimdi ise bitirmeye kıyamıyorum. Sanki okur gibi değil o anların içinde yaşar gibiyim sizin yerinize kendimi koyarak.
Nooomone
“deniz gezmis biraz kemalizme kacarken mahir cayan tam bir komunisttir” Bu ifadeye katılıyor musunuz?
Anonim
Gün bunu şaka yapmak için söylemiyorum:
Aslında dindar bir insan olsan, senden gerçek bir tekke şeyhi olur!
Katılmıyorum. Mahir Çayan ne kadar komünistse Deniz Gezmiş de o kadar komünistti. Deniz Gezmiş Kemalizme ne kadar yakınsa Mahir Çayan da o kadar yakındı. Bunlar sonradan uydurulmuş efsaneler.
Başta konuşma yapan İrfan Uçar. Deniz Gezmiş’in yanındaki Cihan Alptekin. Dolayısıyla baştaki Cihan Alptekin yazısı yanlış.
Anonim
Gökalp Eren’i tanır mısınız?
Abdullah
Hiç istememe rağmen Yarılma’yı bitirdim. Bir dahaki maaşımla da Havariler’i almayı düşünüyorum. Gerçekten leziz bir anlatım vardı Yarılma’da. Ancak şunu merak ediyorum. Olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini sık sık belirtmişsiniz fakat Mahir Çayan ve arkadaşlarının ölümü ve Deniz’lerin idamına yönelik duygularınızla ilgili çok kısa yazmışsınız. Kıvırmadan açık bir şekilde sormak istiyorum; bunları fazla magazinel bulup yazmak mı istemediniz yoksa kitabı bitirme telaşı içerisine mi girdiniz?
Öyleyse, “dava uğruna ölümü göze almak”, “şehitlik” kavramlarına karşısınız, diyebilir miyiz?
Bu soruyu Benedict Anderson’ın aramızdan ayrıldığı gün sormak da bir tesadüf!
“Magazinel” kelimesini yok edersek, bizzat Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’la muhatap olmuş bir kişi olarak sizin, onlar hakkında duygularınızı ve düşüncelerinizi yazmanızın (kıvırmadan ifade edeyim) duygu masturbasyonu olmayacağını düşünüyorum.
Gezmiş’le, Çayan’la ve o kuşaktan yüzlerce kişiyle ilgili anlatılanları okuya okuya, öğrene öğrene, izleye izleye günümüze gelmiş nesillerin “magazinel” ifadeleri, sizin gibi birisinin ifadelerini açık açık yazmasına engel teşkil etmemeli!
Ki sizin, özellikle “Yarılmalar”da ve “Havariler”de, o zamanlar aldığınız karar ve uygulamaları cesaretle eleştirecek bir etiğe sahip bir şahsiyet olarak, Gezmiş ve Çayan hakkında duygu ve düşüncelerinizi yazarken (kıvırmadan ifade edeyim) sululuğa eğilim göstermeyeceğinize eminim.
Abdullah
897- Anonim
Burada ifadeyi yanlış anlamışsın galiba. Mevzu, “Çayan ve gezmiş ile ilgili düşünceler” değil; “Çayan ve Gezmiş’in ölümüyle ilgili duygular”.
Anonim
Sinan Cemgil’in yarılmalar ve bölünmeler döneminde tavrı neydi? O kutuplaşmaların içerisine giriyor muydu?
Duyguları fazla katmerli hale getirmek istemedim. Durumun kendisi zaten ortada.
Arif Kuş
892 Abdullah yoldaş,
Dikkat dağınıklığı bende de var. Ne tür bir tedavi öneriliyor bunun için?
898-Abdullah
898-Abdullah
“Çayan ve Gezmiş ile ilgili düşünceler” kelimelerini bilinçli olarak kullandım.
Çünkü, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, uğruna mücadele edilen dava yolunda ölümler gerçekleşmişse, bu ölümler daha çok “davalara adanmışlık” çerçevesinde kabul ediliyor, ondan sonra şehitlik statüsü yıllar geçtikçe büyüyor.
Daha açık ifade edeyim:
Aliya İzzetbegoviç, Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de daha çok “sağ kesim”in saygı duyduğu bir isim. İzzetbegoviç’in hatalar yaptığını söyleyenler de var. Fakat 1990’lı yıllarda Sırbistan-Bosna arasında yaşanan savaşta İzzetbegoviç’in “liderliği” nedeniyle ona adeta azizlik statüsü atfedildi. (1995 Dayton Anlaşmasını da unutmayınız.) Bugün, İzzetbegoviç, birçok Balkan ülkesi ile beraber Türkiye’de de bir tür “Balkanların Atatürkü” olarak kabul görüyor, şehitlik statüsü günden güne büyüyor. Son bilgi: Aliya İzzetbegoviç bir İslamcıydı.
“Çayan ve Gezmiş ile ilgili düşünceler” ifadem ile “Çayan ve Gezmiş’in ölümüyle ilgili duygular” ifadesini: Yukarıda İzzetbegoviç ile ilgili “sağ kesim”in takındığı tavır ne ise aynısını “sol kesim”e uyarlayarak düşünürseniz anlarsınız.
Ölümler daha çok “davalara adanmışlık” çerçevesinde kabul ediliyor, ondan sonra şehitlik statüsü yıllar geçtikçe büyüyor. “Sol”da da, “sağ”da da; “duygudaş”lık böyle!
Anonim
Necdet Adalı ile hiç karşılaştın mı abi?
Nasıl biriydi? Bilgilerini paylaşır mısın bizlerle?
Deniz Gezmiş’in ODTÜ yurtlarında saklandığı dönemde Mahir Çayan ve adını hatırlayamadığım iki arkadaşı ile D.Gezmiş, Yusuf ve Hüseyin arasında bir görüşme yapılmış. Görüşmeyi Çayan istemiş ve amacı birlikte hareket etmek imiş. Ancak Hüseyin; “Siz kentten kırlara, biz ise kırdan kentlere mücadeleyi savunuyoruz o yüzden birlikte hareket edemeyiz” demiş. Sizce bu birlikte hareket edememe konusunda ciddi bir ayrılık mıdır yoksa aşılabilecek bir ayrılık mıdır? Eğer cevabınız ikinci seçenek ise niçin THKO’lular hapse girene kadar THKP/C’lilerin bu gibi taleplerini gep geri çevirmiş olabilirler?
Hayatta elbette. Bir ara havayi fişek ticareti yapıyordu. Aynı işi yapmaya devam ediyor mu, bilmiyorum.
Anonim
Anarşist teoriye göre toplumsal devrimlerde
1/ Milliyetçi/Ulusalcı unsurların olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?
2/ Halkların bilinçlenmesinin önündeki engeller nasıl aşılabilir?
Kürtlerin hangi kanadı (Türkiye ve Suriye yahut PKK/PYD ile Irak Kürt yönetimi ve Barzaniciler) daha radikal ve muhalif sizce?
PKK/PYD daha muhalif görünüyor, Irak Kürt yönetimi ve Barzanicilerin Türkiye ve AKP işbirlikçiliği de malum.
Öte yandan Barzani çizgisinin Bağımsız Kürdistan’ı lafzen de olsa sert bir şekilde savunmaları, son bayrak olayı (PYD’lilerin Kürdistan bayrağı taşıyan göstericilere müdahalesi, Barzani ve çizgisindekilerin buna sert tepkisi) bu açıdan onları daha muhalif yapıyor.
Radikallik neye göre? Nasname bildiğim kadarıyla Barzani’ye yakın bir çizgi ve bağımsız Kürt devletinden yana. Bağımsız Kürt devletini esas alırsanız o daha radikal. Ama özgürlük ve toplumsal devrimi esas alırsanız Selahattin Demirtaş daha radikal. Çünkü Kürt devletini esas aldığınızda gerektiğinde AKP ile de işbirliğine gidersiniz. işte Demirtaş çizgisi su anlamda radikal ve tutarlıdır.
Anonim
Solda en radikal grup olarak kimi görüyorsunuz?
Bence Kurtuluş Cephesi.
Bunlardan bahsetmişken, yazılarından takip ettiğim kadarıyla bunların, diğerlerinin tartıştığı reel sosyalizm, Stalin, Troçki, anarşizm gibi konulara girmemesi ilginç ve bence bundan öğrenmeliyiz. Yani bu tartışmalar gereksiz değil mi?
radikallik değil. bugün gerekli olan diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etme bilincidir.
Anonim
Amacım eski defterleri açmak, sizi bir oyun içine çekmek değil.
Ciddi ciddi fikrinizi öğrenmek isterim.
Günümüz “Rusya Federasyonu Komünist Partisi”nin, Putin’e karşı olduğunu düşünüyor musunuz? Rusya’da bu partinin, özellikle günümüzde etkili muhalefet yaptığını düşünüyor musunuz?
Partinin kökleriyle hesaplaştığını veya hesaplaşma eğilimi içinde olduğunu, ilk önce Stalin’e karşı olmak üzere, geçmişteki tavırlarının hepsiyle olmasa da büyük bölümüyle hesaplaştığını, özeleştiri verdiğini veya özeleştiri verme eğilimi içinde olduğunu düşünüyor musunuz?
Putin diktatörlüğüne karşı çıkmak için RFKP’ye bugün güvenmek mâkul bir taktik midir?
Rusya Komünist Partisi, Putin’den bile daha sağdadır.
Anonim
İzcilik (scouting) hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bir tür militer yapılanma mı?
“Kaosvari, dağınık, işlevsiz kalabalıklar içinde düzen sağlamak” için oluşturulmuş bir yapı mı?
Lider takibi, komutan takibi, otorite takibi, öğretmen takibi gibi algıların yayılması için oluşturulmuş bir yapı mı?
Yoksa “takım ruhuyla hareket etmeyi aşılamak” gibi bir algının yaygınlık kazanması için oluşturulmuş, pek de otoriter eğilim taşımayan bir oluşum mu? Yani, örneğin, bir futbol takımının işlevi ne ise izcilik uygulamasını da o kadar mı görmek gerekir? Daha ötesi var mıdır?
bence dostluk, dayanışma, kardeşlik, hep birlikte doğa içinde yaşama kültürünü geliştirmek gibi eğilimlerin ortaya çıkarttığı bir oluşumdur. Fakat köken bu olmakla birlikte kısa sürede ordunun bir ön hazırlığı haline getirilmiştir egemenler tarafından. İlk çıkış amaçlarını canlandırmak gerekir, toptan inkâr yerine.
Önce “ileri”nin tarifini yapmak gerekir. Eğer kapitalizmin yayılması yönünde bir hareket mi diye sorarsanız, evet derim. Öte yandan devrim değil, reform olarak görmek gerekir.
AniDeğişim
O yılları yaşadığınız için soruyorum. Nasıl oluyor da 60-80 arası iyi kötü solcu, ilerici bir kitle varken şimdi Kürtler ve bir avuç Türk dışında herkes şoven devletçi oldu? Bu ani değişim açıklaması güç bir olgu değil mi? Sırf yeni kuşaklarla da açıklanamaz. Bunlar da o solcu ana-babaların çocuğu değil mi? Hadi çocuklarının değişmesi normal diyelim. Onlara ne oldu?
AniDeğişim
Önceki yorumum geldiyse eklemek isterim.
Bir ara düşündüm; bunun kentleşme ve sanayileşmeyle değişen ekonomik sisteme insanların entegre olmasıyla ilgisi var mı diye -mesela özel TV kanallarının, özel/yabancı okulların, yurtdışında okuyanların, turizm-otelciliğin, lüks yazlıkların, evlerin, arabaların, havayolunun vs. yaygınlaşması. Ama bunlar kapitalist sisteme entegre olmaktır, şoven devletçiliğe değil. Hatta tam tersi böyle insanların genelde şovenizme karşı olması gerekir Avrupa’da olduğu gibi.
Kapitalizm bir yanıyla modernleşmedir ve modernleşm reformları genelde kapitalizmin önündeki engelleri kaldırır.
Anonim
Niçin kapitalizmin sadece sosyo-kültürel alana yaptığı etkilere bu kadar kafa yoruyorsunuz da;
Kapitalizmin iktisadi sömürücülüğüne, kapitalizmin yaptığı katliamlara hiç kafa yormuyorsunuz?
(Özellikle Türkiye’de) kendini “sol’da” gören kesimlerin neredeyse hepsi, özellikle bugün, kapitalizmi önemsiz bir ayrıntı gibi görüp, öteliyor, dikkatini vermiyor!
Ne yazık ki hatırlatmak zorundayız:
300 yıldan fazla, kapitalizmin iktisadi tahakkümünden ya hiç haberiniz yok; ya da bu tahakküm üzerine kafa yormaya isteğiniz yok!
Kapitalizmin iktisadi sömürücülüğüne niçin hiç kafa yormuyorsunuz?
Anonim
Bazı Stalinistlerin “Kemalist rejimin Troçki’ye kucak açtığını” söylemesine ne dersiniz?
fazla angaje görünmeden hükümeti destekleme taktiği bu.
Anonim
Gün Abi, her ne kadar parlamento sistemine karşı olsan da, AKP diktatörlüğünün yıkılması için HDP’nin, HDP içinde de Selahattin Demirtaş çizgisinin savunulması gerektiğini daima söylüyorsun.
Ne yazık ki Demirtaş, 4. dönemde devam etmek istemediğinin, gönülsüz olduğunun sinyalini verdi. Umarız, yeniden seçilir ve daha da güçleniriz.
Sorum şu Abi:
ABD’de Bernie Sanders muazzam bir yarış yürütüyor. Ve oranın ana akım medyası da, asla aday olamayacak Trump gibi bir şahsı her saniye ekranlara çıkarıp insanlara zorla komedi şovları izletirken, Sanders gibi bir çetin cevizi ekranlardan uzak tutuyorlar!
Sence Abi, her ne kadar bu oyun yine bir iktidar oyunu olsa da, şirketlerin oligarşisini (Wall Street) ve devlet tahakkümünü azaltmak için “Sanders desteklenmeli” diyebilir miyiz?
Sizce Batı Türkiye’ye -ve Suudi Arabistan’a- müdahale edebilir mi?
AKP/Erdoğan rejiminin sosyo-ekonomik tabanı esasen zayıf, zaten bu nedenle zor yoluyla ayakta kalabiliyor. Dıştaki sıkışmışlık içtekinden beter. Rusya ve Suriye-Irak-İran bloku Türkiye’yi kuşatmış -Suudilerin de bu blokla ve onların desteklediği Yemen güçleriyle başı dertte- ve Rus yayılmacılığı Kırım-Ukrayna-Suriye üzerinden yükselişte.
Bu durumda müttefiklerini kaybetme tehlikesini göze alamazlarsa böyle bir şey yapabilirler mi?
ha anladım. gerekirse yaparlar tabii. Ama şu anda öyle bir durum yok sanki
Anonim
Abi
1. Doğan Yurdakul’un bugünkü çizgisi hakkındaki görüşün nedir?
2. Hayatında hiç Bora Gezmiş’le görüştün mü abi (herhangi bir sebeple)? En son ne zaman görüştünüz?
Taylan Özgür’ün hayatta olan yakınlarıyla,
İbrahim Kaypakkaya’nın hayatta olan yakınlarıyla,
Sinan & Şirin Cemgil’in hayatta olan yakınlarıyla,
Harun Karadeniz’in hayatta olan yakınlarıyla,
Mahir Çayan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Cihan Alptekin’in hayatta olan yakınlarıyla,
Hüseyin İnan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Yusuf Aslan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Kadir Manga’nın hayatta olan yakınlarıyla,
Ulaş Bardakçı’nın hayatta olan yakınlarıyla,
saymakla bitiremeyeceğimiz arkadaşlarının hayatta olan yakınlarıyla, hiç görüştün mü abi?
(Polis değilim 🙂
ALEVİLİK'TE ANARŞİST ÖZELLİKLER VAR MI?
Veliyettin Ulusoy’un, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı tarafından çıkarılan “Serçeşme” dergisinde kaleme aldığı “Devletin ‘Dedesine Maaş’, Talibin Dedesine Hakkullah” başlıklı o yazı:
“Mevcut hükümetin geçmiş yıllara ait çalışma ve söylemleri dikkate alındığında Aleviliğin inançsal yapılanmasına yönelik resmi ve hukuksal birtakım girişimlerde bulunulmak istenmekte ve bu girişimler dâhilinde Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurumsallaştırılmaya gidilmesinin gerekliliği savunulmaktadır. Ancak, gerek Aleviliğin temel kurumları ve gerekse bu temel kurumlar içerisinde yer alan “Dedelik Kurumu”, devletin doğrudan düzenleyici müdahalesine maruz kalmamıştır. Bu aşamada, devletin doğrudan Aleviliğin inançsal yapısı ve dedelik kurumuna müdahalesi son derece tehlikeli ve özellikle kaçınılması gereken bir tutum olmalıdır.
Dedelik kurumuna müdahale edilmesi, bu kurumun kendi inançsal meşru meşruiyetini ve bu meşruiyet dâhilinde varlığının anlamını bütünüyle imha edecek ve yerine devlet merkezli bir kurumsallaşmaya yer verilecektir. Böyle bir girişim, laiklik ilkesi ile tümüyle çelişeceği gibi, bir inancın kurumsal yapısının devlet eli ile düzenlemesi kabul edilemez. Yapılması düşünülen böyle bir düzenleme olsa olsa mevcut eşitsizliğin, yanlışların ve ayrımcılığın daha da ağırlaşmasına katkısı olur.
Dedelerin nasıl yetiştirileceği, kimlerin dedelik yapıp yapmayacağı, dedelerin yapacağı hizmetlerde aranan ölçüt, özellik ve koşullar bir bütün olarak Alevi öğretisinin iç meselesidir ve bu mesele zaten belirli bir düzene bağlanmış durumdadır. İşlenmekte olan bu düzene müdahale edilmesi açıkça Aleviliğin devlet eli ile yeniden inşası demektir. Bu da Alevilerin temel hak ve özgürlükler bağlamında talep etmiş oldukları hiçbir sorunu çözmez tam tersine kronikleşen sorunlara birinin daha eklenmesi ile sonuçlanır.
Devlet eli ile dedelik kurumuna müdahale edilmesinin Alevi toplumuna pozitif hiçbir katkısı olmayacaktır, tam tersine aşağıda yer alan sonuçları beraberinde getirir:
– Dedelere devlet bünyesi veya bunun dışında yer alan herhangi bir kuruluş aracılığı ile kadro tahsis edilip, maaşa bağlanmaları Diyanet’in resmi verilere göre sayısı 140 bini aşan kadrosundan sonra maaşlı yeni bir dinsel kesimin yaratılması ile sonuçlanır. Ebed ve ezel olan Yolumuzun hiçbir düsturunda böyle bir uygulama bugüne kadar yer verilmemiştir ve bundan sonra verilmesi de kabul edilemez.
– Dedelik kurumu, devletin gördüğü ve anlamak istediği şekilde yalnızca dededen ibaret değildir. Tersine dedelik kurumu pir, rehber, mürşit, zakir, ana, sultan ana, baba vb. öğeleri de kendi içinde barındırır. Bu anlamda devletin, dedelik kurumuna müdahale etmesi, Alevi inancının terminolojisinde yer alan bazı kavramların da imha edilmesi anlamına gelir.
– Alevi inancı cinsiyet farkı gözetmeksizin kendi içinde eşitlikçi bir yapıya sahiptir. Eşikteki, beşikteki, döşekteki birdir ve hepsi candır. Devlet eli ile yapılacak bir müdahale ve düzenleme Diyanet’in sayısı 140 bini aşan kadrosunun eşitlik anlayışından hiçbir farkı olmayacaktır. Örneğin, DİB Strateji Geliştirme Başkanlığı “2014 Yılı Performans Program Raporu”na göre Genel Personel Durumu Tablo 11-Hizmet Sınıfları ve Tahsis Durumlarına Göre Kadro Dağılımı:
Merkez Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 1040 (Kadın: 67, Erkek: 973), Taşra Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 103560 (Kadın: 16.456, Erkek: 87.104), yüzdelik oranı (Kadın:%15.79, Erkek: % 84.2)
Bu verilere bakıldığında Diyanet bünyesinde kadro tahsis edilmesi düşünülen dedelerin toplumsal cinsiyet eşitliğindeki görüşleri başta Alevi toplumuna zarar vereceği gibi Türkiye toplumuna da pozitif yönde hiçbir katkısının olmayacağı açıktır.
– Alevi Bektaşi inancında “Yetmiş iki fırkayı bir nazar ile görmeyen halka müderris olsa hakikatte asi” sayılır. Diyanet’in resmi web sayfasında yer alan Dini Kavramlar Sözlüğü bölümüne bakıldığında Gayr-i Müslim: “Müslüman olmayan anlamına gelen gayrimüslim, din ıstılahında kâfir, müşrik ve münafık kimseyi ifade eder” şeklinde bir tanım ve bakış açısı ile hangi ortak noktada buluşacağız ya da hangi sorun üzerine ortak bir zeminde görüş birliğine varacağız? Eğer dedeler için böyle bir görüş ya da fikir düşünülüyorsa vay halimize ve tabii bir o kadar insan olma gerekçemize.
– Alevi tarihinin hiçbir döneminde “dedelere maaş” adı altında herhangi bir ödeme yapılmamıştır, yapılması da kabul edilmez; çünkü Alevilikte Yol hizmetini yürütenlere, talipleri tarafından gönüllerinden geldiği oranda cerağ veya hakkullah verilir. Ödenen bu meblağın ederi hiçbir zaman hizmeti yürüten kişi veya kişiler tarafından da belirlenemez.
– Devletin belirleyeceği ve ödeme yapacağı maaş Alevi öğretisindeki hakullah anlayışı ile tamamen zıt noktalarda yer alır, çünkü devletin bütçesi bu ülkede yaşayan bütün toplumsal kesimlerin ödediği vergilerden oluşur. Alevi toplumunun hizmetini yürüten herhangi bir kişinin bütün toplumsal kesimlerin ödediği vergilerden olan bir bütçeden maaş alması yürütmüş olduğu hizmetin inkârı anlamına gelir ki bu durum aynı zamanda diğer toplumsal kesimlerin haklarının yenilmesi ve ihlal edilmesi demektir. Oysa Aleviliğin temeli haktır, hizmeti yürütenler ise bu hakkı korumak ile mükelleftirler.
– Alevilikte ve Aleviler’de Yol hizmetini yürütenler talipleri gibi işinde, gücünde, tarlasınsa, bağında, bahçesinde, özel sektörde, devlet dairesinde (son dönemlerde bu daire Aleviler için hayli daraldı) çalışır ve üretirler. Devlet eli ile dedelik kurumuna müdahale edilmesi halinde ise Alevi toplumu içindeki bu eşitlik olgusunu zedeler ve aynı zamanda Aleviler içerisinde bir “fukaha takımının” oluşmasına neden olur. Alevilikte ve Aleviler’de hiç kimse veya hiçbir organ “fetva makamı” değildir, devlet eli ile yapılmak istenen ise Alevileri “terbiye etme” adına bir “fetva” makamı oluşturmaktır. Oysa Alevi öğretisinin düsturları net ve açıktır. Örneğin, “eline, beline, diline sahip olmak.” Bunun için herhangi bir “fetva” makamına gerek varmı? Kesinlikle hayır.
– Yol’a talip olmak ile bir devlete yurttaş olmak farklı olgusal gerçekliklerdir. Devletin ödev ve sorumluluğu yurttaşlara eşit haklar perspektifinde yaklaşmasıdır. Aleviler’in devletten beklentisi talebi de bu yöndedir. Uzunca bir süredir Alevi toplumu tarafından dile getirilen taleplerin hiçbir yerinde “dedelerimizi maaşa bağlayın”, “dedelerimize kadro tahsis edilsin”, “dedelerimizi yetiştirin” vb. ifadeler yer almamıştır. Devletin burada yapmak istediği Alevi yurttaşlara olumlu yönde herhangi bir hizmet yapmaktan öte kendinin konrol ettiği ve yeri geldiğinde dileği gibi müdahale ettiği bir Alevi toplumunu inşaa etmektir. Bunun sadece ismi Alevilik olur. Oysa dedeler Yol’a hizmet için talibe gider, devlete hizmet için değil. Devlet hizmeti ise yurttaşlık temelinde kendisine verilen veya üstlenilen görev ve sorumluluğu liyakatı ve yaptığı hizmetin niteliği yerine getirilir.
– Dedelerin, talipler ile birlikte yürütmüş olduğu Yol, Hak-Muhammed-Ali Yolu’dur. Buna ne Diyanet, ne ilahiyat fakülteleri ve ne de devletin asimilasyon amaçlı yetiştirmiş olduğu kadrolar müadahele edebilir. Devletin mevcut Anayasası, kanun ve kaidelerinde dahi böyle bir uygulama yer almamaktadır.
– Devlet, dedelerin ayin-i cem yaptığı yeri ibadethabe olarak tanımıyorsa, dedenin yürütmüş olduğu cemi ibadet olarak kabul etmiyorsa, mantıksal olarak dedenin kendisini de bizzat inkâr ettiği sonucuna varılmaz mı?”
Doğan YuRDAKUL’UN NE YAPIP ETTİĞİNİ BİLMİyorum. Bora Gözen arkadaşımdı. En son 12 Mart öncesinde görüşmüştüm. Sözünü ettiğin yakınlarla bir bağlantım yok.
Anonim
Memurlara cuma namazı saatinde izin veren genelge hakkında ne dersiniz?
Bir inanç ve ibadet özgürlüğü olarak savunulmalı mı, AKP’nin toplumsal tabanı aracılığıyla iktidarını sağlamlaştırma hamlesi olarak görülüp karşı mı çıkılmalı?
Bu sanki genel bir politikanın parçası ODTÜ’deki gibi. Güya namaz kılanlara saldırıldığı ve kendilerine IŞİD’ci denildiği bahanesiyle “Üniversiteli Müslümanlar” denilen bir grup yaygara koparmıştı ve ODTÜ rektörüne suç duyurusunda bulunuldu.
Tabii ki bu AKP’nin genel sünnileştirme ve Suudileştirme politikasının bir ürünü, özgürlükle ilgisi yok. Tam tersine. Bununla, namaza gitmeyenleri daha rahat fişleyeceklerdir.
Anonim
Merhaba abi sorularım şudur;”toplumsal, tarihsel gelismeye bağlı olarak kapitalizmin kendini inkarı” demekten ne anlıyorsunuz?
Anarşizmi bir toplum mühendsiliğimidir?
Not;ilk soruya esaslı bir cevap bekliyorum. 🙂
kusura bakma ayağımı kırdım. uzun yazamayacağım kısaca yazayım. Kapitalizmin kendini inkârından ben bir şey anlamıyorum. Anarşizm kesinlikle toplum mühendisliği değildir. Anarşizmin kendiliğindenciliği toplum mühendisliğinin tam karşsında yer alır. bu kadar yazabildim.
özgürlükçü
Geçmiş olsun ayağını kırmışsın.HDP konferansı için Kocaeli sunuşunu sitede yayımladık eleştirini almak istedik alamadık.Duyurular bölümüne koymak mümkünmü???
CHP, ulusalcı refleksler nedeniyle Kürt meselesinde son derece pasif bir konuma itilmiş durumda. HDP ise, büyük bir gelişme potansiyeli taşıdığı görülünce 7 Haziran’dan sonra AKP ve PKK tarafından kıskaca alındı, savaş yoluyla neredeyse dağıtıldı ve iradesi yok edildi.
Anonim
Peki yine bu iki parti ile ilgili önümüzdeki süreçte neler bekliyorsunuz? Ne yapabilirler?
Eğer isterlerse çok şey yapabilirler. Yeter ki, biri AKP’nin ve ulusalcıların, diğeri PKK’nin baskılarına boyun eğmesin ve el ele versin. Ben olsüm onların yerinde CHP ve HDP milletvekilleri olarak gidip o şehirlerde ortak barış nöbeti tutarım.
Söylemesi tuhaf ama hem rahatsız hem memnun. Genelde rahatsız, son dönemlerde memnun demek de mümkün.
Anonim
Abi, yoğurt yapmasını bildiğini sanıyorum.
Eğer Kınalıada’da taze günlük süt satılıyorsa, alıp, evde yoğurt yapmanı öneririm.
Hazır yoğurtlardan pek verim alamazsın.
Ev yapımı yoğurt ayağının daha hızlı iyileşmesini sağlayacaktır. (Kavanozlar içine yapmanı öneririm. 4 kg sütten 4 kavanoz yoğurt yapabilirsin. Her gün 1 kavanozu hem sade yesen, hem yemek yanında yesen kâfi.)
Abi,
Lütfen bizi terketme!
Kalbine de dikkat et!
Evet beynin genç ama vücudunu da aktif tutmaya devam et!
Seni yine sokaklarda, protesto alanlarında dimdik ayakta görmeyi çok istiyoruz abi!
GÜN ABİ, İYİ Kİ VARSIN, SENİ ÇOK SEVİYORUZ…
Anonim
Üzüldüm, geçmiş olsun. Dikkat edin kendinize Gün abi.
o zaman sen etyen’den yanasın. hep kaybedenlerden, dara düşenlerden yana tavrını koyuyorsun ya.
Anonim
barış için edebiyatçılar inisiyatifi 164 imza ile bildiri yayınlamış ve akademisyenlerin bildirisine tam destek verdiğini deklare etmiş. fakat listede sizin adınızı göremeyince şaşırdım. bir şey mi oldu?
Aralık sonundan beri “Habertürk”te, pazar akşamları, Ayşe Böhürler ve Alev Alatlı “Kelebek Etkisi” isimli bir program yapıyorlar. Hiç izledin mi, bilmiyorum.
“Amerikan solu”nu iki hafta boyunca incelediler. Hiçbir başlığa derinlemesine giremedikleri için kısa kısa geçiştirmek zorunda kaldılar.
Rusya konusuyla ilgili de “Bolşevizm” ve “Stalinizm” ile ilgili söyledikleri dikkate değerdi.
Fakat, ne söylemiş olursa olsun, AKP’ye yaranmak daima sırıttı! Özellikle Türkiye’deki sol hareketleri anlatırken, kelimeler boğazına diziliyormuş gibi, söylemeye çekiniyormuş gibi konuşuyor hep!
Alatlı’dan hariç olarak:
Yusuf Küpeli, Mahir Çayan ve onun gibilerinin devlet tarafından kullanılıp çöpe atıldığından bahsetmişti! Konu hakkında hiç bilgisi olmayanların kafası karman çorman oldu!
Abi
Hayatta bi sen ve senin gibi birkaç kişi kaldı o günleri gören!
Mahir Çayan’la her ne kadar uyuşmasanız da; yaşananları çarpıtmadan kimin anlattığını nasıl bulacağız Abi?
Eğer Türkiye’deki sol hareketleri anlatmak Yusuf Küpeli, Alev Alatlı gibilerine kaldıysa, vay yeni gelen neslin haline!
Ne yapılabilir Abi bu çirkef manipülasyonun önüne geçebilmek için?
Yarın öbür gün “Mahir Çayan, MİT ajanıydı” derlerse şaşırmayacağım!
Sabret. Yakın bir zamanda (birkaç ay içinde) bu olayları yakındün bilen Bingöl Erdumlu’nun kitabı çıkacak. Oradan her şeyi öğreneceksin. Şimdiden duyurmuş olayım bu vesileyle.
Alev Alatlı’ya gelince… tam bir iktidar yalakasıdır. Stalin devrinde yaşasaydı onun yalakalığını yapardı. Ben bilirim böylelerini.
Gençliğinden tanırdım. Biz öğrenciyken o asistandı. Mustafa Kuseyri yürüyüşünde falan en önlerdeydi. 1974’te afla tahliye olduğumuzda kutlamaya gelmişti arkadaşlarıyla birlikte, Doğu’nun annesiyle babasının evine. İyi bir insan olarak bilirim. Kemalist refleksleri güçlüydü. Bence fazla devletçiydi.
Anonim
http://www.yeniyon.tv/davutoglu-cemaatle-anlasiyor-mu/ Abi Fuat Avni’nin son iddiaları ve Cemaat’in kalemşorlarından Emre Uslu’nun bu yazısı neyi gösteriyor. Gerçekten böyle bir ittifak varsa Emre Uslu bunu ifşa ederek bu ittifaka zarar vermiş olmaz mı? Sence işin içinde ne var ?
böyle bir çelişkinin olduğu muhakkak. Dolayısıyla davutoğlu-cemaat işbirliği de olası. Emre Uslu, bu işbirliğini doğru bulmadığı için açık etmiş olabilir ya da doğru bulmuyormuş gibi yapıp Erdoğan çevresine cemaatin güçlü olduğunu göstermek istiyor olabilir.
Anonim
Ya da AKP tabanında bir fitne mi çıkarmaya çalışıyor?
68 Kuşağı silahlı mücadeleye baş vurmasaydı şu an için daha farklı bir yerde olabilirmiydik..Türkiye’nin demokratik gelişimini 68 kuşağı geciktirmişmidir??
Sizce Mahçupyan hükümeti olabildğince meşru alana çekmeye çalışmak için bu topluluğa sızmış bir fedakar olamaz mı? Çünkü söylemleri hep demokratik çizgiye çekme yönündeki söylemler.
Milliyetçilikleri ve modernizmleri temelde benzer. Fakat dönemler ve toplumlar epey farklı olduğundan benzerlikler bu noktada biter. Farklılıkları da epeycedir.
Anonim
Peki topluma olumlu anlamda etki yapma açısından karşılaştırabilir miyiz bu iki sistemi?
Kemalizm, zaten modernleşme yolunda olan toplumun modernleşmesini teşvik etmiştir. Fakaet ulus-devlet saplantısı nedeniyle bir yandan da toplumun dokusunu zedelemiştir (Dersim vb.). Diğerlerinin modernizm yönü daha geri planda, diktatörlük yönü çok daha ön plandadır.
Anonim
Sizce Tayyip Erdoğan, Davutoğlu’nu da sindirebilmeyi başaracak mı?
Anti-kapitalist mücadelede bazı ekonomik sektörlerin gereksizliğinin teşhir edilmemesi bir eksiklik değil midir? Solda kimsenin buna yeterince değindiğini görmedim. Örneğin bir turizm-otelcilik, futbol, tütün-sigara üretimi, çoğu kalitesiz yerli diziler gibi birçok şey gereksiz değil mi? İnsanlar bunların bazılarını (top oynamak, denize girmek gibi) kendi başlarına da yapabilir zaten.
Elbette kâr aracı haline gelen her şey bir yozlaşmadır. RTE sigaradan şikâyet edeceğine sigara fabrikalarını kapatsa ya. Olmaz, oradan çok büyük kâr elde ediyor.
Anonim
Çok güzel ifade etmişsiniz. Egemenlerin bu tür ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmalı diyeceğim ama bunu yapacak biri olabilir mi bilmem. Arada bir RTE ve Davutoğlu’nun işine gelmeyen sorular soran gazeteciler oluyor gerçi ama artık medyaya tamamen el koydular neredeyse.
Anonim
Yandaş medyada CHP’li Selin Sayek Böke’yle ilgili yazılanlar hakkında ne dersiniz? Hedef alınması yanlış mı sizce? Yoksa basit bir sistem içi kavga olarak mı bakalım? Hatta şimdiden yıpratılması iyi denebilir mi? Çünkü burjuva medyanın parlattığı bu kişi belki de Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’nin -dolayısıyla AKP’nin yerine geçebilecek bir CHP hükümetinin- lideri olabilir.
Yeni Şafak ve Akit gazetelerine yapılan saldırılara ne dersiniz?
Bunlar gazete bile sayılmaz ve iktidar tetikçiliğinden başka bir şey yapmıyorlar. Bunları savunacak değiliz herhalde?
Tabii kimin yaptığını da bilmiyoruz, belki kendileri iktidara yarayacak bir provakasyon yapmak istemiş olabilirler.
Gün bey, annelik, babalık, ağabeylik, ablalık, kardeşlik, amcalık, teyzelik, dayılık, yengelik, anneannelik, babaannelik, dedelik ve daha da çeşitlendirebileceğimiz durumların anarşizmdeki yeri nedir?
yakın zamanda çıkacağı çok açık. Bölgesel savaş diye bir şey yok. Daha doğrusu önceki dünya savaşları da bölgeseldi.
Anonim
abi yani türkiye suriye’ye girdiğinde suriye ordusu ve tsk savaşırlar, rusya iran bloku suriyeyi silah ve cephane olarak besler, nato da türkiye’yi ama nato ve rusya doğrudan savaşmazlar gibi bir bölgesel savaş mı olur yoksa dünya savaşı, nükleer savaş mı çıkar? tecrübelerin ışığında ne diyorsun?
Gün bey, son yıllarda ülkemizin geçmişindeki sol hareketler ile ilgili epey kitap, dergi, söyleşi, film, belgesel yayınlandı.
Bunların bir kısmı o günleri mumla arama üzüntüsüyle kahroluyor, bir kısmı günümüze ve geleceğe nasihat edici nitelikte, bir kısmı sadece o zamanları duru halde, katık yapmadan anlatabilme derdinde…
“Yanlış-Doğru Cetveli: İşçi Sınıfı Tarihi Yazımında İnatçı Hatalar”, Yıldırım Koç, Epos yay., Ankara 2010
Bunu YPG’nin yapması için hiçbir neden yok. Hükümetin açıklamalarından ben kendilerinin yaptığı kanısına vardım. Birkaç güne kadar Suriye’ye girip YPG’ye saldıracaklar bence.
Bu patlamalar, ‘operasyonlar’, ‘airstrike’lar’, ‘eyyy Rusya, eyyy Amerika’lar…
Bütün bunların temel hedefi: ‘Başkanlık Sistemi’ni bir referandum paketi haline getirdikten sonra, ülkeyi kan gölüne çevirip, bu paketi ‘halkın rızasına’ sunmak! Ve halktan ‘sen başkan ol Tayyip’ kararını zorla almak!
Gün Abi
Gidişat bu yönde gözüküyor, ne dersin? Bu ‘nihai hedef’ ile ilgili etraflıca bir yazı yazar mısın Abi?
Çok önemli bir yazardır. Özellikle Kurt Kanunu adlı kitabını çok beğenirim ve Mayıs’da İletişim’den yayınlanacak “Çanlar” adlı romanımda da kendisini ve bu romanı andım. Son dönem fikirleri ise sonuçta bir sağa kayışın ürünüdür. “Devlet Ana” adlı, bence roman denemeyecek, kendi fikirlerini anlattığı romanında “Kerim Devlet” fikrini işlemiştir.
Anonim
roman yazmaya devam edecek misin? planların var mı? sıradaki kitap öykü kitabı olsa keşke.
Anonim
Peki o dönem yani 68 öğrenci gençliği arasında özellikle sağa kayışından sonra Kemal Tahir hakkında ne gibi bir intiba oluştu? Sonuçta herkesin sola yöneldiği bir dönemde bu adam solculuktan sağa doğru süzülmüş idi.
Bir roman yazdım: Adı ÇANLAR. Mayıs’ta iletişim’den çıkacak. Bence çok iyi bir roman oldu ve toplumsal, kültürel ve siyasi alanda dikkat çekeceğini, hatta bir miktar ortalığı sarsacağını tahmin ediyorum.
Milliyetler açısından ulus-devlete göre daha toleranslıdır. Ne vad ki sonuçta despot bir asyai diktatörlüktür.
Anonim
Sizin gibi birine bu sorular kaç defa soruldu saymaya çalışmak saçmalık olur ama derli toplu cevaplarınızı, metinlerinizi, görüşlerinizi bulamadığım için sormak istedim:
IŞİD sanığı Halis Bayancuk’un mahkemedeki şu sözlerine ne dersiniz? Devletsizliği savunan anarşistler burada kimden yana olmalı?
Bayancuk, “Öyle bir düzen olsun istiyorum ki o düzende adalet olsun. Şahsa göre kişiye göre adalet olmasın. Ama mevcut sistem böyle değil. Bu sistemi demokrasiyi benimsemiyorum. Benimseyen insanı da putperest olarak görüyorum. Bu salona girdiğimde mahkeme salonunda niye Atatürk’ün fotoğrafı var. Sınıfa girdiğimde niye Atatürk’ün fotoğrafı var. Bakkaldan ekmek aldığımda niye paranın üstünde Atatürk’ün fotoğrafı var? Doğal olarak ben bir Müslümanım putperest değilim. Bu rejimi de benimsemiyorum. Müslümanım” dedi.
Bayuncuk, ” demokrasiyi benimsemediği iddialarına da cevap verdi.
Bayancuk “Bu benim inancımdır. Çünkü ben Müslümanım. Hakimiyet, otorite sadece Allah’a aittir. Dosdoğru din budur. İnsanlar bilmez. Ama demokrasilerde ‘Hakimiyet ve egemenlik halka aittir’ deniyor. Bir müslüman olarak demokrasiyi asla bu hali ile benimsemem mümkün değildir. Çünkü dinimizde içki haramdır, Ancak Anayasa’ya göre 18 yaşını doldurana serbest. Benim dinime göre zina ve kumar günah. Ancak devlet kumarı, milli şans oyunları olarak kabul ediyor. Benim böyle bir devleti benimsemem mümkün değildir” diye konuştu.
Mahkeme Başkanı Ahmet Civelek, “Öyle bir ülke var ise git” demesi üzerine Bayancuk, “Şu anda yok. Bu benim inancımdır. Sizin bu tavrınız nedeniyle insanlar Türkiye’den kaçıyor. İnsanlar sağına soluna bakıyor Suriye’ye gidiyor. Oraya gidince de örgüt üyesi diye buraya getirip yargılıyorsunuz” diye cevap verdi.
Bayuncuk’un ifade verdiği sırada araya giren üye hakim, “Sizin bu dediklerinizi IŞİD de söylüyor. Farkınız ne? Bize propaganda yapmayın” dedi. Bayancuk da “Aramızdaki fark ben inandıklarımı insanlara anlatıyorum. IŞİD ise inandıkları için savaşıyor. Propaganda yapmıyorum. Devletin istihbaratının raporları varken niye beni örgütle ilişkilendiriyorsunuz. Aslında benim soru sormam lazım” diye konuştu.
Suruç Saldırısı’nın ardından HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları da eleştiren Bayancuk, “Suruç patlaması olduktan sonra bizim dergimizin adından bahsetti.
İki gün sonra da bize operasyon yapıldı. Oy kullanmıyorum. Demokrasiyi benimsemiyorum. Müslümanım ve şeriat istiyorum. İnancımızın paralellik göstermesi bizim o örgütün üyesi olduğumuz anlamına gelmiyor. Benim hiçbir örgütle bağım olmadı. Sırf kendilerine aykırı gördüklerinden, var olan radikal örgütlere beni yamayıp içeri attılar. Hakkımı onlara helal etmiyorum. Kıyamet günü şikayetçi olacağım” dedi.
Gözaltına alınmadan önce polislerin kendisine ‘PKK sana suikast yapacak dikkat et’ şeklinde uyardığını söyleyen Bayancuk, “Bir aydır tecritte yaşıyorum. Cezaevinde kimseyle iletişimim yok. Güvenlik için olduğunu söylüyorlar” diye konuştu. Bayancuk’un ifadesinin tamamlamasının ardından diğer sanıkların ifadesine geçildi. http://www.hurriyet.com.tr/isid-davasi-basladi-halis-bayuncuk-ile-hakim-arasinda-ilginc-diyalog-40059219
okudum. özellikle giriş bölümü harikadır.
Lenin: sosyalizmi yükselten ve sonra da ölümüne yol açan kişi.
Chaves: anti-Amerikan devlet adamı.
Mujika: İyi niyetli sol liberal
Yanis: İyi görünüyor
Sanders: O da iyi görünüyor ama sistem içinde bir şey yapamaz.
hatırlıyorum tabii. korkunç bir olaydır. Yankı bile yapmamıştı.
Anonim
Bunun iyi ve kötü tarafları tartışmasını bir yana bırakarak soruyorum; değişimin ve ilerlemenin motoru, geçmişteki barbar istilaları ve yerleşik devletlerin günümüzde de devam eden fetih, işgal ve yayılmacılıkları ve bunların yol açtığı büyük nüfus değişimleri değil midir?
Şöyle ki; yerleşik yaşam sabit mekan, dolayısıyla değişmezlik demektir. Bu sabit durumu en hızlı değiştiren bu yayılmacılıklar değil midir?
Bunun dışındaki etkenler -gezginler ve bilim adamları gibi- bireysel olduğundan etkileri daha sınırlı değil midir? Üstelik pek çok bilimsel buluş bu yayılmacılığın ürünüdür; Napolyon’un Mısır işgalinde hiyerogliflerin çözülmesi, Haçlı ve Arap istilalarıyla eski Doğu uygarlıklarının ürünlerinin Batı’ya aktarılması gibi.
Anonim
mesut erdinç olayını ilk defa duyuyorum. internete baktım, bir kaç antikomünist sayfa dışında pek bişey yok. öncelikle olay doğru mu? kesin olarak denizler mi öldürmüş mesut erdinç’i? neye inanacağız? google’a şoför mesut erdinç yazdığımda çıkan sayfada şöyle şeyler yazıyor:
“Ulaş Bardakçı ve bir arkadaşı Gaziosmanpaşa’da örgüt için kiralanmış bir evin önünde Mesut Erdinç’in şoför olarak çalıştığı bir taksiyi durdurdular. …Evde bekleyen kişiler şoför Mesut Erdinç’i bağladılar. Ağız-burun nahiyesine eterli pamuk koyarak sıkıca kapattılar….Şoför bağlı olarak bırakıldığı banyo küveti içinde havasızlıktan ölecek, apartman sakinleri 15-20 gün sonra durumdan şüphelenerek, polise haber verecekler, eve giren polis Mesut Erdinç’in ölüsüyle karşılaşacaktı.” (THKP-C, Doğuşu ve İlk Eylemleri Kaynak Yayınları).
“Planlanan soygun günü Yusuf Küpeli’nin başkanlığında sağı solu bombalamayı üstlenmiş ekip de bir okulun bahçesine attıkları bomba ile küçük bir kız çocuğunun kolunun kopmasına yol açacaktı.” (THKP-C, Doğuşu ve İlk Eylemleri Kaynak Yayınları).
Deniz Gezmiş’in ilgisi yok. Bu THKP-C’nin bir eylemi sırasında oldu. Elbette öldürme kastı yoktu. Sadece cehalet söz konusu. Arabasını çaldıkları şoförü enterne etme girişimiydi ama ne yazık ki ölümle sonuçlandı. O durumda olan bir insanın nefes alamayıp öleceğini hesap edememişlerdi.
Doğru ama böyle bir ilerlemeyi olumlayacak değiliz.
Anonim
Anarşistler zorunlu eğitime ve çocuklarını okula göndermeyen ailelere devletin vereceği cezalara karşıdırlar yanılmıyorsam değil mi?
Peki buna karşı çıkmak, aşağıdaki linkte yer alan haberde görüldüğü durumlarda, çocuğu devlet yerine radikal dinci ailelere bırakmak değil midir? Her iki durumun da savunulacak bir tarafı yok. http://ebumuaz.blogspot.com.tr/2016/02/yetkili-savclara-ve-kamu-vicdanna-suc.html
Bu olay bir sorunu gündeme getirmiş oluyor: devletsiz ve sınıfsız toplumlarda ailenin tahakkümünün önüne nasıl geçilecek? Aile de devlet gibi tahakküm kaynağı olabilir ve bazen devletin çocukları ailelerinin elinden alması çocuğun yararına olabilir.
CHP’li Aylin Nazlıaka’nın partisinden ihraç edilmesine ne dersiniz?
Bu ihraç ve buna neden olan (Nazlıaka ve bir milletvekili arasında başlayıp partiye yayılan) iç çekişme, çağdışı kalmış tektipçi Kemalist zihniyeti ve onun partisini zayıflatması bakımından iyi değil midir?
MUHALİF BİR PARTİNİN ŞU SIRA ZAYIFLAMASI İYİ DEĞİL. ÖTE YANDAN, BENCE BU KARAR NAZLIAKA’NIN LEHİNE. kENDİ BAŞINA, PARTİ KISITLAMALARINDAN BAĞIMSIZ DAHA İYİ ŞEYLER YAPABİLİR.
Anonim
Sizce kötülük doğuştan gelmeyip sonradan mı öğrenilir, yoksa insanın doğasında olduğundan iyilik mi sonradan öğrenilir?
Esas olarak toplumsal koşullar, kültürel kodlar vb. belirleyicidir. Ayrıca iyilik ve kötülük görecedir. Birine göre iyi oylan bir başkasına göre kötü olabilir.
Anonim
İbn Haldun’un döngüsel tarih tezi (uygarlık ve barbarlıkların birbirini izlemesi) hala geçerli midir sizce?
Avrupa’ya yayılan mülteci krizi giderek büyüyor. Gelişmiş ülkelerde nüfus duraklar hatta azalırken geri kalmış yerlerde hızla artıyor. Bu nüfus gelişmiş ülkelere akıyor ve burada kalıcı olacak. Çünkü geldikleri yerdeki savaş ve çatışma durumu bitmeyecek.
Şu tespitler -RTE bile yapmış olsa- doğru değil mi?
*
Kadını, ekonomik ve sosyal hayattan tecrit edilmiş olarak sadece evine hapseden anlayış, yakın döneme ait bir tasavvurdur. Bu yanlış kabulü yıkmak adına geliştirilen refleksler ise tam bir ifrattan tefrite savruluş örneğidir.
Açık söylüyorum, bana göre kadına en büyük zararı, hayatı ‘ekonomik özgürlük parantezine’ mahkum eden anlayış vermiştir. Halbuki, hangi annenin yaptığı iş, paraya tahvil edilebilir? Bunun bedeli olabilir mi? Olamaz.
Aile kurumunu yıkarak, değerleri yok ederek kadını özgürleştiremezsiniz. Tam tersine bu, kadının her alanda istismarının önünü açan bir yaklaşımdır. http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-kadinlara-seslendi-40065359
A.İlhan’ın 1951 tevkifatına maruz kalmayan nadir solculardan biri olduğunu söyler Yalçın Küçük.
Polisle haddinden fazla içli dışlı olduğunu da söyler, şiir ve edebiyat adamlığı vasıflarına pek dokunmadan, politik yönden çok eleştirir Yalçın Küçük A.İlhan’ı.
yalçın küçük’e kulak asmayın. Büyük bir beyin ama çürümüş. Attila İlhan büyük bir şair ve ilk iki romanıyla çok iyi bir romancıdır. Nevi şahsına mahsus bir ulusalcıdır. Daha doğrusu kendi özgün ulusalcılığını ortaya atmıştır: Türkçü-Kemalist laik- islamcı ittfifakına dayanan bir ulusalcılık. İlginç fikirleri vardır ve Yalçın Küçük gibi işkembeden atmaz. şu yazıyı okumanızı öneririm: http://www.gunzileli.com/1998/07/23/galiyev-uzerinde-el-sikismak/
NaZ
Öcalan ile Perinçek’in aynı cephede(Erdoğan) tekrar buluştuğunu söylersek, yanlış mı olur?
Perinçek, yeni anayasa konusunda, sizce, şu anda(VP parti çekirdeği içinde), yani özde, 1921 anayasasını mı savunuyor?
Yoksa VP’nin yayın organlarındaki gibi gerçekten 1924 ‘ümü?
Yani, son ana kadar siyasi bir manevra mı, Erdoğan ve Öcalan ile aynı noktada (1920-21) buluştuğunı perdelemek için şuandaki, yeni anayasa karşısında ki tutumu?
Sizce Türkiye’de kapitalizmin hala gelişmediği, sistemin kapitalizmden ziyade modern, sanayileşmiş bir Asya üretim tarzı olduğu söylenebilir mi?
Bütün bu askerî/sivil bürokratik vesayet ve tek parti/tek adam rejimleri, egemen sınıfın kapitalistlerden çok merkezî devlet olmasından ileri gelmiyor mu?
Zaten dikkat edersek bugünkü iktidara muhalefetin en güçlü olduğu yerler ya kapitalizmin en geliştiği Batı bölgeleri (bilhassa İzmir gibi) ya da kapitalizme geçememiş doğudaki Kürt bölgeleri (özellikle en geri kalmış Dersim, Hakkari gibi).
Türkiye, orta gelişmişlikte kapitalist bir ülke. Asyai ve islami kültürel yapı, bugünkü devletsel despotik yapıda önemli bir etkendir.
Anonim
Mustafa Kemal’in modernist bir adam olduğunu söylüyorsunuz ancak bir modernist niçin örneğin Köy Enstitüleri gibi bir yapı ile halkını tabandan eğitmeye çalışsın? Modernistler sadece kendi zamanlarını düşünürler?
Hayır. Kendi cenazeme de katılmam :). Kısacası, cenazeleri sevmem.
Anonim
Sizce,
Gülen ekibinin, sırf Tayyip’in başkan olması ve bu başkanlığa göbekten bağlı “Türkiye’nin İslamlaşma sürecinin hızlanması” için, kendilerini bile bile heba etme stratejisi içinde olduğu ihtimali, aslında Tayyip ekibi ile Gülen ekibinin bir tür danışıklı dövüş içinde olduğu ihtimali var mıdır?
Sonuçta gayet iyi biliyoruz ki iki ekip de “İslamcı”.
Gülen Tayyip’le uzun süre önce anlaşıp, kendini “düşman gibi” göstererek, Türkiye’nin İslamlaşmasını hızlandırıcı bir misyonu yerine getiriyor olabilir mi?
Her ne kadar iki ekip arasında iktidar kavgası var gibi gösteriliyor olsa da, “Türkiye’nin İslamlaşması” için her iki ekip de on yıllardır kolkola yürüyor gözüküyorlardı. Bugün, ülkenin İslamlaşmasını hızlandırmak için, İslami iktidarın başkanlıkla yerini daha da sağlamlaştırması için, bir tür danışıklı dövüş ihtimali hiç mi yok?
Kim ikitidarsa onun karşısında, o anda kim mağdursa (ki hapse girmişler ve yayın organlarığna el konmuştur) yanında olmak gerekir. Bu, onlarla olan çelişmemizi unutmamız anlamına gelmez. Hakkaniyetli davranmak her zaüman devrimi güçlendirir. Geçmişte de Cemaatin Ergenekoncu diyerek subayları içeri atmasına karşı çıkmıştık. Yarın AKP’liler bir darbe sonucu içeri atıylsın, onları da savunuruz. Bu hayat böyledir.
Anonim
Son sorulara Zileli’nin verdiği yanıtlara katılmakla beraber eklemek istediklerim de var.
AKP veya merkez sağ (Zileli’nin deyimiyle muhafazakar-modernist proje, Hanioğlu’nun deyimiyle kalkınmacı-muhafazakarlık) siyasi söylemi ve dayandığı taban bakımından İslamcı olsa da öncülük ettikleri kalkınma ve sanayileşme bu kültürü ve yaşam tarzını giderek aşındırıyor. Bırakalım Türkiye’yi, dünyanın bütünleşme ve etkileşim yolunda ilerlediği bir çağda savundukları anlayışın yok olması kaçınılmaz.
faşizmin ideolojik temeli aşırı milliyetçilik veya şovenizmdir.
Anonim
Evrenin ortaya çıkışıyla ilgili Büyük Patlama/Big Bang teorisinin doğruluğuna inanıyor musunuz ve sizce bu bilimle ve materyalizmle bağdaşır mı?
Bazıları bağdaşmadığını düşünerek bu teoriyi reddediyor, bazıları da yine aynı mantıkla savunuyor:
*
Diyalektik düşünmeye alışkın olmayan birçok insan için sonsuzluk fikrini kabul etmek zordur. Sonsuzluk fikri, her şeyin bir başlangıcının ve sonunun olduğu günlük nesnelerin sonlu dünyasıyla o denli uyuşmazlık içindedir ki, garip ve açıklanamaz bir şey olarak görünür. Dahası, bu fikir belli başlı dünya dinlerinin birçoğunun öğretileriyle de uyuşmaz. Antik dinlerin birçoğunun kendi Yaratılış Efsaneleri vardı. Ortaçağ Yahudi alimleri Yaratılış tarihini İ.Ö. 3760 olarak belirlemişlerdi ve gerçekten de Yahudi takvimi bu tarihten başlar. 1658’de, Piskopos Ussher evrenin İ.Ö. 4004’te yaratıldığını hesapladı. 18. yüzyıl boyunca evrenin en fazla altı ya da yedi bin yaşında olduğu düşünüldü.
Fakat –diye itiraz edebilirsiniz– 20. yüzyıl biliminin bütün bu Yaratılış efsaneleriyle hiçbir ortak yanı yoktur! Modern bilimsel yöntemlerle evrenin boyutlarının ve kökeninin tam bir tablosunu elde edebiliriz. Ne yazık ki iş bu kadar basit değil. Birincisi, muazzam ilerlemelere rağmen gözlemlenebilir evren hakkındaki bilgimiz, bize bilgi sağlayan en büyük teleskopların, radyo sinyallerinin ve uzay sondalarının gücüyle sınırlıdır. İkincisi ve daha da önemlisi, bu sonuçların ve gözlemlerin, genellikle salt mistisizmi andıran son derece spekülatif bir şekilde yorumlanma tarzıdır. Yaratılış Efsanesi (“Büyük Patlama”) ve onun ayrılmaz refakatçisi olan Kıyamet Günü (“Büyük Çatırtı”) âlemine gerçekten geri döndüğümüz şeklinde yaygın bir izlenim var.
Büyük patlama teorisi gerçekten de bir Yaratılış Efsanesidir (tıpkı ilk Tekvin kitabı gibi). Büyük patlama teorisi evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce meydana geldiğini söyler. Bu teoriye göre, bundan önce ne evren, ne madde, ne uzay ve ne de zaman vardı. O patlama anında, evrendeki tüm maddenin tek bir noktada yoğunlaşmış olduğu varsayılır. Büyük patlama hayranlarının bir tekillik olarak kabul ettiği bu görünmez nokta, daha sonra öyle bir güçle patladı ki, derhal bütün evreni doldurdu ve bunun sonucu olarak evren halen genişlemeye devam ediyor. Bu arada, “zamanın başladığı” an da bu idi. Bunun bir çeşit şaka olup olmadığını merak edecek olursanız bunu aklınızdan çıkarın. Büyük patlama teorisinin anlattığı şey tam da budur. Adlarının arkasında uzun harf dizileri olan üniversite profesörlerinin büyük çoğunluğunun gerçekten inandığı şey budur. Bilim çevrelerinin bir kesiminin yazılarında mistisizme doğru kayışın en açık delilleri mevcuttur. Son yıllarda, en son evren teorilerinin popüler açıklaması maskesi altında, özellikle büyük patlama sözde teorisiyle bağlantılı olarak her türlü dini düşüncenin kaçakçılığını yapmaya teşebbüs eden bir bilim kitapları seli görmekteyiz.
New Scientist (7 Mayıs 1994) “Başlangıçta Patlama Vardı” başlıklı bir makale yayınladı. Bu makalenin yazarı Colin Price, bir bilimci olarak eğitim almış ve çalışmıştı, ama şimdi bağımsız bir cemaat papazıdır. Şunu sorarak başlar: “Büyük patlama teorisi kutsal kitaba bu kadar mı ait? Veya başka bir şekilde ifade edelim, Yaratılış hikâyesi bu denli bilimsel mi?” Ve kendinden emin bir iddiayla bitirir: “Hiç kimse büyük patlama hikâyesini Tekvin kitabının ilk iki bölümünün yazarlarından daha iyi takdir edemezdi.” Bay Price’ın kuşkusuz dili sürçerek de olsa kesin bir doğrulukla büyük patlama ‘hikâyesi’ olarak tanımladığı şeyin arkasında yatan mistik felsefenin tipik bir örneğidir bu. http://en.marksist.net/node/1153
Dövizle askerlik diye bir sistem var. (Bedelli askerlikle ilgisi yok.)
Yurtdışında takriben 3, 3,5 yıl yaşayarak ve bu süre içersinde TSK’nin anlaşmalı olduğu banka hesaplarına belli bir meblağ yatırarak dövizle askerlik sistemine dahil olunabiliyor. Önceden dövizle akserlik hizmeti 21 günle sınırlıydı. Yeni yapılacak düzenlemeler ile sadece yurtdışında yaşamanın ve parayı ödemenin yeterli olduğu, kışlaya gitmenin, silah altında olmanın zorunlu olmadığı bir güncelleme getirmeyi planlıyorlar.
Yüksek lisansımı yurtdışında yaptığımdan ve paramı da yurtdışında kazandığımdan dövizle askerlik sistemine kaydımı yaptırmıştım. 2. yılım dolmak üzere, yani 1 sene sonra kadar askerlikle ilişkim kalmayacak.
Anti-militaristim. Ve Türkiye’de yaşıyor olsa idim, sırf şu iş bulma derdinde askerliği bitirmiş olmak şartına düşmemek için askere gitmeye mecbur kalırdım! Her ne kadar yurtdışında olmam sebebiyle yırtmış olsam da, zorunlu askerliği yaşamayacak olsam da aklıma geldikçe afakanlar basıyor!
Türkiye’deki akrabalarıma, arkadaşlarıma sürekli ‘askere gitmeyin’ desem de, bu sözümün şu iş bulma meselesinde askerlik şartı nedeniyle balon olduğunu düşünüyorum ve anti-militarist konuşmaktan kaçınır hale geliyorum!
Türkiye’de zorla askere alınanların gündelik hayatlarındaki memleket algılarına baktığımızda, çoğunun ‘orduya ve zorunlu askerliğe karşı ses çıkarmadığını’, vatan borcu olduğunu, ‘1 senemi milletime adasam ne olur ki’ cümlesi ile kendilerini avuttuğunu, aile içinden okula kadar ‘milliyetçi tedrisattan’ geçtiğini hepimiz biliyoruz!
Sorum şu:
Uzman er/erbaş, astsubay, subay kadrolarının, maaşla bu işi yaptıklarını, gönülleri razı gelse de gelmese de, ‘ordu bünyesi içinde maaş alarak’ profesyonel savaşçı olduklarını biliyoruz.
Buna mukabil zorla askere alınan, ‘milliyetçi tedrisattan’ geçmiş olsalar da olmasalar da, anti-militarist olsalar da olmasalar da, 634.000’e yakın toplam kadronun çoğunu zorla askere alınan erat meydana getiriyor! Eğer benim gibi yurtdışında yaşayacak imkanları ve paraları yoksa, eğer askerlik yapmayı kabul etmezlerse, ömürleri boyunca taşımaya mecbur kalacakları bir kanser olacak şu zorunlu askerlik illeti!
Şimdi abi, şu meşhur ‘şehitlik’ müessesesi var, çoğumuzdan iyi bilirsin ne olduğunu!
İnadına ‘terörist’ diye yaftaladıkları PKK gerillalarının ölümünü ‘şehitlik’ olarak niteleyip derece yükseltenler, doğal olarak PKK’ye gönül vermiş çevrelerden geliyor olsa gerek! Çünkü çok iyi biliyoruz ki, her teşkilatın kendi içinde yaşatmaya çalıştığı ‘tedrisatlar’ vardır! Yani TSK’nin şehitliği kendine, PKK’nin şehitliği kendine! Peki ‘insanın ölümü’ nerede?
Uzman er/erbaş, astsubay, subay kadroları öldüğü zaman, ‘ordu bünyesi içinde maaş alarak’ geçimini sağlayan profesyonel savaşçı olmaları sebebiyle bu insanlara ‘üzülmemek mi’ gerekir?
Buna mukabil zorla askere alınan, 634.000’lik ordunun çoğunluğunu oluşturan erat içinden ölenler olduğunda ‘üzülmek mi’ gerekir?
Bu sorularımı görünce belki aklından şu geçebilir abi, ‘kardeşim sen zaten daha bana sorularını sorarken, acı paylaşımında dereceli yaklaşmaya teşne olduğunu göstermişsin, sana nasıl cevap vermemi bekliyorsun ki!’
Amacım asla ama asla acı paylaşımında dereceli yaklaşmak değil! En duru ve en vurucu ifadeyle yüreğimden geçenleri sana danışmak istedim sadece!
Bu dehşet sorularla nasıl baş etmeliyiz abi? Tavsiyelerin nedir?
bugünlerde Sefiller romanını okuyorum. Victor Hugo romanın 2. cildinde Waterloo savaşını anlatıyor uzun uzadıya. Ne canlar gitmiş boşu boşuna. Ölüler kuyuları doldurmuş. Şimdi baktığımız zaman bu tür savaşlar bize ne kadar saçma geliyor. Savaş denen şey insanların birbirlerini bir hiç uğruna boğazlamasıdır ya da küçük çıkar gruplarının uğruna. O kadar uzağa gitmeye gerek yok. Bugünkü savaşın da hiçbir anlamı yoktur, her iki taraftan ölenler için de böyledir bu. İnsanları savaşa sürmek için şehit edebiyatını körüklüyorlar. Ben bu savaşta ölen kim olursa olsun boşuna öldüğünü düşünüyorum. Maaş için askere gidenler de dahil. Ben onlara da acıyorum. 3-4 bin (veya daha fazla, bilemiyorum) lira maaşa hayatını değişmek tamamen saçmadır, mantıksızdır. Elbette zorunlu askerlik nedeniyle askere gitmek zorunda olanların boşu boşuna ölmesi ve bir tv haberinde on saniye içinde şehit diye geçiştirilerek unutulup gitmesi daha da acıklıdır. Hendek savaşlarında öldürülen Kürt gençlerinin de ölümleri çok acıklı. Yarın hükümet gelin masaya oturalım dese, Kandil’deki o kahraman gerilla komutanlarının hepsi sıraya girip “normal bir düzene” katkıda bulunacak. O gençler de öldükleriyle kalacak. Sonuç olarak (bugün haber olarak geçti: 5000’in üzerindeki Kürt gencinin ve 300’ün üzerindeki polis ve askerin) ölümlerinin hepsi ziyandır. Kendilerine de çoluk çocuklarına da yazık olmuştur, olmaktadır. Kesin olarak kimsenin askere gitmemesini, kimsenin maaş uğrunda savaşmamasını savunmak gerekir.
Anonim
İdam cezasına tamamen karşısınız diye biliyorum. Peki bu düşünceniz -öyle bir şey mümkün değil gerçi ama (Mursi idamla yargılansa da Türkiye’de idam kalktı ama olağanüstü durumlar hariç galiba) RTE için de geçerli mi?
Daha genel bakacak olursak, kadınlar ve çocuklar dahil silahsız sivil halka yapılan katliamların sorumlusu diktatörlerin idam edilmesi yanlış mıdır?
Devrildikten sonra bile hayatta kalmaları tehlikeli değil midir? Çünkü bu durumda tekrar başa geçmeleri ihtimali (devlet içindeki yandaşlarının veya müttefiki devletlerin desteği, veya kendisini tutan halk kitlelerinin isyanı gibi yollarla) sağ bırakılamayacak kadar tehlikeli oldukları anlamına gelmez mi?
tehlike şahıslardan gelmez. Toplumsal yapılarla uğraşın.
Anonim
Bazı durumlarda şahıslardan gelmez mi?
Örneğin Dersim katliamında bir şahıs olarak M. Kemal’in etkisi büyük. Başbakanı olan ve ölümüne yakın onunla ters düşen İsmet İnönü buna karşı çıktığı için yerine getirilen ve ona daha bağlı olan Celal Bayar’ın döneminde yapılıyor. İnönü döneminde de öldürülenler olsa da asıl katliam bu dönemde. Bu yüzden RTE’nin suçu İnönü’ye atması da bir çarpıtma.
bence kesinkes istemiyorlar. Yani üstünü çizdiler.
Anonim
Darbe olabileceğini düşünüyorsunuz, ben de bunu mümkün görüyorum, peki Genelkurmay’ın şu açıklamasını nasıl değerlendirmeli?
Yani niçin böyle demiş olabilirler demek istiyorum. Yoksa egemenlerin özüyle sözü bir olmadığından böyle dediklerine göre olmayacağına inanmak saflık olur. http://www.hurriyet.com.tr/genelkurmaydan-darbe-iddialarina-yanit-40078557
Eşini aldatacağı hakkında söylentiler dolaşan kişi bunu daima reddeder.
Anonim
CHP’nin başına geçeceğiniz yönünde haberler kulislerde konuşuluyor. Doğru mu?
Yanis Varoufakis, Jeremy Corbyn, Beppe Grillo, Pablo Iglesias Turrión, Bernie Sanders ve Elizabeth Warren’la voltranı oluşturacağınız doğru mu?
Anonim
Muvazzaf asker sayısı 200 bin. Ama polis sayısı 300 binden fazla. İhtilal olursa askerin kazanma şansı az değil mi? Neden böyle bir maceraya atılsınlar?
galiba çok safsınız. Bir devlet adamı diğerini böylesine kucaklıyorsa yakında onu harcayacak demektir. Kişisel ilişkilerde bile böyle aşırı davranışlar buna delalettir.
Anonim
Veganların kendi yaşam tarzını başkalarına dayatması otoriteryenlik değil midir?
Daha piyasaya çıkmadı. 8 Nisan’da çıkacak. Tanıtımı yapılır yavaş yavaş.
polonya ölmedi daha
Demin Ömer Türkeş’in yazısını okurken aklıma geldin. Türk edebiyatında siyasi polisiye damarı zayıf. Bu türü en iyi sen yazarsın. Bir sonraki romanın için ilham vermiş olayım böylece.
Semprun’un kötü bir romanıdır bu. En güzel romanı Büyük Yolculuk’tur.
Anonim
Kitaplarınızın telif ödemeleri ile geçiminizi sağladığınızı yazmışsınız.
T.C. vatandaşı olmadığınıza göre, T.C. yasalarına göre ’emekli’ vasfını taşıyor musunuz bilmiyorum. ‘Emekli’ misiniz? Emekli aylığınız (veya 3 aylığınız) var mı?
Çeşitli organizasyonlarda, konferanslarda, konsoloslukların & büyükelçiliklerin programlarında, turizm sektöründe, vb.’lerinde simultane çeviri yaparak, şirketlerin reklam, ürün ve hizmetleri için hazırlanan broşürlerin çevirisini yaparak ek gelir elde etmeyi hiç düşündünüz mü?
Bu sorumu sululuk olsun diye sormuyorum, Eminönü’ndeki altgeçidi bilirsiniz. Oradaki merdivenlerde, iç çamaşırı, çorap, tıraş bıçağı, tırnak makası ve hatta midye satarak ek gelir elde etmeyi hiç düşündünüz mü?
Siyasi görüşü nedir? Ulusalcı mı, maskeli marksist mi yoksa başka bir şey mi? Türkiye’de “Nazım Hikmet ekmeği”ni yiyen en ünlü kişilerden biridir Livaneli. Diğerleri Yaşar Kemal, Genco Erkal, Fazıl Say…
Müzisyenliği, sinemacılığı ve romancılığı hakkında izlenimleriniz nedir?
darbe girişimi akp’nin uydurması. Ergenekon’la ilgili bu sitede ergenekon kategorisinde bir sürü makale var.
Anonim
Anarşizmin tahayyül ettiği toplum düzenini kurma konusunda, pratikte en fazla yol kat etmiş olan EZLN’nin, öteden beri Meksika ulusal bayrağını sahipleniyor olması hakkında ne düşünüyorsun?
Anonim
çanlar, mevsimlerden daha iyi bir roman olmasına rağmen daha az tanıtımı yapılıyor, niye böyle?
Bazen canın hiç sucuklu yumurta çekmiyor mu abi? veya şöyle çift sosisli ayvalık tostu falan? kıtır ekmeğin arasında kaşarla sucuk erimiş iç içe geçmişler…
Anonim
Ötanazi hakkındaki görüşleriniz nedir?
Anarşizm “devlet”e karşı olduğuna göre, yine aynı devletin yasal çerçeve çizmeye kafa yorduğu ötanazi uygulamasının “yasal mı / değil mi” sorularına da karşı olduğu kanaatindeyim. Kanaatim doğru mu?
“Ötanaziye tıp (doktorlar) karar versin.” deyip konudan sıyrılmak, bu kez, tıbbı bir tür otorite yerine koymak anlamına gelmez mi?
Kişinin kendi hayatını kendi iradesiyle sonlandırması daha çok intihar kelimesi ile tanımlanıyor olmakla birlikte, “ötanazi” daha çetrefilli bir konu gibi gözüküyor.
Fikirlerinizi öğrenmeyi ve bu konuda önereceğiniz kaynaklar varsa yazmanızı çok isterim…
(Otorite, devlet, “yasallık”, anarşist başlıkları altında görüşlerinizi öğrenmek istemiştim. Yoksa, kendi hayatıma kastım yok, yaşamayı seviyorum 😉
23 nisan’la ilgili görüşünüz nedir? Çocuklar, gürbüz evlatlar üzerinden kemalist rejimin kendisini şekillendirmesi olarak mı görmek lazım yoksa devrimci, ilerici, halkçı bir kazanım olarak kutlamak mı lazım?
Arslan Kılıç olur. Çünkü aralarında en silik şahsiyet o.
Anonim
Mehmet Perinçek’e neden şans tanımıyorsunuz? Bir de İsmail Hakkı Pekin, Yaşar Okuyan gibi güç sahibi üst düzey yöneticiler, Arslan Kılıç gibi birini genel başkan olarak kabul ederler mi?
ben sadece tahminimi söyledim. İ.H.Pekin ve Y.Okuyan geleneketen değiller, bu yüzden başarılı olamazlar. Mehmet Perinçek ise, yapı itibariyle böyle bir işe uygun değil.
Anonim
Mehmet Perinçek, yapı itibariyle böyle bir işe uygun değil derken neyi kastediyorsunuz? Partinin gençlik teşkilatını uzun yıllar yönetmişti.
parti yönetmek için acımasızlık ve sinik olmak gereklidir de.
NaZ
VP’ de Perinçek’ten sonra Genel Başkan, Arslan Kılıç’ın olacağı görüşünüze katılmıyorum. Tıpkı, Mehmet Bedri Gültekin, Nusret Senem veya İlker Yücel Adnan Türkkan, Tunç Akkoç vs. gibilerin olamayacağı için.
Perinçek’in kendisinden sonra işaret edeceği sadece 2 aday vardır ve bunlar dan biri olur. Ya, Mehmet Perinçek yada Yunus Soner. Bu iki isim dışın da kimse olamaz.
1’inci neden, köken olarak geldiği/şekillendiği sınıfından(emekçi karakterli) ötürü
2’inci neden, Burjuva karakterli bir parti ahlakından dolayı, ‘medyatik’ vs. gibi kavramların Arslan Kılıç’ ta ve diğer saydığım isimler de olmamasından ötürü(VP partisinin kemik algısına göre, söylüyorum, doğru-yanlış yorumunda bulunmuyorum:)
3′ üncü neden, VP’nin feodal karakterli yani ‘aile’ parti hüviyetinden ötürü. Bütün görev dağılımları hatta, ‘yaşlılardan’ sonra ki görevler dahi ona planlanmış ve tanzim edilmiştir.
Genel Başkanın ‘Perinçek’ soy adından başkasına geçmesi için, Doğu Perinçek’ten sonra bir de Şule Perinçek’ten sonra diye bir dönemin olması gerekmektedir.
Mehmet Perinçek ve Yunus Soner’ de, baba yada anne Perinçek’in sözünden çıkamazlar. O yüzden bu iki isimden birinin genel başkan olması da, eski tas eski hamamdır.
Ancak Doğu Perinçek ve ardından Şule Perinçek’ten sonra ki dönem de, ‘Perinçek’ soyadının dışında biri olabilir Genel Başkan.
Diğer bütün isimler isimler, Aydınlık gazetesi yönetmeni veya şu temsilcisi vs. olurlar ve Başkana hizmet ederler.
polonya öldü galiba
akp’li meclis başkanı, “yeni anayasada laiklik olmamalı, dindar anayasa olmalı” manasında bir açıklama yaptı. asker kanadının, tsk’nın bu açıklamaya tepkisizliğini, bu sessizliği nasıl yorumlamak lazım? eskiden olsa ortalığı ayağa kaldırırlardı.
Bu konuda, yani Türkiye’deki sahte laiklik anlayışıyla ilgili bir yorum okumuştum, onu da paylaşmak isterim.
Türkiye’de laiklik;
-Elhamdülillah hepimiz Müslümanız, laiklik dinsizlik değildir
-İslam’da türban, tesettür yoktur
-İçki serbesttir -veya hoşgörülebilir
-Araplar İslam’ı yanlış yorumluyor
saçmalığından öteye gitmiyor, diyordu.
Bence bu durum, bazılarının dediği gibi sadece gayrimüslim nüfusun tasfiyesinin, veya Aleviliğe baskının sonucu da değil. Onlar bile kabul görüyor ama ateizm veya dinsizlik makbul olmuyor.
Yine de iyimserim. Bu çağdışı durum bitmek üzere. Değişen, bütünleşen ülke ve dünya bir yana, sadece toplumun gelecek kuşakları olan gençlik bile buna yeter.
Doğrusu, değerlendirebilecek ölçüde vakıf değilim bu yazara.
Anonim
Refik Halit, “vatanın bütünlüğü mevcut iken İngiltereye harp açanların, şimdi mahvettikleri vatanı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkmalarını” eleştirir (Alemdar, 22.1.1920)
(Yanlış Cumhuriyet’ten)
Ben “ılımlı emperyalist” diye bir şey demedim. Fakat bugün “anti-emperyalizm” konusunda dikkatli olmak gerekir. Açın bakın yandaşlara, “anti-emperyalizm”den geçilmiyor. emperyalizmin marifetlerini zaten biliyoruz.
Hiçbiri. Taksim’i tamamen kapatmışlar. Kırılmanın alemi yok. Bükırköy’deki izinli gösteri ise anlamsız.
Anonim
Taksim’i tamamen kapatmışlar. Kırılmanın alemi yok. Bakırköy’deki izinli gösteri ise anlamsız.demişsiniz de niye bu yönde bir yazı yazmadınız ve insanları uyarmadınız? tweet de atmamışsınız.
1 mayıs’la ilgili olarak Şikago martirleri tweetini attım. Ben bir örgüt değilim ki insanlara gidin ya da gitmeyin diyeyim. herkes kendi aklını kullanarak karar vermeli.
Anonim
Önceki mesaj eksik gitti. Onu silin isterseniz.
Takip ettiğiniz kadarıyla bu seneki 1 mayısı nasıl bulduğunuzu sormuştum. Katılımı nasıl buldunuz? Geleneksel sovyetik partiler kalabalık kitleleriyle gövde gösterisi yapmaya çalışırlarken anarşistler de İzmir’de ve İstanbul’da yine gündem olmayı başardılar. Onları nasıl buldunuz? Bu seneki 1 mayıstan hareketle bloklar arası mücadelede son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gidişat nereye?
zaman içinde çabuk sinirlenmemeyi öğrendim. Fakat genelde heyecanlı bir yapım vardır.
Anonim
1039 nolu yoruma cevap.
Daha önce yazmıştım. Doğu Başkan’dan sonra başkan, Yunus Soner olur. Akademik ortamda bir yer edinmiş evlatlarını siyaset hay huyu içine atmaya ve özenle parlatılmış başarılarını yok etmeye Doğu Başkan’ın gönlü razı olmaz (Mehmet’te başkanlık becerisi olsa bile)
Yunus Soner, hem hayatta herhangi bir kariyeri ve başarısı olmaması, hem de kendini beğenmişliği ile ideal bir siyasi lider adayı. Öte yandan, hem aileden olduğu için gerekli, hem de başkanın kendisinin değil, kardeşinin çocuğu olduğu için, siyasette harcanamaması gerekecek kadar değerli değil.
Bunları yazmıştım, ancak, Aslan Kılıç ile ilgili yorumunuz üzerine düşündüm Gün Arkadaş. Evet, geçiş döneminde Aslan Kılıç’a büyük işi düşecek. Sonrasını, ölmez sağ kalırsak hep birlikte göreceğiz. Sebze, zeytinyağı, deniz havası uzun ömre “yol açıyor”.
Anonim
1039 nolu yoruma cevap.
Daha önce yazmıştım. Doğu Başkan’dan sonra başkan, Yunus Soner olur. Akademik ortamda bir yer edinmiş evlatlarını siyaset hay huyu içine atmaya ve özenle parlatılmış başarılarını yok etmeye Doğu Başkan’ın gönlü razı olmaz (Mehmet’te başkanlık becerisi olsa bile)
Yunus Soner, hem hayatta herhangi bir kariyeri ve başarısı olmaması, hem de kendini beğenmişliği ile ideal bir siyasi lider adayı. Öte yandan, hem aileden olduğu için gerekli, hem de başkanın kendisinin değil, kardeşinin çocuğu olduğu için, siyasette harcanamaması gerekecek kadar değerli değil.
Bunları yazmıştım, ancak, Aslan Kılıç ile ilgili yorumunuz üzerine düşündüm Gün Arkadaş. Evet, geçiş döneminde Aslan Kılıç’a büyük işi düşecek. Sonrasını, ölmez sağ kalırsak hep birlikte göreceğiz. Sebze, zeytinyağı, deniz havası uzun ömre “yol açıyor”.
Sorum, Yunus Soner’in geleceği hakkında siz ne öngörüyorsunuz?
Sizce İlber Ortaylı gibi bazı tarihçilerin bu kadar bilgili olmalarına rağmen Türkçülük/ulusçuluk/ulusdevlet saçmalığını doğal karşılamalarının nedeni ne olabilir? Devletin propagandasıyla cahil bıraktırılmış halkın bu durumu normal ama onlara ne oluyor? Yoksa kendileri burjuva medyada görevli devlet propagandistleri olduğu için mi böyleler?
Anonim
Burjuva medya demişken, sizin yazılarınızın yanı sıra muhalif düşüncelerin yayılmasına yaptığı katkı bakımından sitenizin değeri büyük Gün bey. Gerçi pek çok muhalif, devrimci, Kürtçü vs. site var ama hem onları burada yayma, hem de bazı yorumcuların (örneğin Necip’in) yazılarını okuma imkanı sağladığından önemli.
8 mayıs tarihli bir haber… Perinçek, Vatan Partisi’nin İzmir 10’uncu Olağan İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada Davutoğlu’nu suçladıktan sonra hızını alamayarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da ‘ABD’nin başka bir adamı’ diye nitelemiş ve “Bitmiş olan sahte, vatansız soldan partimize bulaşan, sirayet eden birtakım yanlışlar var. Bunu Vatan Partisi olarak ortaya koymak zorundayız” diye konuşmuş.
Perinçek daha önce parti içine yönelik hiç bu kadar sert konuşmamıştı. Bu sözler ne anlama geliyor?
okumadım ama bildiğim kadarıyla parti içinde AKP yanlısı çizgiden dolayı büyük bir kargaşalık var.
Anonim
peki bu kargaşa perinçek’in ve akp yanlısı ekibin tasfiyesiyle sonuçlanabilir mi? herkes perinçek’in muhaliflerini tasfiye edeceğini zannediyor. bunun tam tersi, sizin aydınlık hareketi tarihinde ilk defa yaşanabilir mi?
bence imkânsız. Fakat şimdiden kopuşlar ve ihraçlar başlamış durumda. Parti merkezi başkanların özel mülküdür. O özel mülkün ellerinden alınması için büyük bir devrim gerekir.
Anonim
yeni başbakan kim olur sizce? toplumsal muhalefet blokunun işine hangi isim daha çok yarar?
hiç fark etmez. Nasıl olsa her şeyi RTE yönetecek. Bu tür ayrıntılara kafayı takmayın bence.
NaZ
Perinçek, önümüzdeki süreçte (Başkanlık tan sonra), İmralıya Erdoğan tarafından yollanabilir mi?
Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm teorisi ile, Perinçek’in BAB (Batı Asya Birliği/Konferdarasyonu) arasında benzerlikler varmıdır?
genelkurmay başkanının nikah şahidi olmasına yönelik tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? orta sınıf kemalist kesimden büyük tepki var ama asker kesiminde yaprak kımıldamıyor. en son jandarmalar c.başkanının damadına mutluluk dileyen pankart bile açtılar.
Vatan partisi, komünist parti, halkın kurtuluş partisi, birleşik haziran hareketindeki liderlerin soykırım tartışmalarına yaklaşımını değerlendiriyorsunuz? Alman parlamentosunda kabul edilen soykırım tasarısı, emperyalistlerin Türkiye’yi sıkıştırma oyunu mudur? Onlar öyle olduğunu savunuyor da.
Anonim
Ermeni soykırımının inkarı konusunda özgürlükçü bir yaklaşımınız var. Peki Sözcü paçavrasının bugünkü manşeti ifade özgürlüğü kapsamında mıdır yoksa nefret söylemi ve ırkçılık mıdır?
Bu arada Alman parlamentosunun son kararı hakkında ne dersiniz? Burada İsviçre’de olduğu gibi inkarın cezalandırılması gibi bir durum yok galiba. Dolayısıyla desteklenmesi gerekmez mi?
Ben kararın doğru ve yerinde olduğu kanısındayım, fakat bu tür kurumların ikiyüzlü olduğunu, dolayısıyla aldıkları kararın da ikiyüzlü olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Madem o kadar karşılar soykırıma ve halkların acı çekmesine, neden çağımızın en büyük “tehcir”i olan bugünün sığınmacı akınının önüne setler koyup insanların denizlerde boğulmasına yol açıyorlar?
Öte yandan Sözcü’nün manşeti gerçekten iğrenç ama ırkçı söylemlerin de ifade özgürlüğü kapsamı içinde olduğunu düşünürüm. Ben mutlak özgürlükçüyüm. Yani Hitlerci Nazilerin de kendilerini serbestçe ifade etlerinden yanayım.
VP’nin tutumu malum. HKP’nin de öyle. TKP’nin tutumunu tahmin edebiliyorum ama BHH’nin karşı bir tutum takınacağını sanmıyorum, öyle mi gerçekten? “Emperyalist oyunu” tam bir uydurmadır. Karar, tarihi bir gerçeğin vurgulanmasından ibarettir. Öte yandan, alınan kararda bugünkü diktatörlüğün batı dünyasında yarattığı antipatinin rolünü de görmek gerekir. Yani Türkiye’de daha “demokratik” ve makul bir iktidar olsaydı, belki de batı bu kararı açıkça almakta biraz daha sakınımlı olabilecekti. Öte yandan, cumhuriyet öncesindeki bir rejimin yaptığı böyle bir berbat işi bu kadar sırtlanmaları da onların ne menem şeyler olduğunu gösteriyor.
Anonim
henüz 20’li yaşlarında açık giyinmiş çekici bir bayanı istemeden de olsa süzer misiniz? Gözünüz kayar mı yani?
Bayan demeseniz iyi olur. Kadına kadın denir. “Bayan” kadınların aşırı aşağılandığı bir kültürün yarattığı, kadınlara sözde saygı gösterilirmiş gibi yapılan (aslında yine aşağılayan) bir deyimdir. Neden “bir baya söyledim” demiyoruz da “bin bayana söyledim” diyoruz, öyle değil mi? Sorunuza gelirsek, 20’li yaşların ne önemi var? Bir kadın 80’inde de çekici olabilir. Bakarım elbette. “süzmek” veya “gözü kaymak” terimlerinde ise bir kaçamak var. Güzel bir kadına veya erkeğe, veya hayvana bakmakta ne kötülük var ki?
Anonim
Örneği güzel göğüslere sahip bir “kadın” düşünelim. Kıyafetinde bir göğüs dekoltesi var ve karşınızda durup sizinle bir şekilde muhabbet ediyor. Bu durumda eğer o kişiyle belli bir samimiyetten yukarıya çıkmadıysanız onun göğüslerine bakmanız sakıncalı bir durumdur. Çnükü kötü bir tepki ile karşılabilirsiniz. Bu durumda ne diyeceksiniz güzel bir insana veya hayvana bakmakta ne kötülük var ki mi diyeceksiniz?
Çok basit, kadının göğüslerine BAKMAYACAKSIN. En önemlisi de, kadının göğüslerini kapatmasını ondan beklemeyeceksin. Sen kendini kontrol etmesini öğreneceksin.
Şöyle düşün, kadın, senin pipine baksa, sen ne düşünürsün…
İnsan bedeni (dikkat edin, sadece “kadın” bedeninden bahsetmiyorum) “obje” haline getirilirse, kadına da, erkeğe de, eşcinsele de, transeksüele de bakış boyut değiştiriyor.
NUDISM diye bir akım vardır. İnsan beynine bebekliklerinden itibaren kodlanmış normların sorgulanması, vücuttan bir açık bölge görüldüğünde “haz duygusunun uyarılması” gibi durumların terbiye edilmesi, “çıplaklığın da insanlar için normal olduğunun” yeniden hatırlatılması için oluşmuş bir akım. Anarşistler arasında da epey vardır NUDİSTLER. Gün Bey’in de haberi vardır belki bu akımdan?
Başka bir örnek vereyim sana, Afrika ülkelerine gidersen, orada geleneksel olarak çıplak yaşayan topluluklar var. Kimse de, kolay kolay “uyarılıp”, kadının üzerine veya erkeğin üzerine şehvetle atlamıyor. (İstisnalar kaideyi bozmaz.)
Hindistan’dan örnek vereyim. “Aghori sadhu”lar, bütün dünyevi materyalleri üzerlerinde taşımaktan imtina ettiklerinden, “aghori sadhu” olmaya karar vermeden önce iyice düşünüp-taşınırlar, Hint ritüellerine göre bir “guru”ya bağlanmayı kabul ederler ve o “guru”nun öğretmenliği doğrultusunda “inzivaya çekilmeyi” öğrenirler, insan vücudunun da doğanın bir parçası olduğunun anlaşılması için (makat ve penis bölgesi de açık olmak üzere) üzerlerine hiç elbise giymezler, saç-sakal-kıl tıraşı olmazlar. Tırnaklarını da yürürken ayakları yaralanmasın diye kesmek zorunda kalırlar, yani o tırnaklar uzamasa onları da kesmezler. Aynı yolu seçen kadınlara da “sadhvi” denir. Onlar ise üzerine, tüle benzer, oldukça hafif elbiseler giyerek, yine saç-kıl tıraşı olmadan, “ağda yapmadan” yaşarlar.
Bunlar her ne kadar dini töreler gibi gözükse de, insan vücudunun hiç de abartılacak kadar mühim bir nesne olmadığını, “fetişleştirmenin o kadar da gerekli olmadığını” anlatması için önemli örneklerdir.
İslam açısından bakarsan, konu daha yasakçı bir havaya bürünüyor. İslam, kadın “kapansın” ama erkek de “gözünü kaçırmasın” diye emrediyor.
Örneğin, Ramazan ayında “oruç” tutmak deyince, herkesin aklına, yemek yememek – su içmemek gelir. “Nefsi tutmasını öğrenmek” derken, “oruç” derken, göğüslere bakmamak, pipilere bakmamak, küfür etmemek, kalp kırmamak gibi “oruçlar” unutuluyor.
Ahlakçı olmak başka şey, “çıplaklığın anlaşılması & fetişleştirmenin gereksizliği” başka şey.
Ben kim miyim?
Ateist ve nudist bir anarşistim.
ogürsel
Araya girmek istiyorum..
bu salakça soruların arkasında çok derin bir din cehaleti vardır. İnsan denilen hayvanın milyonlarca yılda geliştirmiş olduğu bir “cinsel dürtüsü” vardır. “İnsan” bir “eşrefî mahlukat” değil, rezil bir hayvandır. Bu rezil hayvanlıktan insanlığa evrim de dinlerin palavraları ile mümkün değildir.
Cinsel duygu akıl dışıdır. Bu gerçekliği anlayamayan zavallı din felsefesi de bu dürtüyü salt iradî -bir seçim olarak görmek ister. Ya yasaklayıcı, ya da tecavüzcü erkek karakteri üretir…
Güzel memeli bir kadın elbette bir erkeği uyarır ve bakabilir ve kadının da amacı budur.. Ama kadın böylece tecavüzcülerini değil, kendi seçeceği erkek sayısını, seçeneğini çoğaltamak ister.
Kadını insan saymayan İbrahimî dinler, erkeğin hayvansı dürtüsünü tecavüzcülüğünü de hoşgörür.
Oysa milyonlarca yılın evrimsel cinsel ilişki ritüellerine saygı duymak gerekir..
Kadın kışkırtır; ve kışkırttığı erkekler arasından seçim yapar.. En iyi nesil için..
Yılık yamuk, beyinsiz, köle ruhlu dinci erkek için hayat zordur; akıllı ve güzel bir kadın tarafından tercih edilmesi neredeyse imkânsızdır ve kadın düşmanı olmak zorunda kalır!
ogürsel
eklemeliyim.. kadın, seçtiği ya da seçebileceği-beğendiği erkeğin kendine, memelerine bakmasından rahatsız olmaz; rahatsız oluyorsa oradan al voltanı! O sen değilsin! Avucunu yala..
ogürsel
4. kaziran 2016 Cumhuriyet… “Trabzon’da Tonya Anadolu Lisesi’nin kütüphanesinde bulunan Feyzullah Birışık’a ait 2 kitapta kadınların şeytana uyarak okuduğu, başı açık kız öğrencilerin erkek öğrencileri tahrik ettiği ve bu nedenle her saniye günah işlediği savunuldu.
“Saçını açan, vücudunu açmış gibi olur” gibi ifadelerin yer aldığı kitapta, “Bazıları kadının tahrikine tahammül edemeyip her şeyi göze alıp o zavallı bayanı kaçıracak ve arzularına alet edecek, sıraya başka erkekler girecek, hatta polise anlatmasın diye tenha bir yerde öldürüp, geçip gideceklerdir. Peki yolda görüntüsüyle erkeği tahrik eden, hal ve hareketleriyle umutlandıran, ‘güzelliğimi sergilerim’ inadında olan kadınların hiç suçu yok mudur” deniliyor….”
***
Demek ki erkekleri kışkırtarak onların cinayet işlemesinden de kadınlar sorumlu…
Kadını nesneleştiren bu dinci geri zekalı erkek dünyası taş çatlasın 4000 yıldır iş başında.. Ama primat evrimi 50 milyon yıldır süregelir… Gevezelikleriniz, tabiatın zekası karşısında bir solucandan değersizdir… Tüm dinsel kitaplar, tabiatın zekası yanında bir çakıl taşı kadar değersizdir; bunu anlayamazsanız, cinselliği de anlayamayacaksınız…
Tembel, geri zekalılar; o kadının sizi beğenmesini sağlayacaksınız; tecavüz ve cinayet yerine.. bu kadar mı umudunuz yok kendinizden… O zaman o karanlık odanızda aklınızı, elinizi ve hayalinizi kullanın! Çenenizi de kapatın..
ogürsel
1077
bence siz de bu meseleyi kavramamışsınız.
Cinselliğin kendini hayvanlaştırarak değil, “insanlaştırarak” nasıl yaşanılacağına ait bilgi yok anlattıklarınızda.
Anonim
Cinsel şiddet sadece tecavüz, taciz, cinsel istismar değildir. Bunları yapanlar zaten O. Gürsel’in dediği gibi evrimleşememiş olanlar. Normal erkekler bunları yapmazlar, hatta yapamazlar ama sevgileri karşılık bulamadığında nefrete dönüşebilir ve bu da şiddete dönüşebilir. Bu başka amaçlı şiddet olaylarında da böyle. Yani evrimleşmek yetmez, vicdan da gereklidir. Örneğin Stalin’in evrimleşmediğini söyleyemeyiz herhalde? Aksine çok zeki olduğu, bu sayede iktidarını kurabildiği, bunun için de insanları tereddüt etmeden ölüme yolladığı bir gerçek. Veya kardeşlerini, hatta çocuklarını öldüren Osmanlı padişahları böyle değil mi?
Anonim
1081
Yazdıklarımda “hayvanlaştırma/insanlaştırma” gibi bir zemin yok, bu sizin yaklaşımınız. Ki siz de “doğal seçilimci” bakış açısıyla yaklaşıp, konunun sadece bu yönüyle açıklanabileceğiyle yetiniyorsunuz.
Bakın, bir ateist olarak (ki sanırım siz de ateistsiniz) hatırlatırım, dinler doğrudan “hayattan silinmesi gereken yapılar”, “keşke olmasalardı” diyerek ah-vahlanacak olgular değildir. Ensest ilişkilerin düzenlenmesinde ilk hamlelerden birini “İbrahimî olmayan dinler” atmıştır. Bu hamleler doğrudan “yasakçı”, doğrudan “ahlakçı” değil; sakatlıkların önüne geçebilmek, sakatlıkları azaltabilmek için atılmış hamlelerdir.
Dinlerle sorunlu ilişkileriniz varsa, o zaman, yukarıda da değindiğim “fetişleştirme” kelimesine odaklanabilirsiniz, “‘nudism’ niçin varolma gereği hissetmiş?” sorusuna yanıtlar siz de aramak isteyebilirsiniz.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz günlerde, METRO turizmde çalışan bir muavin, bir kadın yolcunun üzerine boşalmıştı.
Bundan önce de, ENSAR vakfı sapıklığı vardı.
Bu iki olayda yaşananları sadece doğal seçilimcilikle açıklamaya uğraşmak, dinleri çöp kutusuna göndermek, dinlerin doğrudan ahlakçı, doğrudan yasakçı yapılar olduğunu söylemek, “insan içindeki haz duygusunun bastırılması gerektiğini emreden dinlerde olduğu gibi İslam’da da bu yasakçılık olduğundan, bu durum, insanları yasağı yırtmaya sevkedebiliyor ve hattâ sapıklığa kadar götürebiliyor” demek kolaycılıktan başka bir şey değildir.
Albert Einstein da atom bombasının patlatılmasından sonra “ayakkabı tamircisi olmayı tercih ederdim” demişti. “Fizik, kimya… üniversitelerden kaldırılsın, bakın bunları öğrene öğrene bomba yapıyorlar.” dememişti.
Çocuk gelinlerin önüne nasıl geçebiliriz?
“Özgecan Aslan”lara tecavüzle işkence edilip, öldürülmesinin önüne nasıl geçebiliriz?
“İktidar” kavramını unutmayınız.
Kadınlar arasında da “dominant”lığı algılayanlar, yaşayanlar, uygulayanlar, uygulamayanlar farklı farklı.
Bütün bu sorular, sadece doğal seçimcilik, sadece dinlerin yasakçılığı, sadece “Freud’un ‘çocukluğunuza inelim’ seansları” ile açıklanacak kadar basit değildir.
Anonim
Benim sorularım biraz yanlış anlaşılmış. Ben ataerkil zihniyetin dışındaki zihniyeti merak ediyorum. Çünkü her ne kadar kendimi devamlı yetiştirmeye çalışsam da mutaassıp bir bölgede büyüdüğüm için özellikle cinsel konularda geçmişimden kalma zihni izler var. Hoş ya da seksi diye sıfatlandırabileceğimiz bir bayan karşı kendimi devamlı kaçamak bakışlar atarken görüyorum. Bunu her ne kadar ortadan kaldırmaya çalışsam da pek başarılı olamıyorum. Benim durumumda olmayan birisnin bu konularda ne düşündüğünü merak etmemin sebebi kendi durumumun bir ruhi hastalık olup olmadığıdır…
ruhi hastalık falan değil, normal bir davranış, ne var ki bunda. öte yandan, hâlâ “bayan”demeyi bırakmamışsın.
Anonim
1082’de anlatmak istediğimle ilgili şöyle bir örnek de var;
“Abdullah bin Ali, Hişam’ın eşi Abde’ye yaptığı evlenme teklifi, bu prenses tarafından reddedildiği için onun karnını deşmelerini emretmişti.”
(İslam Tarihi, Emeviler Abbasiler, Bahriye Üçok)
Anonim
Bu tartışılan konunun açıklaması basit aslında. Bütün canlılarda tohumu erkek aşılıyor, bunlar devamlı atılmak ve yenileri üretilmek zorunda. Bu da erkeğe acı veren bir durum. Ama bu acı aslında kötü değil aksine gereklidir. Acıya dayanmadan, üstesinden gelmeden hayatta bir şey elde edilemez. Edilse de o hayatın bir değeri olmaz.
Anonim
Alışkanlıkları söküp atmak belli bir zaman gerektirir hocam 🙂
ogürsel
1084..
normal, sağlıklı bir insansınız. O kadını rahatsız etmeden yapabilirsiniz. Rahatsızlık verdiyseniz vazgeçeceksiniz; o bu “şekli” başkası için yapmış; saygı ile karşılamalı…
Sorun şu; insanın milyonlarca yılda evrilmiş bir tür-cinsel doğası var. İçinde bulunduğu kültür, bu cinselliği biçimler, estetize edebilir ya da vahşileştirebilir. Ama her zaman Tabiat baskın gelecektir.. Ve cinsel suçlar da bu gerçeği doğrular..
Bence ilkeler şöyle……..
Bir insana psişik ya da fizik zarar vermeyen, hiç bir baskı yapmadan, onun rızasını alan cinsel yaklaşım insanîdir; doğaldır.
Sevgi, öncelikle sevilene zarar vermeme çabasını da içeren bir eylemdir.
Bakış, ilgilenme, kur yapma.. Doğaldır, sağlıklıdır. Kadın ya da erkek diğerinden bunları yaptığında rahatsız olmuyorsa bir kötülük, saygısızlık yoktur. …
“Muhafazakar” çevrelerin cinselliği vahşi, riyakâr, kadını insan saymayan alt yapısıyla hastalıklıdır. En iyisi bile kadını bir nesne olarak yücelten, insanlık dışına çıkaran, onun insanî ve cinsel arzularını inkâr eden hastalıklı bir dünya görüşüne sarılır.
*
Onları boşverin. Kaliteli Fransız filmleri izleyin. İyi romanlar okuyun. Bu meseleler doğrudan öğrenilemez. Kadını insandan sayan dünyanın edebi yapıtlarıyla ilgilenin. Kadını bir insan olarak eşitiniz görün. Namussuzluğu aşk-sevgi bulunmayan ilişkilerde arayın. Erkek egonuzla hesaplaşın. Bekâreti değil, sizi insan olarak da seven kadının dürüstlüğünü, sahiciliğini önemseyin. Bu en az 10 yılınızı alır. Kadını, anne değilse “yarım insan” sayan zihniyet ne diyorsa, bilin ki aksi doğrudur!
Bir kadının sevgisini, aşkını edinemeden yaşlanırsanız, hayatınız boşa yaşanmış olacaktır. O sinirli, huysuz, çekilmez ihtiyarların neden bu halde olduklarını düşünün. O yalaka, iktidar düşkünü, alçak, hırsız, yalancı politikacılara bakın; sevme ve sevilme ümidini yitirenlerdir onlar.. Ne kadar aşağılık olabiliyorlar.. Hepimiz belirli koşullanmalarla, saçma sapan tabularla büyütüldük; aşmak çaba ister… Bilginin eyleme dönüşmesi zaman alır; bilginin duygusal doğru tepkilere dönüşmesi çok daha uzun zamanı gerektirir.
Bu denli çok cinsel suç işlenmesi, bu toplumun “sapık” cinsellik dünyasından kaynaklanır.
Yineliyorum; “hap” doğrular yok.. İyi film ve romanlar ve samimiyetle kafa yormak gerekli..
kasımpatı
selamlar,
KKTC’ de, İletişim Fakültesin de hocalık yapan, Doç. Dr. Atila Türk’ü tanırmısınız?
KKTC’ de bulunduğum bir dönem kendisiyle tanışma fırsatı bulmuştum.Yıllar oldu görüşemedik, tekrar adaya gittiğim de görüşmek isterim. Çok renkli ve insan canlısı bir kişilik. Fakat hiç Aydınlık geçmişi olduğunu bilmiyordum.
Geçenler de Facebook tan ne yapıyor ne ediyor diye baktığım da, eski Aydınlıkçılar dan Sn. Akın Evren in yorumunu gördüm.
Siz tanır mıydınız, tanıyorsanız nasıl dı? Sizin fikirlerinizi merak ediyorum
böyle kıyaslamalar pek anlamlı değildir. Tercih de yanlıştır. Ben hiçbir politikacıyı diğerine tercih etmem.
Anonim
12 Eylül öncesi ve zamanında genç kadınlara cezaevlerinde tecavüz edildiği iddiası ne kadar doğrudur? Yani bir insan olarak bunlara inanmak istemiyorum ancak bunlar doğru mudur?
her dönem bu tür olaylar olmuştur. Genellikle taciz olayları. Tecavüz de var elbette.
Anonim
Kadınlarla değil, erkeklerle uğraşsak
Oral Çalışlar
07 Haziran 2016
İki haberi birbiriyle karşılaştırarak değerlendirmek istiyorum. Haberin birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait: “Anneliği reddeden kadın yarımdır.” Konuşmanın devam şöyle: “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden kadın, kadınlığını inkar ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir yarımdır.” Diğeri ise, eşlerini döven milli futbolculara ait: “Önce İbrahim Toraman, şimdi de Burak Yılmaz. Her iki ünlü futbolcunun da eşleri, şiddet gördüklerini ileri sürerek uzaklaştırma kararı aldı.” Konuyu tartışan yazarlar şunları söylediler: “Futbol, küfür ve şiddet, maalesef hep yan yana anılan kelimeler. Yakında daha çok şiddet haberi duyacağız futbolcu eşlerinden.” İki haberi birlikte okuyunca gösterdiğim tepki şu oldu: Kadınlarla uğraşmayı bıraksak da erkeklerle uğraşsak.
Kadının çalışması
Kadınların çalışması, erkek dünyasında her zaman tartışma konusu. Dindar çevreler, oldu bitti, kadının çalışmasıyla birlikte, “düzenin bozulacağı” kaygısındadır. Toplumun ahlakının çökeceği, aile düzeninin yıkılacağı korkusu dillendirilir. Bu zihniyetin arkasında dinden çok, “erkek egemen kültür”ün izleri vardır. Kadın, çalıştığı zaman, evden dışarı çıkar ve toplumsal yaşama katılır. Düzenli bir gelir elde edip erkeğin ekonomik ve sosyal baskısından kendini koruyacak adımlar atabilir. Kadın, çalışma hayatında da değişik baskılara göğüs gerer.
Baba da çocuğuna bakmalı
Neden çocuklara ille de annenin bakması gerekiyor? Baba da çocuğuna bakmalı ve sorumluluk üstlenmeli. Baba için de şunu söyleyebiliriz; “Çocuğuna bakmayı reddeden baba, yarım babadır…” Siyasetçinin görevi, kadınları hizaya sokmak değil, erkek egemen düzeni değiştirmeye kafa yormaktır. Eve kapatılmış kadınların çoğunlukta olduğu ülkelerde demokrasiyi ve eşitliği sağlamak mümkün değildir. Ülkemizdeki taşınmaz malların ezici bir bölümü, erkeklere ait. Bu kadar dengesiz bir düzenden ne adalet, ne de kalkınma sağlanabilir. Temel toplumsal sorunumuz; kadınların iş bulup çalışmaları değil, çalışamamaları; düşük ücret almaları, sürekli erkekler tarafından taciz edilmeleri ve şiddete uğramaları, hayatlarını yitirmeleridir. Gelişmiş ülke olabilmenin önemli ölçülerinden birisi, kadının hayata katılabilmesidir. http://www.posta.com.tr/turkiye/YazarHaberDetay/Kadinlarla-degil–erkeklerle-ugrassak.htm?ArticleID=346883
Anonim
Oral Çalışlar yazısında önemli bir noktaya değinmiş. Bazı insanlarda aile düzeninin, ahlakın çökeceği korkusu var ve bu korkunun anlaşılır sebepleri yok mu? (İkiyüzlü siyasetçilerin bunu kullanması ayrı sorun)
Bu insanların yaşadığı koşullarla ilgili aslında, kadın veya erkek olmakla ilgisi yok. Nasıl ki bazı erkeklerdeki şiddet, küfür vs “erkeklik”ten kaynaklanmıyorsa bazı kadınların ilişkilerindeki yozlaşma da kadınlıktan kaynaklanmıyor
Anonim
1084: Ruh hastası değilsiniz. Ama kendinizi kontrol etmesini öğrenmelisiniz:
Gökhan G., “feribotta gördüğü mini etekli bir kadından tahrik olarak mastürbasyon yaptığını”, söyledi.
Muğla’dan geçen 25 Mayıs günü İstanbul’a giden yolcu otobüsü feribotla Yalova’dan Eskihisar’a geçerken,otobüste görevli muavin Gökhan G. uyuyan bir kadın yolcuya cinsel saldırıda bulundu. Gökhan G.koridorda mastürbasyon yaparken, sıvılar 34-35 numaralı koltuklara uzanarak yatan üniversite öğrencisi 20 yaşındaki C.D.D.’nin üzerine geldi. C.D.D. yüzüne ve üstüne gelen sıvılarla irkilirken, muavin elindeki pet şişeyi göstererek su döküldüğünü iddia etti. Otobüs yolculardan kadın avukatın devreye girerek C.D.D.’ye yardımcı olmasıyla jandarmaya haber verildi.
ÖNCE BIRAKILIP SONRA TUTUKLANDI
Jandarma, feribot iskeleye yanaştığında genç kızın üzerindeki ve koltuktaki sıvılardan örnekler aldı. Gözaltına alınan muavinden de DNA karşılaştırması yapılması için kan örneği alındı. Sperm ve kan örnekleri İstanbul Polis Kriminal Laboratuavrı’na gönderildi. Adliyeye sevk edilen Gökhan G. su döküldüğünü iddia edip serbest bırakılınca 2 gün sonra Gebze Cumhuriyet Savcılığı, serbest bırakılmasına itiraz etti.
AKIL ALMAZ SAVUNMA: MİNİ ETEKTEN TAHRİK OLDUM
Yeniden gözaltına salınan Gökhan G. tutuklandığı Gebze 2’nci Sulh Ceza Hakimliği’ndeki ifadesinde suçunu kabul ederek, feribotta mini etekli bir kadını görünce tahrik olduğunu, kemerini çözmeden, fermuarını açıp kadını düşünerek mastürbasyon yaptığını söyledi. Gökhan G. otobüsteki üniversite öğrencisinin üzerinde tişört ve pantolon olduğunu, genç kıza bakmadığını, spermlerinin genç kızın yüzüne ve boynuna geldiğini, hızlı bir şekilde fermuarını çektiğini, genç kızın üstüne gelen spermlerle uyandığını ifade etti.
Gebze Cumhuriyet Savcısı Serkan Noğay, tutuklu sanık Gökhan G. hakkında, cinsel saldırı suçlamasıyla 12 yıla, ‘hayasızca hareket’ suçlamasıyla da 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırladı. Gökhan G.’nin yargılanmasına Gebze 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’ne önümüzdeki günlerde başlanacak.
Müzik dinlemekten hoşlanır mısınız?
Bir enstrüman çalabiliyor musunuz?
Nota okuyabiliyor musunuz?
Hangi tür müziklerden hoşlanırsınız? Genel bir soru olmasına rağmen, hoşunuza giden (yerli-yabancı) müzisyenlerden ve eserlerinden birkaçının isimlerini karışık da olsa bizlerle paylaşır mısınız?
1090’daki kıyaslama aslında doğru. Bu iki diktatörlük arasındaki benzerliği şöyle ifade etmeye sanırım Zileli’nin itirazı olmaz;
“Tayyibist diktatörlüğün bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da terörist, Paralelci, Gezici diyor.”
“Kemalist diktatörlüğün bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da İngiliz ajanı diyor.” (Altan Tan’ın İskilipli Atıf Hoca’yı savunduğu meclis konuşmasından)
Sporun içinde şimdilik “futbol”la sınırlı tutacağım.
Futbola bakışınız nedir? Vücudunuz gençken oynadınız mı? Müsabakaları geçmişte ve şimdi takip ediyor musunuz?
“Futbolun endüstriyel kapitalistleşmesi” hakkında görüşleriniz var mı?
Futbolun, grupçuluğu, hizipçiliği, milliyetçiliği teşvik ettiğini düşünür müsünüz?
2016 Avrupa futbol şampiyonası başladı. Desteklediğiniz takım veya takımlar var mı?
Örneğin, eğer Türk Milli Takım’ı destekliyorsanız, bunu bu topraklarda doğup-büyüdüğünüz için mi, yoksa sadece oynanan oyunun kalitesinde göre mi karar veriyorsunuz?
Ezen takımlar/Ezilen takımlar diye ayrımlar yapar mısınız, eğer yapıyorsanız nelere dikkat çekiyorsunuz?
Anonim
Sizce Türkiye’de işçi-emekçi ve köylü sınıfları ile beyaz yakalı, öğrenci gençlik gibi şehirli üst-orta sınıfların çıkarları uzlaşmaz değilmidir?
Öyle değilse bu ikinci kesimin yaptığı Gezi isyanına birincilerin de katılması gerekmez miydi?
Hatta artık temel sınıfsal çelişkinin bu iki kesim arasında olduğunu söyleyebilirmiyiz? Zaten 12 Eylül referandumunun oy tabanlarını anlattığınız “Üç Ulus” yazınızda benzer şeyler yazmamışmıydınız?
Anonim
1101 no’lu yorumcuya:
12 Eylül referandumunun oy tabanlarını analiz etmeye çalışırken, kategorilerle izah ederken ortaya çıkan sonuçlarla; ‘ekonomi zemini üzerindeki sınıflaşma, kategorileşme’ aynı olmayabilir. Referandum döneminde (2010, yani 6 sene önce) yapılan propagandaları hatırlarsanız, referandumu savunanlar da / referanduma karşı çıkanlar da; daha çok siyasi ve hukuki malzemeler kullandı, ‘ekonomi’ konusu neredeyse hiç gündeme gelmedi, getirilmedi.
‘2013 Gezi isyanı’nı başlatan ve gündemde tutabilen asıl sınıf ise, sizin de belirttiğiniz gibi, üst-orta sınıfa dahil, beyaz yakalı, öğrenci-gençlik hareketleri idi. Ve bunların hepsi de ‘sol damar’dan besleniyor değildi.
Çok çeşitli sosyal & ekonomik katmanların, kitlelerin girift hâlde yaşadığı Türkiye gibi toplumlarda; ‘geçişkenlik’ hızlıdır, görece kolaydır, üst-orta-alt statülere geçişler kaygandır; kalıplaşmış değildir, oturaklı değildir, ‘değişmez’ değildir.
Türkiye’de, işçi-emekçi ve köylü sınıflar diye tabir ettiğiniz kesimlerin çok büyük çoğunluğunun ‘günlük koşuşturmalarına, hayattaki amaçlarına’ dikkatle bakarsanız, kendilerinin maddi (ekonomik) yönden durumları kötü/orta/iyi de olsa, çocuklarını; ‘üst sınıflara’ yükselmesi için, köyden, ilçeden, ‘doğu’dan uzaklaşıp ‘batı’ya göç etmeleri için (coğrafi olarak mümkün olmasa da ‘zihinsel’ olarak), ‘batı’daki yaşam şekilleriyle yoğrulmaları için, beyaz yaka mesleklerde uzmanlaşmaları için teşvik ederler. İşçi-emekçi ve köylü sınıflar diye tabir ettiğiniz kesimlerin büyük çoğunluğunda durum budur.
Ve hattâ, eskiden olduğu gibi, ‘evladım, sen git, yüksek tahsil gör, ‘batı’ zihniyeti ile yetiş, onların ilmini, ekonomik kalkınmasını iyi belle, sonra geri dön köyüne/ilçene/şehrine, tecrübelerini buralarda da uygula, bizler de kalkınalım’ diskuru bugün pek dillendirilmiyor.
Bugün:
Şehirlerden, ‘metropol yoğunluğu’ndan bunalıp, ‘köye tatil yapmaya, kafa dinlemeye, doğal yoğurt & doğal tereyağı yemeye giden beyaz yakalılar’ da samimi değil,
‘Köyün sıkışmışlığından, köyün tek-tipli yapısından bunalıp, şehirlere, metropollere (sözde) özgürleşmek için göç etmeye uğraşan insanlar’ da samimi değil.
Peki; 40-50-60 yıl önce samimiler miydi? Tartışılır.
Bahsettiğiniz uzlaşmazlık elbette var. Ama, artık, eskisi gibi, ‘keskin’, ‘kalın çizgilerle sınırları belli’ değil.
Bugün:
Beyaz yakalı, öğrenci-gençlik gibi şehirli üst-orta sınıfların beklentileri, ‘ekonomik yönden daha da fakirleşmemek’. Çünkü, bugün, ‘gelir dağılımı adaletsizliği’ denen şey, en çok bu sınıfı vuruyor.
İşçi-emekçi ve köylü sınıfların da beklentileri, yine, ‘ekonomik yönden (görece) daha da rahatlamak’. ‘Sosyal & siyasi & geleneksel’ yapılar, günlük yaşamlarında, eskiden olduğu gibi %100 belirleyici değil. Çanak antenli, uydu alıcılı, geniş ekran televizyonlar bu sınıfların evlerinde de çoğalıyor. İnternet, GSM şebekeleri, akıllı cep telefonları, tablet bilgisayarlar bu sınıfların evlerinde de çoğalıyor. Henüz, ‘facebook’a girip, ‘twitter’a girip, ‘sanal savaşlara’, ‘trollükler’e başlamadılar. Yavaş yavaş bu sınıflar da girecek ve alışacak…
Anonim
Aydınlık’tan koptuktan sonra da, Perinçeke bağlı kalan arkadaşlarınla halen iletişim halinde oldukların var mı? Ayrıca, 30’a yakın yıl sonra bile, Aydınlık içinde hala en ufak bir çatlak sese karşı örnek gösteriliyorsun. Emcet Olcaytu’ya kaç kere “Gün’ün yanına git” dendiğini görmüştüm ki, cenazesinin kalktığı saate de PM toplantısı konarak katılım engellenmeye çalışılmıştı Perinçek’çe.
Grover Furr ün son roportajını okudunuz muı?Okuduysanız katılıdğınız yada karşıt olduklarınızı bir yazı ile paylaşır mısınız..Karşılaştırmalı tekrar okuma fırsatı bulabilirz belki sayenizde..
röportajı okumadım, fakat kitabını okudum. Bu konuda iki yazı yazacağım. Röportajın linkini yollar mısınız?
Anonim
AKP’liler için kullanılan “Ak İt” ifadesi doğru mudur veya hakarete girer mi sizce?
MHP’li vekil Sinan Oğan’ın 60 “AK it” sözüne dava açılmış;
AK Parti Grup Başkanvekili Ahmet Aydın, herkesin sorumlu bir siyaset yapması, seviyeyi muhafaza etmesi gerektiğini belirterek, MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın Twitter’dan paylaştığı “60 ak it bana saldırdı” yazısının çok sorumsuz ve tahrik edici olduğunu söyledi. Aydın, “Hukukçu arkadaşlarımız konuyla ilgili gerekli değerlendirmeyi yapıyor. AK Partili milletvekilleri, o tweet’i atan Oğan hakkında bireysel olarak manevi tazminat davası açabilirler” diye konuştu. AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ ise “Kendisine avukatım aracılığıyla maddi manevi tazminat davası açıyorum. Bir milletvekili bir başka milletvekillerine ‘ak it’ diye hitap edemez” diyerek Oğan hakkında dava açacağını belirtti. http://www.hurriyet.com.tr/60-ak-it-sozune-dava-26950982
köpeklerin aşağılanmasını doğru bulmuyorum. Birçok köpek arkadaşla birlikte yaşıyorum. Onlar, insanlardan çok daha anlayışlı.
Anonim
1102’deki konuya değinen bir yazıdan;
**
Üniversitelerde okuyan gençlerin içinden, binde biri bile mezun olup hayata atıldığında kendi işini kurmak, müteşebbis olmak istemiyor. Herkes devlet memuru veya özel kuruluşlarda maaşlı çalışan olmak istiyor. Bu durum, Türkiyenin geleceği için büyük bir tehdit ve tehlikedir. Yeterli miktarda gencimiz kendi işini kurmalıdır. Parası sermayesi yoksa diyeceksiniz. Son derece başarılı, ahlaklı, faziletli, iş bilen, iş beceren, muvaffak olmak için canını dişine tırnağına takan bir gence sermaye verecek elbette çıkar… Böyle gençler, ellerine para ve sermaye geçince lüks araba, lüks mesken, lüks telefon almazlar, lüks hayat sürmezler, lüks yemekler yemezler, yedi yıldızlı otellerde kalmazlar; deliler gibi üretmeye, helalinden kazanmaya çalışırlar. Böyle gençler yetiştiren liselerimiz, üniversitelerimiz nerededir? http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Tcizler_Tecvuzler/29876
Anonim
THKP-C/MLSPB örgütü 12 Eylül öncesi adı bilinen bir örgüt müydü?
Tabii ki. Birçok silahlı eylemi vardır. Önderlerinden bazıları çözüldü ve itirafçı oldu.
Anonim
1102’de denildiği üzere bu sınıflar arasında geçişkenlikler olmasına rağmen Gezi’de olduğu gibi bu “İki Ulus” arasındaki gerginlik zaman zaman alevlenebilir. Son Alperen Ocakları/LGBT çatışması bunun bir göstergesi olabilir.
Anonim
THKP-C/MLSPB örgütünün silahlı mücadele konusunda sistemin en dikine giden örgüt olduğu söylenliyor. Doğru mudur?
şehir gerillası eylemleri yapıyorlardı. Daha çok faşistlere misilleme olarak kahve tarama veya banka soygunu gibi. Çabuk parladılar ve çabuk söndüler. sistemin dikine gitmek buysa eh işte…
Şemsi Özkan. Estetik ameliyatla yüzünü bile değiştirdiler. MİT’in emrine girdi. Kim bilir nerede yaşıyordur başka bir kimlikle.
Anonim
mit tarafından mlspb ye en başından yerleştirilmiş yükseltilmiş biri olma ihtimali var mı peki..Biliyorsunuz eta yada böyle yerleştirip geniş çaplı opeasyonla büyük darbe vurmuşlardı
Yok. 1970’lerde MİT henüz o kadar becerikli değildi. Örgütlere adam sokardı ama o kadar profesyonelce bir köstebek çalışmasını yürütemezdi. Şemsi Özkan açıkça korktu ve karşı tarafa iltihak etti.
Anonim
Şemsi Özkan daha sonra bu örgütün mensupları tarafından öldürülmüş.
Anonim
40 günlük dilim içerisinde Yarılma, Havariler ve Sapak adlı kitaplarınızı okudum. Emeğinize sağlık diyorum. Çok güzel bir çalışma olmuş. Keşke bitmese dediğim kitaplardan oldu bu kitaplar. Ancak dikkatimden kaçmadıysa hiç Harun Karadeniz adının geçmemesi beni şaşırttı. O dönem bilinen bir sima değil miydi kendisi?
Teşekkürler. Harun Karadeniz’i tanırdım ama hiç karşılaşmadım. O İstanbul’da ben Ankara’daydım. Gençlik hareketinin başlangıcında rolü vardı elbette İTÜ Öğrenci Deerneği Başkanı olarak ama MDD hareketinin yükselişiyle birlikte biraz kenarda kaldı. Çok iyi bir arkadaş olduğunu biliyorum. Fakat anılarımda sözünü edeceğim bir olayda yer almadığı için sözü geçmemesi pek de anormal değil. Çünkü gördüğünüz gibi bu anılar, tamamen benim bakış açımdan yazıldı. Erken yaşta da kanserden öldü ne yazık ki. Adı geçmeyen başka önemli arkadaşlar da olmuştur muhakkak. Bu vesileyle kendisini bir kez daha anmış olduk. Sevgiler.
Aşağıdaki haber doğruysa bu tür olayları özgürlük kapsamında görürmüsünüz? Bu yaşta bir erkek çocuğun psikolojisi bozulmamışsa ve rahatsız olmuyorsa, ki öyle görünüyor, bu kadınla yakınlığı özel hayatın gizliliğine girer mi?
Orlando’da bir merkezde karate eğitmeni olarak çalışan Stephannie Figueroa isimli kadın, 11 yaşındaki öğrencisine çıplak fotoğraflarını mesaj olarak gönderdi.
Orlando Sentinel’in haberine göre, bu iğrenç olayı 11 yaşındaki çocuğun annesi ortaya çıkardı. Oğlunun devamlı telefonuyla uğraşması üzerine telefonu kontrol eden anne, gördükleri karşısında şoka girdi. 11 yaşındaki çocuğun telefonundaki fotoğraf galerisinde karate öğretmeninin onlarca çıplak fotoğrafı vardı.
Anne bunun üzerine hemen polis başvurdu ve karate öğretmeninden şikayetçi oldu. Polis 11 yaşındaki çocuğun, “Benimle seks yapmak istiyordu. Devamlı çıplak fotoğraflarını gönderiyordu. Flört ediyorduk” ifadeleri üzerine Figueroa’yı tutukladı.
Figueroa’nın çalıştığı spor kulübü ise iddiaları yalanladı. Mahkeme süreci devam ediyor… http://www.hurriyet.com.tr/11-yasindaki-ogrencisine-ciplak-fotograflarini-gonderdi-40121403
zor bir soru. İstismar var mı yok mu ona bakmak lazım. Ben bu konularda fazla müdahaleci ve ahlakçı davranışları doğru bulmam.
Nezahat
Gün bey selamlar,Yusuf Kupelinin 11 nisan 2013 persembe günü “İstanbul indymedia” adlı bağımsız basın merkezinde bulunan Mahir Çayan ile ilgili tahlilinde Mahir Çayan’in kişiliğine dair yapılan eleştirileri haksız ve yersiz bulunmaktayım.Acikcasi bir o kadar da saskinim.Sizinde Mahir ile tanismisliginiz oldugunu animsamaktayim.bu ‘igrenc’ ithamlar hakkındaki dusunceleriniz merak etmekte acikcasi tabiri caizse yalanlamanizi arzularim.Sevgiler (http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/yusuf-küpeli-nin-mahir-cayan-tahlili )
Çok esaslı bir arkadaştı. Babası Adnan Cemgil’le TİP’in çıkardığı Emekçi gazetesinde birlikte çalıştım. Ustam sayılır. O zaman da (1964) partiye gelir, gazetelerin postalanmasına yardımcı olurdu. Şirin Cemgil de arkadaşımdı.
Ben, yalanlayacak kadar içlerinde değildim. Her şeyin içyüzünü Bingöl Erdumlu daha iyi bilmektedir. Bu yılın sonlarına doğru bir kitabı çıkacak. Bingöl’ün dürüstlüğüne ve objektifliğine güvenirim. Oradan okumak gerek.
Anonim
Kitaplarınızda Harun Karadeniz adının geçmemesini anormal değil sadece şaşırtıcı buldum. Ne yazık ki ben sizi aynı şehirde okuyorsunuz sanmıştım. Şaşkınlığım ondan kaynaklandı. Bununla birlikte onun çizgisine dair bilgi almak istiyoum sizden. İlk başta baya etkili bir figür iken daha sonra sanıyorsam hafif bir geride kalma problemi yaşıyor. Hatta dışlanma mı desem bilemiyorum. O dönemden birkaç kişinin anlatımlarından bunu çıkardım. Silahlı mücadeleye karşı pek olumlu da yaklaşmıyor galiba. Onun çizgisi hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bade
Gün bey selamlar,Mahirin teorisyenligi daha ön planda olduğu için Deniz gezmiş gibi silahlanmanın gerekliligini savunan devrimcilerin ‘karizmasinin golgesi’ altında(bu tabiri açıkçası pek uygun bulmuyorum) kaldığini dusunmekteyim.Sizcede 68 kuşağında haddinden fazla sayıda ‘karizma gölgesi’ sorunu hakim değil mi?
çok sübjektif, tabii acımasız olduğu da söylenebilir. Ama söylediklerinde bazı gerçek noktalar da yok değil. O dönem bu işlerin yakından içinde olan tanıklıkları gerekir sübjektif olanla objektif alanları ayırmak için.
Bade
Açıkçası bende sizinle aynı kaanatteyim.su zamanlarda 68 kuşağına sahiplenmeden çok malesefki bir ‘istismar’ söz konusu.Hatta bu istismarlar kimi zaman bir yarışa dönüştürülebiliyor.68 kuşağından geriye kalanlar;aileleri,akrabalari haklı olarak ister istemez medyatik bir konumda olmasak dahi (mesela şahsım çok alakasız olarak öğrenci) bize karşı mesafeli ler.’geriye kalanlara’ malesefki sahip çıkılmamis daha doğrusu cikmamisiz.sizin bu geriye kalanlar diye nitelendirilen kişilerle ( Hüseyin cevahirin ailesi yahut sabo kurtun akrabaları vs) gorusmuslugunuz\konusmuslugunuz var mıdır?
Anonim
Peki size göre en bariz gerçek nedir orada?
Nezahat
Gün bey,oncelikle geri dönüş yaptığınız için teşekkürler.Bu yazıyı( Yusuf kupelinin Mahir Cayana yönelik içindekileri’kusmusluk’ durumuda pek tabii denilebilir)okuduğum günden beri zihnimde tasvir etitigim Mahirin ‘ belirsizlik’ hali süratle artmakta.Kupelinin bu acımasız yorumları dillendirmesi dahasi yazıya dökmesi gerçekten içler acısı bir durum.Kendisine bu yazıyi neye dayanarak yazdığını,ne kadar objektifligini koruduğuna dair mailde attım tahmin edersiniz ki geri dönüş olmadı.Zannimca aydınlatılması gereken bir durum söz konusu.Sayin Bingöl Erdumlu ile iletişime geçmeye kalkışmak gerekiyormuş gibi hissediyorum.Umarim Erdumlunun çıkarmış olduğu kitap benim icin yol gösterici olur.
Sanırım sizin için aydınlatıcı olacaktır. Bingöl’ün de çok net eleştirileri vardır ama bunu Yusuf gibi kişisel bir kan davası haline getirmeden yapar. kendisiyle bağlantı kurarsanız görüşebilirsiniz diye tahmin ediyorum. Facebook’tan ulaşabilirsiniz.
Benim söyleyebileceğim şudur: Mahir, açıkça çıkışsız bir yöne soktu hareketi ve arkadaşlarını da peşinden sürükledi. Büyük bir hareketin kısa sürede ezilmesine yol açtı. Öte yandan, bence, Yusuf’lar gidişattan ürküntüye kapıldılar ve bu sefer zıddına dönüşerek teslimiyetçi bir çizgi izlediler. Onların takipçisi olduğunu söyleyen örgütler ise, 1970’lerde Mahir’in silahlı mücadele çizgisinin çıkmazını görerek daha kitlesel bir yol izlediler ve geleneği eleştirmek de işlerine gelmedi.
Gun abi,Ali Taylan Cemgili tarafından derlenen ayrıntı yayınlarından çıkan Şirin Cemgilin Sinan Cemgili ve tabiki 68 kuşağı donemi anlattığı Sinança kitabını okudunuz mu yahut okumayı dusunuyomusunuz? Çok alakasız olacak lakin sizinde bildiğiniz gibi Sinan ve Şirin cemgili çifti Taylan Özgurun acı katledilisi üzerine oğullarına bu ismi koymayı layik gormuslerdi.size sorum şu eğer bir oğlunuz olsaydı sizde 68 kuşağından bir isim koymayı dusunurmuydunuz?
Şirin Cemgil arkadaşımdı, kitabında da 4 yerde benden söz ediyor, olumlu bir şekilde. Okuduğumda gururlandım. Dolayısıyla kitabı okuduğumu da söylemiş olayım. isim konusunda biraz ikircikliyim. İsimler üzerinden bir kült yaratılması bana pek doğru gelmiyor. Bir oğlum olsa, şimdiki aklımla bunun seçimine annesine bırakırdım.
Nezahat
Benim için mühim olan objektifliğin korunmasi,bu olaylar silsilesinin ‘ kan davasi’ durumuna devsirilmiden aktarılmasıdır.Zihnimde tasvirlesmis olan ‘ mahirin’ ne uçan kanatları vardır ne de kan ağlayan gözleri. dediğim gibi amacım sadece bu ‘belirsizlik’ halinden kurtulmak.Sayin Erdumlu ile iletisime geçmem bir nebze de olsa bu flu durumdan kurtulmama yardimci olacaktır.Bir başka soru işareti ise yanılmıyorsam 27 temmuz 2014 tarihindeki Mahir Çayan adlı yazınizda Mahirin en büyük hatasinin , örgütünün mensubu yüzbaşı İlyas Aydın’ın ölümüne yol açan mesnetsiz bir açıklamada bulunmuş olması ve elromun öldürülmesi suçunu, yakalanmamış bir arkadaşa atmayı tek çare olarak gördüğünu. Ve bunun, devrimcilerin zaman zaman başvurdukları bir çare olarak yorumlamisiniz.peki böylesi güç bir durumda siz Gün olarak nasıl bir tavır sergilerdiniz yahut Mahirin nasıl davranmasını ister/ doğru bulurdunuz? ( Bu arada Bingöl Erdumlu ile ilgili verdiğiniz bilgiler için teşekkür borç bildiğimi belirtmek isterim)
Anonim
Abi Ulas Bardakci ile Mahir Cayan’in mahkeme videosunu izlediginde seninde tüylerin urperiyor ve yüreğin sıkışıyor mu?ömründe birbirine bu kadar güzel bakan iki insan gormedim
Anonim
Nerde o 68 kuşağındaki iki yoldaşın birbirine bakışı,asklarin masumluğu??
bu konularda şöyle yapardım demek kafgadan atmak olur. O sıradaki atmosfer önemlidir. Burada bireyin rolü çok aza iner. Yine de vicdanlı bireyler böyle anlarda bile .bazı örnek davranışlar ortaya koyabilir. Örneğin. bildiğim kadarıyla Oktay Etiman, Elrom’un öldürülmesine karşı çıkmış.
Nezahat
Bende tam olarak o zamanki olağanüstü atmosferden bahsediyorum.Belki sizin o durumda nasil bir tepki vereceğiniz sorusu Mahirin o güç durumdaki halini biraz basite indirgemek olur.Lakin Cayan’in en büyük hatasının bu olduğunu dillendirdiginize göre bu işin size göre bir dogrusu olmalıdır diye dusundum.lakin bu tur durumlarda bireyin ‘vicdanlı’ yahut ‘akılcı ‘yaklaşımından çok tam olarak ‘o’ anda yapacağı iyi tahlillerin ornek bir davranış olarak algilanacagini düşünmekteyim.Yani o sırada Elromu öldüren/ler in daha vicdanlı ya da daha vicdansız olarak nitelendirmek zannimca pek doğru değil.Birde o zamanlarda devrimciler arasinda yakalanmamış bir arkadaşa ‘sucu’ atmak diye bir tabir var.sizcede bu çok riskli ve sorumluluk gerektiren,agir sonuçların çıkabileceği bir yöntem değil mi?kabaca kendi canını yoldasina tercih etmek?bu insanlar akibetininn vahim olabileceği ihtimalini dusunmekten pek tabiki aciz değiller sadece çok zor altında sinanmislar.
Anonim
Abi son paramla senin Çanlar kitabını aldım.Havariler obur haftaya kaldi onuda aldığım zaman bizim burada muhittin dağı var birkaç arkadaş oraya gitmeyi dusunuyoruz.orda paso senin kitapları okuyacakmisim gibi gözüküyor.kitaplari bitirdiğimde konuk yazar olarak katılmayı hak etmiş olurum bence:)
Diğer arkadaşlara “vicdansız” demiş değilim, öyle anlaşıldıysa düzeltirim. “Suç atmak” ise karmaşık bir olaydır. Ağır işkence altında, “nasıl olsa yakalanmadı” diyerek bu tür yollara başvurulmuştur. Suçlamak kolaydır ama o insanın içinde bulunduğu koşulları da dikkate almak gerekir. Velhasıl bu konularda kolaycı yargılar doğru olmaz. İşkenceye dayanmak, bu konuda deneyi olmayanların sandığından çok daha zor bir şeydir. Dönemi anlamaya çalışmak en iyisi.
Nezahat
Oyle bir şey ima etmeyecek kadar sizi tanıdığını düşünüyor yahut zannediyorum.sadece verdiğiniz cevabın biraz açık uclu olduğunu ve başka manalar çıkarılabileceği düşüncesiyle kendi fikrimi belirtme ve sizin tarafınızdan teyit edilme ihtiyaci içerisine girdim.Daha önce belirttim mi tam olarak animsayamiyorum lakin bence 68 kuşaği incelenirken eylemin yapılma aşaması,eylemler gerçekleştikten sonraki akıbetleri ve sonraki nesillerin çıkaracağı dersler pek tabii önemlidir fakat ben bu etkenlerden çok eylemi yapanlarin ‘o’ andaki duygu değişimlerini yani o kişiyi bu eylemi yapmaya iten temel duygu,z zorunluluk yahut ‘borcluluk’ hissinin doğru analiz edilmesinin daha önemli olduğunu düşünmekteyim.Ufak bir örnekle ustunkoru biçimde anlatmak gerekirse birçok kişi Kızıldere olayında Mahirin kendisini ve arkadaşlarını intihara sürüklediğini ‘ve bariz bir başarısızlığın soz konusu olduğunu dusunmekte.Ben bu fikrin doğru ya da yanlisligiından çok eksik olduğunu dusunmekteyim, ‘sahsin içinde bulunduğu kısır donguyu’ anlamaya çalısmadiklarinj/calismak istemediklerini dusunmekteyim..sizcede bu kuşaktaki birçok değer sadece oldu bittilerle yargılanmiyor mu??
Anonim
Oktay etiman ile şahsen gorusmeye imkanımız var mı yani kendisi bu teklife ılımlı yaklaşır mi???
Anonim
Hic ask acısı cektinizmi???
Anonim
Henüz lider kadrosunun yok edilmedi dönem içerisinde değerlendirmek gerekirse devrimci gençlik içersinde THKP-C kanadı mı daha geniş yer kaplıyordu yoksa THKO mu?
bu konudaki en iyi değerlendirmeleri Ergun aydınoğlu yapmıştır. Onun sol tarihi üzerine kitaplarını tavsiye ederim.
bade
İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Cayan teorisyenlikleri ile diğer 68 kusagına kıyasla daha farklı konumdalar.Fakat sizinde bildiğiniz gibi bu teoriler üzerine tartısma,fikir yurutme kısmi bayagı bir eksik kalmış,bırakılmış.Teorisyen olma fikri bundan sonraki zaman diliminde arka plana atılmış,daha cok silahlı mücadele tercih edilmiş.Eger Mahir ve İbonun teorileri daha cok ele alınsaydı hatta onların yanlıslıgı-dogrulugunun tartısılmasının akabinde eklemeler yapılabilinseydi 68 kusagından devralınan mesale cok daha yukseklere tasınamazmıydı???
Anonim
Türkiye halklarının kadınlarının türkiye solundaki konumu hakkında ne düsünüyorsunuz????
Marksist-Leninist teoriyi bütün dogmatik tekrarlarıyla birlikte hepimizden iyi okumuşlardı. Fakat böylesi bir teorisyenliğin büyük handikapları da vardı. O güne kadar olan dogmaları sorgulamdılar. Biri (Mahir) Latin Amerika versiyonuna, diğer (İbrahim) Mao versiyonuna yöneldi. Bu versiyonların izin verdiği ölçüde dogmaları eleştirdiler ama kendileri de oldukça dogmatik bir yönelimdeydi. Bu onara bağlı bir şey değildi. Dünya solundaki gelişmeler henüz Tr’ye yansımamıştı. Silahlı mücadele yönelimleri de oldukça dogmatikti.
Anonim
aşk acısı çektim demişsiniz. otobiyografilerinizde bahsettiniz mi bundan? hangi kitap?
Cumhuriyet gazetesinin arşivinde 15 Nisan 1996 tarihindeki basımında daha önce hiç bir yerde duymadıgım bir isim – sevgi yener- zikredildiğini fark ettim. Ve açıkçası mevzu bahis olan bu olayı daha önce hiçbir yerde görmemiştim. Sizin bir bilginiz var mı?? Linkine paylaşmaya calısıyım http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1996/4/15/12.xhtml
Anonim
Ayrıca sevgi yener ismi yanılmıyorsam Turhan feyizoğlunun Sinan kitabının son sayfalarında kitaba katkısı bulunanlar kısmında da zikrediliyor. Acaba bu sadece bir isim benzerliği mi yoksa bu intihar olayı şehir efsanesi mi??
Peki sizin Mahir ile cok samimi olmadığınızı düsünerek bu bir hayli kisisel olay sizin kulagınıza yahut mahirin yakın cevresindekiler haricinde etrafa nasıl yayılmış??
Ben de yıllar sonra Turan Feyizoğlu’nun Mahir kitabından okudum.
Anonim
Mahir ‘onların hikayesi’ isimli kitabından mı?acıkcası uzun zamandır ulaşmaya calıstıgım kitap basımı durdurulmuş ve ‘piyasada’ bulmak neredeyse imkansız.Bilgilendirme icinde tesekkürler
bade
İbo ve mahirin teorilerinin dogmatikliğini haklı olarak dünyadaki gelişmelerin türkiyeye pek yansımayışına bağlamışsınız.Peki bu gelişmeler türkiyeye yeteri kadar yansısaydı bu dogmatik teori ve silahlı mücadeleye ne denli etki ederdi? yani tabiri caizse teorilere ve silahlı mücadeleye çekidüzen verilirmiydi?
Anonim
Amin Maalouf’un kitaplarını okur musunuz?eger okursanız kayda değer bulduğunuz bir kitabı var mı?
Anonim
gün abi şu birkaç gündür bazı gazetelerin arşivlerinde turluyordum.6 eylül 2013 tarihinde sabah gazetesinde sizin hakkınızda ileri geri konuşan kendisine gazeteci ithamını yakıştıran çapsızın tekine denk geldim.Açıkcası bu malum kişi sizin tozunuzu dumanınızı tatmayı pek haketmiş.
Anonim
THKP-C’nin THKO’ya göre daha teşkilatlı olmasının sebebi ya da yöntemi neydi? THKO sanırsam öğrenciler arasında örgütlenirken THKP-C; subaylar, işçiler, kırsal kesimin köylüleri, öğrenciler vs arasında örgütlenme başarısını nasıl sağladı sizce? Bu sadece ve sadece örgüt liderlerinin örgütçülük başarısı ile mi alakalıydı?
Ben THKP-C daha teşkilatlıydı diye bir şey demedim. Her ikisi de derme çatma örgütlenmelerdi. Fark şudur: THKP-c daha geniş tabanlı bir öncel harekete, Dev-Genç’e dayanıyordu ve bu hareket gençlik mücadelesinin boyutlarını da aşıp köylere, kasabalara yayılmıştı. Aslında THKP-c adlı örgüt, bu geniş tabanı harcayan, dağıtan, etkisiz ve pasif hale getiren örgütün adıdır. Binlerce insana dayanan bir hareketi 20 silahlı militanın emrine verir ve geri kalanları sadece bu 20 militana yataklık etmeye görevli kılarsanız olacağı budur.
tam tersine dünyadaki teoriler Tr’ye yansıdı ve sonuç bu oldu. Tr her zaman 20 yıl geriden gelir. Bize yansıyan 1940’ların teorileriydi. 1960’ların teorileri ise 1980’de yansıdı ve İbo ile Mahir tabii o döneme yetişemedi.
Anonim
Bu izahınız için teşekkür ederim. Mevzuyu gayet iyi anladım. Bir de Mahir Çayan’ın örgüt içerisindeki tek adamlığına benzer bir tek adamlık THKO’da yok galiba. Yani THKO’da bahsedebileceğimiz bir lider mi yoksa liderler mi var?
ben kaza kurşunu olduğunu düşünüyorum. O zamanki devrimciler silah konusunda çok acemiydi ve böyle epey kaza olmuştur.
Anonim
Düşündüm de, sizce de RTE dünyanın başına gelmiş en felaket diktatör olabilir mi? Türkiye’nin değil dünyanın dedim. Çünkü Suriye rezaleti bütün dünyayı felaket şekilde etkileyecek görünüyor. Savaş bitmeyecek zaten ama en kötüsü terörün ve mülteci krizinin dünyaya yayılması.
Hitler, Stalin bile bu kadarını yapamadılar bence. İkinci Dünya Savaşında en çok yıkım yaşayan ülkeler bile kısa sürede eskisi gibi olmuştu. Suriye’nin düzelmesi mümkün değil artık. Hatta o kadar olmasa bile Türkiye’nin de (PKK’yla devam eden savaşın etkileri de unutulmamalı)
Anonim
Bir soruya verdiğiniz cevapta THKP-C’nin başarısız bir örgütçülük deneyimi olduğunu söylemişsiniz. Peki ama o zaman niçin sonraki yıllarda en etkin olan örgütlerin hep öncülü THKP-C olmuştur? Yanlış anlamayın sizin görüşünüze karşı çıkmıyorum sadece bu durumu nasıl açıklıyorsunuz onu merak etmekteyim.
Örgütlenmeleri felaket kötüydü ama direnmeleri ve devlet tarafından katledilmeleri bir destan oldu ve gelecek kuşakları müthiş etkiledi. 1973’ten itibaren toplumun sola kaymasıyla sola yönelen gençler bu destana sempati duydu. Fakat unutmayalım ki, mlsp/b gibi küçük grupların dışında, thkp-c geleneğine sahip çıkan örgütler bir daha hiçbir zaman o tür bir “öncü” silahlı mücadeleye girişmediler, denemediler. Sadece destandan yararlandılar.
Gün abi selamlar, daha once bu konuyu Mustafa yalcınerlede konuşmuştum sizinde fikrinizi merak etmekteyim abi inekli koyde Sinanlar cobanı serbest bırakırken ne düşünmüştü abi ya? O kadar tecrübeye sahip insanlar nasıl olurda cobanın onları şikayet etme ihtimalini düşünmez? Ki hepimizin tahmin ettiği gibi hepsi bunun bilincindeydi. Sizcede cok iyimser bir yaklaşım değil mi??
Anonim
‘THKP-c adlı örgüt, bu geniş tabanı harcayan, dağıtan, etkisiz ve pasif hale getiren örgütün adıdır’ şeklinde yorum yapmışsınız. Sizcede biraz acımasız bir yaklaşım değil mi? Evet thkpc İn teşkilatlanma, eylemlerin gerçekleştirilmesi ve teorik anlamda eksikliklerinin oldugu acıktır. Fakat yerel halkı örgütlemede, devrim ruhunu yaşatmaya birer dinamit fitili konumundaydılar. Gelişen hareketi duvara tostlatma başarısını hangi eyleme yorumlarınız??
kasımpatı
Perinçek’ in Erdoğan için, ‘Kemalizme/Atatürk’e teslim oldular’ sözüne teorik olarak katılıyor musunuz? ve neden katılıyorsunuz/katılmıyorsunuz?
Mahirlerin, Kemalizm tahlilleriyle, Perinçek’ in son yaptığı Kemalizm tahlili örtüşüyor mu?
O örgütlenmeleri yapan thkp-c değil, Dev-Genç hareketiydi. THKP-c olduktan sonra bu örgütlenmeler terk edildi. Banka soygunları, elrom’un kaçırılması türü şehir gerilla eylemleri bu hareketi duvara toslatmıştır.
Gün abi,Sinan Cemgilin 6-7 dili bildiği Sinan hakkında yazılan bircok kitapta dillendiriliyor.özellikle italyanca ve ingilizceyi ana dili gibi bildiği belirtiliyor.henüz o zamanın türkiyesinde basılmamış sol kitapların ceviri ve tahlillerini yapıp bircok arkadaslarıyla – hatta bazı kaynaklarda neredeyse tüm ODTÜnün Hocayı dinlemeye gittiği söylenir- paylaştıgını duymuştum.Hitabeti enfes,seside pek tokmus Sinanın.Sizinde böyle arkadasları toplayıp kalkın Sinanı dinlemeye gdiyoruz dediğiniz bir gün oldumu?az biraz anlat bize be abim Cemgili
Anonim
gün abi dün tüm kitapların (ceviriler dahil) elime ulaştı.bir gün senle buluşabilsekte iki çift laf edip imza ‘töreni’ yapsak.sen su zaman suraya gel de ben kosa kosa gelirim abi.
Anonim
gün bey saygılar,68 kusagının cogunlugu seküler bir dini yaklaşıma sahipti.Peki bu ‘seküler yaklaşım’ devlet yada sağ gruplar tarafından günümüzde de oldugu gibi cogunlugunun islami anlayısı kabul ettiği yerel halka karsı ‘koz’ olarak yogun bir şekilde kullanıldı mı?yoksa suanda oldugu gibi bölücülük/dış güçlerin işi şeklinde mi etiketlendiler??
Anonim
İsmail Saymazın gazeteciliğini ve insanlıgını severiz de mi???
Anonim
gün abi aksamları televizyon basında ‘nar ayıklamaya’ devam mı?
Gün abi, dün rüyamda seni gördüm cok değişikti. Hem gençliğinizi hem de yetişkinliğinizi bir arada gördüm, ard arda 3 gün yarılma ve havarileri okuyunca böyle olsa gerek. Bir hal hatır sorayım dedim. İyisindir umarım? ‘imzagünü’ felan var mı hesapta?
dogu anadoluda yasanan sürecte duyarsızlıklarıyla vurdumduymazlar takımına adını altın harflerle yazan batının samimiyetsizliğine kürtler katlanmak zorunda mı?edi bese demenin tam sırası değilmi?eger kürt halkı daha rahat ve huzur içerisinde yaşayabilecekse neden türkiyeden ayrılmaları halen hainlik olarak nitelendiriliyor?hırsızlık,dolandırıcılık,insanları göz göre göre ölüme sürmek asıl hainlik -bu ithamı sevmiyorum ama illa birileri bu şekilde nitelendirilecekse zannımca bu şekilde kullanmak daha uygun-değilmidir?yine zalım tcnin avcunun içine bakmak zorundamıyız?
Anonim
gün abi selamlar,hdpli vekillerin dokunmazlıklarının kaldırılmasını ongören tasarı elbirliğiyle mecliste onaylanmıştı.bunun üzerine hdp eşbaşkanı selehattin demirtaş hiçbir arkadaşının mahkeme veya savcılıkların davetine gönüllü olarak gitmeyeceklerini kararını hep birlikte aldıklarını söylemişti şayetki oyle yapmaktalar.siz bu tutumu dogru buluyor musunuz?yahut alternatif bir
davranış fikriniz olurmuydu??
Hainlik diye bir şey yok. Bu sözcük her zaman egemenlerin suçlama sözcüğü olmuştur.
Anonim
Sormaya çekinmiştim ama içimde kalmasın istedim:
Irmak Hanımla aranızda bir tür yazılı olmayan anlaşma mı var?
Irmak Hanım, sizin kitaplarınızla ilgili değerlendirme yazıları yazmıyor.
Siz, Irmak Hanımın kitaplarıyla ilgili değerlendirme yazıları yazmıyorsunuz.
“Aile üyeleri birbirine torpil geçebilir. Geçmese bile, okur-yazar tayfası ‘bunlar birbirini kolluyor, değerlendirme yazısı adı altında karşılıklı reklam peşinde koşuyorlar’ der…” diye endişe mi duyuyorsunuz ikinizde?
abi twitterdaki goygoya dayanamadım ben de baktım.Müslüman Rikov arkadaş ne ikiyüzlülüğünü bırakmış ne de halk düşmanlığını.Vatan haini diye ithamda bulunmamış.Saskınım.
Anonim
hiç parti kurup yolunuza siyaset üzerinden devam etmeyi aklınızın kenarından geçirdinizmi? sayın dogu perincek gibi ( saka abi saka meclisi toz duman ederdiniz ya ne partisi)
Anonim
ODTÜ nün üniversite olarak eskisi kadar olmasada duruşunu bir nebzede olsa koruyabildiğini düşünüyormusunuz?
Bence o bir troll. Rikov’un kim olduğunu bile bilmiyor doğru dürüst. Bunlardan tweeterde o kadar çok var ki.
Anonim
aynen abi.Bir anda hepsi başına üşüştü felan dedim gün abi haklar bunları.Cok sey yapmamak lazım bunları abi ya cevap verme bence.Abi bu arada soru cevap kısmı gercekten cok anlamlı olmuş bakıyorumda sorulara her telden var.bayagı bir şey öğreniyorum sizin hakkınızda.üsenmeden cevaplıyorsunuz ya hayranım
kızıldere katliamı’nda yaralı olarak yakalanmış ve başına sıkılan bir kurşun ile yargısız infaz edilen Saffet Alp’in ölümü türkiye cumhuriyetinin mentalitesini bariz bir şekilde ortaya sermiştir.Fakat medya kızılderede ölen yoldaşları şaki olarak nitelendirmekle kalmayıp karalama kampanyalarıylada ellerinden geleni yaptılar.O dönemde medyanın halk üzerindeki etkisi nasıldı?
Bugünkü gibi, şartlandırma işlevlierini yerine getiriyorlardı. Belki daha bile etkiliydi basın o zaman. Sosyal medya da olmayınca.
Anonim
Gün abi,68 kuşağına ait özellikle yakın çevrenizdeki (sinan kazım gibi) arkadaşlarınızdan kalan bir eşya, bir bez parçası felan var mı? Birde elinizdeki fotoğraflardan uygun gördüğünüzü zaman zaman paylaşabilir misiniz?
elde olan fotoğraflarığn hepsini Yarılma, Havariler, Sapak’ta paylaştım, başkaca bir şey kalmadı. öyle bir eşya yok ne yazık ki. Sadece, iki yıl kadar önce kaybettiğimiz Suat Şükrü Kundakçı’dan kalan bir tespih var.
Anonim
Talat Aydemir’in darbeden amacı neydi ? Askeri bir sosyalizm mi kurmak? Yoksa tutucu bir Kemalist rejim hedefi mi?
27 Mayıs ortamından esinlenmişti. Sonuçta Baas türü bir rejim arayışı içindeydi.
Anonim
Gün abi selamlar,51 saat süren Sibel erkan olayında Hüseyin Cevahir kalleşçe katledilmiş,Mahir çayan ise yoldasıni,Cevahir ini kalbine gömerek dönmüştü hain hücresine.cevahirin ölümü üzerine mahir intihara kalkışmisti.çayanin intihar girişimine dair iki farklı yorum var.birincisi Mahirin silahıyla kalbine doğru isabet aldığı fakat solak olduğu için kalbini ‘iskaladigi’ biçimde,bir diğeriyse Mahirin balkondan kendisini aşağı atmak istemesi fakat bunun oradaki-çayan sanıp cevahir in vücudunu delik deşik edenler-askerler,’rutbeliler’ tarafından engellendiği.acikcasi ikinci seçenek bana ‘rutbelilerin’ kendilerini aklamaya çalışmaları gibi geldi.Sizin bu intihar girişimi hakkında kesin bir bilginiz var mı?yoksa sizce hangisi kuvvetle muhtemel gerçekliğe yakın?
Anonim
Gün abim,thkpc ve thkonun teorik anlamda,örgütlenmede ve eylemleri gerçekleşmede birçok eksiklikleri vardı. Sizinde belirttiğiniz gibi gelişmiş bir hareketi duvara tostlatma başarısı göstermiş olabilirler.banka soygunlari,elromun kaçırılması vs eleştirilebilir,üzerinde tartışmalar yapılabilinir Fakat kanımca 68 kuşağının o devrim ateşini körükleyen en esaslı eylemi ‘Komerin arabasinin’ yakilmasidir.”ikinci kurtuluş savaşımızın meşalesi odtü’de yakıldı” şeklinde yorumlanan mücadelenin içtenliğini,harbiligini göz önüne seren bu eylemin yankısı sadece Vietnam kasabina değil,dünyaya bir göz dağı vermişti. Siz bu ‘esaslı eylem’ hakkında ne düşünüyorsunuz?sizcede Mahirin deyimiyle tam bir dinamit fitili değil mi?
Birincisi doğru olan bence. Kendini vururken pek öldürmek istememiş de olabilir. Böyle şeyler olabilir o tür karışık anlarda.
Anonim
Abi birde Komerin arabasının yakılmasına liderlik eden öğrencilerin neredeyse tamamı katledildi.yusuf aslan, sinan cemgil, hüseyin inan,taylan özgür, ulaş bardakçı,münir aktolga.Gun abi bu da mı ‘kaderin cilvesi’?
Anonim
komer’in arabasının yakılması eylemini gerilla eylemi olarak nitelemek sizcede bu eylemi gerçekleştiren tayfanın amacını ve ruhunu saptırmaya çalışmak değilmidir?bence Vietnam kasabina yönelik yapılan bu eylem baştan sona bir yürek, kahramanlık gösterisidir.
Münir Aktolga hayatta. Öte yandan, bunu komploya bağlamak doğru olmaz. Ama bu arkadaşlar en önde mücadele eden devrimcilerdi. bu yüzden öldürüldüler. Yani Komer’in arabasını yaktıkları için değil. Ayrıca arabayı yakmaktan tutuklanıp öldürülmeyen ya da eceliyle ölenler de vardır. Mesela Seçkin inceefe’yi hatırladım.
Tanışıklığım yok. 1980’lerde Gelenek dergisiyle başlayan ve bugünkü bölünmüş “TKP’lere varan” Stalinist hareketin başlatıcılarından biridir.
Anonim
Gün abi,THKPC in banka soyma eylemi örgütün ihtiyaçlarına karşılama yönelik bir girişimdi Fakat siz duvara tostlatma demişsiniz. Peki bu örgüt parasal ihtiyacını nasıl karşılayacaktı?Yılmaz güneyin çektiği filmlerin gişe parasıyla mi?
Anonim
Ulaş bardakçı ile nasıl tanıştınız?
Anonim
Gün abi,saygılar.yaksalik bir yil once bir yazı okumuştum Hüseyin Cevahir hakkında. Babası Düzgün cevahir anlatıyordu. Düzgün cevahir,oğlunu,Hüseyinini ziyarete Ankara’daki mektebine gitmiş.cevahir can yoldaşı Mahir ile karşılamış babasını.Mektebi gezdiriyolarmis,Cevahir ini babasi;Oğlum, olaylar oluyor, aman dikkat edin, uzak durun, derslerinize bakın’ diye nasihat ediyormus.Ikisinunde basi cektiginden bir o kadar habersiz şekilde. Bu anlatı beni hem gülümsetti hem de düşündürdü açıkçası.Huseyin Cevahirin en az Mahir kadar mühim bir yoldaş olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.fakat biz onlara sahip çıkamadık..vucuduna 83 kurşun sıkılacak ne yaptı bu insanlar?
Örgüt için böyle büyük bir parasal kaynağa ihtiyaç var mıydı, esas sorulması gereken budur. Kiktlesel bir hareket kendi kaynaklarını destekçileriu sayasinde makul ölçüde yaratır. Ama büyük işlere kalkışırsanız o zaman kaçınılmaz olarak banka soygunu falan gibi şeyler gelir gündeme. Bunun da sonu iflastır. Büyük oynayan büyük batar.
Anonim
örgüt için yüklü miktarda parasal kaynağa ihtiyaç duyulmasaydı böyle bir işe kalkışacaklarını düşünmüyor,baş kaldırdıkları bu yolda inandıkları ve ugruna savaştıkları devrim ile çakışmadığına da inanıyorum.yani bu banka soyma eylemi kanımca ne göz dönmesi ne de güç göstergesi.Ayrıca THKPC de örgütlenme DEV-GENC tarafından ‘yerel halkı’ harekete geçirme şeklindeydi.yani sizin anlayacagınız bu kitlesel hareketin destekçilerinin çogunlugunu yerel halk oluşturuyordu ve yerel halk henüz kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz haldeyken ve de kaynaklar kısıtlıyken THKPC neye dayanarak bu harekete girişecekti?
Anonim
Gün abi yukarıdaki sorulara vermiş oldugunuz cevaplara dayanarak ve birazda kendi çıkarımlarımla THKPC ve Mahir Çayana karşı biraz mesafeli davrandığınızı düşünmekteyim.Sizce yanılıyormuyum?
Anonim
abi bugün halk tv deki konuşmalarını dinledim, hasret kalmışız sana.Doğu Perincek’e’kürt düşmanı’ diyerek bir kez daha gönüllerimizde taht kurdunuz.Gün abi,sıgınmacılara daha huzurlu ve kaliteli yaşam sunulacaksa haklı olarak vatandaş olmalarını gayet doğal oldugunu söylediniz.Fakat hepimizinde bildiği gibi zalım tc suriyeli insanlara sadece sayısal olarak değer vermekte,ceplerine indikleri ‘rüşveti’düşünmekte.Yani samimiyetsizlik alıp başını gitmekte.Vatandaşlık ve devlet kavramlarının sınırlandırıcı bir etken oldugunu ben de düşünmekteyim ama bence artık bu kavramlar üzerinde düşünmekten çok çözüm aranmalı ve sonuçlar yorumlanmalı.Bu vatandaş olma durumu sizcede hali hazırda tc vatandaşı olan insanları iyice suriyelilere karşı tavırlı duruma düşürmeyecek mi?
Anonim
gün abim,bugun halktv de ne de güzel konuştun,özlemişiz valla,karizmamızdan da hiç ödün vermemişiz:) abi sabit yürürdurmaz efsaneydi:)
Devrimciler, hiçbir halkı karşılarına almazlar, almamalıdırlar. Bunlar, akp iktidarının da dahil olduğu bir savaşın mağdurlarıdır.
Anonim
abi suanki türkiyede ‘devrimci’olarak nitelendirebilecegimiz insanlar hatrı sayılır miktarda.tavır alabilecek,tepki gösterecek kesim olarak daha çok milliyetçi,muhafazakar ve kemalist kısmı kastettim.Bu kesimler magdurlara her zaman daha çok sahip çıktıklarını öne sürerler fakat tam tersidir.Tek amaçları gövde gösterisidir.daha öncede belittiğim gibi vatandaşlık ve devlet kavramları benim gözümte bir hiçten ibaret fakat benim demek istediğim tc vatandaşı olacak suriyeliler daha da mağdur duruma düşecek.Devlet ve yukarıda belirttiğim kesim bunu hep koz olarak kullanacak.
Anonim
teke tek gureste bakunin mi alir marx mi bakunin baya babayigitmis o alir gibime geliyor
gün abi merhabalar,kurtuluş savaşı denen şeyin aslında Türkiye’deki müslüman olmayan halklara karşı bir iç temizlik savaşıdır şelkindeki tespitinize tamamen katılıyorum,bir nevi iç savaş oldugunu düşünüyorum.fakat kafamı kurcalayan birkaç nokta var.birincisi Deniz gezmişin mahkemedeki konuşmalarının bir kısmında olumlu yönde bir kurtuluş savaşı vurgusu var.Demem o ki deniz gezmiş kurtuluş savaşını gerçekten de emperyalistlere karşı yapıldığını mı düşünüyor?
İkincisi ise Komerin arabasının yakılmasından sonraki ‘ikinci kurtuluş savaşı meşalesinin yeniden körüklenmesi’ şeklindeki yorum.burada kastedilen kurtuluş savaşı,hangi kurtuluş savaşı?sizin ve benim kasttettiğim mi,yoksa yıllardan beri kemalist ve milliyetçiler tarafından benimsenen kurtuluş savaşımı?çok dolandırdım lafı ama 68 kuşagının kurtuluş savaşını algılayışı nasıldı?
Aşağı yukarı kemalist bir algıydı bu. Deniz’inki de öyleydi, hepimizinki de öyleydi.
Anonim
gün abi,thkpc kent gerillası olmasına rağmen ölümler kırsalda;thko kır gerillası olmasına rağmen yakalanmalar kenttlerde gerçekleşmiş ve bu durum yıllar önce dinlediğim canım abim Oktay Etiman tarafından ‘ironik’oldugu şeklinde yorumlanmakla birlikte devrim mücadelelerinde asla mutlak bir yolun olmadığını,yani bu kır-kent tartışmasınında pekte lüzumlu olmadığını,devrim mücadelesinde toplumun yapısına göre yol izlenmesi gerektiğini ve bu izlenen yolun zamanla değişmesi,bilimle bütünleşmesi gerektiğini söylemişti.siz bu saptama hakkında ne düşünüyorsunuz?
İşte kalkışıldı bir şeylere. Ne yazık ki yol, yol değildi.
Anonim
gün hocam,Yusuf Küpelinin Mahir Çayana yönelik hakaretleri,ithamları neden direkt olarak Mahirin insani yapısına ve kişisel özelliklerine yönelik?Yani eğer Mahir ile arasında bir hesaplaşma durumu varsa neden Çayanın içinde bulunduğu eylemleri hedef almıyor?
Anonim
abi sizide böyle 68 kusagına dair bombardımana tutuyorum,anlamdırmaya çalışıyorum onları bu eylemleri yapmaya itekleyen sebebleri,çok sıkboğaz etmiyorum ya?
Acilciler hareketindendi. Daha sonra ayrıldı. Acilci hareketi devam ettiğini ileri süren ve şu anda Suriye’de Esat rejiminin komutanlarından olan Mihraç Ural kendisini hâlâ “hain” diye nitelemektedir. Entelektüel bakımdan onlardan daha üsttte oldu kesindir Erkiner’in.
Anonim
Mahir Çayanın devrim anlayışını kapitalizme karşı devrim” olarak nitelendirmek doğru mudur?Tarım burjuvazisini hedef alan bir devrim kapitalizme karşı bir devrim midir?
Anonim
THKPC nin Yurtdışı grubunda kimler vardı ve bu grubun Gülten Savaşçı(Çayan) ile bağlantısı nedir?
Abdullah Öcalan’la hiç görüştünüz mü? Sizden yaşça küçük olmasına ve aynı üniversitede (Ankara Ünv. siz DTCF, Öcalan SBF) öğrenci olmanıza rağmen, 60’larda 70’lerde hiç karşılaştınız mı? Aynı ortamda bulundunuz mu?
Dursun Karataş’la hiç görüştünüz mü? Aynı ortamda bulundunuz mu?
Günümüzdeki DHKP-C, THKP-C’nin devamı mı?
DHKP-C için Halk Cephesi neyse, PKK için HDP o mu?
Halk Cephesi’nin, özellikle İstanbul’da, Kürt milliyetçiliği yapan kesimlerle zaman zaman çatışmaya girmesinin sebepleri ne?
Halk Cephesi’ne göre PKK, özgürlükçü bir yapı mı, Kürt milliyetçiliği zemininde hareket eden bir yapı mı?
Ben böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Ben sadece bir şekilde devrileceklerini söyledim. Ulusalcılar buna “turuncu devrim” ya da “turuncu darbe” diyor. Aydınlık’ın bir manşeti de buna ilişkindir.
Anonim
Turkiye solunun milliyetcilik konusundaki tutumunu nasil buluyorsunuz? BHH bilesenlerinin Ataturk’e ve kemalizme atfetmis olduklari pozitif deger, sovenizme kapilari ardina kadar acmalarina neden olmuyor mu? Ya da agizlarindan dusurmedikleri “laikligin”, ittihaticilarin nufusu ve ekonomiyi turklestirme siyasasini tam gaz devam ettiren ataturk eliyle sunni-islam’in sus perdesi haline getirilmis olmasini goremiyorlar mi sizce?
Gezi sırasındaki yeryüzü sofraları gibi bir şey miydi acaba?
Anonim
Okunan bir müzik parçası yüzünden bir süre iktidarsızlığa uğrayan ve bu sepeple yaşadığı ağır depresyonu ve psikolojik bunalımını vatandaşlarını iç savaşîn eşiğıne getirerek bu hastaliğını atlatmaya çalışan ülkenin ismi? Müzik parçasının ismi? ve o parçayı seslendirenin ismi
Anonim
Mete Tunçay’ın “AKP 16 yıl daha iktidarda kalır” tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevgi Soysal dönemimizde Tante Rosa hikêyeleriyle tanınan bir öykücüydü. 12 Mart öneminde Mümtaz Soysal’la evlendi. Bir kere Mümtaz Soysal’ı Mamak’ta ziyarete geldiğinde görmüştüm. Kadınlar hapishanesiyle ilgili kitapları da çok iyidir.
Bu çok sorunlu bir söylem. Gezi, kürtlerle arasına mesafe koymadı ama ne yazık ki o zamanki Kürt hereketi Gezi ile arasına mesafe koydu.
Anonim
abi neydi lakabın?ağzından kerpetenle alıyoruz valla lafı
Anonim
peki o zamanki kürt hareketinin -gezi ile arasına mesafe koyan- cezası doğudaki halklara mı kesildi?madem siz gezide aramıza mesafe koydunuz yanın o zaman mı denıildi?
Hayır, öyle bir şey olmadı. Gezi’de yer alan insanların yüreği yandı Kürt bölgelerinde olanlara. Fakat terör toplumu felç etmişti. Yani 2013’deki ortam yoktu. Harekete geçilemedi.
PKK’nın izlediği yanlış çizginin de bunda epey rolü oldu.
Anonim
terör örgütleri tarafından linç edilmiş batı halkları,devletin uyguladıgı terör karsılıgında dogu halklarından ‘biz yandık,siz yanmayın Allah aşkına’ sözünü bu defa işitemeyecekler.zaten bu şekilde bir istege kapılmak nankörlük olacaktır.tc,hdp ve pkk tarafından istismar edilen halklara en iyi,benzer şekilde istismar edilen halklar sahip çıkmalıydı.ileride duragnlaşmasını umdugum bu süreçte doğu halklarına nasıl hesap verilecek?
Anonim
abi senin boy kaçtı?
Anonim
abi bugüne kadarki çoğu yazınızın müptelasıyım,hepsinin altına imzamı atabilirim,şimdi ben anarşik mi oldum abi? 🙂
Anonim
gün abi noluyor yahu?
1242'ye
İkinci bir 27 Mayıs girişimi;
Darbecilerin tam listesi! Başlarında Albay Köse var
Anadolu Ajansı, askeri kalkışmanın başında bir süre önce görevden alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin olduğunu bildirdi. Ajans, darbe teşebbüsünde bulunan rütbeli subayların tam listesini de yayınladı.
Anadolu Ajansı’nın askeri kaynaklardan aldığı bilgiye göre, darbe girişimini planlayan bir süre önce görevden alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse başkanlığındaki grupta, Albay Mehmet Oğuz Akkuş, Binbaşı Erkan Ağın, Yarbay Doğan Uysal, Yarbay Derya Yaman, Albay Erhan Ermişoğlu, Albay Seyfi Bulduk, Yarbay Hasan Saban, Üsteğmen Serdar Çamiçi, Üsteğmen Akif Us, Yarbay Ali Müjdat Eski, Yarbay Uğur Aydın, Binbaşı Kurtuluş Kaya, Üsteğmen İlyas Damarseçkin, Üsteğmen İsmail Mıngır, Teğmen Mehmet Sadık Özgüven, Yüzbaşı Sefa Mumcu, Üsteğmen Harun Birol Mert, Yarbay Uğur İrici, Üsteğmen Turan Özen, Üsteğmen Abdürrahim Özkan, Üsteğmen Süleyman Ülker, Teğmen Süleyman Çelebi, Albay Naci Akdemir, Binbaşı Ali Koçyiğit, Üsteğmen Halil İbrahim Dişçi, Üsteğmen Saadet Us, Üsteğmen Abdullah Avlık, Albay Ferhan Kuşcan, Albay Bülent Çolak, Albay Haluk Kamil Yavuz, Üsteğmen Zafer Öğretici, Üsteğmen Hamit Can Yüksel, Üsteğmen Ayhan Doğan, Üsteğmen Arif Bakır’ın da aralarında bulunduğu 37 asker yer aldı.
YAKLAŞIK 400 KİŞİLİK ATAMA LİSTESİ
Grup, darbenin başarılı olması halinde bazı askeri görevler için atama listesi hazırladı.
Yaklaşık 400 ismin yer aldığı listede, atamaların çoğunluğunun Jandarma Genel Komutanlığına bağlı birliklere olduğu öğrenildi. Atama yapılması planlanan görevler arasında Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı birlikler ile yurtdışındaki askeri ateşliklerin de yer aldığı belirtildi.
TUĞAMİRALE GÖZALTI KARARI
Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan ve bununla birlikte FETÖ’cü darbe girişimine katılan askerler hakkında gözaltı kararı verildi.
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, emniyet ve jandarmaya gönderdiği yazıda, Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan’ın gözaltına alınmasını istedi.
Tuğamiral Demirhan, dün akşam saat 22.30 sıralarında İl Emniyet Müdür Vekili Yakup Usta ve Jandarma Albay Mustafa Bakçepınar’ı arayarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyduğunu ve kendisinin de ‘Sıkıyönetim Garnizon Komutanı’ olduğunu belirterek Mersin Valisi Özdemir Çakacak ve kaymakamların gözaltına alınmasına karar verdiğini söyledi.
Demirhan’ın suç işlediğini vurgulayan savcılık, şu ifadeyi kullandı:
“Türk Ceza Kanunun 309. maddesindeki “Anayasayı ihlale teşebbüs ve Türk Ceza Kanunun 312. maddesindeki cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya ve görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen teşebbüs edilmesi nedeniyle Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan ve bununla birlikte bu suçlara iştirak eden tüm kişilerin CMK’nın 90-91 ve devamı maddeleri gereğince gözaltına alınmasına ve gözaltına alınan kişilerin cumhuriyet başsavcılığında hazır edilmesi rica olunur.”
İSTANBUL’DA GÖZALTILAR
İstanbul’da ise darbe girişimine katılan 104 kişi tespit edildi ve bunlardan bir kısmı gözaltına alındı.
Emniyet kaynaklarının Anadolu Ajansı’na verdiği bilgiye göre, darbecilerin muhabere sistemleri kesildi ve sabaha kadar diğer isimler de gözaltına alınacak.
Tespit edilen kişiler arasında meslekten men edilen bazı emniyet mensupları da var.
“Korunan demokrasi değil parlamenter sistem oldu. Apoletli faşizm ile sivil faşizmin taht savaşının tek kazananı faşizm oldu.” Ahmet Şık ın bu saptaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sema Erder bizim dönemden FKF’li bir arkadaştır. Sanırım şimdi öğretim üyesi.
Anonim
gün hocam selamlar,benim bir hayli kafam karışmış durumda.”AKP-CHP-MHP-HDP-VP-Yetmez ama evetçi liberal solcular-“bırakın birbirlerini yesinler”ci Sert Solcular- yumuşak Kemalistler-ortalama ulusalcılar-Beyaz Türkler- Tekbir getiren Siyah İslamcılar-Yandaşı, karşıdaşı, Sözcü’sü, Gözcü’sü, Korkusuz’u, Korkulu’su, her türden medya organı-bir zamanlar Cemaatin gadrine uğrayıp şimdi intikam fırsatı yakaladığını düşünen gazeteciler, asker kafası kesip başında kurt işareti yapanı- eli palalı çember sakallısı, televizyonlarda ahkâm kesen askeri uzmanları” bu cephe dışında kalan kısım bu olayları nasıl yorumlamalı nasıl tavır almalı?
Darbeleri subayların şu ya da bu eğilimine bağlamak biraz sorunlu. Toplumsal gelişmeler yol açar darbelere, şu ya da bu eğilimdeki subaylar değil. Kısacası, insanı yaratan tanrı değil, tanrıyı yaratan insandır.
Metinler zaten genellikle gerçekleştirilemez. Genellikle de vitrindir. Buna rağmen bazı şeylerin de göstergesidir. “Apoletli faşizm” tanımı, çatışan sosyal güçlerin niteliğini doğru tespit edemediği için yanlış. Sosyal olguları insanların keyfi tutumları değil, toplumun oluşumları belirler. Kısacası, halihazır iktidara karşı hiçbir hareket faşizm yönünde ilerlemez. Toplum neye ihtiyaç duyuyorsa ona doğru ilerler, en azından kısa vadede: Yani laiklik ve özgürlük yönünde. Sonrası… onu şimdiden bilmek mümkün değildir ama iktidarın yozlaştırıcı etkileri orta vadede kendini göstermeye başlar. O zaman yeni bir mücadele süreci gündeme gelir. Bu böyle devam eder gider.
Bir Amerikan projesiydi. Başarısız oldu. Sonuç olarak “ılımlı islam” diye bir şey yoktur.
Anonim
Sizce bu FETÖ yalanlarını yayma bakımından iktidar mı, yoksa Doğan medyası mı daha utanmaz ve mide bulandırıcı?
Bence ikincisi. Daha çok kısa süre önce iktidarın hedefindeydiler üstelik.
Bir kere daha hep devletin medyası olduklarını kanıtladılar.
Dolayısıyla bunlar bu ana akımın dışında kalan -cemaatçi, ulusalcı vs.- medyanın aksine iktidara karşı savunulmamalı hiçbir zaman.
Anonim
Bugün Perinçekmi Erdoğan’ın safında ve yanındadır yoksa Erdoğanmı Perinçek’in safındadır….Fetö yapılanmasından öte yada fetö ve abd işbirlikçi darbe kemalist bir karşı darbeye mi evrilmiştir?
Hiçbir iktidar bir başkasının yanına gitmez, öyle görüntüler verse bile. Dolayısıyla Perinçek iktidarın yanına gitmiş durumda. sokaklarda tekbir getirenler mi kemalist olmuş, güldürme insanı allasen.
hayal kırıklığına uğramaya gerek yok. sınıfsal özlerinin gereğini yaptılar ve yapıyorlar. darbe başarılı olsaydı, bu sefer onların borusunu öttüreceklerdi. Bizler ise yine onların sahteciliğini açıklamaya çalışacaktık.
Pkk ile ilgili yazılar kategorilerdeki Kürt sorunu bölümünde bulunuyor. Sırrı Süreyya delikanlı bir arkadaştır. Fakat aynı delikanlılığı her iktidar odağına karşı göstermesi iyi olurdu. Öyle olmuyor.
Görüşlerimizin ulusalcılık noktasında zıt olduğu doğru. Ama bu insani ilişkimizin kötü olması için bir neden değil. Doğru bildiğini söyleyen bir insandır. Öte yandan, bugünkü ulusalcıların önde gelenleri gibi (VP, Sözcü, Odatv) akp iktidarına yalakalık yapmadığını, tam tersine bu noktada yönünü şaşırmadığını da belirtmeliyim.
Anonim
iktidar başkalarının yanına gitmez bu mantıklı ama bence sokaktaki kalabalıklara bakmak yerine üstte neler oluyor ona bakmak lazım.Bugün yapılan tutuklamalar,işten çıkarmalar,göz altılar sanki ulusalcı tayfanın intikamına doğru evriliyor.Yani aşırı bir orantısızlık var. Erdoğan başkanlık için ulusalcılarla iş birliği yapıyor olabilir mi?O tekbir getiren kalabalıkların kalpaklı Atatürk bayrakları sallaması ne anlama geliyor?İlerde ulusalcı-Erdoğan çatışması olabilir mi?
Abi tamam anladık Perinçek’ten hazmetmiyorsun ki ben de sevmiyorum. Ama şunu merak ediyorum : entelektüel ve teorik donanımını nasıl değerlendiriyorsun? Bence mevcut liderlerin en donanimlisidir
“Mevcut liderlerin en donanımlısı” olduğu doğruysa, bu, sadece mevcut liderlerin düzeyinin çok düşük olduğunu gösterir.
Anonim
80 öncesi Türk Sol’un amacı ve nihai hedefi neydi ? Diyelim ki sosyalist bir Türkiye kurulmuş olacaktı . Bu devlet Sovyetlerin uydusu haline mi gelecekti ?
Anonim
Abi Mehmet Eymür cnn deki söylediği saçmalıklar hakkında ne düşünüyorsun??
12 Mart’a kadar olan dönemde Sovyetçi TKP, Doğu Almanya’da bir bürodan ibaretti. Türkiye’de hiçbir ağırlığı yoktu. O dönemki Türkiye solu, Sovyetleri “revizyonist” olarak görürdü.
mesela yürüyüş dergisinde bulunan yazıları nasıl buluyorsunuz?
Anonim
mehmed uzun okur musunuz??
Anonim
Benim dikkatimi çeken birsey var : eski aydinlikcilar arasında -en azından yönetim katında – Sünni bir ağırlık göze çarpıyor halbuki Aleviler kitlesel olarak solu destekledi . Bana tuhaf geldi .
okuduğum kadarıyla fazla yukardan, ders verir bir havada, “biz her zaman doğruunu bilirizci” ve çatık kaşlı. İnsanların korktuğu ve korkutulduğu yerde devrim falan barınamaz.
Tamam, fakat Aydınlık ilk kadronun oluştuğu dönemde solun yönetim katlarında alevilerden çok şehirli bürokrat keimlerin çocukları etkindi. Bunlar ne kadar sünni kökenli de olsa tamamen seküler bir kesimden geliyordu ve sünniliğe neredeyse alevilerden bile daha uzak bir konumdaydılar (ben de onlardan biriyim. Bir subay çocuğuydum ve bizim evde camiye gidenlerle dalga geçilirdi. Sünnilik diye bir şey bilmediğim gibi alevilikten de haberim yoktu 1960’ların ortalarına kadar. Bunları sadece bir tespit yapmak için söylüyorum). Alevilerin solun yönetici kademelerinde boy göstermesi solun halklaştığı ve doılayısıyla popülistleştiği 1970’li yıllardadır.
nüfus kâğıdımda “Hanefi” yazardı ve ben bunun anlamını uzun yıllar bilemedim. Meğer Sünnilik içinde bir kolmuş.
Anonim
abi duyduğumuza göre yenikapıdaki mitinge gidiyormuşun.hayırdır? 🙂
Anarşist GÜn
Gün hocam, bazılarına göre Fransız devriminden sonra tüm dünya burjuva oldu ve ardından gelen sol devrim, faşistler, Naziler, totaliterler, diktatörler aslında burjuvanın yarattığı dünya görüşlerini benimsediler ve burjuvanın varmak istediği amaçlara değişik araçlarla varmak istediler, değişik toplum %’lerini içeren evrensel burjuva dünyası yaratmak istediler. Ana görüş hepsinde aynı.
Siz buna katılıyor musunuz? Bunlar arasında eğitim, aile, politika, ekonomi, bilim, teknoloji, din, din ve devlet ayırımı, savaş, üretim, tüketim, ilerleme, mutluluk, demokrasi, felsefe, enerji, sosyal sınıflar, medya ve haberleşme, ahlak, psikoloji, emek, eylem, verimlilik, geleneklere karşı olmak gibi temel burjuva değerlerini paylaşmayan bir akım örneğiniz var mı?
Bu açıdan bakıldığında, bazı ülke toplumlarının, Fransa devrimi de dahil, devrim yapan ülkelere kıyasla daha da büyük değişmelerden geçtikleri tezine katılıyor musunuz?
Hatta kasıtlı soruları çoğunlukla yayınlamıyorum da.
Yeşilli ve Anarşitlik
Gün hocam, siz de yeşil anarşist misiniz? Yeşil anarşistlikle ilkelciler veya medeniyete karşı olanlar aynı mı? Yoksa sadece birleştikleri bazı noktalar mı var?
Necip en devrimci anarşizmi Zileliden almış gibi hava atıyor sence ne yapmaya çalışıyor?
Yakında CHP güzellemesi bir yazı gündeminde varmı?
Benim küfür içeriyor diye yayımlanmayan yorumumu okudunmu?
Anonim
Günaydin Gün abi,
Şunu Meral ediyorum
1 . Dev-sol’un ideolojik çizgisi neydi ? Sovyetci miydi ?
2. Bir toplumsal tabanı var mıydı yani solun içinde gücü neydi ?
O sırada zaten Sovyetçi parti vardı: TKP veya legal kolu İGD. Fakat o zaman Dev-Yol’dan bölünün Dev-sol da Sovyetlere yakın bir çizgideydi. Dev-Yol’UUN İÇİNDEN EPEYCE MİLİTAN UNSUR KAZANMIŞTI. Daha çok Alevi mahallelerindeki gençlere dayanıyordu.
Anonim
sizinde keşke darbe olsaydı diyerek uyandığınız oluyor mu?
Buraya ikide bir saçma sapan mail atan biri var. Ona şunu duyurmak isterim: Saçmalıkların yayınlanmayacak. Sırf benim okumam için yolluyorsan inan ki, ben de okumuyorum. Bir doktora görünmen iyi olur.
özgürlükçü
7 Ağustos demokrasi bayramı mitinginin izmit ayağında Kılıçtaroğlu anons edilince alandaki kitle yuhaladı anonsçu yapmayın etmeyin demesine rağmen yuhalandı bunun haber değeri yokmudur sizce neden ana akım haberlerde konusu olmadı.Kılıçtaroğlunun bu yuhalanması chp ye ne getirir?
Selahattin demirtaşın bugünkü grup toplantısını dinlediniz mi?chp ve mhp nin cumhurbaşkanı çatı adayı ekmeleddin ile ilgili söyledikleri hakkında nedüşünüyorsunuz?
Ekmeleddin’in Fetullah Gülen tarafından önerilen bir aday olduğu doğru görünüyor. Öte yandan Demirtaş’ın meydandaki kalabalıkla meydandaki liderlik arasında ayrım yapma çabası boş demagoji. Oradaki manzaralar hepimizin gözünün önündedir. Oradaki kalabalık, hdp’yi bir kaşık suda boğmaya hazırdır. Politika adına bu kadar aymazlık, hayret doğrusu.
Anonim
Şununda farkında olunmalıdırki Demirtaşın ayrım yapmaya yeltendiği-aklamaya çalışmasıda pek tabii denilebilinir- kesim vaktinde Berkinin annesini yuhlamış,Ali İsmaili terörist,Ece Dinçi vatan haini ilan etmiş bir topluluktur.Kanımca meydanlarda haykıranlarla sahnede şov yapanların pekte bir farkı yoktur.Al birini vur ötekine misali.Peki fethullah gülenin teslimiyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?devlet her zamanki gibi asarız keseriz diyerek şov mu yapıyor?yani demirtaşında belirttiği gibi asıl devletin fetullah,bunlarında paralel olduğunun üstünü örtbas etme çabasındalar mı?
Bence ABD’nin Fetullah Gülen’i teslim etmeyeceğini onlar da çok iyi biliyor. Baskılarının nedeni, bu yolla ABD’yi akılları sıra kendilerine “gebe bırakmak”. Fakat vermesini istemedikleri noktasına katılmıyorum. Diyelim ki verdiler, sanıyor musunuz ki, Fetullah Gülen her istediğini açıklayabilecek ya da her açıkladığı kamuoyuna mal olacak. Hayır. Devletin elinde her zaman güçlü manipülasyon, çarpıtma ve gizleme araçları vardır.
Anonim
Haklısınız.Devlet öyle ya da böyle hatalarını başkalarının üzerine yıkarak kendince aklanacak,pak olacaktır.Yani Gülenin teslim edilmesi veya edilmeyişi bu noktada hiçbir şeyi değiştirmeyecek gibi.Peki darbenin siyasi uzantıları hakkında ne düşünüyorsunuz?her ne kadar askeri uzantılar üzerine değinilsede ileride siyasi darbe uzantısı adı altında chp,mhp,akp hatta hdp ye “darbe girişimi” kapsamı bahane edilerek temizleme operasyonuna girişilir mi?
Öyle bakacak olursan devrim uğruna bütün ölümlerin boşuna olduğunu düşünebilirsin. Ama böyle bakmamak gerekir. Her mücadele dünyanın değişimine, eşitlik ve özgürlüğe bir katkıdır. Ama bunu söylerken elbette ölümü kutsuyor değilim. Dolayısıyla “şehit” edebiyatından da hiç hoşlanmam.
Anonim
80 öncesi Ülkücülerin arkasında gerçekten cia mi vardı ? Yani silahları vs ordan mi alıyorlardi?
Bu işler o kadar basit değil. Bunlar solun paranoyaları. ABd elbette sağ kesimi destekliyordu ama bizzat gelip cıa aracılığıyla silah verdiği tam bir uydurma. Sağ da sol da silahları yeraltı mafyasından temin ediyordu çoğunlukla. Ayrıca polis de yardımcıydı tabii ki ülkücülere.
Siyaseten bir destektir bu. Amerika genellikle egemen yapı ne ise onu destekler. Hâkimiyetini bu yolla yürütür bu tür ülkelerde. cıa ajanlarının ülkücülere doğrudan eğitim verdiğini sanmıyorum. İç işlere bu kadar müdahil olmak istemezler. Orada başka mekanizmalar işler. cıa ajanlarını neden bu kadar alt işlere seferber etsin ki. bunu yapacak bir sürü yerli unsur vardı.
Anonim
Alt işleri olduğunu sanmıyorum sonuçta Türkiye’nin “düsmemesi” gerekiyordu. Bunun için de ellerinden gelen herseyi yaptılar. Sonuçta Kontrgerilla diye bir olgu vardı değil mi ? Aydınlık bunları az mı yayınladı
Anonim
Gun abi devrimci anarsist faaliyetin eylemleri hakkinda ne dusunuyorsun?
içine kapalı bir yönetici elit olduğundan şikâyet ediyorlar.
Anonim
Seksen öncesinde TKP’nin kitleselliği dikkat çekici. Peki iki binlerde yeniden kurulan TKP’nin kısa zamanda sosyalist solun en büyük örgütü haline gelmesini ve iki binlerin ilk on yılına damgasını vurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1974’ten itibaren genel olarak sol güç toplamaya başladı. Bu, sol örgütlerin kısa sürede iktidar umutlarını körükledi. İktidar için dışardan güçlü bir “sosyalist” ülkenin desteği önemli görüldü. Bu destek maddi destekten çok, manevi bir destekti. Yani, yani arkamızda şu “sosyalist” ülke var güdüsü. Solun bir kısmı bui güdüyle Çin’e yöneldi. Diğer kesimi ise Sovyetler Birliği’ne. TKP-İGD, propagandasını esasen Sovyetler Birliği’nin arkalarında olduğuna ve bu ülkenin manevi desteğine dayandırdılar. Öte yandan, tkp-igd, DİSK’e de büyük ölçüde hâkim olmuştu. Solda o yıllaardaki işçi sınıfının önclüğü efsanesiyle birleşince DİSK hâkimiyeti tkp-igd’ye önemli zinde güçler çekti. Kısaca güçlenmenin temelinde bunlar vardı. ayrıca tkp-igd legal koşulları da iyi kullanmıştır.
Anonim
Ama genel olarak “Türk solu dış destekliydi ” demek doğru değildir çünkü mesela dev yol en büyük örgüt olarak 3. Bir yol benimsemiştir . Katılıyor musun?
2001’de piyasaya çıkan yeni TKP’ye ne diyorsunuz?
ÖDP, EMEP, Atılım, Ekim, Cephe gibi yıllanmış örgütler varken nasıl oldu da on yıl boyunca sosyalist solun en kitlesel ve etkili örgütü haline geldiler?
Sosyalist solun en kitlesel ve etkili gücü olduklarını sanmıyorum. Zaten şu anda da bölünüp dağılmış durumdalar. Türkiye’de “komünizm” adının gençler üzerinde bir çekiciliği vardı.Uzun yasaklı yıllardan sonra ilk kez bir “komünist parti” açıkça kurulmuş oluyordu. Kendilerine sosyal çevre arayan üniversiteli gençler için iyi bir mecraydı. Hem fazla riskli değildi, hem sosyal çevre ediniyordunuz hem de “komünist parti” adlı bir partinin üyesi olarak kendinizi tatmin ediyordunuz. Tabii üniversite bitip meslek hayatına başlandığı zaman ne olduğu ya da olacağı ayrı mesele.
Anonim
günümüzdeki FKF nin eylemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüz FKF’sini pek iyi bilmiyorum ama ben olsam bu adı koymazdım. Tarihte tekrar daima traji-komedidir.
Anonim
Fatih Yaşlı’yı takip ediyor musunuz? Sever misiniz?
Anonim
68 kuşağı ile 78 kuşağı arasında ne fark var ? Özellikle ideolojik olarak . Sanki 68 kuşağı daha milli ve Kemalist gibime geliyor ?
Anonim
Sayın Zileli, darbe girişiminden sonraki ilk günlerde siz fetö’nün darbedeki rolünü küçümseyen ve kemalistleri öne çıkaran değerlendirmeler yapmıştınız. Yeni gelişmeler ışığında görüşünüzde değişiklik oldu mu?
Medyaya yansıyan itirafları güvenilmez bulduğunuzu biliyoruz. Öte yandan darbede fetullahçıların dahlinin olduğuna dair çok somut kanıtlar geliyor. Bakınız, Hürriyet’te bugün çıkan haber:
Pilot teğmen Kerime Kumaş’ın kullandığı helikopter, içinde darbecilerle İnönü stadyumuna iniyor. Helikopterde beş de sivil var. Video kayıtlarında bunlar görülüyor.
Bu beş adamın hepsi bilişim uzmanı.
Stada indikten sonra yoldan araç gaspedip trt’yi ve digiturk’ü basmaya gidiyorlar. İşin alengirli yanı, bunların ikisi daha evvel samanyolu tv’de çalışan elemanlar. Bu dehşetengiz bağlantılar birer tesadüf mü?
Velhasıl darbeyi organize eden aklın fetullah gülen olduğunu gösteren çok net bir kanıt değil mi bu?
Birincisi, ben ilk günden beri darbede Fetullahçıların da bir bileşen olduğunu söyledim. İkincisi, polisin ve medyanın mutfağında pişirilen hiçbir yemeği yemem.
68 kuşağı daha orta sınıf ve entelektüeldir. 78’liler daha halktan ve yoksul sınıflardandır. Entelektüel gelişimleri de biraz zayıftır. Daha dogmatiklerdir. Ama ölçüde de, 68 kuşüğına göre daha dirençlidirler.
Zaman zaman ulusalcılığa doğru kayar ama genelde iyidir.
Politika analizi
Sn Gün Zileli,
Kızıltepe hakkında ne düşünüyorsunuz?
Anonim
gün hocam 68 kuşağının anarşistliğe yönelimi nasıldı?Bir de bayağı bir kopuk soru olacak ama tam olarak anımsayamıyorum Şirin Cemgilin Sinança adlı kitabında banyoda ölü bulunan anarşistliğe yatkın bir kişiden bahsedilmişti.O kişinin ismini hatırlıyor musunuz?
O dönem anarşistlik diye bir şey bilinmezdi. O ölen bir şoför. Talihsiz bir olay. Soygun yapmak için adamın arabasını almışlar, adamı da elini ağzını bağlayıp evin banyosuna koymuşlar. Gariban nefes alamayıp ölmüş. Bu işler şakaya gelmez.
Abi,
Neden cevap vermiyor sunuz?’a cevap vermeniz gerekiyordu ama siz soruya soruyla cevap verdiğiniz için sonsuz bir kısırdöngüye girdik, loop dediklerinden.
Anonim
Sizce darbede Kemalist mi yoksa Fethullahçılar mı daha baskın bir bileşen?
Anonim
Talat Aydemir 68 kuşağı için “darbeci” miydi yoksa “kemalist, cesur” bir asker miydi?
Sayın Zileli öyle herkese cevap vermez. Siz onun sitesine yarım sayfa yorum soru karışık fikir yazarsınız, o size tek kelime evet hayır olabililir diye cevap yazar. O da iyi günündeyse, başka bir şeye morali bozulmamışsa.
Bu adam Kızıldere katliamcısıdır. Cumhuriyetin bile bunun söylediklerini ciddiye alıp yayınlaması bir gaftır. Bilmesek kendini “sol” dostu olarak yutturacak.
İlahi “anonim” yorumcu.
Gün Zileli anarşist değil ki anarşist grupların içinde bulunsun.
Zaten anarşist olsa Türkiye solundan anında dışlanır.
O yüzden kendisi Türkiye solunun kanaat önderleriyle ve kutsal değerleriyle iyi geçinmeye özen gösterir.
Bazen çıkıntılık yapsa da arayı bozmamak, dışlanmamak için nerede duracağını bilir.
Ama böyle olduğu için de hiçbir anarşist grup onu arasına almaz.
Gün Zileli’nin siyasetteki bilinen işlevi, herhangi bir sol grup bir politik açılım, kampanya v.s. gerçekleştirdiğinde “anarşist” kimliğiyle vitrini çeşitlendirmektir.
İki taraf da bu işten kazançlı olduğu sürece sorun yoktur.
İki taraf arasında alışveriş bittiğinde eleştiri başlar ki onları da buradan okuyorsunuz zaten.
Doğru ama o zaman neredeyse bütün devrimciler masondu. Masonluk o zamanlar bugünkünden çok farklıydı. Hatta o zamanlar mason olmak devrimciliğin alameti farikasıydı.
Anarşizme Kenar Notları yakında Propaganda yayınlarından eyayın olarak çıkacak. Oradan okursunuz.
Anonim
Abi mason olmak icin bir tanriya inanmak gerekmiyor mu?
emek emekçi
Sayın Gün Zileli
1936’larda İspanya’da işçilerin fabrikalarda çalışmaya karşı oldukları, işe gelmemezlik ettikleri ve hatta iş yerinde sabotaj ettikleri doğru mu? Anarko-sendikalistler bunu nasıl karşıladılar?
Bu konuda benim çevirdiğim bir kitap var: Michael Seidman, İşçiler Çalışmaya Karşı, Boğaziçi yayınları. Bulabilirseniz bu kitapta konuyla ilgili geniş bilgi var. İşçiler devrim yaptıkları bir ülkede bu sefer de “devrim için” zorlamasıyla çalışmaya pek yatkın değillerdi. Sabotaj değil ama iş yavaşlatmaları vardı. aynı işçiler, Barcelona’daki Franko darbesinin üzerine çekiçleriyle yürüyerek darbeyi yenilgiye uğratmışlardır.
Bugün artık ir zenginler kulübü haline geldiğinden desteklemem ama o gün nitealiği başkaydı. o zaman yaşasam belki ben de mason kulübüne girerdim. Duvarcı ustalarının teşkilatı olarak yola çıkmıştı.
emek emekçi
İşçilerin çalışmaya karşı oluşu hakkında siz ne düşünüyorsunuz ?
E. P. Thompson’ın « Time, work-discipline and industrial capitalism.” Makalesini okudunuz mu?
E.P. Thompson’un ilgili makalesini okumadım ama ben de çalışmanın kölelik olduğunu ve işçilerin temelde çalışmaya karşı olduğunu düşünüyorum.
Masonluk
“Duvarcı ustalarının teşkilatı olarak yola çıkmıştı.”
Bu ustalar öyle sıradan ustalar değil, masonlukta bir çeşit aristokratlardı. Biraz günümüzde mühendis, mimar, doktor, avukat gibi. Sizin bir anarşist olarak bunlar arasında olmak istemeniz biraz tuhaf.
Genel olarak toplumlarda böyle ayrıcalıklılar en azından zıt duygu taşır, sık sık da halk arasında şüpheyle bakıldığından otoritelere sığınırlardı. Örneğin Avrupa’da simyacılar halkdan korktuklarından kapüşon giyerlerdi, İslam’da ilk doktorlar saraya sığındılar. Binlerce daha örnekler var, demirciler gibi.
Günümüzde de bunlar dünyayı viraneye çevirdi.
görüyorum ki bu konuda bilginiz benden çok. saygı duyarım.
Badiou
The Manifesto for an Accelerationist Politics (MAP)
#ACCELERATE MANIFESTO for an Accelerationist Politics by Alex Williams and Nick Srnicek • 14 May 2013
Eğer yukarıdaki “yeni kapitalizm” savunucularını okursanız Badiou’yu neden sevdiğinizi daha iyi anlarsınız.
Anonim
1314 sorusuna devam
“Tarihçilere göre Sümer Avrupa’ya neyse, ABD Avrupaya o”
Temel varsayımlar, dünya görüşler aynı demek.
Ünlü bir anarşiste göre anarşizm İncil’de apaçık. Bazı diğerlerine göre daoizmde temel ve budizme dolaylı.
Norman Cohn’un ünlü kitabının adı: “The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)”
Çok daha örnekler var ama sanırım gereksiz.
Sizin dediğiniz, ” Anarşizmin ilk düşünürleri Avrupalıdır.” fazlasıyla resmi bir tutum değil mi?
emak emekçi
Hala tam anlatamadım, galiba
Eğer işçiler temelde çalışmaya karşılarsa, onlar adına konuşanlar, sendikalar (Anarko-sendikalistler de dahil), düşünürlerin emeği övmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Yoksa davulun sesi uzaktan hoş mu geliyor?
emak emekçi
1314 sorusuna devam
“Tarihçilere göre Sümer Avrupa’ya neyse, ABD Avrupaya o”
Temel varsayımlar, dünya görüşler aynı demek.
Ünlü bir anarşiste göre anarşizm İncil’de apaçık. Bazı diğerlerine göre daoizmde temel ve budizme dolaylı.
Norman Cohn’un ünlü kitabının adı: “The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)”
Çok daha örnekler var ama sanırım gereksiz.
Sizin dediğiniz, ” Anarşizmin ilk düşünürleri Avrupalıdır.” fazlasıyla resmi bir tutum değil mi?
Anonim
2017de hala ayaklannma olacagini dusunuyor musun gun abi?
Anonim
Qijika res neden yayin hayatina devam etmiyor bir bilgin var mi gun
Genel olarak fena değil ama güncel toplumsal mücadelenin sorunlarından kopuklar. Sanki toplumun dışındaymış gibi. Acil sorunlara yanıtları yok. Bu da bugünkü anarşizmin handikaplarından biri.
Anonim
Turkiyede anarsist orgut fazla mi
Anonim
Pkk silahli mucadeleye devam etmeli mi
Anonim
bahsettiginiz meydan gazetesini kim cikariyor
emek emekçi
“Anarşistler emeği pek övmez.”, dediniz ama …
Aşağıdakiler Michael Seidman’ın “Workers Against Work” kitabını okurken aldığım notlardan çok az bir kısmı. Sanırım Marksistler, anarşizmde son gelişmleri bir yana bırakırsak anarşistler burjuva değerlerini tamamıyla benimsediler. Daha çok notlarımı alıntıları eklemek istemedim ama isterseniz eklerim.
Labor in Paris and Barcelona During the Popular Fronts
Anarcho-syndicalists in Barcelona:
Work exalted, equated with liberation, wanted workers to identify with their job, work with joy, work for their country, create a new social order, instead of being forced to work workers will love to work, …
The rank and file’s continuing exactions and actions revealed the productivist assumptions of anarchosyndicalist and Marxist theories of autogestion.
Anarcho-syndicalists failed to realize that they were in effect asking workers “to participate willingly in their own bondage as wage earners”
Spanish working-class militants equated theft with sabotage, another strategy of indirect resistance. Barcelonan revolutionaries defined sabotage broadly to include both intentional and unintentional acts that hurt production, an understandable definition during their struggle. Saboteurs became identified with the “lazy” who became, in turn, “fascist.”
Spanish militants sometimes equated excessive drinking and laziness with sabotage and even fascism.
Scientific management shared with anarchosyndicalism an emphasis on efficient production through control of the work process by technicians. Santillán had endorsed Fordism, which other CNT militants also praised as a “model” of “wise lessons.
The anarchosyndicalists of the CNT, the most important working-class organization in Barcelona, were forced to jettison their theories of workers’ democracy and participation to make the rank and file work harder and produce more. The anarchosyndicalists and Communists in the newly collectivized firms reestablished piecework, initiated severe controls on the shop floor, and embarked on an intensive campaign that included both odes to Stakhanovism and socialist realist art.
Despite their differences, modernization theory and Marxism (including its anarchist variants) have a similar vision of the workers’ acceptance of work.
Not: Kitabı Türkçe okumadım,alıntı ve notlarım İngilizce olduğu için özür dilerim.
devam ediyorlardır herhalde. Eğer devam etmiyorlarsa, Türkiye’dekiu anarşistlerde genellikle görülen i stikrarsızlıktır nedeni. OysaLondra’daki, Kropotkin’in kurduğu Freedom Press 120 yıldır faaliyette.
Anonim
YPG nin devrimci sol bir örgüt olduğunu düşünüyor musunuz?
YPG zilelinin necipe cevap verirken anarşizmin tarifinde kurduğu ”’öz yönetim””cümlesi ile yerelde bizzat hayatı yaşayanların doğrudan kendi kendini yönetmesini metinlerinde ve pratiğinde gerçekleştiren PYD nin askeri savunma birliğidir.
Zileli senin anarşizm tarifine PYD-YPG uyuyor sol değilde anaşist örgüt diyemeyizmiyiz???
Bir politik örgütün sol devrimci anarşist olmasının beratını senmi veriyorsun????
Başka bir merci varmı?????
Necip daha iyisini bilirmi????
IŞID’a karşı mücadelede olumlu rol oynayan bir Kürt örgütü
Anonim
Yukarıda YPG/PYD ile ilgili soruları görünce aklıma geldi, peki onların diğer Kürt gruplarıyla çatışmaları konusunda ne dersiniz?
Bazı Kürt kesimler, özellikle Barzani/Irak Kürt yönetimi ve onlara yakın çizgide olan Türkiyeli Kürtler onların Esad rejimi ve TC’nin piyonları olduklarını söylüyor. Bu nedenle hem rejime hem Suriye muhalefetine karşı olan ulusalcı Kürtlere saldırıyorlarmış.
Anonim
O zaman IŞID ile mücadele sona erdiğinde bu ‘kürt’ örgütün ödevi bittmiş mi olyor?gerçekten YPGnin temel ideolojisinin “IŞID ile mücadele” olduğunu ve YPG’nin sadece kürtlerden oluştuğunu mu düşünüyorsunuz?
Anonim
PKK nin yaptığı eylemlerde herhangi bir haklı yön buluyor musunuz?
Anonim
Silahlı mücadelenin gerekli olduğunu (eylemlere katılmasanız dahi fikren destekleme durumu)düşündüğünüz bir dönem oldu mu?
özgürlükçü
YPG-PYD sorularına cevabın bumu?????
ÖZ YÖNETİM cümlesiyle anarşizmi Necipe anlatıyorsun PYD programı öz yönetim programı pyd-ypg ye sadece işid le mücadele eden örgüt diyorsun sen nasıl anarşistsin????
PYD kadar anarşist olabilirmisin?????
Necipgiller biraz daha seni izleseler anarşismi olurlar aydınlıkçımı?????
Türkiyede en çok anarşist hangi örgüt oluşum yada gelenekte var??????
Anarşistlerin kara kırmızı rengini biliyoruz başka bir renk kullanırlarmı????
Senin anarşizminin boynuzu varmı?????
Bunu onlara sormak gerekiyor. YPG’nin ideolojisini tam olarak bilmiyorum. Sanırım oldukça eklektik bir ideolojisi var. Elbette bu eklektizm içinde olumlu öğeler de mevcut, özyönetim vb. gibi. ABD güçleriyle fazla içli dışlı olmaları ise işin olumsuz yanını oluşturuyor. Ben olsam yuları bu derece ABD’lilerin eline vermezdim. Evet, bugün YPG’nin en önemli yanı, IŞID’ı püskürten bir güç olmasıdır. Mutlaka sadece Kürtlerden oluşmuyordur ama esasen bir Kürt örgütü.
Anlayış olarak evet ama pratikte oldukça zorlandığımı belirtmeliyim.
Anonim
Peki PYD’nin özyönetimci tutumu nedeniyle Suriye’nin bütünlüğünü savunması, Suriye’de devletleşmek için mücadele eden bu Kürtlere saldırması, Kürdistan bayrağını yasaklaması gibi hareketleri onların daha çok işbirlikçi olduğu anlamına gelmez mi? PYD lideri Salih Müslim de Türk devletiyle görüşmemiş miydi? AKP’ye Barzani yönetiminden daha mı uzaklar?
YPG’nin rolüne bakışım ulusalcıların ya da VP’nin bakışının tamamen zıddıdır. YPG’yi bugün Suriye’de olumlu bir güç olarak görüyorum. IŞID’ın ilerlemesi YPG’nin direnişi sayesinde durdurulmuştur. Bu noktada elbette ABD ile görece müttefik konumuna düşmeleri kaçınılmazdı. Rusya ile de öyle. Fakat benim eleştirdiğim nokta, bu ittifakın ABD’nin fiili gücüymüş gibi görünmelerine yol açacak ölçüde ileri bir noktaya gittiğini gösteren görüntüler vermeleri. Buna gerek yoktu. Yuları kaptırmak derken bunu kastediyorum. Çeşitli dönemlerde çeşitli güçler o andaki durumun gereği olarak ittifak yapabilirler ama ittifak, ittif
Şimdi bunlar Kürtlerin arasındaki meseleler. Benim buradan bu ayrıntılı işlere burnumu sokmam doğru olmaz. Ben olaylara “kartal bakışı” ile uzaktan ve yukarıdan bakmaya çalışıyorum. Barzani güçlerine işbirlikçi demedim, Barzanici güçlere göre daha olumlu bulduğumu söyledim. Salih Müslim Türk devletiyle görüştü, evet, ama görüşmesi onu hemen defterden silmeyi gerektirmez. Barzani’yi silmeyi de gerektirmez. Fakat Barzani ile ilgili temel eleştirim, Türkiye’nin şu anki yönetimiyle fazlasıyla içli dışlı olması, stratejik müttefik gibi davranmasıdır.
Anonim
Peki Kürt hareketlerinin Suriye veya Irak’ta o devletlere karşı Türkiye’yle işbirliği yapmaları -PYD’nin ABD ve Rus desteğine dayanması gibi- yanlış mı? Barzani/Irak Kürt yönetimi de şu sıralar bağımsızlık için çalıştıklarından kendileri gibi Irak’la ters düşen Türkiye’yle yakınlaşıyor.
özgürlükçü
Barzani tayip Ecevit demirel vs gibi ulusal devleti savunup kapitalist sistemin hizmetinde uluslar ve halkarı yönetmek isteyen sistemin aktörleri
PYD ise tam tersine ulusalcı olmayıp her türden yerel coğrafyada farklı ulusal kimlikteki halkların Toplumsal Ekolojik Kömünalist ilkelerde birlikte yaşayabileceğini savunan özgürlükçü toplumsal devrimci örgüt
Aralarındaki fark biri kapitalist devletçi diğeri devletlerin olumsuz işlevini bilen özgürlükçü toplumsal devrimci
Yani biri Doğu perinçek —Diğeri Gün zileli gibi açıklayıcı örnek olabilirmi??
Benzetme 10 numara değilmi Zileli????
Anonim
Bir de yanlış hatırlamıyorsam Ukrayna’daki Rus yayılmacılığına karşı olduğunuzdan ABD ve Avrupa’nın desteğini almalarını doğru bulmuştunuz.
Bundan bahsetmişken, Rusya’yla kriz devam ederken Türkiye de Ukrayna’yla yakınlaşmıştı. Ukrayna cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip RTE’yle görüşmüş, ortak açıklama yapmışlardı.
AKP/RTE ikitdarına karşı olmanıza rağmen Ukrayna’nın onların da desteğini almasını doğru buluyormusunuz?
Dolayısıyla Ortadoğu’deki en reaksiyoner güçlerden biri olan Türk hükümetiyle işbirliği yapmak devrime ve özgürlüğe karşıt bir konumu getiriyor ister istemez.
Yok. Ben emperyalist bloklar arasındaki yayılmacılık ya da hegemonya kavgasında taraf olmam. Sadece bu kavga sırasında özgürlük ve devrim için olumlu bir gelişme şansı varsa o an için bir tarafla objektif olarak aynı tarafa düşmekten de rahatsız olmam. Örneğin bugün PYD-YPG güçleri ABD desteğiyle IŞID’ı geriletiyorsa bunu olumlu bulurum. Ukrayna’ya gelince, o bölgedeki hegemonya mücadelesinde herhangi bir tarafı desteklemem ama bu, despot bir iktidara karşı halk ayaklanmasını, şu ya da bu tarafa yarıyor diye desteklemekten vazgeçmeme neden olmaz.
Anonim
“Barzani tayip Ecevit demirel vs gibi ulusal devleti savunup kapitalist sistemin hizmetinde uluslar ve halkarı yönetmek isteyen sistemin aktörleri”
Hangi halkları yönetmek istiyorlar peki?
Kuzey Irak/Kuzey Suriye/Doğu Anadolu veya Kürdistan denen o coğrafyada Kürtler dışında kayda değer bir azınlık yok ki – tıpkı Türkiye’deki gayrimüslim azınlığın %1’in bile altına düşmesi gibi. Kaldı ki TC’nin aksine Irak Kürt bölgesel yönetimi bütün azınlık haklarını tanıyor. Zaten TC dışında böyle etnosentrik üniter merkeziyetçi bir devlet kalmadı dünyada.
özgürlükçü
sistemin aktörünü unuttun galiba?
özgürlükçü
Madem Barzani iyide haklı neden bu gün özgür gündem kapatılıp dbp li belediyelere kayyum kanunu çıkarılıp özgürlükçü devrimci kürtlere saldıran sömürgeci türkiyedeki barzanicilere neden ellemeyip büyütmeye çalışıyor????
Anonim 1369 ismini açıkça yaz nasname olduğun buram buram cümlelerden sorulardan akıyor
Barzaninin yönettiği yerde başka halkmı varmış????
milliyetçilik ulusalcılık zehir gibidir her yerini felç eder yokmu? %1 miş sen %99 değilmi aynı türk milliyetçisi gibi %90 türk %99 Müslüman lafı yalan????
biz ne olacağız lazlar,çerkezler,gürcüler diğerleri sandığından da çoktur henüz tam asimile edip türkleştiremediniz????
özgürlükçü
PYD li salih müslime laf eden kürt efendisi sömürgeci kolonyalist t.c ve faşist iktidarın hizmetinde olan kürttür bir laz olarak benden utanmalısın??????
Barzaninin kapitalist sömürgeci rantçı gayrımeşru sistemle bir sorunu varmı bir itirazını duydunmu????
PYD metinlerini oku aradaki farkı gör??
Zilelinin bunları bilmemesi mümkün değil hınzır bilmiyorum ayaklarında pyd ile milliyetçi sistem savunucu kürt örgütlerini aynıymış gibi gösterip aslında o da bir anlamda sömürgeci kolonyalistlere hizmet ettiğini görmüyor???
Anonim
1371 özgürlükçü, Irak Kürdistan bölgesel yönetiminde sandalye sahibi bile olan azınlıkları bilemeyecek kadar cahilsen ben anlatmayayım sen bir araştır kendin. Tabii bu kadar HDP’ci ve dar bakış açısıyla başkaları hakkında yeterli bilgi sahibi olmaman normal.
emek emekçi
Sayın Gün Zileli,
Israr ettiğim için özür dilerim, kısa soru ve cevaplar bazen yeterli olmuyor.
Siz ,”Anarşistler emeği pek övmez.” dediğinizde “emek” sözcüğüyle “ücret emeği” mi demek istemiştiniz? Veya daha geniş anlamda siyasi iktisat bilimindeki soyut “emek” mi demek istediniz?
Arının bal üretmesi, avcının avlanması, annenin bebeğine süt emdirmesi “emek” mi?
“Ben bugünkü anarşistlerden söz etmiştim.”, dediniz.
Bugünkü anarşistlerden hangileri her yerde ve her zaman geçerli kullanılan yukarıdaki soyut “emek” sözcüğünü reddediyorlar, benimsemiyorlar?
Abi Mahir Kızıldere de gerçektende “MİT’çiler İlyasınızıda getirin” diye bağırmış mı?Mahirin İlyas Aydının ölüm emrini verdiğini hangi kaynaktan ulaştınız?Orhan Savaşçı bu konu hakkında tam olarak ne dedi?
Anonim
uyduruk bir soru olacak kusura bakmayın ama hala umudunuz var mı?
Bu küçük vahayı ne zaman ve nasıl keşfettim, bilmiyorum, ama biraz vakit geçirince çok beğendim ve okuyabildiğim kadar yazı okudum. Gerçekten geçen yılların birikimini iyi bir şekilde damıtmış ve bizlere sunmuşsunuz, bunun için müteşekkirim. Fakat yaşımdan mıdır yoksa medyanin üzerine binmiş dezenformasyon bulutundan mıdır nedir bilinmez, benim bütün birikimim -ne kadar varsa artık- katı olan her şey gibi buharlaştı. Kafamda açılan eksikleri sorularıma verebileceğiniz cevaplarla biraz kapatabileceğimi umut ediyorum.
Bir anarşist olarak elbette herangi bir otoriteyle uzlaşmanız mümkün değil, bu açık. Lakin AKP’ye, sol ve liberal cenahın yönelttiği “diktatörlük” ithamını sürdürmek ne kadar mümkün, bunu samimi olarak soruyorum. Diktatörlük denilince akıllara gelenler Nazi almanyası, Sovyetler Birliği, Kuzey Kore olurken; iyi kötü bir parlamenter işleyişe sahip Türkiye’yi bunlarla nasıl aynı çuvala koyabiliyoruz? Ben nereyi kaçırıyorum ya da nereyi yalnış anlıyorum?
AKP sonrası Türkiyesi’nin tasvirini nasıl yapıyorsunuz mesela? Muhafazakar-İslamcı rabıtasina dayanan AKP sağı parçalanır mı? Bu parçalanmadan ne çıkar? Suriye Meselesi hangi istikamette gelişme gösterir? Bunlar hakkındaki düşünceleriniz ve tahminleriniz neler?
Anonim
Sinan Cemgil in ölümünü ilkk duydugunuzda nerdeydiniz?
Geçmişte de günümüzde de parlamentolu birçok diktatörlük vardır. Yani parlamento ve seçim doğrudan diktatörlük olmamanın garantisi değildir. Bugün parlamento tek kişi yönetiminin kamuflajıdır.
Sağ zaten parçalanmış durumda. Şu anda AKP içinde de büyük bir mücadele ve hatta operasyon sürmekte.
Akp iktidarı, Suriye’ye yönelik yayılmacı politikasının kendisini tecrit ettiğini gördü. Neredeyse hiçbir dostu kalmadı. Şimdi manevra yapmaya çalışıyorlar ama biraz zor görünüyor. Önümüzdeki süreçte bu politikadan ne kadar dönebilecekler, göreceğiz.
emek emekçi
Sayın Gün Zileli,
“Gün Zileli Ağustos 17th, 2016 at 19:32
Genellikle günümüzün anarşistleri, geçmiştekilerden farklı olarak ücretli emeği pek övmezler, yüceltmezler.”
Özür dilerim ama sanki ayrı diller konuşuyoruz, bu yüzden sorularımı daha kabaca ifade etmek zorunda kaldım.
Size göre, hangi emeği överler ve yüceltirler?
Size göre, ücretsiz emek emek mi?
Size göre, ücretsiz emek verenler hangi ideolojiye inançla çalışacaklar?
sanırım yanıtlarım sizin açınızdan pek açıklayıcı olamıyor. Bu konuları daha iyi bilen birilerine sorabilirsiniz. Ben bildiğim kadarıyla cevapladım.
anarşizm ve kaos modası
“1328: Abi bir anarsist olarak orgutluluk konusunda ne dusunuyorsun?
Gün Zileli: binlerce özörgütlenmeden oluşan kaotik bir ağ.”
Sayın Gün Zileli,
Anarşistliği tanımlayıcı “kaotik” sözcüğünüz sanki bilinçaltı bir dil sürçmesi.
çok tuhaf.
1. Kaos kökeni gaz. Bu da çok hafif, homojen ve hatta daha da kötü çok fasulye yiyenlerin çıkardığı ki, anarşistlere pek yakışır bir tanımlama değil.
2. Kaos evren yaratılmadan önceki her şeyin aynı olduğu zamana ve evrenin o zamana doğru ilerlediğine gönderme yapar ki, bu anarşistliği tasvirde hem doğru değil hem de aşağılayıcı.
3. Kargaşalık, düzensizlik çağrıştırır ki, bu daha çok anarşistliği değil içinde yaşadığımız zorbalığı tanımlar.
Tabii, kulağa hoş geldiğinden, son zamanlarda ve özellikle dünya ekonomi-politika zorbalığını ıslah etmek için geliştirilen cici bici bilimsel- matematiksel teorisi bilgiçliği gösterisi yapmak için de kullanmış olabilirsiniz.
Not: Bilgisayar da öyle doğdu.
Bunlardan hangisi doğru?
“Kaotik” derken, merkezi olmayan, karmaşık ve her küçük birimin bir başkasıyla serbestçe ilişki kurma özgürlüğüne sahip olması anlatılmak istenmiştir. Cevaplar kısa olunca bazen anlaşılmıyor. Fakat uzun cevaplar için de zamanım yok.
kaos dada devrimcilik
“Kaotik” derken, merkezi olmayan, karmaşık ve her küçük birimin bir başkasıyla serbestçe ilişki kurma özgürlüğüne sahip olması anlatılmak istenmiştir.
Bu, Hobbes’ın ilk defa ve ardından gelenlerin savunduğu kapitalist-burjuva serbest pazar kavramı. Merkez ha görünmez, ha yok, fark etmez.
Dadaist Dali’nin devrimci (sanatçıya) bir öğüdü: “Hiç deneme, burjuva (=modern) olmaktan kurtulamazsın”
Kimleri düşünüyordu?
emek-emekçi-ücretsiz emekçi
sanırım yanıtlarım sizin açınızdan pek açıklayıcı olamıyor.”
Dil bilmek çeviri yapmak için gerekli ama yeterli değil.
Kitabı dikkatle okudunuz mu?
Michael Seidman’ın “Workers in a Repressive Society of Seductions” (1993) daha kısa. Okursanız sorularımı anlamanıza yardımcı olur.
Anonim
Mahir Çayanların hapishaneden kaçması nasıl yankılandı?
FKF’nin kurucu ve ilk yöneticilerindendir. Şimdi de sanırım sosyal demokrat tipte bir partinin başkanı ya da yöneticisi.
Anonim
Gün abi sen Umay Umay ile tanışıyor musun?
Anonim
Yani şunun için sormuştum abi eğer 12 eylül olmasaydı Sol’un yönetimi ele geçirmesi gibi bir durum olabilir miydi ? Kenan Evren’in bir sözü vardı : “biz gelmeseydik Fatsa’dakiler gelirdi” diye .
Anonim
Abi burdaki temaya aykırı bir sorum olacak. 25 yaşındayım Uzun zamandır aşık olduğum ve aynı duyguyu kendisinin de bana karşı hissettiğini belirten ama buna rağmen yolumuzun hayata karşı farklı bir bakış tarzına sahip oldupumuz için asla birleşemeyeceğinden dolayı beraberliği reddeden kadın, bugün yakın zaman önce başka bir erkek ile seviştiğini söyledi.Ve bu eylemin hayatında ilk defa olduğunu ve birkaç defa tekrarlandığını söyledi. İnançsız gelenekselci olmayan biriyim ama değişik duygular hissediyorum be abi. Bunları da sana niye yazdığımı bilmiyorum öyle esti işte.
YPG, DSG karar alır derken TC nin varlığını tanımıyoruz mu demek istiyor?
özgürlükçü
Ortalık kan gölü Emperyal tc ye lazistan kürdistan sömürmek işgal etmek yetmemiş gözi ortadoğuya dikmiş kendine anarşist diyen site doğuperinçek faşisti ile milli zilli duygularda mutlumusun????Necipgillerle yatan şaşi kalkar!!!!!!
“YPG’nin bölgede güçlenmesi pkk’nin güçlenmesidir, o yüzden öso desteklenmelidir” fikri tutarlı mıdır yoksa türkiye gerçeklerinden epeyce uzakmıdır?
Anonim
Gün abi yukarıdaki arkadaştan cesaretle yazıyorum.bende 22 yaşındayım.bir yılı aşkın süre önce can yoldaşım,sevdiğim birini kaybettim,ölümü kötü oldu,yakışmadı ona.Silahlı mücadelenin gerekliliğine inanıyordu ya da zorunlu hissediyordu,mecburdu.YPG adına mücadele verdi,direnmeye çalıştı,olmadı,aldılar onu benden.bende ne yaşam sevinci kaldı ne de direnme ruhu,tükenmişim.Arada sırada sitenize girmeye çalışıyorum onu hatırlamak için,sizi ve kuşağınızı severdi,heyecanla anlatırdı yazdıklarınızı,kendimizce yorumlardık bizde.Devamı gelmedi ama okumalarımızın,yorumlamalarımızın aldılar onu bizden abim.
abd tam anlamıyla tavşana kaç tazıya tut siyaseti izliyor. Yani YPG’ye kaç, TC’ye tut diyor. YPG sözcüsünün sözleri bir retoriktir. Yani ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna geçmeleri zor görünüyor. İzlemek lazım.
Başın sağolsun arkadaşım. Böyle durumlarda ne desem senin acını dindirmeyecektir. Fakat şöyle düşün: inandığı bir dava uğruna canını vermiş bu genç insan. Onun anısını yaşatmak da bir teselli olabilir. Acı insanı tükettiği gibi bir yerden sonra mücadele azmi de verebilir.
Anonim
Komünist Parti (KP) ‘nin siyaseten etkinliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Anonim
Şirin Cemgilin “Sinança”sı için yazdığı şu sözler gelir aklıma ve durulurum.
” Ölüm,seni tanıyorum.Sen gülümsememeksin,öyle bakmamak bir daha yürekten,öyle sevmemeksin.Dokunamamaksın bir daha.Güzelim bir şeyi anlatamamaksın.Artık ellerinle,beyninle döğüşememeksin;onca sevip sevilememeksin.sen dostla şakalaşamamaksın,çocuğunu artık öpememek,sevgilini bir daha saramamaksın ölüm.Sen kahrolmaksın;gizli döğüşmeksin,oradan oraya atmaksın kendini.Öyle durup dinlenmemeksin bir daha.Ölmek uyumak.Hayat.Ölmek uyumak olamaz.Hele katledilmek asla!”
Aşk ve devrim adına soru sormam gerekirse,Türkiye veya dünya tarihinde hem devrimci kişiliği hem de aşk anlayışı ile sizi en çok etkileyen devrimci-aşıklar kimlerdi?
Anonim
Arkadaş Zekai Özger’i tanırmıydınız?Ölümü hakkında bir bildiğiniz var mı?
Arkadaş Z.Özger’in ölümü hakkında kaldığı yurtta polis ve ülkücüler tarafından yapılan baskıda kafasına sert bir darbe aldığı ve bu darbeden dolayı beyin kanaması geçirdiğini duymuştum.bu doğru mu yani beyin kanamasının nedeni faşistler tarafından darp edilmesi mi?
Anonim
Abi kusura bakma bu ismin sizinle zikredildiğini okumuştum bir yer de,meraklandım sorayım dedim,başın sağolsun abim.
Arkadaş Z.Özger hakkında bilgi edinmek pek mümkün görünmüyor,bilinen tek şey o zamanki dönemin aksine ölüm ve cinsellik hakkında kafa yorduğu. insan ister istemez soruyor.o dönemde SBFnde okuyan birinin siyasetten uzak kalması güç bir durum değil mi?Arkadaş,siyasetle uğraşmasa dahi siyasetin sonuçlarına-ölüm,cinsellik-bir hayli kafa yormuş
Anonim
Sabahattin Ali,Fakir Baykurt gibi yazarları okurmuydunuz?daha doğrusu kitap okuma yetisini kazanmaya başladığınızda bu yazarların etkisi oldu mu?
En başta Sait Faik, sonra Sabahattin Ali, Bilge Karasu, Demir Özlü, Ferit Edgü…
Anonim
Gün abi,68 kuşağının yaptığı devrimci eylemlerde içinde bulunmadığın fakat şimdi keşke ben de o eylemin içinde bulunsaydım dediğin bir eylem var mı?Banka soygunu gibi 😀
o tür eylemler 68 kuşağını temsil etmez ya da 68’in gerileme döneminin eylemleridir.
Anonim
Bu tür eylemler iyi-kötü ya da gerileme dönemine ait olsa dahi 68 kuşağını temsil eder.Banka soygunu veya Mete Hasın kaçırılmasına karşı neden bu kadar sert ve keskin duruyorsunuz?
Batıdaki bu tür örgütlere özenilerek yapılmış devrimci romantizm eylemleridir bunlar. Üstelik batıdakiler bile bir gerilemenin ürünüydü. 68’in zirvesinde bu tür eylemler değil, işçi ve öğrenci eylemleri vardı. Ne zamanki kitlesel dalga geri çekildi ‘öncü fedailer” böylesi eylemlere girişti. Yenilginin getirdiği ve sonu daha da beter bir yenilgiyle bitecek eylemlerdi bunlar. Bir bankadan 10 bin lira alarak devrimi falan ilerletemezsiniz. Ayrıca insan kaçırmak da ne oluyor? Sınıf düşmanın bile olsa böyle şeyler devrimci morali bozar ve devrimciyi canavara dönüştürür. Örneğin Elrom’un öldürülmesi tam da budur. Ayrıca Elrom, Nazi avcısı bir anti-faşistti. Sırf israil devletinin elçisi diye bir insanı rehin alıp bile bile öldürmek de olacak şey değildir. Denizler bu konuda çok daha duyarlıydılar.
Anonim
Fakat beğenseniz de beğenmesenizde o zamanki öncü fedailer silahlı mücadelenin gerekliliğinde karar kırmış ve maddi anlamda arayış içerisine girmişler.Gerçi siz o maddi arayışa karşıda kuşkulu yaklaşıyor,bir nevi ne gerek vardıya getiriyorsunuz bu durumu.Fakat sizde çok iyi biliyorsunuzki o maddi açığı işçi ve öğrenci eylemlerine katılan halklardan karşılamak pekte mümkün değildi.Evet bu eylemlere gösteriş hakimdi fakat tek gayenin bu olmadığınıda bilmeniz gerek.Elromun öldürülmesine gelincede bu ölümü savunacak değil;bu tür eylemleri gerçekleştiren devrimcilerinde canavara dönüştüğü ithamınada sessiz kalacak değilim.
Anonim
Gün hocam PKKnin son Cizre eyleminden sonra kendini devrimci olarak tanımlayan bazı PKK yi destekleyen arkadaşlardan “Cizre’de binlerce insanın evini yıkanların evleri yıkılmış.Sanma faşist olandann bir gün hesap sorulmaz” şeklinde beyanlar duyuyorum.Yani bir nevi kısasa kısas,misilleme olarak görüyorlar.Sizce bu kendilerini devrimci olarak niteleyen kesimin yaptığı eylemler sözde devrimci ahlağa yakışır mı?
Anonim
68lilerden günümüzde yaşayanların büyük kısmı yurt dışında yaşarken siz neden Türkiyedesiniz?( Abi yanlış anlama git demek istemiyorumda 😀 )Türkiye ile ilgili hunharca bir planız mı var yoksa sizi alıkoyan vatan-millet sevgisi mii? 😀
Anonim
İlk defa oy kullandığınızda seçiminiz kim olmuştu ya da oy kullanmışmıydınız?tamamen meraktan soruyorum
Anonim
Nadire Mater ve Jülide Aral 68deki solcu ve devrimci kadınların hallerinin bir nevi “cinsiyetsizlik olma durumu”şeklinde yorumlamışlar fakat bu durumun örgütten örgüte değiştiğinide söylemeden edememişler tabi. Peki bu durum solcu ve devrimci erkekler tarafından nasıl yorumlanıyordu?En azından siz o zamanki Gün olarak ne düşünüyordunuz?
Anonim
Evliliğin bir “burjuva kurumu” olarak görüldüğü,ailenin ve evliliğin Engels’in “Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” üzerinden tartışıldığı 70li yıllarda Sinan Cemgil ve Mahir çayan gibi öncü solcuların evli olması bilindik evlilikten çok “dönüştürücü”bir evliliği temsil etmek istenmesi belirtilir.Buradaki “dönüştürücü evlilikten”kasıt nedir?
1974 sonrasında, onların takipçileri olduklarını söyleyenler neden aynı silahlı mücadele çizgisini izlemediler o zaman. Bunun üzerinde düşünmelisin. Bunlar, toplumun koşullarından kopuk eylemlerdi ve mücadeleye zararlı olmuştur.
Bunlar tamamen yanlış eylemlerdir. iktidarın toplum nezdinde meşruluk kazanmasına hizmet ediyor. 20 Temmuz 2015’ten Suruç patlamasından sonra savaşa girişmeleri ise RTE’nin yeniden tek başına iktidar olmasına yol açmıştır.
Suruç’tan sonraki savaş sürecinde pkk ile akp arasında savaşı tırmandırmak konusunda gizli bir anlaşma olduğundan kuşkulanıyorum. Bugünküler ise artık tamamen kör eylemlerdir. Ne devrime ne kürtlere bir faydası var. Hendekler siyaseti de bir rezaletti zaten.
Robert Sabatier, İsveç Kibritleri (çev:Orhan Suda) Sel yay.
Anonim
Abi 26A cafeyi duymus muydun
devrim ne demek
Gün Abi,
Artık her şey, her yenilik, her keşif medyada “devrim” sıfatı taşıyor.
Diğer yandan Akkadların Sümeri eli geçirmesinden Asurlara kadar, İskenderin bilinen dünyayı tamamıyla değiştirmesi, Abbasilerin Emevilerin yerini alması, Osmanlıların İslamın başına geçmeleri, Almanların ve diğer göçebe toplumların Roma’yı yıkmaları ve yeniden diriltmeleri, Memlükler, Çin’de hanedanlık değişmeleri, Hindistan’da krallık ve imparatorluk safhaları, Azteklerin Orta Amerika’da birlik ve egemenlik kurmaları, Endülüs, Yunanların Hitileri yıkıp yerini almaları, … liste sonsuz uzun. Ve hepsinden daha göze batan, Avrupa düzeninin dünyayanın dört köşesinde her girdiği yeri alt üst etmesi …
“Devrim” anlamsız, yozlaştırlmış bir sözcük oldu gibi.
Size göre tarihsel (teknik anlamda belgelere dayanan anlatım) anlamda devrim ne demek? Kaç devrim oldu? Ve neden size göre bunlar gerçek devrimler?
Çağdaş anlamıyla birçok devrim olmuştur. Fakat bunların hepsi ya yenilmiş ya da içinden yozlaşmıştır.
Anonim
Günümüzde sosyalist kimliği adı altında “sosyalist çerkezler,sosyalist lazlar,kürtler”gibi ayrımlar sizcede lüzumsuz değil mi?
devrim ne demek
Gün Abi,
Lütfen devrimin çağdaş anlamını yazar mısınız?
Birçok devrimlerden örnekler verir misiniz? Adlandırır mısınız? Örneğin, Neolitik Devrim çağdaş anlamda devrim mi?
Devrimin çağdaş anlamı toplumsal bir köklü dönüşüm için gerçekleşen devrimlerdir. Fakat bu devrimler başarıya ulaşamamış ya da yozlaşmıştır: 1789 devrimi, 1848 Avrupa Devrimi, 1870 Paris Komünü, 1911 Meksika köylü devrimi, 1917 Şubat-Ekim Devrimi; Çin devrimi, Küba devrimi, 1968 Dünya Devrimi, çağdaş devrimlerden bazı belirgin örneklerdir. Sitedeki Dünya Devrimi bölümündeki yazılara da bakabilirsin.
Anonim
Abi arada bir sevdiğin birkaç şarkıyı paylaşsan ya 🙂
Bu şarkı da benden CHP yönetimine gelsin: “Kapıldım gidiyorum … bahtımın rüzgârına….” 🙂
devrim ne demek, kökten dönüşüm ne demek
Gün Abi,
Şimdi de soru ” köklü dönüşüm” ne demek oldu. Ama sanırım bu bizi kısır döngüye sürükleyecek, laf oyunları olacak. Üstelik birçok ülkeler hiç bir devrim yapmadan sizin saydığınız ülkelerden son derece daha köklü dönüşümden geçtiler. Tüm insanlık Neolitik Devrimle kökten bir dönüşümden geçti. Yani çağdaş ve hatta dünya çapında bir devrimdi.
Sorumu başka bir odakta toplayayım: size göre bu saydığınız devrimler (1911 Meksika’yı şimdilik bir tarafa bırakırsak da Fransız modelinin tüm Orta ve Güney Amerika’yı etkilediği bir gerçek) aslında 1789 kapitalist-burjuva devrimini model alan devrimler mi? Saydıklarınız, aynı 1789 devrimi gibi insanları, ekonomi, endüstri, teknoloji ve bilimle refaha ulaştırma devrimler mi? Başka bir amaç güden devrim biliyor musunuz?
Burjuva evrimi diye bir şey yoktur. Bu ne yazık ki, M arksistlerin 150 yıldır tekrarladığı ve kafalarımıza soktuğu bir masal. Bütün devrimler ekonomik, kültürel, toplumsal köklü değişiklikleri amaçlar. Burjuva devrimi denen şey, devrimlerin dondurulması ve yozlaştırılmasıdır. Devrimlerin temelinde eşitlik ve özgürlük ideali vardır. Köklü dönüşüm denen de budur. Fakat bu köklü dönüşüm illa bir anda olacak diye bir şey yoktur. Yani devrim bir an değildir. Genelde uzun yıllara yayılır. Kıaca söyleyecek olursak insanlık 250 yıldır bir devrimin içinde yaşamaktadır.
Vegan anne-baba, çocuklarını da bu doğrultuda beslediklerinden, çocuk sağlık sorunları yaşamaya başlamış ve devletin himayesine alınmış.
Kimsenin hayattaki tercihlerini sorgulamam, sizin de sorgulamayan biri olduğunuzu biliyorum Gün bey.
Bahsi geçen olayda, çocuklara yaklaşım nasıl olmalı? Sonuçta, vegan olmak ya da olmamak ile ilgili nihai kararı verebilecek iradede gözükmüyor çocuğun yaşı? Anne-babanın, kendi tercihlerini (örneğin veganlık) çocuğa aktarmaya uğraşması, ne kadar meşru?
Aynı şekilde, bazı veganlar, bazı evcilleştirilmiş hayvanları da ‘otçul’ doğrultuda besliyorlar, bunun bir hak olduğunu iddia ediyorlar. Dünyada en yaygın evcilleştirilmiş hayvanlar köpek ve bir nebze de kedi. Bu hayvanların, ‘etçil’ veya ‘otçul’ yemek yemelerine karar vermek, biz insanların inisiyatifinde mi olmalı?
Konuya veganlıkla başlayıp, ‘din’e kadar gelebiliriz.
İnsaların içine doğdukları ‘ortam’, ‘aile’, ‘coğrafya’, ‘ülke’, ‘gelenek’, ‘örf’, ‘hayatı algılayış’, onları yönlendirmeye devam ediyor, edecek diyebilir miyiz? Mesela siz de, ‘et yememek’ konusunuda epey zorlandığınızı söylemiştiniz.
Umarım, geçiştirmek için cevap yazmazsınız.
Saygılarımla…
devrim gelecekte ama olacak
Gün abi,
Belki de en büyük ve asıl devrim dünyanın sözcüklerle yeniden inşa edilmesi.
Cevaplarınız cevaptan çok soru dolu.
1. Devrim = kökten dönüşüm = eşitlik ve özgürlük.
Saydıklarınız arasındaki ilk devrim olan1789 devriminin düsturu ” özgürlük, eşitlik, kardeşlik”. Yozlaşması sizin de ayni şeyi istemenize engel olmadı.
2. Saydığınız devrimlerin çoğu Marks’ın burjuvayla emekçiler arasındaki sınıf kavgası ilkesine dayanır ve devrim başını çekenler kendilerini Marksist tanımladılar. Aç ayı oynamazmış.
3. Devrim kavramınız dine, devrim metafiziğine benziyor. Başarılan devrimler yozlaşıyor, başaramayanlar asıl devrim adayları. Asıl devrim de ufuklarda, gök yüzünde, gelecekte. Her halükarda, devrim olacak ama belki yine yozlaşabilir, beklemek lazım. Diğer bir deyişle, devrimden sonra devrim devam edecek, yani yozlaşabilir.
Size göre 250 yıldan önce yaşayanlar eşitlik ve özgürlük istemediler mi? Devrim içinde yaşamadılar mı? Ekonomik, kültürel, toplumsal köklü değişiklik amaçlamayla kalmayıp gerçekleştiren Neolitik Devrim de yozlaşmış bir devrim mi? Neolitik Devrim “eşitlik ve özgürlük” idealiyle mi yapıldı?
çocuklara herhangi bir şeyi, beslenme alışkanlığını falan dayatmak kesinlikle yanlış. Bununla birlikte, bir aile biriminin belli bir beslenme alışkanlığı varsa bu alışkanlık aynı birimin içine doğan çocuğa da istesek de istemesek de bulaşacaktır. Nasıl etobur bir ailenin alışkanlıkları kendi çocuklarına aynen geçiyorsa. Evcilleştirilmiş hayvanlar için durum biraz daha sorunlu. Vegan biri, ben et yemiyorum, bu yüzden evcil hayvanıma da et yedirmiyorum diyebilir. Ama ben olsam, bu etobur hayvanların alışkanlıklarıyla bu kadar oynamazdım. İnsanlar etoburluğa daha geç bir aşamada geçmişlerdir. Kedi köpek ise öyle değil.
Doğada mütasyon denen bir şey var. Bu da bir çeşit doğasal devrimdir. Doğada birçok mütasyon olur ama bunların büyük çoğunluğu tutunamaz ve geri düşer, yani daha üst düzey bir canlı ortaya çıkamaz. Devrimler de buna benzetilebilir. Çok sayıda deney olur, bunlar şu ya da bu yoldan ilerlemek ister ama başarısız olur ya da yozlaşır. Buna rağmen, aynı doğada olduğu gibi, bir üst düzeye tırmanma çabası devam eder. Devrim, toplumların daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzeye sıçrama çabasıdır.
Sosyal Darwinizm
Gün abi,
Özür dilerim ama her cevabınız yeni sorulara yol açıyor.
Kanser genlerde oluşan bir mütasyondan gelişir; kömür yakmayla duvarların kararması üzerine beyaz kelebekler kolay yem olup yok oldular, daha önce daha kolay yem olan kara kelebekler yaşamda kaldılar. Daha binlerce örnek verebilirim.
Mütasyon doğada veya daha doğrusu genlerde olan bir olguya verilen bir ad, bir simge, bir imleyen.
Mütasyonu üst düzeyle bağdaştırmak, çağrıştırmak birleştirmek Sosyal Darwinizm, hüsnükuruntu, beyin yıkama masalı değil mi? Bir çeşit “ilerleme” masalı değil mi?
Siz Sosyal Darwinist misiniz?
Mütasyon evrimi açıklar. Bunu bilmek için sosyal darvinci olmaya gerek yok. Yani diyelim ki, maymunun ve insanın atası olan bir memeli türünden mütasyonla bir kol maymuna, bir kol da ilk insana sıçramıştır. Örneği toplumların izledikleri yolu anlatmak için vermiştim.
Anonim
İşkillenmenize gerek yok, hırsız değilim 😉
Hiç hırsızlığa maruz kaldınız mı? Evetse, paranız mı gitti? Değer verdiğiniz eşyalardan da çalınanlar oldu mu? Başınıza birden fazla geldi mi? Yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Siz hiç hırsızlık yapmak zorunda kaldınız mı? Yiyecek, giyecek ve belki de para…
değer yargısı doğa tarih
Gün abi,
Daha önce söyledim, en büyük ve asıl devrim dünyanın sözcüklerle yeniden inşa edilmesi.
Aşağıdaki sözcükler sizin.
” … AYNI DOĞADA OLDUĞU GİBİ, bir ÜST DÜZEYE tırmanma çabası devam eder …”
Mütasyon evrimi açıklar ama ÜST DÜZEY ne doğada ne insanlar arasında kanıtlanabilir. ÜST DÜZEYİ insanlar arasında ve tarihte görenler sosyal darvincidir, değer yargısı yapandır.
Biraz basitleştireyim: Siz devletsiz toplumların devletli toplumlara geçişlerini ÜST YÜZEYE sıçramalar olarak mı görüyor sunuz?
değer yargısı yapmıyorum ve her üst düzeyi de olumlu görmüyorum. Sosyal darvinizm, eğer her üst düzeye sıçramayı kutsarsam söz konusu olabilir belki. Devletli topluma geçiş bir üst düzeye sıçramadır ama toplumsal gelişme açısından hiç de hayırlı olmamıştır. Kapitalizme sıçrama da öyle. Memeli türüne sıçrama bir üst düzeye sıçramadır ama bu da mutlaka kutsanacak bir şey değildir. Kim memeli türünün memeli olmayan türden üstün olduğunu ileri sürebilir ki. Dolayısıyla özgürlükçü ve eşitlikçi topluma sıçrama bir üst düzeyde (helezonik olarak) ilkel toplumun temellerine dönüş de olacaktır.
Bunlar görec kavramlar. Onlara göre her devrimci eşkıyadır. Olamadıkları ve olamayacakları da budur.
Anonim
Mahir Çayan şaki,Che eşkiya he mi?Sahi hangi ara geldik biz bu konuya?
Anonim
Tarihi tertemiz olan Türkiye Cumhuriyeti devlet tiyatrolarında “milli ve yerli” tiyatro dönemi başlatıyormuş. İnsanın “Stalin Yargılanıyor” piyesini oynayıp,itaatsizlik etmelik günlere gitme isteği uyandırıyor de mi?
Anonim
Kurban Bayramı hakkında ne düşünüyorsunuz? kasıtlı sormuyorum,fikrinizi genel anlamda merak ediyorum.karşımısınız yoksa inanç özgürlüğü mü?
Sayın Gün Abi,
Benzetmede hata olmayabilir ama …
Eğer sıçramalar doğada olduğu gibi kendiliğinden olsa, ki bu canlı varlıklar ve özellikle insanlar için artık son derece şüpheli, toplumların sıçramaları bir çeşit irade dışı, bilinç dışı, hatta tanrı buyuruşu gibi bir şey oluyor. Buna siz helezonik adını vermişsiniz.
Siyasi toplumu ( = içte baskı, dışta fetih) sıçraması yapanlar devlet, iş bölümü, yazı, tarım ve hayvancılıkla yiyecek birikimi ve dolayısıyla uzun süre savaş olanaklı ve ordulu toplumlar. Bu toplumların her eriştiği yerde karşı çıkan toplumlar sıçramaktan çok sıçratılan toplumlar. Üstelik siyasi toplum olma sıçramasına karşı bilinçli direnmeler de defalarca belgelendi. En son örneklerden biri James C. Scott’ın “Yönetilmeme Sanatı”
Eğer özgürlükçü ve eşitlikçi bir sıçrama olsa, bunun ilk topluma dönüş olduğunu nasıl bileceğiz. Tarihçiler, “Kristof Kolomb ve ardından gelenler cenneti arıyorlardı, buldular ama tanımadılar”, derler.
Helezonik daha çok şeyleştirme (reification), tapıncakçılık (fetişizm, fetishism), varlığını kabul etmek (hipostaz, hypostasis ) olmuyor mu?
toplumların oluşumu ve gelişimi iradeyle değil, kendiliğinden olur, doğada olduğu gibi. Sıçramalar da öyle. Mütasyon da kendiliğinden olur. Nasıl doğayı yaratan bir tanrı yoksa, toplumları yaratan bir irade de yoktur.
bir hata oldu galiba, kendiliğnden olma sorusunda
Sayın Gün Abi,
Birçok devletsiz toplumların kendiliğinden olan sıçramalarla siyasi toplum olmayı bilerek reddetiklerini hiç duymadınız mı? James C. Scott’ın “Yönetilmeme Sanatı” kitabına ne dersiniz?
Birçok kendiliğinden olduğu sanılan, örneğin yağmur yağması, şimdi nedenlerle açıklanmıyor mu?
Bilgi yetersizliği başka, eskiden tanrıların yaptığıyla anlatma yerine, şimdi “kendiliğinden olma”yla anlatma başka ve biraz tuhaf değil mi? Kısacası bilmediklerimize bir ad verip bilir gibi görünmek eski bir hastalık.
Asıl sorular:
Her halükarda, iradeleriyle üst dizeylere sıçramayan toplumlar var mı, yok mu?
Sıçramak istemeyenleri sıçramış siyasi toplumlar bilerek ve iradeleriyle kırımdan geçirdiler mi, geçirmediler mi?
Bunlara “kendiliğinden oldu” demek biraz sorumsuzluk, duygusuzluk değil mi?
Emperyalistler mağdur falan olmuş değildi. Bunların hepsi hikâye. Onlar Osmanlı’nın devamı Türk devletiyle işlerini sürdürdüler. Mağdur olan Anadolu Rumlarının yanındayım.
iki nesil diyalogu
Sayın Gün Abi,
“Kendiliğinden olma” kavramının bilim, felsefe din önsözünü çıkardım.
Asıl sorularım:
İradeleriyle üst dizeylere sıçramayan toplumlar var mı, yok mu?
Sıçramak istemeyenleri sıçramış siyasi toplumlar bilerek ve iradeleriyle kırımdan geçirdiler mi, geçirmediler mi?
Bunlara “kendiliğinden oldu” demek biraz sorumsuzluk, duygusuzluk değil mi?
Anladığım kadarıyla siz iradeyi ezilenlerin özelliği olarak alıyorsunuz. Oysa irade daima ezenlerin özelliğidir. Kısacası; sıçramak istemeyen toplumlar kendiliğindencidir; sıçrama onlara iradeyle dayatılır (göçebelerin zorla yerleşik hayata geçmelerinin dayatılması örneğinde olduğu gibi). Öte yandan da toplumlar kimi zaman kendiliğinden bir sıçrama yapar. Tutucu irade bu sıçramayı zorla engellemeye çalışır.
Başta İmam Hatipler olmak üzere sistemin bütün okullarına karşıyım.
Herke ne takacağına ya da takmayacağına kendi karar vermelidir. Dola yısıyla küçük çocuklara başörtüsü takılmasına karşıyım.
Anonim
Bölüm 1:
Irmak Hanım çocukluğunda size, “Atatürkçülük ne? Che kim? Stalinizm ne? Revizyonizm ne? Doğu Perinçek ne yapmaya çalışıyor? Niçin sokaklarda çatışmalar var?” gibi sorular sordu mu? Cevapladıysanız, neler söylediniz?
Bugün, Irmak Hanım’ın siyasi görüşü hakkında izleniminiz nedir? “Solcu”, “sol dünya görüşüne eğilimli” diyebilir misiniz? Sosyalist ve komünist olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kendisi sizle hiç “anarşizm” üzerine konuştu mu?
Bölüm 2:
Bugün, evlatlarımızı, “MEB” müfredatına göre dizayn edilen okullara göndermek zorundayız. Devlet okulu veya özel okul farketmiyor.
Okullarda, hangi hükümet iktidarda olursa olsun, “milli”lik, “bayrak sevgisi”, “Atatürk’e bağlılık” gibi kavramlar, doktrinler yerini koruyor.
Laikçi, Cumhuriyetçi eğitim dizaynı ile paralel olarak, AKP, “din” olgusunu “MEB”e eklemlemeye uğraşıyor, yıllar geçtikçe, “laik temelli eğitim yumuşatılmak amaçlanıyor”, bütün bunlar gözlerimiz önünde yaşanıyor.
Hem “laikçi” dayatmaya karşı, hem “dinci” dayatmaya, hem “millici” dayatmaya karşı, nasıl davranılabilir?
Hayat devam ediyor, evlatlarımız aç kalmamak için eğitim görmek ve “sözde” meslek sahibi olmak zorunda, bu nedenle de, “okul” denen kurumlara göndermek zorundayız.
İlk önce “okul”u, dayatmacı müfredatlardan arındırıp, en sonunda da “okul”u mu ortadan kaldırmalıyız?
“Okul” denen kurumlara, toptancı yaklaşıp, karşı olmak pek de mantıklı gözükmüyor?
Gerçekten çok hoşuma gitti: Din ve devlet olmasa işleri birbirine karışmaz.
Bu böyle olmakla birlikte bugünkü somut durumda laikliği savunmak durumundayız.
izahlı soru
Sayın Gün Abi,
Siyasi toplum olmak istemeyenlerde, şef sıçramadan ve hatta değişmeden söz edince, öldürülürdü. Siyasi toplumlardaki yoksulluk belası yerine bolluk içinde yaşadıkları için sıçramalarına bir neden yoktu. Son 3 yüz yıl içinde doğup gelişen burjuvalar ve devrimciler, art arda, sıçrama kavramını kendilerine savaş bayrağı yaptılar ve tüm insanlığa yansıttılar.
Değişme başka bu sıçramalar kuramı başka. Genellikle sıçramayla ekonomik-teknolojik çağrışımı yapılır ve zaten, ırkçılar hariç, dans, müzik, şiir, felsefe, mit, metafizik ve benzeri kültürel unsurları ölçmeyi henüz kimse bilmiyor.
Son 3 yüz yılda siyasi toplumlarda baskıya karşı gelen radikaller bu toplumlara rastladıklarında zavallıları kendi siyasi toplumlarına benzetmek, eğitimden geçirmek, yazı, yeni din öğretmek, aydınlığa kavuşturmak istediler.
Burjuva ve devrimci düşünürler siyasi toplumlardan önceki toplumları doğa parçası, iradesiz, bitki-hayvan gibi gördüler ve hala görürler. Yalanlanır, kınanır, ama sıçramalar kuramı gibi devam eder durur.
Sorularım: bu sıçrama dünya görüşünüz 300 yıllık bir burjuva ve 150 yıllık devrimci inancı, bir masal olabilir mi? Devrimlerin yozlaşmasının asıl nedeni bu mu acaba? Belki sıçrama-devrim temeli çürük, belki hep bir azınlık aynaya bakıp kendini tüm insanlık görmekte.
Anonim
1467 pipsqueak veya DOPE, uzun zaman oldu, tekrar hoşgeldin aramıza.
Philippe Descola, Pierre Clastres ve Jean Baudrillard, bugünlerde, üzerine tekrar düşünmemiz gereken konuları işaret ediyorlar…
inanç özgürlüğü kargaşılığı
Şimdi toplumların aynı yaşama devam etmeleri için sadece trafikte kazalarıyla öldürdükleri kurbanlar yılda milyonları aşmakta.
Kurban bayramının kökeni hakkında bilginiz var mı? Yoksa “katliam!” cevabı iyi kalpli modern, çağdaş, laik, hayvan sever bir devrimci konuşması mı? Hiç değilse “ölümsüz yaşam olmaz”, sezgisini biliyormusunuz?
Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.
Sayın Gün Abi,
Avrupalıların keşiflerdeki asker –misyoner çifti, ekonomide kapitalist-devrimcilere, tıpta hastalık-antidot çiftine benzetilir.
Siz buna ne dersiniz?
inanç özgürlüğü = cehalet özgürlüğü
Tarihini bilmediğiniz bir konuda fikir yürütmeniz doğru mu?
Fiziki hayatla temas kurmak isterseniz, internet ve benzeri aparatlara ihtiyacınız olmayacağı, doğrudan sitenize girebileceğiniz söylentileri var sadece.
Ne yapacağınıza karar verdiniz mi? Gideceğiniz yerden yazmaya devam edecek misiniz?
Harf devrimiyle Latin alfabesine geçip, Osmanlıca’nın büsbütün kaldırılmış olmasına, ülkedeki birçok okumuş-yazmış kesim üzülüyor. “Keşke, her ikisi aynı anda öğretilseydi” diyenler de var. Sizin görüşünüz nedir bu konuda?
“Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.”
Karl Popper’a göre bu neden açıklama yıldız falcılığına, astrolojiye benzer. Örneğin Marksizm’de maddi koşulların hazır olması. Mantıkçılara göre bu bir totoloji, örneğin afyon soporifik olduğu için uyuşturur. Bunlar yüksek zekalıların yorumları, bir tarafa bırakabiliriz.
Siz, sayın Gün Zileli, tarım devriminden bu yana yozlaşmayan, özgürlük ve eşitlik sağlamayan, bir devrim örneği verir misiniz?
1966 yılından beri F klavye kullanırım. Latin harflerine geçilmesinin yerinde olduğu kanısındayım.
başarısız devrimler
“pek bilemedim.”
Büyük Fransız Burjuva Devrimi dünyaya yayıldıkça karşı-devrimci devrimcilere devrim teorilerini de aşılayıp benimsettiler. Kısacası, hep çift.
Otomobil çıktığında yürümeyle daha hızlı gidileceği ispat edildi. Kapitalistler güzel bir yolunu bulup parası olanlara dağıttılar. Karşı-Devrimci devrimciler hacı-hoca, imam, misyonerler gibi “devrim olunca hepimizin otomobili olacak” ilahileri okudular ve okumaktalar!
Daha yakından bir örnek: teknisyen dahilere göre sizi siz yapan değişen bedeniniz (hardware) değil, hep aynı kalan benliğiniz (software programınız). Klonlarınızı yapıp sizi ebedi yaşatabilecekler. İnternet, Facebook, Twitter ve Youtube’la devrimci fikirlerinizi yayabileceksiniz. Hatta beyninizi beyinler ağına doğrudan fikirler ışık hızıyla yayılacak.
Asıl devrim bu değil mi?
Devrimlerin başarısızlığının nedeninin düzeni elinde tutan teknisyenlerin asıl ve gerçekten devrimciler olması daha akla yatar değil mi?
devrim yozlaşması
“Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.”
Karl Popper’a göre bu neden açıklama yıldız falcılığına, astrolojiye benzer. Örneğin Marksizm’de maddi koşulların hazır olması. Mantıkçılara göre bu bir totoloji, örneğin afyon soporifik olduğu için uyuşturur. Bunlar yüksek zekalıların yorumları, bir tarafa bırakabiliriz.
Siz, sayın Gün Zileli, tarım devriminden bu yana yozlaşmayan, özgürlük ve eşitlik sağlayan, bir devrim örneği verir misiniz?
abi tutuklanan tutuklanana.sıra bize de gelir mi dersiniz?
Anonim
Dalga geçmek amacıyla sormuyorum.
1. Rusya’ya hiç gittiniz mi? Rusça biliyor musunuz?
2. Rusya’ya gittiyseniz, Stalin’in, Lenin’in mezarlarını, ister meraktan, ister gözlem yapmak için ziyaret ettiniz mi?
3. SSCB tarihiyle birlikte Stalin dönemi üzerine dökümanter bilginiz muazzam. Rus tarihi üzerine de bilginiz var mı?
4. Özellikle Stalin dönemiyle ilgili size sorular geldiği zaman, isim isim, tarih tarih, olay olay, mekân mekân cevaplar verebiliyorsunuz. Bütün bu bilgileri, eğer Rusça biliyorsanız Rus kaynakları araştırarak mı öğrendiniz? Yoksa, bildikleriniz İngilizce’ye ve Türkçe’ye çevrilmiş her tür dökümanı aklınızda tasnif etmiş olmanızdan mı kaynaklanıyor?
5. Rus medeniyeti, Rus folklorundan hoşunuza giden, daima feyzaldığınız unsurlar var mı? Varsa birkaçını yazar mısınız?
Efendi yalakası Necip bu aralar sitede zuhur etmedi.
Efendisi onu rojowaya işgale göndermiş olabilirmi??
Fetocu çıkıp tutuklanmış olabilirmi??
Anonim
Özgürlükçü beyinler kişileri bu kadar tartışır mı?
Yoksa o kişilerin fikirleri mi bunca tartışmayı gerektiriyor?
devrim yozlaşması
Sayın Gün Zileli Abi,
Size göre tarım devrinden sonra asıl devrim örneğiniz yok veya hiç olmamış. Asıl devrimlere girişimlerin 1789’dan sonra başladığını da yazmıştınız. Tarım devrimden önce ve devrim yapmadan özgürlük ve eşitlik içinde yaşayan toplumlar var mıydı?
başarısız devrimler
Sayın Gün Zileli Abi,
Hiçbir devrim olmadığına göre devrimi bekle diyen devrimcilerle cenneti bekle diyen imamlar ve papazlar arasında fark ne?
gelecek devrim
Sayın Gün Zileli Abi
Zeitgeist akımının devrim yapmayı başaracağına inanıyor musunuz?
başarısız devrimler ve devrimcilik
Sayın Gün Zileli Abi
Dahi teknisyenler teknolojik devrimle devrimcilerin dna’leri klonloruna aktararak devrimcileri ölümsüzlüğe kavuşturduğundan sonra bile, size göre, devrimciler medyada hala devrimcilik yapmaya devam edecekler mi?
Gelecekteki devrim
Sayın Gün Zileli Abi
Zeitgeist akımının devrim yapmayı başaracağına inanıyor musunuz?
=== Samuel Butler’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
‘Biz onlara karşı derhal ölüme dek bir savaş açılmasını düşünüyoruz. Her türünün iyiliğini isteyen her ve her türlü makineleri yok etmelidir. Hiç bir istisna tanınmamalıdır, hiçbir acıma gösterilmemelidir; ırkımızın ilk çağına, ilkelliğe dönülmelidir. Eğer bunun imkânsız olduğu ileri sürülürse, bu, sadece iş işten geçmiş, köleliğimiz gerçekten ve içtenlikle başlamış, yok edilmeleri gücümüz dışı mahlûklar yarattık, sadece köle değil köleliğimize mutlak boyun eğiyoruz demektir.’
‘Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.’
=== Simone Weil’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
= 1 =
“Our science is like a store filled with the most subtle intellectual devices for solving the most complex problems, and yet we are almost incapable of applying the elementary principles of rational thought.” (The Power of Words, 1937, Simone Weil)
= 2 =
“We do not obtain the most precious gifts by going in search of them but by waiting for them. Man cannot discover them by his own powers, and if he sets out to seek for them he will find in their place counterfeits of which he will be unable to discern falsity.”
Simone Weil
“Waiting on God (1950)”
“Hagia Sophia Classical Academy”den,
Indianapolis, Indiana, ABD,
Sayfa 4, paragraf 6,
Simone Weil tarafından muhtemelen Nisan 1942′de, Katolik öğrencilerin eğitime yardımcı olmak amacıyla iletişime geçtiği, Montpellier’deki Dominiken ekolün kıdemlilerinden Peder Perrin’e yazdığı mektuptan:
“Reflections on the Right Use of School Studies with a View to the Love of God”
“‘Science affirms that…’ Science is voiceless; it is the scientists who talk.”
Simone Weil
“On Science, Necessity, and the Love of God (1968)”
“Reflections on quantum theory”, sayfa 57
= 4 =
“Respectable scientists like de Broglie himself accept wave mechanics because it confers coherence and unity upon the experimental findings of contemporary science, and in spite of the astonishing changes it implies in connection with ideas of causality, time, and space, but it is because of these changes that it wins favor with the public. The great popular success of Einstein was the same thing. The public drinks in and swallows eagerly everything that tends to dispossess the intelligence in favor of some technique; it can hardly wait to abdicate from intelligence and reason and from everything that makes man responsible for his destiny.”
Simone Weil
“On Science, Necessity, and the Love of God (1968)”
“Wave Mechanics”, sayfa 75
= 5 =
“The common run of moralists complain that man is moved by his private self-interest: would to heaven it were so! Private interest is a self-centered principle of action, but at the same time restricted, reasonable and incapable of giving rise to unlimited evils. Whereas, on the other hand, the law of all activities governing social life, except in the case of primitive communities, is that here one sacrifices human life — in himself and in others — to things which are only means to a better way of living. This sacrifice takes on various forms, but it all comes back to the question of power. Power, by definition, is only a means; or to put it better, to possess a power is simply to possess means of action which exceed the very limited force that a single individual has at his disposal. But power-seeking, owing to its essential incapacity to seize hold of its object, rules out all consideration of an end, and finally comes, through an inevitable reversal, to take the place of all ends. It is this reversal of the relationship between means and end, it is this fundamental folly that accounts for all that is senseless and bloody right through history. Human history is simply the history of the servitude which makes men — oppressed and oppressors alike — the plaything of the instruments of domination they themselves have manufactured, and thus reduces living humanity to being the chattel of inanimate chattels.” (Simone Weil)
= 6 =
“It is not in a person’s nature to desire what he already has. Desire is a tendency, the start of a movement toward something, toward a point from which one is absent. If, at the very outset, this movement doubles back on itself toward its point of departure, a person turns round and round like a squirrel in a cage or a prisoner in a condemned cell. Constant turning soon produces revulsion. All workers, especially though not exclusively those who work under inhumane conditions, are easily the victims of revulsion, exhaustion and disgust and the strongest are often the worst affected.” (Simone Weil)
= 7 =
“The struggle between the opponents and defenders of capitalism is a struggle between innovators who do not know what innovation to make and conservatives who do not know what to conserve.” (Simone Weil)
Anonim
Gun abi GIDER(genc isci dernegi) diye anarsist bir dernek varmis duydun mu?
Anonim
Olmaz olur mu, sadece Zileli’nin değil, herkesin haberi var:
AVM’LER GENÇ İŞÇİLERİ SÖMÜRÜYOR!
Genç İşçi Derneği (GİDER), 10 AVM’de çalışan 1000 genç işçi ile anket yaptı. Sonuçlar çarpıcı. İşçilerin dörtte biri asgari ücretten az ücret aldığını söylüyor.
Genç İşçi Derneği’nin (GİDER) 10 alışveriş merkezinde (AVM) çalışan 1000 genç işçi ile gerçekleştirdiği anket çalışmasının sonuçları, AVM’lerde yaşanan yoğun emek sömürüsünü gözler önüne seriyor.
Dörtte biri asgari ücret bile almıyor:
En büyük sorun esnek çalışma: Anketin sonuçlarına göre, genç işçilerin sorunlarının başında esnek çalışma geliyor. Ankete katılan genç işçilerin %38’i ‘İşyerinde hangi alanlarda sorun yaşıyorsunuz?’ sorusuna ‘esnek çalışma saatleri’ yanıtını veriyor. İşçilerin %20’si ise yemek ve ihtiyaç molasına çıkma konusunda sıkıntı yaşadıklarını dile getiriyor.
Maaşlar geç yatıyor:
İşçilerin %16’sı maaşlarının geç yatırıldığını, bu yüzden ay sonunu zor getirdiklerini söylerken, işçilerin %10’u maaşlarının kesintili yatırıldığını belirtiyor.
Taciz ve mobbing:
Diğer çalışanlarla uyum sağlama konusunda genç işçilerin %8’i sıkıntı yaşıyor. İşyerlerinde taciz ve mobbinge maruz kaldığını söyleyen işçilerin oranı ise %4.
Çoğunun kart borcu var:
Genç işçilerin %2’sinin sigortası ödenmiyor. İşçilerin %63,6’sı kredi kartı borçlarıyla boğuşuyor.
İşçilerin yarısından fazlası 1 yılı doldurmamış:
Ankete katılan genç işçiler, hizmet sektöründe; satış danışmanlığı, garsonluk, kasiyerlik gibi işlerde çalışıyor. İşçilerin yarısından fazlası (%50,9) lise, yaklaşık dörtte biri de (%24,5) üniversite mezunu. İşçilerin yarısından fazlası (%50,9) henüz işe gireli bir yıl bile olmamış.Genç işçilerin %25,5’i, yani dörtte birinden fazlası asgari ücretten bile az ücret aldıklarını söylüyor. İşçilerin %65,5’i ise asgari ücretli. Buna göre, her 100 genç işçiden yalnızca 9’u asgari ücretin üzerinde ücret alabiliyor.
Kitabını olumlu tanıtmıştım. Fakat şimdi yanıldığımı düşünüyorum.
Anonim
Anarşizm üzerine yazdığınız kitap nasıl gidiyor, bitti mi, ne zaman okuruz?
Mahsuru yoksa, önsöz kısmını veya içindekiler kısmını kopyala/yapıştır yapar mısınız?
Siz hiç 'plombir' yediniz mi Gün bey?
Doğu Perinçek 1960-70’li yıllarda yaptığınız devrim toplantıları esnasında sıkıldığınızda stresli havayı dağıtmak için hiç “plombir” getiriyor muydu SSCB’den Gün bey?
*
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, G20 Liderler Zirvesi kapsamında görüştüğü Çin lideri Şi Cinping’e Sovyetler Birliği devri yadigarı ünlü dondurma “plombir” hediye etti.
Türkrus’un haberine göre, Rusya lideri Vladimir Putin, Çin lideri Şi Cinping’e ‘Söz verdiğim gibi dondurmanızı getirdim’ dedi. Şi, Putin’e “Hediyeniz için çok teşekkür ederim. Lezzetli dondurmanızı her Rusya seyahatimde mutlaka tadıyorum. Eve döndüğümde dondurmayı yiyeceğim” dedi. Putin Cinping’e, “Bunu ilk kez duyuyorum. Şu andan itibaren, her Çin’e gidişimde size dondurma getireceğim” diye karşılık verdi.
“PLOMBİR” DONDURMASININ ÖZELLİĞİ NE?
Sovyet devrinden bugüne popülerliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bu dondurmaya “Plombir” deniyor. Aslında bu kelime, Fransa’nın 18. yüzyıl sonundan beri dondurulmuş tatlılar ve dondurmalarıyla meşhur şehri “Plombières”in telaffuzu. Oradan Rusya’ya gelen dondurma, yıllarca GOST Sovyet ve şimdi de Rusya standart kurumu tarafından titizlikle denetlenen formulü ile son derece popüler. Daha çok küçük bir su bardağını andıran külahında ya da tahta çubuğun üstünde satılan dondurma genelde sade veya vanilyalı oluyor.
Rusya’ya yolu düşüp de son derece mütevazı görünüşlü bu dondurmadan yiyip beğenmeyen zor bulunuyor. Dondurmanın en önemli özelliği yağ oranının yüzde 12-20 arası, şeker oranının yüzde 14 civarında olması.
Gün Abi,
Size göre, “asıl devrim = eşitlik ve özgürlük”.
Eşitlik ve özgürlük günümüz egemen liberal demokrasisinin de temel taşı. Benim sorum bu sözlerin asıl devrimdeki asıl anlamları üzerine.
1. Devrim olduktan sonra özgürler, özgürlüklerine kullanarak eşit olmak istemezlerse ne olacak?
2. Eşitlik görecedir. Asıl devrimden sonra eşitlik neye göre olacak? Ölçek veya kıstas ne olacak?
Anonim
Merhaba Gün abi. Uzun süredir kafamı kurcalayan bir soru var. Aleviler ilgili. Mesela Türk/Türkiye solu kürt sorunu konusunda çok duyarlıdır ( solun büyük bölümü diyelim). Haklı olarak da
Keza Ermeni meselesinde de öyle vb konularda. Ama mesele sözkonusu Alevilerin mağduriyeti olunca bu sanki biraz geri planda kalıyor gibime geliyor. Bence Aleviler ülkenin en mağdur kesimi. Mesela senin sayfada bile sadece bir yazı var ki o da yeni eklendi. Bilmiyorum katılıyor musun ? Neden böyle oluyor.
Bana pek öyle gelmiyor. Solun %80’i Alevilere dayanır. Yani alevi sol, sol da alevidir. Belki şu olabilir: Sol Alevilikle çok içli dışlı olduğundan Alevici gibi görünmekten çekiniyor olabilir.
Eşitlikten ne anladığımıza bağlı. Eşitlikten anlaşılması gereken, sömürünün olmadığı bir toplumdur. Eğer artı-emek ortadan kalkarsa (ki bu bir anda pek mümkün değildir) o toplumda ekonomik anlamda sömürü kalkmış demektir. Elbette yüzyıllara dayanan ve neredeyse kalıtımsal hale gelmiş eşitsizlik kalıntıları uzun süre devam edecektir. Burada önemli nokta sömürünün kalkmış olmasıdır. Kısacası ölçek, sömürüsüz bir toplumdur. “Ben sömürüyü devam ettirmek istiyorum” diyen eğer çalıştıracak ücretli işçi bulursa elbette yapabilir ama ücretli emeğin ilga edildiği ya da ortadan kalktığı bir toplumda ücretli işçi bulmak bir hayli zor olacaktır.
anarşist tarihçi
Bir anarşist tarihçinin Avrupa keşifler tarihinde Afrika batı kıyısında Portekizlerin yerlilere renkli boncuklar verip altın ve diğer değerli taş alışlarında kazananların yerliler olduğunu yazmış. Keşiflerin medeniyet, bilim, ekonomi, teknoloji gelişmesinde ve hatta devrimler ve ilerlemelere yol açmasında büyük bir işlevi olduğu göz önüne alındığında bu tarihçinin ne demek istediğini anlamadım.
Size göre ne demek istemiş?
Belediyelere atanan kayyim hakkinda ne dusunuyorsunuz?
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Gün Abi,
Tarihte artı-ürün olduğu halde sömürü olmayan toplumlar var mı?
Modern toplumlarda asıl devrim olduktan sonra hangi kurum “ilga etme” yetkisine sahip olacak? Bu yetkisini nasıl uygulayacak?
Le Guin
Bir düzeltme (belki).
O kitaın adı 2mülksüzler1 değil “sahipsizler” olsa daha uygun düşer.
Bireysel kurtuluş çabaları toplumsal kurtuluşa götürebilir mi? Yani her birey kendini kurtarmaya çalışsa, ve bu giderek genele yayılsa?
“Kendini kurtarma” kavramı genelde bencillikle özdeşleştirilir. Oysa kendini kurtarmaya çalışan kişi kendisine zarar gelmesinden çekindiğinden başkalarına da zarar vermekten çekinir. Apolitik olduğu için başkalarını yönetme, yükselme, güç tutkusu, ideolojik bağnazlığı, tarafgirliği olmaz. Popüler kültürden uzak olduğundan şan-şöhret, ün, popülerlik tutkusu olmaz.
Geçimi ve bazı ikincil-sosyal-kültürel ihtiyaçları dışında masrafları azdır. Para, zenginlik, mal-mülk hırsı olmaz, azla -veya kendine yetecek kadarla yetinir. Tüketim ekonomisine katkıda bulunmaz.
Böylelerinin genelde otomobil merakları ya da maddi imkansızlıktan otomobilleri de olmadığından ve onun yerine toplu taşıma gibi yolları tercih ettiklerinden trafik, çevre gibi sorunlara katkıları da nispeten azdır.
Bunlar ilk akla gelen örnekler. Bunlara başka şeyler de eklenebilir.
Siz ne dersiniz? Kurtuluş tek tek bireylerin bilinçlenmesinden ve bunun genele yayılmasından mı geçer yoksa?
Gün abi selamlar,abi 21 yaşındayım sola yakın bir duruş sergilemeye çalışıyorum ve 3 senedir vejeteryan olma çabaları içerisindeyim.malumunuz bugün ‘kurban’ın başlangıcı.sıkıntı şu abi ben kendisini chpli olarak tanımlayan namaz kılan,kurban kesen bir ailede büyüdüm.3 senedir bu kurban kesme şöleninden kaçmaya -ailem ne kadar böyle desede ben bunu bir ‘kurtuluş’olarak görüyorum.-calısıyorum.büyüdüğüm çevre,şuana kadarki arkadaşlarımın birçoğu muhafazakar kesimden.Arkadaşlar arasındaki bu dini sohbetlerden çekimser kalmaya çalıştım,bazı zamanlar fikrimi söylediğimde ise şaka yaptığım düşünüldü ki halen böyle.Şuan yakın arkadaşım diyebileceğim kişi namaz kılmam konusunda pek ısrarcı her seferinde yumuşak bir dille geri çevirsemde pek ikna edici olmadı sanırım.acıkcası böyle bir ortamdan nasıl sıyrıldığımı bilmiyorum.arada kaldım ne yapacağımı bilemez oldum.
öyle arada kalarak olmaz bu işler karde
im. Bunu genel olarak, senin kişiliğin açısından söylüyorum. Net, açık bir kişilik her zaman, kim olursa olsun saygı uyandırır. Namaz kılmak istemiyorsan bunu açıkça beyan etmelisin. Hatta fikrini de söylemelisin. Örneğin, önünde secde edilmesini isteyen bir Tanrı gerçekten varsa, bu tanrının pek de saygıdeğer biri olmadığını beyan etmelisin. Her konuda böyle bir tiutum almalısın.
Anonim
Gün abi yeni kitap mı çıkıyor?ismi ne?tanıtım günleri ne zaman nerde?
Gün abi,sokakta mendil satmaya,dilenmeye zorlanan çocuklara para vermek,yardımda bulmak onlar için iyi mi olur kötü mü?kötülükten kastım para kazanmaya başlayan çocuga baskı yapanların işine yarayıpta cocugu daha çok mu sokaklara salar?
Yardım isteyen herkese elden geldiğince yardım edilmelidir.
Anonim
68 kusagından yakın arkadaşlarınız kimlerdi??
Anonim
Ömer Laçiner Emin Çölaşan için “faşizan bir gazetecidir” demişti bir röportajında, katılıyor musunuz?
Çölaşan’ın Hürriyet’ten kovulduğu sıralarda SKY Türk kanalından Nagihan Alçı ile şimdi unuttuğum bir adamın sorularını yanıtlamıştı.
“Faşizan da olsa mağdur edilmesine karşı çıkmak gerekmez mi?” diye sorulunca “tabii ki” demişti.
Gerçi siz ne dersiniz bilmem ama mağdur edildiği de söylenemez bence.
katılmıyorum. Her önüne gelene faşist ya da faşizan demek doğru değil. Emin Çölaşan, devletçi bir ulusalcıdır. Hiç okumam kendisini, o ayrı.
Anonim
Tarık akan için düzenlenecek olan törene katılacak mısınız?
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Gün Abi,
Kendimi biraz Sokrates’den de bilgisiz görmeye başladım. Cevaplar çok şaşırtıcı:
Burjuva devrimi olmamış;
Devrimler “sonra yozlaşmış”, ama, ” Devrim olduktan ‘sonra’ diye bir şey yok”;
Devrim, “aynı ırmağa iki defa girilmez” lafının kısa adı gibi. Devrim hem “önce” hem “sonra” devamlı oluyor (ama hep yozlaşıyor);
Devrim, doğadaki evrimin bir çeşit toplum tarihine yansısı: bir çeşit neo- sosyal darvinizim. Hareketsiz dünyada varlıklar olamayacağından, var olmak devrim olmuş oluyor. Kaosun karşıtı.
Burjuva devrimi düsturu “eşitlik, özgürlük, kardeşlikten” kardeşiliği çıkarmanız.
Aklımı karıştıranların dahası da var. Şimdilik bir sorumu tekrarlamakla yetineceğm.
Tarihte devrim yapmadan eşitlik, özgürlük, kardeşlik (daha doğrusu akrabalık) düzeni içinde yaşamış toplumlar var mı?
Gün Abi,
1. Lütfen devrim yapmadan işitlik, özgürlük ve kardeşlik içinde yaşayanlardan bazı örnekler verir misiniz?
2. Bu toplumlar daha önce saydığınız büyük ama yozlaşmış devrimlerden sonra mı yoksa önce mi var oldular?
Gün Abi,
Dünyanın birçok yerlerinde kargaşılık ve gaddarlıktan kaçanların eşitlik ve özgürlük yaşadıkları toplumların varlığı bilinir. Kısa bir süre öncesine kadar büyük devrimlerden birini yapan Amerika’da “böyle bir şey burada olamaz” inancı egemendi. Ne var ki, son zamanlarda kaçan siyah köleler, yerli kızılderililer ve onlara katılmayı devrimi beklemeye tercih eden beyazlardan oluşan erişilmez bataklıklarda bu tip toplumların varlığı ortaya çıktı. En azından iç savaşın sonuna (1865), yani büyük devrimlerin çoğundan sonraya kadar.
J. C. Scott “The Art of Not Being Governed” kitabında zamanımızda eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan toplumları işler.
Yüzlerce daha “önce” ve “sonra” örnekler var.
Siz sadece “önce”, dediniz. Sizin geniş bilginizden dolayı kendimden şüpheye düştüm, bir yanlışım olduğunu düşündüm.
Yukarıda saydıklarım neden ” asıl devrim = eşitlik ve özgürlük” toplumları olmuyor?
Lütfen “önce”olan somut örnekler veriniz ki hatamı anlayayım.
RaFaDaN
Selamlar,
1967′ nin Haziranına dönseniz, ” lan en iyisi şunu da yapayım!” diyeceğiniz , neyi yapardınız?
Ancı değil, kendiliğindenciyim. Hayatın kendiliğinden dinamiklerine ve dengelerine inanırım.
ancı mı, fırsatçı mı
Gün ancı değil fırsatçı. Anarşistlikten vazgeçmiş galiba. Düzenlerin kendi kendine dengeye geldiğini ileri süren en son modalardan biri cafcaflı “dinamik sistemler teorisinin” satıcılığını yapıyor. Son 7-8 bin yıl kendiliğinden dengesiz bir düzenin süregeldiğini hasıraltı etmiş. Her modern meta satıcısı gibi sattığının ne olduğu umurunda değil, önemli olan satmak, modalara uymak.
Anonim
Sigaraya devam mı?
Anonim
Gün abi sevgi soysalın yıldırım bölge kadınlar koğuşunda ülker diye bahsettiği kişi kim?
Gün Abi,
Anlamayacağımı tahmininizde haklısınız. Anlamadığım şu: size göre doğada durmaksızın değişmelerin adı evrim, toplumda aynı şeyin adı devrim. Sanki “allahın” adı değişmiş, sanki yerine “olan olmuş” adını takılmış. Olmuş olanların dışında düşünmek imkansız, her şeyi her zamanı kapsıyor. Hatta başka türlü olsa da bu evrensel değişme “olmuş oluyor”. Hatta olan ümit edildiği gibi çıkmazsa bu defa da “yozlaşmış” oluyor. Ya yapanlar hazır değildi veya şartlar hazır değildi gibi yalanlanması imkansız bir nedenle açıklanıyor. Bu da biraz o eski allahın aynada yansısı şeytanın işi oluyor. İşte benim anlamada çektiğim zorluğun kaynağı bu.
Diğer bir anlamadığım da devrim yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanların hangi devrimi yaptıkları.
Benzetmeleriniz, soyut öz özet cevaplarınız bu konularda acemi olduğumdan sayısız yorumlamalar yapmama neden oluyor.
Ama ümitsiz değilim. Eğer somut örnekler verirseniz anlamamın daha kolay olacağına inanıyorum.
Devrim veya yaptıktan sonra yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan medeni toplumlardan örnekler verir misiniz?
Sayın Gün Abi,
Marksist-Leninist görüşte sanat sınıfsız toplumun gerçekleştirilmesine yönelik bir araç olmalı. Bu yorum sadece komünist ülkelerde değil Yeni Sol eleştirmenler arasında da savunulur. Marksist-Leninist görüş, bir yandan, kendisinin burjuvalar elinde mağduriyetinden gerekli sonuçlara varmadığından Kafka’yı şiddetli suçlar; diğer yandan, Kafka kahramanlarının proleter kavgası niteliklerini över. Bu övgüye Batı ilerici kesimler de katılır.
Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.
“Kafka, Şato … “, cevabınız, uzun bir Marksist-Leninist geçmişiniz, devrimci olmanız, sizin Batı ilerici kesimden biri olduğunuzu kanıtlıyor.
Ben “Şato” kitabının işgüzarlara övme veya yerme fırsatı sağladığını gördüm. Eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan toplumlar değil tersini yaşayan toplumların hikayesi.
Devrim konusunda büyük bir bilgi birikiniz var. Lütfen bana devrim yapmadan devrim = eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanlardan örnekler verir misiniz?
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için. Kötü niyetli olduğunu düşündüğüm için sorularına cevap vermiyordum. Haklıymışım.
Anonim
Abi turkiyedeki en aktif anarsist orgutlenmeler hangileridir
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Gün Abi,
İnsan niyetleriyle değil yaptıklarıyla yargılanır. En katı yasalar bile niyeti yargılamaktan kaçınır. Her neyse.
Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” ve cevabınız:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Amacım sizin dikkatinizi eşitlik ve özgürlüğünü kaybedenlerin yeniden ele geçirmeleri hevesi içinde böyle bir sorunu olmayan toplumları da artlarından sürükleme, kendilerini üstün görme tehlikesine uyarmak. Telefon, okul, yazı, endüstri, gazete, medya, televizyon, hastane, üretim ve benzeri binlerce kurum ve araçları kendilerini eşitsizlik ve köleliğe neden oldular veya diğer eşitsizlik ve kölelik araçlarından ayıklamak hemen hemen imkansız. Devrimciler içinde bulundukları ama yanlış veya yozlaşmış ellerde olan bu kurum ve araçlardan yoksun yaşamanın imkansızlık inanç çılgınlıklarını diğerlerine dayatabilirler.
Konuyu başka noktalarda odaklaştırmak, buna dikkat çekenleri farklı devrimci yaftalar takarak dil çabukluğu yapmak ve kendi sorunlarını “tüm insanlık” adıyla evrenselleştirmek, bu dayatmanın nerdeyse bilinçaltı olduğunu gösterir. Tarihte bu defalarca oldu.
Bir örnek vereyim: Sovyetler –Ruslar, İngilizler, ABD, Fransa gibi ülkelerin deniz dibine attıkları nükleer kalıntılar tüm dünyayı yok edebilir. Evrenselleştirme mi? “enerji lazım, elektrik lazım, konut lazım, yiyecek lazım, …”
Buna benzer milyonlarca örnekler var. Niyetim eskiden beri bilinen bu “hubris”e uyarmak.
Sizden istediğim devrim yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanlar örnekleri. Bu toplumların varlık tarihleri önemli değil. Hatta zamanımızda varlar.
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!
Lütfen yayınlayın. Beni kötü niyetliklikle suçladınız ben de yanlış olduğunu savundum.
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Gün Abi,
Ben sizden büyük ve önemli örnekler beklemiyorum. Tarih kazananlar tarafından yazıldığından, örnekler yazılı tarihte önemsiz, dikkate değmez, hatta siz ve size benzer devrimciler için düşünmeye bile değmez olabilir. Ben devrim yapmadan özgür, eşit yaşayanları hayli önemli buluyorum. Ben size eve yakın bir örnek vereyim. İbn-i Haldun daha güzel anlatır ama olsun.
Muhammed müminlerine:
“… bedevilere dikkat edin, inanır gibi görünürler ama inanmazlar …”, dedi.
İslamlığın en şaşaalı ilk devirlerinde (ilk 2-3 yüz yıl) saray şairleri özgürlüğü bedevilerin çağrışımı yaparak dile getirirlerdi. Bedevilerde ücretli işçilik olmadığından eşitlik olduğunu varsayabiliriz. Düzen kan ilişkilerine dayandığından kardeşilik de var. Kısacası devrim yapmadan sizin “asıl devrimi” yapmışlar gibi.
Daha da önemlisi, zamanımız devrimcilerinden farklı olarak, saray şairleri asıl kimlerin kafese sokulmadığını biliyorlardı.
Siz böyle örnekler verseniz sizi daha iyi anlama imkanım olacağını sanıyorum.
Sayın Gün Zileli
“1541 asıl devrim = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül 16” ve “1543 asıl devrim = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül 16” yorumlarımda anlama sorunu olabilir. Sizler gibi araç ve gereçler içinde doğmuş büyümüş modern devrimciler ihtiyaçlarını “insan ihtiyaçları” olarak evrenselleştirebilirler. “İnsan’a”, enerji gerek, elektrik gerek, çocuklara okul gerek, yazı gerek, kitap gerek, facebook gerek, televizyon gerek, uçak gerek, gemi gerek gibi sonsuza dek ihtiyaçlarının dünyayı ve diğer insanları yok etmeye mahkûm edeceklerini görmeyebilirler. Sizin “devrimden sonra” yozlaşma veya yozlaşmama da buna güzel bir örnek. Devrimi yapanlar bir ayrıcalık kazanma coşkunluğu içinde “akıl yürütme ve mantıklı olma” safsatasını “İnsan İhtiyaçları” safsatası gibi evrenselleştirebilirler.
Bu ihtiyaçların kendilerinin eşitsizlik ve köleliğe neden oldukları veya olmadıkları kanıtı imkânsız olduğu gibi, diğer nedenlerden ayıklanması da olanaksız.
Her neyse. Bunlar asıl devrimciler için hikâye.
Beni kötü niyetlilikle itham ettiniz. Ama ben haklıymışım:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”, dediniz.
Sömürü rengârenk modern devrimciler kadar çeşitlidir. Kendini dev aynasında görenler tarih boyunca etrafındaki enayilerin hislerini sömürdüler.
Soru: Sayın eşitlik isteyen, Gün Zileli, hatanızı kabul edecek misiniz? Özür dileyecek misiniz?
asıl devrim = eşitlik ve özgürlük
Sayın Gün Zileli,
İyi niyet kötü niyet, anlamak anlamamak sık sık olmakta. Modernlere göre bu bir iletişim sorunu. Ben nedenini enayi sayısının artışı ve dolandırıcıların güçlenmesinde buluyorum. Devletler gittikçe güçlenmekte ve karnı doymuş vatandaş sayısı gittikçe artmakta. Kitap yazarları futbolcular gibi gittikçe daha becerikli, okuyan ve seyirciler gittikçe daha çok enayileşmekte.
Anlamaya iki örnek:
1. 19. yüz yılda, Büyük Fransız Devrim’inin temsilcileri halinden memnun fakirleri çalışkan etmek için fakir mahallelerde kira ve yiyecek fiyatlarını arttırdılar. TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİ’NİN en büyük temsilcisinin “Sovyet + elektrik” düsturunu benden daha iyi bilirsiniz.
Siz modern devrimcilerin benzerlerini yapmanıza “devrimden sonra yozlaşma” adını vermektense yukarıdaki örneğin modern biçimini bilmek daha yaralı gibi.
2. Amazon ormanlarında kauçuk çıkaran şirketler çalıştırdıkları yerlilere “hakkıyla” ücret vermediklerini öğrenen devlet parlamentosu oraya bir memur gönderir. Memur yerlilerin ücretini iki misline çıkarmak ister. Yerliler ücretlerini iki misline çıkarmaktansa, çalışma sürelerini yarıma indirmeyi isterler.
Not: Memur devletinin parlamento üyelerinin bunu ANLAMAYACAKLARINI bildiğinden raporuna eklemez.
Siz modern devrimcilerin benzerlerini yapmanıza “devrimden sonra yozlaşma” adını vermektense yukarıdaki örneğin modern biçimini bilmek daha yaralı gibi.
Eğer bu iki örnek dediklerimi anlamaya yetmezse, M. Sahlins’ın ” The Western Illusion of Human Nature” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Çünkü siz modern devrimcilerin bilinçaltı modeliniz Batı dünyası dünya görüşüdür.
Soru: Beni kötü niyetle suçladığınız için özür dileyecek misiniz?
Anonim
Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” sorusuna Gün Zileli şu cevabı verir.
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Sonra da,
Gün Zileli aşağıdaki lafı eder.
“Eylül 23rd, 2016 at 18:58
“Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesi…
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.”
Şimdi de sanki dilini yutmuş gibi.
Anonim
Hep ayni sineama, hep ayni enayileri şaşırma taktikleri.
“Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!”
Anonim
Hep ayni sinema, hep ayni enayileri şaşırtma taktiği.
Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!
Anonim
Aktif demekle basını cektiginiz Zileli anarsist orgutu, Zeitgeist akımının basını ceken Joseph Peter’in orgutu gibi aktif demek istiyorum.
Anonim
Merhaba Gün abi,
Siz gerçekten bu lafı geç bir tarihte, 2014’te, söylediniz mi?
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Çok merak ediyorum.
Anonim
Hayatınızda hiç ağladınız mı?
En son ne zaman içli içli ağladınız? Mahsuru yoksa sebebini bizlerle paylaşır mısınız?
“iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.” Evet cümle buysa katılırım. Daha önceki aktardığınız cümle böyle değildi ve cımbızlanmıştı, ardına da sizin kendi yargılarınız katılmıştı. Bu yüzden böyle bir şey söylemediğimi söyledim. “Dünyanın en büyük devriminin bile iktidarcılık yüzünden yozlaştığını” anlatmak istemişim.
Sayın Gün Zileli,
1. Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” ve cevabınız:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Siz bu sayfada yukarıdaki soru-cevaba bakarsanız, “EĞER CÜMLE BUYSA” değil; CÜMLE BU, Sayın Gün Zileli. Bir göz atın yeter.
2. Gün Zileli, Eylül 23rd, 2016,: “Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.”
“TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri ” lafındaki devrim 1917 devrimi değil mi?
3. “1539 asıl devri = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül” yazımdan bu konuya ilişki alıntı:
Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.
Gün Zileli Eylül 24th, 2016: “Dünyanın en büyük devriminin bile iktidarcılık yüzünden yozlaştığını” anlatmak istemişim. Bu cümlede 1917 devriminin DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVRİMİ olduğunu tekrar ve tekrar kabullenir ama “Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için” lafıyla çelişkiyi görmez gibi.
Yukarıdakiler benim hiçbir şeyi cımbızla çekmediğimi fazlasıyla sergiler ama cevabınız bu basit konuyu Kafkasımsı eder.
4. Gelelim eklediğim yargılara.
Yazımdan alıntı:
“Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.”
Size yöneltilen soru ve cevabınız:
Anarşist Bayramı 7 Temmuz 16
Sn Gün Zileli,
Eskiden Leninist-Stalinist olduğunuz doğru mu?
Ne zaman anarşist oldunuz?
Gün Zileli
Temmuz 7th, 2016
Doğru. 1992 yılı sonunda anarşist oldum.
Kafka 1924’den önce (önce ve sonra uyanan sayısız çok diğer kimseler de var), siz 1992’de uyanmışsınız.
Bu mu benim eklediğim yargı? Çeviri ticaretinizden bir hatıra olan Gorter’in kitabının içerisini ne çabuk unutmuşsunuz. Rus sefillerini kendine alet eden Lenin’in tuzağına düşmeyenler oldu ama sizler 1990lara kadar uyanmadınız. Hatta bu cevaplarınız bile bana göre bu kara eski manipulatif mazinizden bir türlü kurtulmadığınızı apaçık gösterir.
Yukarıdakiler sizin “kötü niyet”, “cımbızla çekme”, gibi suçlamalarınız yanlış ve tamamıyla temelsiz olduğunu kanıtlar.”kendi yargınızı eklemek ” gerçekten çok tuhaf, uyanmamış olmanız benim yargım mı, gerçek mi ? Doğruyu konuşmak, yorum, yargı farkını bir yazar benden daha iyi bilir.
Özet ve sorum: Neden hatanızı kabul edip özür dilemiyorsunuz?
Bakıyorum, “Gün Zileli abi”den “Sayın Gün Zileli”ye terfi etmişim. Babam böyle demagoglar karşısında tek bir laf ederdi: “Doğrudur efendiiiiimmmm… Doğru-dur…”
Anonim
Sayın Zileli,
Şu adreste “http://www.gunzileli.com/2015/05/28/diktatorluge-karsi-direnis-barikatina-bir-tas-da-sen-koy/” görüş yazılmasını şahsınız istemeyince, sayın pipsqueak veya DOPE, soru-cevap sayfanızdan size sorularını yöneltiyor.
Kendisinin demagog olduğunu düşünmüyoruz.
Samuel Butler ve Simone Weil başta olmak üzere, “kendisi ile eşit gördüğü” bu harikûlâde insanların aktardıklarını “ısrarla yanlış anlıyor.”
Fredy Perlman (1985’te kaybettik) ve David Watson, bugün sayın pipsqueak veya DOPE hakkında neler düşünürdü, öğrenmek isterdik doğrusu…
Kendisine; “1493 (4 Eylül 2016)” numaralı metnimizi yeniden okumasını öneriyoruz:
Eğer bir devrim olacaksa; “Zeitgeist akımı”nın devrimi körükleme işlevi var, devrime “öncülük etme” fantezisi yok. (Ek bilgi: Peter Joseph, lider-mider, “ulu şef”-“mulu şef”, falan-filan değil. Etten kemikten, “sıradan” bir insan.)
=== Samuel Butler’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
‘Biz onlara karşı derhal ölüme dek bir savaş açılmasını düşünüyoruz. Her türünün iyiliğini isteyen her ve her türlü makineleri yok etmelidir. Hiç bir istisna tanınmamalıdır, hiçbir acıma gösterilmemelidir; ırkımızın ilk çağına, ilkelliğe dönülmelidir. Eğer bunun imkânsız olduğu ileri sürülürse, bu, sadece iş işten geçmiş, köleliğimiz gerçekten ve içtenlikle başlamış, yok edilmeleri gücümüz dışı mahlûklar yarattık, sadece köle değil köleliğimize mutlak boyun eğiyoruz demektir.’
‘Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.’
(1493 no’lu metnimizin devamında, Simone Weil’dan da mühim alıntılar var. Sayın pipsqueak veya DOPE zahmet eder de okursa, anlar.)
Sayın Zileli,
Vakit yaratabilirseniz, size de şu kitapları öneririz:
Eğer ilk önce bu 5 kitaba yoğunlaşırsanız, sayın pipsqueak veya DOPE’nin “hicvetme seansları”nı daha net idrak edersiniz.
Anonim
Bu sayfa 1917 devrimine dünyanın en büyük devrimi dediğinizi kanıtlıyor. Ardından inkar etmişsiniz. Ve özür de dilemiyorsunuz.
Bize göre anarşist ilkelerinden en önemlilerinden biri hatasını ve hatasında doğan sorumluluğu üstlenmek.
Neden “asıl devrim = eşitlik ve özgürlük” rümuzlu arkadaşa karşı işi kişiliğe dökmeyle bu sorumluluktan kaçınıyorsunuz? Fikirleri mi önemli, kimliği mi?
Anonim
Sayın 1553
“Peter Joseph, lider-mider, “ulu şef”-”mulu şef”, falan-filan değil. Etten kemikten, “sıradan” bir insan.”
Bizce Peter Joseph de Gün Zileli gibi yüksek zekalı, ve aynı Gün Zileli gibi körüklemede liderliğe yakışır bir kimse.
Biz de sizin gibi yıllardır onun fikirleriyle beslendik ama sizden farklı olarak insanların eşit doğmadıklarına inanıyoruz. Bize göre Peter Joseph ve Gün Zileli bize doğru yolu gösteren eşsiz liderler.
Anonim
Sayın 1553,
Siz anarşistliği azla abartıyorsunuz. Anarşistlikte, diğer politika felsefelerinde olduğu gibi, eşitlik bazı ölçeklere göre tanımlanmıştır. Siz bile bazı iimleri huşu içinde ağzınıza alıyorsunuz. Peter Joseph ve Gün Zileli doğuştan lider kalitesinde insanlar. Bunların ardına takılmadan utanmaya gerek yok.
Anonim
Büyük beyinler fikirleri tartışır, orta halliler olayları, küçük beyinler ise insanları.
Gün Zileli küçük beyin olmuş haberi yok. Yalanlarını yüzüne vuran insana “Kılık değiştirmişsin ama bir iki küçük açık verdiğin için yine de tanınıyorsun.” cevabıyla saldırıyor. Babasını bile yardıma çağırıyor.
Bu sayfada , “ karpuzkafa 23 Ocak 14 ”, Gün Zileli:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”, der.
Utanmadan bu sayfada inkar eder, Eylül 23rd, 2016, Gün Zileli:
“Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesi…
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.
Anonim
5-6 bin yıl, uygarlıklar ( Fenike, Antik Yunan, Roma, Bizans, İslam, Osmanlı gibi) doğal kaynakları Güney ve KuzeyAmerikalar kadar zengin Afrika’nın salt kıyılarında kalmışlar, içeriye girmemişler. Avrupa bile uzun bir süre kıyılarda kaldı. Nedenini siz veya açıklayıcı bir eser biliyor musunuz?
Anonim
1558’e
Çünkü insanlığın bütün tarihi (yani göçlerin, yerleşimlerin, uygarlığın gelişim yönü) Afrika’dan dünyanın diğer bölgelerine giden bir doğrultudadır. Kabaca şu aşamalardan geçtiğini söylemek mümkün;
Afrika (ilk insan toplumları) > Asya (ilk uygarlıklar) > Avrupa > Amerika (ABD)
Rusya ve Çin’in yayılması da unutulmamalı bugünlerde görüldüğü gibi. Fakat yine de dünyada başı halen ABD ve ardından Avrupa çekiyor.
Osmanlı -ve Arap, Moğol vb- gibi örnekler de konjonktürel ve geçiciydi. Zaten bu yüzden bugüne gelemedi. Bugün de Osmanlı bakiyesi ülkelerde yani Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve hatta Türkiye’de devam eden parçalanma süreci ve ABD-Rusya müdahaleleri bunun sonucu ve devamıdır.
Anonim
Sn. Zileli, bu sitedeki kapitalizm tartışmaları -yani böyle bir sistemin gerçekte olup olmadığı ya da insan yapısı olmadan doğal bir şekilde gelişip gelişmediği- ile ilgili sizin bir görüşünüz var mı? Varsa söyleyebilir misiniz kısaca? Uzun da olabilir tabii, hatta bu konuda bir yazı yazarsanız çoğu kişinin ilgisini çeker. Aslında sol bu konuyu tartışmalı bence. Necip’in aklına gelen şeyler koca solun aklına gelmiyor.
Size göre Marksizm doğru bir devrim teorisi mi? Doğruysa saptırma ne zaman başladı?
Anonim
ekonomik ilişkilerle din,kültür, siyasetin nasıl bir ilişkisi var sizce ve ayrıca bu konuya dair okuyabileceğim bir kitap var mı önerebilir misiniz ? büyük dönüşüm adlı kitabı duymuştum okudunuz mu acaba?
Devrim teorisi diye bir şey olmaz. Marx, kapitalizmin oldukça doğru bir çözümlemesini yapmıştır, o kadar. Bunun dışında söylediklerinin (devrime ve geleceğin toplumuna ilişkin) çoğu doğal olarak yanlış çıkmıştır.
“ekonomik ilişkilerle din,kültür, siyasetin nasıl bir ilişkisi var sizce ve ayrıca bu konuya dair okuyabileceğim bir kitap var mı önerebilir misiniz ?”
kastetmek istediğim engels’in dediği gibi belirleyici olan en nihayetinde ekonomi mi sizcede? bunun aksini söyleyen antropolojik veriler var mı?
Anonim
Sayın 1562,
“büyük dönüşüm adlı kitabı” Karl Polanyi 1944’de yazdı. Üretim (modern anlamda) ve pazar ekonomisinin bir eleştirisi. Aynı zamanda kapitalizm öncesi toplumlarda ekonominin düzenlenmesi üretim ve pazar yerine din, sosyal ilişkiler, gelenek, kültür ve dünya görüşü (örneğin zaman anlayışı, yaşam ve emek ayırımı yapma, özellikle üretim değil dağıtım. vb.) egemendi.
Diğer ve bence çok derin bir gözlem: “din toplumun aynasıdır.” Örneğin hemen hemen tüm devrimcilerin inandıkları din kapitalistlerin inandıkları dinle ayni: Üretim, endüstri, teknoloji insanları kurtaracak. En vahimi de doğayı güç ve zenginlik kaynağı algılaması, dünya görüşü zihniyeti.
Konuyu daha derinden incelemek isterseniz Polanyi’den esinlenen M. Sahlins’in “Taş devri; bolluk devri”; E. P. Thompson’un “Endüstriyel Kapitalizmde zaman ve emek disiplini”, C. Hills’in “Ters Dönmüş Dünya” gibi bazı kitaplara göz atabilirsiniz. Daha da ince eleştirilere göz atmak isterseniz, size diğer referanslar verebilirim.
Not: Eğer isterseniz yukarıdaki kitapları size gönderebilirim.
Anonim
“Gün Zileli
Ekim 1st, 2016; Devrim teorisi diye bir şey olmaz. …”
TEORİ TANIMLARI:
Olgu ve olayları açıklamak için ileri sürülen düşünce veya düşünceler.
Özel bir konuyla ilgili genel ilkeler ve düşünceler.
DEVRİM TANIMLARI
Politik düzende temel veya kökten değişme. Özellikle idare edilenlerin hükümet veya hükümdarı alaşağı edip diğer bir düzen kurması.
Sosyoekonomik düzeni kökten değiştirmek için yapılan etkinlikler ve akımlar.
Sayın Zileli, bu tanımlara göre Marksizm bir devrim teorisi oluyor.
Sadece Komünist Manifesto bile bunu fazlasıyla doğrular.
Saygı ve tanınmış marksist http://monthlyreview.org/press-category/karl-marxs-theory-of-revolution-series/ sitesinde Hal Draper’in 5 cilt “Karl Marks’ın Devrim Teorisi” kitapları var. Hatta daha yakında E. P. Thompson’un ” Teorinin sefilliği ve diğer yazılar” kitabında Marksizm devrim teorisindeki yetersizlik veya daha doğrusu yoksulluğunu inceler. Daha çok örnekler de var ( hatta Alain Badiou bile devrim teorisyeni sayılır).
Sorum şu:
Sizin için bir teorinin yanlış çıkmasıyla yokluğu aynı mı acaba?
Anonim
Sayın 1564,
Eskiden yukarıdakilere dil uzatanlar aforoz edilir veya yakılırdı.
Şimdi dahilere, bilgiçlere dil uzatır alay ederseniz iki tarafı keskin kılıç olan “ifade özgürlüğü” – “yasaklama özgürlüğü” ikizi modern özgürlüğe köstekleniyorsunuz.
Ama yine de şansımı bir deneyeyim. Daha da büyük dahilerden biri olan Engels’le (veya benzeri sakızı sürekli çiğneyen Marks’la da) alay edici bir şey söyleyeyim.
Eğer dahileri dinleyeceğinize etrafa bir göz atsanız, nihayette değil en başta ekonominin belirleyici olduğunu görebilirsiniz.
İnşallah sansüre uğramam.
Anonim
Sayın 1564,
Eskiden yukarıdakilere dil uzatanlar aforoz ediler veya yakılırdı.
Şimdi dahilere, bilgiçlere dil uzatır alay ederseniz iki tarafı keskin kılıç olan “ifade özgürlüğü” – “yasaklama özgürlüğü” ikizi modern özgürlüğe köstekleniyorsunuz.
Ama yine de şansımı bir deneyeyim. Daha da büyük dahilerden biri olan Engels’le (veya benzeri sakızı sürekli çiğneyen Marks’la da) alay edici bir şey söyleyeyim.
Eğer dahileri dinleyeceğinize etrafa bir göz atsanız, nihayette değil en başta ekonominin belirleyici olduğunu görebilirsiniz.
İnşallah sansüre uğramam.
Değerlendirme
Ahmet Şık’ın değerlendirmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
ertuğrul kürkçü ile aranız nasıl?en son ne zaman görüştünüz?
Anonim
Gün abi Stalin ve Lenin le pek anlaşamıyorsun peki Marx ile aran nasıl?
Anonim
Abi vaktinde hatırla sevgili diye bir dizi vardı izlemişmiydin?
Anonim
Bugün çatışmada ölen şu askerle bir akrabalığınız var mı? Soyadınız benzer.
Van’ın Gürpınar ilçesinde PKK’lı teröristlerce menfeze tuzaklanmış el yapımı patlayıcının infilak ettirilmesi sonucu şehit olan 32 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Talha Emre Zileligil’in, Sivas’taki babaevinde yas var.
Örtülüpınar Mahallesi’ndeki baba ocağına sağlık ekipleriyle gelen askeri yetkililer, acı haberi şehidin babası Aydın ve annesi Zübeyde Zileligil’e verdi. Sivas Belediyesi ekipleri şehidin babaevine Türk bayrakları astı. Haberi alarak eve gelen şehidin bazı yakınları da gözyaşlarına hakim olamadı.
Mahalledeki bazı vatandaşların da evlerinin balkonuna ve camlarına Türk bayrağı astığı görüldü.
Şehit Jandarma Uzman Çavuş Talha Emre Zileligil’in eşinden boşandığı ve 4 yaşında bir kızının olduğu öğrenildi. http://www.hurriyet.com.tr/vanda-hain-tuzak-1-sehit-40241773
Muhsin Kızılkaya “Askerin görevi ölmek, bunun için maaş alıyor” demiş, katılıyor musunuz?
Yanlış hatırlamıyorsam Muhsin Kızılkaya’yı sert eleştiren bir yazı yazmıştınız (karıştırıyor olabilirim). Bu son sözleri nedeniyle devletçi-ulusalcı-militarist kesimin hedefinde doğal olarak (örneğin Sözcü paçavrası ve onun adını anmak istemediğim orducu-ırkçı yazarı). Bugün bu linç güruhuna karşı ona destek olmalı mı peki sizce?
Anonim
Muhsin Kızılkaya’dan söz etmişken aklıma gelen bir şeyi paylaşayım.
Bir gazetenin sitesinde onunla ilgili bir habere yorum yapan bir yorumcu ona “Muhsin Metiner” demişti. Onun da Mehmet Metiner gibi AKP’yi desteklemesini kastederek. O zaman henüz AKP’nin milletvekili olmamıştı galiba.
Ikinci el zaman:kizil insanin sonu kitabini sovyetler birligi tarihine pekte hakim olmayan bana okumam icin tavsiye edermisuniz?yoksa sb tarihini ogreneyip geleyimmi?
kuvvetle tavsiye ederim. Şu sıra ben de onu okuyorum zaten.
Anonim
Aşure yediniz mi? dürüst olunuz 🙂
Anonim
Gün abi, ismail saymaz vaktinde ülkü ocaklarının fakir fukara meskeni olduğunu dertlerinin kan dökmek olmadığını söylemiş ve bugün bunu bir kez daha teyit etmiş.Siz bu ‘masum’ülkü ocakları hakkında ne düşünüyorsunuz?saymaz pekte masumane yaklaşmamış mı?
Anonim
Gün hocam kaybedenlerin belleği kitabını yine olaya çok hakim olmayan bana tavsiye edermisiniz?
Sizce Aleyna Tilki adındaki şarkıcı kıza 18 yaşından küçük olduğu için (2000 doğumlu/16 yaşındaymış) engeller çıkarılması doğru mu? (Ben doğru bulmasaydım bile bu iktidara karşı olduğumdan desteklerdim. Şimdi unuttuğum bir bakanın açıklamalarını okumuştum haberlerde)
Bu arada hatırlarsanız Necip “Batı özentiliğini” eleştirdiği (sizin Sartre’la ilgili bir cümlenizden çıkmıştı tartışma) bir yorumunda “Yeteneksizsiniz” yarışmasından bahsederek orada çıkan “özentileri” hicvetmişti. Bu kız da o yarışma sayesinde adını duyurmuş. Demek ki Necip’in genellemesinin aksine bu programlar bazı “yetenekler”i ortaya çıkarabiliyor.
Sizce Kemalizm, yani bütün olarak Kemalist devlet, ideoloji, onu benimseyen bütün insanlar tamamen tarih olacak? Bugün Anadolu’da Bizans veya Antik Yunan’ı savunan kimsenin kalmaması gibi? Yoksa Osmanlıcıların hala olması gibi bunlar hep olacak mı?
Anonim
“Ne zaman tamamen tarih olacak” şeklinde olacaktı.
Anonim
Gun abi selam,
ISID son Diyarbakir’daki saldiriyi ustlenmisti. Sonra da TAK ustlendi. O saldirinin hedefi gercekten HDP’li siyasetcilerse, TAK bunu niye istesin? Icindeki MITciler mi yapmistir, bunlarin tespiti zor mudur? PKK mesela TAK ile iliskisini hic reddetmedi. Onlar, HDPli siyasetcilerin olmesini arzu eder mi? Etmezse, neden TAK’i tasfiye etmek mesela? Yoksa sizin hukumet ile PKK arasinda anlasma dediginiz seyden oturu mu, boyle karmasik bir durum ortaya cikti? O anlasmanin icerigi ne olabilir?
Su son saldiri benim kafami bayagi bir karistirdi. Bu konuda hukumet ile PKK anlasti diyen tek kisi sensin. Biraz daha etraflica ele alman mumkun olabilir mi? Kanit yok biliyorum ama sadece fikirlerini daha detayli ogrenmek isterim.
Bu anlaşma meselesini mekanik bir tarzda anlamamak gerekiyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra Öcalan’dan PKK’ye savaşa girişin talimatı gitti (tabii hükümet aracılığıyla) ve PKK bu talimata uydu. Buna uygun eylemlere girişti ve savaş çağrısına savaşla karşılık verdi. Bence hendekler siyaseti de bu anlaşmanın bir parçasıydı. Fakat daha sonraki süreçte pkk artık defacto başlamış savaşın gereklerini yapmaya başladı. Artık yaptıklarını yapmak zorundaydı, çünkü bir kere o yola girmişti. Gerçi bu durum da halen hükümetin işine gelmektedir. İşine gelmese Öcalan’ı çıkarıp konuşturur ve savaş bir anda sona erer. Kısacası, barış gerçekte Öcalan’ın iki dudağının arasındadır ama hükümet barış istemediği için Öcalan’ı konuşturmamaktadır. Tak’a gelince… kanımca bu bir taşeron örgüttür. Hem hükümetin hem de pkk’nin kullandığı bir taşeron örgüt. Son Diyarbakır patlamısını kanımca onlar yapmadı. Işıd yaptı ama hükümet pkk yaptı gibi göstermek için TAK’a bu açıklamayı yaptırdı.
Anonim
Osmanlı dönemindeki Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil isyanını devrimci bir halk hareketi olarak mı görmek gerekir, modernleşmeye ve yeniliklere düşman gerici bir ayaklanma olarak mı?
Lale Devri’ni de halk yokluk çekerken sefahat süren devlet yöneticilerinin ve zengin sınıfların bir israf ve sömürü dönemi olarak görüp karşı mı çıkmalı, yoksa savaşçı/fetihçi Osmanlı toplumunun Avrupa ile bir barış dönemine girmesi, Batılılaşma ve modernleşme (dolayısıyla solun da savunduğu laikleşme) hareketlerinin ve reformların bir başlangıcı olarak görülüp olumlanmalı mı?
Anonim
Artık bu yaptığından sonra da (gerçi şimdiye kadar yaptıkları yeter ama neyse) Perinçek bir daha “mağdur” edilse yine buna karşı çıkar mısınız? Veya daha önce -Ergenekon, İsviçre vb- bunu yaptığınız için pişman değil misiniz?
Sadece onunla sınırlı bir durum değil bu. İlker Başbuğ, Metin Feyzioğlu gibi benzerlerinin daha sonra nasıl tavırlar aldıklarını unutmayalım.
Böyleleri bir daha “mağdur” edildiğinde onları yine savunsanız, ardından yine aynı şeyleri yapsalar ve bu yüzden eleştirilseniz ne yanıt verirdiniz o zaman?
Anonim
Yukarda 1585’te adı geçen şarkıcı kızla ilgili Milli Gazete’nin şu haberi -birçok yayını gibi- felaket değil mi? http://www.milligazete.com.tr/konser_tilki%E2%80%99den_salon_meb%E2%80%99den/437349
Neyse ki böyle kafaların yapabileceği pek birşey yok artık bunları yazmak dışında.
Arada bunlara göz atıp ne dediklerine bir bakmalı. Çünkü bazı yazdıkları felaket. Örneğin Ş. Eygi’nin şu yazısının üçüncü satırı; http://www.milligazete.com.tr/sorular_sorularsorular/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/31592
Daha önce bu nedenle suç duyurusunda bulunulmuş; http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/474939/Yandas_yazarin__tecavuz__yazisina_suc_duyurusu.html
Bunları görünce aklıma bir yazınızdaki şu tespitiniz geliyor;
“AKP diktatörlüğü, iktidarını konsolide edebilmek için, Gezi’den bu yana adeta bir kültürel savaş başlatarak, tamamen İslamcı-muhafazakâr kalelere çekilip kendini oralara hapsetmiş, dolayısıyla toplumun canlı kültürel dokusuyla arasına kalın duvarlar örmüştür. Muhafazakâr alt katmanlar kalabalık olabilir ama kültürel gerilikleri nedeniyle toplumun esas canlı dokusundan kopukturlar ve canlı dokudan kopan siyasi güçler önünde sonunda toplumun yönlendirici gücü olma şanslarını kaybederler.
Dolayısıyla AKP diktatörlüğüne çok uzun bir ömür biçmediğimi belirtmeliyim.” http://www.gunzileli.com/2015/11/02/akpnin-iki-kurtaricisi-pkk-ve-mhp/
Başka bir yazar da Ş. Eygi’den yola çıkarak aynı tespiti yapmış;
“Bu tür adamların olması Kürtler için hem büyük şans hem de şanssızlık. Şans; çünkü gerçek alemden tamamen kopuklar. Karşınızdaki insan(lar)ın gerçek alemden kopukluğu sizi güçlü kılar. Şanssızlık; çünkü karşınızdaki mantık örgüsü realiteden kopuk olduğu oranda sonuçta zorunlu olan “barışmak” da aynı oranda güçleşir.” http://hurbakis.net/content/teroru-bitirmek-icin-doguda-seriat-ilan-edilsin
Unutmadan, adı geçen yazarın sarayda Erdoğan ile görüntüleri; http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/34113/cumhurbaskanligi-sofrasinda-mill-mirasimiz-ve-gelecek-tasavvurumuz-temasi-ele-alindi.html
Belirttiğiniz gibi, bu iktidar toplumun canlı dokusundan kopuk geri kalabalıklara dayandığı için belirleyici güç olma konumunu gittikçe yitirecektir diye düşünüyorum.
Geçenlerde gündeme gelmişti, bizzat Erdoğan’ın propagandasını yaptığı “Diriliş Ertuğrul” gibi diziler kültürel açıdan geri kalabalıklara dayandıklarının başka bir örneği.
derin
Gün abi sence tiyatronun bu gibi dönemlerde daha işlevsel bir hal alması mümkün mü..Yada sanatın deyip alanı açayım..Ve son dönemlerde ortadoğu eksenli oyunlar yapılıyor..Bunlar ezilmiş halkların yanında olmak adına yapılıyor gibi duruyor ama devlet kurumları konusu olunca altında siyasal iktidarın başka bir emeli var gibi..Sen ne düşünüyorsun..Bu tip ortdaoğu eksenli oyunlardan kazanç ne olabilir.
Levent
Beşiktaş saldırısını üstlenen TAK adlı örgütün devletin maşası olma ihtimali hakkında ne düşünüyorsun Gün abi? Çünkü ne zaman Erdoğan siyasi bir düğümle karşılaşsa bu örgütün üstlendiği eylemler “hızır” gibi yetişip düğümü kılıçla çözüyor gibi görünüyor. Tabi ki kılıçla çözülen düğümler yeni sorunları da beraberinde getiriyor ama 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında evlerin öldürülen polislerle başlayan savaş süreci, yine bu yıl yaşanan Ankara saldırıları ve en son Beşiktaş saldırısını bu çerçevede değerlendirebilir miyiz? Bu örgütün Türkiye’deki kontrgerilla faaliyetlerinin bir türevi olduğu şeklindeki görüş komplo teorisinden de öte bir şey ifade ediyor sanki…
PKK yöneticileri TAK’ın eylemlerini açıkça reddetmedikleri ve kınamadıkları sürece bu eylemlerin PKK’nın sırtında kalması kaçınılmazdır. Öte yandan, TAK denilen örgütün en üst düzeyde MİT ajanlarınca yönlendirildiğini düşünmek için oldukça sebep var.
Hiç günahı olmayan ilk soruyu sorsun:)
Tabii tıs yok…
abi saat kaç? şaka şaka 🙂
11.21
pardon 23.21
yerel seçimlerde kazanabilecek adaya oy verip akp’yi geriletmek mi? Yoksa ilkeli bir duruşla sol adaylara mı oy vermeli?
Seçimlerden AKP’nin fazla yıpranmadan çıkması halinde bizi neler bekliyor olabilir? Malum düzen muhalefet partilerinin resterasyon için yeteri kadar güçlü değil bana göre..Üçüncü bir yol inşa edebilir miyiz? Nasıl inşa edebiliriz?(Kusura bakmayın fazla uzun oldu bu soru)
“Bu ne ya!” Pardon soru cümlesi kuracaktık değil mi? Ama günahım çok neyleyim…
Bugün gelinen noktada hiçbir şekilde oy kullanmamanın doğru olacağını düşünüyorum. Bu çürümüş sistemde oy kullanmak çürümüşlüğe katkıda bulunmak gibi geliyor bana. Artık AKP’nin seçimleri kaybetmesi de önemini kaybetmiş bulunuyor. Sistemi toptan çöküşe götürmek en iyisi.
Akpyi fazlsdiyla önemsemeniz iktidat bütünlügünü göz ardi etme tehlikesi taşiyor kanimca sayin zileli.bence yerel secimlerin degisen güc dengelerine tabi burjuvajinin lehine genclik aşisi olma ötesinde pek bir anlami yok.mesele sinifin ne durumda olmasi gerktigiyle ilgili….
yine de sor, ben günahlarını örtbas ederim:)
zaten yüzde 10barajıyla büyük miktar bir oy boşa gidiyor. Bir de üstüne bir kısım insan da oy kullanmayınca sistem çökmüyor AKP kazanıyor. Sistemin çökmesi için seçimlerin geçersiz kılacak kadar insanı oy vermemeye ikna etmek gerek. Bu da zor. Öyle değil mi?
Akpyi gereginden fazla önemsediginizi bununda asil iktidar ilişkilerini göz ardi etme riski taşıdığını düşünüyorum kanimca sayin zileli.yerel secimlerin degisen güc dengeleri icinde tabi burjuvazinin lehine bir genclik asisi yamanin ötesine gecmeyecegi kanaatindeyim.Mesele sinifin nasil konumlanmasi gerektigiyle ilgili ve topyekun toplumsal bir devrimim imkani üzerine akil yürütmek gerekiyo…
Gün bey sizi neden tv programlarında göremiyoruz ? En son Habertürk’tü sanırım ortalığı duman etmiştiniz.
yukardaki yanıtımla ben de aynı şeyi söylemiş oldum.
öyle ama başka yol da gözükmüyor. Düzen partilerinin hepsi aşağı yukarı aynı. CHP gelse ne olacak ki. Bu yüzden ben yine eski boykot tutumuna döndüm, açıkçası. Bu sistemin aygıtlarıyla oynamak bizi de o sistemin oyuncağı haline getirebilir. Uzak durmak en iyisi.
yukarıdakiyle aynı nitelikte bir soru bu da. Hatta belki de aynı arkadaş. burada yazdıklarım sizinle aynı fikirde olduğumu gösteriyor.
abi gündemi boş ver, sen bize politik teori kitabı öner. bunlara kafa yoralım 🙂
Hahaha eğer gerçekten duman etmişsem belki o yüzden çağırmıyorlardır. Neyse, şaka bir yana da, TV kanallarının “fikir programları”nda oluşturulmuş belli kontenjanlar vardır. Dikkat ederseniz bu kontenjanlarda yer alanlar bazen günde birkaç kanalı birden dolaşırlar. Bu kontenjanlara devrimci tutumda olanların dahil olması neredeyse imkânsızdır. Bazen, çok gerekli olduğu noktada çağırırlar ama o kadar. Ayrıca zaten ben de öyle kanal kanal dolaşan bir “kontenjan senatörü” olmak istemezdim doğrusu:)
Ne önereyim şimdi… Dur bakayım… Kaybedenlerin Belleği’ni okumuş muydun. Ayrıntı’dan. Tavsiye ederim.
Gün bey aşk ve devrim demişsiniz. Şöyle güzel bir film önerebilir misiniz aşkın da devrimin de ruhuna yaraşır ?
Nikita Mikhalkov’un Güneş Yanığı (Burnt by the Sun) filmini öneririm. Tabii orada devrim ve aşk’tan çok devrim ve aşk’ın yenilgisi anlatılır.
Abi benim soruma yanıt vermedin? 🙂
pardon onU ATLAMIŞIM YANLIŞLIKLA,. ŞİMDİ YANITLIYORUM.
Sosyalistler/Marksistler ve Anarşistler,bu kokuşmuşluğa birlikte dur diyebilecek zeminleri nasıl yaratabilirler?
estağfurullah….
şimdiden ne desek hepsi spekülasyon olur. ama AKP her halükârda seçimlerde bir oy düşmesine uğrayacaktır. Moralleri şimdiden çok bozuk, sen bakma. Ama buna rağmen seçim oyununa dahil olmamalıyız diye düşünüyorum. Bence bugünden yapılması gereken, ulusalcıların dışında, bütün devrimci muhalefeti bir ortak toplumsal devrim (Gezi) cephesinde toplamaya çalışmak olmalıdır. Bu yönde girişimler var ama şu anda oldukça cılız.
yukarda da yanıtlamaya çalıştım. AKP diktatörlüğüne karşı devrimci bir ortak cephe örgütlemeye çalışmak gerekir.
Bu gecelik bu kadar. Yarın görüşmek üzere. İyi geceler.
Abdullah Öcalanın kitaplarını okudunuz mu? özellikle son savunmalarını?
Teşekkürler cevabınız için. Bir de bu soru cevap bölümünü her hafta ya da on beş günde bir yapabilirseniz güzel olur bence, iyi geceler…
İşte nedir yani o cephe, nasıl bir cephe olmalıdır? Gezi gibi yanıp sönmeli midir? Yoksa bir devamlılığı mı olmalıdır? Devamlılık hangi şartlarda olabilecektir? Tarihsel meselelerini yukarıda saydığım gruplar, sence bir kenara bırakabilecekler midir? Nasıl bir zeminde? Soru soruyu doğurdu, dağ fare doğurdu, hi hi…
Ya gun abi bir on yıl daha gecti biyografi nin 6.si gelmiyormu hala? Çevirilere biraz ara verde seriyi altıya tamamla bence ama gariptende mutlaka bahsetmelisin.
Gün abi selam.
Memlekette anarşizmle özdeş edebiyat yeşeremedi sanki. Örneğin ABD’de 19.yy sonundan itibaren gerek yeraltı gerek dergi ve yayınevleri çevresinde anarşist pratiklerin görüldüğü şiirler, romanlar, denemeler şekillendirirken, bizde politik duruşu anarşizme yakın konumlanan yazınsal üretimler pek görülemedi. (Kendilerine anarşist diyen lakin siyasete değil bukowskiciliğe öykünenleri önemsemiyoruz.)
Bunun nedenleri nedir veya gözden kaçanlar var mıdır?
Öcalan’ın hiçbir kitabını okumadım. Sadece bazı yazılarını okudum. Son savunmalarının birkaçını okudum. Benim açımdan sürpriz değil.
Her gece 21.00-22.00 arası cevaplayacağım.
tamam, bu konuda bir yazı yazmam gerektiğini anladım:)
Daha 2000 tarihinden o kadar uzaklaşmış değiliz. Bunu ancak 2015 yılından sonra düşünebilirim.
“Anarşist edebiyat” denen şey, sosyalist ülkelerdeki “sosyalist gerçekçi” edebiyattan çok da fazla farklı değildir. Doğrudan anarşist iddialı tek bir güzel roman okumadım bugüne kadar. Haymarket olayını anlatan romanlar da dahil buna. Anarşizm, sanata ve edebiyata büyük ilham vermiştir ama bunun ötesinde bir “anarşist sanat” ya da “anarşist edebiyat” beklentisi içinde olmamak gerekir. İnsan ruhunu derinlemesine işleyen her roman anarşizmin kazanımı olarak görülmelidir.
türkiye’de de elbet en uzun koşuysa devrim, deniz onun en güzel 100 metresini koştu şairin dediği gibi, lakin maraton devam ediyor, sizce bu toplu maratonun en kritik metrelerini kimler koştu? geçmişten bugüne doğru en önemli dörtyollarda kimler makas değiştirip bugünlere getirebildi maratonu?
Global hayvan sömürüsü hakkında ne düşüyorsunuz? Bütün sömürü biçimlerinden daha yaygını iken, bu meselenin toplumun ilerici mekanizmalarının dahi ilgi alanına girmemesini ne ile açıklıyorsunuz?
Bunu benim yanıtlamam pek doğru olmaz, çünkü maraton yarışmacılarından biri de benim. Yarışmacının diğer yarışmacılar hakkında fikir ileri sürmesi doğru değildir. Bu konuyu dışardan bir göz değerlendirse daha iyi olur.
Toplumun ilerici mekanizmalarının bu konuyla ilgilenmediği o kadar doğru değil. Yeterince ilgilenmediklerine katılabilirim ama bundan 40 yıl öncesini düşünüyorum da, o zamana göre büyük ilerleme var. O zaman bırakın hayvan sömürüsüne duyarlık falan gibi mevzuları, devrimci gençler kendi aralarında Kuğulupark’tan ya da Kurtuluş Parkı’ndan kuğu yürütüp yediklerine dair hikâyelerle övünürlerdi. Hatta bu tür olaylar anılara bile yansımıştır. Örneğin 1970’lerde deniz kaplumbağalarının hayat alanlarının korunmasından söz etseniz o güzelim sol insanlar, dönüp yüzünüze tuhaf tuhaf bakarlardı, bunun başka işi gücü kalmamış mı diye. Hatta o zamanlar kedi köpek gibi hayvanlara bakmak “burjuva” bir özellik olarak görülür ve “insanlar açlıktan ölürken” edebiyatı yapılırdı. Diyeceğim, son otuz-yirmi yılda bu konuda büyük ilerleme kaydedildi. Açılan bir kapı var. Oradan girmek ve sorunu daha da geliştirmek, yaygınlaştırmak gerekiyor elbette.
Öcalan’ın son savunmalarını ‘su an’okuyacak biri olarak, sizin icin süpriz olmayanı aciklamanizi rica edebilir miyim.kisinin kendi suzgeci dışında guvenebilecegi bi zihnin suzgeci kolay bulunmuyor:)
Merhaba.
Bir anti-kapitalistin gündelik yaşamı nasıl olmalı? Bu konuda yazılan kitaplar, makaleler var mı son dönemde? Özel okulda okuması, ikili ilişkileri, ailesiyle arasındaki ilişkiler ve diğer tüm kapitalist düzen içindeki hayatında nasıl davranmalı?
Şaka yapıyor olmalısınız. Süzgeçlik gibi bir görevim olduğunu sanmıyorum. Benim için sürpriz olmayan, Öcalan’ın polisteki ve mahkemedeki teslimiyetçi tutumudur.
Suzgeclik kismi tabi ki şakaydi, tesekkur ederim cevabiniz için
En zararlı şey reçetedir. Bu bakımdan size sadece okumanızı salık verebilirim. Doğrudan bu konuda değilse bile, buna ışık tutacak çok sayıda kitap bulabilirsiniz. Özellikle Ayrıntı Yayınlarını izleyin. Paraya değer vermeyen, dayanışma ruhunu canlı tutan ilişkiler en önemlisi.
Aileye sekter davranılmamalı ama onların dümen suyunda da gidilmemelidir.
Merhaba hocam. Sivil toplum ve sivil siyaset konularinda ozellikle devletle iliskisi ve siyasi pratige etkileri ozelinde okuma yapmak istiyorum. Hangi yazar/makaleleri onerirsiniz? Yonlendirmeniz acisindan da bu konularin paraleli olan arastirma alani da onerirseniz cok memnun olurum.
Tekrardan merhaba,
Sanirim bir yanlis anlasilma var.
A.Ocalanin savunmalari polis ya da savcilik sorgusuyla ilgili degildir. Avrupa Insan Haklari Mahkesine sundugu dusunceleridir. AIHM sunulmasi isin kilifidir bildigin kitaplastirilmis paradigmasidir. Son savunmalari Demokratik Toplum Manifestosu olarak kitaplastirildi en son 5. cildi yayimlandi.
1. cildinde yonteme deginir ve ozne-nesne ayrimina karsi cikar. Siz bu konu hakkinda ne dusunuyorsunuz? Ozne-nesne ayrimi hakikate ulasmayi engeller mi?
Gün Abi 2015’te 69 yaşında oluyorsun 2015’i bekleme bence
Sayın Zileli, Öznel, duygusal düşünüyor olabilirim…
Ama bu topraklarda “ruhunu şeytana “, hem de peşin, tamamını satmış böyle bir başbakan oldu mu? Enver Paşa’nın bile (Alman emperyalizmi ile ortaklığına karşın… Adnan Menderes bile…) bir “özgünlüğü” vardı… Abdülhamit bile kendi çapında direnişler göstermiştir…
Bu “psikopat”, “kifayetsiz muhteris’e, Gezi İsyanında bile Gül ve Arınç’a dahi (iyi polislere!) ters düşen bu adama en ağır hezimetlerden birini yaşatmak adına; “AKP’ye oy verme de kime verirsen ver!” daha doğru taktik olmaz mı? Biz zaten yüzlerce yıldır bu özel mülkiyetçi, devletçi cinayet şebekeleri tarafından yönetiliyoruz; bunda kabahatin önemli kısmı da “bizim-insan soyunun naifliği” olsa da, bu koşullarda yalnızca bu karikatürize faşist karakteri rezil etme imkanı olarak AKP’ye oy verme de…” diyemez miyiz? Kenan Evren bile daha dürüsttü!
Elbette bir gün Özgürlükçü ve Sosyalist bir dünya olacak… Buna inanıyorum… 50 veya 500 yıl sonra … Ama her şeye karşın ve ne acı ki bugün, 2500 yıl önce kölelerin dışarıda bırakıldığı bir Demokrasi’den geldiğimiz (ülkemizde gelemediğimiz!) “Burjuva demokrasisini” henüz küçümseyebilecek bir tarihsel evrede değiliz! Üretim araçlarının özel mülkiyetinin olmadığı bir dünyada bu “gerçeklik” temelinde “en doğruyu” seçmek zorundayız!
Ve bu bir yerel seçim!
Bulunulan seçim bölgesinde “en sosyalist-hümanist” bir adaya, öncelikle bir sosyalist veya bir BDP veya HDP li adaya da oy vermeyi savunmak gerekmez mi? Bu seçimde bir “yerel yönetici” seçeceğiz. En namuslu, en dürüst olduğuna inandığımıza oy vermeyi savunmak daha doğru değil mi? Önünde sonunda bir birey olarak seçim yapmayı öğrenmek zorundayız… Ve seçimlerimizin bedelini de ödemeyi…
Size Gramsci okumanızı öneririm. Gramsci üzerine kaynak kitaplar da önemli. Örneğin Babbio’nun kitabı.
Ben Aydınlık’ta son zamanlarda çıkan (tabii onların ne niyetle yayınladıkları ayrı sorun) Öcalan’ın sorgu tutanaklarını kastettiğinizi sanmıştım.
yaşın önemi yok. 70’tan önce yeni cilde başlamam da başlamam:) (tabii öbür tarafı boylamazsak bu arada)
Aslında benim kafamın da bir tarafında var olan soruları dillendirmişsiniz. Aşağı yukarı sizin gibi düşünüyorum. Ama bir diğer tarafım da, bu pis seçim oyunlarına hiç bulaşma, öbürleri gelse ne olacak ki, al birini vur öbürüne, halkın bir kere daha bir kere daha aldatılmasına ufak da olsa bir katkı sunma diyor. Anlayacağınız bu iki düşünce arasında asılıp kalmış durumdayım. Şu toz bulut günler geçsin, herhalde bir berraklaşma olacaktır.
Sayın Zileli,
yıllar önce (henüz Tayyip adında bir diktatörümüz yokken) M. Sarıgül’de bir Benito Mussolini potansiyeli olduğunu düşünmüştüm. (Sanırım katıldığı son CHP kurultayındaki davranışları…)
Elbette her “kehanet” aynı zamanda aptalca bir öngörüdür… İstanbul’da CHP adayının desteklenmesi bu riski taşır mı? Tayyip’in yerine “pişirilen” bu “tandır”, çok “sinirli”, çok “kemikli”; T. Erdoğan’ı aratır diyesim gelmese de mümkün!
Bu konu umarım “sol” çevrede iyi değerlendirilir;
T. Erdoğan zaten çok zayıfladı; Çok yerde darbe yiyecektir… İstanbul’da, partide güçlü bir M. Sarıgül’ü önlemek kanımca, AKP-Erdoğan’ın burnunu sürtmekten hemen sonra, yanı başında önemde görülebilir.. (Politika olarak doğrudan CHP karşıtlığı yerine M. Sarıgül karşıtlığı da daha etkin-pratik-anlatılabilir bir yöntem olabilir… Evet… Neden S.S. Önder olmasın! En azından güçsüz gelmeli!)
Yaşayıp göreceğiz… Her zamanki gibi bu ülkede olacak olanlar olur!
Troçkinin kafasına inen adalet birilerine az gelmiş.
Belaltı yorumunuz yayınlanamıyor.Admin
Alçaklığın, rezilliğin, komploculuğun adı adalet mi oldu. Utanır insan bunları yazarken.
abi bayağı zamandır stalinist-vesayet ve ip-tgb gibi fiks konularda yazmadın. hasta filan olmayasın?
İyi bir amaç için, örneğin -bugün Suriye ve Irak’ta görüldüğü gibi- sonu gelmeyen bir iç savaş sonucunda çok daha fazla kan dökülmesini önleyerek düzeni sağlamak ve barışı getirmek için devlet, sınıflar, hatta diktatörler savunulabilir mi?
Marksizm’in, dolayısıyla anarşizmin, her şeyi ekonomiye/ekonomik sınıflara indirgediği, veya daha doğrusu bunlara tamamen siyah/beyaz baktığı eleştirileri ile ilgili fikriniz nedir?
Hiçbir diktatörlük, hiçbir koşulda savunulamaz. “Diktatörlüklere mücadele ediyoruz” söylemiyle ortaya çıkıp kendi hegemonyacı amaçlarını gerçekleştirmeye çalışanlar nasıl savunulamazsa.
Marksizme böyle bir eleştiri yöneltilebilirse de bu anarşizm açısından hiç doğru değildir. Anarşizmi var eden en önemli noktamardan biri de, onun ekonomik determinizme karşı kararlı tutumudur. öte yandan, ekonomik determinizm eleştirisi Marksizm açısından da çok doğru değildir. Genellikle Marksizmle onun mekanik versiyonları birbirine karıştırılır.
yaşadıgımız semtte örgütlenecegiz…yatay örgütlenme ,otonom örgütlenmesi nasıl olmalıdır ? konu ile faydalı kapsamlı bir kaynak var mı?
konuk yazar olarak yazı yollamak istiyorum . nelere dikkat etmeliyim yazarken?
kendine dikkat et yeter:)
bu konuda reçete yok. kendiniz bulacaksınız kendi yolunuzu.
anonim 33ün sorusuna kendimce yanıt:
tarif edilen tam da adına birilerinin türkiye dediği coğrafyadır. uzun bir süredir kürtlerle savaşıyor bu devlet. bu aralar bir “süreç” var ve nisbeten kanama biraz yavaşlamış durumda… ve nispeten burjuva hukuku dairesinde, emek ve özgürlük savunucuları olarak kendimize ifade alanları açmaya uğraşıyoruz
şimdi bu durumu bizden kaynaklı olarak, “şiddet ortamına” çevirmenin alemi var mı?
ifade ve örgütlenme alanlarını yeterince kullanıp, değerlendirebiliyor muyuz?
eğer alan daralması yaşıyorsak elbette ki bunun için her tür mücadele meşru ve reva…bence eldeki imkanları bile yeterince kullanamadığımızı düşünüyorum.
böylesi bir imkanı değerlendirmede azami çabayı göstermek varken, biz değil, bırakalım “şiddetin teşvikçisi” terörist devlet yalakaları olsun. biz ifade alanlarını geliştirme imkanı bula bildikçe, onlar “kudursun ve teröre yönelmek dışında yol bulamaz olsunlar”… onlar ideolojik olarak zaten kaybetmekte, devletin savunulmasında her geçen gün daha zorlanmaktalar. gidişatın aleyhlerinde seyrettiğini farkettiklerinde genellikle onlar şiddete başvururlar ki egemenlerin şiddetine terör denir, malum…
.o zaman meşru savunma hakkımız elbette ki olacaktır.
iktidar özünden mi kötüdür, yoksa iktidarı kötü yapan, onun kullanılış tarzından mı gelir? iyi iktidar diye bi şey mümkün müdür? hatta soruyu şöyle formüle edeyim: politik iktidarı bıçakla sembolize etseydik, anarşistler bu bıçağı eline alan herkesin katil olduğunu söylüyor olurdu. marksizm bıçağın kudretini eline aldığında ondan bir anti-katil yaratacağına inanır. bu neden mümkün olmasın?
abi benim öyle teorik donanımım filan yok, safiyane sorularımdır bunlar, anneye anlatır gibi cevaplar sevinirim.
İktidar özünden kötüdür. İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar yozlaştırır, bugün aratık insanlığa mal olmuş, genel kabul gören bir sözdür ve çok doğrudur. Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, tarihin en büyük devrimine önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.
emperyalizm ırak’a saldırıyor diye saddam’ı veya suriye ‘de esad ‘ı desteklememiz ne kadar doğru bir tavırdır? dün ali kıran baş kesen ulusalcılar, bugün silivriye dolduruldu diye hemen yanlarında olmamız mı gerekir? örnegin daha dün halepçe ‘yi yaşamış kürt halkını bugün abd emperyalizmine karşı saddam güçleri ile yanyana savaşmaya bu etik yaklaşımla nasıl ikna ederiz? bizi dinlerler mi? saddam ‘ a önce arap milliyetçiligini dayatıp eline tutuşturdugu kimyasal gazlarla kürtleri katlettiren abd , daha sonra yanına aldıgı kürtlerle bırlıkte saddam ‘ı devirmedi mi? iki ucu boklu degenegın neden bır ucunu tutmak zorundayız? ılkelı durmak varken (ne abd ne saddam ne abd ne esad ) güncel polıtıkalara , humanıst yaklasımlara , stratejı yoksunu polıtıkalara bel baglamak dogru olur mu? dıger yandan eger emperyalızme karsı tek basımıza karsı duramayacak gucde ısek ; dusmanımın dusmanı dostumdur yaklasımı etık bır yaklasım olur mu?
Ne korkunç, iç mekanizmaları üzerine henüz kafa yormadım ama kim bilir hangi yollardan geçiyor; iktidar düşünceleri, hesapları bile insanı-örgütü, süreç içinde daha “yoldayken” bile örgüt-insan ilişkilerini bozuyor!
İktidar, örgüt içi iktidardan da geçiyor… En başında yalan ve iki yüzlülüğü de harekete geçiriyor… Öznel ve eksik olabilir (son 35 yıla baktığımda) tipik “Avrasya solculuğu” içinde insani bir sıcaklık, bir yoldaşlık sevgisi olmadığını düşünüyorum…
Bence “kötülük” doğrudan iktidarın kendinden-gücünden kaynaklanmıyor; güç zaten gelişmiş kötülüğü yoğunlaştırıyor; en başında bu “iktidarı” ele geçirme ve kaybetmeme süreçleri insanın içindeki “kötüyü” uyarıyor, bir katalizör gibi geliştiriyor; ‘zenginleştiriyor…
Nasıl ki kendi başına “üretim araçlarının özel mülkiyeti” değil, bu ilişkilerin yarattığı egemenlik ilişkileri içinde hayat berbatlaşıyorsa, insanlar arası her ne sebeple olursa olsun her egemenlik ilişkisi de kaçınılmaz olarak hayatı yozlaştıracaktır; İktidar başlı başına bir egemenlik ve hiyerarşidir!
Herkesin işini iyi yapmaya çalıştığı, bir başka insanın sırtından geçinme hesabının bulunmadığı dünyada iktidara gerek var mı?
emperyalizm nedir? “sermayenin, kendi birikimi için, ” devleti” eliyle mülkiyet, egemenlik ve sömürü alanları elde etmesine denir”, diyebilir miyiz? sermaye bu birikimi “devletin egemenliği ve gücüyle” mülkiyete dönüştürür ( mü? / ise)”sermayenin küreselleştiği bu çağda bu ilişki (devlet/sermaye diyalektiği) nasıl kurulup işlemektedir?
Cevabı bilen bir arkadaş versin.
Aslında yanlış ifade ettim. Diktatörlerin, devletlerin ve sömürgecilerin savunulmaması fakat ne kadar kötü olurlarsa olsunlar bazı olumlu yönlerinin görülmesi gerektiğine dikkati çekmek istedim. Burada -çok önemsiz görünse de- başka örnekler de vermek isterim. Afrika’nın kolonileştirilmesine öncülük ettiği için suçlanan misyonerlerin, kadın sünnetine karşı mücadele etmeleri, Muharrem ayında Şiilerin kendilerine işkence etme adetlerinin Saddam rejimince aşırı bularak yasaklanması. Hiçbir toplum ve kültür dokunulmaz ve eleştirilemez değildir. Sözünü ettiğim uygulamaların, ezen toplumlarda (Sünni, Türk) değil ezilen toplumlarda (Şii, Kürt) bulunması da, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliklerinin aynı kefeye konulamayacağı düşüncesinin hatalı yanları olduğuna başka bir örnek. “Ezilen” toplumların geçmişlerinde ve hatta bugün bile kendilerine yapılanları başkalarına yapmalarının/yapılmasına sessiz kalmalarının sayısız örneği vardır, onları burada anlatmaya gerek duymuyorum.
bilenler şu soruyu da yanıtlarsa öğrenmiş olurum: “devletin her biçimi asıl olarak (kapitalist, sosyalist vb..) “mülkiyete” dayanmadan var olabilir mi?
Devletten kasit ne, iktidar mi, yonetim mi? Ne? “Devlet”in mulkiyete dayanmadan var olup olamayacagi bilinebilecek birsey midir? Tamam, bu her ne ise istemiyoruz. Su asamada biraz da bilim kurgudan mi referans almali acaba?
https://www.youtube.com/watch?v=MBfzgLyCuqA
iktidar ne, yönetim ne; devlet ne? iktidar ya da yönetim olmayan devlet ne?
Gerçek solun anarşizm, gerçek İslam’ın Selefilik, gerçek Türkçülüğün de Batı ve İslam etkisine karşı saf bir Türklük olduğunu kabul edersek, sayıları yok denecek kadar az olan ve esamesi okunmayan gruplar hariç bunların mevcut olmaması nedeniyle bugün ne sol, ne İslamcılık, ne de Türk milliyetçiliği diye bir şeyin gerçekte olmadığını, bunları tamamen araç olarak kullanan çevrelerin kendini sol, İslamcı ve milliyetçi gösterdiğini söyleyebilir miyiz?
Hepsi çok sıkıcı, bildiğim bu. SoruYorum, iktidar ya da yönetim olmayan devlet, devlet ve yönetim olmayan iktidar, iktidar ve devlet olmayan yönetim nedir gibi de çeşitlendirebiliriz. Senin sorularına basitçe ya da kısaca verebileceğim bir cevabım yok maalesef. Geçmişin örneklerinin sundukları dışında, bir de gelecekte olabilecekler ve aklımıza gelmeyenler nelerdir, olasılıkları sorgulamaktır amacım.
Mehmet Bedri Gültekin ve Bayram Yurtçiçek hakkında ne düşünüyorsunuz?
ikisi de geçmişte birlikte yargılandığım arkadaşlarımdır. Bugün ne yazık ki İP yöneticileridir.
liderin içeri düşmesinden ötürü, kemalist ulus devletimizi kurtarma işini üstlenmiş olan yeni kahraman tiplemeleri; dersim katliamının gerekliliğine inanmış, celladına aşık iki alevi-kürt menşeli inkarcı…
hani böyle insanı iki kötü seçenekten birine mahkum eden, kişinin ahlaki kapasitesini zorlayan sorular vardır ya, öyle bi soru geldi geçen aklıma. jean luc godard’ın, 1965 yapımı alphaville diye bi filmi var-mış. onu izliyodum. film; insani duyguların, -aşkın, sevginin, hüznün vs.- sanatın; şu veya bu, insan ruhunun irrasyonel parçasına hitap eden her türlü faaliyetin öldüğü, hayatın tüm yönlerinin mantıksal hesaplamalar yapan “alfa 60” diye kocamaaan, duygusuz bir makine tarafından organize edildiği distopik bir dünyada geçiyor -tavsiye ederim, izlemediysen izle abi. işte bu filmden esinle kafamda şöyle enteresan bi soru hasıl oldu: eğer seçme imkanınız olsaydı, duyguların ve sanatın nispeten özgür bir biçimde olageldiği eşitsiz bir şimdiyi mi (şu an); yoksa, toplumun soğuk, duygusuz bir mekanizmaya dönüştüğü, sanatsal hazların mazide kaldığı eşitlikçi bir geleceği mi seçerdiniz? elbette sorunun pratikte bi kıymeti yok ama maksat laf olsun işte 🙂
şu an zaten aşağı yukarı ikinci durum söz konusu 🙂
”Bence bugünden yapılması gereken, ulusalcıların dışında, bütün devrimci muhalefeti bir ortak toplumsal devrim (Gezi) cephesinde toplamaya çalışmak olmalıdır” Gün Zileli.
Sizin ulusalcıları (Atatürk Milliyetçisi+vatanseverler) devrimcilikten farklı bir yere konumlandırdığınızı görüyorum. Kesintisiz devrim nosyonu ve pratiği bu topraklarda Mustafa Kemal ile yaşandı.Devrim marxistlerin inhisarında olabilir mi?
Gezi’deki (Devrim derken Gezi’ye gönderme yaptığınız için diyorum) katılımcıların ezici çoğunluğu Atatürkçü, devrimci gençler idi. Evet, bu kanaatteyim
Ulusalcılar, Gezi hareketinin bileşenlerinden biridir. Devrimciler cephesi ile Gezi hareketi yüzde yüz üst üste oturmaz.
Kesintisiz devrim nosyonu bu topraklarda mustafa kemallemi yaşandı.önce serbest seçimlerle meclis kuruldu.siyasi partilerin kurulmasının işlemesinin önündeki engeller kaldırıldı.topraksız köylülere toprak verildi.ağalık düzeni yokedildi.esnafların tefecilere borçları silindi.komprador burjuvazi haricinde herkesin önü açıldı.herkese eşit vergilendirme geldi.herkese eşit hukuk oldu.en ana ilke hukuk oldu.ensonra sosyalist önlemler alındı.böyle diyorsun yani.mustafa kemalle oldu.eminmisin.kafanmı güzel.mutezile.
m.kemalin zamanında “mutezile” ismi kullansaydın, başına ne gelirdi, düşünmüşsündür mutlaka ama bize de söyler misin?
i.gazali zamanında “mutezile” ismi kullansaydın, başına ne gelirdi, düşünmüşsündür mutlaka ama bize de söyler misin?
Yanıtınız için teşekkürler Sayın Zileli.
burada müdde-i umumi olarak soruları ben sormuyor muydum?:))
Gün abi, tarihsel Yugoslavya Federasyonu deneyi hakkında ne düşünüyorsun?
neyi sormak istediğini tam anlayamadım.
Sormak istediğim şey, Yugoslavya’daki sosyalizm ve özyönetim deneyinin olumlu ve olumsuz yönlerini kendi bakış açınızdan kısaca (veya uzunca da olur) anlatabilir misiniz?
bugün cevaplandırırım.
The Belgrad Phantom-2009
“1979. Yugoslav başkanı Tito Küba’da, uluslararası meseleleri görüşürken, esrarengiz bir hayalet, Belgrad’ın kalbini kazanır.Her gece, şehrin caddeleri boyunca çalıntı beyaz bir Porsche araba ile olağanüstü sürme manevralarını sergiler.Polise meydan okur.Caddelerde on binlerce kişi onu desteklemektedir.Hayalet siyasal bir tehdittir artık..Polis kuralları onun koyduğu bir oyuna zorlanır.”
O döneme ilişkin gayet güzel ipuçları veren bir film. Tito’ nun yarattığı polis devleti…
abi sitenin başında Orwell’in bir sözü var. sözün kendisi de çok güzel. ama Orwell’in devrimcileri ihbar etmiş çirkin bir figür. bunu sırf Stalincilere gıcıklık olsun diye mi koydunuz yoksa gerçekten Orwell’i onaylıyor musunuz?
Orwell, büyük bir yazardır. Ayrıca İspanya İç Savaşı’nda POUM saflarında savaşmış ve yaralanmış bir sosyalisttir. Onun Katalonya’ya Selam kitabını okumanı salık veririm. 1984 romanı dolayısıyla Stalinistlerin yoğun saldırısına uğramış ve ömrünün son yılında, ölüm döşeğindeyken, ne yazık ki İngiltere’nin M15 istihbaratına İngiltere’deki tanıdığı Stalinistlerin listesini vermek gibi affedilmez bir tutum sergilemiştir. Bu tutumu elbette mahkûm edilmeli ama toptan bir karalamaya gitmek büyük bir haksızlık olur. Stalinistler, bir sürü Troçkisti ve devrimciyi batı istihbarat örgütlerine ihbar etmişlerdir ama kendi günahlarından hiç söz etmezler.
Tanidigi Stalinistlerin listesi?? Stephen Spender ne zaman stalinist oldu? Adam MI5 in en onemli adamlarindandir. Ya da ABD Baskan yardimcisi olan Henry Wallace? Adam en yakin arkadaslarinin sadece kil oldugu icin ismini vermis, Orwell ispiyonlamadan once ozel defterine bu kisiler hakkinda notlar da tutmustur. Bu notlar Orwell”in dusunce yapisi hakkinda fikir vermektedir.
Stephen Spender: Homoseksuellige egilimi var, sempatizan ( sempatizan dedigi adam Kulturel Nato nun en onemli dergilerinden biris olan Encounter”in editorudur, 1968 de derginin MI5 parasi ile ciktigi ortaya cikmis, dergi de bunu kabul etmisti.)
Paul Robeson, Amerikali sosyalist bir sarkici ve sporcu, Nazim onun hakkinda siir yazmistir. ABD de irkcilik karsiti sosyalist sanatcilardan birisi idi. Olene kadar ulkesinde sarki soylemesi yasaklandi. Bir keresinde Kanada sinirinda verdigi konsere ABD tarafindan binlerce insan katilmisti. Onun hakkindaki iddiasi beyaz dusmani irkci!
Kingsley Martin, Ingiliz yazar, adam liberaldir, Orwell”in yorumu, Curumus liberal guvenilmez! ( yani antikomunist olmakta kurtarmiyor seni Orwell”den)
Charley Chaplin, sinema yonetmeni, Yahudi!
G Bernard Show: Bir bagi gozukmuyor ama butun meselelerde Rusya yi destekliyor
Adam homofobik irkci fasist ve karaktersiz birisi. Gun hala adamin Ispanya ic savasinda savastigini soyluyor.
Orwell Ispanya”ya gitmek icin once Komunist partisine basvurur ama guvenilmedigi icin komunistler ona yardim etmez. Oda baska gruplar yardimi ile gider. Gecmisinde polistir ve surekli olarak Devletin propaganda servisinde calismistir. Savas sirasinda yani 1984 u ve hayvanlar ciftligini yazdigi siralarda Ministery of Information da yani propaganda bakanliginda BBC Hindistan bolumunde calismaktadir.
Yani Orwell Ingiliz Devletinin propaganda Bakanliginda calisan eski bir polistir. Homofobik ve irkcidir. Her tarafta komunist goren birisi. Dusunun Shaw gibi yazarlar ya da Walace gibi ABD li politikacilar ( Wallace Rooswelt”in Baskan yardimcisi idi, ve Kolyma kampindaki gozlemleri fasistler tarafindan hic sevilmemisti ) ya da Davies gibi ABD elcileri bile ona gore gizli komunist. Adam her tarafta komunist homoseksuel yahudi goren bir paranoyak.
1984 romanin daki gercek Bakanligi gercek hayatta calistigi Informasyon bakanligidir. Kendisi bir propaganda yazaridir. O yuzden surekli olarak kendisinin solcu oldugunu iddia etmistir.
George Orwell halkin polis ile catistigini gorse hemen polisin tarafini tutar. Ardindan da Polisin aslinda halk halkinda polis oldugunu iddia eden propaganda brosurleri yazmaya koyulur.
Peki o zaman bu adamla neden bu kadar uğraşıyorsun ki, madem bu kadar kötü biri. Orwell dediğin gibi biri olup da iyi bir yazar olmasa ve Stalinist rejimi, 1984 ve Hayvanlar Çiftliği gibi çağa bedel romanlarla tasvir etmeseydi, senin de onu dert etmene gerek kalmayacaktı. Demek ki sorun Orwell’in kişiliği değil yazdıkları, siz Stalinistler açısından. Yoksa sadece kişiliği olsaydı şimdiye kadar çoktan kol kola girerdiniz onunla, başkalarına yaptığınız gibi.
Ahmed bunları nerden uydurdun?varmı kanıtı.yazmışın ama nerden salladın?bize belge ver.
Gun yine bos konusuyorsun. Yukarida da soyledim. George Orwell daha taninan bir yazar degilken, 1984 ya da Hayvanlar Ciftligini yazmadan yillar once Ispanya’ya katilmak icin Komunistlere yanasir, ama Buyuk Britanya Komunist partisi yoneticileri kendisini supheli bulduklari icin reddederler.
Biz burada edebiyat elestirisi yapmiyoruz. George Orwell’in politik yapisini yaptiklarini tartisiyoruz. George Orwell kapitalizmi savunan, Ingiltere”nin gizli servislerinde ve propaganda bakanliklarinda calisan bir yazar. Kendisi homofobik irkci ve yalanci.
“Madem bu kadar kotu biri” sozu caresizlikten soylenmis bir soz ve senin onun kotulugunu kabul ettigini gosterir. Yoksa dogrudan onun irkci ve homofobik olmadigini iddia eder, Ingiltere propaganda bakanliginda calismadigini ajan filan olmadigini soylerdin. Ama soyleyemiyorsun. Soyledigin tek sey, daha dogrusu soyleyebildigin tek sey madem bu kadar kotu biri ile baslayan cumleler kurmak.
Ben sadece George Orwell ile degil ama tarihi carpitan, gecmis sosyalist deneyimler hakkinda yalan soyleyen herkes ile ugrasiyorum. Ugrasmaya da devam edecegim.
Bu adam polis ve kitleler arasinda ki tercihini Polisin propaganda aygitlarinda calismakta bulmus. Peki sen niye hala bu adamin sozlerini gercege aykiri olmasina ragmen bu sitenin logosunun yaninda tutuyorsun?
Bu ahmed ne kadar atıcı.geçmişinde polismiş.sen nesi oluyon?amcaoğlumu?nerden atıyon bunları?belge göster belge.
Senin Stalin’in kadar homofobik olan var mı? Onbinlerce eşcinseli ölüme gönderdi be utan.
Onbinlerce escinsel? Stalin??? Bunu nerden uydurdun? Sovyet Devrimi escinselligi suc olmaktan cikarmistir ve bu dunyada ilktir. Ama 1930 lu yillarda burokrasinin guclenmesi ile paralel olarak hem aile yasalari hem de escinsellikle ile ilgili yasalar kotulesmistir ama onbinlerce kisinin escinsel oldugu icin olduruldugu tezi?? Valla bunu sadece senden duyuyorum. O kadar CIA propaganda kitabi okudum bunu iddia eden birisine daha rastlamamistim.
Gun bu arada sanirim olayi kacirdin ama biz su an Stalin” degil ama Orwell”i tartisiyoruz. Adam hoslanmadigi kimseleri homoseksuel olabilir diye ihbar ediyor. Cunki o zamanlar Ingiliz toplumu oldukca homofobik ve bu sekilde insanlara zarar vermek istiyor. Varsayalim Stalin homofobik ve onbinlerce escinseli kaynar kazanlara atti bu Orwell”in homofobikligini, ya da irkciligini mazur mu gosterecek?
Niye bu kadar saldirganlastin birdenbire? Sen de biliyorsun ki benim Orwell hakkinda soyledigim her sey dogru. Itiraz edemiyorsun, saldirganligin bu yuzden. Zamaninda adamin muhbir oldugunu soyledigimde de boyle saldirganlasmistin ama simdi en azindan Orwell’in muhbirligini kabul ediyorsun.
ben senin gibi dogmatik değilim ahmet. Orwell’in homofobik olduğunu bilmiyordum, öyleyse elbette kınar ve bunu da belirtirim. Stalin’in öldürdüğü eşcinselleri ise senin bilmemene hayret ettim. Gin9zburg dahil, bütün anı kitaplarında geçer bu konu. Stalin, aynı Hitler gibi, eşcinselleri, Çingeneleri, dinsel sekt mensuplarını, eline silah almayı reddeden Yahova şahitlerini gulaglara göndermiştir.
Ahmet neyi kanıtlamaya çalışıyorsun? Tamam, kabul ettik! Adam ahlaksızın, homofobiğin ve polis ajanının teki…Napmamız gerekiyor…Yazdıklarını yok mu sayalım, kitaplarını mı yakalım…Edebiyat dünyasında böyle örnekler var…Jack London’da kendine sosyalist diyordu ama beyaz ırkın üstünlüğünü savunuyordu, katıksız ırkçıydı…Ama geride Vahşetin Çağrısı,Martin Eden gibi kitaplar bıraktı…Adama ırkçının tekiydi deyip ettiği güzel sözlerine ya da kitaplarına ambargo mu koyacağız…
Isi yine dagitarak yirtmaya calisiyorsun. Once escinsellerdi, simdi bir de Cingeneler eklendi, bir de idam degil ama gulaglara gondermeye donustu tartisma biraz daha uzasa, buna hippileri de ekleyeceksin. Bir de beni fanatiklikle sucluyorsun.
Sovyet Devrimi her turlu cinsel kimligi ozgurlestirmistir, ama 1933 te cok sayida sanirim 130 kadar yetiskin erkek genc erkek cocuklari ile iliskiye girmekten yani oglanciliktan tutuklanmis ve adi gecen yasa cikarilmis. Bu yasadan once Azerbeycan gibi bazi cumhuriyetlerde Transeksullerin fahiselik yapmasi yasaklanmis. Bir de o donemin kosullarini dusunmekte fayda var. 1960 lara kadar Ingiltere Psikologlar Konseyi homoseksulligi hastalik sayiyordu. 1933 yasasi sadece erkek homoseksulligini yasaklar lezbiyenlige bir yasak getirmez. Anladigim kadari ile toplumda yaygin olan oglanciliga karsi getirilen bir yasa bu.
Bu konuda batida fazla bir arastirma yok. Orda burda bir iki makale,yasanin savunuculari arasinda Gorki ve donemin icisleri bakani Yagoda da var. Birde sovyet psikologlar onceleri homoseksulligi bazan sapma ama sonra da 1930lardan sonra suc olarak degerlendirmeye baslamislar. Bu gelismelerin nedenini arastiran arastirmalar pek yok.
Hic bir kaynakta Gay oldugu icin idam edilen kimselerden bahsetmiyor, ama 1933 ysasindan sonra bir cok kisi ( okudugum bir kaynaga gore yilda ortalama bin kisi kadar
http://libertyandsocialism.org/2011/07/19/soviet-homophobia/) tutuklanmis, ama yine ayni yukaridaki kaynak tutuklananlarin yuzde 70inden fazlasinin oglanciliktan yani kucuk yasta erkek cocuklari ile iliskiye girmekten oldugunu soyluyor ki, Ingiltere mesela bu tur suclar icin insanlari bazan omur boyu hapse gonderiyor.
Yani Stalin”in gay oldugu icin onbinlerce insani idam ettirdigi palavra, hatta bir kisi oldurdugunu bile iddia etsen o da palavra olurdu.
Nasilsa sen bu konuda bir sey yazamazsin, bana simdi de Stalin”in cingeneleri oldurdugunu nerde duydugunu soyler misin?
Orwell’in muhbirliğini sen değil gün bey söyledi.okuru salak sanma ahmed.atıcı seni.belge varmı belge.sen ondan haber et.viki miki kabul olmaz.onlar cia güdümünde.günlükleri göster.
ben stalin eşcinselleri idam ettirdi demedim. Gulaglara gönderdi dedim ki, bu da aşağı yukarı ölümle eşdeğerdir. Gulaglarda ölenlerin sayısı yaklaşık olarak biliniyor. SB’de elbette Almanya’da olduğu gibi Çiengeneler için bir yasa çıkarılmış değildi ama Çingeneler toplum dışı görülüyor ve bütün “toplumdışı” görülenler gibi ve hatta en başta içeri alınıp Gulaglara yollanıyordu. Bütün Gulag anlatılarında bu vardır. Stalin’in suçlarını örtbas etmek için yürüttüğün zavallı çabalar boşuna Ahmet.
Belge belge.murat belge değil.orvelin bir senin okuduğun günlükleri.belge göster.
Escinselleri olume gonderdi demek onlari oldurmek demektir. Kampa gondermek kampa gondermektir. Ustelik onlarin kampa gonderilmesi neden olume gonderilmeleri olsun ki? Yapilan arsiv calismalari Gulag da olum oraninin sovyet toplumundan farkli olmadigini gosteriyor. Olum oranlari o kadar dusukki hatta bazi rus yorumculari tartismalarinda Gulag daki olum oraninin gunumuz rus toplumundan daha dusuk oldugunu soyluyor. Bak su tartismaya http://www.politicsforum.org/forum/viewtopic.php?f=66&t=14258
Sovyet labour kamplarinda insanlarin yasama ihtimali gunumuz Rusyasindan daha yuksekti. Aslinda bu sadece senin sorunun degil. Bir cok fasist yorumcu arsivler acilinca bu konuda ezberleri bozuldu simdi hep beraber tahliye edilenleri de olum listelerine ekleyerek ( Sovyetler hasta olan herkesi tahliye ediyordu. Bunun nedeni hasta olan bir kisinin topluma zarari olamayacagi dusuncesi idi) olum oranini genel toplumun duzeyinin uzerine cekmeye calisiyorlar. Senin olum iddian da onlarin ki kadar zavallica. Bak burada tahliyeleri de olenlerin sayisina katarak olum oranlarini artirma cabasi icin: http://artukraine.com/famineart/SovietCrimes.pdf
BU arada sunu belirtelim, o zamanlar Sovyet toplumu da tum dunya gibi mikroplu hastaliklardan cok fazla sayida insan luyordu. Mesela 1920lerde 30larda Ingiliz isci sinifinda ortalama yas omru 45 civarinda idi ama 40lardan sonra antibiyotiklerin bulunmasi ortalama omru hizla yukseltti. Ama peki simdi Rusya da siradan insanin omrunun Gulag kampindaki mahkumlardan daha kotu olmasinin kapitalizm disinda hic bir sebebi yok
Bu arada Orwell i unuttum sanma. Sen onu unutturmak icin elinden geleni yapiyorsun ama Orwell muhbir ve homofbik degil ayni zamanda irkci da. Paul Robeson hakkinda gozlemi, beyaz dusmani. Insan haklari aktivisti bir siyah hakindaki dusuncesi. Ona gore ancak kolelik kosullarini kabul eden siyahlar beyazlarin dostu. Bu adam mi polisle halk kavga ettiginde halkin yanina kosacak? Mermi sikar o halka Orwell? Fanatik degilim diyorsun ama tum bilgilere ragmen hala Orwell”in o sozunu logoda tutuyorsun.
hahahahaha. Ahmet, şöyle bir slogana ne dersin: “sağlıklı bir yaşam sürmek istiyorsanız, gulagları tercih ediniz”
Günlükleri göster ahmed.bizi bilgilendir.yoksa iftiracı olarak kalacaksın.hem iftiracı hem kgb ajanı.
G. Orwell guzel kitaplar yazmis, severek okuduk. Yeterince kucuk yaslarda, “akvaryum baligi” olarak yetistirilirken okumaya baslayinca, kara utopya insanda dunyayi degistirme gibi bir niyetin olusmasina izin vermeyip, bunu “acik bir zihin” perdesi arkasina sakliyor olabilir mi?
cevabı sizde.
Valla bu tercihi mahkumlara sorman lazim. Varlam Shalamov kendisi bir kac kez tutuklanmis, Kolyma da icinde olmak uzere degisik kamplarda degisik zamanlarda kalmis. Sanirim olumunden sonra yayinlanan Kolyma Hikayeleri adli kitabi anti komunistler tarafindan cok ovulur: oyleki kitap hizla bir cok dile cevrilmeye baslandi, yani yeni bir soljenitsin durumu.
Vadim Rogovin 1937 yilina iliskin yazdigi ciltte ( 1937 Stalin’s Year Of Terror) Shalamov”un anilarindan alintilar yapar. Shalamov 1937 ocaginda tutuklandiktan sonra bu sefer Kolyma ya gonderilir. Yani orada 1937 yili Mart Nisan sonrasi orada olmasi lazim. Bu alintiya gore Shalamov ” mahkumlarin hala daha onceki gibi oldukca mutlu bir hayat surduklerini, yeni gelenlere hemen kislik elbiseleler verildigini, hasta sirasinda pek kimsenin olmadigini, cunki is zor olsa da paranin iyi oldugunu, bazan yaz aylarinda on bin rubleye kadar para kazanilabilindigini ama kis aylarinda bu miktarin biraz daha az oldugunu, asiri soguklarda calisilmadigini, kisin gunde 4 ila 6 saat ama yazin on gunluk vardiyalar halinde gunde 10 ar saat calisildigini soyler.
Mahkumlar saglik durumlarina gore saglikli, az saglikli, hafif islerde calisabilenler ve sakatlar olmak uzere dorde ayrilmislardir. Mahkumlarin yapacagi is saglik durumlarina gore degismektedir. Aslinda Guinzburg”un anlattiklarida bundan farkli degildir. Guinzburg gucu yetmedigi icin hafif is olan revire ayrilmistir.
Verilen elbiseler ve odemeler guzeldir ve 10 yil ceza alan bir mahkum ( o zamanki en yuksek hapis cezasi 10 yildi ama 1939 da bir cok idamlik suc kaldirildi ve yerlerine 25 yillik hapis cezalari konuldu) eger calisirsa iki uc yil icinde tahliye olabiliyor ve bu sure icinde hem ailesine bakiyor hem de geri donerken oldukca parali olarak donuyordu. Mezarlikta o kadar az mezar vardi ki bu durumda insanlarin Kolyma da olumsuz olduklarini dusunebilirdiniz. Bunlari Rogovin”in 378 379 sayfalarindan aldim.
Bunlari yazan adam zamaninda Trockist olarak tutuklanmis ve en kotu zamanda en kotu kampta kalan birisi. Aktaran ise Trockist bir tarihci. Aslinda Kolyma ya iliskin hemen tum ilk elden gozlemciler yukarida yazilanlari bir sekilde dogrular. Sen Guinzburg”dan baska okumadigin icin o da vucudu zayif oldugu icin daha hafif bir ise ayrilir, duzenli olarak ogluna yuz ruble gonderdiginden bahseder, vb.
Valla daha once yazmistim mesela 1960larda ABD ye kactiginda Dunyanin sayili plastik cerrahlarindan olan Janusz Bardach Kolyma ya orta terk bir mahkum olarak gider ama bir tip ogrencisi olarak cikar.
Simdi Gun sen bu sartlari hangi mahkuma soylersen soyle ( mahkumlari bosver, hatta bir cok isci bile) arkasina bakmadan Kolyma ya gider. Zaten 1991 de bolgeye giden Mother Earth”den Adam Hochchild unquiet Ghost adli kitabinda kamptan ayrildiktan sonra kampta kalan hatta geri geldikten sonra Kolyma ya geri giden eski mahkumlarla gorusur.
ha evet, dışarda ölüm kesin olduğu için gulaglara dönenleri ben de biliyorum. Cehennemden cehennem beğen. Yoksa cennet mi desek! Stalinist cennet de böyle oluyor işte. Yaşamayan bilemez.
Ahmet sen ne kadar adam kandirmaya meyillisin? Bizi aptal mi sandin?
379. sayfa.
“Bu bir kac yil… Kolyma’nin altin cagiydi”
“Berzin’in 1937’nin ortasinda tutuklanmasindan sonra, Kolyma’da hersey dramatik olarak kotuye gitti, ozellikle fazlasiyla tehlikeli ‘T’ harfine sahip olanlar icin.
…
Sholomov bu ozel direktiflerin oldurme, asla canli cikmamalari icin emirler oldugunu israrla belirtir.”
Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir. Trockistler biz kez imha edilince kamplardaki yasam kosullarina karsi direnc ortadan kalkar. Ve kamplar tamamen acliktan yiginlarca insanin oldugu, butun kamp hikayelerinde anlatilan cehenneme doner. Ustelik o alinti yaptigin bolum trockistlerin kamplardaki kahramanliklarini ve imhalarini anlatan bolum.
Sen ise ayni iscilerin kanli direnisi, mucadeleleri sonucunda haklarini catir catir aldiklari bir ulkeyi ornek gosteren kapitalistlerin “Bakin, kapitalizmin gelistigi ulkelerde isciler cok rahat!” demesi gibi, kamplar aslinda cok rahat diyebiliyorsun. Seytan bile incilden cimbizlama yapabilir derler ya, aynen o hesap.
Ve bu cimbizlamayi yaparken yakalanacagindan, baskalarinin orada yazanlarin gerisini okuyabileceginden korkmuyorsun bile. Ben bu davranisi Tayyip’ten biliyorum. “Camide icki icildi, benim basortulu bacima saldirdilar… ” Camur at, izi kalsin, nasolsa yalan oldugu ortaya ciksa bile birilerini inandirabilirsin. Ne kadar guc istenci yalakasi varsa, yalanini yutar.
Insanda biraz durustluk olur!!!
şiddetin “devrimci”si olur mu? devrimin tam da amaçladığı şey hayatın her veçhesinde şiddetin kendisini yok etmek değil midir? eğer öyleyse devrime hizmet eden silahlı güç gibi bir şey, var olan hastalıklı yapıyı devralıp bunu güya devrim adına yapan, esasında karşı devrimci bir hareket değil midir? kısacası demem o ki, iyi bir geleceğe kötünün yöntemleriyle (silahıyla, ordu disipliniyle vs vs) ulaşabilir miyiz? anarşist hareketin tarihinde böyle örnekler var mıdır?
özsavunmayı şiddet olarak görmemek gerekir. Özsavunmada da bazı şiddet araçları kullanılır ama bu esasen şiddete karşı direniş olarak görülmelidir. İspanya İç savaşı’nda anarşistlerin milis birlikleri özsavunm olarak görülebilir.
Yusuf Cemal,
Zeka duzeyini burada niye tartismaya aciyorsun anlamiyorum. Benim yukarida aktardigim kisim cimbizlama degildir ve Gulag kamplari ozellikle Kolyma hakkindaki en onemli sahitliklerden birisidir, hemde 1937 yilina iliskin. Birinci elden hem de Stalin dusmani birisinden bir sahitlik.
Yukarida ” Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir” diyorsun ama Shalamov bunu nerede soyluyor, ben ulan bir hatami yaptik diye yine baktim ama Rogovin”in aktardiklarinda T harflilerin kursuna dizilmesi ile ilgili bir yer yok. Sadece Berzin”den sonra (aslinda burasi da onemli birazdan yazacagim) islerin kotulestigini yazar. Tum gorevlilerin T harflilere cok kotu davrandigini, koyu davranislarla onlari oldurmeye calistiklarini anlatir.
Ama bu yazarin anlattigindan bu kotulesme sanki sadece trockist mahkumlar icin gecerli gibi. Orada bazi ozel emirlerden bahsediyor. Ozelden kasit resmi degil ama insanlar bu emirleri biliyor. Bu emirlere gore Trockistlere o kadar cok eziyet yapilacak ki ( yazar bu eziyetleri de soyluyor, asiri is, mektup ve telgraflarin yasaklanmasi, haklarinda surekli rapor tutulmasi nobetcilerin onlari dipciklemesi hatta dovmeleri, hatta diger mahkumlarin onlari dirseklemesi vb) Trockistlerin olusu cikacak.
Once Berzin meselesini konusalim. Bu kamplari kuran Letonyali komunist bir ressam olan Berzin”dir. Ceka”nin ilk yoneticilerindendir. Kendisi Letonya birliklerinin komutani idi ve bu birlik Lenin ve Sovyetlerin savunmasindan sorumlu idi. 1918 de sosyalist devrimciler Lenin”i tutuklayip vurmaya Sovyet uyelerini tutuklamaya kalktiklarinda Letonyali birliginin de bu ise dahil oldugu ama askerlerin Lenin”i savunmayi sectikleri bu yuzden darbenin basarisizliga ugradigi anlatilir. Bukharin”in idam gerekcelerinden birisi bu olaydir. Daha once de Bukharin”in daha tutuklanmadan MK de arkadaslari onunde bu konudaki sucunu kabul ettigini yazmistim.
Genelde Gun Zileli”nin arkadaslari kendisini kamplarin en zalim yoneticilerinden birisi olarak anlatirlar. Bu konuda hakkinda yazilan wiki makalesine bakabilirsin.
Ilk kamp tecrubesi Urallarda bir yerdir. Wiki makalesinde bile burada insanlarin iyi bir ucret aldiklari calisma kosullarinin iyi oldugu belirtiliyor. Daha sonra 1931-32 de Kolyma kamplarini kurmakla gorevlendirilir. 1938 sonunda tutuklanir ve yargilanip kursuna dizilir.
Shalamov”un Berzin”i ovmesi yakin siyasi hatta sahip olmasindan kaynaklaniyor. Oyle ki eger Sovyet tarihini bilmesen sanki mahkumlara parayi maaslari, calisma kosullarini Berzin”in kendisinin sagladigi sanilacak. Halbuki orada ki kosullar sovyet hukumetinin sagladigi kosullardi. Berzin oldukten sonra da bu kosullarin devam ettigini biliyoruz. Mesela Roosvelt”in baskan yardimcisi Wallace 1944 de Kolymayi ziyaret der ve orada bir kac hafta kalir. Degisik kamplari gorur. Anlattiklari Shalamov”un anlattiklarindan farkli degildir.
Trockistlerin ve 58. maddeden mahkumlarin bir cok ise verilmedigi dogru. Bu savas oncesi alinan bir karar ama sonradan degistirilen bir karar. Sonucta sovyet hukumeti bu insanlarin besinci kol olduguna inaniyor. Nitekim Shalamov”un kendisi de savas sonrasi bir yolunu bulur ve hastahanede calisir.
Yusuf Cemal, su ana kadar kamplara iliskin ne soyledi isem sizin sevdiginiz, hatta Gun”un cevirdigi anti komunist anti stalinist yazarlardan alintilar yaparak soyledim. O donemde SSCB ye sempati duyan ve dogrudan kamplara giren orada haftalarca bazi durumlarda aylarca kalarak inceleyen bir suru yazarin dediklerini aktarmadim bile. Gorunen Gulag rehabilitasyona donuk, kalanlarin maas aldigi ( maas duzeyleri sendikalar ve kamplar genel mudurlugu arasinda kararlastirilan) insanlarin meslek ogrendigi ve on yillik cezalari bile kisa zamanda bitirip cikabildigi yerler.
Gerçekten sen bizi aptal sanıyorsun Ahmet. Sholomov anlatmıyor. Rogovin anlatıyor. 392. sayfanın son cümlesi. 1937 Sonbaharında ne başlamış? Bir bakıver. Yani rehabilitasyon değil, bildiğin imha kampı. Senin “bizim sevdiğimiz”, “anti stalinist”, “anti komünist” olduğu için alıntıladığın yazar söylüyor bunu. Rogovin’e anti komünist dedin ya, bravo bu arada.
Yalnız, bir anonim sana bi ara kafayı takmıştı. Senin wikipedia üzerine söylediklerini o da, biz de hatırlıyoruz. Şimdi tutup, CIA/FBI felan filan tarafından manüple edildiğini iddia ettiğin bir internet ansiklopedisini bu kadar kolayca referans veremezsin, ondan kolayca alıntı yapamazsın. Mantık ve tutarlılık gereği.
Ahmet kabul et artık. Eğer 1930larda olsaydın, sen de bizle birlikte kurşuna dizilecektin. O zamanlarda olmadığın için “rehabilite” edilemiyorsun şu an. Uzun ömürler dilerim.
Yusuf Cemal,
Niye ikide bir zekani tartismaya aciyorsun, suphen varsa kendin degerlendir, ben yazdiklarinla ilgileniyorum ama yine hata yapiyorsun.
yukaridaki yazini alintiliyorum. “379. sayfa.
“Bu bir kac yil… Kolyma’nin altin cagiydi”
“Berzin’in 1937′nin ortasinda tutuklanmasindan sonra, Kolyma’da hersey dramatik olarak kotuye gitti, ozellikle fazlasiyla tehlikeli ‘T’ harfine sahip olanlar icin.
…
Sholomov bu ozel direktiflerin oldurme, asla canli cikmamalari icin emirler oldugunu israrla belirtir.”
Ardindan o T harfine sahip olanlarin nasil kursuna dizildiklerini anlatir.”” Bu alintidan cikan sonuc kursuna dizilmeleri anlatanin Shalamov oldugu.
Ama eger sen kamplarda kursuna dizilmeler oldugunu anlatanlar var diyorsan elbette bunu anlatan cok kimse var. Boris Nikoleyavsky bunlardan en onemlilerinden. Rogovin orada Nikolayevski den alinti yapiyor.
Shalamov kamplarda bir kac kere tutuklanmis ama Nikolayevski bir kere bile tutuklanmamis. Kendisi eski menseviklerdendir.
Bukharin tutuklanmadan bir kac ay once SBKP politburo tarafindan Nikolayevski”de bulunan Marx Engels arsivini satin almasi icin Paris” e gonderilir. Orada bir kac hafta kalir ama Nikolayevski ve Dan cok para istedigi icin arsiv satin alinamaz. Ama bu arada eski sosyalistler olarak Bukharin ve Nikolayevski bir cok sohbetler yaparlar.
Bukharin tutuklandiginda, Nikolayevski Bukharin”in idam kararini kolaylastiran adice bir sey yapar. Eski bir yoldastan mektuplar adi ile bir kitap yayinlar. Kitaptaki bilgileri aldigi eski yoldasin adini vermez ama bunun Bukharin oldugu aciktir. Nitekim yilar sonra Nikolayevski bu kisinin Bukharin oldugunu aciklar.
Nikolayevski kitapta zamanin icisleri bakani Yezhov” tan korkunc asagilayici cumlelerle bahseder. Ama biz biliyoruz ki Yezhov ve Bukharin siyasi olarak birbirlerine yakindir. Bunu Bukharin”in karisi uzun uzun anlatir. Tabii Nikolayevski”nin ne kadar yalanci oldugunu da belirterek.
Lara Bukharin”e gore Bukharin Yezhov”u severdi ve arkasindan kotu konusmasi mumkun degildi. Gorunen Nikolayevski Bukharinciler arasinda ayrilik yaratmak icin Bukharin”in Stalin hakkinda anlattiklarina Yezhov hakkinda olanlari da eklemis. Sonuc MK toplantilarinda Bukharin”in idamini isteyenlerin basinda Yezhov gelir.
Simdi Ayni Nikolayevski daha sonra sanirim ellili altmisli yillarda amerikaya gocen kisilerle yaptigi gorusmeleri kitaba aktarmisti. Godovin oradan alinti yapiyor. Yani kendi gorduklerini degil ama kendisine anlatilanlar. Nikolayevski”nin yalanci oldugunu dusunursek, Shalamov”un ise kamplarda kaldigini ve birinci el tanik oldugunu, Shalamov”un dedikleri bence gercege daha yakin.
Boris Nikolayevski daha sonraki yillarda zaten iyice sagcilasir ve Hoover Instution archives in yoneticisi olur. Bu kurum daha sonra Trocki” arsivini de satin alacaktir. Hoover CIA ile yakin baglari olan bir kurumdur ve Kerensky”den Nikolayevski ye kadar bir cok anti komunist eski solcuyu ise alir.
Trocki arsivini oraya verirken 1980 yilina kadar yayin yasagi koyarak verir. Yani Trocki arsivlerini CIA nin gormesinde sakinca gormez, ama solcularin ve diger aydinlarin gormesinde ise buyuk sakinca vardir. Iste bu arsivlerden Trocki”nin arsivlerini verdiginde kaydedilmis 6 tane mektubu yok edilmistir. Mektuplarin arsive kayit numaralari vardir ama kendileri yok. Nikolayevski”nin arsiv aski bu kadardir.
Arch Getty idi sanirim bu mektuplari calanin Trocki”nin karisi oldugunu dusunur, Furr ise sanirim Isaac Deutscher oldugunu tahmin eder. Ama hem kim calarsa calsin bu Nikolayevski”nin bilgisi dahilinde olan bir sey.
Rogovin kendisine trockist diyor ama ben mesela onun Volgokonov gibi baska anti kapitalist rus yazarlardan bir farkini bulamadim. Stalin hakkindaki ayni tezler. Ustelik kendi verdigi arsiv bilgileri bile aksini gosteriyorken.
Yalniz arsivlere girebilen bir kac yazardan birisi olarak bir cok yeni bilgiye ulasmis, o yuzden konuyla ilgisi olanlarin okumasi gerekli olan kitaplardan birisi. Ozellikle 1937 Subat Mart plenumuna iliskin verdigi bilgiler cok ilginc.
Wikipedya meselesine gelince ben her turlu kaynagi kullanirim. Su ana kadar sizle olan tartismalarimizda ozellikle sadece anti stalinist kaynaklari kullanmaya calistim. Gulag kamplarini tartisirken verdigim kaynaklar hepsi Buber Neumann gibi bir nazi Shalamov gibi bir anti stalinistya da Ginzburg gibi bir anti stalinist kisilerdir.
Bunun nedeni sizin fanatik anti stalinistler olmaniz. Size gore eger bir arastirmaci yazar ya da sahit Stalin”e sovmuyorsa objektif olmasi mumkun degil. O yuzden ben Wikipedia da dahil her turlu kaynagi kullanirim ama elestirerek kullanirim, benim sizden farkim bu.
Sen wikipedia kaynaklarini hic degerlendirmeden eger anti stalinist ise dogru kabul ediyorsun. Bense degerlendiriyorum. O yuzden sen Trocki”nin oldurulmesi meselesinde cuvalladin.
Yukarida Shalamov”un anilarindan ornekler verdim. Shalamov tarafsiz bir sahit degildir, olmasi da gerekmez zaten, ama ben onun anilarindan alinti yaparken onun Stalin yonetimine muhalif bir trockist oldugunu ve bu yuzden de tutuklandigini anti stalinist oldugunu dogal olarak yazilarinda bunun etkisinin goruldugunu goze alirim.
Mesela kamplarda mahkumlarin bir kac bin ruble aylik almasina gelelim. BU dogru ama eksik ve Shalamov”un siyasi durumu ile yakindan ilgili. Yukarida da soyledim, Shalamov ve Berzin siyasi olarak oldukca yakinlar ve 1937 Temmuz”una kadar ( 1937 haziran Temmuz toplantisinin tutanaklari yok, ya da hala sakli o yuzden bu toplantida neler konusuldugu tartisildigi bilinmiyor ama biz sonuclarini biliyoruz, kitlesel tutuklamalar ve idamlar, iskencenin istisnasi durumlar icin de olsa yasalastirilmasi vb) tum mahkumlar, T lerde dahil mesleklerine gore ise yerlestiriliyorlardi. Yani eger muhendis isen muhendis hatta Mudur isen Mudur olarak is veriliyordu ve ayni maasi aliyordun. O donemdeki Trockist muhalefet ozellikle egitimli burokratlardan olusuyordu ve bunlar tutuklandiklarinda meslekleri duzeyinde bir is veriliyordu. Yani bunlar kamplarda da oldukca iyi islerde ve yuksek maaslarla calisiyorlardi. Takii 1937 yilina kadar.
Ama Shalamov”un yazisindan cikan anlam herkesin bu kadar yuksek maaslarla calisitigi ki dogru degil. O zaman ki sovyet toplumunda ki maas farkliliklari kamplarda da suruyordu, siradan egitimsiz koyluler isciler bu kamplarda cok daha ucuz ucretlerle calisiyorlardi ama Shalamov zaten bu kesimleri sevmedigi icin onlarin calisma kosullarini soylemez bile. Ayni sey Ginzburg”da da vardir. Siradan emekcileri sevmez.
Wendy Goldman kendisi amerikali bir akademisyendir, 1930 lu yillardaki isci hareketlerini inceler. O yillarda binlerce grev duzenlenir, bunlara iliskin bilgiler fabrika arsivlerinde ve bolge sovyetlerin arsivlerinde mevcut. Goldman bu grevlerdeki isci taleplerinden yola cikarak cok ilginc sonualara ulasir. O donemdeki grevler genellikle yoneticilere ve ucret farkliliklarindaki artislara karsi yapilmakta. Mesela bir teksil iscisi 130 ruble alirken, bir sendika yoneticisi cogunlukla parti sorumlusu oluyorlar 1500 ruble kadar almakta. Mudurlerin maasi ise cok daha fazla. Bu cok sayida greve neden olur. Bu grevlerde komunist partisi merkezi yerel parti liderlerini degil ama iscileri desteklerler. Zaten 1937 firtinasinin bu kadar siddetli olmasinin bir nedeni Goldman gibi yazarlara gore emekcilerle burokratlar arasinda giderek artan bu celiskiler. Gerci bu baska bir tartisma konusu.
Ayni ucret ve calisma celiskisi kamplarda da var. O yuzden Shalamov sadece kendisini ve egitimli burokratlari anlatir. Onlar iyi para alirken herkesin bir kac bin ruble aldigini anlatir ama ucretler toplumun genelinde dustugu icin kamplarda da azaltilinca buna isyan eder kosullarin kotulestigini iddia eder. Ama tabii oradaki egitimsiz ve apolitik adli suclularin aldigi ucretlerden ve kosullardan bahsetmez. Shalamov icin kamplardaki yoksullar aslinda yoktur.
Çarpıtmalarını gerçekten bilmeyen yok Ahmet. 1937 Stalin’in Terör Yılı adlı kitaptan, 1937 yılının başlarındaki çalışma kamplarındaki durumu cımbızlayarak, çalışma kamplarını insanların rehabilite edildikleri bir yer olarak sunuyorsun. Bu cımbızlamaktır. Bu demagojidir. Demagoji denen şemsiye kavramın içinde bu yaptığın da var.
Çalışma kampları insnaların öldürülmek için kondukları yerler. Özellikle de politik muhalifler için. Özellikle troçkistler için. İstediğim yalanı söyleyebilirsin. Ancak kendini ve kendin gibi tipleri kandırabilirsin.
Wikipedia’ya CIA manuplesi diyen sensin. Gün Zileli’nin sitesinde seni kaç kere rezil ettik. Troçki’yi kim öldürdü konusunda saçmalık üzerine saçmalık, boş teori üzerine boş teori uydurdun. 5 tane güvendiğin insan say dedik. 5 kişi bile sayamadın. Çünkü onlardan bulacağımız alıntılardan korktun. O kadar yüzsüzsün ki, kendi laflarını kaç kere yedin. Ve hala utanmadan aynı sözleri söylemeye devam ettin. Sen klasik bir paranoid kişiliksin. Bütün paranoidler gibi, boş ve mesnetsiz teoriler ortaya çıkarıyorsun. O sebeple seninle düzgünce tartışamayacağımızı söylemiştik. Alay ve hakaret hak ediyorsun ve alay ve hakaret alacaksın.
Yusuf Cemal yine kafa bos donmeye baslamis, Rogovin”in kaynaklarini bile tartisamiyorsun, aslinda simdiye kadar senin sevdigin anti stalinsit yazarlar disinda kaynak da vermiyorum ama onlar bile gulaglarin rehabilitasyona donuk yerler oldugunu gosteriyor, hala benimle niye tartismaya calisiyorsun anlamis degilim, sadece sizin kaynaklarinizla tartisiyorum, bu sefer kendini kaybedip saydirmaya basliyorsun.
Yanlis hatirlamiyorsam Trocki hakkindaki verdigin wikimedia makalesinin tum kaynaklari palavra cikmisti.
Benden guvendigim bes insan istenmedi, Gun Zileli”nin kaynaklarindan CIA kaynakli olmayan bes kisi istendi. Elbette Sovyet tarihi uzerine arastirma yapan yuzlerce komunist anarsist, liberal ama durust arastirmaci var. Sana bes degil onlarca verebilirim.
Ama sorun su, sen fanatik bir anti-stalinistsin ve bir nazi kamp gorevlisi olan anti komunust Buber Neuman”in verilerini bile kabullenemiyorsun, bir trockist olan Shalamov”un dediklerini kabullenemiyorsun, Benim veri diye verdigim bu insanlarin anlattiklari, mesela Grover Furr ya da Thurston, Carr ya da Wendy Goldman”i nasil kaldiracaksin?
Son yirmi senede Rusya daki arsivlere dayali o kadar cok arastirma yapildi ki, en azili desenformasyoncular bile eski iddialarindan cark ettiler, sen hala ayni yerlerdesin.
Oyleki Rogovin”in kaynaklarini bile tartisamiyorsun, Rogovin anti stalinisttir ve olmeden once Trockist oldugunu iddia etmisti ve kendisiarsivlere ulasan nadir sayida arastirmacidan birisidir. Sen simdi bu adamin kitabinda herkesin bildigi bir kaynaga atif yapilmis sen ona bile karsi cikiyorsun. Ben simdi arsivlere erisimi olan diger anti stalinistleri mesele Volgokonov”u Goldman”i Getty”i ya da Sheila Fitzpatrick”i gundeme getirsem sen kafayi daha fazla yiyeceksin. Biraz daha az fanatik olmayi ve acik goruslu olmayi dene. Aksamlari daha iyi uyudugunu farkedeceksin.
Bu arada bana hakaret viz gelir.
Çirkefe çirkef vız gelir.
Bu lafları söylemen çok iyi oldu Ahmet. Rogovin hakkında. Çok yakında bu laflarını da sana yedirteceğim. O zaman Rogovin’e de bir kulp bulmak zorunda kalacaksın. Ama yine de laflarını yemediğini iddia edeceksin. Göreceğiz bakalım.
Ondan bundan işine gelmeyince küfür ettiklerinden istediğin anda cımbızlama yap, ona buna CIA ajanı felan de, sonra da her çelişkiye düştüğünde kendini temiz ilan et. Yok öyle yağma Hasan’ın böreği. Fazla beklemene gerek yok Rogovin konusunda. Bakalım Rogovin için sonradan neler uyduracaksın. Merakla bekliyoruz…
Yani sen Rogovin”in kaynaklarina guvendigini mi soylemek istiyorsun? Rogovin”in kaynaklari uzerinden mi tartisalim meseleyi? emin misin?
Gun hani burada kufurlu mesajlar yazilmiyordu, tum kontroller onun icin konmustu, bu karar kaldirildi mi yoksa senin ayricaligin mi var?
Küfrü göster hemen kaldırayım.
Yazdigin son mesajlarin hepsi kufurlu. Gun agzin cok bozuk bence bir sorun yok ama bir de milletin yazilarini kufur var bahanesi ile sansurluyorsun, senin agzinin bozuk olma hakki varsa herkesin olmasi gerekir. O zaman mesajlarin yayinlanmadan once denetlenmesi kuralini kaldirmalisi eger kendine saygin varsa.
Seni bu konuda daha once de uyarmistim, o zaman da bana goster dedin, gosterdim ozur diledin ama ayni sey devan ediyor. Ben de dahil bir cok insana kufur ediyorsun.
Bir tanesini örnek ver. Eğer gerçekten küfürse kaldıracağım.
Ahmet, Anti-Stalinistlerin kaynaklarını da kullandığını söyledin, o zaman aşağıdakini de okumadan hemen yalan diyemezsin.
Stalin, Naziler ve Kırım Tatarları
Ayşe HÜR
Radikal GAZETESİ
8 Nisan 1944’te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım’a girer girmez, ‘Nazi işbirlikçisi’ diye yaftalanan tüm Tatar toplumu cezalandırılmaya başlandı. Binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi.
Önce bir açıklama ve bir özür. İki hafta önce yayımlanan ‘Semerkand’da ölümle randevumuz mu var?’ başlıklı yazımda yer alan bir alıntıyla ilgili olarak, Profesör Kadir Cangızbay’dan bir katkı notu aldım. Hocam özetle şöyle diyordu: “’Bilgi’ meselesinde yol alabilmek için, her şeyden önce şunu bilelim: ‘Bilgi çağı/toplumu’, yanlış ve müthiş yanıltıcı bir çeviri; doğrusu, ‘information/informatics= malumat/haberdarlık çağı/toplumu’; işin Türkçesi, enformasyon, öznesi olmadığımız bir bilme durumudur. Ayrıca, sadece İngilizce kaynaklardan beslenenler connaitre=tanımak ile savoir=bilmek/bilgi arasındaki farkı da tam olarak kavrayamıyorlar. Ancak, daha da önemlisi, ‘bilgi’nin çok sayıda türü var: Bilimsel, sağduyusal, teknik, felsefi vb…; kısacası, ‘bilgi’ bizde genellikle algılandığı gibi, sadece ‘bilimsel bilgi’ değil…”
Hocam doğrudan beni eleştirmiyordu belki ama hak vermemem mümkün mü? Her hafta bu sayfalarda, sizlere ‘bilimsel bilgi’ değil ‘malumat’ sunduğumun farkında olmaz mıyım? Her hafta değişik bir konuda yazma zorunluluğu, beni belli bir konuda uzmanlaşmaktan alıkoyduğu gibi, zaman zaman maddi hatalar yaparak mahcup olmama da neden oluyor. Nitekim geçen haftaki yazımda, fahiş bir bilgi hatası yaparak, Dündar Bey’i öldürenin Orhan Gazi olduğunu yazdım. Doğrusu Osman Gazi olacaktı. Özür dilemek yeter mi, bilmiyorum. Ama mahcubiyetim hakikaten çok büyük.
Bu hafta da, yine uzmanlık bilgisinden ziyade ‘malumat’la inşa edilmiş bir yazıyla karşınızdayım. Bunların ‘bilgi’ haline dönmesi için sizlerin büyük çabası gerekiyor. Yazı, şimdilik kanlı bir iç savaşın eşiğinden dönmüşe benzeyen Ukrayna’nın Kırım bölgesinin kadim halklarından Kırım Tatarları’nın (Kırım Tatarları diyorum çünkü, eski SSCB coğrafyasında yaşayan başka Tatarlar da var) trajik hikâyesine dair. Sürç-i lisan edersem, şimdiden affola…
ALTIN ORDA’NIN BAKİYESİ
Kırım Tatarlarını, Gotlarla Alanların bir karışımı olarak görenler de var ama bugün Cengiz Han’ın ölümünden sonra ortaya çıkan Türk-Moğol hanlıklarından biri olan Altın Ordu (ya da Altın Orda) Devleti (1240-1443) döneminde Müslümanlaştıkları ve Türkleştikleri kabul ediliyor. Altın Orda Devleti’nin yıkılışından sonra kurulan Kırım Hanlığı, 1774 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmış, 1792 Yaş Antlaşması ile Rus Çarlığı’nın egemenliğine girmişti. Dönemin Rus Çariçesi II. Yekaterina’nın “Kırım Tatarsız Kırım” politikasının sonucu olarak Tatarlar 1810, 1840, 1855, 1860, 1874, 1880 ve nihayet 1905 tarihlerinde dalgalar halinde Osmanlı İmparatorluğu’na göçederken, yerlerine Ruslar iskan edildi. 1917’ye gelindiğinde Tatarlar 700 bin civarındaki Kırım nüfusunun ancak dörtte birini oluşturuyorlardı.
1917 BOLŞEVİK DEVRİMİ
1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Kırım, Tatar, Alman, Beyaz Rus milliyetçilikleriyle Bolşevikler arasında muharebe alanına döndü. İktidar, taraflar arasında gidip geldikten sonra nihayet Ekim 1920’de Bolşevikler kazandı. Yerel komünist liderlerin arzusu hilafına fakat Lenin’in isteğiyle Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Tatar milliyetçisi Veli İbrahimov’un başını çektiği Milli Fırka kendini feshetti ama fırkanın sol kanadı, otonom bir yönetim içinde faaliyetlerine devam etme imkanı bulabileceklerini düşünerek komünistlerle ittifakı seçti. Bu sayede Tatarlara yönetimde yer verilmeye başladı, Tatarca okullarda okutuluyor, Tatarca kitaplar, dergiler basılıyordu. Bu özgürlük hali, Lenin’in Ocak 1924’te ölümü ve yerine Stalin’in geçmesiyle sona erdi. Yerimiz olmadığı için Stalin’in ‘milliyetler politikası’nın neden ve hangi açılardan Lenin’in politikalarından farklı olduğunu anlatamayacağım ama sonuç olarak 4 yıl içinde ‘Kırım Tatarlarının Altın Dönemi’ sona erdi. Veli İbrahimov, Belarusya’dan getirilen Yahudilerin Kırım’a yerleştirilmek istenmesine karşı çıktığı gerekçesiyle, Şubat 1928’de tutuklandı, bir kaç ay sonra da idam edildi. Aynı yıl Arapça Tatar alfabesi Latin harfli alfabe ile değiştirildi. (1938’de Latin’den Kiril alfabesine geilecekti.) 1930’larda devlet kadrolarındaki Tatarlar ayıklanmaya başlandı.
Bu yıllar aynı zamanda, Ukrayna’daki zengin toprak sahibi sınıfın (ki bunlara ‘kulak’ deniyordu) sert politikalarla tasfiye edildiği yıllardı. Toprakları kolektif çiftliklere dönüştürülen ‘kulak’lar Sibirya’ya sürülürken aralarında binlerce Tatar milliyetçisi de vardı. 1931-1933 yılları arasında kolektivizasyonu izleyen kıtlık sonucu 100 binden fazla Rus, Ukraynalı, Kırım Tatarı ve diğer Kırımlılar öldü.
Sonuç olarak, 1936 tarihli bir Sovyet ansiklopedisine göre o tarihte Kırım’da yaşayan 875 bin kişinin yüzde 43,5 Rus, yüzde 10’u Ukraynalı, yüzde 23,1’i Tatar (ki bu oran 202.000 kişiye tekabül ediyordu), yüzde 7,4’ü Yahudi, yüzde 5,7’si Alman’dı.
1941 ALMAN İŞGALİ
22 Haziran 1941 günü, 3 milyon Alman askeri, Barbarossa Harekatı kapsamında SSCB topraklarına girdi. Hızlı Panzer tankları ve savaş uçakları sayesinde Alman ordusu büyük bir engelle karşılaşmadan ilerlemeye başladılar. 21 Ekim 1941’de Kırım Yarımadası’nı anakaraya bağlayan Perekop kıstağında Sovyet ordusu Almanlara yenildi ve Hitler orduları Kırım’ı işgal ettiler. Tatarların ‘kulak’ denilebilecek kesimleri, milliyetçi unsurları, Stalin döneminin baskılarından sonra, Nazileri adeta kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Naziler de durumu fark ederek, Tatar milliyetçileriyle iyi ilişkiler kurmaya çalışmışlardı. Öyle ki, Tatarlardan oluşan bir polis gücü, Yayla Dağları’ndaki Kızıl Ordu partizanlarına karşı şehri ‘savunmaya’ başlamıştı. İddialara göre o yıllarda görünüşte tarafsız ama içten içe Alman yanlısı bir politika güden Türkiye, Kırım Tatarlarını Nazilerle işbirliğine teşvik ediyordu. Hatta Mavi Alay adı verilen bir de birlik kurmuşlardı. Bunun dışında, Nazilerin, esirlerden oluşturduğu birlikler içinde de Tatarlar vardı. Nisan 1944’te geri çekilen Alman orduları, aslında ‘insanaltı bir ırk’ diye aşağıladıkları binlerce Tatar’ı yanlarında götürdüler. Gidenlerin bir kısmı esir statüsünde götürülmüştü, bir bölümü ise işbirlikçi olarak başlarına gelecekleri öngördüklerinden gönüllü olarak gitmişti. Almanların Tatarları götürme nedeni ise fabrikalarda köle işçi olarak çalıştırmaktı.
NAZİLERLE İŞBİRLİĞİ Mİ?
İleriki yıllarda, Sovyet (ağırlıklı olarak Slav) tarihçileri, işte bu tarihçe yüzünden, Tatarların ‘milletçe’ Sovyetler Birliği’ne ihanet ettiğini iddia ettiler. Tatar tarihçileri ise bazı işbirlikçiler olmakla birlikte, genel olarak Tatarların Alman ve Rus zorbalığı arasında ezildiğini ve bazı unsurların istemedikleri işleri yaptıklarını söylediler. Batılı tarihçiler ise Tatar zenginlerinin ve milliyetçilerinin başlangıçta Nazileri kurtarıcı gibi gördüklerini ve gerek gönüllü olarak gerekse esir düştükleri için Nazilere destek verdiklerini, vermek zorunda kaldıklarını belirttiler. Ancak aynı şekilde, Kızıl Ordu’da veya partizan grupları arasında da pek çok Kırım Tatarının bulunduğunu hatırlattılar. Gerçekten de, 1941 yazında SSCB’de seferberlik ilan edildiğinde, 20 bin Kırım Tatarı Kızıl Ordu’da silah altına alınmıştı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Bunlardan Ahmethan Sultan adlı pilot iki kez kahramanlık madalyasına layık görülmüştü. (Bu kişinin hikâyesi 2013’te Rusları derinden etkileyen bir filme konu oldu.) Rıfat Mustafa liderliğindeki bir Tatar birliği Nazilerin elindeki 46 mahkumu kurtarmış, 2 tank ve mühimmatı ele geçirmişti. Kısacası, Kırım Tatarlarını toptan ‘hain’, ‘işbirlikçi’, ‘casus’ olarak damgalamak büyük haksızlıktı. Ama daha da büyük haksızlık, Moskova tarafından Kırım Tatarlarına kesilen cezadaydı.
17/18 MAYIS 1944: KARA GÜN
8 Nisan 1944’te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım’a girer girmez, Tatarlar cezalandırılmaya başlandı. Tatarların kitlesel ihanetlerine ilişkin söylence öyle hızlı yayılmıştı ki, binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi. Ölü bedenler, günlerce idam sehpası olarak kullanılan Akmescit’in (Simferopol) caddelerindeki ağaçlarda asılı kaldı. Ama esas 17-18 Mayıs 1944 gecesi, Kırım Tatarları için ‘Kara Gün’ olacaktı. Kızıl Ordu’nun mekanize birlikleri tüm Tatar köylerini sardı ve halkı yanlarında çok az eşya ile birlikte tren istasyonlarına yönlendirdi. (Şehirlerden de sürgün yapılmıştı ama sayıları çok daha azdı.) O günü yaşayanlar aynen Nazilerin Yahudilere yaptığı gibi topluca öldürüleceklerini düşündüklerini anlatacaklardı sonradan. Havalandırması olmayan yük vagonlarına tıkıştırılan binlerce insan, aç biilaç Orta Asya’ya doğru yola çıkarıldılar. Bir anlatıya göre, Arabat adlı balıkçı köyünün ahalisinin sürülmesi o gün unutulmuş, durumu fark eden Kızıl Ordu komutanı, köylülerin bir gemiye bindirilmesini ve geminin Karadeniz’de batırılmasını emretmişti. Nitekim, geminin kapakları açılarak batması sağlanmış, ardından yetkililer Moskova’ya ‘sürgünün başarı ile tamamlandığını’ rapor etmişlerdi.
SÜRGÜN YILLARI
Sürgünlerin küçük bir kısmı Sibirya’nın Urallar bölgesinde, Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Udmurt ve Mari otonom bölgelerine, büyük kısmı Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne gidecekti. Sürgünlerin sayısı konusunda farklı rakamlar var ama en düşük rakam 151 bin (küsuratı şimdi ve daha sonra yuvarladım) en yüksek rakam 191 bin civarında. En düşük rakam olan 151 bin kişinin 68 bini çocuk, 56 bini kadındı, “yani Nazilerle işbirliği yapmış olması neredeyse imkansız olanlardı” diyor yazar. Erkeklerin azlığı bir kısmının Kızıl Ordu’da ve partizan gruplarında görev alması, bir bölümünün Almanya’ya götürülmesiyle/gitmesiyle açıklanabilir herhalde.
Aslında Özbekistan’ın başkenti Taşkent dağıtım istasyonu olarak kullanılmıştı. Sürgünler Fergana Vadisi’nden Kaşga Darya çöllerine kadar geniş bir coğrafyaya sepriştirilmişti.Sürgünler elbette şehirlere yerleştirilmemişlerdi. Şehirlerin çeperlerinde, köylerde, bozkırda, son derece elverişsiz barınaklara tıkıştırılmışlardı. Çoğu durumda etrafı tel örgüyle çevrili kamplarda kalıyorlardı. Üstelik, büyük aileler, aşiretler, boylar olarak yaşamaya alışmış Tatar köylüleri, çekirdek ailelere bölünerek uzak coğrafyalara serpiştirilmişti. Hatta aileler bile parçalanmıştı bazı hallerde.
Bütün bunlardan, Tatarların, Özbekistan ve Kazakistan bölgesinin Müslüman-Türk kökenli halkı tarafından asimile edilmelerinin hedeflendiği anlaşılıyordu. Ancak ‘düşmanla işbirliği yapmış halk düşmanları’ oldukları düşünüldüğünden yerel halktan son derece kötü muamele gören Tatarların asimile olmalarını bırakın, hayatta kalmaları bile çok zordu. Tatarlar esas olarak Alman ordularının eline geçmesin diye geri hatlara taşınmış fabrikalarda çalıştırıldılar. Bir diğer istihdam alanı pamuk ‘gulag’larıydı. Çalışma saatleri çoğu zaman 12 saate varıyordu. Kamplarda elverişsiz koşullar yüzünden salgın hastalıklar kol geziyordu. Fergana Vadisi dışında bölgeye egemen olan çöl iklimi ve hepsinden önemlisi aile ve sıla hasretini de ekleyince, o yıllarda Kırım Tatarlarının ne büyük acılar yaşadığını kestirebilirsiniz. Sibirya’daki hayat koşulları daha da sertti ama bu bölgeye ait istatistik yok elimizde. Genel kanı ilk beş yıl içinde sürgünlerin yüzde 30’unun öldüğü yolunda. Sonuç olarak savaş öncesinde 218 bin Kırım Tatarı’nın 80 bini 1949 yılına gelindiğinde, Naziler, savaş ve sürgünler yoluyla imha olunmuştu.
STALİN DÖNEMİNİN DİĞER KURBANLARI
Burada bir parantez açmak istiyorum. Stalin döneminin sert politikalarından sadece Kırım Tatarları çekmedi. 1917-1953 yılları arasında yaklaşık 1,6 milyon insan şu veya bu suçlamayla veya nedenle yerinden edildi, bunların 530 bini şu veya bu şekilde hayatını kaybetti. Savaş yıllarının ilk sürgün emri, Eylül 1941’de Volga Almanları için çıkarılmıştı. (Bu Almanlar, II. Yekaterina tarafından bölgeyi şenlendirmek için davet edilmişlerdi.) Bu bir çeşit ‘önlem’ olarak anlayışla karşılanabilirdi ama Ekim-Kasım 1943’te 74 bin Karaçay’ın, Aralık 1943’te 131 bin Kalmık’ın, Şubat 1944’te 408 bin Çeçen’in ve 93 bin İnguş’un, Nisan 1944’te 43 bin Balkar’ın, Mayıs 1944’de 191 bin Kırım Tatarı’nın ve Kasım 1944’te 200 bin Meşhed Türkü’nün sürülmesi en iyimser adlandırmayla ‘etnik temizlik’ idi. Hatta ‘soykırım’ denmesi bile mümkün. (Bu halklardan sadece Kalmıklar Budistti. Diğerleri Müslümandı. Bizde daha çok Ahıska Türkü diye bilinen Meşhed Türkleri, Sovyetlerin Türkiye ile ilgili planları yüzünden sürülmüştü.)
SAVAŞ SONRASI NAFİLE ÇABALAR
Parantezi kapatıp devam edelim. Savaş bittiğinde, Kızıl Ordu’da görevli Tatar erkeklerine (9 bine yakındılar) ailelerini arama izni verildi. O güne dek Tatarları hain olarak damgalayan Özbekler karşılarında kolu bacağı kopmuş, göğsünde kahramanlık madalyaları taşıyan Tatar erkeklerini görünce birden madalyonun öteki yüzünü fark ettiler ama iş işten geçmişti.
Bu erkekleri elbette çok üzücü hikâyeler bekliyordu. Çoğu aile üyesi ölmüştü. Sağ kalan bireyleri bulmak adeta imkansızdı çünkü sürgünler çok geniş bir coğrafyaya serpiştirilmişti. Bazı dul kadınlar Özbek erkekleriyle evlenmek zorunda kalmıştı. Kısacası, artık onarılması güç yaralar vardı.
Orta Asya’da bunlar olurken, 1945’te, Lenin’in armağanı olan Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ‘oblast’ düzeyine indirilmişti. Kırım Tatarlarının dili ve tarihi okul kitaplarından çıkarılmıştı. Tatarlara ait her türlü milli sembol imha edilmiş, camiler, Müslüman mezarlıkları, çeşmeler yıkılmıştı. Tatarca yer isimleri değiştirilmiş, Tatarlardan boşalan yerlere Slavlar (Ruslar ve Ukraynalılar) yerleştirilmişti. 1952’ye kadar, Kırım Yarımadası, Ermeniler hariç tüm Slav olmayan topluluklardan (Bulgarlar, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri) temizlendi. 1954’te Kırım Oblast’ı, Ukrayna’nın Rus Çarlığı’na bağlanışının 300. Yıldönümü şerefine, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nden alınıp Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlandı.
MAVİ ALAY’IN HAZİN SONU
Bir de Türkiye’nin rolünün olduğu bir cezalandırma eylemi var. 1944 yılında Almanlar Kırım’dan çekilirken, Türkiye’nin teşvikiyle oluşturulduğu ileri sürülen Mavi Alay’ın askerleri, aileleriyle birlikte (sayılarının 7 bin civarında olduğu söyleniyor) Almanya’ya gitmişlerdi. Alayın askerleri önce, İtalya’nın Pazulla bölgesine yerleştirilmişler, Müttefik orduları İtalya’ya girince, Avusturya’nın Drauburg bölgesine yerleştirilmişlerdi. Ancak İngilizler Avusturya’yı işgal edince bu sefer esir olarak Dellach Kampı’na nakledildiler. Rivayete göre kampın Kızıl Ordu’ya teslim edilmesi emir geldiğinde (İngilizler güya Moskova’dan bu kişilerin öldürülmeyeceklerine dair söz almışlardı), kadın, erkek, çocuk, yaşlı binlerce Tatar Drau nehrine atlamışlardı. Geriye kalanlar bir trene bindirilerek Türkiye’ye gönderileceklerdi. Sürgünler, çilelerinin bittiğini sanmışlardı ancak, hiç ummadıkları bir son bekliyordu onları. Türkiye Mavi Alay mensuplarını ve ailelerini Sovyetler Birliği’ne teslim edecekti. Teslimat 1945 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilecekti. Tren sınıra geldiğinde, Türk askerleri trenden indiler. Ölümün mukadder olduğunu düşünen sürgünlerin bir kısmı sınırın yakınındaki Kızıl Çakçak baraj gölüne atlayarak intihar etmeyi seçti. İntihar etmeyenler ise, sınırı geçer geçmez Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizildiler.
Bu katliamda ölenlerin sayısı konusunda çelişkili ifadeler var. Örneğin konuyu ilk ele alanlardan biri olan Avni Özgürel, 2003 tarihli Radikal yazısında 2000 bin kişinin öldürüldüğünden sözederken, 2006 tarihli yazısında 200 kişinin öldürüldüğünü belirtiyor. Başka kaynaklarda da benzer çelişkili rakamlar var. Sonuç olarak öldürülen kaç kişi olursa olsun, ya da hiç kimse öldürülmemiş olsun, milliyetçilik, soydaşlık denilince mangalda kül bırakmayanların siyasi çıkarlar gerektirdiği zaman ne kadar acımasız olabileceğine dair çok tipik bir örnek olan bu trajik olay, Türkiye’de toplumun kolektif belleğinde iz bırakmadan unutuldu gitti.
STALİN’İN ÖLÜMÜ
Kırım Tatarları için ilk umut ışığı, 1953’te Stalin’in ölmesi ile belirdi. Ama ilk yıllarda hiç adım atılmadı. SSCB Komünist Partisi’nin yeni Genel Sekreteri Kruşçev, 1956’da kapalı kapılar ardında yaptığı konuşmada, Stalin döneminde bazı halkların ‘Nazi işbirlikçisi, casus, hain’ olarak kolektif olarak suçlanmasının haksızlık olduğunu itiraf etti. Ama parti kamuya açık bir özür dilemedi. Bunun yerine, 1956’da Kalmıklar, Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlara yurtlarına geri dönüş izni verildi, dahası bu halkların eski yönetim birimleri yeniden oluşturuldu. Ama Kırım Tatarları, Meşhed Türkleri ve Volga Almanlarına dönüş izni verilmedi. Bu ayrımcılığın nedenlerini tam olarak bilemiyorum ama, ne o yıllarda ne de daha sonra, Kırım Tatarları ve Meşhed Türkleri’nin kaderi ile, Türkiye de dahil, tek bir Müslüman ülkenin bile ilgilenmediğini biliyorum.
SOVYET LİBERALLERİN İLGİSİ
1964’te Tatarlar politik olarak örgütlenmeye başladılar. Aynı yıl bireysel düzeyde Alman kökenliler, 1967’de Kırım Tatarları, 1968’de Meşhedliler hakkındaki ‘rejim düşmanlığı’ suçlaması geri çekildi ama kolektif haklar iade edilmedi. 1968’de Özbekistan Komünist Partisi, Tatarların Kırım’da kurulacak ayrı bir ‘oblast’a dönebileceklerini söylediyse de yıl sonuna kadar ancak 148 ailenin dönmesine izin verildi. 1969’da Sovyet (Slav) liberalleri örneğin Ukraynalı sibernetik uzmanı General Grigenko, Rus yazarı Kosterin Tatarların haklarını büyük bir coşkuyla savunmaya başladılar. Bunlara Rus yazarları Sakharov, tarihçi Yakir, matematikçi Volpin, ekonomist Krasin ve diğerleri katıldı. Moskova’nın buna tepkisi sert oldu. 1969-1970’te bazı Tatar aktivistler Taşkent’te yargılandılar. Cezalandırma olmadı ama Tatarların Kırım’a dönme yolları da açılamadı. 1970’te Sakharov, Turchin, Medvedev gibi entelektüeller konuyu yeniden gündeme getirdiler. Ama küçük gruplar halinde geri dönenlere göz yumma dışında önemli bir adım atılmadı.
Bu yıllarda Kırım, Sovyet elitlerinin sayfiye yeri haline gelmişti. Kıyılarda ‘daça’lar, gençlik kampları sıralanıyordu. Tatarların mülkleri Slav kökenliler arasında pay edilmişti. Bölge halkı Tatarlardan ‘Moğol kökenli yabancı bir halk’ olarak bahsediyordu. Güya Tatarlar, Hunlar ve İskitler gibi bir zamanlar bölgeyi istila etmişler, sonra da yerleşmişlerdi. Savaşta da Nazilerle işbirliği yaptıkları için buradan gönderilmişlerdi. Kısacası Tatarlar Kırım tarihinden adeta silinmişlerdi.
Tatarların geri dönmesi ancak 1989’da SSCB’nin dağılmasından sonra mümkün olabildi. 14 Kasım 1989 tarihli Yüksek Sovyet Beyanatı’nda “Stalin döneminde toplu olarak sürülen halklara uygulanan barbarlığın yasal olmadığı” kabul edildi ama bu barbarlığın telafisi için bir şey yapılmadı. O dönemde sayıları 500 bine yaklaşan Tatar nüfusun ancak 150 bini Kırım’a dönebildiler. Çoğu için burası hiç tanımadıkları bir ükeydi. Üstelik bölgenin yerleşik unsurları (zenginleri, mafyası, komünist kadroları) da onlara sempati ile bakmıyordu. Gelenlerin çoğu, şehirlerin dışına kurulan kamplarda kalmaya mecbur bırakıldılar. Şehirlerin etrafında yoksul Tatar barakaları boy gösteriyordu. 1990 sonrasını merak edenler internette bolca malumata ulaşabilirler.
Sonuç olarak, Kırım Tatarlarının ve diğer Sovyet halklarının Stalin döneminde başına gelenler, esas olarak milliyetçilik-komünizm çatışması veya savaş yıllarının bir anomalisi olarak değerlendirildiği için tüm dünyada sol çevrelerin yüreğini titretmedi. Batı ülkelerinde ise, özel olarak Doğu Avrupa, genel olarak ise Doğu toplumu olarak görülen SSCB coğrafyasına pek ilgi duyulmadığı için bu trajediler üzerine konuşulmadı bile. Bugün Avrupa’da nispeten konuya ilgi arttıysa da (Ukrayna’da muhalefeti bu ilginin cesaretlendirdiğini biliyoruz) Türkiye’de bu konu hala Türk-İslam sentezcilerinin ilgi alanına giriyor. Halbuki, 1864 Çerkes, 1915 Ermeni ve Süryani, 1919-1922 Pontus, 1938 Dersim soykırımlarının tanınması ve telafisi için nasıl ısrarla çabalıyorsak, 1912-1918 arası Balkanlar’da, 1924-1953 arasında SSCB’de meydana gelen etnik temizlik ve soykırımlar için de aynı duyarlılığı göstermeliyiz diye düşünüyorum.
Özet Kaynakça
Brian Glyn Williams, “The Exile and Repatriation of the Crimean Tatars”, Journal of Contemporary History, Vol. 37, No: 3, July 2002:323-347, Isabelle Kreindler, “The Soviet Deported Nationalities: A Summary and an Update”, Soviet Studies, Vol. 38, No. 3, July 1986:387-405, V. Stanley Vardys, “The Case of the Crimean Tartars”, Russian Review, Vol. 30, No:2, April 1971:101-110, I. Aydıngün, A. Aydıngün, “Crimean Tatars Return to Home: Identity and Cultural Revival”, Journal of Ethnic and Migration Studies, No: 33 (1), 2007: 113-128, Tatars of the Crimea: Their Struggle for Survival, Editor: Edward Allworth Durham, Duke University Press, 1988, Ann Sheehy and Bohdan Nahaylo, The Crimean Tatars, Volga Germans and Meskhetians: Soviet Treatment of Some National Minorities, London: Minority Rights Group Report, 1980, Müstecip Ülküsal, Kırım Türk-Tatarları (Dünü-Bugünü-Yarını), Baha Matbaası, 1980, Patrick Von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: E.B. Özbilen, Mavi Yayınları, 1984, Avni Özgürel, “Özgürlük umuduyla yıkım”, Radikal, 16.11.2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95642, Avni Özgürel, “Osmanlı’da hak savaşları”, Radikal, 12.03.2006, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181101
Anonim, su cumlene bir bak, “Anti-Stalinistlerin kaynaklarını da kullandığını söyledin, o zaman aşağıdakini de okumadan hemen yalan diyemezsin.” once su cumleni bir tartisalim, Ayse Hur”u sonra tartisiriz.
Once sunu netlestirelim. Ogrenmek istedigim tarihi doneme iliskin komunist fasist desenformasyoncu liberal sosyal demokrat, anarsist anti komunist herkesi okurum. Siz fanatik anti stalinistlerde mesele bu. GUn de dahil olmak uzere sadece kendi dusuncelerinizi destekleyen kisileri okuyorsunuz, bu da sizin zamanla gerceklikten kopmaniza sebeb oluyor. O yuzden Bandera gibi fasistler size halktan insanlar gelebiliyor. Bunun sen de farkindasin o yuzden kendi dusuncelerinle degil baskalarinin yazilarini aktararak tartismayi seciyorsun. Cunki kendi dusuncen yok.
Ikincisi ben okumadan hic bir seye yalan demem.
Okuduktan sonra da degerlendiririm, degerlendirme yetenegi insani suru olmaktan ayiran bir seydir.
Bunu sana kil vermek icin soylemiyorum, ama gercekten mesela koyunlar ya da arilar ayni seyleri kusaktan kusaga hic sorgulamadan yapmaya devam ederler. Degerlendirme yetenegi olan tek hayvan insandir.
Ama egemenler insanin degerlendirme yeteneginin olmasini istemezler bu yetenegi koreltmek icin ellerinden geleni yaparlar. Mesela dinler, degisik inanclar tanrilar peygamberler hep bunun icin icat edilmistir. Tanrilar ve seytanlar insanin dusunme degerlendirme yetenegini yok etmeye yarar. Dogru degerlendirebilmek istiyorsan, kafandaki tanrilari ve seytanlari reddet. Mantikli dusunebilme yetenegi kazanir misin bilmiyorum ama sosyallesmende faydasi olur. Kendine oz guvenin gelir, en azindan kendi dusuncelerini tartismaya cesaret edersin.
Burada herkes ya gercek adini ya da bir niki kullanmakta. Ama ben mesela Yusuf Cemal, ya da Mihail firtinaci vb yazdiginda gercek isimleri olup olmamasi onemli degil, ama bilirim nasil bir fikir dunyasina sahip olduklarini. Genelde kendi fikirlerine guvenmeyenler kimliklerini saklayarak buraya gelirler. Sen de kimliklerini saklayanlardan birisisin. Kendine ve fikirlerine guvenin yok, kendince tanrilarin var, ama kendine guvenin olmadigi icin dusunceni bile yazamiyorsun, baskasinin dusunceleri uzerinden tartismaya calisiyorsun. Belkide burada kullandigin bir baska nikin var ama bilinen nikinle tartismaya cesaret edemedigin icin boyle kimligini gizleyerek geliyorsun.
Ne tanrim ne seytanim vardir. Bu yuzden herseyi okur degerlendirir, ona gore karsi cikar ya da desteklerim. Simdi suru hayvani olmadigini varsayarak, soyle bakalim sen ne dusunuyorsun Ayse Hur”un makalesi hakkinda?
Ayşe Hür’ün yazdıkları, inkarcı Stalinistler dışında herkesin kabul ettiği gerçeklerdir.
Aslında bir konuda haklısın. Sana ve bir Staliniste bütün bunları örnek vererek tartışmak anlamsız. O yüzden kısaca şunları söylemem bile yeterlidir.
Stalin bir devletin başıdır. Bütün devletlere karşı olan biri zaten Stalinizme karşıdır. Devlet, sınıflı toplumda hakim sınıfın tahakküm aracıdır. Her devletli toplum sınıflı toplum olduğuna göre Stalin’in başında olduğu toplum da sınıflı bir toplumdur.
Gün abi selam.
HDP’nin A las Barricadas’ı seçim şarkısı olarak kullanması hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum.
(Seçim şarkıları, minik anfilerden yayılan, biraz zorlama analojiyle, dinlemek zorunda dayatılan tek boyutlu ses/metin akışıyken, marşı tanımakta güçlük çektim zaten.)
güzel bir şarkıdır.
HDP bence A las Tarikatas şarkısını kullansın 😀
MERHABA
BEN 12 MART 1997 DOĞUMLUYUM BEN SENEYE BAŞBAKANLIK SEÇİMİNDE OY KULLANABİLECEK MİYİM ACABA KESİN BİR BİLGİ EDİNEBİLİRMİYİM ACABA ACİL…
Feodalizm-Burjuva ilişkisi ve tarihsel kökenleri için kitap önerisi alabilir miyim Sayın Zileli?
abi yazılarınla bundan bir sene evvel tesadüf eseri karşılaştım. başlarda ne yalan söyleyeyim üşendim, okumadım. ta ki haziran olayları patladı, mevzuyu bir de bi anarşistin gözünden okumak için güncel yazılarından okumaya giriştim. o günden bu güne düzenli okuduğum tek insansın. kendime anarşist veya şu bu diyemem ama insan emeğinin, piyasanın, “daha çok karın” kurallarıyla değil de vicdanın yasalarıyla, adaletli bir şekilde paylaşıldığı sömürüsüz bir dünyaya inanıyorum; bu nasıl ne şekilde olur bilmiyorum; proletarya diktatörlüğü mü yoksa devletsiz, anarşist bi devrim mi, bilmiyorum. lisedeyken bi hevesle okuduğum georges politzer’den, leo huberman’ın sosyalizme giriş’inden ne kaldıysa aklımda onunlayım, bu konudaki bilgim vukufum bu kadar. piyasa tonla kitap dolu, zamanım da bol; hangisinden başlasam, nerden yürüsem bilmiyorum. tecrübene ve faydalandığım tek yazar olmana dayanaraktan: eğer -film olur, kitap olur- birkaç tavsiyede bulunursan sevinirim. saygılar
Selam anonim kardeşim,
Sitenin sol tarafında benim yazdığım ve çevirdiğim kitapların listesi var. onlara bir bakıver. Benim otobiyografileri salık veririm. Bir de özellikle Jan Voltin ve E. Ginzburg’un anılarını. Öte yandan, linkini veriyorum aşağıda, beni en çok etkileyen kitaplara bir göz atıver: http://www.gunzileli.com/kitap-rafi/
Ayrıca aynı yerde anarşist kitaplık var, oradan da bazı kitaplar seçebilirsin: http://www.gunzileli.com/2005/05/27/anarsist-kitaplik/
Filme gelince, o kadar çok var ki, hangisini söylesem. Ama hemen aklıma gelenleri yazayım:
Costa Gavras, Z
Ken Loach, Land and Freedom (Güney Yanığı)
N. Mikhalkov, Burn by the Sun (Güneş Yanığı)
A. Wajda, Mermer Adam
Bertolucci, Dreamers (Hayalciler)
gün abi sana bi sualim var… şimdi, rekabetin yerine işbirliği ve dayanışmayı koyduğumuz bi toplumda, kökeninde ekonomik koşulların zorlamasının bulunduğu, bir başkasının canına, şusuna busuna kasteden eylemlerin (lafı dolandırmadan “suçun”) olmayacağını düşünmek mantıklı. peki bunun dışında kalan “suçlar” (mesela tecavüz gibi) nasıl önlenebilir sence? “bakın, şunları şunları yaparsanız sizi filanca sene kodese tıkarız” mı diyecez mevcut durumdaki gibi? ya da birlik olup toplumdan mı dışlayacağız bu kişileri? ne olacak?
Makul bir toplumda bu tür suçların oldukça azalacağı düşüncesindeyim. Ama bu tür suçlar tamamen de ortadan kalkmayacaktır tabii ki. Cezaevinin bir çözüm olmadığı bellidir. Tecrit etmek de fazla ilkel bir ceza olarak görünüyor bana. Peki o zaman ne olacak? Bunun çözümü, bazı “akil”lerin önerilerinin telafi olmaz bir biçimde yasa haline getirilmesi değil, toplumun bu konuyu makul bir tarzda tartışmasıyla bulunacaktır. Ben şimdiden şu yapılmalı desem olmayacak. Ama şunu bilmeliyiz. Bir toplum kendi sorunlarını en uygun biçimde çözmek istersea, en iyi ya da iyiye yakın çözümü de bulabilecektir. Bunların, şu anda senin yaptığın gibi şimdiden tartışılması da yararlıdır. Ama şimdiden kesin yanıtlardan kaçınmak gerekir.
ha bir de şunu söyleyeyim. Anarşist toıplum diye bir şey olmayacak bence. Sadece sömürüsüz ve eşitlikçi bir toplum olacak. Bir topluma bir düşünceyi giydirmeye çalışmak yeni bir tarz totalitarizmi doğurabilir. “Komünist” ya da “sosyalist” toplum deneyleriyle bu görülmüştür.
Devlet, insanoğlu için doğal bir yükselme aşamasıdır; çünkü belirtmiştik ki, insanların yaşamları ve varlıklarını sürdürmeleri, ancak yiyecek ve öteki zorunlu gereksinmelerini elde edebilmeleri için bir arada yaşamaları ve yardımlaşmalarıyla olasıdır. Bir araya geldiklerindeyse, beliren zorunluk, onları birbirleriyle iş yapmaya, ilişki kurmaya, gereksinmeleri birlikte karşılamaya zorlar. Ve her birini, elini uzatıp arkadaşındakini alarak gereksinmesini karşılamaya iter. İnsanoğlunun doğal yapısındaki haksızlık, kiminin kimine düşmanlığı gibi hayvansılıktan ötürü… Kendisine haksızlık ve düşmanlık yönelen kimse, öfkesine ve saldırma dürtüsüne uyarak ve bu konuda insana özgü gücün, duygunun sürüklemesine göre karşılık verir ona. Bu yüzden de, öldürmeye yol açabilecek kavgalar meydana gelir. Bu da kargaşaya, kan dökmeye, kişileri yok etmeye götürür. Buysa, insan türünün kesilmesi sonucunu doğurur. Oysa o tür, Tanrının özellikle korumak istediklerindendir. Ne var ki, bu koruma işi, insanların kalıcılıkları bir egemen olmaksızın, başsız kalarak olanaklı değildir, insanları birbirine karşı koruyacak bir egemen baş olmadan… Bundan dolayı, insanlar bir buyurucuya, kaçınılmaz biçimde gerek duymuşlardır. Söz konusu buyurucu, onların üzerinde egemen olan baştır.
“Halkın başsız bırakılmamasındaki zorunluluk akla dayanır; çünkü, bir arada yaşamak, insanlar için vazgeçilemez bir şeydir. İnsanlar, yaşamlarını ve varlıklarını tek tek yaşayarak koruyamazlar. Bir arada yaşandığı zaman da ister istemez, çekişmeler ve çatışmalar doğar. Amaçlar çatıştığı için… O zaman, bir düzenleyici egemen başta olmazsa, bu durum kargaşaya, insan türünün yok olup kökünün kesileceğini haber veren bir kargaşaya yol açar. Oysa, insan türünü korumak, şeriatın da temel ilkelerindendir.”
İbn Haldun
abi Bakunin’in çubuğu Panslavizm’e büktüğü doğru mudur?
Bu, Bakunin’in anarşist olmadan önceki dönemine aittir. Bakunin o zaman da barikattan barikata koşan bir devrimciydi ama henüz anarşist değildi ve panslavistti. Anarşist olduktan sonra her türlü milliyetçiliği reddetmiştir. Bkz: E.
H. Carr, Bakunin çev: G. Zileli, Versus 2006. Bu siteden indirebilirsiniz.
negri ve diğer otonomist marksistlerin görüşleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Görüşlerini kendime yakın buluyorum. Negri ve Hart’ın Çoğullukla ilgili katkılarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yeni devrim paradigmasına ilişkin çok önemli bir tespittir bu.
Boko haram mı Gün?
anlayamadım?
Striner ın egoizmini benimsediğini söyleyen biri. Yani kendi hayatını devrimden veya toplumdan daha değerli veya harcanamaz olan gören biri, mücadele adına ne yapabilir? bir de Striner ın görüşleri, sence insanları ve anarşist teori okumaya yeni başlayan bir ergeni nihilizme ve pasifliğe sürüklemez mi?
Bu kişisel bir tercihdir. Meseleyi çoğulluklar olarak almak gerekir. Nasıl doğada her bitkinin, her böceğin, her yaratığın bir yararı varsa ve doğayı tamamlıyorsa, farklı görüşlere de öyle bakmak gerekir. Ben Stirnerci değilim ama Stirner’in birçok görüşünü değerli bulurum. Stirner nihilizme ve pasifizme sürüklemez ama diyelim ki bunlara sürükledi, ben nihilizmi ve pasifizmi de yararlı görürüm. Bireyci bir anarşist, eğer bunu hayata geçirecekse sistemin çarklarına kum dökmek gibi bir etki yapar, sistemi sabote eder. Ne yapacağı konusunda ise bir reaçetem yok ve olamaz.
Anonim, devlet ile Boko Haram örgütü arasındaki çatışmada kimden yana olduğunuzu soruyor galiba.
bu konuyu inceleyebilmiş değilim. benden daha iyi cevap verecek arkadaşlar vardır mutlaka.
http://birgun.net/yazi-goster/ibrahim-varli/13-5-2014/boko-haram-ve-kacirilan-kizlar-2628.html
Batı blokunun yerini Rus-Çin bloku mu almaya başlıyor?
yükselen güç gibi görülüyor.
sizce türkiye de anarşist örgütlenme nasıl?
Çok zayıf olduğu söylenebilir. Genelde küçük çevcreler var. Bir de Devrimci anarşist Faaliyet (DAF) var. Eylemde başarılılar ama bütün anarşist çevreleri kucaklamaktan uzaklar. Öte yandan, ayrı bir anarşist örgütlenme gerekli midir, o da ayrı bir sorun. Elbette anarşist fikirleri yayan, yayın yapan anarşist örgütler gereklidir ama bence anarşistler, anarşist olmayanlarla, işçilerle birlikte, mücadele temelinde özörgütlenmelere girişseler çok daha iyi olur. Şunu da belirtmeliyim ki, Gezi mücadelesinin fitilini tutuşturanlar, ekolojist anarşistler olmuştur.
Sosyalizmin sorunları üzerine çok nitelikli ve nicelikli bir külliyatınız var. Peki ya anarşizmin sorunları (özellikle teorik eksiklikleri) üzerine de kapsamlı bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Takdir edersiniz ki salt doğrudan-eylemcilikle ve bu eylemlerden çıkan ampirik sonuçlarla çok fazla mesafe kat edilemez.
Haklısınız ama Anarşizm üzerine külliyat da fena değildir. Bu sitedeki “Anarşizm Üzerine Yazılar” bölümüne bir gözatın. Ayrıca çevirdiğim kitaplara bir bakın ve şu anda (bugün) yayınlanmış Makhayski hakkındaki yazı da önemlidir (biraz uzuncadır).
Burjuvazinin ve devletin, teknokrat kadroları yanında toplayarak bilimi ve rasyonaliteyi tekelleştirdiği; emekçilere ise irrasyonel ve gerici ideolojileri (ırkçılık, dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, apolitizm, hedonizm vb.) durmadan empoze ettiği koşullarda, buna karşı Aydınlanmacı bir eksende mücadele etmek gerekmez mi?
Aydınlanmacılık içinde aydın despotizmini de barındırır ve ezilen kitlelerin üzerinde bir seçkinler diktatörlüğüne yol açabilir bence.Ezilen sınıfların her türlü burjuva düşüncesini yerle bir ettiği devrimci bir yönelim daha geçerlidir gibi geliyor bana.
Ekonomik liberalizmle sosyal ve siyasi liberalizm arasında ve ekonomik devletçilikle eşitlikçi komünist toplum arasında nasıl bir bağ vardır?
Liberalizm=Kapitalist sömürü, Devlet=Hakim sınıfın baskı aygıtı demek ne kadar doğrudur?
ekonomik devletçilikle eşitlikçi komünist toplum arasında hiçbir bağ yoktur. Geçmişteki sosyalizm deneşleri devletçilik siyasetleriyle böyle bir yanılsama yaratmışlardır. Liberalizm, devletin baskı aygıtından kopuk değildir. ikisi işbirliği halindedir. Sadece liberalizm devletin ekonomik alana mümkün olduğu kadar karışmayıp bekçi devlet rolünü oynamasını ister.
Romantik komünist (SAİME GÖKSU-EDWARD TİMMS) kitabı hakkındaki yorumunu alabilir miyim. Çünkü kitaptan anladığım Nazım Stalin konusunda pek ciddi bir muhalefet içinde olmadığı. (Hiç olmadığından bahsedemem) Sizin yorumunuz nedir.
kitabı okumadım. elde edip okur, görüşümü yazarım. not aldım.
kurtuluş savaşı hakkındaki düşüncelerin nelerdir abi? abd ve avrupa yayılmacılığına karşı verilmiş ulusal bir mücadele midir sence?
kurtuluş savaşı denen şey, aslında Türkiye’deki müslüman olmayan halklara karşı bir iç temizlik savaşıdır. Emperyalistlere karşı bir savaş söz konusu değildir. Yunan ordusu zaten emperyalistlerin desteğini kaybetmişti. Sonuç olarak ulus-devletin kurulmasıyla sonuçlanmıştır ki, bu da Kürtlere ve dersimlilere karşı bir iç savaş anlamına gelir.
Abi 70’li yıllarda Denge Kawa örgütü, Aydınlıkçıların seksiyon örgütlenmesi miydi, yoksa sadece ideolojik yakınlıkları mı vardı? Denge Kawa’cıların bir kısmının sonradan TİKP’ye katıldığı doğru mu?
● “Kurtuluş Savaşı” adıyla anlatılan yalanlar manzumesine, evet, itiraz ediyoruz.
Türkiye Birinci Dünya Savaşında saldırgan tarafta yer aldı. Tarihin en büyük askeri hezimetlerinden birine uğrayıp dağıldı. Savaştan sonra burada galiplerin işine gelen bir rejim kurulması gerekiyordu. O rejim 1923’te aynen istedikleri gibi kuruldu. Hepsi budur.
Daha erken kurulabilirdi. Daha kolay ve daha kansız olurdu, memleket o kadar harap olmazdı. Belki Tek Adam diktatörlüğüne de o kadar kolay teslim olmazdı. Ama 1918’de İngilizler bir hata yaptılar, barış şartı olarak İttihat ve Terakki kadrolarının tasfiyesini talep ettiler. Bunun üzerine birileri vatanmillet diye haykırarak ayağa kalktı. Altı sene savaştan bitmiş bir ülkeyi gözünü kırpmadan tekrar kana ve ateşe sürdü.
İngilizler kızıp tehditler savurdular, asarız keseriz böleriz Sevr yaparız diye gözdağı verdiler, etkili olsun diye Yunanlıları sahaya saldılar. Üç sene daha manasız bir katliam oldu. Sonra gene İngilizlerin dediği oldu. Tek farkla: İttihatçı kadrodan ayıkladıkları yirmi otuz kişi hariç, gerisi vatan kurtaran kahraman kontenjanından memleketin tepesinde oturmaya devam etti.
Bundan dolayı kime neden minnet duyulacak, ben “anlamakta zorlanıyorum doğrusu”.
http://www.taraf.com.tr/haber-vatani-kurtardi-halifeyi-kovdu-daha-ne-30731/
Örtmenim bu konular kitapta yazmıyor
SEVAN NİŞANYAN* / ilkokul kitaplarında benim bildiğim bir sürü şeyi yazmıyorlar. Belki unutuyorlar, belki de vatan millet edebiyatından sıra gelmiyor. Buyurun, aklıma gelenlerden bir demet sunayım. Daha bir sürü var, bunlar misâl.
Çoluk çocuk durmadan yazıyor, sana okulda öğretmediler mi Atam vatanı kurtardı diye? Pes yani bu kadar bilgisizlik olmaz, bak ilkokul kitapları bile yazıyor. İlkokul kitaplarında YAZMAYAN bir şey gerçek olabilir mi? Feryadı basıyorlar: Örtmenim Sevan dersini çalışmamış!!
Halbuki ilkokul kitaplarında benim bildiğim bir sürü şeyi yazmıyorlar. Belki unutuyorlar, belki de vatan millet edebiyatından sıra gelmiyor. Buyurun, aklıma gelenlerden bir demet sunayım. Daha bir sürü var, bunlar misâl.
Dünya harbinde DÜŞMAN’ın amacı yurdumuzu bölmek parçalamak ele geçirmek sömürgeleştirmek değil miydi?
Birinci Dünya Savaşının son döneminde düşman savaştan sonra kurmak istediği düzeni herkesin anlayacağı şekilde açık seçik ilan etti. 5 Ocak 1918’de İngiltere Başbakanı Savaş Hedefleri deklarasyonunu yayınladı. Ondan üç gün sonra ABD Başkanı meşhur ondört İlkesini açıkladı.
Türkiye’ye dair ikisinin söylediği neredeyse kelimesi kelimesine aynıdır.
■ Türkiye’nin nüfus çoğunluğu Türk olan kısmında sağlam, güçlü, güvenli (secure) bir devlet kurulmalıdır.
■ Nüfusu Arap olan yerler Türkiye’den ayrılmalıdır; bu yerlerin “serbestçe” gelişmesi için galip devletler gerekli idareyi kurmalıdır.
■ Türkiye’nin kalkınması için gerekirse bir veya birkaç devlet yardımcı olmalıdır.
■ Savaş esnasında Almanya’nın Türkiye’ye verdiği devasa krediler silinmelidir.
■ İstanbul Türkiye’ye bırakılmalıdır.
■ Boğazlar galip devletlerin kontrolünde uluslararası trafiğe açılmalıdır.
Hepsi bu. Arzu eden bakıp okuyabilir, ‘Wilson’s Fourteen Points’ veya ‘Lloyd-George’s War Aims Declaration’ diye ararsanız her yerden bulunur. Sonra da bir zahmet Lozan Antlaşmasını okuyun, aradaki yedi farkı bulun. Ben şahsen bulamıyorum.
Neden bu yolu seçtiler?Hep sanırdım ki Rusya’daki ihtilâl yüzündendir; 1917’de Rusya’ya Bolşevikler iktidara geldi, ondan korktular. Rusların İstanbul’a çıkmasını, yahut Anadolu üzerinden Akdeniz’e sarkmasını en büyük tehlike olarak gördüler. O yüzden sağlam bir Türkiye istediler. Çokuluslu eski yapının yürümediği yüz seneden beri belliydi. O yüzden yeni Türkiye’nin imparatorluk sevdasından vazgeçmesini şart koştular.
Şimdi ta 1911 yılında İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin yazdığı analizleri okuyorum, hayrettir ki orada da hemen hemen aynı şeyleri demişler. Aman Türkiye’nin Anadolu’daki toprakları bölünmesin, yahut farklı devletlerin etki alanları kurulmasın, yoksa dünya savaşı çıkar… İngiltere’nin tek başına Türkiye üzerinde garantörlüğe soyunması da olmaz, tehlikelidir… En iyisi Batılı devletler ortaklaşa Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garantilesinler, reformlara yardımcı olsunlar. Ya da illa müdahale gerekiyorsa hep birlikte konsorsiyum halinde müdahale edilsin… Merak ederseniz Sir Louis Mallet’in raporu, Feroz Ahmad’in kitabında tam metni var.
Vatanımızı İŞGAL edip bütün kalelerini zaptetmediler mi? Bütün tersanelerine girmediler mi?
Ettiler tabii. Dünya savaşı çıkartıp yenilirsen seni de zaptederler.
Ama askeri işgal başka şeydir, ilhak (el koyma, istimlak etme, “bura benimdir” deme) başka şeydir. Adamlar Türkiye ile aynı tarihte Almanya’yı, Avusturya’yı, Macaristan’ı, Bulgaristan’ı da işgal ettiler. Aşağı yukarı aynı mütareke belgesini imzalattırdılar: yenik ülke derhal ordusunu terhis edecek; askeri teçhizat teslim edilecek; düşman esirleri bırakacak; galipler gerekli gördükleri limanları, demiryolu istasyonlarını, stratejik noktaları işgal edecekler. Girdiler, bir-iki sene kaldılar, barış imzalanınca çekip gittiler.
Türkiye’de de 1923’te Lozan Antlaşması’na kadar kaldılar, sonra bir damla kan dökülmeden bırakıp gittiler. Türk antlaşmasının aslında 1919 yazında imzalanması planlanmıştı, Batı gazeteleri 1919 baharında öyle yazmıştı. Neden dört yıl gecikti? Bu soruyu sorabilsen, zaten gerisi çorap söküğü gibi gelir, modern Türk tarihini birdenbire ANLAMAYA başlarsın.
İşgalin nedeni EMPERYALİZMİN doymak bilmez iştihası değil miydi? Kaynaklarımızı sömürmeye, kanımızı emmeye gelmediler mi?
Eğer öyle niyetleri varsa hiç belli etmediler. İşgalin ilk altı ayının belgelerini okuyun bakın, yıllar önce vatan millet tarihçilerinden Bilal Şimşir yayımlamıştı. Adamların sanki tek derdi varmış gibi görünüyor: savaş suçlularının cezalandırılması. Bir de, memleket çapında İttihatçı direniş odaklarının dağıtılması.
Savaş suçlularından kasıt, bir, ülkeyi savaşa sokan İttihat ve Terakki önderleri; iki, Ermeni katliamında adı çıkanlar; üç, savaş sırasında sivil halka ve esirlere kötü muamele ettiği ileri sürülen Ali İhsan Sabis Paşa gibi birkaç komutandı. Bildiğiniz Ergenekon tayfası.
Bunlarla uğraşmalarındaki amaç bana çok net görünüyor: Yüz yahut ikiyüz kişiyi şiddetle cezalandır, geri kalanına günah çıkarma şansı tanı, “emir kuluyduk, Türk milleti olarak suçlu değiliz” dedirt. Bir keçi bul, suçu ona yükle. Eskiyi yıka, pakla, siyasette yeni bir sayfa aç. Bunu yapmadan, dünün düşmanıyla dost olamazsın.
1945’te Nürnberg’de ve Japonya’da bu işi daha beceriklice yapacaklardı; 1918’de acemiydiler, olmadı. İşin yürümeyeceği 1919 mart-nisanında belli oldu. Ondan sonra işgalci güçlerin tavrı yüzseksen derece değişir. Öfke, kin, intikam, hakaret, cezalandırma gibi duygular söylemlerine hakim olur. Mayıs başında Paris’te toplanıp bir dizi karar alırlar. Bir kere Türk barışını belirsiz bir geleceğe ertelenir. Amerika, Türkiye mandasını KABUL ETMEYECEĞİNİ açıklar. Kilikya dedikleri Adana ve Maraş’ın Fransızlar tarafından işgaline yeşil ışık yakılır. Kars, Ardahan ve Batum’da kurulmuş olan geçici Türk hükümetinin lağvı için düğmeye basılır. Yunanlılar İzmir’e çıkartılır.
Soru sormak iyidir. Mesela şu soruyu sorabilirsiniz: 1918 Ekimi ile 1919 Mayısı arasındaki altı ay, bir yandan Türkiye’nin tam bir askeri ve siyasi teslimiyet içinde olduğu, öbür yandan İngiltere’nin henüz ordularını terhis etmediği, dolayısıyla aktif bir müdahale için ideal koşullara sahip olduğu dönemdi. Amaç eğer Türkiye’yi yemek, yutmak, bölmek veya ezmekse, neden altı ay beklediler?
Düşman SEVR Antlaşmasıyla yurdu esaret zincirine vururken Kurtuluş Savaşı vermeyip ne yapacaktık?
Atatürk’e göre Kurtuluş Savaşı 19 Mayıs 1919’da başladı (gerçekte daha o yılın Şubat-Mart’ında başladı, ama burada farketmez). Millici rejim Sivas Kongresi’nin (Ekim 1919) hemen ardından Anadolu’ya hakim oldu, tüm vilayetlere kendi valilerini atadı, bürokrasiyi denetimi altına aldı. Ankara meclisi 23 Nisan 1920’de toplandı.
Sevr Antlaşması 18-24 Nisan 1920’de San Remo konferansında şekillendi, 11 Mayıs’ta kamuoyuna açıklandı, 10 Ağustos 1920’de imzalandı.
Demek ki mantıken Kurtuluş Savaşı Sevr’e tepki olamaz. Buna karşılık Sevr belki Kurtuluş Savaşı’na tepki olabilir.
Kurtuluş Savaşına karşı çıkanlar VATAN HAİNİ gerici yobaz softalar değil miydi?
Güzel ülkemizde vatan millet deyince akan sular durduğundan, Milli Mücadelecilere kamuoyunda açık açık açık karşı çıkan pek az kişi oldu. Baştan sona açık ve tutarlı bir duruş gösterenler benim bildiğim üç kişidir.
Bir, Rıza Tevfik: Galatasaray mezunu. Modern Türkiye’nin ahlâk felsefesi üzerinde ciddi şekilde kafa yormuş ilk ve muhtemelen son düşünürü.
İki, Refik Halit: Galatasaray mezunu. Çağın en dürüst ve duyarlı yazarı, modern Türk edebiyatına “Anadolu’yu” sokan kişi .
Üç, Ali Kemal: Galatasaray mezunu. İstanbul Üniversitesinde edebiyat profesörü. Türk edebiyatında evlilik dışı beraberliği savunan ilk yazar. Gazeteci Hasan Fehmi cinayeti üzerine 1909’da Türk tarihinin ilk üniversite yürüyüşünü örgütleyen kişi. 1920’de üniversitenin tüm fakültelerinin kız öğrencilere açılmasını yasalaştıran Maarif Vekili.
Üçü de resmi dilde “vatan haini” diye geçer.
Daha ne sorular var bir bilseniz.
Atatürk 1919’da Anadolu’ya çıkmak için neden Karadeniz’de İngiliz işgali altında olan tek liman kenti Samsun’u seçti?
Düşman madem Irak’ı Suriye’yi vesaireyi sömürgeleştirme peşindeydi neden ilk iş bu yerlere yirmi sene içinde bağımsızlık vermeyi taahhüt etti?
Lozan’da Türkiye bilmem kaç yüz bin kişilik ordu besleme hakkını kazanınca daha mı bağımsız oldu daha mı az bağımsız oldu? Bu orduyu teçhiz etmek için kime başvurdular?
Amerikan mandasının 1918’de değil de 1946’da kurulması Türkiye için daha mı iyiydi?
Haydn hastası olan Damat Ferid mi daha Batılıydı, meyhane havalarından başka müzik bilmeyen bazı millici askerler mi?
İlkokul kitaplarının sınırları dışına çıkınca insanın zihni açılıyor, ufku genişliyor. Deneyin, siz de hoşlanacaksınız.
http://www.taraf.com.tr/haber-ortmenim-bu-konular-kitapta-yazmiyor-31639/
seksiyon örgütü değildi. Sadece 3 dünya teorisini savunmakta ortaklık vardı. O dönem Enver Hocacılarla Maocular ayrışmıştı. Denge Kava Maocu safta kaldı, bu yüzden TİKP hareketi ile yakınlık doğru. Sonra oradan bazıları TİKP’ye katıldı diye biliyorum.
Kurtuluş Savaşı konusunda bunlar da okunmalı;
http://nisanyan.com/?s=soru-44
http://nisanyan.com/?s=soru-45
http://nisanyan.com/?s=soru-46
http://nisanyan.com/?s=soru-47
http://nisanyan.com/?s=soru-48
http://nisanyan.com/?s=soru-49
http://nisanyan.com/?s=soru-50
http://nisanyan.com/?s=soru-51
Gün abi, geçenlerde Mao’nun “Teori ve Pratik” kitabını okudum ve hayal kırıklığına uğradım. Bunu okumadan önce Mao’yu müthiş bir teorisyen sanıyordum ama kitap sanki ÇKP’nin gençlik kolları için yazılmış bir broşür gibiydi ve daha çok “Bilal’e çelişkiyi anlatır gibi” havasındaydı 😀 . Diyalektiği tekil bir örnek (Çin devrimi ve savaşlarının tarihindeki çelişkiler) üzerinden anlatması ve bu düşünce disiplininin pozitif bilimlerle olan bağını havada bırakması çok büyük bir eksik. Kitap hakkında sen ne düşünüyorsun. Gençlere diyalektiği öğrenmeleri için hangi kitapları tavsiye edersin?
İnanır mısın, o kitabı okuyalı 50 yıl oluyor. Mao, meseleleri Çin kültürüyle bağlantılı olarak ele alır ve biraz da basitleştirir. Bence bugün okunması gereken düşünürlerin başında Waltin Benjamin gelir.
abi rus devrimini hangi kitaptan okumamı tavsiye edersin?
sadece Rus devrimi değil ama bütün SBKP tarihini en iyi anlatan kitap İsaac Deutscher’in Troçki I,I,III’leridir. Ağaoğlu Yayınevi.
gün abi, orwell’i ingilteredeki stalinistleri ihbar ettiği için kınamışsın ama o konjonktürde yapılabilecek en etik davranış tam da bu değil mi? naziler neyse stalinistler de o. niye onlara sempati duyuyorsun? üstelik orwell stalinistleri almanlara teslim etmemiş, ingiliz devletine ihbar etmiş. nkvd ideolojisini avrupa’daki komünistler arasında yayan stalinistlere, nam-ı diğer kızıl faşistlere zarar vermek, gerçek devrimci davranış değil mi?
yok yok öyle değil. Stalinistler diye genel bir damga ya da tanım çok tehlikeli olabilir ve ucu anti-komünizme açılır. Bir insan Stalin’i savundu diye “kızıl faşist” (ayrıca bu da pek doğru bir tanım değildir) gibi bir damgayı hak etmez. Ayrıca koyu Stalinci bile olsa bir insanı herhangi bir devletin istihbarat örgütüne ihbar etmek yakışık alan bir şey değildir. ihbarın her türlüsü kötüdür.
Sevan Nişanyan, yazıyor da yazıyor… Bilimsel bir yöntemi yok… İddialar… iddialar… Kanıt olarak mantık oyunları….
Amaç nedir? “Atatürk putunu” devirmek… Tamam; tüm putlar devrilsin… Ama putlar saçmalamakla devrilmez; dedikodu yazarlığı ile de…
Şu cümleyi kuran adamın çoğu iddiaları “doğru” olsa bile samimiyet olarak “çöker”…
“Düşman madem Irak’ı Suriye’yi vesaireyi sömürgeleştirme peşindeydi neden ilk iş bu yerlere yirmi sene içinde bağımsızlık vermeyi taahhüt etti?”
“Düşman” orada 20 sene ne yapacak? Geri bir ülkede… Bir kuşak yetiştirecek; siyaseti kendi çıkarına göre örgütleyerek “yeni sömürgecilik” sistemini oturtacak. S. Nişanyan gibileri de okuru aptal yerine koyarak, konuşacak ha konuşacak… Verilen bağımsızlık, orda o bağımsızlığı alıp kullanacak yapı-kurum olacak mı?
Bu “çok mantıklı adam” bu cümleyi kurabiliyorsa ya siyaset bilmiyor; ya da hazır “alıcısı” bulunan iddiaları kolayca sallayıveriyor…
bu arada hazır seni online yakalamışken şu sıralar mesai harcadığın çalışmalarla ilgili de bilgi alayım. geçenlerde bir başlıkta yeni bir kitap çevirmekte olduğunu yazmıştın. stalinizm üzerineydi galiba. o çalışma ne aşamada? başka projeler var mı masada ve kafanda?
Roberk Conquest, Stalin ve Kirov Cinayeti. Şu sıra arkadaşlarla redaksiyonunu yapıyoruz.
gün abi, genelde yazılarının %99’u sıkıcı siyaset konuları üzerine oluyor. sakın yanlış anlama. senden değil memleketten kaynaklanan bir durum bu. biraz da gündelik yaşam üzerine yazsan keşke. adalar’da bir günün nasıl geçiyor mesela?
güzel bir öneri. bir bakayım 🙂
Dünyanın hangi ülkesinde, Kemalizm gibi herkesin benimsemek zorunda olduğu bir ideoloji, herkesin ulu önder ve ulusun atası olarak benimsemek zorunda olduğu bir şahıs (Ataingiliz, Ataalman, Ataitalyan) var? Al sana bilimsel yöntem. Kemalizm herhangi bir ideoloji değil, M. Kemal herhangi bir lider değil. Ya ortadan kalkar, ya da herkes benimsemek zorundadır.
Şahsen bu soruya şaşırdım. Böyle bir izlenim mi yarattım… Üzgünüm…
Önce kişisel olarak yanıtlıyayım. Hayatımın hiç bir döneminde Atatürkçü olmadım. 13 yaşımda bile D. Gezmiş’leri severdim. 16-17 yaşımdan sonra “sosyalist” olduğumu varsaydım.
Kemalizm’e gelince. Ben burada çok adamın yaptığını yapmıyorum; bir tarihsel olayı kendi tarihselliği içinde değerlendirmeye çalışıyorum. Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün. Çoğu kişi bu zorunluluğu unutup “köy kahvesi sohbet” mantığı içinde atıp, tutuyor!
Zaten “kemalizm ideolojisi” uyduruk bir şeydir ve kendinden sonrakilerin bir “put” yaratıp onun “gölgesinde” yapacakları zorbalık ve yağmaların kılıfıdır; beceriksiz ve muhteris adamların. Ne felsefesi vardır, ne de özgün bir siyasal teorisi. Devlet zoruyla bir kapitalizm-burjuvazi örgütlenmesi de ona ait değildir… Bu “uyduruk” ideolojiye bugün bu taraftar kitlesi bile beni şaşırtıyor… “Kemalist” siyaset, devlet, ekonomi kurgusu yalnızca o döneme ait bir “zorunluluk” olarak da görülebilir… Geleceği olmadığı daha 1935’lerde ortaya çıktı. Bu zamanı en fazla 1946’ya uzatabiliriz. 1960’lardaki “arayış” vahşice boğulmasaydı, bu günkü dinsel gericilik de bu denli güçlü olamayacaktı; belki bu durum da “Kemalist” ideolojinin “uyduruk” ve “yetersizliğinin” kanıtı olarak da değerlendirilebilir.
M. Kemal “naif” ve “özenti” ile de olsa “modernizme” dayalı bir toplum oluşturmaya çalıştı… Laiklik (yetersiz ve sünni Diyanet baskıcılığı da olsa) bu topraklar için “iyiydi”…
M. Kemal en iyimser bakış açısıyla 1919-1932; 10-12 yıl süren bir “önderlik” yapmış ve “tümüyle” ölmüştür!
“Modernizm” ve “laiklik” bence sahip çıkılarak, geliştirilecek, belki yeniden tanımlanması de gerekli “değerler” olarak, yine Kemalizm’e değil, 19 yy süreçlerine ait Batı kavramlarıdır. Zaten “ulusallık” üzerinden geliştirilen siyasal teoriler –ulus atası” dahil, yapma-zorlama tarihselliklerdir; burjuvalar “çifliğinin” sınırlarını çizmek için…
İsrail hükümetinden artık herhangi bir çözüm beklemek iyimserlikten öte vurdumduymazlıktır artık. Maalesef üzülerek söylüyorumki İsrail kamuoyu da (Tabiki de hepsi drüildir diye umıt ediyorum) devlete desteğini çekeceğinden hiç ümitli değilim.(Siz aynı görüşte misiniz bilmek isterim) Bu saatten sonra artık İsrail kendi Oskar Schindler ini çıkarır mı?
bugün israil saldırganlaığına karşı çıkılırken en önemli sorun anti-semitizme karşı durmaktır. Hitlerci özlemler söz konusu Yahudilere karşı.
Bakınız… Nasıl da “köy kahvehane” sohbeti…
“Haydn hastası olan Damat Ferid mi daha Batılıydı, meyhane havalarından başka müzik bilmeyen bazı millici askerler mi?”
Batılılık bu mu yani? İnsan yaşadığı yörenin türkülerini de sever, Haydn’ı da… Batı yalnızca müzik kültürü müdür? Sömürgeci batı kültürüne biat etmek bu müzik kültürünün neresinde? Ne saçma bir soru değil mi?
*
İkinci saçma soru…”Amerikan mandasının 1918’de değil de 1946’da kurulması Türkiye için daha mı iyiydi?”
Arada 2. dünya savaşı var… Olmasaydı bu soru “belki” sorulabilirdi.. Amerikan mandası olsaydı olduğu gibi savaşa katılacak bir ülke olacaktı. Belki Bulgaristan gibi Anadolu, SSCB, Stalin’e bırakılacaktı… Trakya ve İstanbul-Avrupa da batıya! Adamlar Berlin’i bile ikiye böldüler… İstanbul’u da böleceklerdi… Bu “bölünme” işi de umurum değil! Ama milyonlarca insan bu savaşta ölecek, ellerine ne geçecekti…
Böyle “aptalca” sorular soranlara yanıt bile gereksiz… Yazık ki… devir o devir değil!
Ben burada çok adamın yaptığını yapmıyorum; bir tarihsel olayı kendi tarihselliği içinde değerlendirmeye çalışıyorum. Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün. Çoğu kişi bu zorunluluğu unutup “köy kahvesi sohbet” mantığı içinde atıp, tutuyor!
Read more: http://www.gunzileli.com/sorucevap/#ixzz383hwOzKl
O zaman bütün tarihsel olaylar dönemin şartlarına göre değerlendirilmelidir. Sadece Kemalizm değil, Nazizm de, Stalinizm de, Engizisyon da, sömürgecilik de, kölelik de, cariyelik de “o dönemin ahlakına uygundu, başka türlüsü mümkün değildi” denebilir.
Evet, bütün bunlar o dönemin koşullarında zorunluydu. O dönem öyleydi, bitti, gitti, bırak hala ne anlamaya çalışıyorsun?
“Modernizme dayalı toplum”, diğer toplumlardan daha iyi değildir. Tüm toplumlar gibi bencildir, şiddet doludur, insanlar sadece kendilerini düşünür. Böyle olduğu için de acı çeken bir genç intikam için başkalarını öldürebilir, ve bu tür bir cinayet daha çok modernizmin bir ürünüdür;
http://www.ntvmsnbc.com/id/25517707/
122 noLu anonim. Bu cümleden dediğiniz anlam çıkar mı?
“Bir dönemin Siyasal ve ahlaki yargıları iki ayrı bağlamda ele alınmalıdır; birbirine karıştırmadan. O günün “aklı ve gerçekliği”, ve günümüzün.”
Günümüzün “aklı” ve öğrenilmiş tarihsel gerçeklik içinde… Bilinen hikaye… Tez-Anti tez ve Sentez….
Tez ve antitezi birbirine karıştırmadan….
*
İkincisi ““Modernizm” ve “laiklik” bence sahip çıkılarak, geliştirilecek, belki yeniden tanımlanması de gerekli “değerler” olarak…”
“Yeniden tanımlamak” ne demektir?
Neolitik dönem ve sonrasında modernizm vardır! İnsanlık nüfusu bu denli artmışsa bu “türün” başarısıdır; ve modernizm, kapitalizm bunu sağlamıştır… Bundan sonra mı… Sıra buna gelmiyor ki; geçmiş bu denli yanlış” yorumlandıkça gelecek de bu “sağırlar diyaloğu” ile gecikecek…
halk cephesinin fuhuş yapıyor diye sokakta kadın dövmesi olayıyla ilgili bir yazı yazmayacak mısın gün abi? gündem bu şimdi.
bu vesileyle bir soru daha sorayım. sence halk cephesinin sokakta kadın dövmesi olayının ideolojik kökenleri mahir çayan’ın stalinist dünya görüşüne kadar gider mi? arada az da olsa kan bağı görüyor musun?
şöyle bir yazı vardı. Bugün yapılanlar konusunda bir uyarı yazısı olarak da kabul edilebilir.
bu sorunu yanıtlayacağım ama biraz daha geniş bir zamanda. Bu akşam muhtemelen.
Gün Abi soruyu yanıtlarken bende bir soru sormak istiyorum…Mahir Çayan neden bu ülkede tu kaka ediliyor da Deniz Gezmiş baş tacı ediliyor? Ya da Terzi Fikri halkı idareye ortak eden bir kişi neden unutturuluyor,hatırlanmıyor…mesela niye sinemacılar,diziciler Deniz Gezmiş diyor da neden Mahir Çayan demiyorlar….mesela Demir Abi ya da sen neden Mahir Çayan’ı ağzınıza bile almıyorsunuz…Neden?
yok öyle bir şey. Yeri gelir Mahir Çayan’dan da söz ederim. Eğer Yarılma ve Havariler kitaplarımı okursan orada Mahir’den söz ettiğimi göreceksin. Deniz’le Mahir arasındaki fark ise yaşarken de vardı. Mahir daha teorisyendi, Deniz ise daha eylemci ve dolayısıyla daha popüler.
redaksiyon ve çeviri işlerinden kazandığın parayla ve kitaplarından gelen teliflerle geçinebiliyor musun gün abi?
ne gezeeeeer…
eee nasıl hayatını sürdürüyorsun o zaman? adalarda yaşam o kadar ucuz mu? bahçeye meyve sebze mi ekiyorsun, tavuk, keçi falan mı besliyorsun orada? sana özenen genç kuşağa biraz taktik ver.
tersine adalarda hayat pahalı, hakliye de biniyor üstüne. Dayanışmayla yaşıyorum.
Bundan sonra ne olur? Ülke nereye gider? Bunları düşünmekten çok şunu biliyorum. Sandığa gitmeyen biri olarak en çok muhalefet hakkının bana ve benim gibi sandığa gitmeyen veya boş oy atanların (Bu da ayrı sorgulanması gerekir neden boş diye bir seçenek yok diye? ) olduğuna inanıyorum. Bunu çoğu kişiye de anlatamıyorum. Nolur abi sen anlat bari?
bu konuları toparlayan bir yazı yazacağım yakında. ŞU AN ROMANIN (eYLÜL’DE ÇIKACAK) SON PROVALARINI OKUDUĞUMDAN YOĞUNLAşamadım ama ilk fırsatta bir değerlendirme yazısı gelecek.
Amacınız ?
?
roman mı yazdın sen? konusu nedir? hangi yayınevinden çıkıyor? çeviriyle uğraştığını söylemiştin. roman sürpriz oldu.
Mevsimler romanın adı. Eylül ayında İletişim’den çıkıyor.
Cemil Bayık’ın “Beyoğlundaki marjinaller” lafı hakkında ne düşünüyorsun? Burada kast ettikleri LGBTİ bireyler olamaz, çünkü onlar Türkiye’nin ve Kürt illerinin her yerinde var. AKP/ML-S.. gürühunu kast ediyor bence.
kimi kastediyor bilmiyorum ama böyle bir laf her halükârda hoş olmamış.
gün abi demin bir şey okudum, doğru mu? bir hafta önce kalp krizi geçirmişsin, ölümden dönmüşsün. ne oluyor ne bitiyor? bir geçmiş olsuna gelelim kınalı’ya.
Ölümden dönmek falan söz konusu değil, o abartma biraz. Sadece kalp krizi geçirdim. Siyami Ersek’te beş gün kaldım. Anjiyö yaptılar. Bir damar %90 kapalıymış, onu açtılar, sten koydular. Şimdi iyiyim.
Selamlar. ÖDP ile HDP arasındaki “kimlik siyaseti vs. sınıf siyaseti” tartışması hakkında ne düşünüyorsun?
Her farklılık belli ideolojik kalıplara dökülür genellikle. Ben sorunun ne kimlik siyaseti, ne de sınıf siyaseti olduğu kanısındayım. Zaten esasında kimlik siyaseti ile sınıf siyaseti çatışan şeyler değildir. Çatışma sola egemen olma kavgasından kaynaklanıyor. HDP, batı bölgelerine doğru yayıldıkça bu durum ÖDP’yi rahatsız ediyor ister istemez. ÖDP’yi rahatsız eden bir diğer nokta, HDP’nin oldukça hegemonyacı ve tekelci davranması, ortak platformlarda dayanışmaya pek yanaşmamasıdır. Dayanışmaysa gelin örgütün çatısı altına demektedir. Diğer yandan, siyaseten de ayrılıklar vardır. HDP, barış sürecini diktatörlüğe karşı mücadelenin önüne çıkarmakta, bu da ÖDP’yi haklı olarak rahatsız etmektedir (belki de kimlik siyaseti-sınıf siyaseti denen şey burada düğümlenmektedir).
http://www.turnusol.biz/public/makale.aspx?id=20586&pid=19&makale=HDP,%20kimlik%20siyaseti,%20liberallik%20ya%20da%20patronlar%FDn%20imaml%FDk%20taslamas%FD!
“Zaten esasında kimlik siyaseti ile sınıf siyaseti çatışan şeyler değildir.” Buna katılmıyorum. Çünkü kimlik siyasetini merkeze aldığınızda mikro-milliyetçiliği okşamak (ve etki-tepki yasası gereği ezen ulus şovenizmini de körüklemek), o kimliğin geri yönlerini muhafaza etmek ve aynı kimlik hareketinin burjuva unsurlarıyla yan yana gelmek vb. riskler de vardır. Buna alternatif olarak benim önerim her kimliğin komüncül değerlerine tutunan özneleri bulup ilişkilenmek ve kalan diğer yönleri ile unsurlarını reddetmektir.
Abi vaktin varsa şu politik testi bi’ deneyebilir misin: http://www.politicalcompass.org/test
pek içinden çıkamadım. Bu tür testlerde hep başarısızımdır zaten. 🙁
Gün abi akşam arkadaşla bir nevi beyin fırtınası yaptık. Kimseye de zararı olmadığından komplo teorileri havada uçuştu:) Ancak arkadaşımın söylediğinden sonra şöyle bir komplo teorisi ortaya attık. Aslında bir nevi kral çıplak dedik. İlla faşizmi eleştirecek değiliz ya. Marx’ın mason olabileceği ihtimalinden bahsetti. O dönemki Masonluk işlerinin kapitalist anlayışın ne kadar hegamonyası altında bilmiyorum ancak komünizm, kapitalizmin kendine rekabet ortamı yaratmak ve akabinde kendini haklı çıkarmak, ekonomik anlamda elini güçlü tutmak adına kendi ortaya attığı bir ideoloji olduğunu ancak bir süre sonra ipleri elinden kaçırıp geniş kitlelere yayılabilme ihtimali üzerinde çok uzun tartışmalar yaptık. Ne diyorsun abi? Fazla mı uçmuşuz?
Not: Alkol alınmamıştır 🙂
hem de epeyce 🙂
Masonik örgütlenme modeli ile Farmasonluk (Freemasonry) her zaman özdeş değildir. Avrupa ülkelerinde işçiler açık ve legal örgütlenme konusunda belli kazanımlar elde etmeden önceki çağlarda, ütopik-sosyalistler, işçiler ve aydınlar masonik örgütlenme modelini benimsemişlerdir. Jakoben Kulübü’nün Fransız Devrimi’ndeki somut başarısı da bu modelin örnek alınmasında etkili olmuştur (bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/League_of_the_Just).
Bu gerçeklik, Marx’ın farmason olduğu anlamına gelmez.
Anarşizmle ilgili sorularım:
1) Günümüzde anarşistler niçin bilimsel bir teori üretme çabasına girişmiyorlar? (Ah, nerde o eski Kropotkin’ler?)
2) Doğrudan-eylemcilik ve buradan çıkan ampirizm, anarşizmin teorisini kısırlaştıran bir faktör değil midir?
3) Anarşistlerin bir yandan yerel komünalizmi önermeleri, öte yandan “tek ülkede sosyalizm” fikrine burun kıvırmaları, şizofrenik bir durum değil midir?
abi sence, mutlakıyete yönelen ittihat ve terakki hareketi ve onun doğurduğu 1923 cumhuriyeti ilerici bir devrim midir? kemal okuyan cnn’de çıktığı bir programda, tarihsel ilerlemeciliğe inanan herkesin bunu bir burjuva devrimi olarak değerlendirmesi ve bu devrimin kazanımlarının muhafaza edilmesi gerektiği mealinde bir şeyler söylemişti. bu mevzuda anarşistler ne der? tarihi gelişmeleri ilericiliğine-gericiliğine bakarak ayıklamak mıdır doğru olan? bu konuda bir örnek daha, 27 mayıs darbesinden ilerici bir hareket diye bahsedenler var. ne diyorsun?
ileri-geri… bunlar izafi kavramlar. İttihat terakki diktatörlüğü de Atatürk diktatörlüğü de özgürlüğün düşmanıdır. İstedikleri kadar tarihi “ilerletmiş” olsunlar. 27 Mayıs ise ilk şekliyle özgürlük yönünde atılmış bir adımdır, ama kısa sürede yeniden özgürlük düşmanı devletçi güçlerin denetimine girmiştir.
kimileri bu diktatörlüğün, cumhuriyetle elde edilen kazanımları mutlakıyet yanlısı hareketlerden korumak ve bu devrimleri hayata geçirmek için mecbur olduğunu filan söylüyor. esasen marksistler de proletarya diktatörlüğünü benzer sebeplere dayandırıyor. ben, cumhuriyetin siyasi ve toplumsal alana soktuğu kimi modern değerlerin ileriye doğru bir atılım olduğuna inanmakla birlikte, istiklal mahkemeleri gibi zorbalıkları hangi değer ve ilkeler adına yapılmış olursa olsun içime sindiremiyorum. ama yine de, cumhuriyetin tarihsel bir olgu olarak olumlanması gerektiğini düşünüyorum. bu mevzuda önerebileceğin kitap, yazı vesaire varsa tavsiyeye açığım abi.
benim uğraştığım bir alan değil, bu yüzden şu kitabı oku diyemeyeceğim ama bu konudaü oldukça zengin bir literatür vardır. Googleden falan araştırmak gerekir. Fikret Başkaya’nın kitaplarını tavsiye edebilirim mesela. Her ulus devlet gaddarlık üzerine kuruludur. O ilerleme hikâyelerini bir kenara bırakmak gerekir.
Abi bugün NATO zirvesinde Rusya’ya karşı “acil müdahale ordusu” oluşturma kararı alınmış. “Özgürlükçü solcuların” yeni görevi belli oldu. Artık Rusya’nın ne kadar feci bir emperyalist, militarist ve otoriter devlet olduğuyla ilgili yazılar havada uçuşacak. Seni de özgürlükçü-Natocular korosuna bekleriz. Katılmaz mısın?
katılmam 🙂
Kılıçdaroğlu ve F-tipi çete CHP’den tasfiye edilemedi. Mutlu musun?
Değilim.
Hocam merhaba. Dünya devrim tarihi hakkında kitaplar önerebilir misiniz ? Şimdiden teşekkürler.
İ. Deutscher’in Troçki’lerini okumalısın öncelikle. Üç cilt.
HTKP de sürekli-devrim stratejisini benimsiyormuş (bkz: http://ilerihaber.org/yazarlar/metin-culhaoglu/iki-kavramin-guncelligi/151/ ). Bunun hakkında ne düşünüyorsun abi?
Bunlar tamamen eskimiş kavramlar ve tartışmalar. Bugün hiçbir geçerliliği yok. Bugün esas tartışılması gereken, devrim kavramını iktidar kavramından ayrıştırmaktır.
18 Eylül’de gerçekleşecek olan İskoçya’nın bağımsızlık referandumu hakkında ne düşünüyorsun? Sence hangi seçenek İskoç ve İngiliz emekçileri için hayırlıdır?
hiçbir seçenek hayırlı değildir. Yani İngiltere iki devlet de olsa bir devlet de olsa pratikte bir şey değişmeyecektir. öte yandan, bu referandumun Türkiye’ye çok şey öğretmesi gerekir. Adamlarda bölünme paranoyası yok. Ayrıca bölünse ne olacak ki. Bir halk birlikte yaşamak istemiyorsa ayrılabilir, bunda ne var ki. Bunu zamanında Lenin de söylemişti ama iktidara gelince (Finlandiya hariç) tersini uyguladı.
Merhaba,
Son romanınızla ilgili bir sorum ve görüşüm var onu paylaşmak istiyorum. 80 yılında ilkokula başlamış biri olarak o dönem yaşanan acıları umutsuzlukları yaşamış olmam mümkün değil . Kitaplarla buluşmaya başladığım yıllarda edebiyatın neredeyse tamamı bu yenilmişlik duygusunu iliklerime kadar hissettim. Bize yenilgi yaşamadan yenilmeyi öğretti. 1-0 yenik başladık maça yani. Bizden sonraki nesil bunları okumadığı gibi sokağa ilk çıktığında kazanmayı tattı .Size de artık daha umut verici şeyler yazılmasını desteklemek düşümüyor mu ?
Edebiyatın iyimserlik aşılamak gibi bir görevi yoktur. Kötümserlik aşılamak gibi bir görevi de yoktur. Netice olarak edebiyatın görevi diye bir şey yoktur. Edebiyat sadece insanın ve toplumların ruhunu, sanatsal bir aurayla yeniden yansıtır.
Son romanda gereksiz yere süslü edebiyat yapmışsın. Ben senin yerinde olsam 360 sayfalık romanın yarısını çıkarırdım. Minibüs yolculuğunu uzun uzun anlatmana ne gerek var? Sadece dramatik çatışması yüksek eylemleri, kolektif olayları bir belgesel soğukluğuyla ve mesela Borges’in Alef’inde görülen sert kelimelerle anlatman çok daha etkili olurdu. Aralara romanı edebileştirecek tasvirler, klişe benzetmeler, olayları bağlamak için süslü cümleler girince roman fazlasıyla şişmiş. Daha düzgün bir 68 romanını çıkıp ben yazmak isterdim ama kitap piyasası 68 odaklı romanlara doydu artık. Hep melankolik, yenilgiyi işleyen, süslü, kaba şiirsel romanlar okuyucunun estetik beğenisini daha da aşağıya çekti.
Sevgili Gün Zileli, konu Marx. Marx’a göre odaklanmamız gereken birincil nokta sınıf çatışması, üretim şekilleri ve üretim ilişkileri ise ve devrim sadece çok gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşebiliyorsa, neden Rusya gibi tarımsal bir toplumda devrim oldu? Bunun sebebini sadece 1. dünya savaşına bağlayabilir miyiz, yoksa başka etmenler de var mıdır? Marx’a göre devrim gerçekleştikten sonra çok da fazla altını çizmediği diğer domination grupları yok olacaktı, mesela etnik konular, cinsiyet meseleleri gibi. Devrim gerçekleştikten sonra neden kaybolmadılar? bunu sadece insan doğasıyla açıklayabilir miyiz? Belki bu sorular için geç kalındı ama siz bi aydınlatıverin. Saygılar
Bildiğim kadarını yazmaya çalışayım. Marx’ın devrim projesi oldukça şematik ve hatta pozitivisttir. Devrimi tamamen ileri üretici güçlere bağlamıştır. Oysa devrimin geri üretici güçlerin olduğu yerde patlaması doğaldır, çünkü buralarda işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıflar (köylüler) henüz sistemin çarkları içine alınamamışlardır ve ekonomik yapı daha istikrarsız, kültürel yapı daha çok parçalıdır. Keza devrimi bir cennet diyarı gibi tasarlamak hatalıdır. Sorunların en büyüğü devrimden sonra ortaya çıkar, çünkü taşlar yerinden oynamıştır ve gerek eski sınıflar gerekse yeni egemenler (bürokrasi) iktidar için bir ölüm kalım savaşına girmişlerdir. Buna, dünya kapitalist düzenini sürdürmekle görevli emperyalist-kapitalist ülkelerin dış müdahale ve ambargolarını da ekleyin. Bu durumda devrim paradigmasında köklü bir değişiklik yapmak gerekmektedir. Devrim, iktidarı ele geçirme mücadelesini bırakmalıdır. Bunun yerine iktidarı parça parça yok etme ve devlet iktidarlarının yerine konsey ya da komünleri koymaya girişmelidir. Varsın o bölgede devlet de olsun. Eğer bölgedeki halk konsey örgütlenmesine eğilim göstermişse devlet örgütlenmesi orada bir iskeletten farksız hale gelecektir.
2 sorum var. Birincisi, 150 no’lu sorucuya verdiğin cevap, yani savunduğun teori bugünlerde Rojeva’da pratiğe dönüşmüyor mu ya da ne düzeyde dönüşüyor ve sen bu işin neresindesin?
İkincisi ise son günlerde tartışma yaratan Cengiz Balsoy’un “Sosyalizm kavramı demokratik özerklik kavramından geri bir kavramdır” başlıklı yazısı hakkında görüşlerin neler? 5 gün önce özgür gündem’de yayımlanmıştı.
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=119038&haberBaslik=Sosyalizm%20kavram%C4%B1%20%E2%80%9Cdemokratik%20%C3%B6zerklik%E2%80%9D%20kavram%C4%B1ndan%20geri%20bir%20kavramd%C4%B1r&action=haber_detay&module=nuce
Merhaba. Önce anılarınızdaki samimiyet ve dürüstlüğünüz için teşekkür etmek istiyorum. Oto-aklama niteliğindeki çoğu anı kitabının tersine, sizinkiler üç ciltlik bir belgesel gibi olmuş. Bu kadar dürüst bir anı kitabı hiç okumamıştım, okuyabileceğimi de sanmıyorum.
Soruma gelince…Son Vişnelik toplantılarının katılımcılarından ve imzacılarından biriydiniz. Sitenizde bu toplantılara ilişkin bir yazınızı aradım fakat bulamadım. Öncelikle, eğer aksi yönde bir karar yoksa bu toplantıya ilişkin gözlemlerinizi ve tartışmaların içeriğini yazmanızı rica ediyorum. Emek Partisi adına ilk toplantıya Aydın Çubukçu katılmıştı ama ikinci toplantının imzacıları arasında Emep’li bir isme rastlamadım, süreçten çekildiler mi? Son olarak, siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, umutlu musunuz, birleşik bir mücadele cephesinin ne tür bir yapıyla inşa edilebileceğine inanıyorsunuz?
Kolay gelsin.
Selamlar, Vişnelik toplantılarına Ankara’da olduğumdan katılamadım ve pek de yakından izleyemedim, ancak genel tutuma da katıldım ve imzamı verdim. EMEP’in durumunu bilmiyorum ama Aydın Çubukçu’nun imzası var diye hatırlıyorum. Devrimci blokun yerel toplantılar ve giderek de konseyler aracılığıyla örgütlenmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Yani bu oluşum üstlerde kalmamalı, hayatın içine inmeli ve bütün emekçileri kucaklamalıdır. Bunun organı da komünler ya da konseylerdir.
Her türlü yerel inisiyatifi desteklerim, Rojeva’da ne olup bittiğini iyi bilmiyorum ama sanki biraz abartıldığı ve propagandif yanı ağır basıyormuş gibi bir hissiyat içindeyim. Yanılıyor olabilirim tabii. Cengiz Balsoy’un yazısını okumadım, içeriğini bilemiyorum. bir okuyayım da söylerim düşüncemi. selamlar.
Cengiz Balsoy’fun yazısını okdum. Söyledikleri bana doğru geldi. Yani sosyalist devletçiliktense halkın inisiyatif kasandığı demokratik özerklik gerçekten de daha olumlu. Ne var ki, Cengiz’in Kürt ulusal hareketi konusunda fazla iyimser olduğunu düşünmektene de kendimi alamadım.
Öte yandan Özgür Gündem’de yazıyla ilgili konmuş temsili resmi de fazlasıyla propagandif buldum. Bu tür resimler eskiden Maocu propaganda broyürlerinde bulunurdu. Mutlulukla üreten halk resmi oldukça yapaydır. Bugünlerde aynı tarzı Yahova Şahitlerinin broşürlerinde görüyoruz.
İşte sorun tam da Ali Karatay’a verdiğin cevapta Gün Zileli. HDP tarafı tam da senin bu söylediğin komün, konsey tipi örgütlenmeyi hayata geçirmeye çalışırken ve bu tür teorileri yayınlarında öne çıkarırken senin imzacısı olduğun ortodoks marksist oluşum, bu tür söylemleri liboşluk olarak yaftalıyor. Şu savunduğun şeyleri HDP ile mi daha çok yaygınlaştırırsın yoksa Aydın Çubukçu, Metin Çulhaoğlu gibilerle mi? Sana Cengiz Balsoy mu daha yakın Aydemir Güler mi?
AKP ile işbirliğine son versinler, onlara da katılırım.
AKP ile işbirliği denebilir mi ? AKP şu anda Kobanide İSLAM DEVLETİNE YENİ BAŞKENT OLSUN VE HEM TÜRKİYEDEKİ 1,5 MİLYON SIĞINMACIYI BURAYA YERLEŞTİRMEK…HEM DE BU YENİ DEVLETLE BAŞTA PETROL OLMAK ÜZERE HER TÜRDEN EKONOMİK İLİŞKİ VE KONTROL SAĞLAMAK İÇİN İŞİDİ kürtlerin üzeri ne olanca vahşetiyle saldırtırken ve buna kürt hareketi çok az bir destekle savaşırken…biraz haksız bir ibare olmuyor mu?
şu anda bile işbirliği devam etmektedir.
kürtler sınırları yıkarken ne işbirliği olabilir ki… birileri bu devletin “güvenlik sınırlarını korumak için” tır ve trenlerle çetelere tank vb silahlar sağlarken, diğeri ölümüne ve asimetrik bir savaşı sürdürenlerle dayanışmak için sınrları anlamsızlaştırma mücadelesindeyken…
her ikisini eşit ve işbirliği içinde göstermek, zalimi mazlumla bir görme olur ki ne denir, bilemiyorum.
arada siyasi temaslar olması ise sözü edilen, bilinmelidir ki savaşın daha az yıkıcı olması için, bu tür temaslar gerekli olabilmektedir.
kürt hareketinin AKP Diktatörlüğünü neden yıkamadığı gibi absürd bir “öneri” ile ise uğraşmaya değmez zira daha dün ve üst üste 10. kez Türkiye halklarından onay almış bir iktidarı kimse yok farzederek politik mücadele veremez…
bu klasik “ya hep ya hiç devrimciliği” görülüyor ki hiç bir olumlu sonuca yol açmıyor. AKP DİKTASI YIKILACAKSA EN ÖNCE ZİHİNLERDE YIKILMALIDIR Kİ BU ONU YOKSAYMAKLA DEĞİL, GÜCÜNÜ BİLEREK MÜCADELE İLE OLUR…BU DİKTA ÖNCELİKLE TÜRKİYE HALKLARININ ZİHNİNDEKİ ALGIDA YIKILMALIDIR….BUNUN YOLU, IŞİDİN KOBANİDE OLDUĞU KADAR, BU ZİHNİYETİN ÜRETİCİSİ OLAN TOPLUM KESİMLERİNİN VARLIĞINI REDDETMEYEN, ONLARIN NEDEN BAŞKA TÜRLÜ ALTERNATİFLER ÜRETEMEDİĞİNİ HESABA KATAN BİR YAKLAŞIMI GEREKTİRİR.
ukrayna’da göstericilerin lenin heykelini yıkmasıyla ilgili görüşünüz nedir?
Ukrayna’da dev Lenin heykeli göstericiler tarafından yıkıldı
Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Harkov’da gösteri düzenleyen milliyetçi bir grup, kent merkezindeki Lenin heykelini yıktı.
Ukrayna’nın geriye dönüşü olmayan yola girdiğini kanıtlamak, Ukrayna ile Rusya arasında yeniden Sovyetler Birliği benzeri birlik kurulmayacağını göstermek isteyen ulusalcılar, Harkov şehrinde 20 metre boyundaki en büyük Lenin heykelini devirdi.
Şehrin “Özgürlük” meydanına toplanan 3 bin kadar gösterici “Yasasın Ukrayna” sloganları atarken, başka bir gurup dev heykelin ayaklarını kesmeye başladı. Bronzdan dökülmüş Lenin’in ayaklarını zayıflatma çalışması 3 saat kadar sürdü.
Yüzlerinde maske bulunan gençler bu çalışmayı yürütürken meydanda tek bir polisin görünmemesi dikkat çekti.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27294705.asp
bu konuyu daha önce yazmıştım. Ukrayna kategorisindeki yazılara bir göz atınız. Bununla birlikte kısaca belirteyim: Ukrayna’da Lenin heykeli Rusya’nın Ukrayna’daki egemenliğinin sembolü haline gelmişti. Bu yüzden yıkılması haklıdır. Zaten aslında bütün heykellerin yıkılması gerekir. Yani sanatsal heykelleri değil,devletsel heykelleri demek istedim.
Doğru ama bu Ukrayna devleti ve milliyetçilerinin safında olmak anlamına gelmez mi? Irak’ta da Şiilerin işgalci ABD ile birlikte Saddam heykellerini yıkması olumlu bir değişiklik getirmedi.
Bence tek istisna bizdeki Atatürk heykelleri.
Mahsum Korkmaz’ın heykelinin yıkılması da yanlış. Ama onu öldürüp sonra şehit ilan ederek kullanan PKK’nın heykelini dikmesine de karşıyım.
Mahsum Korkmaz’ı PKK öldürmemişti, bildiğim kadarıyla TSK ile çatışırken ölmüştü. O anda kiminle aynı safa düştüğümüze bakarsak bu dünyada hiçbir şeyi savunamayız.
http://www.nasname.com/a/abdulkadir-aygan-efsanelesen-mahsum-korkmazi-pkk-oldurdu
gerçekse korkunç.
Cengiz Baysoyun adı geçen yazısı, solun geçikmiş, hatta kasten geciktirilmiş olan tartışmasının başlama vuruşu olabilir…sitede “duyurular” bölümü içinde yayınlanıp tartışılmasında fayda yok mudur, ne de olsa “sosyalizm, devlet ve ücretli emek vb.” konuları anarşizm ile ayrışma sebeplerindendir de, aynı zamanda…
yeniden yollar mısın yazının linkini, koyalım.
yazılar mailime geliyor ve bu işlerden anlamıyorum…yalnız “özgür gündem. com” ya da genellikle “göçebeatölyeler” sitesinde bulunabilir sanıyorum.
Cengiz Baysoy da ilginç bir insan. Lenin binlerce insanı Kronstadt’ta tavuk keser gibi kesmiş, bolşeviklerin otoritesini onaylamayan, bütün iktidar sovyetlere diyen bütün devrimcileri kurşuna dizdirmiş, sol komünistlere bile tahammül edemeyip susturmuş, Cengiz Baysoy gibiler hiçbir şey olmamış gibi kendilerini leninist olarak tanımlamaya devam ediyorlar.
insanbu sitesinde Taylan Kara dün bir yazı yayınladı, yine ortalık karıştı. Takip ediyor musun tartışmaları Gün Zileli? Aslında tam senin uzmanlaştığın konular, sanat siyaset iktidar tartışmaları. Vaktin oldukça sen de kanaatlerini bildir, görüşlerinden faydalanalım.
bir bakayım. Taylan bana yazılarını yollardı ama…
Perinçek de dahil TİİKP savunmasını imzalayanlar o günkü görüşlerinde samimi miydiler, yoksa bu savunmalarda da Aydınlıkçıların tipik reelpolitikerliği mi ağır basıyordu?
Tek tek herkesi bilmek mümkün değil elbette ama bence o günkü görüşlerinde samimiydiler. Bu hareketin reelpolitiğe bulaşması 1975 yılından itibarendir.
İP’nin Kürt illerinde yeni büyüme hamlesi hakkında ne düşünüyorsun?
ne düşünmeliyim… Herkes her yerde birilerini bulabilir.
Özgür Yazılım Hareketi hakkında ne düşünüyorsunuz? Big Brother düzenine karşı bu konuyu da araştırmanızı öneririm.
Gün abi merhabalar ben bi ALEVİ olarak TKP ye sempati duyuyorum.. genelde aleviler CHP ye oy veriyor sorum şu gün abi tkp ve ödp arasındaki fark ne sizce CHP yi sol olarak görmüyorum bu arada..HDP ye nası görüyosun gün abi. ben TAM BAĞIMSIZ SOSYALİST TÜRKİYE’DEN YANAYIM..
TEŞEKKÜRLER..
selam Eren,
“Tam bağımsıslık” diye bir şey yoktur, bu bir ilüzyon. Bu sistemde var olan her devlet kapitalizmin bir parçası olmak zorundadır. Ya da Kuzey Kore gibi otarşik bir diktatörlüğe yönelmek zorunda kalırsın. Bunun yerine devletsiz özerk toplumları savunmak daha akıllıcadır. ÖDP’yi TKP’den olumlu görürüm. TKP halen Stalinizmden kurtulabilmiş değil. Birleşik muhalefet hareketi içinde ikisi de yer alıyor gerçi. Bugünün görevi akp diktatörlüğüne karşı direnmektir. HDP’yi de olumlu görüyorum. Gerçi içindeki liberaller bir sorun. Diğer bir sorun ise AKP ile uzlaşma çabaları. Eğer bu iki sorunda olumlu bir gelişme gösterirse HDP daha da olumlu bir çizgiye gelebilir. sevgiler.
Hayatın böyle küçük örgüt karşılaştırmaları ve hesap kitap yaparak, 1500 kişilik stalinist örgütler için formül üreterek geçip gitti Gün Zileli.
Nasyonal sosyalistlerden medet ummaya devam et sen.
gün abi çok tşk ederim cevabın için. ben senin yarılma kitabını okudum çok akıcıydı gerçekten tekrar takrar okudum. gün abi benim babam eski solculardan halkın kurtuluşu örgütüne üyeydi dayım tikkocuydu yani anlayacağın solcu bi ailem var sülalemde öyle babam derdi ki pkk nekadar devrimci yurtsever demokrat varsa katletti dedi doğuda dersimde özellikle bu bölgenin hakimiyeti benim dermiş zamanında dev yol dev sol halkın birliği tdkp gibi örgütler pkk ile mücade etmiş. pkk faşistmi sence gün abi bana göre evet..
pkk- aydınlık çatışması. (pkk’nın ilk sindirmeye çalıştığı grup maoist aydınlık dergi çevresi olmuştu.)
pkk- devrimci halkın birliği çatışması (en kanlı çatışma buydu, dersim, diyarbakır, gaziantep’e yayılan çatışmalarda onlarca devrimci yaşamını yitirdi)
pkk-tkp: özellikle tkp’nin batman ve diyarbakır’daki gücünü yok etmeyi hedefleyen çatışmalardı.
pkk-halkın kurtuluşu çatışması: elazığ, dersim, kars, diyarbakır, gaziantep. (bu çatışmanın temel nedeni pkk’nın halkın kurtuluşu’na “benim bölgemde faaliyet yürütemezsiniz” dayatmasıydı)
pkk-devrimci yol çatışması: pkk’nın dersim’de devrimci yol üyelerine silahlı saldırıda bulunmasıyla başlamştır.. PKK doğuda hakimiyet bende diyerek devrimci yurtsever demokrat insanları katletmiştir gün abi pkk faşist değilmi sence aynı mhp gibi ?
gün abi merhabalar sen 68 kuşağındansın bilirsin deniz gezmiş ile mahir çayan arasındaki belirgin bi fark var mıydı ??
farklar vardı elebette. Deniz Gezmiş bir doğrudan eylemciydi. Mahir ise teorisyendi.
bence bu çok kestirme bir sonuç olur. PKK bir ulusal kurtuluş hareketiydi diyebiliriz. Ama Kürt bölgelerinde örgütsel tekel kurabilmek için o döremlerde diğer kürt ve Türk solu örgütlerine zorbalık uygulamıştır. Fakat bu hakimiyeti kurduktan sonra bu tür olaylar azalmıştır. Bir de şu var: PKK kitleselleştiği ölçüde bu tür çatışmalardan da uzaklaşmıştır. Bu arada kendi içinde uyguladığı terör dönemi gelmiştir tabii. Sanırım zamanımızda bu iç terörden de söz edilemez. En azından örgüt içi infaz anlamında.
bu pkk ile sınırlı bir durum değildir. Bütün sol örgütler, bölgesel hakimiyet uğrunda birbirlerine karşı terör uygulamışlardır ne yazık ki. Bu, örgütlerin tabiatında var.
Piyon, Taşeron Ve Anti-Kürd: PKK
Son gelişmelerle artık her şey net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bunu anlamak istemeyen kişilerin iyi niyetli oldukları da söylenemez. Özünde derin tezgâhlarda dokunan kirli ilişkiler üzerinden inşa edilen PKK hareketinin anti-Kürd bir örgüt olduğu konusunda hala şüphesi olanlara önerilen tek şey bir doktora görünmeleridir. Bu kirli ilişkiler öyle ustaca örülmüştür ki bu kadar uzun soluklu olagelmiştir. Kemalist-faşist TC devleti PKK’yi sadece kuzey Kürdistan’da kullanmakla yetinmemiş, O’nu Kürdistan’ın diğer parçalarında da kullanarak Kürd dinamiklerini parçalamıştır.
PKK pratiği ve ideolojik kirlilik içinde Kuzey’de Kemalist, Güney’de Saddamcı, Doğu’da Molla Rejimi’ne hizmet etmiştir. Suriye’de de Esad Rejimi’nin bekçiliğini yapmıştır. Faşist Kemalist devlet gelişen Kürd Ulusal Demokratik Mücadelesini bertaraf etmek için kurmay heyetini harekete geçirerek PKK’yi bir misyon örgütü olarak devreye sokmuştur. Yurtsever/sol tandanslı birçok Kürd örgütleri bunların eliyle ve katliamcı bir mantık ile ortadan kaldırılmıştır. Kürdün özgürlüğüne kelle koymuş Kürd gençlerini sivri Kürdî söylemlerle kendiçekim alanına soktuktan sonra bunları da imha etmiştir.
PKK, İran’da İ-KDP’nin öncülüğünde gelişen Kürd mücadelesini zayıflatıp, molla rejimine PJAK’ı devreye sokarak hizmet etmiştir. Doğu Kürdistan’da gelişen mücadele bu şekilde sömürgeci Fars devleti için tehdit olmaktançıkarılmıştır. PJAK, PKK’nin bir kopyası olarak doğu, Kürdistan’ın şartlarına uyarlanmış halidir.
Suriye’de de faşist ve totaliter BAASÇI Esad Rejimi’nin bekçiliğini üstlenen PKK, son süreçte Suriye’de gelişen muhalefet hareketlerine Kürdlerin destek vermemesi için binlerce militanı ve milisini seferber ederek; Kürdleri bu halk hareketine destek vermekten alıkoymuştur. Amaç; hem Esad Rejimi’nin ömrünü uzatmak, hem de Kürdlerin bir statü (bölgesel özerklik-otonomi vb.) kazanmalarını engellemektir. TC de yüksek perdeden Suriye’deki gelişmeleri bir iç meselesi olarak ifade ederken, Kürdlerin o bölgede elde edebilecekleri statüyü işaret etti. Bu bile PKK’nin TC’ye nasıl hizmet ettiğinin ve net anti-Kürd politikasının profilidir.
PKK, Güney Kürdistan’da da benzer yerel örgütlenmelerle ve Saddam ile işbirliğine girerek, Kürdlerin kazanımlarını engellemek istediyse de KDP ve YNK karşısında bunu gerçekleştiremedi. Binlerce Peşmergenin katledilmesi, oradaki yurtsever güçleri işbirlikçi ve hain ilan etmesinin altında yatan gerçek, Kürdlerin Federal statüsünü engelleyememiş olmasındandır. Öcalan defalarca İmralı’dan Güneydeki Federal Kürd statüsünü hedef göstererek TC’ye olan bağlılığını ifade etti. Bunları görmeyen varsa geriye doğru gidip görüşme notlarına baksınlar.
PKK, asıl piyonluğunu ve taşeronluğunu şimdiki süreçte daha sinsice oynayarak misyonunu tamamlamak istiyor. Bir taraftan Kürd Konferansı talebiyle hâlâ Kürd motifi oynamayaçalışırken, bir taraftan da tüm Kürdleriçekim alanına alarak nispi kazanımların imhası temelinde komplocu rolünü yerine getirmeyeçalışmaktadır. Bu tehlikeli oyuna izin verilirse, Kürdler ulus olarak varlıklarını sürdüremez ve statüsüzlüğü kendi elleriyle hazırlamış olacaklardır. PKK’nin asıl amacı Molla Rejimi ve TC’nin Güney Kürdistan’daki federal bölgeyi ortadan kaldırması için gerekli zemini oluşturmaktır.
Peki, bunun PKK’ye ne yararı olacak diye düşünebilirsiniz! Her bir parçası sömürgeci ülkenin birer parçası haline getirilmiş olan Kürd bölgelerinin ekonomik/sosyal ve politik rantının bunlara sunulması yetmez mi? Bölge insanı üzerinde estirilecek şiddet ve uygulanacak despotluk tek bir muhalif sese izin vermeyecek kadar katı olacaktır.
PKK’nin taşeron ve piyon bir örgüt olduğu açıktır, ancak bu TC’nin dediği gibi ABD veya Avrupa’nın değil, bizatihi TC devletinin, İran’ın ve Suriye’nin piyonu ve taşeronu bir örgüttür. Değişen koşullara uygun farklı seçeneklerle bu üç devlet PKK’yi Kürd politikalarına uygun farklı şekilde kullanarak anti-Kürdlük temelinde yaşatmak zorundalar. PKK’nın ipleri bunların elinde olduğundan dolayı, Kürdlerin PKK ile aralarına mesafe koymadan sağlıklı bir mücadele geliştirmeleri de olanaklı değildir.
26 Ağustos 2011
Menaf Dermez
http://www.nasname.com/a/piyon–taseron-ve-anti-kurd-pkk
Cinayet işleme ve terör estirme kapasitelerine göre terör şebekelerini sıraladığımızda Türkiye de ilk üç sırayı şu örgütler alıyor:
1-Generallerinin başını çektiği Türk faşistleri (TSK, Polis, MİT, Korucu Kürt aşiretleri ve MHP)
2-PKK (Kürt faşistleri)
3-Silahlı radikal Türk solu (sol maskeli Türk faşistleri)
Bu cinayet ve terör örgütlerinin bellibaşlı ortak özellikleri şunlardır:
1-Zalimlik, vicdansızlık, normsuzluk, insani tüm değerlerden yoksunluk.
2-Her türlü hukuki denetimin dışında olmak. Hukuku, insan haklarını ve demokrasiyi ciddiye almamak.
3-Terör ortamını varlık nedeni olarak görmek. Terör ortamının son bulabileceğinden çok korkmak. Siyasi cinayetleri politik yaşamın temel dinamizmi olarak görmek. İnsan ömrüne hiç değer vermemek.
4-İnsan etini temel yiyecek, insan kanını temel içecek olarak kullanmak.
5- Ölüme gitme talimatını uygulamaktan vazgeçen insanlardan nefret etmek. Onları dünyanın en aşağılık yaratıkları olarak görmek.
6-Özellikle Dersimliler başta olmak üzere tüm Alevilere büyük bir düşmanlık beslemek.
7-Türk ve Kürt faşislerinin boyunduruğu altına girmeyen Dersimlileri evlerinden alarak kurşuna dizmek. Kurban seçtikleri Dersimli erkeklere çaresizliği ve bahtsızlığı iliklerine kadar hissettirmek için karısı ve çocukları ile vedalaşmasına müsaade etmek. Yani ölüme mahkum edilen Dersimli erkekleri güç gösterisi ve eğlence için yanında hiçbir silahlı adamları olmadan kısa süren bir açık izne çıkarmak.
8-Dersimlilere işkence ve hakaret etmekten büyük bir haz almak.
9-Öldürdükleri Dersimlilerin Dersim geleneklerine göre defnedilmesine bile müsaade etmemek.
10-Dersim topraklarının asıl sahibi olduklarını ileri sürmek. Dersim için savaştıklarını çok sık biçimde dile getirmek. Savaşmayan Dersimlilerin yurtlarını yitirdiklerini beyan etmek.
11-En kirli ve kanlı dolapları Dersim topraklarında çevirmek.
12-Sıradanlığı, apolitik olmayı ve normalliği Dersim de ayıplamak ve suç saymak.
13-Ali Haydar Kaytan veya Hıdır Sarıkaya gibi cani tipleri Dersim erkeklerine modal model olarak dayatmak. Bütün Dersim erkeklerini kriminal olarak görme arzusu taşımak.
14-Dersim in sonunun gelmiş olmasından bütünüyle benden olsalardı başlarına bu gibi bir felaket gelmezdi gibi bir sonuç çıkarmak.
15-Öte yandan, Dersimlilerin Türklüğü , Kürtlüğü ve solculuğu yla kendi aralarında alay etmek. Dersimlileri asla gerçek Türk, Kürt veya solcu olarak görmemek.
16-Dersimlileri kendi amaçları için kullanılacak gerizekalılar olarak görmek. Ailesini ve akrabalarını korumak isteyen Dersimlileri ya öldürmek ya da sürgün etmek.
17-Topraklarına dönen Dersimlileri Vay anasını! Sen bayağı akıllıymışın yahu! Demek ki büyük şehirlerde tutanamadın ve toprağın değerini anladın. Gel bakalım, sen bu aklı kimden aldın acaba diyerek esir almak. Günlerce aç bıraktıktan ve epeyce eğlendikten sonra öldürmek.
18-Dersimlilere her zaman en fazlasından gerçeğin yalnızca % 66.6666667 sini söylemek:
Birincilerin optimal açıklığı: Bakın 2 ve 3 numara size ne biçim zulüm ediyor!
İkincileri optimal açıklığı: Bakın 1 ve 3 numara size ne biçim zulüm ediyor!
Üçüncülerin optimal açıklığı: Bakın 1 ve 2 numara size ne biçim zulüm ediyor!
Özetle, hukuksuzluk yalnızca devletin bir özelliği olmayıp toplumun da özelliğidir. İnsani bir cepheden tüm cinayet şebekelerine karşı tutarlı kitlesel bir tutum alinabilseydi bugün durum çok farklı olabilirdi. Bir avuç aydının dışında Türkiye de namuslu insan yoktur. Her şey satılıktır. En meşhur insan hakları savunucularının bile rakı parasına vicdanlarını sattıklarını ve terör cephelerinden birinin kapısında beklediklerini görüyorsunuz.
Çok çirkin yüz gördüm. Mehmet Ağar, Tansu çiller, Erdal İnönü, Kenan Evren, Necdet Menzir, Bayram Kartal, Türkeş, Veli Can Oduncu , Abdullah öcalan, Ali Haydar Kaytan, Hıdır Sarıkaya, Dursun Karataş
Şu sıralar bence en çirkin surat Akın Birdal ın suratıdır. Çünkü Akın Birdal insan haklarını çiğ köfte karşılığında satarak dillerini bile anlamadığı vicdansız Kürtlerin kapısında beklemektedir. Apo hayranı insan hakları savunucusuna bakın! Apo ile birlikte insan hakları mücadelesi verecekmiş! Gel de çatlama! İnsan zekası bu kadar aşağılanabilir!
Akın Birdal gibi (çıkarıldı. admin) yüzünden bu ülkede doğru düzgün rol modelleri ortaya çıkmıyor. Akın Bey in politik inandırıcılığı küçülürken dikkat ettiniz mi, yüzü gittikçe büyüyor. Aslan sütünden olsa gerek
Ne yazık, herkesin artık bu dünyadan göçmüş olan atalarımızı tanıma imkanı olmadı. Onun için kime benzemeleri gerektiğini bilmiyorlar
Mehmet Yıldız
http://istanbul.indymedia.org/tr/news/2007/11/222376.php
IŞİD’i görünce laikliğin kıymetini anladınız mı?
Ben laik değil, dinsizim. 12 yaşımdan bu yana.
50 yıllık deneyiminiz ışığında günümüz Türk edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin gençliğinizle günümüzdeki edebiyat ortamları arasında nitelik farkı var mı? Bir ilerleme veya gerilemeden söz edilebilir mi? Kırk sene evvel vaziyet nasıldı şimdi nasıl?
Beğendiğiniz, takip ettiğiniz, önerdiğiniz yazarlar vardır mutlaka.
Emrah Serbes, Enver Aysever, Ece Temelkuran gibi hem medyatik hem de Akp karşıtı solcu yazarların çok satan romanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kızınız Irmak Zileli aynı zamanda ülkemizin önde gelen edebiyat eleştirmenlerinden biri. Irmak hanım son romanınızı nasıl buldu? Neler konuştunuz?
Tabii bunlar uzun bir röportajın soruları. Kısaca değerlendirecek olursam, bugünkü edebiyat ortamını geçmişe göre bir hayli gerilemiş buluyorum. Yani pek iyi örnekler çıkmıyor ortaya. Emrah Serbes ve Ece Temelkuran’ı okumadım. Enver aysever’i okumaya kalktım ama adetim olmadığı halde yarıda bırakmak zorunda kaldım. çok kötüydü. Son romanının iesmi biele nasıl bir şey olduğunu okumadan ele veriyor. Irmak’ın edebiyat yazıları yazdığını biliyorum ama edebiyat eleştirmeni olduğunu bilmiyordum. Irmak son romanımı beğendi. Daha çıkmadan okumuştu. Onun eleştirilerinden de yararlandım ayrıca.
Meraba sosyalistlerin,anarsistlerin veya sol çevrelerin Kafkasya da çeçenlerin Doğu Türkistan da Türklerin direnişini ve kimliklerini elde etmek için gerçekleştirdikleri veya devam eden mücadelelerine bakış açısı nasıldır merak ediyorum doğrusu biraz bu konular türkiyede islamcilarin ve milliyetçilerin ilgilendiği bi konu olarak görülür ve gerçekten de öyle.Sol çevrelerde her gün kobane veya Kürdistan hakkında yazılar yazılırken haberler yapilirken nicin bu konular görmezlikten gelinir ve oralardaki ezilen halklar fasistlerin kucağına atilir(başka tabir bulamadım) gerçekten anlamıyorum.Sizin bu konudaki görüşleri benim için çok değerli vereceginiz cevap için teşekkür ederim.
Ezilen halkların mücadelesi desteklenmelidir elbette. Bu halklar, önce Çarlık Rusyasının, sonra Stalin SB’sinin ve bugün de Rusya Federasyonu’nun baskısı ve zulmü altındadır. Ne yazık ki, çarpık ideolojik saflaşmalar nedeniyle Çeçenler IŞİD’e en çok savaşçı yollayan halklardan biridir. Bunda Çeçenlerin mücadelesine hiçbir zaman omuz vermemiş seküler güçlerin hiç mi suçu yoktur?
http://marksist.net/oktay_baran/dogu_turkistan%E2%80%99da_ulusal_sorun.htm
Yazı iyi de Lenin’in ulusların kaderlerini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanıdığı doğru değil. Finlandiya dışında hiçbir ulusa bu hak tanınmamıştır SB’de.
Bencede Çeçenlerin ve Uygurların mücadelelerini islamcı ve milliyetçi argumanlara dayandırmalarının sebebini demokrat ve sol çevrelerin onların sesini duymamaları(kasıtlı olarak),sbkp ve çkp nin zamanındaki uygulamalarını koşulsuz bir şekilde anti emperyalist politikalar saymalari bu politikalara direnen halkları da işbirlikçi,dış mihrakların oyununa gelmiş halk görmeleri(zaman gazetesi tavrı adeta) gelmekte.Bu halklarda bence doğal olarak kurtuluşlarını diğer emperyalist ülkelerde ve islamcilarda görmektedir.Halbuki kürt ulusal sorunundan sonra ilgilenilmesi gereken en önemli ulasal sorun olması gerekirken kasıtlı olarak gormezden gelinmesi kabul edilemez.Çünķü türkiyede yaşayan çeşitli kafkas halklarının çeçenlerle akraba olmaları ve milliyetçi tarih anlayışına göre Uygurlarında soydaş olması ayrıca önem arzetmesine sebeb olmalıydı ancak seküler çevrelerin bu konuda duyarsız kalması onları bu yönde davranmaya itmistir.Sonuç olarak tüm sol çevrelerin bu konuda bir özeleştiriye ihtiyacı var.
haklısınız.
Kısmen bu görüşler haklı olsa da, işin bir de ters yüzü yok mu?
çeçenlerin, uygurların (benzeri daha başka gruplar da vardır) en azından elit kesiminin, daha çok da devletin derin çekirdeği ( Kabuk değil öz devlet) tarafından “gizli emeller için ” bir araç (vasıta) olarak kullanıldığı bilindiğinden, demokrat ve sol cenahta mücadelelerine yeterince ilgi ve destek gösterilmediği, gibi…
http://marksist.net/ezgi-sanli/dogu-turkistan-sorunu-alevlenirken.htm
Merhaba, Marx’ın “Feuerbach Üzerine Tezler”inin 1. tez kısmındaki “iğrenç, Yahudice görünüm biçimi”nden kasıt nedir, yardımcı olabilirseniz çok sevinirim:
“Feuerbach’inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar varolan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin [Gegenstand], gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] olarak kavranmasıdır. Böylece etkin yön, materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirilmiş oldu – ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm, bu biçimdeki gerçek, duyusal eylemi elbette bilmez. Feuerbach, düşünce nesnelerinden gerçekten farklı duyusal nesneler istiyor, ama insan faaliyetinin kendisini nesnel [gegenständliche] faaliyet olarak kavramıyor. Böylece Hristiyanlığın Özü’nde teorik tutumu, biricik gerçek insan tutumu olarak görüyor, oysa pratik yalnızca iğrenç, Yahudice görünüm biçimi içerisinde kavranıyor ve sabitleştiriliyor. Böylece “devrimci” faaliyetin, “pratik-eleştirel” faaliyetin önemini anlamıyor.”
bunu cevaplayacak yetkinlikte değilim. Belki cevaplayacak arkadaşlar vardır.
19 yüuzyillarda yahudilerin tertipsiz,toplumdan dislanilan,cingenevari yasam bicimiyle taniniyorlardi.
Anschauung sezgi degil,temel Bakis acisidir. Hiristiyanligin özü kitabi Feuerbach a aittir. O kitabi elestirir.
Marksin bu elyazmalari marks cöpe atigindan dikkatle incelenmeldir..
Marksin cikis noktasi bu tezlerde devrimci felsefedir.. Feuerbach öyle sanirimki tabiat,evrensel dünya görüsündenden hareket eder..
Bana görede bu tezler cöplüge aittir..
Detaylı bilgi için teşekkür ederim hortlak:)
Abi, aşağıdaki yazı ile, “Köy Enstitüleri Yeniden” isimli facebook sayfasında karşılaştım. Ben, amaçlarını ve çalışma şekillerini oldukça doğru buluyorum ve bu hareketin muhakkak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum; eğer sen de okuyup, fikrini paylaşırsan sevinirim.
Köy Enstitüleri yeniden projesi gönüllü organizasyonu iş, beceri ve proje gerçekleştirme temellidir.
50000 gönüllü hedefimiz için siz de arkadaşlarınızı davet edin lütfen.
“Kimseyi taklit etmeyerek kendi ihtiyaçlarımıza göre kendimizin olarak, belki de başkalarına örnek olacak şekilde kurduğumuz müesseseler” Hasan Ali Yücel
Köy Enstitüleri yeniden projesi ile köyün kalkınma sürecinin parçası ve yeni bir destanın yazılışının kahramanlarından olabilirsiniz. Köyün kendine yeterli ekonomik, sosyal ve toplumsal bir yapıya kavuşması pek çok temel sorunu kendiliğinden çözerek hak ettiğimiz bir gelecekte yaşamamızı sağlayabilir.
“Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviyeye getirebilmek yalnız klasik manadaki öğretmenle mümkün olmaz… Köylere öğretmen yetiştirirken bir taraftan öğretmeni çok cihetli işler görebilecek şekilde biçimlendirmeye çalışmak, diğer cihetten de öğretmenle birlikte köye giderek diğer iş sahalarında çalışacak elemanı yetiştirmek tedbirlerini almak lazımdı. Ancak o zamandır ki köyü bütün külliyetiyle içine alarak ileri kıymetli bir hayata kavuşturacak mesaiye başlanmış olur” İ Hakkı Tonguç
Köy Enstitüleri Yeniden projesi bu iki özel insanın topluma kazandırmaya çalıştıkları hasletlerin günümüz gerçekleri ışığında ele almayı deniyor. Bir köyü, beldeyi, kasabayı, şehrin bir semtini vb hedeflerimiz için ele alırken orada yetişmiş bir öğretmen, bir ziraatçi, bir ev kadını, gençleri vb aldıkları klasik eğitimleri de gözeterek yaşadıkları yerleri geliştirici projeler yapabilecekleri deneyimle donatmak olacaktır.
Bu gönüllü takımları her bölgenin kendine özgü koşullarını kendileri inceleyerek, soyut ve somut tarihsel değerler, kaynaklar vb ele alarak yaşadıkları yeri en iyi şekilde geliştirici, marka yapıcı, toplumu kalkındırıcı plan ve projelerini kendileri hazırlayacaklardır.
Bu noktada Köy Enstitüleri yeniden projesi günümüz ihtiyaçları çerçevesinde geliştirip dönüştürdüğü programlarla gönüllü organizasyonunun ışığı olacaktır. Sanat ve beceri eğitimleri eksenli, iletişim, mesleki gelişim, proje hazırlama, iş süreçleri, kooperatifçilik, ileri işletmecilik vb konularda programlar bir şey yapmak isteyen herkese kucak açıp köyü içten canlandırmayı, yine içinden çıkmış gönüllüler aracılığı ile gerçekleştirecektir.
Gönüllü takımları dışa yönelik başka köy, şehir, ülke vb ile proje, işbirliği, ürün satışı vb alanlarda hem kendileri iletişim kurabilecek hem de kurulacak koordinasyon merkezinin iletişim çevresinden yararlanacaklardır.
Sonuçta bu girişimler gönüllülerin kendilerinin ekonomik işletme, üretim, marka olma konularda bir güç birliği ile hareket etmelerini sağlayacaktır. Köylerin müzeler açmak, tarihi eserlerini korumak, köy yaşamını doğa ve çevreye saygılı şekilde geleceğe taşıyacak bir sivil bilincin topluma benimsetilmesinin aracı olacaklardır.
Toplumun kendini ifade etmesi, yazması, konuşması, üretmesinin önünde engel olmak değil bunları açık iletişim ve serbest girişimle genişleterek katılımı artıracaklardır.
Bu yapıda yer alan sivil toplum nüvelerinin büyük bir sivil toplum gücüne dönüşerek kalkınma, refah ve aydınlanmanın Anadolu’da yeni toplum biçimi olmayı, dönüşme ve dönüştürmeyi hedefleyeceklerdir.
Katkısı olan herkese teşekkürler.
Bu oturumun kolaylaştırıcısı
Ekrem Pehlivan
İletişim için ekremp@gmail.com
tarihteki köy enstitülerinin devlet projesi olması yönü bir hayli kuşku uyandırıcıdır. Ama bu proje olumlu elbette.
Hasan Ali Yücel’in, milli eğitim bakanı olduğu dönemde yaptığı işler hakkında ne düşünüyorsun?
hangi işler mesela?
Kitap çevirileri mesela… Onun yapılmasına önayak olduğu çevirileri kastediyorum.
Kitap çevirileri olumlu bir çabadır. Maarif Vekaleti Yayınları klasikleri çevirmiştir, özellikle de Yunan klasiklerini. Bununla birlikte Hasan Ali Yücel’in DTCF’de B. Boran ve diğer solcu hocalara solculuktan vazgeçmeleri için baskı yapması gibi olgular da vardır. Gökhan Atılgan’ın Behice Boran kitabında anlatılır bunlar.
Sen söylemeseydim eğer, kolay kolay haberim olmazdı, bu olaydan. Kitaptan da. Teşekkür ederim…
Bir öğretmenim, Mehmet Ali Aybar’ın “Neden Sosyalizm?” isimli kitabından, Lenin’in parti anlayışını eleştirildiği bir bölümü okuttu; bu konuda senin ile büyük ölçüde hemfikir olduğunu gördüm; bu düşüncelerini açıkça savunur muydu?
çevirdiğin kitap bitmedi mi daha. ne zaman okuycaz
Savunurdu savunmasına ama Aybar’da burjuva demokrasisine fazlasıyla açıktı kapılar.
Bitti.Şu sıra yayınevi aramakla meşgulüm.
iletişim neden basmıyor ki?
İletişim’e önermedim.
En sevdiğiniz türkü ve şiir hangisi gün abi
Niye ki?
Birçok.
Kibele’den basılan Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde çevirimi önce İletişim’e önermiştim ki, bu müthiş bir kitaptır. Neden olduğunu bilmiyorum ama reddettiler basmayı. Bu yüzden onlara artık çeviri önermiyorum.
Gün bey, size Hüseyin İnan’ı sormak istiyorum. Kişisel olarak tanıyor musunuz? THKO hareketinin lideri kesin olarak İnan mıdır yoksa Gezmiş ile beraber mi yürütmektedirler? Mahir ile kır ve şehir gerillacılığı dışında ayrıldıkları konular var mıdır ?
Yavuz Alogan’a neden çevirini sunmuyorsun? İmge’de editör değil miydi o?
Ona yolladım. Daha okumadı sanırım.
Selam abdullah arkadaş. Bana sadece Gün desen de olur. “Bey”lik pek benimsediğim bir şey değildir. Sorularına gelince:
Hüseyin İnan’ı kişisel olarak tanırdım. Yarılma’da birkaç enstantaneden söz etmiştim onunla ilgili. THKO’nun esas önderinin o olduğu söylenir ama bu sadece dolaylı bir bilgi benim açımdan. THKO ile THKP-C arasındaki ayrılıklar, bence kesinlikle gerçek bir ideolojik ayrılığa dayanmaz. Sadece SBF ve ODTÜ’deki arkadaş kümeleri çevresinde oluşmuş iki farklı örgütlenme söz konusudur.
Abi, senin bu konudaki düşüncen ne?
“1871 yılında, Paris Komünü’nün yıkılmasından hemen sonra yayınlanan, Paris Komünü üzerine yazdığı ‘Fransa’da İç Savaş’ isimli kitabında Marx, merkeziyetçilikten ve otoriterlikten bir hayli uzak, Bakunin’in savunduğuna çok yakın bir örgütlenme şeklini savunuyor.
Anarşistlerin Enternasyonel’e girdiği tarih olan 1868 yılından, Enternasyonel’den atıldıkları yıl olan 1872’ye kadar, Marx ile Bakunin arasında geçen bir anlaşmazlık da göremedim zaten; Marx ile Engels’in düşüncelerinin bu tarihten sonra merkeziyetçilik ve otoriterlik yönünde değişmesi ile birlikte (aynı kitabın ekler bölümünde yer alan, 1872 yılında yazdığı bir mektupta, Paris Komünü’nün başarısızlığının sebebin merkeziyetçilik ve otorite eksikliği olduğunu ifade ediyor Engels) çıkıyor, anarşitlerin Enternasyonel’den atılmasına kadar varan tartışmalar.
Bu yüzden, anarşistlerin, Marx’ın 1871 yılı sonrasındaki düşüncelerine dair eleştirilerini, -Stalin’in de ‘Anarşizm mi, Sosyalizm mi?’ isimli kitabında yaptığı gibi- Marx’ın ‘Fransa’da İç Savaş’ isimli kitabında söylediklerini kanıt olarak göstererek çürütmeye kalmamak gerekiyor.”
Bana pek doğru gelmedi. Kurdukları paradigme gereği Marx da Engels de merkeziyetçiydi. Bu paradigma, üretici güçlerin geliştirilmesinde merkeziyetçi devlet gücünü kullanmaktı. Bu da ancak merkeziyetçilikle olabilirdi. Lenin bunu uygulamıştır.
Katalonya’ya Selam’ın yazarı olan Orwell’ın anarşizmi yakın olduğu görülüyor; peki onun Troçkizme yakın bulunduğu bir dönem de oldu mu acaba?
Fransa’da İç Savaş’ta söylediklerini nasıl açıklamamız gerekiyor o halde?
ne troçkist ne de anarşistti. Sadece muhalif bir sosyalistti. Yani anaakıma muhalif. Bu yüzden de her halükârda İspanya devrimini doğru yorumladı.
yeniden okumam lazım. paragraf olarak varsa yolla bir bakayım.
31 Mart olayına nasıl bakıyorsunuz?
Gerici bir ayaklanma mıdır yoksa asker-sivil bürokrasiye ve İttihatçılara halkın tepkisi midir?
Meşrutiyetten sonra askerlik muafiyetlerine son verilen medrese talebeleri, ordudan tasfiye edilen alaylı subaylar ve erat gibi halk kesimlerinin mektepli subaylar, nazırlar ve mebuslar gibi iktidar odaklarına karşı bir hareketi değil miydi?
Hazır bir cevabım yok bu konuda. Devlet seçkinlerine karşı bir ayaklanmadır. Ne yazık ki, koyu sünni ideolojinin önderliğinde yürütüldüğünden olumlu görmek pek mümkün değil. Bu ayaklanmanın, Dersim’de yaşananlarla hiçbir benzerliği yoktur.
Kitap (Fransa’da İç Savaş) elimde yoktu, ama ekitap olarak buldum ve, bizi ilgilendiren bölümleri buraya kopyalayacaktım ama kopyalanmıyor. Link, bu: http://www.demokratikgenclikhareketi.org/kitap/icsavas.pdf
56. saydan 60. sayfaya kadar okuman yeterli, bahsettiğim bölümleri görmeniz için. Ama ben, Engels’in yazmış olduğu, 1891 tarihli giriş yazısını da okumanı tavsiye ederim; benim düşünceme göre, devlete dair, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” isimli kitabında savunduğu düşüncelerine uygunsuz düşünceleri savunuyor o yazıda.
THKO kuruluşunda, Deniz Gezmiş ne kadar etkilidir? Yani onun liderliği daha çok medya tarafından pompalanan bir masal mıdır? Yoksa H.İnan ile birlikte bu örgütün doğal bir lideri midir ?
Komünizm gibi benzer akımlar, emperyalizmin kabul edilebilirliğini artırmak için emperyalistler tarafından ortaya çıkarılmıştır diye bir cümle okudum. Ekşi de 🙂 Ne dersiniz buna ?
fazla komplo mantığı. Saçma.
Tabii ki ikincisi.
Anarşist toplumda devlet benzeri bir otorite olmayacaksa intikam amaçlı ve kişisel nedenlere dayanan şiddet ve cinayetler nasıl engellenecek, nasıl cezalandırılacak, cezaların yeni intikam ve kan davalarına dönüşmesinin önüne nasıl geçilecek?
Milliyetciligi tahammul edilebilir kilmak icin anti emperyalizmi cikarmislar.
hep politika hep politika. acık da başka şeyler yaz. sıkıldık siyasetten valla.
Bu tür şeylerin önüne bütünüyle geçilemez elbette ama kan davasının ve diğer şeylerin koşulları ortadan kalkarsa bu tür vakalar büyük ölçüde azalacaktır. Devletin ve cezanın ise böyle şeyleri ortadan kaldırmadığı bugüne kadar fazlasıyla kanıtlanmıştır.
öte yandan anarşist toplum diye bir şey olmayacaktır. Devletsiz, özgürlükçü toplum diyelim isterseniz.
makul bir öneri.
Gün abi, iki sorum var sana;
1- O dönem THKO ve THKP-C örgütlerinin SSCB ile temas kurdular mı ?
2- Yine THKO ve THKP-C’nin mafya ile herhangi bir ilişkisi oldu mu? Örneğin THKP-C’nin İstanbul’un arka mahallelerinde örgütlennme amacı var . O dönem oraları da mafya tarafından kontrol edilmekte. Yani bu bağlamda bir temas oldu mu?
Peki, devletsiz, özgürlükçü, eşitlikçi toplumların kurulması, sınıfsal, ulusal baskı ve sömürünün son bulması (bu sanayi toplumunda mümkün olup olmaması bir yana) günümüzün modern karmaşık toplumlarının sorunlarına ne kadar yanıt verebilir? Eskiden var olmayan sosyal sorunlara nasıl çözüm bulabilir? Geçmişin eşitlikçi ve ilkel komünist toplumlarında insanların genel olarak sade ve iyi bir hayatı vardı, hayatlarından memnun ve mutlulardı belki ama günümüzün koşulları çok farklı.
Bunların hepsini bugünden tasarlamak mümkün değildir. Ancak geleceğin devletsiz, özgürlükçü toplumunun bugünkünden iyi olacağı kesindir.
Bu iki örgütün SB ile doğrudan bir teması olduğunu hiç sanmam. Sadece bildiğim kadarıyla Filistin kurtuluş örgütleriyle temasları vardı.
Hayır. Bu anlamda bir temas olduğunu hiç sanmam.
Hadi Gezmiş ve H.inanı anladık iki lider karakterli adam, peki yusuf niçin asıldı yani önemi neydi. tamamen 3’e karşı 3 politikası mı?
Yusuf, Deniz’le birlikte ve silahlı çatışmayla yakalanmıştı. Dolayısıyla Yusuf, bu iki arakadaşın yanında, onları yalnız bırakmamaya, her an yanlarında olmaya özen gösterdi. Savcı ve mahkeme de onu öyle görmeye eğilimliydi. Kaldı ki, Yusuf bu örgütün önde gelenlerindendi. Her bakımdan. Gençlik hareketinde de ön planda bir arkadaştı.
abi Deniz ve Mahir’in din ile ilgili düşünceleri nasıldı? Agnostik miydiler yoksa Ateist mi ?
Gün abi, yanılmıyorsam “İki Adalı” kitabında Mahir’in karakteri ile ilgili bazı şeyler yazıyordu. Bunlar, aşırı sinirli ve tavizsiz olmasına bağlı olarak örgüt içindeki birçok arkadaşının örgütten kopma noktasına gelmesi gibi durum tespitleriydi. Mahir’i ve o arkadaşları bilen birisi olarak sence bunlar ne kadar gerçekçi? Çatışmalarda polislerle girmiş olduğu diyaloglardan ne kadar keskin iradeli biri olduğu az çok belli oluyor. Ancak normalde nasıldı karakteri?
İki Adalı kitabını okumadım. Bence karakter tahlilleri üzerinden yorum yapmak yanlış olabilir. Her kişi tarihi ve toplumsal koşullara göre bir rol oynar. Tanıdığım kadarıyla Mahir, çok iradeli ve hatta hırslı bir arkadaştı.
Bu konuda onlarla hiç konuşmadım ama dönem devrimci gençlerinin hepsi gibi dine ve allaha inanmazlardı. Tamamen seculer bir yönelim içindeydiler. Ben de öyleydim, hâlâ da öyleyim.
Resmî ideolojisiz devlet olur mu? Resmî ideolojisi olmadığı söylenen devletlerin resmî ideolojisi liberalizm midir?
Sosyalist ile Komünistin farkı nedir ?
SSCB’nin masonlarla mücadelesi olmuş mudur, olduysa ne şekilde gelişim göstermiştir?
Prof. Dr. Rennan Pekünlü olayı hakkında ne düşünüyorsun?
Onun başörtü denetimi yapmasına da karşıyım, bu yüzden hapise atılmasına da.
Bunu bilmiyorum doğrusu. Ama şu var ki, SSCB’de resmi Marksist ideolojinin dışında hiçbir ideolojiye ya da görüşe yer yoktu.
bence özünde bir fark yok. Fakat II. dünya savaşı sırasında ve 1917 devriminden sonra Sosyalist enternasyonal derin bir yarılmaya uğradı ve yeni bir Komünist enternasyonal (Komintern) kuruldu. Bu tarihten sonra eski tip sosyal demokrat partilere sosyalist, yeni tip komünist partilere de komünist dendi.l Yani özde bir fark yok ama tarihi olarak böyle farklı kavramlaştırmalar söz konusu.
Enver Hoca hakkındaki düşüncelerin neler abi ?
Liberal batı demokrasilerinde bildiğimiz anlamda bir resmi ideolojiden söz edilemez. Bu ülkelerde devlet kendini topluma içselleştirmiş ve dolayısıyla bütün ideolojileri bir ölçüde kapsar hale gelmiştir. Resmi ideolojili devletler dahae çok monolitik tipte olanlardır.
Enver Hoca, Arnavutluk devriminin önderidir. Ne yazık ki, Stalin’i model aldı ve onun kadar olmasa bile bir tek kişi ya da tek parti diktatörlüğü kurdu. Muhaliflerini öldürttü. en son öldürttüğü, yakın arkadaşı ve arnavutluk Halk ordusu’nun kurucusu Mehmet Şehu’dur. Bu diktatörlük de diğerleri gibi yıkılıp gitti sonunda. Mao’ya karşı ML hareketin (yani Sovyet karşıtı komünistlerin) liderliğini yapmaya kalkıştı. Bu partiler zaten küçüktü. E.Hoca bunları daha da küçülttü ve bunlar da Arnavutluğun yıkılışıyla birlikte yok olup gittiler.
209no ile ilgili. Demir Küçükaydın şöyle bir yazı yazmış;
http://demirden-kapilar.blogspot.com/2014/11/cok-kulturluluk-neden-yanlstr-ve-nicin_27.html
Che Guevara’nın teorik yönü nasıldı, bu anlamda da bir şeyler kazandırdı mı dünya soluna?
Öğrenciliğiniz zamanında ODTÜ’de sosyal demokratlar ile sosyalistlerin arası nasıldı ?
Bir sosyalistin dindar olmasının imkanı var mıdır? Yani taban tabana zıt kavramlar var mıdır bu iki olgu arasında?
Sizce AKP hegemonyası daha ne kadar sürebilir ?
Che Guevara bir teorisyen değildi.
Ama ortodoks komintern komünist partilerinin tutucu eylem çizgisinin yarılmasına büyük katkısı olmuştur.
sanırım cevabı bilerek sordunuz. Özellikle ODTÜ’yü sorduğunuza göre. Ne yazık ki ODTÜ’de sosyalistler sekter ir çizgi izlediler. SD derneği başkanı İskender Odabaşıoğlu’na karşı da bir takım olumsuz davranışlar oldu bildiğim kadarıyla. ODTÜ’lü arkadaşlar daha iyi bilir. Benim bilgim uzaktan.
Olabilir. Latif Amerika’da papaz gerillalar vardı. Ama bana soracak olursanız, ortodoks dindarlıkla sosyalizmi bağdaştırmak bir hayli zor olmalı.
Çok fazla süreceğini sanmıyorum. 5 yıl içinde şu ya da bu şekilde yıkılacaklarını ya da dağılacaklarını düşünüyorum. 5 yıl sonra bana hatırlatın bu tahminimi 🙂
Umarım dediğiniz gibi olur :)Hangi parametleri ele alarak yapıyorsunuz bu tahmini 🙂
Kürt hareketiyle tatmin edici bir uzlaşma sağlayamayacaklar. Halk miuhalefeti canlı. ABD’nin arası AKP’yle hiç iyi değil. Ortadoğu bataklığına gömülmüş durumdalar. En kuvvetli ihtimal, ABD’nin halk muhalefetine üstü kapalı destek vermesiyle yıkılmaylarıdır. 27 Mayıs gibi bir ordu darbesiyle de gidebilirler.
Bence o darbeyi yapabilecek bir ordu yok şu an, her şey Mit’in kontrolünde.. Ayrıca yapsalar bile halk çok büyük tepki gösterir.
ben de yakın zamana kadar darbeye ihtimal vermiyordum ama artık bu ihtimalin güçlendiğini görüyorum.
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/58416-dogu-perincek-dunya-iki-kez-kendi-cevresinde-dondu.html
yakın zamanda görüşlerini ne değiştirdi gün zileli? darbe ihtimalini güçlendiren etmenler nedir sana göre?
Türkiye’nin ortadoğu politikası ABD ile derin uyuşmazlık içinde.
Abd, akp’den vazgeçmektense onu hizaya getirmeyi deneyecektir gün zileli. ulusalcı, anti amerikancı tandansları olan bir chp mhp koalisyon hükümeti riskini göze alamaz abd. üstelik rte şimdi görece daha etkisiz bir konumda. yeni başbakanla anlaşmaları daha kolay. ve bunu deneyecekler. zaten darbe olsa kimle yapacaklar? ordudaki ulusalcıları tasfiye ettiler. hatta hatta darbe yapma potansiyeli olanlar şimdi cemaat karşıtlığında akp ile ittifak içindeler. ulusalcılar akp’nin suriye politikasını aynen destekliyorlar. aydınlık okumuyor musun hiç?
bunları biliyorum. Ulusalcıların yönelimini de biliyorum. ABD açısından darbenin kolay bir alternatif olmadığını da. ama ortalık bir karışırsa darbe ABD’nin gündemindedir. Sen de bunu unutma.
Doğu ile o kadar yıl arkadaşlık yaptın, Doğu’nun Kaypakkaya ile bir bağlantısı var mıydı? Onun dağa çıkmasına nasıl bakıyordu? Bir dost mu rakip olarak mı görüyordu?
http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/yusuf-k%C3%BCpeli-nin-mahir-cayan-tahlili?language=en
Abi Y. Küpeli burada Mahir’e niye bu kadar yüklenmiş.
Çüünkü 1972 yılında THKP-C’de bir bölünme oldu. Yusuf Küpeli silahlı mücadelenin yanlış olduğunu düşünmeye başladı. Mahir ise eski çizgide ısrar etti. Sonuçta Yusuf kesimi örgütten koptu ya da atıldı. Yusuf kesimi mahkemelerde bir ölçüde teslimiyetçi bir tutum aldı. Sanırım yüklenmenin sebebi buralara dayanıyor.
tabii ki. Kaypakkaya o zaman TİİKP MK yedek üyesiydi ve aynı zamanda Doğu Anadolu bölge komitesi sorumlusuydu. aralarında silahlı mücadelenin zamanı ve biçimi konusunda ayrılıklar vardı. Kaypakkaya silahlı mücadeleye behemahal başlamayı savunuyordu. Doğu ise daha ihtiyatlı bir çizgiden yanaydı. Sonuçta Kaypakkaya kendi tezlerini oluşturup (özellikle Kemalizm eleştirisi) kendi ayrı örgütünü (TKP-ML) kurdu. Ben bütün bunlar olurken hapisteydim. Doğrudan dahlim olmadı. O sırada biz içerdekiler de Kaypakkaya’nınkine benzer fikirler savunuyorduk. Ancak Doğu yakalanıp içeri gelince bizi kendi çizgisine (bir süreç içinde) ikna etti. Bunları Havariler’in başlangıç bölümünde ayrıntılarıyla anlatıyorum.
Peki Mahir’in insani yapısıyla ilgili söyledikleri hakkında ne düşünüyorsun abi ?
Silahli mücadeleymis,mahircilikmis,kaypakkayacilikmis,denizmis..
Nedir bu ya? Türkiyeyi Ringonun ahirimi sanmistiniz ozamanlar? Iyi bir kötek hakketmissiniz..
Sanırım “Dingo’nun ahırı” olacak 🙂
Herkes yaşadıklarıyla ilgili farklı bir değerlendirme yapabilir. “Size nasıl geliyorsa öyledir.” Shakespeare
Merhaba Gün. Aybar’ın burjuva demokrasisine oldukça meyilli olduğunu belirtmişsin. 61 Anayasasının sosyalizme açık olduğu görüşü, altmışlarda TİP deneyimini legal çerçevede ilerletme çabası gibi unsurlar göz önünde bulundurularak Aybar’ın duruşu parlamentarizmle ilişkilendirilebilir muhakkak. Fakat Aybar’ın fikir evreninden söz ettiğimizde bu durumu ancak tali bir öge, konjonktürel bir tavır olarak nitelendirebiliriz. Aybar’da temel mesele demokratik yollardan iktidar olmak değil, hangi yolla kurulursa kurulsun demokratik bir yönetim gerçekleştirmektir. Bürokratizme karşı üretim ve yönetim süreçlerine emekçi kitlelerin egemen olmasıdır.
Sosyalist Devrim Partisi tüzüğünde yer alan şu cümle konuya yeterince ışık tutuyor:
”İster zor kullanarak, ister demokratik yollardan olsun, sosyalist devrimi ancak işçi sınıfı, emekçi halk yığınları yapar.”
Aybar’ın çok değerli fikirleri var elbette. Örneğin verdiğin örnek çok önemli. Yine de “burjuva demokrasisinin” kurumlarına fazla önem verdiği düşüncesindeyim. aybar üzerine (bütün yazdıklarını dikkate alan) daha derin bir teorik araştırma belki sorunu daha açık seçik ortaya koyabilecektir.
Ayrıca Aybar yatay örgütlenme formunu onermesiyle, Marx’ın yanında Proudhon’un da okunmasını tavsiye etmesiyle, Lenin’in merkeziyetciligine yönelttiği sert elestirilerle, özgürlükçü sosyalizm tasavvuruyla anarsizme oldukca yakın bir Marksist gibi görünüyor. Handiyse Marksizm ile anarsizm arasında salınan bir sosyalist…
Toplumda egemen ve ezilen sınıfların dışında bir de orta sınıflardan olup da burjuva demokrasisi ve reformizmi yeterli bulan, liberal veya apolitik olan, düzenin ve hayatların değişmesini istemeyen, düzen karşıtlığını ve devrimciliği kendilerine tehlikeli bulan insanlar var. Devrimciler ve anarşistlerin bu insanları kazanması nasıl mümkün olabilir?
öncelikle onlarla dostça ve içtenlikle ilişki kurarak.
Merhabalar;sizce aydınlık hareketinin dönemsel olarak çok yoğun taktiksel değişikliklere girmesinin,mesela bir dönem savunduğu bir politikanın 4-5 yıl sonra tamamen değiştirilmesinin nedeni nedir?
Bunları örneklemek gerekirse;mesela 74 savunmasında demokratik halk savaşını savunup sonra bu yönde hiçbir adım atmaması,yine aynı savunmada Mustafa Kemal’i neredeyse faşist olarak görüp,ağır eleştiriler getirip 4 yıl sonra TİKP kurulurken yanılmıyorsam Anıtkabirin ziyaret edilmesi yada aydınlıktan ölümünün kırkıncı yılında Mustafa Kemali selamlıyoruz diye yazı yazılması.Bu arada yine 70’lerin ilk yıllarında,kuruculacak halk cephesinin komutanı Mustafa Kemal’dir diye Perinçek’in yazı yazması ama sonra dediğim gibi 74 savunmasındaki tavır ortada.PKK ile önce çok çatışmalı bir durum olması ama sonra seçim ittifakına kadar ilerletilecek bir dostluğun geliştirilmesi ama sonra yeniden tamamen düşman saflara geçilmesi.Bugüne gelirsek Ergenekon mahkemesinde gladyonun en tepedeki üç ismi olarak Abdullah Gül,Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülenin sayılıp hapisten çıktıktan sonra sadece Fethullah Güleni gladyo kabul etmesi ve Tayyip Erdoğana yaptığı operasyonlarda destek vermesi.Tsk ile ilgili 5 ay öncesine kadar falan amerikancı bir darbe önümüzdeki süreçte olabilir diyip,bugünlerde ise TSK’yı neredeyse antiemperyalist görmesi.Sizce bu kadar yoğun dönüşlerin nedeni ney?
Çok güzel özetlemişsiniz. Bu sorunuza iki kelimeyle cevap vereyim öncelikle: Stalinist reelpolitika. Reelpolitikanın mantığı nedir? Bunun mantığı; 1. iktidarı ele geçirmek için her yolun mübah olmasıdır; 2. Buna bağlı olarak her türlü güç ilişkisine göre hareket etmektir. Buradaki tek ilke budur. Bunun ötesinde ilkesizliğin ilke olarak benimsendiğini söyleyebiliriz. Sizin verdiğiniz örneklerden hareket edecek olursak, Aydınlık hareketi 1980 sonlarında PKK’ya neden yaklaşmıştır. Bu hareket o sırada ülkede iki önemli güç odağı tespit etti. Biri TSK; diğeri PKK. Hesabını şu şekilde yaptı: Eğer PKK’yla işbirliği yaparsak Kürt bölgelerinde güçlenir ve bu örgütün legal alandaki şemsiye örgütü olarak epeyce oy alır ve parlamentoya gireriz. Parlamentoya girerek de iktidar için önemli bir güç toplamaya girişiriz. Diğer yandan orduyla da temasımızı sürdürmeliyiz. Orduya “bakın biz PKK’yı ehlileştiriyoruz aslında, onu legal plana çekiyoruz ve silahlı mücadeleden vazgeçiriyoruz” dersek ordu kanadında da güç toplarız. Tabii ki bunlar bağdaştırılması zor taktiklerdi. aslında D.P. kadar usta bir politik dansçı (reelpolitiker) olan A.Öcalan, başlangıçta bu flört yaklaşımına olumsuz yaklaşmadı. D. Perinçek’in yaklaşımlarına olumlu cevap verdiği bile söylenebilir. Ama D.P.’nin kendi sırtından güç toplama planını o zaman PKK açısından uygun bulmadı ve “şemsiye parti” önerisini reddetti. Bunun üzerine D.P. ordu nezdinde PKK aleyhtarlığıyla güç toplama siyasetini yürürlüğe koydu. Son verdiğiniz örneğe gelecek olursak, burada da reelpolitika konuşmaktadır. Sadece F. Gülen’in hedef alınmasının nedeni, cemaatin muhalefete düşmesidir. İktidardaki AKP’den bir himaye bekliyorlar. Zaten bu himaye sayesinde dışarı çıktılar. Bence çıkmadan önce de sizi destekleyeceğiz diye söz verdiler. AKP’yi bir iktidar gücü olarak önemsiyorlar. Bütün mesele budur. Bu hareket reelpolitiker olduğu için daima iktidarlara ve yükselen güçlere oynamıştır. İçeri düşmelerinin sebebi ise durumu tahmin edemeyip orduya oynamalarıdır. AKP’nin bu kadar baskın çıkacağını hesaplamamışlardı. Bu sitedeki şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim: http://www.gunzileli.com/2014/04/07/perincek-mao-ve-ittifaklar-sorunu-uzerine/
Dersim katliamı bir zorunlulukmuydu ? (lütfen cevap verin çok mühim )
Hiçbir katliam zorunlu olamaz. “Zorunluluk”, devletlerin cinayetleri için uydurduğu bahanedir.
Sosyalist-solun “gericilik” vurgusundan niçin rahatsızsınız? AKP hegemonyasının üstyapısını dinci-gericilik oluşturmuyor mu? Sosyal hayata her gün din temelinde müdahale edilmiyor mu? Gericilik yoksa veya önemsizse IŞİD tehdidi ne oluyor? Din ve mezhep farklılıklarının sonuna kadar kullanıldığı savaşlar içinde çırpınan Ortadoğu’ya yeni bir Aydınlanma atılımı gerekli değil midir?
Gericilik-ilericilik paradigması çökmüştür de ondan. Bugün en “ilerici” olanlar dincilerdir. Onların HES’lere, ağaç kesimlerine, asfalt vs. yapımlarına bütün gücüyle direnenler ise dünün sanayileşme taraftarlarıdır. Bu paradigma değişimi kavranmadan hiçbir şey kavranamaz. Sol bugün AKP’nin “modernleşme” ve “şehirleşme” planlarına karşı direniyor ama neden direndiğini kendisi de aslında bilmiyor. Şöyle bir baksa, solun geçmişte savunduğu ilerlemeciliği bugün gerçekleştirenin AKP ve diğer islamcı örgütler olduğunu görecek. İdeolojik plandaki “gericiliğe” gelince. Bu da bir hayli tartışmalıdır. Aydınlanmada insanlığın devrimci mirasına ilişkin çok şey vardır ama reddedilmesi gerekenler de bir haylidir. Aydınlanma, geçmişte insanlığı karanlığa boğan birçok unsura karşı mücadele ederken o karanlığın içindeki kadim ışıltıları da reddetmiştir. Salt akılcılık ruhu öldüren bir etki yapmıştır. velhasıl bütün bu ve buna benzer noktalar dikkate alındığında gerici-ilerici paradigmasının yıkıldığını düşünüyorum. Bunun yerine devrim-kapitalist sistem paradigması konmalıdır. IŞID vb’nin kapitalist sistemin dışında olduğunu düşünmüyorum.
İlericilik-gericilik, kentlilik tartışmasına katkı: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/kentsoylulari-ne-yapmali-84094
Abi Kuzey Kore ile ABD arasındaki gerginlik tırmanıyor. Sana yeni bir görev düştü; Kuzey Kore’deki rejimin ne kadar feci bir şey olduğunu tekrarlayıp duran “insan hakları emperyalizmi” korosuna senin de katılmanı bekliyoruz.
Merhaba Gün abi. Aydınlık hareketinin tarihini (içinden veya yakınından) anlatan, 70’li / 80’li yılları kapsayan anı türünde kitap söyleyebilir misin? Senin kitaplardan birinde Cıravoğlu’nunkine atıf yapmışsın, ama daha fazlası lazım. Kendim aramayıp doğrudan burdan sordum, kusura bakma.
Ne yazık ki, pek yok. O geleneğin içinde olup da anı yazmak yürek ister. Sonuç olarak, bildiğim kadarıyla benim ve ömer Faruk ciravoğlu’nun dışında anı yok. Oral’ın anıları aydınlık hareketini kapsamaz. 68’le ilgili anekdotlardır.
Resmi tarih tarzında da olabilir, ne bileyim Kaynak Yayınları’ndan çıkan falan. Seninkilere paralel karşılaştırarak okunabilecek bişeyler olsun yeter.
TİİKP Savunması var. Durmuş Uyanık’ın anıları var. Adı Zeytin Ağacı’ydı galiba. onu da şimdi hatırladım. Hasan Yalçın7ın aydınlarla ilgili kitabı var.
Hasan Yalçın’ın kitabı derken, Çandar, Uluengin falan, çeşitli portreler üzerine yazdıklarından oluşan “Dönekler” mi? Aydın meseleleriyle ilgili başka kitapları da var çünkü.
Şimdilik bana yeter zaten bu kadarı. Teşekkürler abi.
Evet o kitap.
Dünya üzerindeki devlet örgütlerinmelerinde sizce sosyalist ülkeler var mıdır gün itibari ile ? Varsa size göre hangi ülkelerdir bunlar ? Ve özel olarak en azından anarşist tarzda yapılanmış olan toplum/toplumlar ?
Kendisini “sosyalist” olarak tanımlayan devletler var: Küba, Kuzey Kore, Çin. anarşist tarzda yapılanmış bir toplum yok. Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklar var çeşitli yerlerde.
merhabalar gün abi. sosyoloji derslerinde duyduğum bir şey var: buna göre, marx tarih anlayışında komünizm evresinden sonra üretim tarzında hiçbir dönüşüm öngörmüyormuş, tarih marx’a göre komünist aşamada sonlanıyormuş. okuduklarımdan aklımda kaldığı kadarıyla, üretici güçlerin mevcut üretim ilişkileriyle uyuşmazlığı devrimi doğuran temel etkendi marx’ta (bu arada bu “uyuşmazlık”tan, “çelişki”den neyin kast edildiğini anlamadığımı söyleyeyim). bu mantıkla aynı şeyi komünist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir düzen için de söyleyemez miyiz: komünist üretim ilişkilerinin üretici güçlerle örtüşmediği bir dönüm noktasında, bu çelişki yeni bir düzene gebe olabilir? kim bilir, belki gerisin geri tekrardan sömürücü bir düzene dönebiliriz. şu durumda, marksizmin tarihi komünizmde sonlandırdığı doğru bir yorum mudur?
Marx’ın böyle bir fikri olduğunu sanmıyorum. Yani tarih belli bir üretim tarzıyla sonlanır diye bir şey yok. Yalnız Marx’ın paradigmasında temel sakatlık bence sosyalist ya da komünist üretim tarzını üretici güçlerin gelişmişliğine bağlaması. Bugünlerde bu paradigmanın sakatlığı ayan beyan görülmekte. Bugün üretici güçleri doğanın, canlıların ve insanın aleyhine amansızca geliştiren neokapitalizm, buna direnen ise sol ve devrimci güçlerdir. Marx’ın bu teorisi tarih tarafından yanlışlanmıştır, fakat Marksist arkadaşlar bunu tam anlamıyla bilince çıkarabilmiş değil. Marksistleri, bu teorinin eleştirisi gibi önemli bir görev beklemektedir.
239’daki cevat’a verdiğiniz cevap dikkatimi çekti. Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklar nerede var?
Avrupa’nın ve ABD’nin çeşitli yerlerinde var. Kopenhag’da Cristiyana denen bölgede var vb.
Sadece anarşizmi deneyen komünal topluluklara devlet nasıl yaklaşıyor? Devlet böyle bir düzenin kurulmasına nasıl, hangi şartlarda izin veriyor? Diğer taraftan bu pratikler başarılı bir şekilde uygulanır ve bunların propagandası yapılabilirse, bu komünal deneyimler yayıla yayıla devletlerin çökertilmesine doğru ilerlenemez mi?
Denemeye değer.
Gün abi aydınlık gazetesi yunanistan’da syriza’nın seçimleri kazanmasını millli sol kazandı diye manşet yaptı…mesela syrizanın başkanının röportajını okuyorum…zorunlu askerlik kaldırılsın diyor…lgbbt evlilikler yasallaşsın diyor…esrar yasallaşsın diyor…perinçekgiller ulusalcılar mesela bu taleplerin neresinde duruyor…yunanistanda millik başka tc de millilik başka mı abi?bir aydınlatsan bizi…
Aydınlık’ı okumadım. Bugün okuyabilirsem bu konuda bir yorum yapabilirim. Ama Syriza’nın, onların anladığı anlamda ulusalcı olduğunu sanmıyorum. Syriza ÖDP’ye daha çok benziyor.
Sovyetler kendi halkından ne diye bahsediyordu ? Sovyet mi diyorlardı yoksa Rus mu yoksa ırk farklılıklarını dikkate laıyorlar mıydı ya da daha başka bir şey?
Bildiğim kadarıyla Sovyet halkları diyorlardı ama bunun o kadar da önemi yok. Büyük Rus şovenizmi hâkimiyetini sürdürüyordu fiiliyatta.
Peki size göre soğuk savaş döneminde sosyalizmi en iyi uygulayan devlet hangisi oldu ?
Hiçbiri. Çünkü devletle gerçek sosyalizm birbiriyle çelişir, bağdaşmaz.
Sosyalizm, benim üye olduğum partinin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, başka herhangi bir partinin sosyalist üyelerinin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, halkın seçtiği çok iyi, çok vicdanlı bir sosyalistin çok iyi yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, halkın seçtiği çok solcu bir hükümetin yönettiği toplum değildir.
Sosyalizm, ilerici subayların, iyi niyetli aydınların, kahraman gerillaların gerçekleştirebileceği bir toplum düzeni değildir.
Sosyalizm, işçi sınıfının kendi kitlesel eylemiyle toplumu değiştirip kendi iktidar organları yoluyla kendi kendini yönettiği toplum demektir.
(“İşçi sınıfı” ifadesine takılanlarınız olacak, biliyorum, ama şu anda o konuya girmeyelim. İsteyen “emekçiler”, “çalışanlar”, “mülksüzler” filan diye düşünsün, farketmez, kimlerden bahsettiğimiz belli.)
Bu söylediklerim benim tercihlerimin ifadesi değil. “Böyle olsa daha iyi olur” demiyorum. “Böyle olmak zorundadır, başka türlü olmaz” diyorum.
Sosyalizm, ancak geniş emekçi kitlelerin kendi eylemi sonucu olur, çünkü kendi kendini yönetecek olan kitleler ancak o eylemin içinde çağların pisliğinden, mevcut düzenin dünya görüşünden, inançlarından, alışkanlıklarından, yamukluğundan kurtulurlar. Düzeni değiştirme eyleminin içinde kendileri değişirler.
Yani sosyalizme geçişte, kitlelerin kendi eylemi “olsa ne güzel olur” değil, “olmazsa olmaz” koşuldur.
Mevcut düzenin yerine başka bir düzen yaratma sürecinde geniş emekçi kitleler kendi yönetim organlarını oluşturur ve ancak bu süreç içinde oluşturur. Bu organlar onlara yukarıdan verilemez, hediye edilemez, onlar adına yönetilemez.
Daha güzel bir toplum için harekete geçen emekçi kitlelerin eylemi, tarih boyunca, iş bırakma, işyerine el koyma, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için tabanda örgütlenme, mevcut iktidarı kabullenmeme, aşağıdan yukarı doğru kendi iktidarını kurma şeklini almıştır.
Kapitalizm çağında hiçbir devrim, geniş kitlelerin silahlanıp mevcut düzenin ordusunu yenilgiye uğratmasıyla olmamıştır. Geniş kitleler silahlı değildir, silah kullanmayı bilmez, düzenli ordu gibi davranamaz, düzenli bir orduyu yenemez. Mevcut düzenin ordusu, yenildiği için değil, sokaktaki milyonlardan etkilendiği için, onların üzerine ateş açmayı reddettiği için dağılır.
Geniş emekçi kitlelerin gücü, silah veya şiddetten değil, kitlesellikten, toplumun çoğunluğu olmaktan ve üretim yapan sınıf olmaktan kaynaklanır.
Şiddet kullanmak, mevcut toplumda şiddet tekelini elinde bulunduran ve bunu profesyonelce kullanan egemenlerin işine gelir, geniş kitlelerin değil.
Sosyalizm hakkında söylediklerimi gerçekçi bulmayabilirsiniz. Gerçekleşme ihtimali olmadığını düşünebilirsiniz.
Gerçekçi olup olmadığı başka mesele. Onu başka zaman tartışırız.
Ama yukarıda anlattığım sosyalizm ile şiddet arasında hiçbir ilişki yoktur, tarihsel olarak olmamıştır, teorik olarak zaten olamaz.
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/roni-margulies/siddet-ve-sosyalizm/21488/
Soğuk savaş döneminde misal 60’lı yıllarda Türkiyede Sovyet yanlısı bir devrim olsa, komünist bloğun Akdeniz’e açılmasına bağlı olarak dünya siyasetinde ağır bir denge değişikliği yapacağını öngörmek ne kadar gerçekçi? Böyle birşey olsaydı Baas rejimli Arap ülkeleri de bundan etkilenir miydi ?
konuyu bilenler cevap versin.
Doğrusu nasıl cevap vereceğinizi çok merak etmekle birlikte cevabınızın muhtemelen bende hayal kırıklığı yaratacağı için neredeyse yıllardır bende duran bir soru var.
Kürt hareketinin paradigmatik tartışmalarını izlemediğiniz belli.
Fakat bu soğukluk ve uzaklığın nedenini çok merak ediyorum.
Kendini anarşist olarak adlandıran biri olarak siz yıllardır “iktidar” kavramı ile cebelleşen bu tartışmaları ve Abdullah Öcalan’ın yeni kavramsal kuramsal çercevesini nasıl inceleme isteği bile duymazsınız çok merak ediyorum.
Meramım niye Kürt hareketine düşüncelerine yakın olmamanızın nedenlerini anlamak değil. Nasıl olur da bu konuda inceleme bile yapmazsınız bunu merak ediyorum.
Ek olarak bu kanıya tüm yorumlarınızdan varmak mümkünken doğrudan A.Öcalan’ın savunmalarını hiç okumadığınızı belirten bir yorumunuzu da bu sayfadan okuduğumu eklemeliyim.
sorunuz neydi?
bence güzel bir soru…kürt hareketi üzerine niye inceleme yapmıyorsunuz o kadar incelemeniz varken…ve apdullah öcalanın kuramlarını niye incelemiyorsunuz…
Benim hiçbir konuda incelemem yoktur. Sonuç olarak araştırmacı ya da incelemeci yazar değilim. Ben sadece fikri makaleler yazarım. Neden bu konuda makaleleriniz yok derseniz, Kürt sorunu kategorisine bakmanızı öneririm. Öcalan hakkında doğrudan doğruya birkaç makalem var, eleştirel. Bunun ötesinde çok fazla bir şey yazmak istemiyorum içerideki insanlar hakkında. Bu sadece Öcalan’a mahsus bir durum değil, genelde böyle. ayrıca Kürt meselesi bölümünde, “Demokratik özerklik”i nasıl değerlendirdiğim ortada. Bunun ötesinde ne yazmamı istersiniz?
Kürt olmanın en güzel yanı bu derdini pek anlatamıyorsun:)
Ben özce şunu sormuştum. Kürt hareketinin teorik argumanlarını bilimiyorsunuz.(Bakın Kürt sorunu hakkında düşünceleriniz yok ya da düşünceleriniz yanlış demiyorum) bu argumanları bir anarşist olarak merak bile etmemenizin nedeni ne?
Örneğin Kürt hareketinin “sınıf” kavramını şuan nasıl açıkladığını yine iktidar ve devlet meselesine nasıl açıklamalar getirdiğini okuma ihtiyacı neden hissetmiyorsunuz.
Buraya kısaca aktarırsan öğreniriz.
Öğrenmeyi istememenizin nedenini merak ettim. Yoksa bu perspektifi size aktarmayı istememiştim. Ha kendimce aktarabilirim tabi ama verili bu durumun nedenini öğrenmeyi istiyorum. Muhtemel nedenleri tahmin ediyorum ama öyle olsun istemiyorum isterseniz tahminimi aktarabilirim tabi.
aktarırsanız sevinirim.
ben anladım ali:)))
Dilim döndüğünce aktarayım. Bu tamamen önyargıdan kaynaklanıyor. Önyagınızına ilişkinde birkaç madde söyliyem;
1 Kürt Hareketi zaten ulusal bir hareket. İçinde üst sınıf da var alt da. E bu yapıyı birarada tutan tutmaya çalışan bir önderlik var bu önderlik devrimci gelişkin bir teori ortaya koyamaz.
2 Abdullah Öcalan size klasik reel sosyalist önderlerden biri. İktidarcı ve kendine odaklanmış. Böyle biri farklı özgün ve demokratik bir paradigma geliştiremez
3 Kürt Hareketinin güncel siyasi açılımılarını yorumlamak yeterli zaten derinlikli bir teori geliştirmelerini beklemek yanlış
bu önyargılar sizi Kürt hareketinin yeni paradigmasını merak etmekten alıkoyuyor. Birde yanlış değilsem SAPAK taydı yeğeninizle Kürt meselesi ile ilgili bir diyalogunuz vardı Kendisine ailedeki askeriye geleneği ile ilgili bir kemalizm göndermesi yapıyordunuz o da aynı durumun sizin içinde geçerli olduğunu söylüyordu. Bu durumun bunca düşünsel evrimden sonra hala sizde etkileri var mı bilmiyorum. Ama bir olasılık da bu ne yazık ki
tabi benim tahminim üzerine düşünür ve fikrinizi de söylerseniz sevinirim
Sayın Zileli, günümüzde Türkiye’de komün hayatı yaşamak için asgari düzeyde maddi olarak ne gerekir? Sadece ideolojik açıdan sormuyorum. Geçim derdi açısından da soruyorum. Siz bir yazınızda yaklaşık 560 lira parayla bir ay geçindiğinizi söylemiştiniz. Diyelim ki bizim gibi aynı dünya görüşüne sahip ve maddi durumu kötü arkadaşlar yan yana gelseler ve dayanışma ile daha güzel bir hayat yaşamak için komün tarzında bir şey kursalar bu işe nereden başlamak lazım? Başlangıç için ne kadar para koymak lazım? Komünde tarım ve hayvancılık mı yapılır? Bu işler nasıl olur? Siz nasıl yaşıyorsunuz? Deneyimleriniz nedir?
Önce düzelteyim. Ben 560 tl ile geçinmiyorum. ingiltere’den her ay gelen 541 tl. söz konusu. Bu da ingiltere dışında yaşayan işsiz İngiliz vatandaşlarına bağlanan kısıtlı bir gelir. Yoksa 560 tl ile geçinmek mümkün değil. Ev kiram bile 750 tl. Bulunduğum ve yaşadığım yerin deneyimleri bu sorularınıza cevap vermeye yeterli değil. Elbette arkadaşlar arasında bir dayanışma söz konusu, o başka. Dünyada çeşitli komünal deneyler var. Bunların incelenmesi gerekiyor ama bu aslında oldukça güç bir konu. Yani kapitalizm şartlarında komünal yaşam kurmanın önünde büyük zorluklar var.
Kürt hareketine ilişkin önyargılarınıza görüş bildirmiştim. bu konudaki fikrinizi paylaşmadınız. Neden acaba?
sen öyle düşünüyorsan ne diyebilirim ki. Mahkemede savunma yapmayacağıma göre.
Sarp Kuray hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Gençlik döneminden arkadaşım olur. Bir an önce çıkmasını dilerim.
Peki Jivkov hakkında ne düşünüyorxunuz? Türk medyasında gösterildiği gibi gerçekten faşist bir insan mıydı? Asimilasyon politikası varmıydı varsa hangi amaç içindi?
Asimilasyon politikası vardı. Genellikle “sosyalist” devletler, kendi devlet hakimiyetleri için egemen ulus ırkçılığı yaparlar.
Mahkeme? Fikrinizi sormuştum. Bu tutumunuzda önyargılarınızı göstermiyor mu?
Gösteriyor.
Atatürk’ü bir cümleyle tanımlayabilir misin desem nasıl tanımlarsınız acaba ?
iyi
Devlet adamı.
Bu tanımlamada şahsi yorumunuzu da talep etmiştim aslında 🙂
bir cümleyle tanımla deyince böyle oldu. Ama devlet adamı tanımı çok derin anlamlar içerir. Devlete bakın adamının ne olduğunu anlayın.
Kafayi yiyen kitap yazar..Siz yememek icin yaziyormusunz?
kafayı yemelle bir sorunum olduğunu sanmıyorum.
peki üniversite yıllarınızda ne düşünüyordunuz M Kemal ile ilgili ? Kemalist miydiniz ya da en azından sempatiyle mi bakıyordunuz? Çünkü o dönem Kaypakkaya grubu dışında pek itici bulan yok gibi Atatürk’ü ?
Atatürkçülüğü anti-emperyalizm olarak görüyor ve onaylıyorduk.
Sizce bugüne kadar sosyalist sistemin halkına ve insanlığa zarar vermeme ve faydalı olma anlamında en güzel örneğini uygulayan devlet hangisi olmuştur?
Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov hakkındaki kısa kısa ve olumlu/olumsuz (bu kısmı size kalmış) fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?
Kruşçev: Stalin’in cinayetlerine ortak olduğu halde kendi döneminde kısmi bir destalinizasyon başlatması (toplumun eğilimine uygun olarak) olumluydu.
Brejnev: Restalinazsyonu başlattı. Dönemi “durgunluk” dönemi olarak tanımlanır. Onun döneminde rüşvet ve yiyicilik aldı başını gitti. Monolitik stalinist yapıyı restore etmeye çalıştı.
Gorbaçov: Yeniden stalin’in sorgulanmasını başlattı. Daha şeffaf bir toplum özlemini giderdi. Ancak çürümüş bir toplumsal sistemi yenilemekte başarılı olamadı. SSCB onunla birlikte çöktü.
Sosyalizm devlet eliyle uygulandığı zaman kesinlikle başarısız olur. Başarılı bir örnek yok.
futbola ilgi duyuyor musunuz? 🙂
Gençliğimde duyardım. Vefa’lıyım.
Peki şike operasyonu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ben her türlü polisiye operasyonu baştan ve toptan reddederim. Hepsi siyasi amaçlıdır.
http://marksisttutum.org/burjuva_siyasetin_araci_olarak_futbol.htm
benim islamiyete inanmamam için tek birşey soyleyecek olsanız ne dersiniz ?
Kuran oku.
Bakın ben araştırıp uzun uzun düşünüp sorgulayıp değil de mantıken ve kısa düşünmeler sonucunda agnostik oldum. yani aslında agnostisizm tam olarak nedir onu da bilmiyorum ancak en azından bilinemeyecek bir mesele olduğunu düşünüyorum tanrı konusunun. fakat bütün dinler kesin olarak yapay geliyor. ve size şunu sormak istiyorum Kur’an içinde birçok çelişki bulunmakla birlikte son derece edebi bir dile sahip, peki ya bu kitap nasıl oluştu? Yani Muhammed bunu tek başına nasıl ortaya getirdi sizce ?
Bildiğim kadarıyla Muhammed getirmedi. Sonradan derlendi. Ayrıca Kiranı yazanlar, Tevrat ve İncil’den bir sürü hikâye aktarmışlardır.
Kuran’ın derlenişi konusunda;
Bazı Müslümanlar Yusuf, Fatiha, Felak ve Nas surelerinin Kuran’dan olmadığını, Kunut dualarının ise Kuran’dan olduğunu savunur;
Acâride, Abdulkerim b. Acred’e uyanların oluşturduğu Hâricîlik koludur. Kurucusu hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen bu kolun başlıca görüşleri şunlardır: Yûsuf sûresi Kur’ân’dan değil, yalnızca bir kıssadır. Böyle bir aşk kıssasının Kur’ân’da yer alması câiz değildir.
http://samil.ihya.org/ansiklopedi/haricilik.html
İbn Mes’ûd (r.a.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve “Kur’ân’dan olmayan sözleri ona karıştırmayın. Zira bu iki teavvüz Allah’ın Kitabından değildir. Peygamber (a.s.) Efendimiz bu ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah’a sığınmayı emretmiştir.” diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi
http://www.ikraislam.biz/html/esbabinuzul/113.htm
İbn Mes’ud’un, özel mushafında Fatiha ve Muavvizeteyn surelerinin yer almadığı, Ubey b. Ka’b’ın özel mushafında da Kunut dualarının bulunduğu haberlerine (44) gelince, bu rivayetlerin aslı olmayabilir. Nevevî, ‘Şerhu’l-Mühezzeb’de bu rivayetlerin batıl olduğunu söylemiştir, İbn Hazm’da “Bu İbn Mes’ud’a iftiradır” (45) demiştir.
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kur-an-in-muhafazasi-ve-yakilma-hadisesi-3#.UZELIEqkMsw
Peki Kur’an ve İslamiyetle ilgili önerebileceğiniz iyi bir eleştirel kitap var mı ?
Süyûti’nin aktardığı bir hadise göre Ebu Yunus’un kızı şunları söylüyor:
“Babam 80 yaşındayken, Aişe’nin Mushaf’ında bana şunları okumuştu.(Burada Ahzab suresinin 56. ayeti okunuyor. Sonra burada bulunmayan şu parçayı okuyor): …Ve alellezine yusallûne’s-sufûfe’l-evvele=ve birinci saflarda namaz kılanlara da (Tanrı ve melekleri salat eder). Bu ayeti Osman mushafları tağyir etmezden önce böyle okuyorduk.” (Süyûti, el-İtkan, 2/32)
Ayrıca Aişe’nin tanıklığı da bu doğrultudadır:
Aişe de Osman’ın resmi mushafları yazdırmadan önce Ahzab suresinin 200 ayetken, bu olaydan sonra 73 ayete düştüğünü dile getirir. (Süyûti, el-İtkan, 2/32)
Süyûti’de, ünlü Übeyy ibn Ka’b ile Zerr ibn Habiş arasında şu konuşmanın geçtiği aktarılır:
– Ahzab Suresini kaç ayet sayarsın?
– 72-73 ayet.
– Hayır, bu sure ayet sayısı yönünden Bakara Suresine denkti (286 Ayet)
(Süyûti, el-İtkan, 2/32)
“En belliğû kavmena. En kad lakîna Rabbena . Fe radiye anna ve radina anhu.”, “Toplumumuza bildirin ki; biz Rabbimize kavuştuk. O bizden hoşnut oldu, biz ondan hoşnut olduk.” Bu ayet Bi’r Maune’de savaşta öldürülen Müslümanların öldükten sonra neler dediğini anlatıyordu ve Kuran’dan bir parça olarak okunurdu.
Müslim: Es-sahih, Kitabu’l-mesacid 297 Hadis no: 677
“Aşru radatin ma’lûmatin yuharrimne”, “(bir kadın memesinden) belli olan on kez emme (süt kardeşliklerinden dolayı evlenmelerini) haram kılar.” sözü indirilen ayetlerdendi. Sonra “Hamsu radaatın ma’lûmatın”, “belli olan beş kez emme haram kılar” ayeti ile hükmü değiştirildi. Peygamber öldüğünde bu ayet Kuran’dan bir parça olarak okunuyordu.
Müslim: Es-sahih, Kitabu’r-Rada 24-25 Hadis no: 1452
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)’i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
“Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’i hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitab’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: “Ömer Allah Teâla’ nın kitabına ilâvede bulundu” demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah’a) yazardım.”
Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu’l-Ensar 46, Megâzi 21, İ’tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).
Turan Dursun’dan;
Buhari’nin “e’s-Sahih”inde şöyle deniyor: “Fe-ersele ilâ külli ufkin bi-mushafin mimmâ nesehû ve emere bi-mâsivahu mine’l-Kur’ani fî külli sahîfetin ev mushafin en yuhraka.” Türkçesi: “(Kurul) her çevreye (önemli merkezlere) resmi Mushaftan, yani çoğalttıklarından gönderdi ve Kur’an’dan bunun dışında kalan ne varsa, ister bir sahife, ister bir mushaf olsun; yakılmasını buyurdu.” (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu Fedâi’li’l-Kur’an, 3 Babu Cem’il-Kur’an, c.6, s.99.) Bu karara göre Hafsa’daki mushafın da yakılması gerekiyordu. Ama Hafsa’nın kişiliği, Peygamberin karılarından biri olmasından kaynaklanan etkinliği ve ağırlığı sağlığındayken bunun olmasını engellemişti.
–
Kurtubî dayanak alınarak, “Yemame’de 70 kurra”nın öldürüldüğü ileri sürülüyor. “Kurra”, “Kur’an’ı çok okuyan, ya da çok iyi okuyan, Kur’an uzmanı” demektir. Bu nitelikteki biri “HAFIZ” olabilir de, olmayabilir de. Abartmalı yorumlarla “hâfız” sayısı arttırılırken, “yüz”lerceye, “bin”lerceye çıkarılıyor! “Yalanın sınırı yok ki çıkarılmasın! Ali Bulaç, 2000’e Doğru’da yer verilen yazısında bunu yapıyor. “Tarih”i, “bilim”, “akıl”, “mantık” ölçülerini umursamazcasına, “Yemame savaşında, üç bin kişinin Kur’an hafızı olduğu”nu, bunlardan “700 kişinin şehid düştüğü”nü, “geriye 2300 hâfız kaldığı”nı ve “bunların Medine’ye sağ salim varmayı başardığı”nı yazıyor. (2000’e Doğru, 5.6.1988, S.16.) Oysa yukarıda belirtildiği gibi, Süyûti’de, Kurtubî’den, “Yemame’de, 70 kurranın öldürüldüğü” aktarılırken bile gerçeği abartmasız dile getirmiyor. Bulaç’ın yazısında bu abartma, daha da şişirilerek “70” sayısı, “700”e çıkarılıyor. Dinsel çevreler neler yapabiliyor, varın düşünün! Gerçek bütünüyle başka. “Peygamber döneminde, Kur’an’ı ezberlemiş olanlar”ın sayısının “dört” olduğunu açıklayan “Enes hadisi”ndeki sayı bile, gerçeğinden daha abartmalıdır. Yani gerçekteki sayının bundan daha az olduğu bile savunulabilir. Peygamber döneminde Kur’an tamamlanmış değildi daha. Onun için, Peygamberin döneminde “Kur’an hâfızı vardı” demek bile, bugünkü anlamına pek uymaz. Neden ki bugünkü anlamıyla “hâfız”,”Kur’an’ı tümüyle ezberlemiş kimse”dir. “Kur’an okuyan”ların sayısı kuşkusuz, giderek artmıştır. Ama eskilerin “hâfız” diye nitelediklerinin tümünü, bugünkü anlamıyla “hâfız” diye almak yanlıştır. Kur’an’dan bir parça ezberlemiş olan kimseye de “hafız” denirdi. Bugünkü anlamıyla “hâfızlık” geleneği, çok sonraki yüzyıllarda başlamıştır. Kur’an’ın derlendiği dönemlerde bu gelenek, yok denecek ölçüde önemsizdi.
–
Kısaca şu belirtilmeli ki, bugün eldeki Kur’an’ın metni, yazısı ne olursa olsun; kimi sözcükler, cümleler, kimi yerde anlamları bile değiştirecek nitelikte değişik biçimde okunuyor uzmanlarınca. Ve bu “okunuş”ların çok önemli bir kesimi sağlam kabul edilir. Yani bunlara karşı çıkılmaz. Bunlardan kiminde yalnızca “hareke” değişikliği vardır. Örneğin Maide Suresinin 6. ayetindeki bir sözcük, eldeki Kur’an’ın sünniler kesimindeki harekelenişine göre “ercüleküm” okunuyor. Buna göre anlam: “Ayaklarınızı da yıkayın!”dır. İbn Kesir, Ebu Amr, Hamza ve Ebubekir’in okuyuşuna göre “ercüliküm ” biçimindedir. O zaman anlam değişiyor, “ayaklarınızı da meshedin!” oluyor. Bu nedenle bir kesim (özellikle sünniler), abdestte “ayaklar”ın “meshedilemiyeceği”ni, “yıkanması” gerektiğini ileri sürerken, kimileri “meshetme”nin yeterli olacağını savunur. (Bu konudaki vecihler ve hükümler için bkz. Abdurrahman Ebu Zer’a, Huccetu’l-Kur’an, Beyrut, 1984 s.219-221.) Sormak gerekir: Muhammed döneminde bu sözcük nasıl okunuyordu? “Ercüliküm” biçiminde mi, “ercüleküm” biçiminde mi? İkisi birden olamaz. Kiminde “illet harfleri”nde değişiklik vardır. Bu da pek çoktur. Kiminde sözcük “tekilken”, kimi okuyuşta “çoğul”dur. Buna da pek çok rastlanır.
–
Aişe’nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: Âişe -Tanrı kendisinden hoşnut olsun- bana, bir mushaf yazmamı buyurdu. Ve: ‘Şu ayete (Bakara Suresinin 238. ayetine) gelince, bana haber ver!’ dedi. (Ayet: Hâfizû ale’s-Salavati ve’s-salavati’l-vustâ= Koruyun namazları! Ve (özellikle) vustâ (orta) namazını! diye başlıyor). Bu ayete gelince haber verdim. O zaman ayeti bana şöyle yazdırdı: ‘Hâfizû.. ve salati’l-asri=Ve ikindi namazını (koruyun). Ve kûmû lillahi kânitîn= Ve Tanrı’ya boyun eğerek ayağa kalkın (namaza durun)! (Âişe) şunu da söyledi: ‘Tanrı’nın rahmet ve selâmı üzerine olsun, Peygamberden de bu âyeti ben böyle duymuştum.’ Aynı konu, Hafsa’dan da böyle aktarılır. Ebu İsâ: “Bu hadis, ‘hasen’dir (güzel), ‘sahih’tir (sağlam)” dedi. (Hadis için bkz.Tirmizi, Sünen, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, c.5 s.217, Bab:3, hadis no:2982) Hadiste yer alan ayetteki “ve salâti’l-asri” sözü, elimizdeki Kur’an’da yoktur. “E’s-Selâtu’l-vustâ”nın bir “tefsir”i, bir açıklaması diye ileri sürülürse de bu sözcükler, hadiste, açıkça, “ayetten bir parça” olarak yer alıyor. Bu konuda bir çok örneğin de, Süyûti’nin el-İtkân’ında yer aldığı görülür. Eldeki Kur’an’da bulunmadığı halde, Kur’an ayetleri arasında yer aldığı belirtilmiş ve Kur’an bilirlerince okunagelmiş olan sözlere, sözcüklere; İslam’ın savunurlarından görünen Cerrahoğlu da kitabında, örnekler vermek zorunda kalıyor. Mâide Suresinin 89. ayetinde, “ant bozma kurtulmalığı (yemin keffareti)” anlatılırken, “üç gün oruç”tan sözediliyor, ama bu orucun nasıl tutulacağı açıklanmıyor. Kaynaklarda belirtildiğine göre, Übeyy İbn Ka’b’ın (bkz.İmam Malik İbn Enes, el-Muvatta’ Kitabu’s-Sıyâm, hadis no:49) ve İbn Mes’ud’un belirlemelerine göre, ayette bir de, “ard arda” demek olan “mütetabiâtin” yer almaktadır. Bu sözcük, ayette var kabul edildiği için İslam hukukunda, “keffaret orucu” olarak tutulan oruç günlerinin “ard arda” olması “şart” görülmüştür. Yani eldeki Kur’an’da bulunmayan bir sözcük, İslam hukukunda uyulması gereken bir hüküm oluşturmuştur (Bkz.Sadru’ş-Şerîa-Sa’duddin Teftazânî, Tenkihu’-Usûl, e’t-Tavdîh, e’t-Telvih, İstanbul, 1310, s.490; İbn Melek, Şerhu’l-Menâr, İstanbul, 1308, s.247)
–
Halife Ömer’in oğlu (İbn Ömer) bile, açık açık: “Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü elimde tutuyorum demesin. Bilir mi ki, Kur’an’ın (ayetlerinin) çoğu yitip gitmiştir. Kur’an’dan ne kadarı kalmışsa o kadarını elimde tutuyorum desin” diyerek, Kur’an’dan çoğunun eksik olduğunu söylemişken (bkz.Celâluddin Süyûti, el-İtkân Fi Ulûmi’l-Kur’an, 2/32) ve bugün eldeki Kur’an’da yer almadığı halde ezberlerde ve kitaplarda aktarılagelmiş “ayet”ler bulunurken, (bkz.Süyûti, aynı yer) “Kur’an’ın hiç değişmediği” yolundaki propaganda piyasaya sürülegelmiştir.
–
Tevbe suresinin 114. ayetindeki “iyyahu” sözcüğü, Hammad İbn Zeberkan tarafından “ebahu” olarak okunurdu ve Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin” sözcüğü de “ğırratin” diye okunuyordu. Yine eldeki mevcut Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “mürâdiflerini”, yani eşanlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine “femzû” sözcüğünü; İbn Abbas ise Karia suresinin 5. ayetindeki “k’el’ıhni” yerine “ke’s-savfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas, “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine “zeyfeten”i yeğlerdi. Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. ayetindeki “vada’nâ” yerine ”halelnâ” diye okurdu. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki “Peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir” savı gerçek değildir.
benim pek din kültürüm yoktur.
Kütüb-i Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’a Arzı
http://www.kuran-tekrehber.com/1-1.htm
Kur’an Dışı Oluşumların Eleştirisi Ve Kur’an’a Arzı
Vehhabilik-Şiilik-Tasavvuf ve İslam iddialı filozoflar
http://www.kuran-tekrehber.com/2-1.htm
“Atatürkçülüğü anti-emperyalizm olarak görüyor ve onaylıyorduk.” demişsiniz.. Peki şimdi nasıl görüyorsunuz M. Kemal ve rejimini ?
Sizce Feodalizm-ATÜT tartışmalarında hangi tarafın tezi doğru? ATÜT doğru gibi görünse de karşı tarafın tezleri de güçlü. Örneğin Halil Berktay’ın Kabileden Feodalizme kitabı ve Doğan Avcıoğlu’nun yazıları. Sizin bu konuyla ilgili yazınız var mı?
Bu konuyu gençliğimden beri bilirim, arkadaşlarım da ilgilenmişlerdir ama ben işin doğrusu hiuç ilgilenmedim desem yeridir. Her iki tezin de akla yatkın yanları var.
Reha Çamuroğlu bu konuda şöyle diyor;
Umarım bir gün “feodalizm/Asya tipi üretim tarzı” tartışmaları, Türk tarih yazımı için, bir zamanların Katolik Kilisesi’nin “teslis” tartışmalarına döner ve sadece bu tartışmayı yürüten tarihçilerin ve dönemlerinin zihniyetlerine ilişkin bir dizi veri olarak değer kazanır. Sadece “üretim tarzı” açısından değerlendirerek, başka özellikleriyle “Şinto” ya da “Hıristiyan” olan Japon ve Batı Avrupa toplumlarını “feodal” genel başlığı altında toplamak kime ne yarar sağlar? Çin ve Osmanlının “ATÜT” olmaları, tarihçileri -bu birbirine benzemeyen iki farklı kültürel yapıyı aynı başlık altında toplayanları- nasıl mutlu eder acaba?
Gün Abi selam, ne var ne yok? Nasılsın? İlk defa kendi adımla yazıyorum sana. Valla hep politika, hep politika. İçimiz dışımız siyaset oldu. Yok bhh, yok ödp, yok hdp, biraz da başka şeylerden bahset gençlere. Siyaset dışında şu anda neler yapıyorsun? Hayat nasıl gidiyor? Adalar nasıl? Deniz nasıl? Bu mevsimde denize giriyor musun? Troçki gibi sandalla açılıyor musun? Yeni projeler var mı kafanda?
selam Erkan. Bana bir sandal yollarsan dediğini yapabilirim 🙂
12 eylül referandumunda oy kullandınız mı ?
Eğer 12 Eylül 1980 sonrası referandumu soruyorsanız, evet. Arandığım için sahte kimlikle mecburen kullandım (çünkü kullanmayanlar tespit ediliyordu) ve mor oy zarftan belli olduğu halde “Hayır” oyu verdim.
Eğer 2010’daki referandumu soruyorsanız, hayır. Çünkü T.C. vatandaşı değilim, vatandaşlıktan 1999 yılında atıldım. Eğer kullanma hakkım olsaydı yine kullanmazdım, çünkü o sırada doğru tutumun boykot olduğunu düşünüyordum. Ancak bugün “Hayır” oyu kullanmanın çok daha doğru olduğu kanısındayım.
Ecevit hakkında değerlendirmenizi alabilir miyim ?
http://www.haberturk.com/yazarlar/rusen-cakir-2302/1048574-herkesin-gozu-ve-akli-hdpde – Ne diyorsunuz ?
Ecevit, 1970’lerin rüzgarını arkasına alarak yükselmiş ve devlete iltihak ederek düşüp gitmiştir.
bir okuyayım birazdan yazarım
Ruşen Çakır, saygı duyduğum, görüşlerine önem verdiğim bir gazeteci ve yorumcudur. Ama bu yorumuna katılmıyorum. HDP, son açıklamadan sonra özgürlükçü güçlerin güvenini hızla kaybedecektir, barajı aşma şansını da.
yazıyı okuduktan sonra genel bir ruşen çakır değerlendirmesi de yapabilirseniz mutlu olurum 🙂
yaptım ya işte
Sizce Atatürk ülkemiz siyasetinin sağ uç noktasına mı yoksa sol uç noktasına mı daha yakın?
Türk müziğinde sevdiğiniz birisi var mı 🙂
Atatürk öleli yıllar oluyor. Bu bakımdan hiçbir yere yakın olamaz. Atatürk adına harekete edenleri soruyorsanız, cumhuriyetçi bir ideoloji olarak devletçiliğiyle emekçilere ve sola uzak, seküler yönelimiyle de sağa uzaktır.
yok.
kardeş, sen aşk nedir bilir misin ?
Bilmem:)
Anarşizmin seçimlerle ilgili genelgeçer tutumunu reddettiniz; peki ya BHH’nin yerel meclislerinde doğrudan-demokratik yöntemlerle aldığı, size uymayan seçim kararından sonra, doğrudan-demokrasi kavramını da reddedecek misiniz?
Anarşizmin seçimlerle ilgili genel geçer bir tutumu yoktur, varsa bile bu anarşizmin özüne uymaz. olsa olsa dogmatizmin özüne uyar. Anarşizm, seçimlerin ve oy mekanizmalarının temelde sisteme hizmet ettiğeini söylerken haklıdır ama bu, her durumda seçimleri reddetmenin doğru olduğu anlamına gelmez. öyle durumlar olabilir ki, anarşistler de o özel durumda oy vermenin gerekliliğini savunurmlar. elbette oy mekanizmalarına olan temel eleşytirilerini unutmadan. BHH’nin kararına saygı duyarım. bu yönde karar almışlarsa demek bunun doğru olduğunu düşünmüşler. Onların kararına karşı Demir Küçükaydın gibi kalemşör saldırılar yapmayı doğru bulmam. Ayrıca ben esasen HDP-CHP-BHH ittifakını savunmaya devam ediyorum. BHH’nin aldığı kararda HDP’nin hatalı tutumunun rolü olduğunu da düşünüyorum. BHH bu kararını tabandan, aşağıdan, doğrudan demokrasi yöntemleriyle aldığına göre neden tutup doğrudan demokrasiye laf edeyim. Demek arkadayların kararı böyle. ama ben bugün Selahattin Demirtaş’ın çizgisini izlemesi kaydıyla HDP’nin desteklenmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi, bu çizginin hakim olması ve devam etmesi kaydıyla. Sakıkların, Buldan’ların çizgisi hakim olursa desteklemem ve desteklenmemisi yönünde çağrı yaparım. Tabii beni kim dinler, orası ayrı mesele. Bilmem derdimi anlatabildim mi arkadaşım.
Akp’nin Işid politakası sizce nedir? Yani batıya karşı mı kullanmak istemiştir, daha önce o kadar yardım yaptıkları Işid’e karşı şu an bir mücadele içindelermiş gibi gözüküyorlar.. Bu işin aslı sizce nedir?
Esad’a karşı IŞİED’in yaratılmasına öncülük ettiler ve yakın zamana kadar desteklediler. Batı tavır alıp da IŞİD’e yüklenince tecrit olduklarını anladılar ve şimdi sakınımlı bir şekilde dümen kırmaya çalışıyorlar.
Yeşil Kuşak Projesi denilen islam ülkelerinin ılımlı islam yönetimlerine sahip olacak şekilde ABD tarafından yönlendirilmesi; SSCB’nin yıkılmasına rağmen ondan sonra da devam etmiştir. Peki bunun sebebi nedir? ABD’nin bu işten günümüzde nasıl bir kazancı olacaktır. Yani şöyle diyebilir miyiz örn: dindarlaşan doğu toplumları aydınlanmayı yaşayamazlar ve batı karşısında ciddi bir güç olacak konuma gelemezler???
Tayyip konuşuyor dolar yükseliyor ve kağıt üstünde bunun ülkeye özellikle AKP’ye zararlı olmasını bekleriz… Peki bu yargı bu kadar basit ise niçin Tayyip doların yükseldiğini görmesine rağmen konuşmaya devam ediyor? Farklı bir faydası mı olacak acaba AKP’ye???
sizce teknolojinin ve fikir rekabetinin bunca gelişmiş olmasına rağmen niçin halen islam’ın yapay bir din olduğu kanıtlanamıyor?
bilmiyorum.
Din Nedir?
Din’in ne oluğunu herkes bildiğini sanır?
Ancak din kavramınızın kendisinin bir dinin din kavramı olduğunu düşünürseniz Din’in ne olduğunu anlamadığınızı anlamaya başlarsınız.
Dinleri sembolize ettiği düşünülen yandaki resmin kendisinin bir dinin din veya dinler tanımı olduğunu hiç düşündünüz mü?
Üstüne üstlük dinsiz olmanın mümkün olmadığını, sizin sadece dininizin ne olduğunuzu bilmediğinizi anlamaya başlarsınız.
Diğer bir ifadeyle din kavramınızın dinin ne olduğunu olanaksızlaştırdığını anlarsınız.
Bunun için bir başlangıç olarak şu videoyu öneriyoruz:
Şu linki izleyiniz lütfen:
http://youtu.be/63UXiUBss3c
Ayrıca bu konferansla birlikte kullandığımız görsel malzeme de yararlı olabilir ve şuradan izlenebilir:
http://youtu.be/YbnjUxxPgBs
(İşte uzun yazdığımdan şikayet edenlere kısa bir yazı. Hepsi bu kadar. J)
08 Kasım 2014 Cumartesi
Demir Küçükaydın
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/11/din-nedir.html
Gün abi merhaba…doğu perinçek işçi partisini vatan partisi yapınca…doktorcular ne der diye hkp nin sitesine baktım…yazdıkları yazıda sizin kitaptan epey alıntı vardı belki ilginizi çeker…http://www.vatanpartisi.gen.tr/index.php/component/content/article/2-uncategorised/10-iskenceci-sorgucular-karsisinda-acikli-bir-diz-cokus-ve-teslimiyet
pardon ben hkp sanıyordum vatan partisiymiş…sanırım 2 vatan partisi oldu…
Hayır, HKP. Ama geçmiş miras olarak da Vatan Partisi’nin İP tarafından kullanılmasından rahatsızlar.
sağol, baktım. Sol örgüt kapışmaları artık tahammül edilmez boyutlarda tabii ki.
Abi bu kitap tam senlik: http://www.derlenisyayinlari.org/images/stories/derlenis_yayinlari/pda%20yazlar%20orta%20boy.pdf
Kıvılcımlı’nın tarihsel çözümlemeleri değerlidir ama bu tür siyasi polemik yazılarında iş yoktur.
abi tam olarak ne zamandan beri inançsızsın, dini inancın kaç yaşında sarsıldı?
Bu yakında ölen “gazeteci Ünal İnanç’ı tanır mıydınız? Birçok açıdan ilginç geliyor bana. Bir kere karanlık bağlantıları ile Aydınlık’ın geçmişi hakkında aydınlatıcı olur. “Bilinmeyen Sol” ve “Kontrgerilla” dizilerini hazırlayanlardan biri olarak Aydınlık-Polis tarihinde önemli. Sonra, bir edebiyatçı olarak size bol malzeme sağlayacağını düşünüyorum. Ruhsal gelgitler, garip ve girift ilişkiler, maceracı denebilecek bir hayat ve kişilik.
dini inancım hiçbir zaman olmadı. Ağabeyimle babam sofrada allah var mı yok mu tartışması yaparlardı, felsefi planda. Yani tümüyle seküler bir ailede yetiştim. 10 yaşında da allah yok dedim, çıktım işin içinden.
İlk kez duyuyorum.
Celal Doğan HDP’den aday olmuş abi ne diyorsun? HDP kitle partisi olmak adına bozulmuş kitlenin içinden bozuk adamları almaya başladı. Dengir denilen adam için de geçerli bu ?
bu daha başlangıç 🙂 HDP barajı geçtiğinde gör sen leş sineklerini nasıl üşüşüyorlar. Ölümü göze alan o fedakâr insanlar olmayacak artık.
Sultan Galiyev hakında ne düşünürsünüz?
sitede yer alan, 10 yıl kadar önce yazdığım bu yazımdaki gibi düşünüyorum:
http://www.gunzileli.com/1998/07/23/galiyev-uzerinde-el-sikismak/
Bir yıl kadar önceydi sanırım, RTE’nin göbek bağının Hakan Fidan’la olduğunu, bunlar çıkarsa beraber çıkacak batarsa beraber batacaklar diye spekülasyonda bulunmuştum. Stalin ve GPU’nun başındakiler gibi ama henüz Stalin’in GPU şefine ihtiyacı var yani o konumdakini da geri dönüşüm kutusuna atıp çıkarmaya başlamadı.
Geçtiğimiz birkaç haftada Hakan Fidan’ın önce MİT’in başından ayrılıp MV olmaya kalkması, ardından RTE’nin “trip atması” sonucu çark edip, zırt diye tekrar MİT’in başına getirilmesi.. Bana çok acayip geliyor. Bir yorumunuz var mı?
Bir tahmin ama bence olay bir gaf.AKP iktidarı adına büyük bir gaf. Bence Fidan’ın suyu ısınmıştı. (diyelim ki Yagoda gibi). Fidan harcanacağını anladı ve Davutoğlu’nun onayıyla kendini onun kucağına attı. RTE bu oyuna gelmedi ve onu kulağından tutup gerisin geri aldı. Bundan sonraki adım yıpranan Fidan’ın seçimden sonra görevden alınmasıdır. Yani geçici olarak göreve getirildi. RTE onu asla affetmeyecektir.
İyice spekülasyon alanına girecek ama Fidan’ı mecazen ipe gönderebilecek şey PKK ile yürütülen süreçtir. Süreç, farklı bir iktidar paradigmasında hızla vatana ihanet olarak görülebilecek bir şeydir. Aynı damokles kılıcı SSÖ ve diğer delegeler için de geçerli. Acaba diyorum, RTE emeline ulaşır da başkanlığı getirirse, süreci de çöpe atacak, ve cemaat’ten “paralel”e söylemsel geçiş yaptığı gibi “ben zaten karşıydım, Fidan’ın vatana ihanet süreciydi bu” diye revizyonizme başlayacak, günah keçisi mi yapacak. Fidan bundan mı korktu.. Denilebilir ki o zaman sır küpü çatlar sırlar açığa saçılır. “Sır küpü”nün sırlarının beyinleri öldürülmüş lider kültüne alarm verici derece yaklaşmış bir kesim halk ve yandaş medyanın rolü nedeniyle RTE iktidarını sarsmaya yetmediğini tape’lerden de gördük derim.
tabii ki. İktidarlar kullanır ve sonra çöpe atarlar. Bir önceki dönem yaptırdıkları işleri bir sonraki dönem o kişinin karşısına bir suç olarak çıkarırlar. Bunun küçük bir provası “paralel” olayında da yaşanmadı mı?
Oktay Etiman bir röportajında “dini es geçmeseydik halk tabanına yayılarak belki devrimi yapabilirdik” demişti ne diyorsunuz bu görüşe?
çok yüzeysel bir görüş. O “devrimi” AKP yaptı işte.
İngiltere’de sol ne durumda ? Ayrıca TC’den vatandaşlık almak ister misiniz tekrar?
İstemem. Çünkü o zaman askerlik yaptırırlar. İngiltere’de sol esas olarak Troçkisttir. Anarşistler de oldukça güçlüdür ama her ikisi de çok parçalıdır.
Troçki’nin Stalin’den teorik olarak en büyük farkı nedir desem bir cümleyle anlatabilir misin?
Stalinizmin sefil pragmatizminin ve reelpolitizminin tersine, doktriner ve katı ve bir Bolşevik olması. Troçki, Bolşevizmin köylülere karşı savaşının; Stalin, bürokrasinin köylülere ve Bolşeviklere karşı savaşının temsilcisidir.
İngiltere’deki troçkistler bizim buradaki DSİP’lilere ne kadar benziyor Gün Abi? Türkiye’den karşılaştırabileceğin başka bir yapı var mı? Bir de tersinden bir soru sorayım: Türkiye İngiltere olsaydı, TKP gibi partiler solda marjinal-dışlanmış birer parti, DSİP ise solun en güçlü örgütü mü olurdu,? Şimdi soldaki durumun tam tersi gibi yani.
Perinçek’in Kaypakkaya ile aynı safta veya örgütte birleşmemesinin nedeni nedir?
Perinçek devletçidir. Kaypakkaya ise köylücü. Bu yüzden birleşemezler.
DSİP zaten ingiltere’deki SWP’nin şubesidir. ingiliz solunun en güçlü partisidir bu. Aynı dsip’e benzer. 1950’learden beri oluşmuş bir partidir. Öğretmen ve öğretim üyeleri, ve öğrenciler arasında güçlüdür. söz konusu benzetme kıyaslamaları yapmamak en iyisi sanırım.
Türkiye’de stalinistlerin, İngiltere’de ise troçkistlerin radikal solda en büyük güç olmalarının asıl sebebi onların gelişmiş ülke, bizim ise üçüncü dünya ülkesi olmamız mı? Bizim solda stalinizm ana akım olmaktan ne zaman çıkacak? Biz görecek miyiz o günleri?
Bence bu solun entelektüel düzeyiyle ilgili. Türkiye solunun entelektüel düzeyi yükseldikçe Stalinizm de bayır aşağı gidecektir.
“Troçki, Bolşevizmin köylülere karşı savaşının (…) temsilcisidir.”
Abi sende hala Maoculuktan kalma alışkanlıklar galiba 😀
🙂
Bu stalinizm fobisi sizde patolojik boyutlarda, sizi rahatlatir mi bilmem ama Turkiye solunda stalinist denilen orgutlerin sayisal gucu oldukca azdir, daha cok ODP basta olmak uzere anti stalinist sol gucludur, ama sizi asil rahatsiz eden stalinist dediginiz solun sayisal guclugu degil, bu kesimlerin sokakta devlete karsi dovusmelerinden kaynaklanan gorunurlukleri, ama birader sende adamlarin kavgasini kiskanma, sen de cik sokaga sen de dovus, anti stalinist olman senin devletle kavgani engellemez ki. Yani kavga niyetin varsa demek istedim.
ne cevap vereyim ki buna? Yorumdur deyip geçmekten başka.
Abi Mahir öldüğünde 26 yaşındaymışmış. O yüzden esaslı bir teorik birikim bırakmasını bekleyemeyyiz. Ben sana bu önermeden yola çıkarak birşey sormak isterim. Dünyadaki sosyalist kuramcılar hangi yaşlardan sonra profesyonel düşünmeye başlıyor ya da sağlam kuramcılar 20-25 yaşları arasında Mahir ile karşılaştırıldığında ne durumda oluyorlar. Yani varmak istediğim nokta; Mahir acaba 60 yaşına kadar yaşasaydı sence ne bırakabilirdi, yüksek bir potansiyeli var mıydı?
Mahir, çok okuyan, teoriyi seven bir arkadaştı. Ama geleceğe ilişkin tahminlmerde bulunmak boşuna. Çünkü bu bir bilinemezdir her zaman.
Bence Ahmet’e ve bütün Stalinistlere tek bir soru yeter.
Devletsiz toplumdan yana mısınız devletten yana mı?
Stalin’in devleti de diğer devletler gibi bir devlettir. Emperyalist, kapitalist, “sosyalist”, feodal, köleci, ATÜT farketmez. Bütün devletler devlettir ve kötüdür.
Bu bağlamda bir soru da ben sorayım Gün Abi. Avrupa solundan Gramsci, Lukacs, Althusser gibi önemli marksist entelektüeller çıkmış.Bizden niye bu çapta etkili marksist aydınlar hiç çıkmadı ve çıkmıyor? Ne yapmak lazım?
Bir işçinin patronuna şu olaydaki gibi şiddet uygulamasına nasıl bakıyorsunuz? Anarşizmin ve solun bu tür olaylarda tutumu ne olmalıdır ? Yaptıkları kötü olsa da tutuklanmalarına karşı olmak gerekmez mi en azından?
Zam yapmayan patronunu öldüren işçi tutuklandı
ÇORUM’da ücretine zam vermesi için tartıştığı patronu Ticaret Borsası eski Başkanı 58 yaşındaki Mahmut Özdemir’i öldürdüğü suçlamasıyla yakalanan Mehmet E., çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Çorum’da dün meydana gelen olayda Organize Sanayi Bölgesi yakınlarında kendisine ait tavuk çiftliğine giden Mahmut Özdemir, iddiaya göre çiftlikte çalışan işçisi Mehmet.E. ile tartıştı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucu Mehmet.E., Mahmut Özdemir’i bıçakladı. Vücuduna 3 bıçak darbesi alan Özdemir, olay yerinde hayatını kaybetti. Şüpheli jandarmayı arayarak kendisini ihbar etti. Jandarma ekipleri Mehmet E.’yi gözaltına aldı. Mehmet E. jandarmaya verdiği ilk ifadesinde suçunu itiraf etti. Şüpheli ücretine zam yapılmadığı için yaşadıkları tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine Mahmut Özdemir’i bıçakladığını söyledi. Mehmet E., Mahmut Özdemir’in sahibi olduğu tavuk çiftliğinde 8 yıldır çalıştığını belirterek, “Son zamanlarda aylık ücretimden çeşitli kesintiler yapıldı. Bana zam yapacağını söylemesine rağmen yapmadı. O gün tavuk çiftliğine geldiğinde ücret konusunda kendisiyle tartışma yaşadık. Tavuk çiftliğinin yemlik bölümündeki tartışmamız sırasında bana küfür etti. Kavga etmeye başladık. Yem torbalarını kesmek için olay yerinde bulunan bıçağı alarak 3 defa göğüs kısmından bıçakladım. Çok pişmanım” dedi.
Jandarmadaki ifadesinin ardından bugün Adliyeye sevk edilen Mehmet E. çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28434307.asp
yukarıda futbol tartışılmış. bu konu hakkında kendisine sorulan bir soruya Şevket Eygi şöyle cevap vermiş;
SORU: Türkiye’nin en büyük, en önde gelen, milyonlarca insanın tuttuğu ve sevdiği iki ünlü takım futbol oynuyor… Stat lebâlep dolu, milyonlarca vatandaş televizyon önünde… Birden oyun kızışıyor, beklenmedik bir şey oluyor, top kaleye giriyor, taraftarlar çılgınca alkışlıyor, gol yiyen takımı tutanlar haykırarak ağlıyor, bazıları kendilerini yerden yere atıyor… Goool goool gool!.. Yer gök inliyor… TV’ler haberi anında veriyor, ertesi günü gazeteler yaza yaza bitiremiyor… Bu haberin ilim, irfan, din, iman, ahlak, fazilet, bilgelik, insanlık bakımından (100 üzerinden) notu nedir?
CEVAP: (1) bile değildir, sıfırdır. Yüzde yüz önemsiz fâni bir olaydan ibarettir.
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/SORULAR_CEVAPLAR/23846
çok bireysel bir vaka. Sınıf mücadelesiyle ilgisi yok. Dolayısıyla ne sebeple olursa olsun katilliği savunamayız.Tutuklanma ya da hapishane ise çok daha başka bir konudur. her türlü hapishaneye karşı olmak gerekir.
Kıvılcımlı var mesela. Polemiklerinde ve gündelik yazılarında iş yoktur ama tarihsel çözümlemeleri çok önemlidir.
Sevmeyebilirsiniz ama Yalçın Küçük de çok önemli bir sosyalist teorisyendir. Kendisi aynı zamanda bir hezarfendir (polymath, çokbilimli).
Kıvılcımlı’nın polemik yazılarını beğenmemeniz, daha çok Aydınlıkçıları hedef aldığı için olabilir mi?
Hiç ilgisi yok. Genelde polemik yazıları üslubu bozar. Kıvılcımlı’nın geleceğe kalan yazıları tarihi çözümlemeleridir.
Büyük bir beyindir. Öyle olduğu için de megolamanyak denecek ölçüde kendine hayrandır. Büyük beyinlerde bu olur genellikle. Büyük bir teorisyen olduğuna katılmıyorum.
Kıvılcımlı’nın “Oportünizm Nedir?” kitabı hem baştan aşağı bir polemik yazısıdır hem de Stalinistler ile Reformistlerin strateji ve taktik şablonlarının esaslı bir teorik eleştirisidir. O kitabı hiç okudunuz mu?
doğrusu okumadım. Peki geri alıyorum.
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc80_3.html
http://www.yuruyus.com/www/turkish/images/mahir-ulas-mahkeme-144.jpg ulaş’ın sağındaki eleman kim acaba tanıyabiliyor musunuz?
Kamil Dede, şu anda Vatan Partisi yöneticisi.
Yalçın Küçük deli mi?
Bir yazısında Roni de bunu sormuş;
Yalçın Küçük zırdeli midir, dünya çapında bir aydın mıdır? Soner Yalçın ırkçı ve Ergenekoncu bir pislik midir, Türk gazeteciliğinin onuru mudur?
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/roni-margulies/kemal-i-mi-elestirmeli-tayyip-i-mi/22973/
Her iki uçtan da abartmalar yanlış. Yalçın Küçük büyük bir beyindir. Ama her büyük beyin biraz megoloman ve çılgındır. Bu olguyu kabul etmek zorundayız. Fikirlerine hiç katılmam ama onu deli ilan etmeyi dea doğru bulmam. Soner Yalçın başarılı bir gazetecidir. Sabetaycılık konusundaki görüşleri son derece hastalıklıdır. Ama hakkındaki komplolara karşı çıkmak gerekir.
“Ütopyacılar, insanlığın güzel çocuklarıdır. Aklın yaratıcılığına güven ile yetindiler.
Türk aydınını çözümlerken, ütopyasının olmadığını, kurgusu’nun zayıf ve anarşik damarının yok olduğunu not etmiştim; buradayız. İlaveten, Marx’ın ütopya eleştirileri ile ilgili olarak da iki yol izliyordum; birincisi, standart yazımlarda gösterildiği kadar karşı çıkmıyordu ve çok zaman da övüyordu. Bunun anlamı şudur; ütopyacı sosyalistleri atarsak, sosyalizm, fakirleşmek zorunda kalmaktadır; gerçekte ütopyacılar, temsili ölçekte olsa da, var olan toplumsal düzene hep müdahale etmek İstediler. Yerleşmekte olan kapitalizmi hiç kabul etmediler ve reddettiler. ‘Temsili’ kalmaları, daha çok, aydınlanma’nın pek ateşli çocukları olmalarından ve insan aklına çok güvenmelerinden kaynaklanıyordu. Yanıldılar.
Red’di bilmeyenler, ütopya fakiridirler. Anarşizm, müdahaleci reddi, fetiş haline getirmektir. Fetişizm’de hep kutsallaşma var. O halde aklın yolundan ve dolayısıyla soldan uzaklaşmadır. Ancak her zaman solu besleyen ve terbiye eden bir damar olmakla bizde pek akmadığını tekrarlıyorum.
Marx mı, bütün katkılara çok büyük bağlılık gösterdi; en güzel yanlarından birisi budur. Ancak yazılarını en çok zor yapan, aynı anlamda, en çok zayıflatan ve bu nedenle de, pek çok Marx ukalasına kapı açan yanı da buradadır. Hegelci, Sol Hegelci, Feuerbachçı, Sol Feuerbachçı oldu; ancak bir önceki halini hiç reddetmedi ve hiç mahkum etmedi. Güçlük buradadır; öğrendiklerini hep katalogladı. O kadar öyle ki, her iddiasına bir de karşı iddia bulunuyordu; zorluğumuz buradadır.
Sol, Marksizm’den Öncedir.
Komünist Manifestoyu hiçbir zaman sol saymadım.
Aydınlanma, insan’a ve aklına güven üretiyor ve buradan güçlü bir insan sevgisi çıkıyor. İnsan’ın güvendiğini sevmesi çok şaşırtıcı olmakla birlikte, galiba, bir kuraldır.
Hıristiyanlardaki Tanrı ve İsa sevgisini de buraya bağlayabiliriz. Buna karşın, Judaizm’de ve İslam’da, Allah sevgisi için, bir de mistisizm gerekiyor, mistikler, Allah’ı cezalandıran çizgilerinden ayıklıyorlar ve konuşamasalar da konuşulabilir yapıyorlar. Yahudiler ve izleyen Müslümanlar, Allah’ı, yalnız bu yolla sevebiliyorlar.
Manifesto’da, emekçilere sevgi ve acılarına ağıt yanında, güçlü ve güvenilen bir kapitalizm okuyoruz; en çok okunduğu için ve çok zaman sadece bu okunduğu için, sosyalistlerde, kapitalizm’e hep büyük bir sevgi buluyoruz. Kapitalizm’i divinize ellikleri kesindir; her yerde nazır ve çözüm için hazırdır. Sosyalizmde, ne yazık, kapitalizm, bir fetiş’tir. Öte yandan, Proudhon, la propriete c’est le vol, diyebiliyordu; bu fetişizm’in dışındadır, mülkiyet hırsızlıktır, demektedir.
Marx’ın sisteminde, sınırlı, kapitalizmin sistematiğinden önce ilk hallerinde ve sınırlı ölçüdeki primitif akümülasyon hariç, kapitalizm’de hırsızlık yoktur. Marx, dış ilişkilerde de free trade için methiyeler düzüyordu ki, bu, burada da hırsızlık görmediği anlamındadır. Rosa Luxemburg görüyordu ve bu da, olgun kapitalizmde de primitif akümülasyonun devam ettiği anlamına gelmektedir; çok değerli ‘Accumulation’ çalışmasında, ki tanınmış burjuva iktisatçısı Joan Robinson da çok övmüştü, dış ticarette pek çok hırsızlık yazabiliyordu. Ben de Rosa’nın analizlerine çok büyük değerler biçenler arasındayım ve Marx’ın dış ticaret analizini ise, kendimden hep çok uzak tutuyorum. Marx, dış ticareti hürleştirici bulurken, biz, zengin kapitalist ülkelerin, dış ticaret ile her gittikleri yerde, partner olarak, gericiliği bulup dinselliği körüklediğini görüyorduk. Şimdi emperyalizm, sömürgeci pratiğini de yeniden canlandırdığı için, dinselliği yaymaya iman etmiş haldedir.”
(Yalçın Küçük, Sol Müdahale, Önsöz’den)
Siz Atatürk ve Sabetaycılık konusunda ne düşünüyorsunuz? Sİzce bir mason muydu?
Mason olsa ne olacak ki? Masonluk 19. yüzyıl boyunca bütün devrimci aydınların ortak mezhebi gibi bir şeydi. Bakunin bile Masondu. Sabetaycılığı konu etmek ise sadece ve sadece ırkçı ve anti-semitik bir tutumun ürünüdür ve ulusalcılığın ırkçılığa evrilmeye başladığı noktadır. Türkiye’ye Selanik taraflarından göç eden MuSEVİLERİN ÇOĞU sABETAYCIDIR, ÇÜNKÜ BİLDİĞİM KADARIYLA sABETAYCILIK musevilere anti-semitik saldırılardan kaçınmak için bir sığınak sunmaktaydı. Yani bir nevi Alevilikteki Bektaşilik gibi. Bu YÜZden sabetaycılığı bir suç gibi ortaya getirmek zırvadır. Yalçın Küçk’le Soner Yalçın’ın zırt dediği nokta burasıdır.
İ.Kaypakkaya’nın Atatürk ile ilgili değerlendirmelerine yönelik düşünceniz nedir?
İngilizler ülkemiz soluna dair isimleri bilirler mi hiç ? Örneğin üç İngiliz’i öldüren Çayan ismini duymuşlar mıdır?
Yalçın Küçük, bir bütün olarak Sabetayistlere düşmanlık yapmıyor, onların aynı zamanda Osmanlı-Türkiye modernizasyon tarihindeki ve Kurtuluş Savaşı’ndaki örgütleyici rollerini de anlatıyor (örnek: http://www.aydinlikgazete.com/m/?id=27186&t=makale ). Kendisi “Sabetayistler olmasaydı bu cumhuriyeti kuramazdık.” sözünü sıkça tekrarlıyor. Ayrıca en yakın dostlarının (Behice Boran, Musa Anter) da İbrani asıllı olduğunu ve kendi ailesinde de İbranilik olduğunu söylüyor. Yalçın Küçük’ün eleştirdiği kesim Sabetayistlerin tamamı değildir, sadece Oligarşinin ağırlıklı bir bölümünü oluşturan ufak bir rantiye ağıdır.
Kıvılcımlı’nın Kürdistan’ı TC’nin işgal bölgesi olarak görmesine ne diyorsunuz?
katılıyorum.
O zaman bunu sınıfsal açıdan koyarsın. Bunlar Sabetayist diyerek değil.
yok canım, nerdeeeeee
Kaypakkaya Türkiye solunda Kemalizmi ilk kez net bir şekilde eleştiren kişidir. Eleştirileri büyük ölçüde doğrudur.
küfrü silip yeniden yollayın.
abi benim teori bilgim çok zayıf bana kısaca anlatır mısın zahmet olmazsa Marx, Lenin, Troçki, Mao’nun teorileirnin birbirlerinden farkı ya da fazlalığı eksikliği nedir?
merhabalar ben Stalin ve hitler arasında bir karşılaştırmayla ilgili olarak bir yazı yazmayı düşünüyorum. Aslında bir ödev bu ancak hangi bakımdan bir karşılaştırma yapacağımı bilemiyorum. Yardımcı olursanız çok sevinirim.
şu sıra yardımcı olmam imkânsız. Ama öncelikle Stalinizm bölümündeki yazıları okumanı öneririm (bu sitedeki)
tahmin edersin ki bu “kısaca” anlatılabilecek bir şey değil.
Jakobenler’i sever misin?
Paris Komünü üyelerinin neredeyse yarısı Jakoben imiş. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?
“Paris komünü üyesi” diye bir şey yoktur. Bu bir örgüt değil, isyandı. Jakobenler de vardır muhakkak ama yarısının Jakoben olduğu iddiası komiktir. Bu isyanda yer alan komünarlar içinde en ağırlıklı olanlar Proudhonculardı.
sevmem.
Paris Komünü’nün demografisi ve dersler: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/meger-orada-da-varmis-58519
Jakoben’leri günümüzün bakışıyla sevmek mümkün değil; ama bugün bize “nasıl olmayacağını” öğrettikleri açısından da değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. “Ahmetlerin” de henüz öğrenemedikleri bir yöntem olarak “tarihsel olarak” saygı duyulabileceğini düşünüyorum.
Ve ilk kez denendi… Özgürlük, eşitlik, kardeşlik!
Olmadı…
Cehennemin taşları oldular!
Başarısızlıkları yöntemseldi! Ve çok zamansızdı. Sanırım yine de önemli ve anılmaya değer olan “yönteme” ait meselenin önemi olmalı…
Sanırım insanlık tarihine ve geleceğe ait sorunsallar henüz damıtılmış değil…
Son 5000 yıllık deneyimin mucizevi yanıtları, iyileştirici “reçetesi” henüz yazılmadı…
yeni romana başladın mı? hangi konuda olacak?
Bu sorunun tam da yeni romana başladığım gün gelmesi ilginç oldu. Yoksa içine mi doğdu. Bugüne ilişkin olacak. Şimdilik bu kadarını söyleyeyim. Ya da 2017’ye.
romanın odağında gezi olayları mı olacak?
o da olacak ama esas 2017 Ekim’inde patlayacak 2. gezi olacak. Romanın adı da muhtemelen 2017 Devrimi
Çok ilginç bir konu. Keşke Mevsimlerden önce bunu yazsaydın.
Hayır. Mevsimler bunun öncelidir. Mevsimler olmasaydı bu roman da olmazdı. Bugün dokuz sayfa yazdım ki, bu benim açımdan bir rekor sayılır.
Her gün böyle çalışabilseniz bir ayda biter. Bir ay da düzeltmeler sürse iki ayda roman hazır… Dokuz sayfa kaç kelime ediyor toplam? Kaç saatte yazdınız? Tek oturuşta mı bu kadar çıktı? Düzeltme yaptınız mı? Plansız mı yazıyorsunuz? Bir de editör desteği alıyor musunuz? Levent Cantek’le konuştunuz mu? Yine İletişim’den mi çıkacak?
bu soruların cevaplarını bilmiyorum şimdilik. Sabah oturdum yazmaya. Saat akşam 4’e kadar yazdım. Ama romanda o kadar aceleci olmamak gerekiyor. Estetik kaygı çok önemlidir. Sanırım romanı dört ayda bitiririm. Ama ondan sonra işelemesi var. Kısacası seneye bu zamanlara ancak çıkar. Romanın son halinden emin olduktan sonra birkaç romancı arkadaşıma, eşime okutuyorum ve elbette onların önerilirini alıyorum.
2017’de devrim konusunu niye seçtiniz, Türkiye’de siyasi bir dalgalanma olacağını mı düşünyorsunuz?
Evet.
Devrimden Sonra filminden haberiniz var mı? İzleme fırsatınız oldu mu? Bu filmi bir kaç sene evvel TKP’liler çekmişti. Sinemalarda da gösterime girmişti.
birkaç fragman görmüştüm. Rezaletti.
evet bence de rezaletti, hele hele sol görüşlü sanatçıların klasik sağcılar gibi bu denli bir yüzeysel ve kurgusuz film çekmelerine şaşırmıştım bende.
Budizm hakkında bir bilginiz ve görüşünüz var mı ?
Pek yok ama İngiltere’den biraz tanıyorum. Savaş karşıtı gösterilere daima katılırlardı.
Jakoben
~ Fr jacobin Fransız ihtilali esnasında (1791) Paris’te St Honoré sokağındaki eski St Jacques manastırında toplanan radikal cumhuriyetçi hizip mensuplarına verilen ad < OLat Jacobus St Jacques de Compostelle, bir hıristiyan azizi < İbr yaˁḳōb יעקב Yakup, Tevrat'a göre İshak'ın oğlu ve İsrailoğullarının atası
Tarihçe (En eski kaynak)
"siyasette devrimci yöntemleri savunan kimse" [ c (1934) : Alelumum denilebilir ki bugün dahi Jakoben ruhunu taşıyanlar yani müfrit inkılapçılar (…) ]
http://www.etimolojiturkce.com/kelime/jakoben
Bu arada önemli bir bilgi değil ama Jakoben’in aynı kökten gelen Arapçası Yakubiyye (يعقوبية) ve çoğulu Jakobenler Yeâkıbe (يعاقبة)
Jakoben’in karşılığı Google çeviride “İngiltere kralı 2. James yanlısı” ve “İngiltere kralı 1. James dönemine ait” olarak da gösteriliyor.
ÇÖzüm süreci ne olacak sizce sonuca ulaşacak mı ?
çözüm süreci yok, oyalama süreci var.
Mao’nun Troçki’ye bakışı nedir?
Komintern’in bakışından farklı bir bakışı yoktur ve olamaz.
Mao nun bir cok konudaki gorusleri Kominternin bakisindan farklidir, bu ise CKP ile Komintern ya da Stalin yonetimi arasinda hic bir soruna yol acmamistir. Mao nun cizgisi dunya komunist hareketinin bir zenginligi olarak kabul edilmistir. . Mao cizgisinin mahkum edilmesi Kruschev doneminde baslar. Mao hic bir zaman Komintern politikalarinin kor bir uygulayicisi olmamistir zaten Komintern de hic bir zaman bunu istememistir.
BHH’de ÖDP’den sonra en kalabalık bileşen olan Komünist Parti genel seçime tek başına gireceğini açıkladı dün. Senin değerlendirmen ne yönde Gün Abi? BHH’yi nasıl etkiler bu karar?
Yok hükmünde bir karar. Bunların BHH içinde de bir hükmü yok zaten.
Gün Abi, BHH yürütme kurulunda bu KP’lilerin merkez komitesinden en az üç dört kişi var. O kadar da etkisiz değiller BHH’de.
BHH’ye pek bir katkıları olduğunu sanmıyorum. Ama tökez olabilirler tabii.
Eşme ruhunu sever misin?
herhangi bir orduyla işbirliğine olumlu bakmam.
Ne yani savaş mı istiyorsun? Kan aksın mı istiyorsun? Asdfadfsdsadfd
Hayır. Kan akmasını isteyen ordulardır.
ÖDP seçime girmeyecek. EHP HDP’ye destek veriyor. KP tek başına giriyor. HTKP seçime girmiyor. BHH’nin bundan sonraki akıbeti sence nasıl olur Gün Zileli? Bu kadar farklı karar veren bileşenlerle nereye kadar yol alınır? Bundan sonrası için beklentin, tahminin nedir?
İngiliz dostlar edindiniz mi kendinize?
Anarşist arkadaşlarım vardı. Özellikle HSG (Haringey Solidarity Group) içinden.
Dağılır diye tahmin ediyorum.
Kuran’ı Kerim okudunuz mu hiiç, yorumunuz nedir?
kapağını bile açmadım.
“Demirtaş çizgisi” diyorsun. Peki ya (diyelim ki) HDP seçimlerde barajı geçti ve bir sürü milletvekili çıkardı. Ondan sonra Demirtaş yeni anayasa konusunda AKP’yle anlaşırsa Taksim’in ortasına çıkıp eşek gibi anıracak mısın?
Eşekleri incitmekten korkarım 🙂
Aydınlık hareketinde neden hep tuhaf tuhaf insanlar yetişiyor? Sırrı nedir bu işin?
Örneğin?
Örneğin ünlü ulusalcıların ve liberallerin çoğunluğu.
Eh geriye de pek bir şey kalmadı.
Aydınlık’takiler biraz seçkin tipler oldukları için isimleri dikkat çekiyor. Yoksa diğer örgütlerden de sürüsüyle ulusalcı ve liberal var.
Yemen’de tutumunuz nedir?
Atatürk’e karşı olumsuz düşünceleriniz ilk olarak ne zaman oluşmaya başladı?
Ateist misiniz, deist mi yoksa agnostik misiniz?
Ên sevdiğiniz Osmanlı hükümdarı?
Sizce aslan mı daha güçlü yoksa kaplan mı ?
kafa bulduğunuzun farkındayım. Kafa bulmaya karşı değilim ama bu bu kadar kabaca yapılmamalı. Daha sofistike yapmayı deneyin.
yok.
Ateist
Babam subay olmasına rağmen, ilginçtir ki, bize Atatürk’ün “büyüklüğü”nden hiç söz etmezdi.
Her türlü dış müdahaleye karşıyım.
Sevilebilecek birkaç Osmanlı hükümdarı var aslında: Mehmet II, Osman II, Selim III, Mahmut II. Bunların dördü de yenilikçiydi ve bundan dolayı hem Yeniçerilerle hem de din adamlarıyla çatıştılar.
Pek Osmanlı tarihi bilmem ama isyan eden yeniçerileri daha sempatik bulurum
Yukarıdaki soruyu görünce aklıma geldi, peki taht kavgasında başarısız olan, padişahlığını ilan ettiği halde kısa sürede yenilgiye uğrayan ve bir kısmı öldürülen şehzadeleri iktidara karşı destekler miydiniz?
II. Murat’a karşı padişahlık ilan eden amcası Mustafa Çelebi ve kardeşi Küçük Mustafa Çelebi
Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid’e karşı padişahlığını ilan eden Cem Sultan ve onunla birlikte hareket ederek Osmanlının yıktığı beyliğini kısa bir süre tekrar dirilten Karamanoğlu Kasım Bey
Kanuni döneminde, sonradan tahta geçen Şehzade Selim’le savaşıp başarısız olan ve sığındığı İran’da Osmanlılara teslim edilip öldürülen Şehzade Bayezid
Bunlar muhalefet oldukları için desteklenmeleri yanlış olmazdı herhalde?
Yeniçeri ordusu, sermaye ve gericilik ile bütünleşmiş bir ordu niteliği taşıyordu. Haydi liberallerin seveceği tabirle söyleyelim, Yeniçeriler vesayetçiydi; çünkü kendilerinin imtiyazlarını sınırlandırmak ve herhangi bir konuda reform yapmak isteyen padişahları darbeyle indiriyorlardı. Vaka-i Hayriye olayı (Yeniçerilerin temizlenmesi), daha sonraki bütün yenilikçi hareketlerin önünü açtı.
Bir subayın Atatürk’ü putlaştırmaması çok ilginç gerçekten. Bunun sebebini merak etmemek elde değil.
Bora Gözen’i tanır mıydınız?
Evet. Arkadaşımdı.
Dersim kırımında orada görevlişmiş. Kim bilir neler yaşadı. Radyoda alevi türküleri çalındığında çok üzülür, dinleyemezdi. Sanırım oralardan gelen bir şeyler var. Ayrıca atatürk tapıncı o dönemki kuşaklardan çok sonrakilerde güçlüdür.
Tarihi olarak söyledikleriniz doğrudur tabii ama ne yapayım ki benim yenilenin yanında yer almak gibi bir huyum var.
siyasi olarak desteklemem de duygusal olarak desteklerim.
http://odatv.com/n.php?n=akp-chp-koalisyonunun-can-simidi-kemal-dervis–2703151200 yorumunuz nedir, aşırı komplo mu?
Sizce bu seçimlerde yine AKP tek başına iktidar olursa nasıl bir senaryo oluşacak? Davutoğlu başkanlık sistemine razı olur mu?
Yukardaki ahmetlerin benle alakasi yoktur
Ahmet-2 🙂 bu şekilde bahsetmeliyim galiba burada
neden olmasın. O emir kuludur. Başkanlık sistemi olursa 2017 yılında ayaklanmayla yıkılırlar.
Efraim Elroom ile ilgili İsrail hükümetine muhalifti ve onun öldürülmesi Mossad’da farkında olmadan yapılan bir hizmetten başka bir şey değildi diyenler var. Ne diyorsunuz bu konuda böyle bir bilgi duymuş muydunuz sizde daha önce?
olabilir belki de. Ama eylemi yapan arkadaşların bu tür komplolarla ilgisi yok. Bu yanlış eylem, tamamen israil’i ve müttefiki türk devletini hedef almak amacıyla düzenlenmişti.
Siz de dahil olmak üzere Türkiye solunun geneli Yemen’deki emperyalist müdahale (Türkiye’nin de müdahil olacağı) hakkında neden duyarsız? Yemen halkının hayatı Kobani halkınınkinden daha mı değersiz? Kobani’ye saldıranlar çihatçı barbarlardı da Yemen’e saldıranlar aynı zihniyetten değil mi ki?
Yemen’e yapılan dış müdahalenin tamamen karşısındayım. Duyarsız olduğumu nereden çıkardınız ki.
Arap Birliği ortak ordu kurulması konusunda anlaştı. Mısır ve Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ordunun ilk hedefi, Yemen’de darbe yaptıkları gerekçesiyle, Husiler…
Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah der ki:
“Gazze’ye yönelik son 51 günlük saldırıda Gazzelilerin evleri yıkıldı. Bombalandılar öldürüldüler ve Sünnilerdi. Hedefinizde ‘meşru yönetimi’ geri getirmek vardı ve çok önemli idiyse Filistin için neden böyle bir koalisyon kurmadınız? Yemen’de tehlike gördünüz de İsrail bir tehlike değil mi?”
Nasrallah: “Siz Müslüman Arap’sınız ama kendi mazlum halklarınızın değil ABD ve İsrail çıkarları için savaşıyorsunuz” dememiş… Ama onu demeye getirmiş…
http://www.milliyet.com.tr/on-secim-silindiri-/gundem/ydetay/2036610/default.htm
Ülke karıştı abi ne diyorsun bu işlere :/ ?
Ekim Devrimi mi, darbesi mi? Ayrıca size göre bir olgunun devrim olup olmamasını belirleyen nedir?
Hiç başka bir insanı hedef gözetip silah kullandınız mı?
Seçimlere kadar böyle devam eder cbu. Seçimlerden bir yıl sonra yıkılacaklar.
Ekim devrimi, büyük toplumsal altüst oluş anlamında devrimdi. Bolşeviklerin iktidarı ele alış biçimi ve yöntemi açısından bir darbe olarak görülebilir.
Hayır.
Gün abi buyur; https://www.youtube.com/watch?v=L50Wljt6oEQ :))
Aydınlıkçıların “bireysel şiddet/maceracılık” karşısındaki tavrı haklı mıdır?
Ethem Sancak’ın ilk sermaye birikimini Aydınlıkçılara bağlı bir ecza deposu yönetirken elde ettiği doğru mudur?
Geçmişte bu konuda doğru eleştirileri vardı.
Evet ama aileden de zengindir.
Çayan Deniz ve daha bir sürü arkadaşınızın ölüm haberini aldığınızda neler hissetmiştiniz?
Tahmin etmesi zor değil.
Sizce Vahdettin hain mi?
Bir yerde Sarp Kuray’ın devrimci davaya sadık kalamadığını ve mafyalaşma içine girdiğini okumuştum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Şu anda devletin hapishanesinde bulunan birinin hakkında konuşmak istemem. 68 döneminden arkadaşımdır. Özgürlüğü için mücadeleye omuz veririm.
“Hain” kavramı her zaman egemenlere ait olmuştur.
Bir de, Kurtuluş Savaşını yapanlara yönelik İttihatçılık suçlamasına katılıyormusunuz? Örneğin isyancılardan Ahmet Anzavur, bildirisinde Kuvayı Milliyenin ülkeyi felakete sürükleyen İttihatçılığın devamı olduğunu ileri sürmüş.
tabii ki ittifatçıların devamıydılar.
“Cunta öncesi dönemde DY’nin temel teorik sistematiğinde Kürt ayrılıkçılığına prim verilmemiş,’Kürdistan’ın sömürge(!) olduğu yolundaki tezler ise mahkûm edilmiştir.”Kendi demokratik devrim sürecini tamamlamamış bir ülkenin ,hele hele kendisi sömürge konumundayken Emperyalist olduğu iddiası tamamen marxist-leninist toplum ve tarih modelini doğru analiz edememek;Emperyalizm tanımını kavrayamamak ”
DEV-YOL ile ilgili böyle bir şey okudum, siz bu görüşe katılır mısınız?
Şimidi bunlar o günün kavramlarıdır ve bugün çok fazla geçerlilikleri yoktur. “Kendisi demokratik devrim sürecinde”… örneğin bugün hiçbir şey ifade etmemektedir. Neyin sömürge olup neyin olmadığı, dahası sömürgeliğin kendisi bile sorgulanması gereken kavramlardır. Bu yüzden katılmamam ya da katılmamam söz konusu olamaz.
Yazdığınız roman kaç sayfa oldu bu arada?
40 sayfa.
Siz aydınlık grubuna katıldığınız zamanlarda Kaypakkaya ve çizgisi hakkında ne düşünüyordunuz? Misal ona katılmayı düşündünüz mü hiç ?
Olumlu bakıyordum. Bir ara katılmayı bile düşündüm. Sonra Doğu bizi tersine ikna etti.
Babanızın, sizin sosyalist çizgideki faaliyetlerinize karşı tavrı ne olmuştu?
Babam öldüğünde 14 yaşındaydım ve dolayısıyla sosyalist değildim ve bir faaliyetim de yoktu. 16 yaşımda sosyalist oldum.
Gün Zileli, sen değil miydin Sarp Kuray hapiste yatarken ve sana cevap bile veremezken “Sarp Kuray’ın kara paraları aklandı” diye Sığınmacılar adlı kitabında yazan ve bu sitenin sayfalarında da bu konuyla hiç alakası olmayan, Sarp Kuray’ı hayatlarında bir kere bile görmemiş ve hiç ilişkisi olmamış insanlara iftiralarını ve yalanlarını sürdüren ve bu yüzden onlarla mahkemelik olan.
Şimdi de 384 nolu anonime “Şu anda devletin hapishanesinde bulunan birinin hakkında konuşmak istemem. 68 döneminden arkadaşımdır. Özgürlüğü için mücadeleye omuz veririm.” diyorsun.
Konuştun konuşacağını adam hakkında daha ne konuşacaksın serbest piyasa anarşisti seni. Bir de “arkadaşım” diyorsun hala.
(Son iki cümle hakaret nedeniyle kaldırılmıştır. Admin)
Abi senin şu “özgürlükçü marksistler” hakkında ibretlik bir yazı: http://www.wsws.org/en/articles/2015/04/08/pers-a08.html
1) 12 Eylül’den önce generaller darbeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklansalardı buna karşı çıkarmıydınız? “Bu davalar, darbe teşebbüsleri uydurmadır” veya “Devletin ve egemenlerin yaptığı bütün operasyonlara karşıyım” der miydiniz?
2) Balyoz, Kafes, Sarıkız, Ayışığı darbe girişimleri, suikast ve cami bombalama planları (emekli bir generalin “Kıbrıs’ta cami yaktık” itirafını hatırlayalım) -eğer bunlar doğruysa- gerçekleşseydi “Önceden tutuklanmalılardı” der miydiniz? Çünkü bu davalara karşısınız, onun için soruyorum.
3) Bu tür davaların uydurma olduğuna inanıyorsanız, herhangi bir darbe teşebbüsü suçlamasının komplo veya gerçek olduğu kanıtlanabilir mi? Kanıtlanabilirse nasıl? Kanıtlanamazsa bu tür davalarda nasıl bir tutum alınmalıdır?
Her türlü siyasi davanın uydurma olduğunu düşünürüm. Toptan cevabım budur.
Tahrifat nedeniyle…
erkek kedide ( tabi erkek insanda da) neden meme var?
ölüm tehlikesi altındaki yaralı hayvan neden kendini otların içine kamufle eder?
adada elektrik kesilse bile motorsikletlerin farı yok mu?
sanırım kimilerinin farı yoktu. biliyorum yani olmadığını. Neden kamufle eder? İçgüdüsel olarak kendini diğer canlıların saldırısından korumak ister. çünkü o anda kendini savunamayacak durumdadır. Meme meselesini ben de bilmiyorum. Gerçekten ilginç bir şey. Neden?
İlk seks deneyiminiz kaç yaşında olmuştu?
neyi kastettiğinizi gerçekten anlayabilmiş değilim.
Bunun aynısını Rusya veya Çin yapmış olsa kıyameti koparırdınız: http://www.wsws.org/en/articles/2015/04/10/pers-a10.html
Neden sessizsiniz?
Sizce Atatürk Sovyetlerle yakın ilişkilere rağmen niçin Sosyalist rejime geçiş yapmadı ?
MİT tırları tutuklamalarıyla ilgili ne dersiniz?
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28697977.asp
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28696410.asp
Ben olumlu buluyorum. İktidara karşı olmakla çelişmez bence. Bazı devletçiler de buna karşı üstelik;
Biri yarbay, biri binbaşı, ikisi üsteğmen, gerisi astsubay, toplam 32 asker… Hatay ve Adana’da, “Suriye’ye insani yardım taşıyan” MİT TIR’larını durdurarak “Siyasi ve askeri casusluk yapmak” ve “Devlet sırlarını kasten açıklamak” suçlamasıyla geçenlerde gözaltına alınmışlardı. İçlerinden bir bölümü ayrıca İstanbul’da yürütülen Selam Tevhid soruşturması kapsamında “Terör örgütü üyesi olmak” ve “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”le suçlanıyor.
Bu soruşturmadaki garabeti “askeri davalar” konusunda uzmanlaşmış bir gazeteci olan Müyesser Yıldız şöyle anlatıyor:
“Garabetler saymakla bitecek gibi değil. Birincisi; MİT TIR’ları gerçekten insani yardım götürüyorsa bundan, ‘Siyasi ve askeri casusluk’, ‘Devlet sırlarını kasten açıklamak’ gibi suçlamalar nasıl çıkarılabilir? İkincisi; yine TIR’lar insani yardım götürüyorsa, bu soruşturmayla ilgili gizlilik kararı neden alındı? Üçüncüsü; suçlanıp gözaltına alınan askerlerin en üst rütbelisi yarbay. Ama onların komutanlarının, yani asıl emri verenlerin soruşturma dışı tutulmasının izahı nedir?”
“Konuştuğum askerlerin kanaati bu operasyonlarla Genelkurmay’a gözdağı verilmek isteniyor. Bu soruşturmalara 2. Balyoz davası da deniyor.”
http://www.milliyet.com.tr/kadin-tarifi-/gundem/ydetay/2042261/default.htm
neyin olumlu bulduğunuzu anlamadım. Tutuklamaları mı? Tutuklamalar devletin yeni bir balyoz davasıdır. Karşı çıkılmalıdır.
Devlet çıkarları o zaman öyle gerektirdiği için devletler arası “yakın” ilişki kurmak asla sosyalizme geçişi falan sağlamaz. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kendisi ne kadar sosyalizme geçiş yapmıştı ki.
Sessiz falan değiliz. Yemen de dahil her türlü dış müdahaleye karşıyız. Ama dünyada her olan biten hakkında yazı yazamıyoruz ne yazık ki.
Kürtlerin bir bölümü, özellikle PKK’ye muhalif olan daha radikal ve bağımsızlıkçı kesimleri askerlere yönelik tutuklamaları olumlu buluyor. Haksızlar mı? TSK zulmünden çok çeken bu insanların yerine kendimizi koyalım. Bu zulmü zorunlu askerlik nedeniyle hepimiz çekiyoruz aslında. Ben de bu devlet ve ordudan onlar kadar nefret ettiğim için TSK aleyhine yapılan herşeyi olumlu bulurum.
ben de devlet ve hükümetlerin yaptığı her şeyi olumsuz bulurum.
Sosyalizm derken sovyet tipi sosyalizmi kastetmiştim. Peki Atatürk’ün böyle bir tercihte bulunması ne gibi sonuçlar doğurabilirdi? O dönem Anadolu’daki sosyolojik duruma göre düşünürsek yani ?
Pek büyük bir değişiklik olmazdı. Zaten devletçi bir sistemdi. Tamamen devletçi olurdu. Zaten otoriter bir rejimdi. Tamamen totaliter bir rejim olurdu.
Marksistler devletin özü ordu oldugunu belirtirler. Babasi asker olunca Polismi oluyormus acaba?
Hakaret ve küfür nedeniyle…
Birincisi, Marksist değilim; ikincisi, ordudan ve askerlikten nefret ederim. Askere gitmediğim için vatandaşlıktan atıldım.
ABD’nin planlarını bilmem mümkün değil ama RTE’den hoşlanmadıkları açık.
“Bizim solun bitmeyen öyküsüdür bu, biteceğe de benzememektedir. Bütün kötülüklerin omzu kalabalıklardan kaynaklandığına, halkı inim inim inleten gerçek ve hatta biricik sömürücü gücün TSK olduğuna, devrimci stratejinin her durumda bu kurumu temel düşman olarak belirlemesi gerektiğine inanmamız beklenmektedir.”[9] Elbette bütün kötülüklerin kaynağı “omuzu kalabalıklar” değil, onların da bir parçası olduğu kapitalist sistemdir. Ancak hiçbir devrimci Marksist, gerçek bir komünist, bundan hareketle yukarıdaki cümleleri sarf etmez. Hele ki, bir despotizm geleneği olan, bu geleneğini Kemalist rejimle devam ettiren, emekçi kitlelerin askeri darbeler altında gerçekten de inim inim inletildiği, askerin siyasal alan üzerinden ağırlığını çekmediği bir ülkede… Eğer birileri tüm bunlara rağmen yukarıdaki sözleri yazıyorsa, çok açık ki askeri yüksek bürokrasiye mesaj vermek ve kendi parti tabanına da sempatik göstermek için yazıyordur.
[9] Kemal Okuyan, Asker ve Biz, 9 Ağustos 2010, http://www.sol.org.tr
http://marksist.net/utku_kizilok/arabesk_kemalist_seckincilik_ve_sol.htm
İlber Ortaylı ve Celal Şengör hakkında ne düşünüyorsunuz?
AKP Ağrı’da neyi amaçladı sizce?
İlber’i 1960’lardan, SBF öğrenciliğinden beri tanırım. Ben de DTCF’de öğrenciydim o zamanlar. Biraz fazla yukardan bir havası var ama iktidara ve yalakalarına karşı çıkışlarını beğeniyorum. Celal Şengör kim?
Sanırım gerçekten bir provokasyon var. Amaçlanan ne olabilir? Ben de soruyorum. Seçimler mi? HDP’yi hedefe koymak mı? Yandaş medyanın havasından böyle algıladım ilk planda.
İlber Ortaylı’dan söz edilmişken onu eleştiren şu yazılara ne dersiniz o zaman?
http://www.duzceyerelhaber.com/Roni-MARGULIES/14979-Turkiye-Cumhuriyeti-Park-ve-Bahceler-Mudurlugu
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/barlas/2015/04/06/ilber-ortayli-neden-onune-gelene-cahil-diyor-acaba
Celal Şengör’ü eleştiren bir yazı da şurada var;
http://marksist.net/selim_fuat/laiklik_kisvesine_burunmus_gericilik.htm
Bu adam sahte-laikçi bir devletçi. Bir kitabında okumuştum, solcuları Kemalist “Laik” Cumhuriyet’e karşı “siyasal İslamcılar”la işbirliği yapmakla suçluyordu. (Solcuların türban yasağına karşı olmalarından söz ederek)
Celal Bey dünyaca ünlü bir jeoloğumuzdur. Aynı zamanda çok donanımlı birisi, şurdan https://www.youtube.com/results?search_query=celal+%C5%9Feng%C3%B6r şurdan kendisini tanıyabilirsiniz.
Soner Yalçın bile sizden daha anarşist çıktı. Bakınız: http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/oy-oy-oy-803129/
Sanırım arkadaşlar arasında anarşizm konusunda epey bir kafa karışıklığı var. Anarko/Çayanist yazıda da aynısını gördüm.
“Soner Yalçın anarşisttir” demedim. O bile sizden daha anarşizandır demek istedim. Çünkü linkini verdiğim yazısı, seçimlerden medet uman kesimlerden daha ileri bir bilinç seviyesini temsil ediyor.
Bilimi sever misin?
Evet ama seçimden medet umulduğunu nereden çıkarıyorsunuz ki. Seçim somut olarak gelmiş dayanmış ve bu seçimde AKP diktatörlüğünün önüne bir set çekme şansı biraz olsun var. anarşistim diye bu şansı neden tepeyim ki. Bunun adı anarşizm değil, konformizm olurdu. Anarşist olmak, bir gıdım da olsa özgürlüğü savunmak için mücadele etmektir her şeyden önce. dolayısıyla ben o sizin bildiğiniz tuzu kuru anarşistlerden değilim. Sonar Yalçın’a gelince. bu sitedeki yazıları incelerseniz, tutukladıklarında onu da savunmuştum, özgürlük adına. Yani, bana ne ulusalcı kerata yatsın içeride demedim, bazılarının yaptığı gibi. Öte yandan, fikirlerine hiç katılmam. Bugünkü keskin tavrı da aslında siyasi tutumuyla ilgilidir. Yoksa düzen karşıtlığıyla ilgili değil. Ulusalcı Vatan Partisi’yle arası iyi olsaydı, o anti-parlamentarizm nutukları bir anda sona ererdi, merak etmeyin.
sevmem. Hayvan deneyleri de atom bombası da bilimle yapılır.
Atom bombası vb. yapanların bilimi ile Kilise tarafından yakılan Giordano Bruno’nun bilimi aynı şey midir?
böyle efsanelere fazla kulak asmam. Ne olurdu ki, insanlar dünyanın düz olduğunu sansaydı sanki. Hatta daha güzel olurdu.
o zaman da insanların uydurduğu bir allahın öğretilerine göre hayatınızı yaşamak zorundaydınız?
“Ne olurdu ki, insanlar dünyanın düz olduğunu sansaydı sanki. Hatta daha güzel olurdu.”
Kilise ve feodalite de böyle düşünüyordu. İnsanların hiçbir şeyi sorgulamadığı, karşı çıkmadığı, kutsal kitapları sürü gibi doğru kabul ettiği bir yer kuşkusuz ki onlar için daha güzel bir dünya olurdu!
sorgulamak elbette gerekli ama buna bilimin sorgulanması da dahildir.
bilime de tanrıya da inanmam. Doğa, hayat, canlılar, özgürlük. İşte bunlardır benim için önemli olan.
Sosyal demokrasi hakkındaki düşünceniz nedir?
Sizce Ermeni Soykırım iddiaları doğru mu ?
abi, ben bilime inanırım.
Bilimin şarlatanları, Mengeleleri olsa da… Bilim, kâr, para kazanmak için olmadığında insanlığın kurtuluşunun birinci sebebi olacaktır.
Bugün Tabiata zarar veren bilim, o gün Tabiatı kurtaracak olandır.
Bugün milyarlarca insanı mahveden bilim-teknoloji, kapitalist-emperyalistlerden “kurtarıldığında” bu kez aynı insanları kurtaracaktır. sevgi ve saygılarımla.
Doğru.
İlk başta Marksist akımın partileri olarak ortaya çıktı. 1917 Ekim devriminden sonra komünistler sosyal demokratlardan ayrıldı. Sosyal demokrasi kapitalizm içi reformist akım olarak devam etti. avrupa’da sosyal demokrasi, neoliberalizme karşı çıkmamakla birlikte eski refah devleti uygulamalarını savunmakta ve göçmenlere karşı ırkçı eğilimlere karşı çıkmaya çalışmaktadır. Bir anlamda geçmişteki liberalizmin işlevini bugün sosyal demokrasi görmektedir.
Peki şu dünyada anarşizmi saymazsak hangi rejimin doğru uygulandığı takdirde daha adil olacağını düşünüyorsunuz?
madem Ermeni Soykırımı gerçek bir olay o zaman nasıl oluyor da Ermeniler yıllardır Türkiye’nin ve AB’nin tarihçilerden tıpçılardan oluşan bir heyet kurulması ve bu iddiaları araştırması teklifine yanaşmıyor?
beni yanlış anlamayın reddettiğimden değil sadece sorulara cevap bulmak adına böyle soruyorum, hiç bir şekilde milliyetçi bir kimliğim yok.
e iyiymiş o zaman sosyal demokrasi gün abi. hatta senin 416’da yazdığın cevaba göre akla mantığa en yatkın sistem. hem geniş halk kitlelerine refah sunuyor hem de gerçekçi. anarşizm gibi ütopik marjinal değil. sosyalizm gibi totaliter değil.
Emekçi aydınlanması – Ender Helvacıoğlu
(İleri Haber Portalı)
Bilimsel devrim ve aydınlanmanın çıkış noktası şudur: Doğadaki süreçler, herhangi bir doğaüstü ve fizikötesi gücün tasarrufları sonucunda oluşmamıştır, doğa yasalarına tabidir ve insanoğlu aklıyla bu yasaları kavrayabilir. Kısacası aydınlanma, insanın kendi kaderini kendi ellerine alma mücadelesindeki en önemli kilometre taşlarından ve bilimsel düşüncenin binlerce yıllık dinsel düşünceye karşı en büyük zaferlerinden biridir.
Marx’ın aydınlanmaya yönelik tavrı, reddetmek değil, eleştirerek aşmaktı. Marx, bilimsel devrim ve aydınlanmaya sahip çıktı, kendi kuramının kaynağı olarak gördü ve miras kabul etti. Öte yandan, mevcut aydınlanma hareketinin burjuva karakterini ve sınırlılıklarını da tespit etti, bu hareketin keskin bir eleştirmeni oldu ve aşmaya çalıştı.
Marx, burjuva aydınlanmasını geçmişin (feodal/haraçlı ideolojinin) perspektifinden eleştirmedi; bu hareketi, sınıfsal karakterinden kaynaklanan sınırlılıklarından dolayı geçmişi köktenci bir biçimde aşamadığı noktasında eleştirdi ve aydınlanmayı derinleştirmenin yollarını aradı. Bu bakış açısıyla Marx, geleceğe uzanabilecek bir hat çizebildi.
Batılı toplumlar, burjuvazileri önderliğinde “aydınlandılar”. Feodal düzeni, aristokrasiyi, dinsel düşünceyi, “Tanrı egemenliği”ni, kendi ortaçağlarını burjuvazileri önderliğindeki devrimlerle yıktılar ve aştılar. 500 yıllık bu pratik, insanlığın düşünsel hazinesine büyük bir katkı yaptı ve gözbebeği gibi korunması gereken bir miras bıraktı. Bu madalyonun bir yüzüdür.
Madalyonun diğer yüzünde ise, “burjuva önderliği”nin getirdiği sınırlılıklar bulunur. Burjuvazinin temsil ettiği sistem (kapitalizm) başından itibaren; 1) Sermayenin emek üzerindeki egemenliğine ve sömürüsüne, 2) Kapitalist-emperyalist ezen ülkelerin, dünyanın dörtte üçünü kapsayan ezilen ülkeler üzerindeki yıkım ve talanına, tahakkümüne, sömürüsüne dayanır. Dolayısıyla burjuva aydınlanması, burjuva laikliği, burjuva insan hakları ve özgürlüğü, toplumun egemen, yönetici, elit kesimleriyle sınırlıdır. Emekçi sınıflara ve ezilen halklara gelindiğinde ise, burjuva aydınlanması, gericiliğe, ortaçağ karanlığına, dinciliğe, despotizme, yıkıma, talana, köleliğe ve sömürüye dönüşür. Emekçiler ve ezilen halklar, burjuvazinin istediği ve sınırladığı kadar “aydınlanabilirler”, ötesi yasaktır.
Burjuvazinin ideologları, burjuva aydınlanmasının bu güdüklüğünü perdelemeye çalışır. Onlara göre, aydınlanma aklın egemenliği demektir ama, bu “aklı” burjuvazi ve onun devleti temsil etmektedir. Böylece “aklın egemenliği”, burjuva sınıfının ve onun devletinin egemenliğine dönüştürülür. Emekçiler ve ezilen halklar kendilerine dayatılan bu akıl kadar “akıllı” olabilir. Emeklerini kime satacaklarına (yani kim tarafından sömürüleceklerine) karar verebilecek kadar “özgür” olabilirler. Mülkiyetleri ne kadarsa o kadar “hak sahibi”dirler. Kısacası, paran kadar aydınlanırsın, özgürleşirsin ve hak sahibi olursun. Burjuvazinin sistemi böyle işler.
Burjuva aydınlanması, emek-sermaye çelişkisinin sermayenin önderliğinde çözüleceği ilkesine dayanmıştı. Emeğin el konarak bir araya getirilmiş hali olan sermaye, toplumun ilerlemesinin motoru olacaktı. Bir dönem oldu da… Öte yandan burjuva aydınlanması, ilk enerjisini, dünyanın Avrupa dışında kalan toplumlarının o güne dek yarattıkları birikimlerini talan ederek elde etti. Dolayısıyla burjuva uygarlığı, Avrupa dışındaki halklar için en başından itibaren yıkım ve talan anlamına geldi ve aydınlanmanın büyük idealleri hiçbir zaman o halkları kapsamadı. Çoğu aydınlanma filozofunun, sıra ezilen halklara geldiğinde nasıl birer sömürgeciye (hatta ırkçıya) dönüştüğü bilinir. Ezilen halklar o ideallerle, ancak kafalarını kaldırıp emperyalist burjuvaziye karşı başkaldırdıklarında tanıştılar.
Burjuva uygarlığının giderek çürümesine yol açan bu iki temel çelişkisi (emek-sermaye ve ezen-ezilen çelişkileri), yeni bir aydınlanma atağının -en azından- nasıl olmaması gerektiğini ortaya koyuyor.
Yeni aydınlanma, birincisi, emek-sermaye çelişkisinin emek lehine çözülerek ortadan kaldırılması zemininde oluşabilir. Sermayenin önderliği, burjuva aydınlanmasına “yukarıdan aşağıya” bir nitelik kazandırmıştı. Aydınlananlar, cahilleri aydınlatacaktı. Aydınlanma düşünürlerinin eğitime kilit rol atfetmeleri bundandır. Sermayenin dağıtılması zemininde oluşacak emekçi aydınlanması ise, “aşağıdan yukarıya” bir nitelik kazanacaktır: Toplumun kendi pratiğiyle köktenci bir biçimde dönüşümü. İnsanlığın gelişim düzeyi göz önüne alındığında bu noktaya bugünden yarına ulaşmaya olanak yok, dolayısıyla tabii ki öncüye ve örgüte (parti, devlet vb.) ihtiyaç duyulacaktır, ama aşağıdan yukarıya köklü dönüşüm perspektifi hiçbir zaman terk edilmeden. Burjuva demokrasisi ile emekçi demokrasisi arasındaki fark da budur.
İkincisi, emekçi aydınlanmasının başka bir alandan talan edilerek getirilecek bir “ilk birikim”e ihtiyacı yoktur. Emekçi uygarlığının ilk birikimi, el konulan büyük sermayedir; daha doğrusu kapitalizm koşullarında ekonomik zor yoluyla yoğunlaştırılmış emeğin özgür bırakılması ve örgütlü toplum tarafından toplumun çıkarları doğrultusunda kullanılması.
Üçüncüsü, emekçi aydınlanmasının laiklik ilkesi, bilimin toplumsallaştırılmasıdır. Bu ilke, din-bilim çatışması zemininde değil, toplum-bilim çelişkisinin uyumlu bir biçimde çözülmesi zemininde hayat bulacaktır. Bir kurum olarak dine ihtiyacın kalmadığı nokta, bir kurum olarak bilime de ihtiyacın kalmadığı noktadır. Tabii, bu noktaya da bugünden yarına ulaşılamaz, ama perspektif böyle olmalıdır.
Dördüncüsü, emekçi aydınlanması, dünyanın bütün halklarının özgün uygarlık birikimlerinin (eşitlik, özgürlük ve güvenlik için verilen mücadele içinde kazanılan birikim) miras kabul edilmesi, evrensel bir potada eritilerek damıtılması ve yepyeni bir senteze ulaşılması perspektifine sahip olacaktır. Burjuva aydınlanması pratiği çok büyük bir miras bıraktı, ama insanlığın mevcut mirası bundan ibaret değil. Bir coğrafyanın başka bir coğrafyanın yıkımı pahasına yükselmesi, sermaye uygarlığının niteliğidir. Emekçi aydınlanmasının potası, bütün insanlığı kapsayacak denli geniş olacaktır.
Onu bana değil, ermeni devletine sormalısınız. Ben olsam böyle bir komisyonu kasul ederdim. Ama onlar sanırım, bunu tartışma konusu bile yapmak istemiyorlar.
Hiçbirinin. Devlet ve sermaye olduğu sürece genelde hepsi kötüdür.
ben geniş kitlelerin refahını savunuyor demedim. Refah devleti, 1960’lı yıllarda kapitalizmin bir uygulanma biçimidir. Halkın gelir düzeyi artmalıdır ki, tüketim mallarına yönelebilsin. Ancak halkın refahını 3. dünyayı amansızca sömürerek gerçekleştirdiler.
Bilime karsi gelmek oldukca iddiali bir söz.. Aciklanmali..
Marksin damadi ve kizi 70.lerine geldiginde ” üretiyken tüketici olduk” topluma zarar veriyoruz diye intihar ederler:.
Ciddiye alinacak materyalist E.haeckel de Sakatlarin öldürülmesini savunuyordu..
Nazilerde bunu iyi,dogruca uyguladi..
Bu görüs bilimsel olsada,tabiki vicdanla,ahlakla ilgisi yoktu..
Belki bu anlamda GZ nin düsüncesine katilirim..genel anlamda hic..
Ben de genel anlamda GZ’nin düşüncesine katılamam 🙂
abi işte ermeni devleti konusunda senin gibi düşünmüyorum. Bu iddiaların kesin olduğuna inansalar her şekilde bu öneriyi kabul ederler.Ben devlet karşıtı bir tarihçiyim ancak bu konuda yaptığım uzun araştırmalar sonucu kırım olarak nitelendirilebilecek bir sistematik yok etme operasyonu bulamadım. ayrıca burada sana gelmek istiyorum. sen devlet&sistem karşıtı olmak ile kendi devletinin karşıtı olmayı karıştıyorsun bence ermeni vatandaşı olsan bu defa da tc’yi haklı bulacaktın, soykırım iddialarını kabul etmeyecektin
Hayır. O zaman da Ermeni soykırımını kabul ederdim ama Ermeni devletinin bu soykırımdan devlet çıkarları için yararlannasını eleştirirdim. Ayrıca sistematik bir soykırımdır. Anadolu’nun koca bir halkı bu topraklardan sürülerek yok edilmiştir. Hitler bile bu kadarını başaramadı.
Âdem, Havva ve biz
Devlet üniversitelerinden birinde bir seminere katıldım geçenlerde. Âdem ile Havva’nın adlarını epeydir duymamıştım, seminerde karşıma çıktılar.
Yanımdaki konuşmacılardan biri, üniversitenin sosyoloji bölümü başkanıydı. Profesördü.
Ve konuşmasında insanlığı Âdem ile Havva’dan başlattı.
Yüzümde, kahkahasını bastırmaya çalışan bir kişinin ifadesiyle arkadan tekme yemiş bir kişinin ifadesi arasında, ama ikisine de tam olarak benzemeyen bir ifade belirmiş olmalı ki, salonda gülüşmeler oldu.
Sayın Profesör elbette Âdem’in ilk insan olduğuna da, Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’nın yaratılmış olduğuna da, çeşit çeşit başka şeylere de inanmakta serbesttir. Serbest ne kelime, en doğal hakkıdır.
Hakkı olmasına hakkıdır da, adam sosyoloji profesörü!
Sosyoloji, yani toplumbilim, adı üstünde, insan toplumlarını inceleyen bilim dalı.
Adam akışkanlar mekaniği (akışkan olarak adlandırılan ve genel olarak sıvılar, gazlar ve bunların dışında bazı başka şeylerden oluşan maddelerin fiziksel davranışlarını inceleyen bilim dalı) veya elektrokimya (elektronik bir iletken ile iyonik bir iletkenin arayüzeyinde gerçekleşen reaksiyonları inceleyen bilim dalı) dersleri veriyor olsa, hiç sorun yok.
Ama insan toplumları hakkında ders veriyor!
Ve herhalde derste kalkıp şöyle anlatıyor: “İlk insan toplumu Âdem adlı bir adam ve onun kaburgasından yaratılan, sonra da ortalıkta başka kimse olmadığı için mecburen onunla evlenen Havva’dan oluşmuştur.”
Bu ilk küçük toplum nerede ve nasıl yaşardı, nece konuşurdu, ne yerdi, ne içerdi, ne üretirdi, alet kullanır mıydı, toplumsal dinamikleri nasıldı?
Kemiklerinin ve kullandıkları alet ve eşyaların fosilleri, kalıntıları bulunmuş mu?
Galiba hiç bugüne kadar bulunamamış. Niye bulunamıyor?
Türkiye üniversitelerinin bazılarında sosyoloji öğrencileri (ve herhalde arkeoloji, antropoloji, paleontoloji filan öğrencileri) bu sorulara cevap arayadursun, dünyanın geri kalanı bambaşka işlerle uğraşıyor.
Dört yıl önce Sibirya’nın Altay Dağları’nda Denisova mağarasında arkeologlar bir parmak kemiği buldu. Aynı bölgede insan kemiğine benzeyen, ama tam da emin olunamayan fosiller epeydir bulunuyordu. Acaba bir zamanlar buralarda farklı bir “insansı” mı yaşamıştı?
Mağarada bulunan 50.000 yıllık kadın parmağı bu soruya cevap verdi.
Evet!
Almanya’da Max Planck Enstitüsü’nden Profesör Svante Paabo parmaktan DNA elde etmeyi başardı ve kadının genetik yapısı çözüldü.
İnsan değildi!
İnsanın çok yakın akrabası olan bu insansı türüne Denisovan adı takıldı.
Geçtiğimiz üç dört yıl içinde aynı türün başka bireylerinin fosilleri de bulunmaya başlandı.
Denisovan kadının parmağı bulunmadan beş yıl önce, Endonezya’nın Flores adasında bir mağarada yine insansı fosilleri bulundu. Buluntular arasında hemen hemen eksiksiz bir kafatası da vardı. Fosiller dokuz ayrı bireye aitti.
İnsana benziyorlardı, ama hem boyları hem kafatasları insandan çok daha küçüktü.
Önce çocuk veya hasta olabilecekleri tartışıldı.
Değillerdi ama. Yeni fosillerin ve mağarada bulunan 50.000 yıllık taş aletlerin de incelenmesiyle Flores adasına özgü farklı bir insansı oldukları kesinleşti: Homo Floresiensis.
Daha da çarpıcısı, Homo Floresiensis kemik ve aletlerinin bazıları 12.000 yıl öncesine tarihlendi. Yani Ortadoğu’da insanlar yerleşik düzene geçmek ve tarım yapmak üzereyken, daha dün sayılır, Endonezya’da farklı bir insansı türü yaşıyordu!
Denisovan ile Floresiensis 2000’li yıllarda keşfedildi. İlk olarak Almanya’nın Neanderthal vadisinde bulunan Homo Neanderthalensis ise ta 1856’dan beri biliniyor. Karşınıza bir Neandertal adam çıksa, iri yapılı, tıknaz, güçlü kuvvetli bir insan zanneder, “Vay be, öküze bak!” derdiniz. Ama insan değil. En yakın akrabamız.
Özetlersem, 50.000 yıl önce Avrupa’nın her yanında Neandertal, Asya’nın orta ve kuzeyinde Denisovan, güney Asya’da Flores adasında Floresiensis yaşıyor. Yaklaşık aynı yıllarda, belki biraz daha öncesinde, Afrika’da yaşayan ve diğer üçüne çok benzeyen bir yaratık, Homo sapiens, günümüzde de sürdürdüğü maceracılığı ve meraklılığı nedeniyle yollara düşüyor, Afrika’nın kuzeydoğu ucundan çıkıyor, Asya’ya, Avrupa’ya yayılmaya başlıyor.
Yani o yıllarda dünyada dört ayrı insan türü yaşıyor!
Şimdi sıkı durun.
Aynı dönemde yaşamakla kalmıyorlar. Karşılaşıyorlar, tanışıyorlar. Ve çiftleşiyorlar!
İnsanın genetik yapısında yüzde 4 Neandertal DNA’sı var.
Avustralya ve Melanezya’da bazı insanlarda yüzde 6 Denisova DNA’sı var.
Yukarıda yazdıklarımın hiçbiri tahmin veya spekülasyon değil. Hiçbiri hakkında dünyada hiçbir bilim insanının en ufak bir kuşkusu yok.
Âdem ile Havva acaba Neandertal mıydı, Denisovan mı, Floresiensis mi, Homo sapiens mi?
Türk profesörleri her istediğine inanmakta serbesttir. Ama derste çocuklara peri masalı anlatmakta da serbest midirler?
Diyanet İşleri’ne danışsak mı acaba?
Roni Margulies
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/roni-margulies/adem-havva-ve-biz/21729/
anonim 424…
“tarihçi” arkadaş. Sistematik bir yok etme yok! Bu elbette yok! Aradığınız “karanlık odada siyah bir kedi ve o yok”…
E. Hobsbawm.. bilge, namuslu bir tarihçi… Onu okumadan da kendinize tarihçi diyemezsiniz. O’nun tanımı da etnik temizlik.
Ermeni halkına karşı sistematik bir “etnik temizlik” elbette uygulanmadı; haklısınız! Birden yapıldı!
Çok daha temiz bir “çalışmaydı” bu! 1.5 milyon Ermeni’ye Tehcir kararı çıkartıldı. Yaz sıcağında yanlarına eşyaları, atlı arabaları bile alınması yasaklanarak Der Zor’a göç ettirildiler! Kucaklarında çocukları, yanlarında yürüyen bebeler…
“Şeytanca” bir fikirdi bu! O yol boyunca açlık, hastalık kırdı çoğunu; “gaz odası” gibi teknolojik yapılara gerek yoktu…
Pardon,, Siz ne’yin tarihçisiydiniz; sormayı unutmuşum… Bu konuda okuduğunuz kitapları söyleyin de bunu öğrenelim..
Papa Vatikan’ın pisliğini temizlesin, biz kendimizinkinin hesabını görürüz!
Gerçek
Nisan 14, 2015
Ermeni soykırımının 100. yılının ilk salvosu çok hassas bir makamdan geldi. Papa Franciscus, Ermeni halkının mensup olduğu her üç kilisenin (Katolik, Protestan ve Apostolik ya da Gregoryen) ruhani liderlerinin ve Ermenistan’ın Cumhurbaşkanı’nın davetli olduğu bir toplantıda, yani dikkatli biçimde oluşturulmuş bir mizansen ile Ermenilerin 20. yüzyılın ilk soykırımına maruz kalmış olduğunu söyledi. Katolik Kilisesi’nin Hıristiyan âleminin en güçlü dini kurumu olduğu, Avrupa dışında Latin Amerika, Afrika ve kısmen Asya’da da bu mezhebe bağlı milyonların yaşadığı düşünülürse, 100. yılın Türkiye devletinin resmi tutumu için çok da hayırlı biçimde açılmadığını söylemek mümkün. Papa ve Vatikan, Hıristiyan dünyasında Katolik olmayanların gözünde bile bir ahlaki otoritenin sesi olarak görülür.
Görülür de ne kadar gerçekten bir ahlak timsalidir, orası ayrı! Bugünkü papa Latin Amerika’dan, yani sol geleneğin güçlü olduğu kıtadan, üstelik o kıtanın sınıf mücadelelerinin en çalkantılı yaşanmış olduğu bir ülkesinden, Arjantin’den seçilmiş biri. Zaman zaman kendisini “yoksulların papası” olarak sunmaya çalışıyor. Üçüncü Büyük Depresyon döneminde, sınıf mücadeleleri yer yere devrimci boyutları zorlarken böyle birinin Vatikan’ın başına getirilmiş olması, Katolik Kilisesi’nin esas işlevinin sınıf toplumunu sürdürmek, yani modern koşullarda kapitalizmi savunmak olduğunu anlayanlar için hiçbir sürpriz öğesi taşımıyor. Papa aynı zamanda başka davalarda da “açık fikirli” olduğunu iddia eden bir tutuma sahip. Örneğin, “ben kimim ki eşcinselleri yargılayacağım?” sözü epeyce yürekte çarpıntı yaratmıştı. Ama bu kendi döneminde Katolik Kilisesi’nin Fransa’da eşcinsel evliliğe güçlü biçimde karşı çıkan gerici koalisyonun merkezinde yer almasına engel olmuyor. Ne de Fransa’nın Vatikan’a atadığı açıkça eşcinsel büyükelçinin bir türlü papalıktan onay alamamasına.
Ama bugünkü papanın kişisel özelliklerinden ve politikasından bağımsız olarak, Vatikan son derecede şaibeli bir kurum. Kirli para aklamayı da kapsayan finansal sahtekârlığını ve mafya yöntemleriyle yaşadığı iç hesaplaşmaları falan bir yana bırakalım. Doğrudan doğruya soykırım faslına gelelim. Papanın sözünü ettiği 20. yüzyıl katliamlarının en büyüğünde, yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin ve epeyce yüksek sayıda Roman’ın II. Dünya Savaşı döneminde Hitler’in Nazi iktidarı altında gaz odalarında büyük sanayi yöntemleriyle katledilmesi olayında, yani Holokost’ta, Vatikan’ın çok ağır bir sorumluluğu olduğu biliniyor! Katolik Kilisesi büyük tarihi rakibi Museviliği belki de ebediyen Avrupa’nın ve Batı uygarlığının yüzünden sileceğini umut etmiş bile olabilir! Nazilere desteği o düzeydedir. Papa Franciscus Ermeni soykırımından söz ederken lafına “geçen yüzyılda insanlık üç muazzam ve benzersiz trajedi yaşadı” cümlesiyle başlıyor. Bu üç “trajedi”nin en büyüğünde suç ortaklığı tescil edilmiş bir kurumun başındaki otoritenin biraz daha alçakgönüllü davranma sorumluluğu vardır!
Bir de başka bir konu var. Papa hazretleri, Ermeni soykırımından “20. yüzyılın ilk soykırımı” olarak söz etmiş. Peki ya Alman Güneybatı Afrikası’nda (bugünkü Namibya) Ermenilerden on yıl önce Alman İmparatorluğu tarafından Herrero halkının yüzde 80’inin katledilmesine ne ad vermeli? Vatikan’ın tarihçilerinin soykırım radarına girebilmek için bir halkın Hıristiyan ve beyaz ırktan mı olması gerekiyor? Müslüman ülkelerin halklarının Hıristiyanlığın en büyük otoritesinden gelen eleştiriyi görmezlikten gelmesi için bir başka neden mi yaratmak istiyorsunuz yoksa?
Türkiye’de soykırımı, hatta Ermeni halkının kitlesel biçimde katledildiğini inkâr edenler halkı sürekli olarak Batı dünyasının ya da Hıristiyanlığın kendi soykırımlarına bakması gerektiğini söyleyerek kandırmaya çalışıyorlar. Elbette ABD kendi “Kızılderilileri”ni, İspanya ve Portekiz güney Amerika yerlilerini, Fransa Cezayirlileri ve Ruandalıları, Almanya ise sayısız halkı katletti, hatta soykırıma uğrattı. Ama bu gerçeği Ermeni soykırımının tartışılmasının karşısına çıkarmanın nasıl bir sahtekârlık olduğu açık değil mi? Başkalarının soykırım yapmış olması, bizim soykırımımızı suç olmaktan çıkarır mı? Biz deriz ki, Vatikan’ın Holokost’taki rolüne de lanet olsun, İttihat ve Terakki iktidarının Ermeni soykırımına da! Bizim soykırımı lanetlemek için papaya ihtiyacımız yok. Biz Türk ve Kürt işçiye emekçiye diyoruz ki, kardeş Ermeni yoksul köylülerine, işçilerine vb. bu mezalimi uygulayanlar sizi de sömüren, ezen, hatta zaman zaman benzer mezalimlere tâbi tutanlardır. Zalime sahip çıkmayın, mazlumun hakkını teslim edin!
Başka zalimler öyle dedi diye inkârı kabul etmeyin! İki yanlış bir doğru etmez!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/papa-vatikanin-pisligini-temizlesin-biz-kendimizinkinin-hesabini-goruruz
AKP-CHP-MHP’nin Ermeni Soykırımını inkar eden ortak açıklamasının olduğu yerde AKP diktatörlüğünden söz etmek nasıl mümkün olabilir?
Üç partiden ortak açıklama
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Meclis’te grubu bulunan AK Parti, CHP ve MHP, Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nun 1915 olayları konusunda 15 Nisan 2015 tarihinde kabul ettiği kararına ilişkin ortak açıklama yaptı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklama şöyle; “Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nun 1915 olayları konusunda 15 Nisan 2015 tarihinde kabul ettiği kararı, her bakımdan fevkalade talihsiz buluyor ve esefle karşılıyoruz. Avrupa Parlamentosu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm İmparatorluk halkı için trajik olan bir dönemine yönelik seçici ve tek taraflı yaklaşımını bir kez daha ortaya koyduğu, Birinci Dünya Savaşı koşullarında Anadolu’daki tüm halkların çektiği acıya duyarsız kalarak sadece Ermenilerin acılarını yücelttiği bu yakışıksız karar, kabulü mümkün olmayan yok hükmünde bir karardır.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28755956.asp
KILIÇDAROĞLU’NDAN ORTAK BİLDİRİ ÇAĞRISI
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Avrupa Parlamentosu’nun Ermeni tasarısı kararıyla ilgili ortak metin imzalayabiliriz
Avrupa Parlamentosu’nda ’Ermeni Soykırımı’ tasarısı kabul edilmesine ilişkin Kılıçdaroğlu, “Açık ve net bir şekilde karara karşı olduğumuzu ve doğru bulmadığımızı ifade ettik. Avrupa Parlamentosu’nun soykırım tanımı yapmasının ne kadar ağır sonuçlar doğuracağını da ifade ettik. Olayın papa tarafından Müslüman, Hristiyan eksenine çekilmesinin de ulusların barışı açısından ne kadar büyük bir risk oluşturduğunu da kendilerine aktardık” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28753201.asp
Diktatörlük var ama bu egemen sınıfların-TC devletinin diktatörlüğüdür.
İktidar ve muhalefet aynı inkarcı ve ceberrut devlet anlayışını savunuyorlar.
Bu ilk değil. Daha önce de muhalefet iktidarın yardımına koşmuştu;
CHP, Başbakan’la ilgili gensoruyu geri çekti
CHP, Meclis Genel Kurulu’nda yarın görüşülmesi planlanan Başbakan Tayyip Erdoğan hakkındaki gensoru ile soruşturma önergelerini geri çekti. 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili önergeleri Musul’daki gelişmelerin ardından yeniden vereceklerini belirten CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, “Bugün hükümete yardımcı olmayı görev sayıyoruz” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26598106.asp
Ahmet Hakan gibi düzen savunucusu gerici liberaller de alkışlamıştı;
CHP’ye alkış
CHP, Başbakan Erdoğan hakkında verdiği gensoruyu geri çekmiş.
Gerekçe: Musul’daki gelişmeler.
*
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi demiş ki:
“Bugün hükümete yardımcı olmayı görev sayıyoruz.”
*
Bravo CHP’ye!
Çoktandır unutulan “sorumlu muhalefet” anlayışını dolaşıma soktuğu için…
Hiç namaz kıldınız mı?
Yarılma’da anlatıyorum. Haymana’da TİP propagandası yaparken devrimci imam “namaz kılın ki halk sizi yadırgamasın. ben ne yaparsam siz de onu yapın” demiş ve böylece yalandan bir namaz kılmıştım. Bunun dışında hayatımda camiye ayak basmadım.
Vay be kökten dinsizsin yani 🙂 Ben hayatımın ilk onbeş yılını bu hurafeye göre yaşadım ne yazikki.
o da bir deneyimidir, yazıklanma. Benim de hayatımın onbeş yılı Stalin’i halkların babası sanmakla geçti.
Celal Şengör’le ilgili şu haberi okuyunca iğrendim adamdan;
http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25222209/
Türkiye ve özellikle Ortadoğu’nun bu kronik geriliği, savaşları, darbeleri, krizleri Asya üretim tarzlı veya feodal doğu toplumlarının devamı oldukları için modernlik öncesi karakterlerinin hala güçlü olmasıyla açıklanabilir mi?
Biraz açarsak ekonomilerinin geçmişte ganimet ve fetihe, günümüzde petrole ve ithalata dayalı olması, devamlı göçler-nüfus değişimleri, ideolojilerinin-dini inançlarının-kültürel yapısının ekonomik yapısı ve nüfusu gibi ithal-tabansız olması, açık denize kapalılık ve verimsiz coğrafyası gibi nedenlerle dış etkilere kapalılık vs.
Bence temel neden bu. Bazıları 1.Dünya Savaşından sonra çizilen yapay sınırlarla açıklasa da bu sadece bunu hızlandırmıştır ve sorunun kökü derinlerde ve tarihsel diye düşünüyorum.
Bu arada, bu konuyla ilgili bir yazısında Niyazi Berkes şunları yazmış;
Tanzimat’ın devlet adamları «politika» ile «ekonomi» arasında ilişki olduğunu bilmezler, ya da bilseler bile ikisi arasındaki ilişkinin önemli sonuçları olduğunu düşünmezlerdi. Uzaktan tanıdıkları Batı dünyasının yeni ekonomik niteliğini, ekonomik kavramlarını, mekanizmalarını da bilmiyorlardı. Çoğu «kitabet», bürokrasi, medrese, edebiyat ve divan yazarlığı alanlarında yükselmiş sivillerdi. Modern anlamda kurulmuş askeri okul ve örgütlenmeler yeni olduğundan, henüz daha devlet işlerinde ordunun etkisi duyulmamaktaydı.
Bir devletin ekonomik işlemleri, yönetim yasaları ile değil, ekonomi kuralları ile biçimlenir. Bu ise XX. yüzyılın büyük ekonomi dünyası karşısında kalan halkların uluslaşma bilincinin gelişmesi ile oluyordu. İslam halifeliği imparatorluğu gibi bir rejimi, büyük şairin «diyanet devleti» dediği bir rejimi tutundurmanın XX. yüzyıl eşiğinde olanağı bulunamayacağını çok az kişi görebiliyordu.
Abi sen ne düşünüyorsun porno ve ruh sağlığı ilişkisi konusunda?
biraz daha açarsan iyi olur. Porno insani bir ihtiyaç ama seks kölelerinin üzerine kurulu olduğu için bugünkü kapitalizm koşullarında onaylanamaz.
Kime göre ihtiyaç? Eskiden yokken ihtiyaç değil miydi? Bazı insanlar neden iğrenir bundan?
Şengör gibilerinin görüşü yetersiz bir açıklamadır. Sadece eğitimsizlik, muhafazakarlık ve bakirlikle açıklanamaz bunlar.
Tecavüz, fuhuş gibi şeyler bazı erkeklerin doğasına aykırıdır, ihtiyaçları çok olsa da. İstedikleri şey sevilmek ve istenilmektir çünkü.
Örneğin intikam için katliam yapan ABD’li bakir genç böyleydi.
Abi bence de porno bir ihtiyaçtır. Eskiden yoktu falan diyerek anti-tez oluşturmakta kısır bir bakış açısı. Çağlar boyunca ruhsal ihtiyaçlar farklılık gösterir, herşeyi buna göre düşünürseniz o halde modern dünyaya uyum konusunda sıkıntı çekersiniz. Ha kapitalist bir kölelik biçimi olmuş yaklaşımı çok daha mantıklı bir yaklaşım.
Fakat seks işçilerinin köleliğini, sermayenin zoruyla bu işe zorlanmalarını, mafianın rolünü vb. unutmamak gerekir. Özgür bir porno ancak sermaye egemenliğinin olmadığı özgür bir toplumda mümkündür.
Haklısınız, insanın eskiden karşılanamayan bazı ruhsal ihtiyaçları modernizm sayesinde karşılanabiliyor. Sanat, müzik, sinema, kitap, edebiyat, video oyunları, spor vs. Bunu belirtmemem eksik olmuş.
Ancak bazı yenilikler gereksiz, yararsız hatta zararlıdır. Örneğin tütün, uyuşturucular vs. Bunlar ihtiyaç değildir ve ortadan kalkarsa eksiklik olmaz aksine faydalı olur. Bence pornografi de böyledir.
Abi bak senin “güleryüzlü emperyalistler” Akdeniz’de de binlerce insanı öldürüyorlar: http://www.wsws.org/en/articles/2015/04/20/pers-a20.html
Susmaya devam mı?
Aynısını Rusya veya Çin yapmış olsaydı susmazdın, değil mi?
sen yaz bir yazı koyayım. Malumu ilan eden yazılar yazmıyorum diye kaç defa söyleyeceğim.
Bakışa bağlı olarak değişiyor bu.
“malumu ilam etmek” olması gerekmiyor mu, Gün Ağabey?
doğrudur. Yani sanırım senin dediğin doğru.
Malumu ilam
Artık şaşmaz şekilde her yerde malumu ilan diye geçiyor. Mantıken bu da mümkün tabii, “bilineni orta yere söylemek”, ama deyim o değil, üstelik kelime oyununa yazık. Doğrusu malumu ilam etmek, yani bilineni bildirmek.
İlân da Arapça, ilâm da, ama ikisi ayrı şeyler. İlkinin altında yatan kavram ‘alen, “ortalık yer, kamusal alan” – ‘adam alenen zırvaladı’daki gibi. (Türkçe alan’la benzerlik şaşırtıcı ama alaka yok, zannetmem.)
İkincinin temeli ilm yani bilgi. Bu kökten Türkçeye girmiş pek çok türev var. Mesela âlim “bilen” yahut bilgin, ulemâ bunun çoğulu, “bilginler”, allâme de mübalağası, “çok bilgin”. Ma’lûm “bilinen”, ta’lîm “bilmesini sağlama” yani öğretme, muallim bu işi yapan kişi. İ’lâm aslında ta’limle hemen hemen aynı anlama gelen bir masdar, ama bizde daha çok “bildirme, haber verme” anlamı ağır basmış. Mahkeme ilamı demek, mahkemenin “bu yazıyı kim okursa bilsin ki” gibisinden yazdığı bildiri. Yahut bildirge. İngilizcesi writ, e’siz.
Şimdi biri çıkıp dese ki hocam, geç bunları, bunlar hep bildiğimiz şeyler, ben de “malumu ilam etmiş oldum öyleyse” der geçerim.
Sevan Nişanyan
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/sevan-nisanyan/malumu-ilam/3946/
http://marksist.net/marksist-tutum/akdenizde-gocmen-katliami-devam-ediyor.htm
Gün abi, şu an doğu avrupa’da ve iskandinav ülkerindeki devlet biçimini nasıl buluyorsun?
Doğu Avrupa başka bir yer iskandinav ülkeleri başka bir yer. Doğu Avrupa’daki rejimler Türkiye’dekine benziyor. Mavyatik “demokrasi”ler. İskandinav ülkeleri ise özgürlüklerin geniş ölçüde kullanılabildiği ülkeler. Ama oralarda da polis egemenliği olduğu unutulmamalı. Polies gözükmez ama kontrol eder. İsviçre’den biliyorum.
Hapse girdiğinizde veya işkence gördüğünüzde babanızın tepkisi ne olmuştu?
Ümit Zileli neyiniz oluyor ?
THKO isim olarak çıkış yapmıştır. THKP-C’nin üç kurucusu görüşmek için ODTÜ’ye giderler.
“Görüşmeyi Mahir istemişti. Odada Gülay Özdeş de vardı. O odadan ayrıldı. Deniz, Hüseyin İnan, ben (Yusuf Küpeli), Münir Ramazan Aktolga ve Mahir kaldık. Birlik ve örgüt işi konuşulacaktı. Mahir, söze başladı. Deniz, kesti ve ‘Sen oportünist, moralsiz bir adamsın. Seninle kesinlikle birlikte olmayız’ dedi. Mahir, cevap vermeye kalkınca da, dövmek için üzerine yürüdü. Araya girdik.” (322-23) Abi daha önce de bahsettiğim Deniz-Mahir çekişmesine bir örnek
bunu kim anlatıyor?
Y. Küpeli anlatıyor abi
Sayın Feyizoğlu’nın kitabında geçiyor
dişin içinde biraz palavra olma ihtimali var bence. Deniz’in Mahir’le o şekilde konuştuğunu sanmıyorum.
Abi ben şu an hatırlayamıyorum ancak M.Yalçıner olabilir zamanında ondan da okumuştum: Filistin’e gidecekken ilk başta geleceğim demiş Mahir ancak gitme vakti geldiğinde haber vermeden vazgeçmiş ondan dolayı da Deniz, Mahir hep böyle yapıyor bundan sonra asla güvenmem ona tarzında söylemlerde bulunmuş.
Bunlar söylenti, gerçek de olabilir ama tayin edici bu değildir. O dönem belli gençlik ve arkadaş grupları oluşmuştu. THKO ODTÜ’den; THKP-c esasen SBF’den doğdu. Bir kere ayrı oluşumlar meydana geldikten sonra aralarında rekabet oluşur. Bu iki örgüt bu ayrı çevrelerden ve rekabetten oluşmuştur. Deniz, Mahir’e güvense sanki bu iki ayrı örgüt olmayacak mıydı?
SD-MDD ayrışmasından sonra Kürt öğrenciler (DDKO) hangi tarafa yakın durdular?
Y. Küpeli ile Mahir arasında bir ayrılık olduktan sonra birleşim gerçeleşebilirdi ancak sonuçta lider karakterli bir Mahir, Deniz, Sinan, Hüseyin vs adamlar var yani. Birleşim olsaydı bile mutlaka ayrılıkta olurdu diye düşünüyorum.
Abi bir de şunu merak ediyorum sizin dönemde bu arkadaşlar (genel olarak o dönemin devrimci önder kadroları ve sempatizanları) arasında din konusunda bir tartışma ortamı oluyor muydu? Yani din tamamen reddedilen, konu bahsi bile yapılmayan bir konu muydu yoksa bu konuda görüş farklılığına yol açabilecek nitelikte farklı düşünen zihinler var mıydı?
Yoktu. Herkes kesin sekülerdi.
SD tarafına yakın durdular.
Bu soruyu kişisel bir konu veya dedikodu olarak almayın, bir vaka incelemesi için ve bu kişiyi sizin de yakından tanımanız nedeniyle soruyorum. Yavuz Alogan gibi birikimli, dürüst ve bağımsız bir aydın nasıl bu hale geldi, faşist vp’ye teslim oldu? Milliyetçilik, kemalizm Türk solunun genlerine bu kadar derinden mi işlemiş?
Yavuz Alogan çok eski arkadaşımdır. Dürüst bir entelektüeldir. Sorduğunuz sorunun cevabını ben de arayıp duruyorum. Öyle sanıyorum ki, insan bir yaştan sonra düşünsel ve sınıfsal köklerine dönüyor. Bizim kuşağın kentli orta sınıfının oldukça güçlü sınıfsal ve kültürel güdüleri ve kodları vardır. Sel gider kum kalır derler ya. Toplumsal sel gelip geçtikten sonra geriye bu kültürel kum kalıyor galiba. Kemalizm, devlet savunuculuğu vb. Hatta bu devlet tapıncı 50 yıllık Troçkisti Stalin’i sevmeye bile yöneltebiliyor. Gel de Orwell’i hatırlama. 1984 şu cümleyle biter: “Ağabeyi seviyordu.”
Bu ülkede sol her zaman milliyetçi ve kemalistti. Nazım, Deniz, Mahir… bütün figürler böyleydi. Ama ceberrut devletle mücadeleleri ve fedakarlıkları her şeyin önüne geçiyordu. Milliyetçi tortularını gizliyordu. Günümüzün devrimcileri o kadar keskin militan değiller. Dolayısıyla milliyetçilik ve kemalistlik hemen göze çarpıyor.
O bir dönemdi, geçti. Dönem artık o kadar keskin militanlık dönemi değil. Çünkü yük paylaşılıyor. Bir avuç “öncü”nün insan üstü kahramanlığına dayanmıyor ve bu iyi bir şey.
Bazı anarşist yazarların doğayla uyum içinde nasıl yaşanacağıyla ilgili kitapları var.benim sorum bir derece daha değişik:acaba şehirden gidip doğada tek başına yaşamaya çalışmış birinin deneyimlerin yazılı olduğu bir kitap biliyo musunuz? neler yaşamış,hangi zorluklarla baş etmesi gerekmiş,hiçbir araç kullanmadan tarım yapmış mı mesela? ormanda,dağda ya da bir başka el değmemiş arazide-artık ne kadar kaldıysa- yaşamayı isteyen biri olarak,benden önce bunları denemiş insanların deneyimlerini okumayı çok isterim. umarım derdimi tam anlatabildim,şimdiden teşekkürler 🙂
Muhakkar vardır da böyle kitaplar ben bilmiyorum doğrusu. Unobomber’in hayatını bulup oku istersen. Mutlaka kitap olarak basılmıştır. Ne yazık ki bu konudaki literatüre ilişkin bilgi verecek durumda değilim.
lozan sizce bir zafer mi hezimet mi?
Lozan, Osmanlı’dan arta kalan Türkiye’nin batılı devletlerce tescil edildiği bir anlaşmadır. Yani ne zafer ne hezimet. Türk egemenlerine göre zafer ya da hezimet olabilir.
Lozan çizdiği sınırlarla Suriye ve Irak gibi (ancak bir diktatör veya tek parti yönetimiyle bir arada tutulabilecek) yapay ülkeler yarattığı ve bu ülkelerle Türkiye arasında kalan Kürt bölgesini böldüğü için Suriye, Irak ve Kürt sorunlarının kaynağıdır.
Lozan’a, daha doğrusu Osmanlı’nın yıkılışına böyle daha geniş bir açıdan bakmak gerekir. Hatta bugün Libya ve Yemen’deki krizin nedeni de bununla bağlantılı. Tarihlerinin neredeyse tamamı iç çatışma ve kolonyal vesayetle geçmiş bu ülkeleri Kaddafi ve Ali Abdullah Salih yönetimleri ancak geçici bir süre bir arada tutabildi.
Bunların yanı sıra Balkanlar ve Kafkaslar’ın, Lübnan, İsrail ve Filistin’in, Kıbrıs’ın, Ukrayna ve Kırım’ın ve Afganistan’ın da böyle bir tarihi olduğu için buradaki krizler de aynı tarihsel nedenlerden kaynaklanıyor.
doğru da sınırlar şöyle çizilse böyle de çizilse sınır yaratır. Sınırları kaldırmak gerekir.
Yırtıcı büyük kedilere karşı ilginiz var mı ?
MDD tezlerini çürüten kişinin Yalçın Küçük olduğu doğru mudur?
Bütün hayvanları severim.
Pek sanmıyorum.
AKP 330’a ulaşamazsa Anayasa teklifini referanduma götürebilmesinin başka bir yolu var mı ?
Doğu Perinçek ile en son ne zaman görüştünüz?
1994 yılında, Londra’da karşılaştık.
Bunu ben de bilmiyorum doğrusu. Pek de aklık ermiyor.
Peki nasıl bir iletişim oldu aranızda?
Konuşma yapmaya gelmişti. B en de aynı toplantıya anarşist yayınları satmaya gitmiştim. Belediye seçimleri üzerine felaket reformist bir konuşma yaptı. Önce konuşma niyetim yoktu. Dayanamayıp söz istedim. Ben karanlıkta olduğumdan beni tanıyamadı. Öndekiler benim olduğunu söylediler. Bunun üzerine yanına çağırdı. Gitmek istemedim. Israr etti. Bunun üzerine gittim. Kitleye oynadığından büyük bir samimiyetle gelip elimi sıktı. Oradan konuşmamı yaptım. Sözü o aldı ve benim “devrimi bıraktığımı” söyledi. Ben cevap olarak (mikrofon yoktu elimde), devrimi değil, Stalinizmi bıraktığımı söyledim. Taraftarları “yaşasın m-l” diye slogan attı ve benim sözlerim duyulmadı tabii ki.
“Türkiye Üzerine Tezler” serisi, MDD’nin tarih tezlerine indirilmiş en büyük darbedir.
Evet ama kendisi orducu zaten.
Perinçek’in 80 öncesi dönemde teorik yönü nasıldı? yani tartışmalarda özellikle nasıldı acaba merak ediyorum
Bunda bilinmeyecek bir şey yok. Her zaman bir tartışmanın tarafı olmuştur. Genellikle de yanlış tarafta olmuştur.
TİKKO’yu kuran kişinin sarışın, mavi gözlü, Türk, sünni kökenli olması ironik değil midir?
evlilik kurumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhafazakâr ve başta kadınlar olmak üzere insanları köleleştiren bir kurumdur.
Bildiğim kadarıyla İbrahim Kaypakkaya Çorum Alevilerindendi.
1993’teki madımak katliamından sonra perinçek’i arayıp veya mektup yazıp partiye yönetici olarak geri dönmek istediğinizi belirtmişsiniz. o da kabul etmiş. ama sonra siz caymışsınız. 1993 senesinde siz artık anarşist değil miydiniz? yani bu aydınlık hareketi ideolojisiyle, marksizmle, sosyalizmle tamamen köprüleri atmamış mıydınız?
Peki cinsel yaşam birlikteliği? Yani bu konuda hayat boyu aynı kişiye tabii olmak sizce sadakat gibi güzel bir kavramla mı adlandırılmalı ya da daha olumsuz bir durum mu?
Özgür aşk en iyisidir. Yani toplumsal baskılardan arınmış bir aşk. Bu bütün bir ömür boyu da sürebilir. Ama bunu belirleyen aşkın kendisi olmalı.
Bunu Sığınmacılar’da anlattım. Madımak katliamından çok etkilenmiştim ve bir gece biraz da içkiliyken D. Perinçek’e telefon açıp görev istediğim doğru. O sırada anarşisttim. Sabah, yaptığımın ne kadar saçma olduğunu anladım ve benimle parti adına görüşmeye gelen eski arkadaşım Ömer Özerturgut’a da bunu ifade ettim. Duygusal bir hezeyan anında, içkinin tesiriyle yaptığım bir şeydi bu. Bende gizli saklı bir şey yoktur. Dolayısıyla bu olayı da kitabımda anlattım.
Doğu Perinçek ile İ.Kaypakkaya üzerine bir konuşmanız oldu mu hiç veya Perinçek’in bu isim üzerine farklı platformlarda bir değerlendirmesini işittiniz mi hiç ?
abi bu foto nerede çekildi http://im.haberturk.com/2013/11/05/ver1383664079/891377_detay.jpg
Hapishanede bol bol konuştuk elbette. Değerlendirmeleri ise malum.
TİKP’nin Sponr Sergi Sarayı’ndaki bir kitle toplantısında. Cem Karaca da söylemişti o toplantıda.
cengiz çandar ve oral çalışlar ile en son ne zaman ve ne şekilde görüştünüz?
Cengiz Çandar’ı en son 1974 yılında, hapisten çıktığımda gördüm ve konuştum. Kötü bir karşılaşmaydı. Havariler’de yazdım bunu. Oral Çalışlar’ı bundan 3 yıl önce, Büyükada’da, Lefter’in cenazesinde gördüm Konuştuk, tabii ki soğuk bir karşılaşmaydı.
Onlar paraya para demiyor, sen onların yazdığı gazeteyi alacak parayı zor denkleştiriyorsun Gün abi. Gel de efkarlanma.
🙂
Bu sitede yukarıda yazdığınız Voltaire’in ünlü sözüyle ilgili olarak Birikim’deki bir yazıda şöyle yazıyor;
Atilla Yayla’ya yönelik tepki ve uygulamaları eleştirmek üzere yazılan yazıların, vicdan sahibi birçok insanın imzasını taşıyan bildirilerin hemen hepsinde, şu ünlü “görüşlerinize katılmıyorum ama… onları savunmanız için…” klişesi yer almaktaydı. Voltaire’in olsa olsa karşısındakinin daha fazla aptallaşmadan susmasını kibarca buyuran sinizminin özgürlüklerin hatırlatılmasında kullanılmasında, özgürlük bahsinin geçtiği her yerde neredeyse ikinci doğamız hâline gelen baskıcı bir hoşgörünün izlerini bulmak da şaşırtıcı değil. Marcuse, ayrım gözetmeyen bir hoşgörünün, nesnelere ve toplum düzenine bahşedilen genel bir ‘bırakınız yapsınlar’ hâlinden kaynaklanması durumunda, varolanı olumlamaya yönelik bir edilgenliğe dönüşeceğini belirtir. Bu durumda, hoşgörü, bilinçli bir edimin değil, genel bir tutumun parçası olarak a priori tanınmakta, buna karşılık, nesnesinin hakikat muhtevasına duyarsız kalmaktadır. Bir özgürlüğün hatırlatılması, yahut, baskıdan müşteki olmak durumu, kendisini, karşısındakinin görüşlerine ‘katılmadığını’ belirterek yola koyulamaz. “Düşünceleriniz benim için kabul edilemez ama yine de onları savunmanızı istiyorum” demek, baskı altındakilerle dayanışmayı, Türkiye’de hep rastlandığı üzere, imza istemekle özdeş kılan bir küçük burjuva ahlâkçılığına indirgemek demektir. Bu durumda ilkesel olarak karşı olunması gereken şey, Atilla Yayla’nın görüşleri değildir; önümüzdeki gündemde hiç değildir. (Bu Yayla’nın Kemalizmi ve benzeri ideolojilerin taşıdığı syncretistic yapıyı gözardı eden, tarihsel-toplumsal özgüllükleri paranteze alarak neredeyse parokyal bir toplumsal evrim fikriyle geçmişi anakronik bir değerlendirmeye tabi kılan düşüncelerinin başka bir bağlamda eleştirilmeyeceği anlamına gelmiyor elbette.) Yayla ve benzerlerine yönelik haddini bildirme operasyonudur. Böyle bakıldığında, “bırakınız yapsınlar hoşgörüsünün”, aslında seçiciliği ve hatta öjenikliğine ilişkin, başka bir tartışmayı da başlatmak durumundayız. Bu Yayla’yı savunan bır kısım eşhasın, kendisinin, “ne Kürtçü ne de şeriatçı” olmasını vurgulamasına dayanmıyor sadece.
Atilla Yayla, Hoşgörü ve Üniversite
Ahmet Çiğdem
http://www.birikimdergisi.com/sayi/212/atilla-yayla-hosgoru-ve-universite
Saçma.
Gün Abi, eğer sosyalizm,anarşizm,felsefe ve daha bir çok şey halkın iyiliği içinse, neden Ahmet Çiğdem ve onun gibi bir sürü kişi yazılarında halkın anlayamayacağı kelimeler ve bir dil kullanıyorlar?Bu yazılarda kime hitap ediliyor?
Arkadaşım, Ahmet Çiğdem’i pek iyi tanımıyorum ama “halkın anlayacağı dil” çok izafi bir şey. Bir akademisyenin dili sıradan halk açısından anlaşılmaz olabilir ama kendi akademisyen çevresinden insanlar pekala anlayabilir. örneğin felsecilerin dilini anlamak çok zordur ama bu, onların bir takım önemli konuları irdelemedikleri anlamkına gelmez. Onları ben bile anlayamıyorum. Ne yapacağız şimdi?
“Bugün, meselâ Veli dayılar için, münhasıran onların anlayacağı gibi bir lisân-ı tahrîr tasavvur edemiyorum. Zâten ümmîler için yazan muharrir yoktur. Âmâlar için resim yapan musavvir olmadığı gibi.”
Tevfik Fikret
İç Anadolu mitolojisinde yarı insan yarı eşek figürleri var mıdır acaba?
10 mayıs’ta ankara’daki buluşma nasıl geçti gün abi? neler yaptınız, ne konuşuldu? Sadece imza gününe mi gittin, yeni projeler var mı?
imza günü değildi. Çok güzel oldu. 40 kadar arkadaş izledi. Roman üzerine szoru cevcap şeklinde geçti. Yeni projeler var.
http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1776
İmza kampanyası açılmış. Haberiniz var mı, destekliyor musunuz.
İmzalamıyorum.
bu imza kampanyası pek görülmemiş biçime sahip… KA ve TA insanlara sormadan adlarını koymuşlar ve isteyenin imzasını sildirebileceği belirtilmiş.Tuhaf… çok tuhaf. Ahlakî olarak kuşkulu bir yöntem. Yakıştıramadım. En basitinden insan “içerik” olarak katılsa bile salt bu “saygı sorunu” nedeniyle imzasının silinmesini isteyebilir…
Ben öyle yaptım mesela. Sildiler mi bilmiyorum.
thkpc üçüncü yol hakkında bir bilginiz var mı? 12 eylül öncesi ne düşünüyordunuz?
Bu sitede bu konularda yazılar var.
Mursi’ye idam cezası verildiği için Mısır’da hakimlere yapılan saldırı doğru mu sizce?
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29028737.asp
Doğru.
yuh artık gün, bunları da mı savunuyorsun.
öğrenci olduğum için kitaplarınızı okumak için nakit ve vakit fırsatım olmadı ancak size iki sorum olacak
1. Gençliğinizdeyken özellikle Aydınlık hareketindeyken TC’de bir devrim olacağına inancınız var mıydı? Ethem Sancak ile ilişkileriniz nasıldı ve o dönem onun bu davaya hizmeti nasıldı?
Neleri?
Ha anladım. Tabii ki idam cezasına karşıyım ve bu durumda Mursi’yi savunuyorum.
vardı. etem sancak arkadaşımdı. davaya bağlıydı o zaman.
Ethem Sancak demişken;
http://www.marmarayerelhaber.com/ayse-hur/34429-semsle-mevlana-ataturkle-mevlevilik-ve-bektasilik
https://www.youtube.com/watch?v=q2tvzmtIRiw abi izledikçe gülüyorum 😀 bu adam hep böyle miydi tartışmalarda 😀
Anarşizm gerçekleştiğinde neyin ne kadar, ve nasıl üretileceğine dair kararlar oy çokluğuyla mı alınacak? (Ve hangi oranda, örneğin salt çoğunluk mu?)
Eğer öyleyse -çoğunluğun haklı olup olmayacağı bir yana- kararları kabul etmeyenler buna direnirse onlara zorla mı kabul ettirilecek?
Çoğunluk sağlanamayıp her kesimden farklı görüşler ortaya çıktığında ve hiçbiri kabul görmediğinde ne olacak?
çalışmadan veya hiç değilse insanın, öğrenmek, gezmek, tembellik yapmak, sosyalleşmek vs. gibi diğer faaliyetlerini olanaksız kılmayacak ölçüde az bir emekle yaşamak mümkün mü? bu soruyu soruyorum, çünkü bundan 2-3 sene sonra hayatımı kazanmak için nasıl bir yol tutturacağım sorusu öyle veya böyle önümde dikilecek ve benim gibi elinden hiç bir iş gelmeyen, insanlarla ilişkileri zayıf, sosyal fobili bir insanın bu toplumda tutunmayı nasıl becereceği sorusu gerçekten büyük bir problem. hadi bu bir kenara, birilerinin ceplerini doldurmak için sabah 5’ten akşam 8’e kadar çalışarak tüketilen uzun yıllar (yani, insan ömrünün büyük bir parçası) tek seferlik bir şey olan yaşamı çarçur etmek, değersizleştirmek değil midir? niye böyle bir hayatı elde etmek için kendimi daha fazla yorayım? aile kurmak, çocuk yapmak gibi hayallerim de yok. kendim için yaşayıp mutlu ölmek istiyorum, ama o da bu şartlarda mümkün değil gibi görünüyor.
buna da o zaman karar verilir sanırım.
HDP’nin mitinglerini takip ediyor musun basından? Gösterilen ilgiyi nasıl buluyorsun? Barajı geçecek gibi mi?
Gösterilen ilgi iyi. CHP’nin kentli kesiminden de bir miktar oy alacağı anlaşılıyor. Ama bence hâlâ bıçak sırtında.
AKP’li yöneticilere yönelik saldırılarla ilgili görüşünüz nedir? Adana milletvekili adayı bıçaklanmış. Gürsu Belediye Başkanı da kurtarılamamış. Gerçi bu olay siyasi değil, zabıta tarafından vurulmuş. CHP’li bir aday da benzer şekilde müvekkilinin saldırısına uğramış. İktidar ve diğer düzen partilerine yönelik şiddet meşru bir yöntem midir?
Bütün saldırılar karanlık güçlerin işidir.
Stalin hakkında görüşleriniz malum, Castro’yu sever misiniz? Ve bir de Tito?
Castro ve Tito da sonuçta birer diktatördür ama Stalin’den nefret ettiğim gibi nefret etmem onlardan.
Neden Kınalıada’da yaşamayı tercih ettiniz? Adalara yerleşmek isteyen okurlarınıza hangi adayı tavsiye edersiniz?
Gün Abi, Umberto Eco’nun Ortaçağ Ansiklopedisi’ni okuyorum.
2000 senedir hep diktatörler hep diktatörler. İnsan umutsuzluğa kapılıyor.
ama karşılığında da çok sayıda özgürlük mücadelesi var. Bu böyle sürüp gider
Abi Küba da teorik olarak öne çıkan kişi kimdir? Che, Fidel gibi popüler isimler mi yoksa daha gerilerde kalan bir isim var mı ?
öyle pa8rlayan birini hatırlamıyorum
tesadüf işte. Sivriadayı tavsiye ederim. 🙂
HDP mitinglerinde Türk bayrağı kullanılması hakkında ne düşünüyorsun? Onlara da “ulusolcu” diyebilecek misin?
Ben “ulusolcu” gibi yozlaştırılmış terimleri kullanmam. Aslı ulusalcıdır ve bir araştırma yapacak olursanız bu deyimi ilk kez benim kullandığımı saptayabilirsiniz. Ulusalcı deme meselesine gelince, tabii ki diyeceğim. Ulusal bayrak kullananlar ulusalcılardır. Zaten HDP de Kürt ulusalcısıdır, şimdi de “Türkiye partisi” olma adına Türk bayrağını kullanarak Kürt ulusalcılığına Kürt ulusalcılığını ekliyor. Gezi’deki mücadelede Türk ulusal bayraklı kızla BDP’li gencin el ele mücadele vermeleri güzel bir şeydi. Mücadele alanlarında kendiliğinden ortaya çıkan ve kardeşleşen bayraklara hiçbir itirazım yok, ancak siyasi partilerin bayrak oyunlarına ve gösterilerine karşıyım.
Ulusalcı deyişini ilk defa siz nerede ne zaman kullandınız?
Ulusalcılık-Bir İdeolojinin Krizi (Özgür Ünivesite Yayınları, 2007) kitabına bakınız. Bu kitapta yer alan ve ulusalcılığı tahlil eden “Galiyevcilik üzerinde el sıkışmak” yazısı (Birikim’de çıkmıştır ilk kez) 23.7.1998 tarihini taşımaktadır. Bu makalede “ulusalcılık” terimi doğrudan doğruya kullanılmamakta, Ulusalcılar “ulusal cepheciler” diye anılmaktadır. “Ulusalcılık” teriminin ilk kez geçtiği, aynı kitapta yer alan ve ilk kez Birikim’de yayınlanan “Yön, MDD’cilik ve Ulusalcılık” başlıklı makalenin tarihi ise 23.11.2004’tür. Görüldüğü gibi Ulusalcılık terimi başlıkta bile yer almıştır. Sonuç olarak, Ulusalcılık, bir siyasi hareket olarak, “ulusal cephecilik” adıyla bundan 17 yıl önce tarafımdan masaya yatırılmış ve bundan 11 yıl önce de doğrudan ulusalcılık olarak adlandırılmıştır. Tarih olarak daha önce kullanan varsa bana haber verin.
Not: bu yazıların hepsi bu sitede, “Anti-emperyalizm ve Ulusalcılık” başlığı altında bulunmaktadır.
ulusalcı solcunun kısaltması olarak ulusolcu deniyor. orwell’in 1984’teki kısaltmalarını anımsatıyor biraz. yozlaştırılma bunun neresinde?
ulusalcının mizahla deforme edilmiş şekli. Liberalin liboş yapılması gibi. Bunlar espri olarak hoş olabilir belki ama siyasi literatürü de yozlaştırır.
selam ve sevgiler,
uygun olduğunda bir görüşelim
Telefonunu kaydettim, kısa süre içinde arayacağım seni Cem. sevgiler.
“Bu küçücük hayatımda ne iz bıraktım ki deme. Nice hayvanlar bakmış yetmişlik bir adamın kalbinde acının derin izini bıraktın, daha ne” diye yazmışsınız twitter’a. Fazla özel değilse niye böyle yazdığınızı söyler misiniz?
15 günlük, annesini kaybetmiş, küçük bir yavru kedi (ben bakıyordum) öldü de.
Sayın zileli burada bazı sorulara verdiğniz cevapla ”DİKTATÖRLÜĞE KARŞI DİRENİŞ BARİKATINA ”Başlıklı yazınızda büyük çeliş ki yok mu?Madem sistem kötü ve çökmesi lazım o zaman hdp’ye oy isteyerek sistemi çöküntüden kurtarmak ve tamir etmek mi istiyorsunuz??
HDP’ye destek diktatörlüğe karşı mücadele için. Diktatörlüğe karşı mücadele de sistemi çökertir. Elbette HDP de dahil hiçbir düzen gücünü eleştirmekten vazgeçmeden.
hdp, düzen gücü mü?
Tabii ki. Son tahlilde öyle.
BHH düzen gücü değil mi peki? Düzen gücü olmayan kim var bu ülkede?
BHH de bir bakıma öyle görülebilir ama HDP’nin ve BHH’nin içinde önemli bir devrimci potansiyel birikmiş durumda. Bütün örgütler düzen içidir. Düzen içi olmayan devrimci kitlelerdir. AKP diktatörlüğünü 2017’de yıkacak olanlar da onlardır. Yani 2. Gezi.
Bu noktada size katılmıyorum.Birincisi bir diktatörün gitmesi aynı sistem devam ettikçe başka diktatörün gelmesi demektir.Akp örneğinde görüldüğü gibi.İkincisi diktatör bir yapıya karşı başka bir diktatörlük potansiyeli olan yapıyı desteklemek pekala hali hazırda ki diktatörün taraftarlarını da güçlendirir.Burada olması gereken diktatör dediğiniz yapının eylemlerine karşın farklı bir yapı alternatifi göstermeden, siyasal sınıfları devreye sokmadan halkı örgütlemek daha doğru olmaz mı?Diyelim ki hali hazırda diktatörlük yapan yapıyı nereye kadar geriletebilirsiniz.HDP Barajı geçerse diktatör dediğiniz yapıyla iş birliği yapmayacağına nasıl bir garanti veriyorsunuz?Gezi eylemlerini ve hdpnin tutumunu hatırlayın.Bu tutumunuz solun geçmişte yapmaya çalıştığı ama başaramadığı bir tutum değilmidir?
değildir.
PKKnın anarşist olduğunu savunan anarşistler için ne diyorsunuz.Bunu ıspatı olarakta aponun yazdığı bir kitabı gösteriyorlar.
PKK anarşist filan değildir.
Despotluk yapmak için illada iktidar sahibi olmak gerekmez.Bir çok ideoloji ile dirsek temasında bulunmuş objektif analizler yapanlar bilir ki despotluk bir toplumu dizayn etmek için tüm siyasal ve dinsel ideolojilerin kullandığı bir yöntemdir.Tam bu noktada anarşizmin babası Bakunin ile sosyalizmin babası Marksın yolları ayrılır. Bakunin’e göre özgürlük olmadan sosyalizm diktatörlüktür. ”En radikal devrimciyi alın ve onu bütün Rusların tahtına oturtun ve bir yıl bile geçmeden o çar’dan da beter olacaktır.” Felsefesiyle hareket eden Bakunin tüm toplumun katmanlarının yönetime katılması gerektiğini vurgular ve her hangi bir örgüt,parti ve gruplaşmanın halklar üzerinde baskı unsuru olacağını belirtir. Örgütlenemnin sadece halkları uyandırmak amacı taşıması gerektiğini bunu haricinde yönetime talip olan örgütlerin varacağı noktanın diktatörlük olacağı kanısındadır.kanısındadır. Marks bütün bunları reddetmiş ve proloterya sınıfının devleti ele geçirmesini yegane reçete olarak ortaya koymuştur.Marks’a göre diğer sınıflar yok edilmeli hatta lümpen prolterya devrimden dışlanmalı idi.Bu kıyaslamayı çok uzatabiliriz hatta o dönem yapılan bu tartışmaların tarihe düştüğü iz düşümlerini de var sayarsak konu bayağı uzar.Ama sonuçta tarih Bakunin’i haklı çıkarmıştır.
21 YY geldiğimiz noktada sözü Marksist despotlara getirmek istiyorum.Öyle dünya da iz bırakmış liderler falan değil halen daha prolter devrim ateşi ile yanıp tutuşan despotlara değinmek istiyorum.
Bir kısmı tanıdık olan bir kısmı teorik eserler bırakmış olan bu kesim içerisinde öz eleştiri yapanlar haricinde halen Marksizmin despot tarafına takılı kalmış bozuk bir teyp gibi sloganlarını tepemize tepemize vuran despotlardan bahsediyorum.Elbetteki bunların yaşamış olduğu acıyı,işkenceyi,zulmü anlıyorum keşke böyle olmasaydı da diyorum.Ama yaşadığınız bu acı,bu zulüm sizi daha demokratik bir zemine kaydırması gerekirken tam tersine daha bir hırçınlaştırıp,daha bir katılaştırmış.Bu katılıkla sizin gibi düşünmeyenlere dünyayı dar etmeye yemin etmiş gibisiniz.Belkide yaşadığınız trajedileri bir üstünlük sayıp diğer insanlar karşısında tahakküm kurmak yada duygu sömürüsü yapmak gibi bir eğilim içersinde var olmaya çalışıyorsunuz.Bu trajedi sizi öyle körleştirmiş ki bu düşünce sistematiğinin artık iflas ettiğini göremiyorsunuz.Bu tarzın sizi diğer despotlarla eş değer kıldığının farkında bile değilsiniz.İnsanların özgürlüğünü tarih boyunca yok etmek isteyen kemikleşmiş despotlardan hiç bir farkınız yok.Galiba tek farkınız bu despot tutum size 19 yy larda bulaştı.Artık Marksizmde geri kalmış bir ideoloji olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı.Size yeni bir şey söyleyin diyorum susun demiyorum çünkü biz hiç kimseye susun demeyecek kadar özgür düşünüyoruz.Ama söyleyeceğiniz şey sizi dev aynasında göstermesin,söyleyeceğiniz her neyse biraz daha liberter bir çizgide olsun.
Bugün seçim arefesinde bile artık insanlara bir şeyleri dayatmayın diyorum.Bugünkü sorunlar partiler bazında çözülecek sorunlar değil.Bu sorunlar halklar tarafından çözülecek sorunlardır.Bu sorunları marjinalleştirerek toplumdan koparmayın diyorum.Toplumun bütün bu sorunlarla yüzleşmesine engel olmayın diyorum.T.D
Seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz Gün bey ?
Sitede bu konuda iki yazı var. ana sayfada.
Yukarıda HDP, ulusalcılık ve bayraklar tartışılmış. Bununla ilgili bir yazı;
http://www.nasname.com/a/nasnameye-genc-elestiri
Merhaba abi benim sorum biraz farklı olacak.Anarşist kitaplıkta Dilaver demirağ’ın yazdığı Anarşizm unutulmuş olanı hatırlamak isimli kitap yer almıyor acaba sebebi nedir?
Dilaver Demirağ’ın Anarşizm kitabı var diye hatırlıyorum. Olmayanları künyesiyle birlikte yaz, koyayım.
milliyetçilikle ulusalcılık aynı şey midir abi? neden bu ikisini ifade etmek için “ulusçuluk” veya “milletçilik” gibi daha anlaşılır terimler kullanılmaz da, kelimenin sonuna hep bi -sal veya -yet eki getirilir?
Ulusalcılar esasen ulus-devletçidir, milliyetçiler ise ulusçu. Ulusçu, milliyetçinin öztürkçe halidir. Bu yüzden ulusalcılara ulusçu demiyoruz. Gerçi milliyetçiler de devletçidir ama onların devletçiliği ulus-devletçilikten çok geleneksel devletçililiktir. örneğin aynı zamanda Osmanlıcıdırlar. ulusalcılar ise sadece cumhuriyet devletine sahip çıkarlar. aradaki fark sanırım böyle.
Dilaver DEMİRAĞ-ANARŞİZM UNUTULMUŞ OLANI HATIRLAMAK. OKUR KİTAPLIĞI YAYINLAR- HAZİRAN 2012
bir sorum daha var abi şimdi bu chp seçmeni işçi,emekçi,ileri demokrasi,ezilen halklarımız diyerek kendilerini sosyal demokrat olarak lanse ediyorlar.Ama komunizmide bir küfür olarak görüyorlar.Özellikle Türkiye komünizme doğru gidiyor diye ifadeler kullandığımda ki öyle bir şey zaten söz konusu değil çok kızıyorlar.Bu bir çelişkimidir?yoksa sosyal demokratlığı da bir felesefi fikir olarak mı değerlendirmeliyiz?Tabi bu arada bu dediğim kitle marksı ve lenini de seviyorlar.Sizin bu konuda ki düşünceniz nedir?
Dilaver Demirağ’ın bu kitabı var. 2012 yılı kitaplarına bakarsanız göreceksiniz.
eski tip komünizm bitti. Artık hiçbir yerde yok. Küba’da bile olduğu kuşkulu. Kuzey Kore ise komünizm adını kullanan bir despotizm. Çin’in de adı dışında komünizmle ilgisi yok. Sonuç olarak dünyanın komünizme gittiğini söylemek bence doğru değil. CHP Türkiye’nin modernist partisidir. Oy aldığı bölgeler de bunu gösteriyor. Pek sosyal demokrat olduğu söylenemez. Zaten Türkiye’de sosyal demokrat bir gelenek yok. Bununla birlikte CHP tabanı devrimcilere genelde dosttur. Onlarla iyi ilişkiler kurulmalıdır.
Demirel de gitti Gün kardaş, allah taksiratını affetsin mi ?
allahı bilmem ama ben pek affetme niyetinde değilim. Deniz’leri idam sehpasına göndermiştir.
Siyasi hayatinizin her döneminde yasadiginiz demirel icin diyecekleriniz bukadarmi acaba?
Ölenlerin arkasından konuşmayı sevmem ama şu kadarını söyleyeyim:
1. Süleyman Demirel, Türkiye burjuvazisinin önde gelen siyasi temsilcilerinden biridir;
2. 12 Mart dönemindeki uygulamaların çoğundan ve en önemlisi de 3 devrimcinin idam edilmesinden sorumludur;
3. Daha sonraki dönemde Kürtlere karşı yürütülen devlet operasyonlarında da sorumluluğu vardır;
4. Hayatının son yıllarında ulusalcılara yakın, ulus devletçi bir çizgi izlemiştir.
Peki AKP muhalifi olduğu halde nasıl böyle düşünebiliyorsunuz? Ergenekondan tutuklanan askerleri bile bu nedenle AKP’ye karşı desteklerken Demirel’e karşı olmanız çelişki değil mi? O askerlerin çoğu Demirel’le aynı dönemde bu uygulamalara ortak olmadılar mı?
Peki Türkeş hakkında ne düşünüyordunuz?
Tesekkürler..Sanirim digerlerine göre dah a aklibasinda,daha ayaklari yere basandi…
Demirel kesiminin unsurları cda (Haberal gibi) AKP’nin gadrine uğramıştır, doğru. ama geniş bir tarihi perspektiften AKP, DP-AP geleneğinin devamıdır.
Irkçı-faşist olduğunu ve 1970’lerdeki siyasi cinayetlerin baş sorumlularından olduğunu düşünüyorum.
Zülfü Livaneli ilgin bir demirel yazısı yazmış.Yazının sonunda ”demokratlar, bu kadar yasak ve arkadaşlarımızı astırmasına rağmen demireli sevdiler ve saygı duydular ama özaldan nefret ettiler.”Mealinde bir cümle kurmuş.Demokratlar Özalı daha dindar olduğu için mi kabullenmediler?Yada özal devletle demir kadar barışmadığı içinmi??
Deniz gezmişlerin asılmasında chp ve Nihat Erim’in hiç mi rolü yoktu yada nasıl bir rolleri vardı??
İkisi üç aşağı beş yukarı aynıdır. İktidar oldukları dönemde de aynı derecede nefret edildiler.
CHP’den de idam yönünde oy kullananlar oldu epeyce. Fakat CHP parti olarak buna karşı çıktı. Hatta İnönü idamların iptali için son anda Anayasa Mahkemesine de gitti.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısına verilen oyların sonucu*:
Üye sayısı: 450
Oy verenler: 323
Kabul edenler: 273
Reddedenler: 48
Çekimserler: 2
Oya katılmayanlar: 118
Açık üyelikler: 9
Partiler: Adalet Partisi (AP), Bağımsız (Bğz.), Birlik Partisi (BP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Güven Partisi (GP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Millet Partisi (MP) Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeni Türkiye Partisi (YTP)
Kabul edenler
Adana: Cevdet Akçalı (AP), Fazıl Güleç (CHP), M. Salahattin Kılıç (AP), Melih Kemal Küçüktepepınar (CHP), Ali Cavit Oral (AP), Emir H. Postacı (CHP), Kemal Satır (CHP), Ahmet Topaloğlu (AP), Turgut Topaloğlu (GP), Alpaslan Türkeş (MHP), Hüsamettin Uslu (AP)
Adıyaman: M. Zeki Adıyaman (AP), Ali Avni Turanlı (Bğz.)
Afyonkarahisar: Hasan Dinçer (AP), Hamdi Hamamcıoğlu (GP), Ali İhsan Ulubahşi (AP), Kazım Uysal (AP)
Amasya: Yavuz Acar (AP), Salih Aygün (AP)
Ankara: Orhan Alp (AP), Oğuz Aygün (AP), Musa Kazım Coşkun (AP), Orhan Eren (AP), İ. Sıtkı Hatipoğlu (CHP), Mustafa Maden (AP), H. Turgut Toker (AP), Aydın Yalçın (AP), Ferhat Nuri Yıldırım (AP), Şerafettin Yıldırım (AP), Mustafa Kemal Yılmaz (AP)
Antalya: Hasan Akçalıoğlu (AP), İhsan Ataöv (AP), Süleyman Çiloğlu (AP), Ömer Eken (AP), Rafet Eker (AP, Hasan Ali Gülcan (CHP)
Artvin: Mustafa Rona (AP)
Aydın: Nahit Menteşe (AP), İsmet Sezgin (AP), Fikret Kayaalp Turhangil (AP)
Balıkesir: İbrahim Aytaç (AP), Cihat Bilgehan (AP), M, Şükrü Çavdaroğlu (AP), Kemal Erdem (AP), Ahmet İhsan Kırımlı (AP), M. Nurettin Sandıkçıoğlu (CHP), Osman Tarı (AP)
Bilecik: Şadi Binay (AP)
Bingöl: Mehmet Sıddık Aydar (Bğz.), Mehmet Bilgin (YTP)
Bolu: Ahmet Çakmak (AP), Nihat Bayramoğlu (AP), Halil İbrahim Cop (AP), M. Şükrü Kıyıkoğlu (AP)
Burdur: A. Mukadder Çiloğlu (AP), Mehmet Özbey (AP)
Bursa: Ahmet Türkel (AP), Barlas Küntay (AP), Cemal Külahlı (AP), Ertuğrul Mat (AP), Kasım Önadım (AP), Mehmet Turgut (AP), Mustafa Tayyar (AP)
Çanakkale E. Kemal Bağcıoğlu (AP), Mesut Hulki Önür (AP), Refet Sezgin (AP), Zekiye Gülsen (AP)
Çankırı: Nuretin Ok (AP)
Çorum: Abdurrahman Güler (AP), Arslan Topçubaşı (AP), İhsan Tombuş (AP), Kemal Demirer (AP), Yakup Çağlayan (AP)
Denizli: Ali Uslu (AP), Hasan Korkmazcan (AP), Mehmet Emin Durul (AP), Sami Arslan (AP)
Diyarbakır: Abdüllatif Ensarioğlu (AP), Behzat Eğilli (AP), Hasan Değer (Bğz.), Necmettin Gönenç (AP), Nazif Yıldırım (YTP), Sabahattin Savcı (AP)
Edirne: M. İlhami Ertem (AP)
Elazığ: Hayrettin Hanağası (CHP), Samet Güldoğan (AP)
Erzincan: Hüsamettin Atabeyli (AP)
Erzurum: Cevat Önder (AP), Naci Gacıroğlu (AP), Rasim Cinisli (AP), Rıfkı Danışman (AP), Turhan Bilgin (AP), Sabahattin Aras (AP)
Eskişehir: Mehmet İsmet Angı, (AP) Şevket Asbuzoğlu (CHP), Orhan Oğuz (AP), Seyfi Öztürk (AP), M. Şemsettin Sönmez (AP)
Gaziantep: Ali İhsan Göğüş (CHP), Erdem Ocak (AP), İ. Hüseyin İnceoğlu (GP), Mehmet Kılıç (AP), Mehmet Lütfi Söylemez (AP)
Giresun: Abdullah İzmen (AP), M. Emin Turgutalp (AP), Hidayet İpek (AP), İ. Kayhan Naiboğlu (CHP), Mustafa Kemal Çilesiz (CHP), Nizamettin Erkmen (AP)
Gümüşhane: Ekrem Saatçi (AP), Mustafa Kahraman (AP), Necati Alp (CHP), Nurettin Özdemir (CHP)
Hatay: Ali Yılmaz (AP), Hüsnü Özkan (CHP), Halil Akgöl (AP), Talat Köseoğlu (AP)
Isparta: Ali İhsan Balım (AP), Süleyman Demirel (AP), Yusuf Uysal (AP)
İçel: H. Cavit Okyayuz (AP), Kadir Çetin (AP) Mazhar Arıkan (AP), Turhan Özgüner (CHP)
İstanbul: İbrahim Abak (AP), İsmail Hakkı Arar (CHP), Sadettin Bilgiç (AP), Ferruh Bozbeyli (AP), İlhan Egemen Darendelioğlu (AP), Tekin Erer (AP), Nuri Erdoğan (AP), Orhan Cemal Fersoy (AP), Hasan Güngör (AP), Mustafa Fevzi Güngör (AP), A. Şeref Laç (AP), Osman Özer (AP), Akgün Silivrili (AP), İsmail Hakkı Tekinel (AP), Naime İkbal Tokgöz (AP), A. Turgut Topaloğlu (AP), Hasan Türkay (AP), Mehmet Yardımcı (AP)
İzmir: Şevket Adalan (CHP), Mustafa Akan (AP), Şükrü Akkan (AP), Muzaffer Fazlı Arınç (AP), Burhanettin Asutay (CHP), Münir Daldal (AP), Ali Nailli Erdem (AP), İhsan Gürşan (AP), Nihat Kürşad (AP), Akın Özdemir (AP), Orhan Demir Sorguç (AP)
Kars: Latif Aküzüm (AP), İsmail Hakkı Alaca (AP), Mustafa Doğan (AP), Kemal Kaya (AP), Veyis Koçulu (AP), Osman Yeltekin (CHP)
Kastamonu: Orhan Ali Deniz (AP), Hüseyin Sabri Keskin (AP), Mustafa Topçular (AP), Hasan Tosyalı (GP)
Kayseri: M. Şevket Doğan (AP), Turhan Feyzioğlu (GP), Hayrettin Nakipoğlu (AP), Vedat Ali Özkan (AP), Enver Turgut (AP), Mehmet Türkmenoğlu (GP)
Kırklareli: Mehmet Atagün (AP), Feyzullah Çarıkçı (AP), Hasan Korkut (AP)
Kırşehir: Cevat Eroğlu (MP), Mustafa Kemal Güneş (AP)
Kocali: Cevat Ademoğlu (AP), Vehbi Engiz (AP), Sabri Yahşi (AP)
Konya: İrfan Baran (CHP), Bahri Dağdaş (AP), Mustafa Kubilay İmer (AP), İhsan Kabadayı, (GP) M. Necati Kalaycıoğlu (AP), İ. Ethem Kılıçoğlu (AP), Baha Müdderrisoğlu (AP), Tahsin Yılmaz Öztuna,(AP) Faruk Sükan (AP), Vefa Tanır (GP)
Kütahya: Ahmet Fuat Azmioğlu (AP), Ali Erbek (CHP), A. Mesut Erez (AP), İlhan Aksoy (AP)
Malatya: Ahmet Karaaslan (Bğz.), İsmail Hakkı Şengüler (AP)
Manisa: Ertuğrul Akça (AP), Mustafa Orhan Daut (AP), C. Selçuk Gümüşpala (AP), Hilmi Okçu (AP), Vehbi Sınmaz (AP), Kamil Şahinoğlu (AP), Önal Şakar (AP)
Maraş: Atilla İmamoğlu (AP), Veysi Kadıoğlu (AP), M. Zekeriya Kürşad (AP)
Mardin: Esat Kemal Aybar (AP), Abdülkadir Kermooğlu (AP), Abdülkadir Özmen (Bğz.), Abdürrahim Türk (Bğz.)
Muğla: Adnan Akarca (AP), Mualla Akarca (CHP), Ahmet Buldanlı (AP), İzzet Oktay (AP)
Muş: Nimet Ağaoğlu (YTP), Kasım Emre (Bğz.)
Nevşehir: Hüsammettin Başer (AP), Esat Kıratlıoğlu (AP)
Niğde: M. Naci Çerezci (AP), H. Avni Kavurmacıoğlu (AP), M. Nuri Domanoğlu (CHP), Haydar Özalp (AP)
Ordu: Ata Bodur (AP), Cengiz Ekinci (AP), Hamdi Mağden (AP), Kemal Şensoy (AP)
Rize: Erol Yılmaz Akçal (AP), Hasan Basri Albayrak (AP), Salih Zeki Köseoğlu (AP)
Sakarya: Nuri Bayar (AP), Yaşar Bir (AP), Güngör Hun (AP), M. Vedat Önsal (AP)
Samsun: Talat Asal (AP), Mustafa Boyar (CHP), Doğan Kitaplı (AP), Nafiz Yavuz Kurt (AP), Hüseyin Özalp (AP), Bahattin Uzunoğlu (AP), İsmet Yalçıner (AP)
Siirt: Zeki Çeliker (AP), Mehmet Nebi Oktay (GP)
Sinop: Hilmi Biçer (AP)
Sivas: Enver Akova (AP), Kadir Eroğan (AP), Tevfik Koraltan (AP), Yusuf Ziya Önder (AP)
Tekirdağ: Orhan Öztrak (GP)
Tokat: Hüseyin Abbas (AP), İsmet Hilmi Balcı (Bğz.), Osman Hacıbaloğlu (AP), Mehmet Kazova (AP), Reşit Önder (GP), Yusuf Ulusoy (BP)
Trabzon: Ahmet İhsan Birincioğlu (AP), Necati Çakıroğlu (AP), Ekrem Dikmen (AP), Selahattin Güven (AP), Cevat Küçük (CHP), Ali Rıza Uzuner (CHP)
Urfa: Mehmet Aksoy (AP), Necmettin Cevheri (AP), Mehmet Ali Göklü (AP), Bahri Karakeçili (AP)
Uşak: Orhan Dengiz (AP), M. Fahri Uğrasızoğlu (AP)
Van: Mehmet Emin Erdinç (Bğz.), Kinyas Kartal (AP), Fuat Türkoğlu(AP), Mehmet Salih Yıldız (GP)
Yozgat: İsmet Kapısız (MP), Turgut Nizamoğlu (AP), Neşet Tanrıdağ (AP)
Zonguldak: Fuat Ak (AP), Ahmet Nihat Akın (AP), Ahmet Güner (CHP), S. Tekin Müftüoğlu (AP), Kevni Nedimoğlu (AP)
Reddedenler
Adıyaman: Kemal Kırıkoğlu (CHP), Yusuf Ziya Yılmaz (CHP)
Ankara: Kemal Ataman (CHP), İbrahim Cüceloğlu (CHP), A. Sakıp Hiçerimez (CHP), Osman Soğukpınar (CHP), Yusuf Ziya Yağcı (CHP)
Artvin: Abdullah Naci Budak (CHP)
Bitlis: Kenan Mümtaz Akışık (CHP)
Bolu: Kemal Demir (CHP)
Burdur: Nadir Yavuzkan (CHP)
Bursa: Nail Atlı (CHP)
Çankırı: Nuri Çelik Yazıcıoğlu (CHP)
Edirne: Cevat Sayın (CHP)
Elazığ: Mehmet Aytuğ (CHP)
Erzincan: Hasan Çetinkaya (CHP)
Erzurum: Selçuk Erverdi (CHP)
İçel: Celal Kargılı (CHP)
İstanbul: Mehmet Ali Aybar (TİP), Hüseyin Dolun (CHP), Mustafa Necdet Uğur (CHP), Reşit Akif Ülker (CHP), Lebit Yurdoğlu (CHP).
İzmir: Şeref Bakşık (CHP), M. Hulusi Çakır (CHP)
Kars: Kemal Güven (CHP), Kemal Okyay (CHP)
Kayseri: Tufan Doğan Avşargil (CHP), Mehmet Yüceler (CHP)
Kırklareli: Beyti Arda (CHP)
Konya: Mustafa Üstündağ (CHP)
Malatya: Hakkı Gökçe (CHP), İsmet İnönü (CHP)
Manisa: Muammer Ertem (CHP), Mustafa Ok (CHP)
Maraş: Mehmet Özdal (CHP).
Muğla: Ali Döğerli (CHP)
Muş: Nermin Neftçi (CHP)
Niğde: Mevlüt Ocakçıoğlu (CHP)
Ordu: Hasan Ferda Güley (CHP)
Sakarya: B. Turgut Boztepe (CHP), Hayrettin Uysal (CHP)
Samsun: Yaşar Akal (CHP)
Siirt: Mehmet Adil Yaşar (CHP)
Tekirdağ: Yılmaz Alpaslan (CHP)
Tunceli: Hüseyin Yenipınar (CHP)
Uşak: Adil Turan (CHP)
Zonguldak: Bülent Ecevit (CHP)
Çekimserler
Erzurum: Gıyasettin Karaca (CHP)
Samsun: Nihat Kale (CHP)
Oylamaya katılmayanlar
Adana: Ali Rıza Güllüoğlu (CHP), Şevket Yılmaz (CHP)
Afyonkarahisar: Mehmet Rıza Çerçel (AP), Şevki Güler (AP), Süleyman Mutlu (CHP)
Ağrı: Abdülkerim Beyazıt (CHP), Nevzat Güngör (AP), Kasım Küfrevi (GP)
Amasya: Vehbi Meşhur (CHP), Kazım Ulusoy (BP)
Ankara: Hüseyin Balan (BP), Orhan Birgit (CHP), Sinan Bosna (AP), Osman Bölükbaşı (MP), Şinasi Özdenoğlu (CHP), Emin Paksüt (GP), Fatma Suna Tural (MP), Cengizhan Yorulmaz (CHP)
Antalya: Ömer Buyrukçu (CHP)
Artvin: Sabit Osman Avcı (AP)
Aydın: Kemal Ziya Öztürk (AP), Mehmet Çelik (CHP), M. Kemal Yılmaz (CHP)
Balıkesir: Salih Zeki Altınbaş (CHP), Mehmet Niyazi Gürer (CHP), Mevlüt Yılmaz (AP)
Bilecik: Mehmet Ergül (CHP)
Bitlis: Abidin İnan Gaydalı (AP)
Bursa: Sadrettin Çanga (CHP), İbrahim Öktem (CHP)
Çanakkale: Mustafa Çalıkoğlu (CHP)
Çankırı: Mustafa Hazım Dağlı (AP), Arif Tosyalıoğlu (AP)
Çorum: Cahit Angın (CHP), Ali Naki Ulusoy (BP)
Denizli: İlhan Açıkalın (CHP), Fuat Avcı (AP), Arif Hüdai Oral (CHP)
Edirne: Veli Gülkan (AP)
Elazığ: Ali Rıza Septioğlu (Bğz.)
Erzincan: Sadık Perinçek (AP), Naci Yıldırım (CHP)
Erzurum: Fetullah Taşkesenlioğlu (AP)
Eskişehir: B. Sıtkı Karacaşehir (CHP)
Gaziantep: Şinasi Çolakoğlu (CHP), Muhittin Sayın (CHP)
Hatay: Abdullah Cilli (Bğz.), M. Sait Reşa (CHP)
Isparta: Hüsamettin Akmumcu (AP)
İçel: Hilmi Türkmen (AP), Çetin Yılmaz (CHP)
İstanbul: Eşref Derinçay (CHP), İbrahim Bedreddin Elmalı (MP), Ahmet Bahir Ersoy (CHP), Orhan Eyüboğlu (CHP), Orhan Kabibay (CHP), Rıza Kuas (TİP), Sezai Orkunt (CHP), Haydar Özdemir (BP), M. Kazım Özeke (CHP), İlhami Sancar (CHP)
İzmir: Coşkun Karagözoğlu (CHP), Talat Orhon (CHP), Şinasi Osma (AP), Kemal Önder (CHP), Ali Naki Üner (AP)
Kars: Turgut Artaç (CHP)
Kastamonu: Muzaffer Akdoğanlı (CHP), Mehmet Seydibeylioğlu (CHP)
Kırşehir: Mustafa Aksoy (CHP)
Konya: Necmettin Erbakan (Bğz.), Sezai Ergun (AP), Sadi Koçaş (CHP), Orhan Okay (CHP), Özer Ölçmen (AP)
Kütahya: Mehmet Ersoy (AP), Kemal Kacar (AP)
Malatya: Mustafa Kaftan (CHP)
Manisa: Veli Bakırlı (CHP), Süleyman Çağlar (AP)
Maraş: M. Nejat Çuhadar (CHP), İbrahim Öztürk (Bğz.).
Mardin: Şevki Altındağ (CHP), Seyfi Güneştan (YTP)
Ordu: Memduh Ekşi (CHP), Ata Topaloğlu (CHP), Orhan Vural (CHP)
Rize: Sami Kumbasar (CHP)
Samsun: Kamran Evliyaoğlu (CHP), İlyas Kılıç (CHP)
Siirt: Selahattin Oran (YTP)
Sinop: Hilmi İşgüzar (MP), Mustafa Kaptan (AP), Tevfik Fikret Övet (CHP)
Sivas: Vahit Bozatlı (CHP), Hüseyin Çınar (BP), Ahmet Durakoğlu (CHP), Ekrem Kangal (CHP), M. Kemal Palaoğlu (CHP), Mustafa Timisi (BP)
Tekirdağ: Nedim Karahalil (AP), Mustafa Sabri Sözeri (AP)
Tokat: İsmail Hakkı Birler (CHP)
Trabzon: Mehmet Aslantürk (CHP), Mehmet Ali Oksal (AP), Ahmet Şener (CHP)
Tunceli: Kenan Aral (CHP)
Urfa: Necati Aksoy (CHP), Vehbi Melik (CHP)
Yozgat: İsmail Hakkı Akdoğan (AP), Abdullah Baştürk (CHP), Celal Ahmet Sungur (CHP)
Zonguldak: Hüseyin Baytürk (CHP), Sinan Fevzi Fırat (AP), Cahit Karakaş (CHP)
* TBMM’de gerçekleşen idam görüşmeleri ve oylamalar, BDS yayınlarının 1988 Mayıs baskısında “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İdam Görüşmeleri” adlı kitapta yayınlandı. (HK)
Kısacası o zamanki mecliste 273 katil, 120 korkak varmış.
Bu tabloyu görünce anarşizmin ne demek istediğini ve neden var olduğunu daha iyi anlıyorum.Her siyasi parti düzenin birer askeri gibi görev yaparken genç insanları da kendi iktidarları uğruna kullanmaktan hiç çekinmemişler.
öldürmekten çekinmemişler
Abi 12 Eylül öncesinde Aydınlıkçı camia halka mal olmuş, ancak sonuç olarak liberal düzen insanları olan mesela; K. Sunal, Şener Şen gibi adamlarla ilgili ne düşünüyordunuz?
Bakunin ve Kropotkin gibiler enternasyonalde v.s de anarşizmi sınıfsal bir devrim ve mücadele hareketi olarak konuşmuşken, malatesta, durruti ve makhno gibi elle tutulabilir silahlı eylem pratikleri örnek olarak varken neden şuanda anarşist dendiğinde akla bencillik, punk takılmak, silah ve örgüt karşıtlığı gibi boş kavramlar geliyor?
Türkiye sinemasının iyi birer oyuncusudurlar. Şener Şen, olgunluk döneminde daha dramatik filmlerde de başarılı olmuştur. Kemal Sunal’ın son filmleri de öyledir.
Anarşizm bütünsel bir doktrin değildir. Birçok çeşidi vardır. Bencillik derken ne kastediyorsunuz, bilmiyorum ama örneğin klasik anarşizm içinde Stirner’in bireyci anarşizmi de yer alır. “punk takılmak” diye bir şey yoktur. 1980’lerde Avrupa’yı sarsan bir punk hareketi vardır ki önemli bir yaşam tarzı isyanıdır, küçümsemeyin. Örgüt karşıtlığı vb. bunlar bugünkü anarşizme atfedilen, dışardan atfedilen şeylerdir. Anarşistler (bugünküler de) sadece hiyerarşik örgütlere karşıdır. Bugün anarşizm kültürel alana da yayılmıştır ve bu iyi bir şeydir.
Türkiye’de sizin dışınızda anarşist var mı? Varsa kim(ler)?
Yok abi onu sormadım. Örneğin bir iş adamına sosyalistlerin iyi bakması mümkün değildir. Yani aynı bakış açısıyla bu tür sanatçılara da böyle bir yaklaşım var mıydı ?
Olmaz olur mu? Kaos Yayınlarını biliyor musunuz?
Anladım. O zamanı soruyorsun. Sana şunu söyleyeyim, o hergamede ilgilenemiyorduk bile. Dolayısıyla bir bakışımız yoktu.
Anarşist yaşama dair ütopik bir eser var mı tavsiye edebileceğiniz ”mülksüzler” dışında
Sen en iyisi 70’li yılları en ince detaylarına kadar anlatan şöyle 700 sayfalık Tolstoy stilinde bir roman yaz Gün abi. Bizim kuşağın o yılların dinamiklerini kavraması pek mümkün görünmüyor. Senin anılarını okuduk eyvallah ama yetmiyor gördüğün gibi.
Bu sitedeki anarşist kitaplık bölümüne bir göz atıverin.
abi sence Abdullah Öcalan nedir? Bir özgürlük savaşçısı ya da eli kanlı bir katil ?
Bir mahkûm.
1917 devrimini ve sscb tarihini derli toplu bir şekilde okuyabileceğim kitaplar tavsiye edebilir misin abi? piyasada bu konuya dair pek fazla kaynak yok gibi, biraz araştırma yaptığımda stalin’in, troçki’nin ve e. hallet carr’ın kitaplarını bulabildim yalnızca.
Isaac Deutcsher, Troçki I/II/III, Ağaoğlu Yayınevi
Stalin I/II Ağaoğlu yayınevi)(bunları ancak sahaflardan bulabilirsin)
Paul Avrich, Kronstadt 1921, Versus yayınları
İda Mett, Kronstadt 1921, Sokak yayınları (ancak sahaflardan)
E. Ginzburg, Anafora Doğru
Anaforun İçinde (Pencere Yayınları)
Deutscher’in Troçki ve Stalin kitapları internette pdf halinde var.
çok iyi. Sovyet tarihini en iyi anlatan kitaplardan biridir.
keşke dünyaya daha önce veya daha sonra gelsem dediğiniz oldu mu hiç
daha önce gelseydim dediğim oldu.
mesela ne zaman ? ilkel dönem insanı mı olmak isterdiniz? ya da evrim öncesi ?
19. yüzyıl falan. Ya da 1500’ler Fransa’sı.
bookchin hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Anarşizme önemli katkıları olmuş bir düşünürdür. Hayatı ve eserleri buna tanıklık eder.
Peki Atatürk döneminde yaşasaydınız devlete ve CHP’ye karşı tavrınız ne olurdu? Devrimleri destekler miydiniz?
Ne devrimi? atatürk’ün etrafında oluşmuş bir bürokrasinin diktatörlüğü söz konusuydu. Özgürlük için orada da mücadele ederdim tek parti ve ebedi şef diktatörlüğüne.
Peki bu diktatörlüğün oluşumunda Atatürk’ün etkisi neydi? Yani Atatürk çevresindekiler tarafından ele geçirilmiş, kontrol edilen zavallı bir piyon muydu (yani diktatörlük aslında çevresindekilerin faydalandığı bir sistem miydi) yoksa bu keyfi düzeni tamamen kendisi oluşturmuş usta bir diktatör müydü?
bunların her ikisi de söz konusu bütün diktatörler için.
Gün Abi, bu dünyada ezenler ezilenler varsa, neden ezilenlerin yanında yer alanlar birbirlerini yiyorlar? Siz neden senelerce birbirinizi yediniz? ve sosyalist sol,anarşist sol neden bir gün olsun bile bu ülkenini en güzel devrimini Fatsayı anmıyor ve neden Terzi Fikri’yi ölüm yıl dönümünde bile anmıyor…Bu insan bu kadarını bile hak etmiyor mu?
Türkiye soluNUN fATSA’YI ve Terzi Fikri’yi anmadığı pek doğru değil. Bugüne kadar bu fazlasıyla yapıldı da bu deneylerin eleştirisi pek yapılmadı bence. Birbirini yeme meselesine gelince, bizde tartışma kültürü bir hayli zayıf. Bu yüzdan genellikle monolitik bir yaklaşımımız var. Bu monolitik yapı bir kere parçalanınca da bu sefer birbirimizin gözünü çıkarıyoruz. Olsa yapılması gereken, başından itibaren eleştiri ve irdeilemeyi özenilir bir şeiy haline getirmek ama birbirinin kuyusunu kazmayı ya da gözünü oymayı da ayıplanacak bir davranış olarak hedef tahtasına koymaktır.
Maalesef doğru değil, Gün Abi…Sizler Terzi Fikri’yi eleştiremezsiniz,sadece onu saygıyla anmak mecburiyetinde olursunuz…Ve anmıyorsunuz.. Dünyada Paris Komünü ne ise Türkiye’de Fatsa odur…Ve doğru söylemiyorsun…Terzi Fikri’nin ölüm yıldönümü geçti ve bir anarşist olarak onu anmadın…ve sizler hiç bir zaman Terzi Fikri olamayacaksınız…Kiminiz anarşizme kiminiz kürt ipine tutundunuz,tutunamayanlar ise liberalizme ve milliyetçiliğe savruldu….Ve ben 22 yaşında bir genç olarak Terzi Fikriyle gurur duyuyorum…Demokratik cumhuriyeti savunanlar örnek alsın…benim liderim DenizGezmiş,Mahir Çayan,Che Guevar,Lenin değildir…Benim liderim Terzi Fikridir,Paris’in baldırı çıplaklarıdır…ve sen bunları hatırlatmakla yükümlüsün biz gençlere Gün Abi.
türkiye soluna stalinistler hakimken bu dediğin nasıl olacak gün? en son merdan yanardağ polemiğinde bile pek çok insan sana cephe aldı, hatırla, “troçki de kronstadt’da anarşistleri kurşuna dizdi çünkü emperyalist ülkelerin bolşeviklere saldırısı vardı” diyen adamı savundu sana karşı. sen de saf saf bunlarla tartışma kültürü arıyorsun.
sevgili arkadaşım, ben bu sitede hiç kimseyi anmıyorum. öldükten sonra üzerinden yıllar geçmiş birini andığım bir yazı bul, göster burada, o zaman sana hak vereceğim. Sana tavsiyem kimseyi idolleştirme. Birini idolleştirmek, o kişiye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Ben tartışma kültürü derken sadece solu kastetmemiştim. Genel olarak toplumu kastetmiştim, elbette sol da o toplumun bir parçası olarak bu olumsuzluklardan nasibini alır. Bu, uygurları savunacağım diye koreli turist döven bir toplumdur. TGB’lilerin ABD’li asker dövmeleri çok mu farklıdır sanki. Böyle bir toplumda bırakın tartışma kültürünü, ortalama bir zekâ bulmak bile bir talih olarak görülmelidir. Buna rağmen tartışma kültürünü gerek toplumda gerekse solda adım adım yaygınlaştırabiliriz diye düşünüyorum. Örneğin bugünkü durumla 20 yıl öncesi bile farklıdır.
Güzel Abim, sözlerine sonuna kadar katılıyorum.İnsanları idolleştirmek büyük bir hata.sonucu hayal kırıklığı olur.Ama benim idolleştirdiğim bir idol değilki.halktan biri halkın kendisi..
İdolleştirmek putlaştırmak demektir. Halktan birileri de putlaştırılabilir. Hatta çoğunlukla putlaştırılanlar halktan birileridir.
Abi 70 li yıllarda Sultan Galiyev’den ne kadar haberdardınız ve o zamanlar hakkında nasıl bir görüş hakimdi??..Yani 68 kuşağı Sultan Galiyev’e nasıl bakıyordu??..
ismini duyardık ama hakkında hiçbir şey bilmezdik. 68 kuşağı oldukça cahildir.
öldükten sonra yaşama inanmıyorsanız ne olcağını düşünüyorsunuz?
dünyaya gelmeden önce neysen osun ölümden sonra da.
İnsanlığın ilerledikçe sınıflara ayrılması, buna isterseniz işbölümü de diyebiliriz, evrim ilerledikçe canlıların türlere ayrılması gibi doğal ve zorunlu bir durum değil midir? Nasıl ki ekosistemin varlığı için farklı türlerin mevcudiyeti gerekliyse, insan toplumunun da işbölümünün gerektirdiği sınıflardan oluşması bir zorunluluk değil midir?
Bu yüzden bütün sınıfları tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak yerine emek sömürüsünü, sınıflar arası uçurumu ve aşırı zenginlik/yoksulluğu kaldırarak sınıfları mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmak, bunun için de israf yaratan kâr amaçlı üretime ve zorunlu asgari çalışmaların dışındaki bütün çalışmalara son vermek yetmez mi?
Aynı durum ekosistem için de böyle değil mi? Beslenme zinciri bir doğa kanunu ama hayvanlar yaşamak için gereken ihtiyaçları kadarını yiyorlar -doğaya zarar veren türler de var elbette ama en zararlı tür insan bu açıdan, ihtiyacının çok fazlasını tüketerek doğaya çok büyük zarar veriyor. İnsan da ihtiyacıyla yetinmeli. Veganlık ve vejetaryenlik yaygınlaşmalı, belki bütün insanlar değil ama büyük çoğunluk vejetaryen olabilir, olmayanlar da eti büyük ölçüde azaltabilir. Aynı şekilde barınma, konut, giyim gibi diğer ihtiyaçlar, ulaşım ve iletişim araçları gibi teknolojik gerekler de ihtiyaç ölçüsünde kullanılsa doğaya zarar vermeyecek şekilde kullanılabilir.
sizce uğur mumcu sosyalist-miydi kemalist mi??
Sosyaliisti komünist anlamında kullanıyorsanız komünist değildi. Kemalistti.
Abi sosylaist,sonuç olarak zaten komunist demek değilmidir??Bu iki kavrama ayrı anlamlar yüklenmesi ne kadar gerçekçidir..Mesela ben sosyal demokrasi kavramınıda çok anlamış değilim bana göre kapitalizmin biraz merhametlisi sosyal demokrasi oluyor.Bu kavramlar arasında gerçekten nasıl bir fark var ??Yada bu sosylist ve sosyal demokrasi kavramları komunizmden sapmamıdır?en azından günümüzde..Sosyalizm komunizme geçiş aşaması iken son anda komunizme geçmekten vaz mı geçti? 🙂
sosyalist genelde sosyal demokrat anlamına gelir. Komünistler de sosyal demokrasiden çıkmışlardır. II. Enternasyonal sosyalist enternasyonaldi ama 1917 devriminden sonra bölünde ve komünistler III. Enternasyonal’i kurdular.
Abi bu mdd ve sd ayrışmasında ki en temel sebep nedir??
Mustafa kemal bir sosyal demokratmıdır?
Hayır. Mustafa Kemal bir milliyetçi ve reformcudur.
Yarılma’yı okumalısın. Temel sebep diye bir şey olmadığını onu okuduğun zaman anlayacaksın.
teknoloji ve bilimle ilgili düşünceniz nedir? teknoloji sizce tarafsız mıdır?
kâra dayalı, kapitalist sistemin dayattığı teknolojinin esasen doğanın ve hayatın karşısında olduğunu düşünüyorum. Ama bu konuda toptancı olmamak gerekir. Aynı zamanda teknolojinin bu koşuillarda bile özgürleştirici bir yanı var (sosyal medya vb). Kapitalizmden kurtulmuş, doğayı yıkıma götürmeyen bir teknolojinin insanlığın hizmetinde harikalar yaratacağı düşünülebilir.
Küresel ermaye hakkında ne düşünüyorsunuz?Türkiye küresel sermayeye kapılarını ardına kadar açmalı mı?Küresel sermaye olmadan biz kendi sermayemizi oluşturamazmıyız.küresel sermaye gittiği toplumlarda nasıl bir etki yaratır.
Gün Bey,
Her ne kadar “komünizm” eleştirileriniz yüksek seviyelerde de olsa, tarihi anlatırken objektif davranmaya büyük özen gösterdiğinizi biliyorum.
Şunla sık karşılaşır oldum:
“1. Dünya Savaş’ında Almanya, yenilme emarelerini görmeye başlayınca, savaşın seyrini değiştirebilecekleri umuduyla, Rus Çarlığı’nın dönüşüme uğrayıp savaştaki rolünü değiştirmek için, Vladimir Lenin’i Rusya’ya gönderdi. Almanya savaşta yenilmiş olsa da, Lenin, Almanya’nın bir projesiydi. Sonuç olarak: Çarlığın SSCB’ye evrilmesinde asıl parmak Almanya’dır.”
Kelimesi kelimesine bu şekilde karşılaşmıyorum. Ama anlatılanların özü bu.
Siz, onca çeviri yaptınız. Bütün bunların ötesinde 1960’lardan gelen bir birikiminiz var.
Hiç yukarıdaki gibi bir şey duydunuz mu?
Eğer duyduysanız; bulgularınızı, bilgilerinizi aktarır mısınız?
duydum ama biunu saçma bulurum. Bu tarihi devlet komploları şeklinde yazan anlayışın ürünüdür.
sermaye zaten küreseldir. Küresel sermayenin dışında bir sermaye yoktur. “Kendi” sermayemiz denilen şey eski milli burjuvazi rezaletinin tekrarlanmasıdır. Türkiye’nin ne yapacağını ben bilemem ama halk tarafından yapılması gereken, sermaye dışı özgür komünler oluşturmaya çalışmak. sermaye dışı hayat yolları açmaya çalışmaktır.
teknolojinin iyi ve kötü yanlarını nasıl birbirinden ayıracağız teknoloji birbirne bağlı olduğunu düşünüyorum örneğin bilimsel tıp için bir çok alt dalın bilinmesi gerekir bunu nasıl ayırabilceğiz? bana en mantıklı gelen teknolojiyi insanın temel ihtiyaçlarını karşılamada elzem olan ve doğaya zarar vermeyen teknikle ( kaşık, çatal vb) karmaşık düzeyde kollektif üretilen teknolojiyi ayırmak diye düşünüyorum sizin düşünceniz nedir?
Abi deniz gezmişle ibrahim kaypakkaya arasında fikir ayrılıklarının derinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?İbrahim kaypak kaya daha mı sosyalistti.Hangi fikirler bunların yollarını ayırdı.
T.A.P.’ı kursak genel başkanı olup, yaklaşan erken genel seçimlere girer misiniz?
(T.A.P.: Türkiye’nin Anarşist Partisi)
Ne güzeldir şimdi oralar. İstediğin zaman denize gir serinle. Mis gibi orman yanı başında. Kediler köpekler kuşlar çiçekler. İlham geldiğinde otur romanını yaz, akşam üstü dostlarla iki tek at efkar gider hayat sana güzel.
evet, katılabilirim buna
anarşistler siyasi partiler kurmazlar
Kaypakkaya Beyaz aydınlık tarafında kaldı ve dolayısıyla Mao’nun yolunu benimsedi. Deniz de gerçi kendine maocu derdi ama o latin amerika’daki Kübae çizgisine daha yakındı.
Roman, “ilham” geldiğinde yazılmaz. Disiplin ister.
Batının doğudan daha medeni olmasının gibi bir durum söz konusu ki bu durum Türkiye’nin batısı ve doğusu içinde geçerli bunu nasıl açıklarsınız?Siyasal olarak mesela anarşizm devlet erkine karşı ama devlet halklardan daha ilerici diyebilir miyiz?Mesela burjuvazinin komünizmden ilerici olması gibi bir paradigama kurgusu doğrumudur?Yani ”sosyalizm olmadan özgürlük haksızlıktır”anlayışına atıf yapacak olursak devlet olmadan liberter bir düzen sağlanabilir mi?
genellemelereden sakınmak gerekir. ayrıca ilerilik de görece bir kavram. Liberter bir topluluk için devletin yok edilmesi ya da büyük ölçüde sınırlanması gerekir.
Solun (aslında diğer modern ideolojilerin de, örneğin liberalizmin, faşizmin, ulusçuluğun) başarısızlığının ve çağın gerisinde kalmasının nedeni tarihsel bir temelinin olmaması değil midir?
Bu tabii modernizm öncesi için de böyle. Örneğin tektanrılı dinler, hanedanlar bu tabansızlıkları yüzünden çöktü.
Solun kendi tarihini kapitalizm ve işçi sınıfının tarihiyle başlatarak öncesini yok sayması, tektanrıcılığın tarihini Yahudi-Arap kavimleriyle başlatarak kendine yapay bir geçmiş yaratması, ulusçuluğun, Kemalizmin geçmişi inkar etmesi hep aynı olgunun değişik şekilleri değil midir? Biçim farklı ama öz aynı bence.
Solu esas çökerten Stalinist zorbalık olmuştur.
Deniz Orada romanını gözden geçirip yeniden yayımlatmayı neden denemedin, denemiyorsun? veya yüreğe yağan kar’ı?
talep yok. yayınevi yok.
Gözden geçirip iletişime yollasan basarlar bence. hep o tarz kitaplar basıyorlar zaten.
hiç sanmam. kendileri teklif ederse ne ala.
“Sosyalist Açıdan Ekonomi Politik
Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Kuruluşu”
Yıl: 2011
“Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü”
Yıl: 2010
Mızrak Yayınları’ndan çıkan Yalçın Küçük’ün yazdığı bu kitaplar hakkındaki görüşleriniz nedir sayın Zileli?
okumadım. ama birinci kitabın adı çok tuhaf. SB’de sosyalizm mi kurulmuş?
ve SB’de sosyalizm mi çözülmüş.
Abi bunlar doğru mu?
https://twitter.com/jakoben_/status/627412485864300544
İlk kez duyuyorum. Bana biraz mavra gibi geldi. Ben Zülfü’ye yumruk atıp gözlüğünü kırmışım filan. Hayatta bir kez bile karşılaşmış değilim.
Zülfü olayını sormuyorum abi 😀 Yeni parti kurulacak iddiası doğru mu?
Duymadım dediğim o zaten.
Şu fotoğraftaki kişi hakkındaki görüşleriniz nedir?
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/b/b8/Leon_Trotsky_and_American_admirers._Mexico_-_NARA_-_283642.jpg
Troçki’yi mi soruyorsunuz? İktidardayken ne yazık ki işçi ve köylülerin ezilmesine katkıda bulunmuştur. 1927 yılından sonra ise Stalin tarafından tüm dünya yüzünde bir av hayvanı gibi alçakça kovalanmış ve sonunda Meksika’da NKVD’nin baltasıyla öldürülmüştür.
Abi ergenliğe giren gençlerin 12-13 yaşından itibaren kendi istekleri ile karşı cins ile seks yapabilmelerine bir anarşist olarak nasıl bakıyorsun. Yani bu karar tamamen onlara aitse o zaman ortada bir sağlıksızlık yoktur mu diyorsun yoksa daha farklı bir düşüncen var mı?
farklı düşüncem yok. İstediklerini yapsınlar.
http://eksisozluk.com/entry/53835653
Dilaver Demirağ’la görüşüyormusunuz?
Peki o yaşta gençlerin mantıklı karar alabilme düzeyleri illaki düşüktür. Daha sonra pişman oalcağı birçok şey yapılabilir buna ne dersiniz?
Hayır.
Hayat özgürlük içinde kendi dengesini bulur. Bugüne kadar bu dengeyi bozan hep yukardan otoriter müdahaleler olmuştur.
Otoritenin kalkması daha kötü sonuçlar da verebilir. Terkedilme, aldatılma, reddedilme nedeniyle yapılan intikam amaçlı cinayet ve katliamlar artabilir. Niyeti olan ama sırf ceza ve hapis istemediği için yapmayanlar cesaret bulabilir. Bu olaylar gösteriyor ki insanlar arası çıkar çatışmaları bitmeyecek. Çelişkiler sınıfsal, ulusal çelişkilerden ibaret değil. Reddedilen erkekler de kendi aralarında örgütlenerek bir güç olabilirler. Devletsiz, yasasız bir toplumda daha kolay olur ama buna gerek de yok. Bireysel silahlanma, yaygınlaşan iletişim, internet, sosyal medya gibi imkanlar bunu sağlayabilir zaten.
Şen şakrak okumaya başladığım anılarınızı büyük hüzünle bitirdim..Farkettim ki; gerçekten büyük emek ve çaba göstermiş ve savunduklarını ezberleyecek kadar öğrenmiş bir kuşak 68 kuşağı..Ama bu öğretiler toplumsal gerçekliği göz ardı etmiş ve faşist güçlerden daha çok kendi aralarında kavgaları ile adeta intihar etmiş…Peşinizden gelen kuşak ise ne sizin kadar okumuş,nede sizin kadar inanmış bir kuşak ve yine tek taraflı bakış açısı aynen devam etmiş diye düşünüyorum.Bilmem katılrmısınız…
katılırım katılmasına ama daha etraflı tartışmakta yarar var. örneğin bizim kuşağın çok okuduğu doğru değil. bence sonraki kuşaklar daha çok ve geniş okuyorlar.
Şu anda Suriye’li göçmenlere ait haberleri izliyorum. Kadınlar, bir kaç yaşında bebeler. Gözyaşartıcı sahneler. 1940’ların Yahudi soykırımına ait film sahneleri gibi. Ölümcül bir yarışla Batı’ya kaçmaya çabalıyorlar. Pakistan’a, Bangladeş’e, Mısır’a kaçmayıp, Batı’yı seçiyorlar. Türkiye’de bile kalmak istemiyorlarmış…
IŞİD katliamlarından, “Müslüman kardeşlerinden” korkarak, Gâvur, emperyalist Batı’ya sığınmaya çalışıyorlar. Kendi ülkelerinde hiç mücadele etmeden. (Sen de kaçtın Batı’ya! Yıllarca -9-10 yıl- kaçak yaşadın, sahte isimle. Direndin. O koşullarda mücadele verdin. Hapse atacaklardı; sanırım hapse atılmak, ölüm bile umurun değildi; mücadele için dışarıda kalmalı ve yaşamalıydın! 15 yıl sonra döndün ve kaldığın yerden başladın.. Mücadeleyi bilen insana sormak istiyorum; mücadele etmeyenlere yardım etmek mümkün müdür?)
Ne korkunç ki, Batıya sığınmacılıkları gerçekleştiğinde, çoğu cemaatlerine sığınacak ve “Gâvurlara” küfretmeye devam edecek. Kendilerini ülkesinden kaçırtan, katleden zihniyete en azından para yardımı yapacak.
4-5 milyon Suriye’li göçmenden söz ediliyor. IŞİD katillerinin 60-70 bin olduğu yazılıyor… Böylesi bir şey Avrupa Tarihinde var mı?
***
Bir İngiliz sosyalisti, bir Yunanlı anarşist olsaydın, bir Alman komünisti.. bu göçmenleri ülkene geldikleri kadar kabul eder miydin?
Her ülke, her toplum, çok acı çekerek bir toplumsal düzen oldurdu. 1800’lü yılların Avrupa’sını okuyorum. Mücadele ediyorlar! Ve 1914 ve 1939 iki savaş… Daha dün gibi!
*
Bu milyonlarca göçmen, hem de bin yıl önceki kültürel dünyadan koparak senin toplumuna sığınmak istese.. ne yapardın?
Her toplum evlatlarının da yaşayacağı dünya-geleceği için emek verdi; Fransız Partizanlarındaki, Yunan, İtalyan Komünistlerindeki savaşma, işkenceye çekilme, ölmeye karşın mücadele arzusu nedendi? Gestapo, IŞİD’den daha korkunçtu ama savaştılar!
Bu ne yaman çelişki!
Bir de , bu zavallılar oraya yerleştiklerinde, kovulmayacaklarını anladıklarında… “benim dinim üstündür, siz gâvursunuz” demesi kuvvetle muhtemel ise.. Ve yüz binlerce sayıda, doğum kontrolü yapmayacak insanlar ise..
Bu koşullarda kaç milyon Suriye’li göçmeni yurduna kabul ederdin?
Yanıtı zor sorular! Ben veremiyorum! İçimdeki “faşist’in” yanıtları beni rahatsız ediyor…
Mücadele etmeden kaçanlara “saygı” ile, bir “ülke” yapmış ölülere-emeğe saygı arasında adalet arıyorum… Bulamıyorum…
(Not.. Ortalık yerde soruyorum; yanıtı güç! Bu yanıtın yükü büyük. “İnsanlığın Adaleti” gözetilerek verilecek yanıt; ve bu Adalet kolayca bilinir değil! )
Birilerinin Suriyelileri kendi “yurduna” kabul etmesi veya etmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Hiçbir yer hiç kimsenin yurdu değildir. Suriyeli, Türkiyeli, Avrupalı, Amerikalı dediğimiz insanların yaşadığı topraklarda onlardan önce başkaları vardı, onlardan sonra da başkaları olacak. Dünyada insanlardan önce de başka canlılar vardı. İnsanlar yok olduktan sonra da başka türler olacak. Dünya hiçbir tür için yaratılmamıştır.
Yazılıp duvara asılacak kadar güzel bir saptama bu.
564’e…
Bu yaklaşımda “emek” unutulmamış mı? Bu “teoride” Emeğe haksızlık yok mu?
*
İnsanların kendilerine, toplum-birey olarak birbirlerine, yaşadıkları mekâna verilmiş emek; birikmiş emeğin oldurduğu bir “uygarlık”; hem de o “emek uygarlığını” yok edebilecek, sunabileceğinden çok daha fazlası talep edildiğinde yukarıdaki teori uygulanabilir mi?
Mücadele, sorumluluk, emek içermeyen bir özgürlük mümkün mü? Hayat bize böyle bir özgürlük sunma kapasitesi taşır mı?
*
Sorumsuzca çoğalan bir “kabilenin” yaşama alanı kendine yetmediğinde, komşu “kabilelerin” yaşama alanına “dalmaları” adil midir? “Siz burayı ne güzel yapmışsınız bakiyim!”
*
Yurt, ülke, Vatan’dan söz etmiyorum. Yaşama Alanı’nın paylaşılmasının, emek temelinde bir takım kuralları olması gerekmez mi?
*
Yıllarca uğraşmış bir kabile; toprağı ıslah etmiş, bataklıkları kurutmuş. Köprüler, su kanalları yapmış..
Çocuklarına eğitim vermiş; ortak yaşama saygısı ve kurallarını öğretmiş..
Sonra “toplayıcı” kabile dalmış oraya…
“Biz geldik! Ne de güzel yapmışsınız ve dünya hepimizin!”
Bu mudur?
O “emek”te bütün halkların bir şekilde payı var. Bugünkü görüntüye aldanarak modern uygarlığın nasıl geliştiğini unutmayalım. Bunda belki de en büyük pay müslümanların. Arap fetihleri olmasaydı bilimi ve tekniği ilerleten bir çok şey Batıya yayılmazdı. Çin’in kağıdını, Hintlilerin sıfır rakamını Avrupa’ya getiren Araplardır. Matbaanın Osmanlı’ya geç gelmesi sık anlatılan bir klişedir, siz de bir yazınızda değinmiştiniz. Kağıdı bulan ve Batıya getiren Çinliler ve müslümanlar olmasaydı matbaa da olmazdı. Sıfır rakamı bilinmeseydi Roma rakamlarının ötesine geçilemezdi, matematik de ilerlemezdi.
Son iki yüzyıla dek denilenler doğrudur..
Ama… ama…
Son bir kaç yüzyıldır Müslümanlar tatilde! En az son iki yüz yıldır bu “insanlık emeğine” katkı vermiyorlar…
O yüzden bir avuç zorba karşısında dağılıveriyorlar….
***
matbaanın gecikme olgusu da bu “tatil” iddiasının kanıtıdır! Klişe değildir; somut ve 1. düzey kanıttır.
Toplumun yarısını olduran Kadın’ları insan görmeyen zihniyet de 2. kanıtı oldurur.
Yetmez mi?
RTE’de o “tatilin” ürünü..
bu da 3. kanıt olsun..
*
İnsanlığın ortak emeğine son iki yüzyılda katkı vermiş bir Müslüman Toplum değeri biliyor musunuz?
O zaman yanıldığımı kabul edeceğim..
Dünyada bir denge olması için müslümanların ve diğer geri kalmış halkların ilerlememesi gerekir.
İnsanlar yaşamak için yemek ve içmek zorunda olduklarından tarım ve hayvancılığa dayalı geri kalmış ülkelerin varlığı zorunludur.
İlerlemek, sanayileşmekle eş anlamlıdır.
Bütün dünya sanayileşirse ne olacağı belli.
Bu arada matbaa ve kağıt da güzel bir örnek. Bunların olmaması ağaçların kesilmemesi demektir. Bir toplum ne kadar geriyse doğaya o kadar az zarar verir.
Bir de bu olayın nedeni gericilikten ziyade sınıfsal, ekonomik çıkarlar. O yüzden klişe dedim. Geçimini el yazması kitapları çoğaltmakla sağlayan hattatların buna karşı olması en önemli nedenlerinden. Ayrıca çoğunluğu köylü ve göçebe olan bir ülkede yazılı bir kültürün tabanı olamaz zaten. Bunu gericilikle açıklamak bu yüzden yanlış. İlber Ortaylı da bir kitabında bundan söz ediyordu.
arkadaşlarım,
Pakistan, Bangladeş, Nijerya… 15-200 milyonluk ülkeler.. İnsanlar korkunç şartlarda yaşıyor. Çok acı çekiyorlar.. Bu halkların bu maddî-manevî sefaletlerinde kuşkusuz emperyalizm’in suçu büyük.. Ama yalnızca bu değil..
Bu sebeple yazılarımda değiniyorum..
Yanlış-eksik “teşhis” tedavi etmez. Süründürür insanı-toplumları. Yaşanılan da bu..
Bu bağlamda Doğu-Müslüman toplumların bir “aydınlanma” süreci yaşaması gerektiğini düşünerek bu konulara değiniyorum. Elbette sonra “nasıl” bir aydınlanma ve hangi yöntem soruları da gelecek arkasından.
Milyonlarca insan… çocuklar, bebekler, yaşlılar. Denizlerde boğuluyor. Hastalıklardan ölüyor. Gittikleri yerlerde aşağılanıyor. Parası olanlar şımarıkça davranırken, ezici çoğunluk kim bilir ne acz içinde…
Önümüzdeki yıllar yeni göç dalgaları olursa kimse şaşırmasın; bakalım Bangladeş, Pakistan ne olacak.. Çoğalma hızları aynen sürüyor..
DOĞU SORUNU arkaik islam gelenekleriyle yüzleşmedikçe çok acı çekecek biz de ağlamaya devam edeceğiz.
**
“ileri” toplumlar ağaçları kâğıt için keserken yenisini eker; geri toplumlar odun ya da tarla açmak için ormanı yok eder.
*
İleri gitmek sanayileşmek değildir yalnızca. “İleri sanayi” doğa ile dost olabilir. Ama asıl devrimin zihinlerde gerçekleşmesi önemli…
Modernizasyon denilebilecek aydınlanma ve seküler siyasal hayat sürecine girmeyen toplumlar önümüzdeki yıllarda daha derin bir kaosa sürüklenecekler..
biz de bu sürecin sancısını çekmiyor muyuz?
sorumun yanıtı gelmedi.. son 250 yıldır Müslüman Toplumlara sunduğu bir “emek ürünü” var mı?
O.Gürsel kusura bakma ama saçmalıyorsun ve saçmaladığının farkında bile değilsin. Bütün kötülüklerin sebebini dine dayandırıyorsun. Oysa sebeplerden sadece bir tanesi. Durum çok daha karmaşık oysa. Diğer yandan günümüzde sınıfsal yapı değişmeye başladı. Bilgisayar teknolojisi ve internet bir “siber proletarya” sınıfı oluşturmaya başladı ve senin bahsettiğin ülkelerde de insanlar akıllı telefon kullanıyorlar. Anlayacağın aslında “Aydınlanma” her yerde. Sorun, Karl Marks’tan sonra adam gibi bir teorisyenin çıkmayışı..Ne kadar yanlış olsa da insanların her zaman bir yol göstericiye ihtiyacı var ve ihtiyacı olacak.
Son olarak, sanayi ve doğa dost olamaz. Hatta bu iki kelime yan yana kullanılamaz. Avrupa’nın nehirlerine bakman yeterli. Elbe gibi, Tuna gibi. Bu kadar somut kanıtlar varken kafa karıştırıyorsun.
572.. edebini bozman aciz kaldığın için olmalı…
ezberlediklerine konuşuyorsun; 1960 model zihinle bu bakış açısının sana saçma gelmesi elbette normal..
*
o soruyu yanıtlayamayan sen olmalısın.. Hep böyle; dürüstçe tartışamayınca hakarete sığınanlardan…
*
… yol göstericiymiş…. işte aczin sebebi belli oldu… Bildiklerin sana yetiyor anlaşılan..
“Sen öyle bil!”
sorun Din değildir; din aracılığıyla kemikleşen bir algılama bozukluğudur.
Dünyanın, insanın ve toplumsal ilişkilerin diyalektiğinin inkâr edilmesidir. Ve “dünyevî” sorunlara yanıt üretemeyen zihnin, kendi kendini avutmasıdır.
*
Ve ben sorunun yalnızca bu olduğunu söylemiyorum.. Anlama sorunu olan biri gibi davranmayın.
*
Bugün 1,5-2 milyar olan nüfusu ile onlarca Müslüman ülkelerin son 250-300 yılda insanlığın ortak emeğine; felsefe, bilim, teknoloji vb. tek bir katkı yapmaması size saçma gelmiyor da yazdıklarım mı saçma geliyor?
*
Merak etmeyin; onlar bunu anlayacaklar! 40-50 yıl sonra onlarca milyon ölü, yüzlerce milyonun kahrolduğu sefalet sonrası, insan denen yaratığın dünyaya aklı ile de tutunması gerektiğini…
ne mutlu size, bunu görmeyeceksiniz..
ben zaten görmeyeceğim…
“Bir dirayetli adam çıksın, bizi kurtarsın” bekleyişi genellikle ızdırap ve hayal kırıklığı doğuruyor toplumların tarihinde. En ağır polis ve rejim baskısı altında bile hayatları pahasına ideali arayan, birbirlerini sorgulayan ve didinip duran Rus devrimcilerinin o metodik sorgulayıcı tavırları bile, Rusya’nın en büyük dünya hapishanesi olmasını engelleyemedi sonuçta….Lenin’in hikâyesinde Marksistler, şüphesiz benim gördüğümden daha başka şeyler buluyorlar; ben ise kocaman bir yanılgı orada…
bugünlerde herkesin dilinde adem-i merkeziyetçi bir yönetimin gerekliliği ve böylece özgür,adil bir düzenin inşa edileceği VS..
Açıkça söyleyeyim ben bu sistemin çok özgürlük ve adalet getireceğine inanmıyorum.Çünkü toplumumuz top yekün olarak bu birikime,demokrasi kültürüne ve hakkaniyete sahip değil.Bence bu sistem alt yapısı olmadığı için yöresel despotluk ve bölgesel kapitalizmi körükler.Toplumsal realiteyi göz önünde bulundurarak bu konuda siz nasıl düşünürsünüz.
ğer bölgesel özyönetim gerçekten ora halkının inisiyatifiyle kuruluyorsa, dediğiniz sorunlar elbette çıkacaktır ama üstesinden gelinebilir zaman içinde. Yeterki merkezi müdahaleler olmasın.
Gün Z. izni ile eklemek istiyorum.
Anılan riskler elbette çok yüksek.
Ama Türkiye’de 1950’den başlayarak 65 yılda geldiğimiz yere baktığımızda.. çok yol almadığımızı düşünüyorum…
Yerel yönetimler içinde 3-5 seçim içinde çok yol alınabilir.
İkincisi, tek bir sosyalizan-anarşistik bölge örneği yaratılabilirse bir kıvılcım olabilir.
Üçüncüsü, her özerk bölge, kendi içinde özerk bölgelere izin vermelidir…
Dördüncüsü, gelişmiş teknoloji imkânları artık bir avuç insana bile özerk ekonomi sağlayabilir.
Beşincisi; yeni hayat, eski hayatın içinde doğmalıdır; bu yapılar o tohumları besleyebilir.
Altıncısı, her bir bölge, kent demokrasisi bir deneyim sunabilir. Her bir birim bir “yönetim şekli” ile bir deney sahası olabilir. Hep birlikte mahvolmak ve birlikte düze çıkmak kumarından iyidir.
Yedincisi; Burada olduğu gibi Merkezî iktidar ve Ulus Devlet sistemi uzlaşmacı, çoğulcu bir “zihniyet” taşımıyorsa yaşadıklarımız sonsuz bir kısır döngü olur; özerk-federal yapılar yeni bir birlik felsefesi olduracaktır.
Sekizincisi… tarihsel süreçlere bakıldığında.. ve ülkemiz tarihsel-güncel koşulları gereği, ÇATIŞMACI değil, YARIŞMACI bir özerk toplumlar ile “daha az kayıp” ile “azami” mutluluk olasılığı yüksek görünmekte…
Gün ağabeyin “Merkezî müdahaleler” anımsatması çok önemli..
Vali, Başkan, savcı o bölge tarafından seçilmeli.. Yerel Meclisler Başkan-Vali ile kendini feshedebilmeli…
Merkez, yerel meclislerden seçilenlerden olmalı…
**
Yerel Merkezi yapmalı, Merkez yereli denetlemeli…
**
Kuşkusuz riskler var ama.. toplumun kendini yönetme yolunda zamanla edineceği deneyim, bugüne kıyasla 10 kat fazla olacaktır.. kanımca…
Kaypakkaya ile Abdullah Öcalan’ın hareketini karşılaştırdığınız zaman ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Kaypakkaya ile Öcalan aynı çizgide hareket edebilirler miydi acaba sizce?
Farklı dönemlerin farklı insanlarıydı.
Herkesi içinde bulunduğu toplumsal ruh hali açısından değerlendirmek gerekir. Aynı çizgide hareket edip edemeyecekleri ise sadece bir spekülasyondur. Yani ne desek boş.
O.Gürsel, “İleri sanayi” doğa ile dost olabilirse sizin aydınlanmış dediğiniz sanayi ülkeleri neden çevre sorununu hala çözemedi peki? Dünyanın sonunu getirecek olan şey “aydınlanmamış” müslüman ülkeler değil, “aydınlanmış” ülkelerin neden olduğu çevre sorunudur.
Sorunuzun yanıtını da vereyim. “son 250 yıldır Müslüman Toplumlara sunduğu bir “emek ürünü” yok ama 250 yıldır “emek ürünü” veren ülkeler dünyanın sonunu getireceği için bu benim umrumda değil açıkçası.
O yüzden “Bugün 1,5-2 milyar olan nüfusu ile onlarca Müslüman ülkelerin son 250-300 yılda insanlığın ortak emeğine; felsefe, bilim, teknoloji vb. tek bir katkı yapmaması” bana saçma gelmiyor ama dünyayı yok edecek ülkelere “aydınlanmış” denmesi saçma geliyor.
Merak etmeyin; “40-50 yıl sonra onlarca milyon ölü, yüzlerce milyonun kahrolduğu sefalet sonrası” siz de bunu anlayacaksınız.
Din ve ulus konusunun ele alınışı da böyledir. Dinin tanımının kendisinin bir din olduğu durumda, bu tanımın kendisinin din olduğunu anlamak çok zordur. Keza, ulusçuluğun tanımının ulusçuluk olduğu durumda ulusçuluğu anlamak zordur. Daire kendi üzerine kapanır. Ama bunun ardında, bir göz yanılması veya metodolojik –mantıksal bir yanılgı vardır. İşte tam bu nedenle, Esher’in resimleri Din ve Ulus konularını anlamak için idealdirler. Muhtemelen de bu durumun bir sanatçı sezişiyle ifadesidirler. Bu nedenle yazıda Esher’in resimlerini kullandık.
Dinin tanımının modern toplumun dini; ulusun ve ulusçuluğun tanımının bir ulusçuluk olduğu yönünde yaptığımız keşif, bir bakıma Marks’ın işgücü ve emek kategorilerini ayırmasına benzer. Emek ve işgücü kategorileri ayrılmadığı sürece, ekonomi politik bir totoloji olmaktan öteye gidemez.
Bu ayrımı yapmadan, nasıl artı değerin kaynağını ve kapitalist ekonomiyi anlamak mümkün değilse; benzenr şekilde, bugünkü yaygın ve egemen ulusçuluk tanımının bizzat kendisinin ulusçuluk olduğunu, din tanımının kendisinin din olduğunu anlamadan ne tarihi ne de çağımızı anlamak mümkün değildir.
Dolayısıyla devrimci bir program ve strateji de oluşturulamaz.
–
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/08/ulusculuk-murray-bookchin-ve-abdullah.html
“.. 250 yıldır “emek ürünü” veren ülkeler dünyanın sonunu getireceği için bu benim umrumda değil açıkçası.”..dünyayı yok edecek ülkelere “aydınlanmış” denmesi saçma geliyor…”
***
Aydınlanma’yı, bilim teknolojiyi aşağılayanlar kuşkusuz ki önünde sonunda “utanılacak” işler yaparlar. Çocuklarına aşı yaptırıp, koroner damarlarına stent taktırır; ateşli hastalıkta antibiotik yutarlar. Bu ürünler de umurunda değilse tamam! Otomobil, uçaklara binerler… TV, radyo.. İnternet…
Tüm bunlar “aydınlanma” ürünü… N’olcak şimdi?
*
Ve o göçmenler Batı’ya göçüyor. Siyasî mahkumlar, parası olan hastalar…
Bu olguların NEDEN’ine ait çözümlemeci araştırma yerine “umurumda değil!” lafı mezarlıkta ıslık çalmak… Oysa umurunda.. Yalan söylüyor…
***
Batı bilim ve teknolojisi “kâr’a” dayalı ve “tüketim toplumu” aptallığı içinde üretim yapıyor. İnsanlar “aptalca” çoğalıyor. İhtiyacı olmayan nesneleri satın almak için sömürünün bir parçası oluyor; Hammadde, pazar, ucuz işgücü hesapları ile katliamlar tezgahlayan ÇUŞ’lerin suçortaklığını yapıyor vs.. Tamam..
Ama tüm bunlar Bilim ve teknolojinin sahipliğinden kaynaklanan sorunlar! Bu şekilde kullanılmaları zorunlu değil..
İşte zaten Doğu’nun sefaleti, aczi, acı çekmesi tam da bu Aydınlanmayı 200 yıldır umursamadığı için! Umursamamaya devam etsin; Batı emperyalizminin istediği de bu!
Böylece onların “kaderine” her zaman hükmedecekler…
Troçki’nin laflarında çok parıltı ve gösteriş var, ama içerik yok düşüncesine bakışınız nedir..
Bu doğru değil. iyi bir hatipti, biraz fazla süslü konuşsa da etkileyiciydi. Ayrıca iyi bir yazardı. Yazıları Stalin açısından sarsıcıydı.
Nazım Hikmet’in 1920’lerin başında Moskova’da KUTV’da okuduğunu, sonra Türkiye’ye geldiğini, tutuklanmamak için tekrar Sovyetlere döndüğünü, bir kaç sene sonra tekrar Türkiye’ye giriş yaptığını biliyorsunuzdur herhalde Gün Abi ve Gürsel Abi.
Size sorum şu: Nazım Hikmet, otuzlu yılları Sovyetlerde yaşasaydı, hiç Türkiye’ye gelmeseydi, akıbeti nasıl olurdu?
Onun kafasında bir adam, yani hem örgütte hem de sanat dünyasında iddiaları olan bir adam, yirmili, otuzlu yılların Moskovasında neylerdi?
Gulagları boylardı. Kesin.
Sizin Abdullah Öcalan ya da PKK hareketinin kurucularından herhangi birisiyle hiç tanışmanız oldu mu?
Bu sitede Deniz Gezmiş ile ilgili yaşasaydı ulusalcı olabilirdi gibi bazı düşünceler belirtilmiş. Deniz Gezmiş o dönemin Türkiye’sinde idam edilirken “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” diyen bir insan. Böyle bir adam nasıl olur da ulusalcı olabilirdi ?
sevgili 584.. ve diğer okur yoldaşlar..
bu tür sorulara ait yanıt vermek haddim değildir; bu tür soruları ben de Gün Ağabey’e sorarım.
Onun vicdanına ve sezgilerine güvenirim… Bazı soruların yanıtları ancak orada bulunur; bilgi çok zaman güvenilmez, kirletilmiş, tahrif edilmiştir… Ayıklamak, saflaştırmak için çok temiz bir vicdan, egosundan sıyrılmış insan gerektirir…
Hayır. Onlar bizden sonraki kuşak. ancak Cemil Bayık, beni DTCF Fİkir Kulübü başkanlığı dönemimden tanırmış.
Ben de Deniz gibi devrimci bir arkadaşın ulusalcı olacağına inanmam. O dönem hepimizde kemalist ve ulusalcı fikirler vardı. Kimi iyice o tarafa savruldu, kimi ise bu fikirlerden kurtularak devrimci yönde ilerledi. Gerçi o dönem Kürt halkından söz edenlerden bir kısmı da sonradan ulusalcı oldu o da başka.
sevgili 584.. ve diğer okur yoldaşlar..
bu tür sorulara ait yanıt vermek haddim değildir; bu tür soruları ben de Gün Ağabey’e sorarım.
Onun vicdanına ve sezgilerine güvenirim… Bazı soruların yanıtları ancak orada bulunur; bilgi çok zaman güvenilmez, kirletilmiş, tahrif edilmiştir… Ayıklamak, saflaştırmak için çok temiz bir vicdan, egosundan sıyrılmış insan gerektirir…
Dünyada kansız devrim var mı?
Örneğin Ekim 1917 devrimi kansız bir devrimdir. Yani çok az kan akmıştır. Ama sonrasında Bolşeviklerin iktidar ilanı iç savaşı getirmiş ve devrim kanda boğulmuştur. Kan devrimi yaşatmaz, var etmez, boğar.
Stalin eşcinselleri cezaevine niye aattrıyordu..Arınnacaklarınımı düşünüyordu..Toplumu yozlaştıracaklarındanmı korkuyordu
Aynı Hitler gibi homofobik olduğu için. Bütün totaliter rejimler öncelikle eşcinselleri ve çingeneleri temizlerler.
Troçki olsa eşcinsellere aynısını yapar mıydı peki Gün abi
Sanmam. Bolşevik iktidarın 1920’lerde SB’de serbest aşk bile denenmişti. Taassup 1920’leirin sonlarına doğru başlamıştı.
Roman kaç sayfa oldu, kaç sayfa yazdın Gün abi? Ne zaman biter ve yayınlanır tahminen?
Ticaret; nasıl yapılırsa yapılsın mutlaka haksız kazanç mıdır?
hiç ticaret yapmadım. Takas dışında her türlü ticaret istismarı içerir bence.
İlk yazımı bitti. İkinci yazıma Kasım’da gidişeceğim. İlk yazım 120 sayfa ama sanırım 2. yazımda 200 sayfayı bulur.
20126 baharına hazır olur.
Gün Bey,
1. Gençlik yıllarınızda hiç uyuşturucu & uyarıcı kullandınız mı? (Ot türleri, marijuana vb. de dahil.)
2. Özellikle L.S.D. kullandınız mı? Eğer siz kullanmadıysanız, uzak yakın çevrenizde L.S.D. kullanan arkadaşlarınız oldu mu? Özellikle Türkiye’den L.S.D. kullanan arkadaşlarınız oldu mu?
3. Eğer siz uyuşturucu & uyarıcı hiç kullanmadıysanız, kullanan arkadaşlarınızda ne tür değişiklikler gözlemlediniz?
4. “Jack Kerouac”ın kendisi ve “On the Road” kitabı, “Beat Generation” ve ayrıca “1969 Woodstock konseri” hakkında görüşleriniz nedir?
5. Siz de 1968 kuşağına mensupsunuz. Bu kuşak içinde “hippi” akımı hakkındaki görüşleriniz nedir? Türkiye içinde, sayılarının çok az olduğu söylenegelse de, “hippi” arkadaşlarınız oldu mu?
Bilgi notu: Uyuşturucu & uyarıcı kullanıcısı değilim. Bunların kullanılıp kullanılmaması yönünde bir imada bulunmaya çalışmıyorum. Sadece Gün Bey’in yaşadıklarını öğrenmeye çalışıyorum.
Gorbaçov hakkında ne düşünüyorsun Gün abi? Sosyalizme ihanet etti mi?
Onların medeniyeti, ilerleme dedikleri fennî gelişmeler dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir.
Onlara inanan ve kanan, onların öğüt ve direktiflerini tutanlar insanlıklarını yitirir ve intihar etmiş olur.
Onların korkunç ve dehşetli medeniyeti fıtrata, insan boyutlarına, dünyaya uygun değildir.
Onların dahi çocuklarından Einstein ne demişti:
Üçüncü dünya savaşı dehşetli nükleer silahlarla yapılacaktır. Dördüncüsü ise taşlar ve sopalarla…
Onların medeniyeti kutuplardaki buzları eriterek, denizleri kirleterek, kürre-i arzın akciğeri olan Amazon ormanlarını yakarak, havayı zehirleyerek dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Onların medenî zulümleri yüzünden binlerce canlı türü, bitki yok olmuştur.
Onlar oburca tıkınır, obezleşirken, bir buçuk milyar insan açlıkla pençeleşiyor.
–
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Beyinsizler_Hinler/25975
ilk üç soru: Hayır
4. soru: Hipi, beat, punk… Bunların hepsi kapitalist sisteme karşı gençlik isyanlarıdır.
5. bizim kuşakta ne yazık ki hippilik yoktu ve anlaşılamadı.
sosyalizm yoktu ki ihanet etsin. Sovyet sistemini son anda reformlarla kurtarmaya çalıştı. Hepsi o kadar.
Ezilenlerin Pedagojisi – Paulo Freire kitabı hakkında ne düşünüyorsun? Kısa bir cevap yerine, fikrinin ayrıntılarını paylaşır mısın?
Gün abi yazdığın tiyatro oyununun telifini kaça veriyorsun 🙂
okumadım. sen paylaşsan.
bedava…
Burgazada saldırısından var mı Gün abi? Kim bu saldırganlar? Kimin adamı bunlar?
https://eksisozluk.com/entry/54367265
ethem sancak, oral çalışlar ve cengiz çandar ile en son ne zaman karşılaştınız ve tesadüfi olarak bir araya gelseniz aranızda ne tür diyaloglar geçer?
Haberim var. Kamp kuran gençlere duyduğum kadarıyla polis tacizi olmuş, ardından da sağcı bazı unsurlar sataşmış gençlere. Bildiğim bu. Neyse sonunda herhangi bir genç arkadaşımız zarar görmemiş ama bu, gelinen noktayı gösteriyor.
Cengiz Çandar’ı en son 1974 yılında, hapisten çıktığım günlerde görmüştüm (Havariler)
Ethem Sacak’ı en son 1988 yılında, aydınlık hareketinden ayrılmama yakın bir zamanda görmüştüm (Sapak).
Oral Çalışlar’la en son Büyükada’da, Lefter’in cenazesinde, 2012 yılının başında karşılaştık. Selamlaşıp usulen ayak üstü birkaç laf ettik ama pek bir şey konuşmadık.
Gün abi,Lenin yeni Türk devletinin gerçekten komünist olacağı beklentisine gerçekten girdimi sence
Atatürk ün en iyiler üniversite okumalıdır düşüncesi hakkında ne düşünüyorsun
Öyle bir beklentisi hiçbir zaman olmadı. Sadece “anti-emperyalist” olacağını umdu.
Modernist bir liderin yeni seçkinler yaratma planı.
Bu konuda en büyük yanlışlık, tabanı olmayan, bilimsel, düşünsel alanda bir gerekim doğmayan bölgelerde üniversite gibi, uygarlık alanında ilerlemenin gerektiği yüksek kurumlar açmaktı. Üniversite, ancak düşünsel, eğitimsel alanda tabandan gelen bir aydınlanma etkisiyle kurulabilir.
Türkiye’de, son kırk yıl içinde açılan üniversitelerin tabanı yoktur, toplumsal yapılaşmadan gelen bir gereksinme nedeniyle kurulanı da yoktur, daha açığı bu kurumlar gereksizdir. Bu üniversite açma olayının arkasında, bir üstünlük yarışmasının gizlendiği bellidir, tabanında yöresel bencillik vardır.
(İsmet Zeki Eyüboğlu – İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik s.86)
Sizce çok partili hayata geçiş denemelerinden Atatürk’ün amacı neydi?
Sizce bu ülkenin isminin Türkiye olması yanlış bir şey midir? Halka karşı yönetim son derece demokratik bile olsa yanlış mıdır?
kendisine muhalefetin tansiyonunu ölçmek.
Buna o ülkede yaşayan halklar karar vermeli bence.
Gün Bey,
Hiçbir art niyet aramadan soruyorum. Maksadım size durduk yere lâf çakmak, fikirlerinize reaksiyoner cevaplar verip, konuyu uzatıp da uzatmak değil.
Lütfen açıklar mısınız?
Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüşleriniz nedir?
(Ulusalcı değilim.
Ulusolcu değilim.
Vatan Parti’li değilim.
Komünist değilim.
Stalinist değilim.
İslamcı değilim.
Liberal değilim.
…
değilim’ler uzar gider…)
cevabım bu yazıda var
http://www.gunzileli.com/2007/08/21/kemalizmin-alti-oku/
Sivil öldüren bir örgüt sizce gerilla sıfatını almaya layık mıdır?
Sevgili Gün umarım yanlış anlamazsın:
Hayatında hiç yumruk yumruğa kavga etmek durumunda kaldın mı? (Kazanan & kaybeden şemalinde sormuyorum.)
Hayatında herhangi bir hayvanı ve herhangi bir insanı etkisiz hale getirmek, caydırmak için kesici-delici alet ve silah kullandın mı?
Askerlik yaptın mı? Eğer yaptıysan, nerede, ne zaman, hangi rütbeyle ve hangi birimde yaptın? Eğer yapmadıysan, T.C.’deki yasal mecburiyetten kurtulmayı nasıl başardın?
Hem anarşizmin tarihi hem kişisel anarşist tecrübelerin temelinde şu sorulara nasıl cevaplar verirsin:
Anarşizmin “şiddet”e yaklaşımı nelerdir?
Anarşizmin, “militarizme” ve “anti-militarizme” yaklaşımı nelerdir?
Özellikle son iki soruya cevaplarını yazarken, bu konu hakkında daha geniş bilgilere ulaşmam için yazar+kitap isimlerini yazar mısın?
Sabrın için teşekkür ederim…
İlhan Selçuk hakkındaki görüşleriniz nedir?
gerillalık bir mertebe değil ki. Faşist gerilla da olabilir duruma göre.
hayatımda kişisel kavga yapmadım.
kesici alet kullanmadım.
Askerlik yapmadım. TC vatandaşı değilim, askerlik yapmadığım için atıldım.
Şiddet konusunda bir yazım Mesele’nin Ekim sayısında çıkacak.
Sitedeki Anarşist Kitaplık bölümüne bir bakıver.
Kemalist, laik solcu.
Kaan Arslanoğlu hakkında düşünceleriniz nedir?
Atatürk’ün Köy Enstitüleri hamlesinin sizce alt sebebi ne idi?
Silah kullandınız mı peki?
Evetse niçin?
Hayırsa niçin?
Taşıdım ama kullanmadım.Kullanacak bir durum veya ortam olmadı.
Köy enstitüleri Atatürk döneminde başlatılmamıştı. “Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönetti.” Vikipedi
Solcu bir romancıdır.
http://marksist.net/ilkay_meric/efsanelestirilen_koy_enstituleri_ve_gercekler.htm
Eğer bir gün sayın Irmak Zileli evlenmeye karar verirse, damat adayının ailesi sizin evinize geldiğinde, aile büyüğü “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” şeklinde konuşmasına başlarsa nasıl davranırsınız?
Öyle bir olay olamaz, yani kimse benden kız istemeye falan gelemez. Çünkü “kız”, istenecek bir mal değildir. Kendi iradesi vardır. Sonuç olarak kız istemek son derece ilkel bir olaydır.
Gün bey beni şaşırttınız. Evet Atatürk döneminde başlamıyor ama Atatürk bunu 30’lu yılların başından itibaren istiyor. Bu konuda çalışamalra araştırmalar yapılması ve en uygun sistemin kurulmasını istiyor. Ancak Hasan Ali Yücel gelene kadar kesin bir adım atılamıyor.
Devletin özellikle eğitim alanında alt ve orta kadroları eksikti. Köy enstitüleri bu ihtiyaca cecvap vermek üzere kuruldu. Eğitime önem veren bir kadro bu yolla köy gençlerinden güçlü bir kadro yetiştirmeyi amaçladı ve amacına da önemli ölçüde ulaştı. Ama eğitim kendisi nedir, bu ayrıca tartışılmalıdır. (eğitim, egemen düzenin ideolojisini aşılama işlevi görür).
Detaylı anlatmadığımız için yanlış anlaşılma olmuş:
Sayın Irmak Zileli’nin özel hayatı, gündelik hayatında ne yapıp yapmadığı, siyasi, dini görüşlerinin ne olup olmadığını sorgulamaya çalışmıyoruz. Sadece ama sadece varsayımlar üzerinden soru soruyoruz.
Sayın Irmak Zileli de, tarih sahnesinde kadınların yeri ve günümüzdeki konumu, algılanışları, evlilik müessesesi ile ilgili bilgi ve farkındalığa elbette sahip.
Varsayalım ki: Sayın Irmak Zileli, sadece ama sadece “bir geleneğe saygı gösterdiğinden” ve evlenmeyi istediği kişinin dini görüşlerine ve onun ailesinin dini görüşlerine saygı gösterdiğinden, bu konuyu hiç mesele etmeyip, “mal” meselesinin de ne olduğunu gayet iyi bilip, sadece ama sadece “geleneye saygı” babında, damat adayının ailesi sizin evinize gelse ve “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” şeklinde konuşmasına başlasa nasıl davranırsınız?
Şöyle mi yanıtlarsınız:
“‘Kız’, istenecek bir mal değildir. Kendi iradesi vardır. Sonuç olarak kız istemek son derece ilkel bir olaydır.
Fakat:
Kızımın bana anlattığına göre, sadece ‘geleneğe saygı babında’ olaya yaklaşmamı benden istedi. Ben de, kızımın bu isteğini etraflıca düşündüm; bu geleneğin içinde hâlâ bir takım öğelere karşı çıkıyor olmamla birlikte, sırf ‘geleneğe saygı’ babında değerlendirdiğimde kendisine hak verdim.
Evet, gençler birbirini sevmiş, kararlarını vermişler. Benim sözümle olacak veya olmayacak şey değil ama babası olarak kızımın mutluluğu tabii ki önemli. Madem kızım benden ‘geleneğe saygı’ babında bir istekte bulundu, hiçbir sebeple olmasa bile sırf kızımın kalbini kırmamak için söyeyeyim: Verdim gitti.”
(eğitim, egemen düzenin ideolojisini aşılama işlevi görür) bunu tamamen bu şekilde mi görüyorsunuz yani hiçbir şekilde halkçılık prensibinin uygulaması olarak görmüyor musunuz?
her özel duruma bakmak gerekir elbette. Ama genelde böyledir.
Böyle bir ziyareti kesinlikle kabul etmezdim.
Gün Bey, lütfen dikkat ediniz, “mal” meselesini de gayet iyi bildiği halde, (varsayım olduğu yukarıda anlatıldı) sadece “geleneğe saygı” babında bizzat evladınız sizden bir istekte bulunuyor? Sayın Irmak Zileli, bu görüşmeyi kabul etmediğiniz için hüngür hüngür ağlasa bile mi?
Evet.
Gün abi Platonun devlet kitabındaki eğirilik ve doğruluk üzerine düşüncelerin neler..Eğriler gerçektende başarıya doğrulardan daha mı kolay ulaşır..ve doğrular daha mı mutlu olur..Ülke yönetenler halkın mı kendilerinin mi istekleri üzerine yoğunlaşırlar..
İnsan, evladına böyle davranır mı?
Bu yazdıklarınızı sayın Irmak Zileli’ye göstereceğim. Ya ağlarsa?
Gün bey sizin öğrenciliğiniz döneminde ve daha sonra Aydınlıkçı olduğunuz dönemlerde Silahlı Sol ile mafya arasında herhangi bir ilişki kuruldu mu hiç?
Sen benden iyi biliyorsun.
Ağlamaz.
Ööyle bir şey yok. Sadece aynı hapishanelerde kalan mafya şefleriyle saygılı bir dostluk ilişkisi vardı.
“Mafya Şefleriyle saygılı bir dostluk” mu…”Türk” solcularına yakışır. İlber Ortaylı’nın dediği doğrulanıyor: ” Milliyetçilik ve sosyalizm Türk kasabalısının becerebileceği işler değil”..Saygılı bir dostlukmuş…Napıyordunuz? Mafya babalarının önünde ceketinizi mi ilikliyordunuz?
Gün abi her gün sana ne sorsam diye düşünür oldum 🙂 Süpersin:) Adaya ziyaretine geleceğim 🙂
Göreceğiz bakalım Gün Bey.
Sayın Irmak Zileli bugün size hüngür hüngür ağlayarak telefon açabilir, bir insan evladına nasıl böyle davranır diye…
Ben hiç rastlamadım. Hiç hapishanede yatmadığınız belli. Hapishanede önünüze gelenle çatışamazsınız, anında hacamat ederler adamı. O zaman duyduğum şuydu: Bazı mafya babaları devrimci gençlere saygı duyuyorlardı. Onlar da bu saygıya, onlara ilişmeyerek karşılık veriyorlardı ki doğrusu da buydu.
İyi, Kendisine bildirirsiniz durumu.
Peki gerek sağ gerekse sol görüşlü öğrenciler o kadar silahı nasıl temin ediyordu?
beklerim
Gün Bey, umarım sayın Irmak Zileli ile aranızda bir sorun yoktur?
Ben de bir gün sizi ziyaret etmeyi planlıyorum ama sizle yapacağımız sohbette söyleyeceğim bazı şeylere kızıp, terslersiniz ve hatta bilgi eksikliği ile itham edersiniz diye çok korkuyorum?
Yukarıda Mesele Ekim sayısında şiddet konusundan bahsedeceğinizi söylediniz. Bu dergi bizim buralara ulaşmıyor.
Acaba bunu biryerde yayınlamayı düşünüyor musunuz? Ve kendinizin kaleme aldığı bir makale mi yoksa röportaj mı?
“Silah” kullanıp kullanmamak konusundan da bahsediyor musunuz?
Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri isimli yapı hakkındaki görüşlerinizi aşağıya yazar mısınız? Bu yapıda faaliyet gösteren arkadaşlarınız var mıydı?
Bu yapının “Rote Armee Fraktion” ve “Brigate Rosse” ile bağları var mıydı?
Sizin “Rote Armee Fraktion” ve “Brigate Rosse” ile bağlarınız var mıydı?
Yok.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun sığınmacılar konusunda Avrupa’yı, BM’yi ve uluslararası toplumu eleştirdiği son açıklamalarına ne dersiniz?
Başbakan Davutoğlu, Avrupa’da yaşanan mülteci krizine ilişkin, “3 yaşındaki Aylan’ın bedeninde yıllardır acı içinde kıvranan bir millet, tüm dünyaya adalet ve merhamet çağrısında bulunmaktadır. Avrupalı liderlerin görmesi gereken gerçek şudur: Konu artık bir hukuk, siyaset, uluslararası denge meselesi değil insanlığın geleceği meselesidir. Tartışmamız gereken bir tren vagonunun, bir kaçakçı teknesinin kaç mülteci aldığı değil; yüreğinizin kaç insana yer açabildiğidir” değerlendirmesini yaptı.
Başbakan Davutoğlu, Muğla’nın Bodrum ilçesinde kıyıya vuran cansız bedeniyle gündeme gelen 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin ölümüne ilişkin, “Başkentlerde, Brüksel’de soğuk duvarlı toplantı salonlarında yapılan müzakerelerde gelinen yer Aylan’ın cansız bedeni olmuştur. Kaybeden bütün bir insanlıktır ve bu insanlığı temsil ettiğini iddia eden ancak gereğini yapamayan uluslararası toplumdur” ifadesini kullandı.
http://yenikonya.com.tr/haber-394088-davutolundan_snmac_dramna_ilikin_aklama.html
Akdeniz’de batan bir botta ölen 3 yaşındaki bir yavru bizim sahillerimize vuruyor. Bunun hesabını vermeyecek mi, bir balina sahile vurdu diye yığınlarca tedbir alanlar bunun hesabını vermeyecek mi? Bu sistemin güvencesi olan ancak 5 büyük ülkenin menfaatinin dışında karar alamayan Birleşmiş Milletler bunun altında ezilecektir. Biz bu yüzden dünya 5’ten büyüktür. Ama Erdoğan söylediği için dünya medyası tarafından kötü olarak lanse ediliyor. Ben hakkı söylemeye devam edeceeğim.
Batı merkezli dünyanın geride kaldığını, çok merkezli dünyanın ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekiyor. Akdenizin doğu kıyılarından botlara, köhne teknelere binen insanlar, huzura refaha, yaşama imkanına kavuşmak için buna yelteniyor.
Akdenizde boğulan sadece mülteciler değil insanlığımızdır.
Avrupa kapılarında kaderlerine terkedilen Akdeniz ve Ege’de cesetleri sahillere vuran cesetler, ölüme terk edilenler bizim yüreğimizde sızıdır. Biz hiçbir zaman insanların rengine, düşüncesine, inancına bakmadık. Biz Suriye ve Irak’tan gelenleri ölüme terk edemezdik. Bugün 2 milyonu aşkın insan ülkemizde tutuluyor. Ölümden kaçan insanları bombalara terk edemezdik. Çünkü onlar insandır.
Biz 2 milyonu aşkın insanı misafir ederken, avrupanın tamamında bu rakam sadece 200 bindir. Avrupa, bugün mültecileri nasıl dağıtacağının arayışı içerisinde. Bunun yapılmasının başlıca nedeni Irak’ta petrol var, Irak’taki petrolün yüzde 80’i batılıların elinde. Aynı durum Libya için de geçerli.
Biz tüm insanlara yardımcı olmaktan çekinmedik çekinmeyeceğiz. bugüne kadar 6.5 milyar dolar harcamada bulunduk. Ama bu sorunun tüm sorumluluğunu bize yükleme de hakkaniyete uygun değildir.
http://www.timeturk.com/erdogan-cesedi-sahile-vuran/haber-53433
Korkmayın.
yazı bu sitede bir ay sonra, yani kasım’da yayınlanır. bu yapıda faaliyet gösteren arkadaşlarım yoktu.
O zamanlar epey boldu. Kaçak silah ticareti çok yaygındı.
İskandinav ülkelerine hiç gittiniz mi ? Oraların insanlarını sosyal ahlak açısından nasıl buluyorsunuz?
Bir agnostik olarak şunu soruyorum: Hz Muhammed’i nasıl tanıımlarsınız? Döneminin bir ahlak adamı mı? Yoksa şahsının menfaatlerine yönelik ortam yaratmaya çalışan bir uyanık mı?
hiç gitmedim. iyi bulurum.
bir iktidar düşkünü.
komünizmin bu saatten sonra kaliteli tüketmeye bulabilceği çözüm nedir..
kitlesel üretime son vermek.
632-Misafir’e cevap:
Kitlesel üretim tarihte her zaman vardı. Asıl mesele bu üretimler sonucunda elde edilen ürünlerin (ve hizmetlerin) nasıl takas edileceği?
Kapitalizmin de, komünizmin de iktisadi yaklaşımları ne yazık ki dişe dokunur şekilde pek gündeme gelmiyor, belki de kimse tartışmaya yanaşmıyor.
Takas aracı olarak “para” isimli nesne icat edildikten sonra; üretim, tüketim, istihdam, ticaret vb.’lerine yüklediğimiz anlamlar değişti.
Bugüne bakacak olursak:
Büyük bankaların “kültür & sanat hizmeti” adı altında kurduğu devasa yayınevleri var. Örneğin; İş Bankası Kültür Yayınları veya Yapı Kredi Yayınları.
Bu kurumları yöneten yapı, “bankacılık” gibi tarihi çok eskilere dayanan “köklü bir ticaret mekanizması”nın zihniyetiyle hareket ettiği için; hâliyle bu yayınevleri de bundan nasibini alıyor:
Bastıkları kitaplardan satılmayanları, ucuz fiyatla yeniden düzenleyip tekrar satışa sunmaktansa; anlaşmalı oldukları kitapevleri ve mağazalardan periyodik olarak toplatıp, bunları kullanılamayacak (yani “ticari meta değeri olmayacak”) şekilde hasara uğratıp, kâğıt-geri-dönüşüm şirketlerine kilogram & ton hesabı sattıklarını biliyor muydunuz?
Aynı uygulama sadece yayınevleri için değil; dünya genelinde “kâr etmek amaçlı” kendini yırtan her tür şirket için geçerli!
Bir başka örnek:
Dünyanın en büyük akıllı cep telefonu, tablet bilgisayar, dizüstü bilgisayar, ana-kart, ekran kartı, monitör, televizyon, beyaz eşya, otomobil…üreticileri olan şirketler; piyasaya sürdükleri ürünlerden satılmayanları periyodik olarak toplatıp, bunları daha ucuz fiyata yeniden konumlandırmaktansa; bu ürünleri bir daha kullanılamayacak şekilde hasara uğratıp, hurda-toplama şirketlerine kilogram & ton hesabı satıyorlar. Çünkü bu şirketler de “kâr etmek amaçlı” hareket ettiklerinden; satılmayan ürünlerini hasara uğratmasalar, bunlar hemen “ikinci el ürün piyasasına” ve hattâ “kara borsaya” düşüp, ilk satış fiyatının katbekat altında satılacak (doğal olarak asıl üretici zarar edecek), veya rakip şirketlerin mühendislerinin eline geçip, teknolojileri incelenerek, bu rakip şirketlerin daha maharetli ürünler üretmesine yol açacak gibi onlarca, yüzlerce sebep var. (Apple’ın “teknolojik altyapı paylaşımı” konusunda diğer şirketlere nazaran kapalı durmayı tercih etmesinin nedeni budur. Mesela; Apple’ın hiçbir ürününde, Microsoft’un, Android’in ürün ve uygulamalarını pek göremezsiniz.)
Bütün bu anlayışın kökü:
20. yüzyılın başında “kapitalizme yeni bir anlayış getirmiş olan” Joseph Alois Schumpeter isimli iktisatçının “Creative destruction”; yani “ekonominin çarklarının dönmesi için, teknolojinin daima ilerlemesi için, üretilmiş olan eskiler daima yok edilmeli, yerine daima yenileri üretilmelidir” yaklaşımına dayanır.
“Creative destruction”: İlk bakışta her ne kadar “pragmatist” düşünen insana makul gözükse de; kaynakların kullanımı ve bölüşümü, ekolojik denge, arz-talep mekanizması, bu ürünler üretilirken harcanan “emeğin değeri” gibi faktörler de işin içine girince; çelişkili bir hâl alıyor.
Kitlesel üretim, gözümüzde büyütmemiz gereken bir sorun değil, 2015’de hiç değil.
Asıl sorun: “Kâr etmek zihniyeti”nin insanların ve şirketlerin belleklerinden nasıl silineceği?
Bu üretimler sonucunda elde edilen ürünlerin (ve hizmetlerin) nasıl takas edileceği?
Yüzyıllardır beynimize kazınmış, hayatlarımızın en küçük hücrelerine işletilmiş alışkanlıklarımızı değiştirecek cesarete sahip olamadığımız müddetçe; sorunuza tam manâsıyla cevap vermek pek mümkün gözükmüyor.
Herkese kolay gelsin…
yakın komşunuzun silahlı veya bombalı bir eyleme girişeceğinden haberdar olsanız, insanların ölümü pahasına da olsa bu kişiyi ihbar etmez miydiniz?
Etmem. ihbar, bütün insanlığı öldürmektir çünkü.
Uzaylılar var mı?
bilmiyorum.
insan canına kast etmeyi kafasına koymuş müstakbel bir katili (ondan çok daha büyük bir katile) ihbar etmek neden bütün insanlığın ölümü olsun?
Kınalıada’daki evinize Suriye’li, Irak’lı, Lübnan’lı, Afganistan’lı insan (bazıları mülteci de diyor) alır mısınız?
Not: Evimde 2 yıldır Suriye’li 2 aileyle birlikte yaşıyoruz.
Cevabınız?
cevabını siz vermişsiniz.
imkânım olsa almak isterdim. Ancak evim iki küçük oda ve mutfak içinde bir küçük oturma odası. Evde şu anda 4 köpek ve dört kediyle birlikte yaşıyoruz.
Sizce Coca Cola içmemek ya da İphone kullanmamak bir anti-emperyalist yaşam biçimi midir?
Soru 1—İhbar etmeyip, masum insanların ölümüne yol açacağına emin olduğunuz bir manyakça cinayeti şahsen mi önlemeye çalışırdınız.
Soru.. 2.. Adaletine inandığınız bir toplumsal düzende, masum insanların ölümüne yol açacak cinayet girişimini önlemek için ne yapmak gerekli?
herkes kendi karar vermeli.
Evet şahsen ya da arkadaşlarımla birlikte.
638’E CEVAP:
Asıl mesele: “Sömürü düzeni”ni ortadan kaldırmak!
Hiçkimsenin “marka”larla alıp veremediği (pek) bir şey yok.
Coca-Cola’yla başlayıp Sütaş Yoğurt’a kadar gelebilirsiniz…
Örnek:
Apple’ın ürünleri, dünya genelinde en çok rağbet görenlerden.
Fakat:
Bu şirketin ürünleri Çin’in güneyi ve Tayvan’da üretilirken, “Foxconn” fabrikalarındaki yüzlerce (bazı verilere göre “binlerce”) işçinin ağır çalışma koşulları ve “işsiz kalma korkusuyla” intihar ettiği; siz İstanbul’da, Yozgat’ta veya İzmir’de bir elektronik ürün mağazasına gidip iPhone’ları incelerken aklınıza pek gelmez!
Aynı örneği, Mayıs 2015’te Renault ve TOFAŞ-Fiat fabrikalarında başlayan mücadelelerde de görebilirsiniz:
Bu markalardan birinden araba satın almak için bir satış mağazasına gittiğinizde; sizi kapıdan içeri girermez, jilet takım elbise giyinmiş, sakal tıraşı muhteşem erkek satış temsilcileri veya mankenlere taş çıkaracak şekilde kendisini cesaretle doldurmuş kadın satış temsilcileri karşılar.
Fakat:
Almaya karar verdiğiniz araba fabrikada üretilirken; 23 yıldır bel fıtığı sahibi olan veya ana-kaporta, şasinin üzerine monte edilirken kolları arada kalıp kopan işçiler pek aklınıza gelmez!
Asıl mesele: “Sömürü düzeni”ni derhâl ortadan kaldırmak!
“Marka”lar sadece birer sembolden ibarettir. Örneğin; annesi babası Gün Bey’in adını “Mahmut” koysa idi; onu “Mahmut Zileli” olarak çağıracaktık. Mesela “anarşist Gün” diyeceğimize “anarşist Mahmut” diyecektik.
Örnekleri daha fazla uzatmak istersek Gün Zileli’nin sitesi de, internetin alanı da yetmez…
hiyerarşik olmayan örgütlenmenin başarı ihtimalini nasıl görüyorsunuz..G
başarı ihtimali olan bir tek o. BU, gEZİ’DE KANITLANDI.
Gün abi Stalin lerdedönemi sovyetlerde işlenen çocuk cinayetlerinin üstünün bir şekilde kapatıldığı doğru mu
üstünün kapatıldığını bilmiyorum ama 12 yaşından itibaren çocukların (muhalif çocuklarının) idama yollandığını biliyorum. Bir de açlık dolayısıyla çocuk çeteleri oluşmuştu. Onlara da ağır cezalar uygulanıyordu.
Gün abi Stalin Domemi cocuk cinayetleriyle ilgili44Child filmi anlatiyor.Rusya yasaklamis.İzlemediysen izleyip degerlendirmeni almak isterim
link yolla.
Gün abi yukarda bir soruda totaliter rejimler çingeneleri temizler demişsin bunun gerekçesi ne
https://en.wikipedia.org/wiki/Child_44_(film)
Henüz free izlemek için ortamlara düşmedi.
Bazı linkler var ama görüntü & ses kalitesi bozuk.
Filmin linki Gün abi..Yorumlarını bekliyorum 🙂
http://www.dizifilmdunyasi.org/44cocuk-child-44-2015-turkce-altyazili-720p-hd-izle.html
Çünkü çingeneleri toplum dışı görürler.
açtım ama sürekli duruyo, bu yüzden izlemek mümkün değil. Daha sonra yeniden bakacağım.
Pkk nin son eylemi ve ölen 31 asker ile ilgili ne düşünüyorsun Gün abi..Sana göre sorumlular kim..Pkk nin hatası var mı
Hürriyet gazetesine yapılan saldırı ve ardından olanlar -Hürriyet’e cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma açılması, AKP milletvekili A. Boynukalın’a Hürriyet’in suç duyurusu vs- hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben iktidarla bunlar birbirini yesin derim. İktidar kavgası. Türk faşizminin ve devletçiliğinin en önemli yayın organlarından Hürriyet gazetesi en az iktidar kadar tehlikedir.
Yaklaşımınız doğru değil. Hürriyet’in ne olduğu değil bugün önemli olan. İktidarın çeteleri tarafından saldırıya uğramış olması. Bu yüzden Hürriyet’in yanında yer almak gerekir.
Sorumlu, 18 bin lirası olmadığı için yoksul çocuklarını bile bile ölüme süren AKP iktidarıdır. Bir tanesinin bile çocuğu asker olarak gitmez oralara. Öte yandan, PKK’nın, savaşı bugün bu şekilde, bütün sertliğiyle sürdürmesinin bir özsavunma değil, anlaşmalı bir savaş olduğunu düşünüyorum. AKP’yi tek başına iktidara getirmek için bence AKP ile anlaşmaya vardılar. Öcalan da bu işin içinde. Selahattin Demirtaş, “seni başkan yaptırmayacağız” dedikçe, Kandil de, “seni başkan yaptıracağız” demiş oluyor.
Peki buna benzer saldırılar veya “paralelci” sermayeye yapılan son operasyonlar gibi ülkenin batısındaki iç çekişmeler, doğuda Kürt hareketinin üzerindeki yükü hafifleterek devrimci mücadeleye katkı sağlamış olmaz mı?
Şu an doğudaki Kürt hareketi tek devrimci güç. Batıda Gezi, Berkin Elvan, Soma vs direnişler de patlak verdi ama gördüğümüz gibi çabuk söndü, o yüzden bunlara bel bağlamak yanlış bence.
bence öbürüne de bel bağlamasan iyi edersin. Onların derdi devrimci mücadele falan değil. üstelik AKP ile gizli ittifak içindeler.
Sistem içi çatışma hep olacağından buna bel bağlamak yanlış değil desem? Gezi gibileri bile esasen sistem içi olaylardı. Orada özgürlükçü-solcu bir azınlık olsa da ana kitle hükümete (devlete değil) karşı olan ulusalcılardı. Hatta bir kısmı düpedüz devletçi ve Kürt düşmanı şovenlerdi. Gezi’yle aynı zamanda çıkan Lice olaylarında devletin Kürtleri bastırmasını savunan Geziciler de vardı. Ben bunları çok görmüştüm sosyal medyada.
Doğu Perinçek’le en son görüşmeniz ne zamandı, neredeydi?
Ne görüştünüz?
Doğu Perinçek’le telefonla görüşüyor musunuz?
Pkk nin işbirliğini hangi somut olaylara bağlıyorsunuz..Gerçekten merak ettiğimden soruyorum altında sorunun kendinden başka niyet yok..
En son, 1994 yılında, Londra’daki bir İP toplantısına anarşist dergileri satmaya gittiğimde karşılaştım. Elbette görüşmüyorum.
Gezi’yle ve Gezicilerle ilgili yargınız yanlış. Ulusalcılar sadece bir kesimi oluşturuyordu. Çoğunluk Kürtlere dosttu ve onların katılmasını istiyordu. Ne yazık ki o dönem kürt hareketi AKP ile ilgili boş umutları nedeniyle katılmadı harekete. Tek tek Kürtler katıldı tabii ki.
1. Kandil, Öcalan’dan işaret almasa bu kadar inisiyatifli davranamaz; 2. Öcalan’ın paradigması AKP ile işbirliğidir; 3. HDP’ye zarar verildiğini bile bile bir savaşa girişilmesi de bir göstergedir; 4. Kandil ve Öcalan, HDP’nin ve özellikle S. Demirtaş’ın AKP’yi hedef alan çizgisinden son derece rahatsızdı; 5. Neden seçimlerden , daha doğrusu AKP’nin seçimi kaybetmesinden önce böyle bir savaş başlatılmamıştır da HDP’nin en büyük başarıyı sağladığı ve akp’nin yenilgi aldığı seçimden sonra başlatılmıştır; 6. Suruç’tan bir gün sonra gerçekleşen ve MİT’in işi oyduğu çok açık olan Ceylanpınar cinayetlerine PKK’nin sahip çıkması (sonradan bir yapmadık dese de) son derece kuşku çekicidir; 7. AKP’nin son derece işine geylen böyle bir savaşa deneyimli bir önderliğin balıklama dalması da son derece kuşku çekicidir vb.
Bir doğum, cenaze, düğün, kutlama, anma, konferans, forum, toplantı, kitap imzalama vb. zamanlarda da mı Doğu Perinçek’le hiç temasınız olmadı ve olmuyor?
“Kapitalizm”e karşı sesiniz çok cılız çıkıyor, belki de hiç çıkmıyor!
Bunun sebebi şu olabilir mi:
Devletle ve ilişkili her tür mekanizmayla temasınızı en az seviyede tutmaya, bir anarşist olarak, özen göstermeniz sebebiyle; gündelik hayatınızı idame ettirebilmek için başka mutlak kaynaklara ihtiyacınız var.
Bu vakitten sonra devlete sırt dayamayı aklınızın ucundan geçirmeyeceğiniz için; mecburen “kapitalizm”in, “özel sektör sivilciliği”nin ağına düşüyorsunuz. Yani; vücut bütünlüğünüzün sürmesi için içecek ve yiyecek edinmeye mecbursunuz; devletle temasınız olmadığına göre, kapitalizme el-avuç açmaya mecbursunuz.
Sebep bu mu?
Türkiye dışındaki birçok ülkede anarşist akımlar sadece devlete karşı çıkmakla yetinerek köşelerine çekilip süklüm püklüm yaşlanmayı ve ölmeyi beklemiyorlar; “kapitalizm dışı sistemler”i, “özel sektörcülük”e karşı yapıları, “şirketleşme”ye karşı yapıları göreceli de, temporary de olsa kurmayı deneyebiliyorlar! Ama Türkiye’de bu denemeleri bir yana bırakın; anarşistlerimiz aç-susuz kalmamak için kapitalizme karşı sesini gönüllü olarak kısıyor! Türkiye’deki anarşistlerin çok büyük bir bölümü “sadece devlete karşı çıkmayı” anarşizmin tek özelliği zannediyor!
Cevabınız?
Doğu Perinçek mit olduğunu ne zaman açıklar dersin..
Pkk’nın şu an dağ kadrosunda bulunanlardan kişisel olarak bir tanıdığınız var mı?
olmuyor.
siz cevabı benim yerime vermişsiniz. Bana söyleyecek söz kalmamış.
Doğu Perinçek’in Mit olduğu bir tevatürdür.
ben tanımıyorum ama Cemil Bayık beni tanırmış DTCF’deyken.
654 tekrar soruyor:
“Kapitalizm”e karşı sesinizi niçin yüksek çıkarmıyorsunuz?
Bütün mücadelelerimiz özünde anti-kapitalisttir. Kapitalizme karşı mücadele “kahrolsun kapitalizm” diyerek olmaz.
652’ye verdiğiniz cevabı okudum. Soruyu soran kişilye aynı kişi değilim.
Size lâf atmak için yazmıyorum, PKK sempatizanı değilim, Kürtçü ve Türkçü değilim:
Fuat Avni’nin son tweetlerine bakarsanız; sizin yaptığınız saptamalarla birebir örtüştüğünü göreceksiniz.
Olan-bitenler hakkında birçok kişinin “danışıklı dövüş yaşandığına dair şüpheleri” gerçeğe çok yakın. Yani bu şüpheleri şüphe değil; %100 gerçek olabilir!
Fuat Avni de tıpkı sizin gibi MİT üzerinde önemle duruyor.
Fakat sizin AKP ile PKK(Kandil) arasında adı duyurulmamış bir koalisyon olduğu yönündeki tespitiniz gerçek dışı değil mi?
PKK(Kandil); eğer AKP (ve Erdoğan) 1 Kasım’da da hükümet olamazsa, bir daha özerklik taleplerini dinleyecek başka hiçbir iktidar oluşumunun meydana geleceğine inanmadıkları için mi saldırılarını arttırıp AKP’nin oy oranının yükselmesini istiyor?
Yani:
(Varsayalım ki) CHP de, MHP de 1 Kasım’da iktidara gelse, PKK(Kandil) AKP varken elde ettikleri kazanımları artık kaybedeceklerini ve 1990’lara geri dönüleceğini düşündüğü için mi (sizin deyiminizle) AKP-PKK savaş koalisyonu seçim gününe kadar yürürlükte kalacak?
Bu tespitinizin doğru olduğuna niçin bu kadar eminsiniz? Ya yanlışsa?
Diyelim ki 1 Kasım’da kıl payıyla AKP (ve Erdoğan) tek başına iktidar oldu. Böylece (sizin deyiminizle) savaş koalisyonu işe yaramış demektir.
Peki Gün Bey:
Siz sanıyor musunuz ki, eğer AKP (ve Erdoğan) 1 Kasım’da kıl payı tek başına iktidar olursa; kapalı kapılar ardında verdikleri sözü tutup; özerklik statüsünü PKK(Kandil) önderliğindeki Kürt unsurlarına sunacak?
Kusura bakmayın ama böyle düşünüyorsanız; kargalar bile komik bulmaz ve gülmez!
Bu ülkede hiçbir iktidar (sağ veya sol tandanslı farketmez) hiçbir zaman Kürt Siyasi Hareketlerine ve Kürt halkına “özerklik hakkı”nı vermez! Ülkenin bir ucundan bir ucuna kan-gövdeyi götürsün; yine “özerklik” vermez!
PKK(Kandil)in yegâne amacı; ajitasyonun en katmerlilerini yaparak, hem devlete hem toplumun geneline “yaka silktire silktire” özerklik statüsünü almak! “PKK(Kandil)in AKP’yi tek başına iktidara taşıması” görüşünüzün için boş gözüküyor!
Bunu göremiyorsanız şaşırırım doğrusu?
Ki siz 1960-70’leri yaşamış bir tecrübeli kişisiniz…
Sorularınız güzel. elbette Kandil de çocuk değil, AKP’nin verdiği sözlere inanacak. Ne var ki, inanmaktan başka çareleri olmadığını düşünüyorlar bence ya da şanslarını denemekten geri durmak istemiyorlar. Hesapları şu: AKP tek başına iktidar olsun, yeniden masaya oturalım. İlk aşamada Öcalan’ı ev hapsine aldıralım, kısmi bir serbestlik sağlayalım. Masada pazarlıklarımızı sürdürürüz. Eğer sözlerini tutmazlarsa (ki elbette tutmazlar) o zaman yine silah yoluna başvururuz. Elbette onlar da biliyor özerkliğin verilmeyeceğini ama zaten esas dertleri de bu değil. Esas dertleri, Öcalan’a serbestlik sağlamak ve yeni anayasayla bazı haklar kopartmak. Böylece Kürt halkına bir takım hakları silah zoruyla sağladıklarını söyleyecekler. Şunu da unutmamak gerekir. Kandil, HDP’nin kazandığı siyasal inisiyatiften fena halde rahatsız. iplerin elinden kaçtığını düşünüyor, silahlı çatışma yoluyla yeni baştan HDP’yi geri plana itip inisiyatif kazanmak istiyor. Öcalan faktörünü unutmayın. Öcalan, kendi ikbali için dünyayı bile yakar. Kanımca Öcalan, AKP ile veya Tayyip ile tam bir anlaşma halinde. Beni serbest bırak, gerisi önemli değil diyor. Dikkat edin. AKP Öcalan hakkında tek bir olumsuz laf etmiyor. Neden? Çünkü kesin anlaşma halindeler ve Kandil’e ne yapması gerektiği konusunda talimatlar Öcalan’dan gidiyor. Ağrı’da mayınlar, MİT’in denetiminde döşeniyor. Delilim var mı? Delilim yok. Sadece aklım var. Akıl, bu işlerin böyle olduğunu söylüyor ne yazık ki.
Kınalıada’ya size saldırmaya geleceklermiş ya, ya size bir şey olursa?
Hiç cengâverlik taslamanın anlamı yok; Gün Bey, 69 yaşındasınız lütfen dikkat buyurunuz!
Her ne kadar beyniniz genç geçinenlere taş çıkartsa da; bedenen 69 yaşı inkâr etmemek gerekir!
Ya gerçekten gelir ve size saldırırlarsa ne yapacaksınız? Sapanla mı, mancınıkla mı, ekmek bıçağıyla mı, bahçenizdeki köpeklerle mi, yumruklarınızla mı kendinizi savunacaksınız?
İkinci sorum:
T.C. vatandaşlığından çıkarıldığınızı yazmışsınız.
Şu an statünüz nedir? Başka bir ülkenin vatandaşlığında mısınız? Yoksa tam manâsıyla stateless statüde misiniz?
Son olarak #1:
Hastalandığınızda sağlık ocağına, hastaneye gittiğinizde evrak işlerinde sorun çıkmıyor mu? T.C. vatandaşı olmadığınıza göre sağlık işlemlerinizde prosedir nasıl işliyor kısaca anlatır mısınız? Muayene ve ilaç masraflarını kendi cebinizden mi ödüyorsunuz?
Son olarak #2:
“Emekli maaşı” alıyor musunuz? Eğer emekli iseniz; emeklilik kartınızda hangi meslekten emekli olduğunuz yazıyor?
Eğer “emekli” değilseniz; 69 yaşında geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Şu fotoğraftaki kişi hakkında bir bilginiz var mı?
https://instagram.com/p/4zpt8yQEq1/
https://instagram.com/p/1Y37mTQEp5/
(Pantolonuzun dizindeki iz ne? Köpeklere mama verirken mi oldu? O sırada boya-badana işiyle mi uğraşıyordunuz? Ve niçin gülümsemediniz?)
“Network” filmini izlediniz mi bilmiyorum.
https://instagram.com/p/2q9XQ4o80q/
Yukarıdaki linkte; “Howard Beale”in konuşması sonrası rahatlamaya çalışması gibi bir hâl sergileşmisiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=WINDtlPXmmE
1. Hâlâ kendimi savunacak kadar gücüm var.
2. Şu an ingiliz pasaportum var. Eşim dolayısıyla burada kalabiliyorum.
3. Eşimin sigortasından yararlanıyordum ama eşim bir yıldan fazla işsiz kaldığından şu an ilaçlarımı parayla alıyorum. Eşim işe girdiği için yakında yeniden başlayacak sigortası. O zaman ilaçları indirimli olarak alabileceğim. 6 çeşit kalp ilacı almak zorundayım.
4. Emekli değilim, emekli maaşım da yok. Ancak geçen yıl bir arkadaşın önerisiyle, İngiltere sosyal yardım kurumuna, ingiltere’de belli bir süre yaşamış ama şu anda ingiltere dışında yaşayanlar için verilen küçük bir yardım varmış, ona başvurdum. Bir yıla yakın zamandır 600 tl civarında bir aylık alıyorum. Ev kiramız 750 tl. Hiç değilse kiranın önemli bir kısmını karşılıyor bu para.
İlginiz için teşekkürler.
Evet, boya işi falan. Poz vermeyi sevmem. Doğal gülümsemeler iyidir ama kameraya gülümsemek yapay gelir bana.
Omuzumdaki Aslı’dır. Öldü ne yazık ki. Büyük acılarımdan biridir.
Helal olsun Gün abi. Hayatını yaşıyorsun valla. Paran pulun yok belki ama senin yaşındaki bir çok erkeği kıskandıracak bir yaşantı içindesin. Fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla tabii. Daha derinlerini bilemem. Zaten bir Ernest Hemingway havası var o fotoğraflarda.
Yalnız Gün Bey,
https://instagram.com/p/4zpt8yQEq1/
fotoğraftaki kişinin kim olduğunu söylemediniz?
Kızım, Irmak Zileli.
Ruşen Çakır’ı nasıl buluyorsunuz? Periscope yayınlarını takip ediyor musunuz?
iyi bulurum. Orada mı yazıyor?
http://medyascope.tv
sitesini takip ederseniz; sadece Ruşen Çakır’ı değil, Stalinistlerden, serbestiyet.com’culara, CNT-FAI’cılardan, Acilciler’e kadar her kesimden kişinin yazılarından daha çok videolarını bulacaksınız.
https://www.youtube.com/channel/UCfeZdjH_RKcQgJCebxUpBSw Teknolojinin gerisinde kalmayın Gün abi 🙂
Gün Bey, Cizre’de yaşananları, PKK açısından değerlendirecek olursak kurtarılmış bölge ilân etmek için mücadele ettiklerini söyleyebilir miyiz?
Siz 1970’lerde 20’li ve 30’lu yaşlarınızı geçirdiniz. Belleğiniz halâ berraktır. Türkiye’nin batı kesimlerinde hiç kurtarılmış bölge ilan edildi mi? İstanbul’da hiç kurtarılmış bölgeye şahit oldunuz mu? Terzi Fikret (Fikri de olabilir) olayı hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bütün bunları hiçbir siyasi mesaj vermek amaçlı sormadım. Ve cevaplarken lütfen olayları yaşandığı haliyle, doğru muydu – yanlış mıydı sarmalına girmeden anlatınız.
İngilizce bir haber metnini, makaleyi, romanı elinize aldığınızda İngilizce-Türkçe sözlüğe bakma ihtiyacı hissetmeden kısa zamanda okuyabiliyor musunuz?
Çok acil bir işiniz çıksa uçağa atlayıp İngiltere’ye gitmeniz gerekse, uçak iner inmez Türkçe konuşur gibi İngilizce konuşuyor musunuz?
Gün bey, aşk hayatında, kadınlar konusunda biz gençlere ne öğütler verirsiniz? Ne yapmalı? İlgilerini çekmek ve birlikte mutlu olmak için güzel ve akıllı kadınlara nasıl yaklaşmalı? Gönül eğlendirmekten, çapkınlıktan bahsetmiyorum tabii ki.
Türkiye’de kurtarılmış bölge diye bir şey olmadı. PKK Tr’de kurtarılmış bölge ilan etme şartlarının olmadığını gayet iyi biliyor. Onlar büyük bir planın içinde hareket ediyorlar.
hayır.
bu tür soruları Haydar Dümen’e sorsanız iyi olur. Siteyi izleyen biri olarak saygımı korumaya çalışıyorum ama şuyunu kaçırmaya başladınız.
669’daki arkadaşa niçin bu kadar hiddetli bir cevap verdiniz ki şimdi sayın Zileli!
Sorusunda sululuk içeren bir harf bile yok!
Bir nebze discrimination yaptığı doğru ‘güzel ve akıllı’ derken, kategorileştiren yaklaşımla ‘aşk hayatına’ baktığı söylenebilir!
Fakat sizin gibi, özellikle Türkiye’deki anarşist kesimlerin, dikkatle takip ettiği bir kişinin böyle bir cevap vermesi doğru değil!
Mesela yukarıda, ‘küçükken aile ortamında Allah, din meseleleri konuşulurdu. Ben de kendi çapımda nedir, ne değildir diye sormuştum. Çıkamadım işin içinden! 10 yaşındayken ateist oldum ve kurtuldum!’ demişsiniz.
‘Aşk hayatı’ konusunda da bu şekilde bir cevap verebilirdiniz! Niçin vermediniz?
burada her şeyi konuşur tartışırım. Ama aklı sıra dalga geçmek (espri yapmak demiyorum) yakışık almaz.
bence sizinle dalga geçmemiştir arkadaş. Anarşist olmanız ilgi çekici bir durum. Ve anarşistlerin birçok olaya farklı baktığını düşünürsek aslında bu konudalarda benim de size sormak istediğim sorular vardı ancak öncelik vermediğim için şu ana kadar sorma gereği duymadım hiç.
Selahattin Yusuf, Gün Zileli’den çok şey öğrendim, diyor:
http://tvnet.com.tr/canli-yayin
https://twitter.com/selyusuf/with_replies
https://twitter.com/bize_musaade/with_replies
Her Pazar günü, YouTube kanalına videosu yükleniyor:
https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos
Selahattin Yusuf Gün Zileli’yi anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=CSXmuuvNSZA
Dakika 25.23’de başlıyor:
“Geçtiğimiz yıllarda Gün Zileli’nin anılarını okumuştum. Çok faydalı oldu benim için gerçekten. Adamcağız bir şey vesilesiyle, tutuklanma korkusuyla, kaçıyor, bir arkadaşının evine sığınıyor ve orada yaşamaya başlıyor Nişantaşı’nda, 12 Eylül’den hemen sonra. Orada tesadüfen, diyor, ‘Birikim’ diye bir dergi elime geçti, diyor. Ve orada okuyarak bizim fraksiyonun dışında da doğrular olabileceğini, sosyalist şeyler olabileceğini, efendim, hakikatler olabileceğini… Ömrünü geçirmiş bir hakikat uğruna ve fedakârlıkları göz yaşartacak kadar fazla ve tesadüfen tutuklanma korkusuyla, bir evde, hücre hapsinde, kendi kendine o da ‘Birikim’ dergisi çok yakın onun atmosferine.”
Sizce milletlerin kendilerine ait karakterleri olabilir mi?
olmaz.
https://www.youtube.com/watch?v=4Ay0QNuPaAw Gün abi, Hüseyin İnan’ı şahsi olarak tanır mısnız?
Aynı ortamlar içindeydik. Ama kişisel arkadaşlığımız olmadı hiç.
Gün abi arkadaş güzel sormuş bende millete ekleme yapayım..Sence milletvekillerinin kendilerine ait karakterleri olabilir mi
Yüreğinin güzelliği yüzüne yansımış adeta Hüseyin’in .
Abi sence THKP-C bir burjuva devrimcisi midir?
Sizce milletlerin kendilerine ait karakterleri olabilir mi?
Niçin “olmaz”?
Brezilya’nın da kendine has karakterleri, Güney Kore’nin de kendine has karakterleri yok mu?
Neye göre “olmaz” diyorsunuz sayın Zileli, açar mısnız?
Enver Hoca’nın ülkesinde Din’e karşı savaş açmasını nasıl yorumluyorsunuz?
çok nadiren
kim diyor?
açmam.
dini kuvvetlendirdi sonuç olarak.
Sizce milletlerin kendilerine ait karakterleri olabilir mi?
Niçin “olmaz”?
Brezilya’nın da kendine has karakterleri, Güney Kore’nin de kendine has karakterleri yok mu?
Neye göre “olmaz” diyorsunuz sayın Zileli, açar mısnız?
NİÇİN “AÇMAZSINIZ” ?
çünkü açılacak bir şey yok.
Milletlerin kendilerine ait karakterleri mutlaka vardır hocam. Coğrafı, sosya-ekonomik durumlar bu karakter üzerinde etkilidir. Bir İskandinav insanındaki disiplin ve özveri anlayışı ile bir Akdeniz insanındaki anlayış çok farklıdır.
evet, kültürel, bölgesel farklar. Ama millet diye bir şey olmadığından bunu sadece kültürel fark olarak açıklamak gerekir.
devrimi emperyalizme karşı korumak için devlet gibi merkezi bir otoriteye gerek yok mudur? anarşist bir devrimde devrimin kazanımlarını emperyal ordulara karşı korumanın yolu nedir sizce?
Buna gerek olmadığı ortaya çıktı. Ne kadar korumaya çalıştığınızı sansanız da, SB ve ÇHC’de olduğu gibi, bizzat o devlet sosyalizmin kırıntısını bırakmaz ülkede. Gerçek bir devrim ancak halkın özsavunması için seferber olmasıyla korunabilir. Böyle seferber olmuş bir halka hiçbir ordu hiçbir şey yapamaz. Vietnam bunun örneğidir. Vietnam halkı, dünyanın en donanımlı ordusunu yenilgiye uğratmıştır.
Ho Chi Minh hakkındaki görüşleriniz nedir?
Vietnam halkının anti-emperyalist mücadelesinin lideri.
Siz de biliyorsunuz Jeremy Corbyn İşçi Partisi’nin yeni lideri seçildi.
http://img.huffingtonpost.com//asset/scalefit_630_noupscale/55f40f7c14000077002e581b.jpeg
Simayen benziyorsunuz…
uzaktan tanırım da. 1990’larda sol kanatta bir Tony Benn vardı bir de Jeremy Corbyn, daima sol kanadı temsil eden,gösterilerde yer alırlardı. İyi bir insandır. Sanırım Labour partinin yenilgileri Jeremy’i ön plana çıkardı. Çok umutlu değilim ama başarılı olmasını dilerim (tabii sistem tarafından yutulmazsa).
Jeremy Corbyn konusunda umutlu olmamanızın sebebi, SYRIZA’daki erimenin bir benzerinin Labour Party’de de yaşanabileceği risk mi?
Sistem derken tam olarak ne kastediyorsunuz?
Kapitalist sistemi kastediyoruM. lABOUR pARTİ, BU YÜZYILIN BAŞLARINDAN BERİ İNGİLİZ KAPİTALİST SİSTEMİNİN TEMEL DİREKLERİNDEN BİRİDİR. bÖYLE BİR YAPIDA devrimci bir şeyler yapmak ne kadar mümkün olabilir ki?
Gün bak David Cameron, Corbyn’in başkan seçilmesinden sonra ne demiş:
https://twitter.com/David_Cameron/status/642984909980725248
Şaşırdık mı? Hayır!
Ne yapmak gerek Gün, ne önerirsin?
Mahir Çayan ın Troçki üstüne düşünceleri nelerdi biliyor musun Gün abi.
önerecek bir şey yok. Adam belli ki telaşa kapılmış. Jeremy corby yeni bir cereyan yaratacak gibi görünüyor.
680 numaralı Enver Hoca’yla ilgili konuda bir yazıdan alıntı yapmak isterim;
İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Arnavutluk’u işgal ettiklerinde nüfus içerisinde azımsanmayacak bir yere ve örgütlülüğe sahip olan Arnavut Bektaşîleri, Nazi işgaline karşı direniş kararı alırlar. Bu doğrultuda silahlanan Bektaşîler, kendileri gibi Nazilere karşı harekete geçen komünist partizanlarla işbirliğine girerek bir ittifak oluşturular. Enver Hoca’nın önderliğinde süren mücadelede Bektaşî babaları direnişin kurmayları arasında yerlerini alırlar. Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.
Reha Çamuroğlu – Alevîlik ve Sol Üzerine – Değişen Koşullarda Alevîlik s. 91, 92
sanırım, o zamanki resmi marksizmin bakışından farklı bir bakışı yoktu. olması da imkânsızdı.
Gün, buradaki sensin. Farkında mısın?
http://sendika1.org/2015/09/ingiliz-isci-partine-sosyalist-genel-baskan-jeremy-corbyn-anil-aba/
valla herkes öyle söylüyor.
Hürriyet’le ilgili yazdıklarıma (648) bir örnek eklemek isterim. İktidar yanlısı bir köşe yazarı bu gazeteyi hedef almış son yazısında. Bunların birbirlerini hedef göstermeleri bizi ilgilendirmediği için yanlış değil herhalde?
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/O_Gazete/26307
akpli değilim, dalga geçmek için, polemik doğurmak için sormuyorum.
1 kasım seçimlerinde, 4 partinin de oy oranında sadece milimetrik geçişler olacağı, 7 haziranla büyük benzerlik göstereceği söyleniyor.
sitenizin başında, alıntı yaptığınız kitap ve kişilerin kısa cümleleri dönüyor. george orwell’in sözü de sık sık beliriyor.
eğer gün gelir akp de muhalefete düşerse ve ona da diş bilemeye başlarlarsa, bu kez “akp’nin yanında durmamız gerekir” mi diyeceksiniz?
Zulme uğramaktaysa evet.
mehmet ayvalıtaş,
abdullah cömert,
ethem sarısülük,
ali ismail korkmaz,
berkin elvan,
medeni yıldırım,
ahmet atakan,
hasan ferit gedik,
ve nicelerini katletmiş akp, bugün de zulme devam ediyor, yarın da devam edecek!
eğer gün gelir akp de muhalefete düşerse, zamanında zulümlerin en vahşisini yapmış akpye, “devran döndü” diye “yanında durmak” tutarsızlık değil mi?
bu çok önemli bir konu!
kararınızı nelere göre veriyorsunuz?
değil. Kim eziliyorsa onun yanındayız.
pkk’nın emperyalist ülkelerin bölgedeki emellerini gerçekleştirmek için kullandığı taşeron bir örgüt olduğu iddiası hakkında ne düşünüyorsun abi?
Demir Küçükaydın ve bugünkü çizgisi hakkında ne düşünüyorsunuz…halen marks ve lenin vurgulu yazılar yazıp demokrasiyi orada arıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz..
1. Yalçın Küçük hakkındaki görüşleriniz nedir?
2. Yalçın Küçük’le hiç biraraya geldiniz mi?
Geldiyseniz ne zaman ve amaçla?
3. Şu rivayet hep dolaşır:
Can Yücel zamanında; “Yalçın Küçüktür ama mide bulandırır.” demiş.
Bunu gerçekten demiş olup olmadığını nasıl teyit edebiliriz?
Siz, Can Yücel’in böyle bir söz söylemiş olduğuna ihtimal veriyor musunuz?
Can Yücel’in bunu söylediği doğru. Küçük, süper zekâ biridir. Ne yazık ki, en çok kendisi zarar görmüştür bu zekâsından. Çünkü zekâsına aşıktır.
Arkadaşım olur. Bizim kuşağın parlak aydınlarındandır. Ne yazık ki o da Yalçın Küçük gibi, bir ölçüde zekâsının kurbanıdır.
bu tür şeylere fazla kulak asmamak gerekir. elbette böyle bir örgüt büyük güçler tarafından kullanılmak istenecektir.
“Agorism” nedir? Lütfen açıklar mısınız?
Yalçın Küçük’ün 7 Haziran seçimleriyle ilgili söylediği “3. Meşrutiyet Devrimi” tezi hakkında ne düşünüyorsunuz?
okumadım.
bilmiyorum.
Abi sana bir soru daha bu ural ateşeri tanırmısın bugünkü çizgisiyle 68 çizgisi arasında fark varmıdır varsa nasıl bir fark vardır.
İyi tanırım. Bizim kuşağın önde gelenlerindendi. 1970’lerde TKP’yi destekleyen Ürün dergisini çıkarıd. Sanırım 1980’lerde Almanya’ya iltica etti. 4-5 yıl önce kadıköy taraflarında birkaç kere rastladım. ayaküstü birkaç laf ettik. eskisi gibi sportmen ve dinamikti. Günde 3 saat yürüyüş yaptığını söyledi bana. Bugünkü çizgisini bilmiyorum.
Gün Abi,
HDP’nin geldiği noktayı düşünerek, Kürtler Türkler’den daha başarılı solcu denebilir mi? Bildiğim kadarıyla Türk’lerin Kurduğu bir sol parti %13 oy almadı.
Gün, merhaba,
Sık sık senden bahsedilen, isminin, yaşadıklarının, çıkardığın derslerin dile getirildiği bir program var:
“Bize Müsaade”
Her cuma 22.00 – 00.20 arası canlı izlemek için:
http://tvnet.com.tr/canli-yayin
Yayınlanmış tüm bölümleri izlemek için:
https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos
bir bakayım. sağol.
Milliyet unsuru unutma. Solun dayandığı bir milliyet yok. HDP ise Kürt milliyetine dayanıyor. öyle kürtler biliyorum ki, solculukla yakından uzaktan ilgisi yok, hatta bal gibi sağcı, muhafazakâr ama kürt olduğu için hdp’yi destekliyor.
Bir dönem mutlak iktidar sahibi olan Robespierre’in lakabının “incorruptible” (bozulmaz, yozlaşmaz) olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Doğru. Sofuca yaşayan, yani püriten bir kişilikti. Jokoben diktatörlüğün devrim için gerekli olduğuna inanıyordu. Püriten olması, birkaç yıl insanların kellerini uçurduğu ve halka bastığı gerçeğini değiytirmez. Kendisi de aynı yolda kelleyi verdi zaten.
Biraz dinledim. Henüz benden söz ettikleri bölümlere rastlamadım. Epeyce uzun. Yer yer dinleyeceğim. Haşmet Babaoğlu’nun ismini duydum ama kimdir, nedir bilmem. Ama şu kadarını söyleyeyim ki bunlar akp iktidarının yalakaları.
Selahattin Yusuf Gün Zileli’yi anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=CSXmuuvNSZA
Dakika 25.23′de başlıyor:
“Geçtiğimiz yıllarda Gün Zileli’nin anılarını okumuştum. Çok faydalı oldu benim için gerçekten. Adamcağız bir şey vesilesiyle, tutuklanma korkusuyla, kaçıyor, bir arkadaşının evine sığınıyor ve orada yaşamaya başlıyor Nişantaşı’nda, 12 Eylül’den hemen sonra. Orada tesadüfen, diyor, ‘Birikim’ diye bir dergi elime geçti, diyor. Ve orada okuyarak bizim fraksiyonun dışında da doğrular olabileceğini, sosyalist şeyler olabileceğini, efendim, hakikatler olabileceğini… Ömrünü geçirmiş bir hakikat uğruna ve fedakârlıkları göz yaşartacak kadar fazla ve tesadüfen tutuklanma korkusuyla, bir evde, hücre hapsinde, kendi kendine o da ‘Birikim’ dergisi çok yakın onun atmosferine.”
Ve evet:
Selahattin Yusuf da, İsmail Kılıçarslan da AKP yanlısıdır. Fakat Haşmet Babaoğlu’nun “eski solcu”, yeni “AKP”ci olduğu söylenir.
Bu programın önemli özelliği: İslamcı geçinenlerin ve gerçek İslamcıların kendi aralarında ne konuştukları hakkında, medyadaki diğer türevleriyle kıyaslayacak olursak, daha ele avuca gelir konulardan bahsetmesidir.
Eğer YouTube kanallarındaki geçmiş programları izlersen bunu daha net göreceksin Gün:
https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos
Biraz izledim tam bir çöplük. lafı getirip Tayyip’i yağlıyorlar.
Abi yukarıda hayvanları korumayla ilgili bir soruya cevap vermişsin benim anlamadığım süs köpeği de dediğimiz hayvanlar bir burjuva özelliği değilmidir..Yada hayvanları bahçelerde zincirle bağlamak bir sömürü değilmidir.
Abi senin için artiz diyorlar..sen ne diyorsun bu konuda…
olabilir 🙂
Seçimleri istediği zaman askıya alabilen veya tekrar ettirebilen bir parti-devlet rejiminin seçimle geriletilebileceğine inanıyor musunuz?
7 haziran seçimlerinde hdp’nin barajı geçmesi onlara büyük darbe olmuştur. Hâlâ kıvranıyorlar, görüyorsunuz.
Gün abi hala 44 Child filmini izlemedin mi ya..Sende benim gibi üşengeçsin he 🙂
🙂 İzleyeceğim ama ekrandan izlemek istiyorum.
Erdal Şimşek’in MİT kitabını okudunuz mu? Sizden de bahsediliyor. Okuduysanız düşünceleriniz nelerdir?
okumadım. bilmiyorum da. Neyin nesidir?
Kurban bayramı sizce bir hayvan katliamı mıdır?
Evet.
Bir dergi 1 Ekim’de yayın hayatına başlıyor:
“CİNS”
(6 TL)
http://cins.com.tr/
Sizden bahsetme ihtimalleri oldukça yüksek, geçmişinizden çıkardığınız derslerle ilgili bölümlerle karşılaşabilirsiniz Gün bey!
Gün Abi siz öldükten sonra düşünsel mirasınız kime kalacak? Bayrağı kim devralacak?
tek başına bir “düşünsel mirasım” yok ki. Sen ben o hepimiz. Sömürü ve baskı sürdükçe mücadele de durmayacaktır.
Gün abi sence Türkiye’de filozof var mı? Bizden niye filozof, düşünür vs. çıkmıyor? 80 milyonluk nüfusta normal mi bu? Ne düşünüyorsun?
Gün,
Sen cin misin?
anlamadım.
halkın içinde çok vardır.
Cins, birinci sınıf bir kültürün, birinci sınıf bir düşüncenin, birinci sınıf bir duyarlılığın dergisi olmak için yayında. Verili kültürel iktidarın söylem üretme gücü tek kanallı ve hâkim bir dille ilerlemektedir. Kültür, medya üzerinden de üretilen bir olgudur artık günümüzde. Bütün siyasi retoriklerin altını kazdığımızda ulaşacağımız şeyin ta kendisi kültürdür. Bu noktadan hareketle siyasi söylem geliştirme açısından da yeni bir hareket alanı açmaya taliptir. İnsanımızın en büyük sorunu kendi tanımlarını yapamamak, başkalarının tanımlarının gölgesinde yaşamaya çalışmaktır. Bu yüzden ya başkalarının kültür pazarında ürün oluyoruz ya da başkalarının ürettiği kültür ürünlerinin müşterisi…
Aslında kültürel üstünlük bir mitoloji gibi ilerler. Terör geçmişi olan bir hareketi, barış havarisi yapabilecek söylem ve ortamı üretebilir. Bunu için kültürün psikolojik üstünlüğü gereklidir. İşte Cins, bu psikolojik üstünlüğü ele geçiremese bile geriletmenin derdindedir. Gerilettiğin şeyi, her an yenebilirsin de. Neticede Mağrib’li çocukların Paris’i yakabilme imkânlarını savunmaktır Cins. Verili kültürel iktidar diline karşı tüm satırlarıyla savaşan bir mevzi dergisidir. Başkaca bir derdimiz yoktur.
http://www.cins.com.tr/hakkimizda/
Nihat Genç hakkındaki görüşleriniz nedir?
artiz… 🙂
Eğer Irmak Hanım ile görüşürseniz;
Kendisine saygılarımızı gönderdiğimizi söylemeyi unutmayın…
https://vimeo.com/32966847
http://www.irmakzileli.com.tr/2015/09/30/cumleten-bozukluklar/
Hikmet Kıvılcımlı hakkındaki görüşleriniz nedir?
Kendisiyle hiç biraraya geldiniz mi?
Sizin görüşlerinizi öğrenmek istemekle birlikte, kendisi hakkında önereceğiniz sağlıklı kitap isimleri yazar mısınız?
Hikmet Kıvılcımlı, kendine özgü görüşleri olan değerli bir Marksisttir. Tarih yorumları özellikle değerlidir. Ne yazık ki, siyasi tahlilleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Göztepe’deki muayenehanesine 1969 yılında aydınlık Sosyalist Dergi götürmüştüm.
Google’a ismini yazarsanız bütün eserleri karşınıza çıkacaktır.
Vedat Türkali hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Sayın Zileli,
Bilginize:
“İslamcılık; iktidarı ele geçirmeli!” mottosunun bütün eğitim kurumlarında olduğu gibi, üniversitelerde de bir virüs gibi yayıldığı ortada!
Fakat:
‘İslamcılık’tan daha sinsi, daha şekil-değiştirici, daha maske-yenileyici, daha tehlikeli, daha ölümcül bir virüs; daha hızlı yayılıyor, haberiniz olsun!
‘ 3H Hareketi & http://www.3hhareketi.org/ ‘
Ne yazık ki:
Bugün, üniversitelerde yaptığımız araştırmalarda şu tehlikenin hâlâ varolduğunu gördük:
‘3H Hareketi’, özellikle İ.İ.B.F.’de kendilerine taraftar toplamak amacıyla öğretim görevlileri + öğrenciler üzerinde muazzam ‘manipülasyon taktikleri’ uyguluyor!
1990’larda ‘İkinci Cumhuriyetçiler’e karşı nasıl mücadele ettiysek, 2010’lu yıllarda da ‘3H Hareketi’ne karşı mücadele ediyoruz!
Kendilerine ‘rehber’ kabul ettikleri zihniyetlerin başlıcaları şöyle:
Ayn Rand!
Ludwig von Mises!
Robert Nozick!
Milton Friedman!
Sayın Zileli, unutmayınız:
Sizin ‘ http://www.serbestiyet.com ‘ üzerine yazdığınız yazının konusunu oluşturan kişilerin & zihniyetlerin tohumları:
1990’larda ‘ İkinci Cumhuriyetçiler = http://www.ikincicumhuriyet.org/ ‘,
2000’lerde ‘Genç Siviller = http://gencsiviller.net/ ‘,
2010’larda da ‘ 3H Hareketi = http://www.3hhareketi.org/ ‘;
Tarafından atıldı!
Bu tohumlar filizlenmeye başlayınca da; ‘serbestiyet’ ve yüzlerce türevine transfer edilerek virüs daha hızlı yayılıyor!
Umarız; ikazımızı dikkate alırsınız!
Bir Gün Tek başına romanı eşsizdir. Güven de iyidird. Diğer romanlarında pek iş şoktur. Son romanı bitti bitmedi, çalakalem yazılmış, uydurma bir romandır. Hiçbir zaman egemenlerin yanında yer almadı ama son yirmi yılda Kürt hareketine eleştirisiz angaje olmasını hatalı buluyorum.
Mickey Mouse hakkındaki düşünceleriniz nedir?
bunu da siz cevaplayın eğer isterseniz.
Sosyalizmin son dönemini yaşamış, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren BT ve T-34 tankları projesinin mühendisi Nikolay Kuçerenko’nun kızı, Sovyet-Rus şair ve yazar Larisa N. Vasileva, dönemin kadınlarını “Kremlin Kadınları”nda inceliyor. Kadınca sezgileriyle ama temkinli bir bakış atıyor o “sera”ya ve gördüklerini okurlarla paylaşıyor.
Devrim öncesi yurt dışında, 1917 devrimi sonrası yurt içinde Lenin’in yanında, yakınında bulunmuş Ivan Popov’un yazarımıza anlattıkları çok ilginç:
Çar ailesi ile Maria A. Ulyanova (Lenin’in annesi) arasındaki büyük sır nedir? Basit söylentiler mi, gerçek mi?
Marksist-Leninist “sera”da, en çok özgürlük vadedilen kadınların durumu nasıldı? Üstelik, Kremlin’in hanımefendileri olan o kadınların tarihi süreçteki rolleri neydi; Kremlin’in kunt duvarları arasında mutlu muydular? Neden o kadınların bazıları zindanlara kapatıldı, sürgünlere gönderildi ve devletin zirvesindeki eşlerinin, onları kurtarmak için kılı kıpırdamadı?
Duvarlar yıkıldı; elini dudaklarına götürerek “KONUŞMA!”, “Çok dikkatli ol. Böyle zamanlarda duvarın da kulağı var” diye ikaz eden başı kızıl çatkılı kadın afişleri nostaljik birer objeye dönüştü, ama o “sera”nın gizemi aralandı mı?
Bu kitabı okuyunca hayretler içinde kalacaksınız!
Dünya dillerine çevrilmiş, çok satanlar listesinde haklı yerini almış bu eseri okurlarla ilk kez ETON Yayıncılık buluşturuyor ve önemli bir eksiği gidermiş oluyor.
390 sayfa
Çeviren: Fatma Arıkan
http://www.eton.com.tr/kremlin-kadinlari/2/1/1069.aspx
12 Eylül döneminde idam edilenlerden tanıdığınız var mıydı hiç?
Hayır.
Neden diye sorabilir miyim? Silahlı eylemlere karışmadığınız için mi?
Görüleceği üzere, eski kuşaktan komünistlerin yaptığı bu “teorik çözümlemeler“ dikkate alındığında, şöyle bir ilginç tablo çıkmaktaydı ortaya: Lenin’in Nisan Tezleri’ni kaleme alışından ve Ekim Devriminin ortaya koyduğu derslerden elli yıl sonra, Türkiye’de Marksist sol hâlâ “aşamalar“ ve “asgari-azami program“ üzerinde kavga yürüterek bölünebiliyordu! Ekim devriminin derslerinin ışığında, Lenin’in sağlığında formüle edilen “proleter devrimin sürekliliği“ ve proletaryanın tek ve bütünsel “geçiş programı“ anlayışı, Türkiyeli sosyalistlerin hafızasından silinip gitmişti adeta. Bu hafıza kaybına yol açan, 1930’lardan beri dünya komünist hareketi üzerinde hegemonyasını kurarak, Bolşevik görüşlerin tasfiyesine girişen Stalinizmden başkası değildi elbette. —Bu metni şurada okudum; ne diyorsunuz ? http://marksist.net/MT/Marksizm_ve_turk_solu.htm
Konumlar farklıydı. Örgütler arasında kopukluk vardı. Kuşaklarda da biraz farklılık vardı.
Aşamalı devrim elbette eleştirilmeli ama Troçki’nin sürekli devriminin de bugün artık geçerli olmadığını kabul etmek gerekir.
http://marksist.net Peki burayı takip ediyor musunuz?
arkadaşlar buraya gönderiyorlar sık sık, oradan izliyorum.
Peki nasıl buluyorsunuz yaklaşımlarını?
katıldıklarım da var, katılmadıklarım da. Genelde devrimci tutumda, gördüğüm kadarıyla.
Diyorsunuz ki, size, bey, ağa vb sıfatlarla hitap edilmesinden hoşlanmıyorsunuz.
Ama siz benim dedem bile büyüksünüz. Size sadece isminizle hitap etmekten utanırım.
Buna nasıl bir çözüm bulacağız. Gün Abi, Gün arkadaş yazmayı düşündüm ama bunu kullanınca da kanka havası oluşuyor biraz.
çocuk yapmak nasıl bir duygu ? 5 yıllık evliyim ve kendimi geleneğe kaptırmak istemiyorum ancak bir yerden de neslin devamını sağlamak doğal bir gelenek mi diye düşünüyorum. Sizin hiç böyle sıkıntılarınız oldu mu?
Abraham Lincoln hakkındaki görüşleriniz nedir?
ikisi de iyidir.
olmadı. Böyle şeylere kafayı takmayın. çocuk yapmak ilkel bir duygudur. illa bir çocuğunuz olsun istiyorsanız evlat edinin.
iyi adamdı rahmetli 🙂
ABD başkanı. Suikastle öldürüldü.
Gün abi merhaba,geçen gün nietzsche ve anarşizm konulu bir makale okudum.O makalede klasik anarşizmin(proudhon,bakunin,kropotkin vs..) nietzche’ci anlamda bir hınç duygusundan hareket ettiğini,kendisini bir şeyin karşıtlığında(devlet veya yoğunlaşmış iktidar) tanımladığını,bu çerçevede de hayatı sakatlayan hınç duygusunun güdümüne girdiğini belirtiyordu(Örneğin bakunin kötü tanrının karşıtı olarak gördüğü insanın iyi olduğundan dem vuruyor).Anarşizmin bu ikili karşıtlığının özgürleştirici bir siyasi program üretmekten uzak olduğunu,karşıtını tasfiye etmek isterken mevcut iktidar ilişkilerini yeniden ürettiğini söyleyen yazar,özgürleştirici bir programı içerme potansiyeli olan anarşizmin nietzche’ci anarşizm olduğunu söylüyordu.Nietzche’ci anarşizmin ise bir hınç duygusundan hareket etmediğini,kendisini bir şeyin karşıtlığı üzerinden tanımlamadığını,kendinden yola çıkarak hayatı en üst düzeyde olumlamanın kapısını araladığını belirtiyordu.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?Nietzche’ci bir anarşizm okuması mümkün mü,klasik anarşizm tepkisel bir hınç duygusu mu?
bence saçma.
Şahsınıza laf atmak maksadım yok, sadece öğrenmek istiyorum.
“olmadı. Böyle şeylere kafayı takmayın. çocuk yapmak ilkel bir duygudur. illa bir çocuğunuz olsun istiyorsanız evlat edinin.” yazmışsınız.
“İlkel” kelimesinin, hayatın içinde nasıl yer aldığını sizle görüşmeye başlasak siteniz yetmez herhâlde.
“Çocuk yapmanın ilkel bir duygu olduğu” görüşünüzü açar mısınız?
Hemen ardından “illa bir çocuğunuz olsun istiyorsanız evlat edinin” ifadeniz; bir öncekiyle çelişkili değil mi?
Sonuçta bir çift çocuk yapmayı reddetse bile bir başka çiftin çocuğunu evlat edinmiş olacak. Biyolojik bağ yönünden bir ilişki yok, doğru, ama “çocuk sahibi olmak” denen kavram “evlat edinildikten sonra bile” devam etmiş olacak.
Cevabınızı ilk okumamda çıkarımsadığım bu oldu.
Lütfen cevabınızı detaylandırır mısınız?
Not: Bir yanlış anlama olmaması için; “vereceğiniz cevaba göre karar vereceğim” diye bir algı oluşmasın Gün bey. Sadece öğrenmek için sorduğumu en başta belirtmiştim. Yani cevabınızı yazarken, kendinizi kısıtlamayın.
İşid’in mevcut devletlerin makyajsız hali olduğunu düşünüyorum.İşid gibi “gayri medeni bir orta çağ hortlağı” ile,diğer “modern” devletler arasındaki farkın insanları bıçakla boğazlamak ile tepelerine bomba boca etmek kadar olduğu kanaatindeyim.Fark esasta değil,usulde yani.Siz ne dersiniz?
Her nokta tutarlı olma zorunluluğu yok. Hayat tutarsızlıklarla dolu.
bir bakıma doğru.
https://twitter.com/pancuniyoldas/
isiktasKemal (Pancuni Yoldaş) isimli bir kişi var.
Özellikle Gezi’yle birlikte kendisini daha yakından tanıdım. Galiba vaktinin çoğu Taksim ve çevresinde geçiyor. Ne zaman bir eylem, konuşma, miting, protesto vb olsa kendisini orada görüyorum.
Kim olduğu hakkında bir bilginiz var mı? Hiç görüştünü mü?
Tanımıyorum.
Halkın Kurtuluş Partisi’ni (HKP) ilk kez duydum.
Bilginiz var mı? Nedir?
Tiikp’in önder kadrolarının tamamı neredeyse şu an da medyada,akademilerde yazarlık akademisyenlik yapıyorlar.Fikirlerine katılalım,katılmayalım ama geniş bir entelektüel birikimleri olduğu görünüyor(kayahan hariç).Neden diğer sol örgüt kadroları değilde genellikle tiikp kadroları ünlü simalar olarak karşımıza çıkıyor.Siz teoriye daha mı çok önem veriyordunuz?Daha mı çok kitap okuyordununuz?
Kıvılcımlıcı bir grup. Aşağı yukarı VP kadar ulusalcıdır.
Kayahan öbürlerinden geri kalmaz. aydınlık temelde (teoriye değil de), yazıp çizmeye, yayıncılığa çok önem veren bir hareketti. Dolayısıyla eli kalem tutanları daha çok topladı çevresinde. Okuma meselesinde bir fark yoktu.
HKP hakkında “aşağı yukarı VP kadar ulusalcıdır” bilgisi doğru değildir.
Doğrusu:
1. HKP, Kürt sorunu konusunda Kıvılcımlı’nın 1932’de yazdığı “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” kitabındaki görüşleri dün de bugün de savunmaktadır. Afedersiniz, Ayd..lıkçılar gibi zigzagları yoktur. Antişovenizm ilkesinden taviz vermez.
2. HKP’nin demokratik-devrim perspektifi MDD’den daha ilericidir; işçi sınıfının her alanda öncülüğünü esas alır. Bu açıdan Latin Amerika’daki Bolivarcı hareketlere benzetilebilir.
3. HKP’nin cumhuriyet ve Kemalizm ile ilgili görüşleri VP’ninki gibi Birinci Cumhuriyet güzellemesi değildir. Emekçi sınıfların ve SSCB ile ittifakın damgasını vurduğu Kuvayı Milliye dönemi ile; burjuvazi + tefeci-bezirgan ittifakının damgasını vurduğu sonraki dönemi ayrı ayrı ele alır. HKP’nin hedefi Birinci Cumhuriyet’i restore etmek değildir; emekçi sınıflara dayanan yeni bir demokratik halk iktidarı kurmaktır.
4. VP bildiğiniz gibi, AKP’nin dümen suyuna girmiştir. HKP ise meşru her alanda AKP diktatörlüğüne karşı mücadeleye devam etmektedir.
5. HKP seçimlerde Gün Zileli’nin yaptığı gibi CHP, MHP, Saadet Partisi ve HDP gibi sistemin “muhalefet” partilerine oy çağrısı (veya VP’nin yaptığı gibi ittifak çağrısı) yapmaz! Seçimleri, halkın politize olduğu bu özgün momentlerde, sosyalizm propagandası yapmak ve güç toplamak amacıyla bir kürsü olarak değerlendirir.
Kemalistlerin şeytanlaştırılması doğru muydu? Yoksa bugünkü iktidara – hatta belki de Suriye dolayısıyla bu uluslararası duruma – yol açtığı için yanlış mıydı?
Açıklamalar için teşekkürler ama kamuoyuinca verdikleri imaj biraz daha farklı. Aşırı milliyetçi bir görünümleri var. Yine de böyleyse eğer, sevinirim.
Kemalistler şeytanlaştırılmadı, sadece 1920-1950 arası tek parti diktatörlüğü eleştirildi ki bu gerekliydi ve gereklidir. Suriye’deki duruma kemalistlerin eleştirisi yol açmış değil. Toplumbsal dalgalanmalar bazen bir akımın fazlasıyla tecrit edilmesine yol açabilir.
Size katılıyorum bu konuda. Kastettiğim şey bazı çevrelerin, örneğin bazı liberaller, PKK muhalifi bazı Kürtler, DSİP ve Taraf gibilerinin Kemalistlere karşı AKP’yi desteklemesiydi. Yoksa bunun dışında kalan demokrat, sosyalist, anarşist kesimler değil.
Max stirner hakkında ne düşünüyorsunuz?Bütün ideolojilerin papazları bu adama küfür ediyor.Ama ben biricik ve mülkiyetini okuyunca çok etkilendim.Sizin anarşizm anlayışında stirner nereye oturuyor?
Ben sıfatsız anarşistim. Benim anlayışımda hepsine yer var. Stirner bireyci anarşisttir. Birey vurgusu ÖNEMLİDİR. tABİİ Kİ ÇUBUĞU BİR TARAFA DOĞRU FAZLACA EĞMİŞTİR ama bu da doğaldır.
Sizce 23-50 arasındaki tek parti yönetiminin Baas yönetiminlerinden olumlu, olumsuz bir farkı var mıydı?
Faşist ve Nazist ideolojilerin ekonomi politikaları ile Sosyalist ülkelerin ekonomi politikaları küçük farklar dışında paraleldir diyebilir miyiz?
aydınlık hareketi devrimcilerin adreslerini yayınlayarak devrimcileri devlete ihbar ederken aydınlık hareketindeki konumunuz neydi gün ağabey? bu duruma karşı çıktınız mı? sonucu ne oldu? ne tavır aldınız? konu hakkındaki yazılarınız hangileri?
Harun Karadeniz ile hiç yüzyüze görüştünüz mü? Görüşmediyseniz bile hiç aynı mekânda bulunduğunuz anlar oldu mu?
Sitenizde sadece şuna rastladım:
9.18.12 tarihli “Kasabalar, İnsanlar…” başlıklı yazınızdan:
http://www.gunzileli.com/2012/09/18/kasabalar-insanlar%E2%80%A6/comment-page-1/
“…’1969 yılı 7 Şubat günü olduğu gibi bir şanlı tütün eylemi düzenleyin, demeye getiriyorlar… Gerçi 7 Şubat eylemini Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan aslan gibi devrimci delikanlılar ta Ankara’dan, İstanbul’dan gelip yapmışlardı. Harun Karadenizler, Ertuğrul Kürkçüler filan…” (s.114)
1969 ve 1970 Şubat aylarında, tütün piyasasının açıldığı dönemde yapılan Akhisar mitingleri sadece Ankara ve İzmir’den gelen FKF’li gençlerce düzenlenmişti. İstanbul’dan hiç kimse olmadığı gibi Harun Karadeniz de yoktu.
Yukarıdakiler dışında; Harun Karadeniz hakkında hiçbir yazınıza ulaşamadım.
1975 yılında hapishanede kanserden öldüğü söyleniyor. Bu gerçek mi?
Yoksa; medya tarihine ve normal! tarihe kayıt olsun diye dizayn edilmiş bir ölüm haberi şekli mi?
Eğer gerçekten 1975’te bu hayattan göçüp gittiyse;
Mahirlerin katline,
Denizlerin idamına,
Kaypakkaya’nın nasıl katledildiğine de tanık olmuş,
Ve 1975’te de kendisi bu dünyayı terketmiş demektir!
“Olaylı Yıllar ve Gençlik”,
“Eğitim Üretim İçindir”,
“Yaşamımdan Acı Dilimler”,
“Kapitalsiz Kapitalistler”,
“Emekçinin Kitaplığı”
kitaplarının eski baskıları zor da olsa bulunabiliyor!
Siz bu kitapları okudunuz mu, görüşleriniz nedir?
Baas yönetimleri tek parti dönemine benzer. Bazı farklar vardır elbette ama bunların uzun uzadıya tahlil edilmesi gerekir. Örneğin arap baas yönetimleri kürt meselesinde kemalist yönetim kadar bağnaz değildi. Irak’ta Kürt partisi legaldi ve hükümete bile katılabiliyordu zaman zaman. Komünizm konusunda da öyle. Özellikle 1940’lardaki tek parti yönetimi ancak nazilerle karşılaştırılabilir.
Devletçi kalkınma yöntemlerinde bir hayli benzerlik vardır. Esir emeği kullanmada da öyle.
Devrim, ben bunları Havariler’de uzun uzadıya yazdım. Okumadın galiba. Havariler’i okumalısın. Beni tekrarlatma burada.
Harun Karadeniz’le bir ortamda bulunduğumu hatırlamıyorum. Şehirlerimiz de ayrıydı. O, esas heyheyli günlerde aratık talebe birliği başkanı değildi. Kanser’den öldüğü doğru. Harun Karadeniz iyi bir sosyalistti. Fakat 1968 olaylarında çok önemli bir rolü olmamıştır.
Hayatınızda hiç kendinizi çok yalnız hissettiğiniz bir dönem oldu mu?Olduysa bununla nasıl baş ettiniz?
Tabii ki oldu, her insanın böyle dönemleri olur. Nasıl mı baş ettim? Okuyarak ve yazarak.
Matematikle aranız nasıl?
Çocukluğunuzda ve gençliğinizde ilgilendiniz mi?
Matematik problemlerini çözmekten hoşlanır mısınız?
Üniversitede felsefe okumuşsunuz, peki matematikle ilişkiniz ne idi?
Mühendis olmayı niçin düşünmediniz?
Son sorum, anarşist akımlar içinde, matematiğe bakış nedir?
matematikten hayatım boyunca zayıf aldım. son sorunuz yine matematikle ilgili olduğundan bilmiyorum.
John Lennon hakkındaki görüşleriniz nedir?
Onun Imagine’ini çok severim.
Tekke kurun.
Şeyhimiz olun.
Müritleriniz olalım.
Kabul eder misiniz?
saçma…
Her Cuma saat 22.00’da TV NET isimli kanalda yayınlanan “Bize Müsaade”yi izlemeni öneririm Gün. Senden çok sık bahsediyorlar.
Canlı yayın adresi (22.00)
http://tvnet.com.tr/canli-yayin
Yayınlanmış bütün bölümlerin arşivi:
https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos
Senin AKP karşıtlığını biliyorlar ve hatta HDP’ye verdiğin destek nedeniyle eleştiriyorlar da.
Daha çok, yazdığın hatırat dizisinde yaptığın özeleştiriler ve yaşananları doğrudan anlatman sebebiyle senden çok bahsediyorlar programda.
“Bize Müsaade”
http://tvnet.com.tr/canli-yayin
dakikasını da belirtsen ne iyi olurdu.
Bir üstte yazdım Gün. Gözünden kaçmış galiba.
İslamcı camiada, AKP sonrası bölünmelerde yaşanacak, “yeni” gelenekçiler ile “yeni” yenilikçilerin, kendi aralarında nasıl kırılmalar yaşadığını şimdiden bu progam ile öğrenebilirsin Gün!
Canlı yayın adresi (her cuma saat 22.00)
http://tvnet.com.tr/canli-yayin
Yayınlanmış bütün bölümlerin arşivi:
https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos
AKP çöküp gittikten sonra, ülkede en büyük dört tehlike:
1. AKP’nin karnından doğmuş “yeni” yenilikçiler,
2. Kapitalistlerce zehirlenmiş CHP,
3. Daha da ajanlaşan Fethullah Gülen teşkilatı,
4. Güçleri gittikçe azalan ulusalcı camia.
İslamcılar içindeki çalkalanmaları ve “AKP sonrası”nı şimdiden tahlil etmen için bu programı izlemeni öneririm Gün.
Çok uzun. Sen belli bölümlerden bir seçme yapsaydın.
Deli Gaffar kim yahu?
Bir garip kişi 🙂
ankara bombasının failleri kimler sizce? yeşil derin devlet mi? beyaz derin devlet mi? akp mi? tc mi? abd mi ? ab mi ? israil mi? abd,ab,israil ise bu emperyalist klıklerdeki hangı kanatlar? yoksa bir ortak eylem mi? surıye deki serıatcılar ıse hangı kanat? ısıd mı? el nusra mı?
ya da kestırmeden sorayım bu eylemın amacı neydı kıme faydası vardı en cok.
Bir şey söylemek için çok erken ama çok özlü söyleyecek olursak bu, sarayın savaşını sürdüren güçler gibi geliyor bana.
Seçimleri tamamen ortadan kaldırmak veya iptal etmek olabilir. İzleyelim bakalım.
kanımca akp yapmaz. kendı bacagına ates etmez. suruc – secım sonucu dıyalektıgı ortada. bu iş rusya iran suriye işine benzıyor. ya da serıatcıların emperyalızmın denetımınde olmayan kanadının işi. ne dersın abı?
akp secımlerde cuvallayacak bu bombadan sonra zaten durumu kotuydu bomba ısı saglama aldı. sımdı yol ayrımına geldık senın de daha once defalarca belırtttıgın gıbı akp yargılanacagını bılıyor rakıplerı tarafından ıc savas secenegı gundemde . batılı efendılerınden ıcazet alırsa boyle bır ıse gırıse bılır mı akp? ortadogudakı vazıyet batı destegı alıp alamayacagını belırleyecek akp nın kanımca. ukrayna da yasananlar bır fıkır verebılır bıze. akp batı tarafından ortaya salındı. tayyıp bıraz enver pasa ya benzıyor. ortada bırakılabılır
Gün Ağabey,
Sen 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve nicelerini tecrübe etmişsin.
Ankara olayı’ndan sonra ordunun bir hamlede bulunup bulunmayacağı hakkında bir görüşün var mı?
Sorumu iki yollu soruyorum:
1. Kanunlara baktığımızda, hâlen 1982 anayasası yürürlükte olduğundan, 2015’de bile yaşasak, ordunun yönetime el koyma imkânı var mı?
2. Reele baktığımızda, ordunun herhangi bir müdahalede bulunup bulunmayacağı hakkında neler dersin?
Not: Orducu, askerci değilim.
Bilinemez ki. Bu, bizler açısından kırk katır kırk satır durumu olur.
bütün ihtimalleri ben de tek tek düşünüyorum, fakat hükümetin soğukkanlılığı ve hdp’yi suçlaması aklıma diğer ihtimali getiriyor.
abd ve ab bu iktidarı desteklemiyor.
Bu son katliamla ilgili Perinçek çevresi nasıl bir analiz yapıyor? Sen Aydınlık gazetesini takip ediyorsun diye soruyorum. Nasıl bir komplo teorisi ve analiz üretmişler bu kez?
Aydınlık takip etmiyorum. Ara sıra Ulusal kanala bakıyorum ama iyi hatırlattın bugün alıp bir bakayım. Gördüğüm bir tutum olursa (ki olur) yazarım buraya. Ama
şimdiden söyleyeyim, pek hayırlı bir bakışları olacağını sanmıyorum. Kürt düşmanlığı gözlerini bürüdüğü ve iktidarla tam rezonansa girdiklaeri için.
Aydınlık’a baktım. Bombalamadan ABD’yi sorumlu tutuyor, bunun ABD’nin işi oyduğunu söylüyor. Güya ABD, Erdoğan’ın PKK’ye savaş açmasından ve Rusya ile iyi ilişkiler kurmasından rahatsız olup bu bombayı patlatmış. Ayrıca önerdiği çözüm: Devleti iyice güçlendirmek. Yani katilin elini iyice serbest bırakın, kanlı savaşını yoğunlaştırsın demiş oluyor.
Yani bu kadar olabilir! Ne diyeyim.
Devletin de zaman zaman terör eylemleri gerçekleştiren bir güç olduğuna inanan bendeniz, Ankara katliamının arkasında AKP ya da Saray olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu onlara fayda değil zzarar getirir. Hatta bu bombalamayı PKK’nın yapma ihtimalini daha yüksek görüyorum. Ancak en büyük oranı IŞİD’e vermekteyim. Peki siz?
Ben MİT’in işi olduğu kanısındayım. Sonuna kadar gideceklerdir.
Şurada http://www.okuryazar.tv/wp-content/uploads/2014/12/IMG_9594.jpg hafif hafif büyümekte olan bir göbek var! Eritilmeli! Sizin yaşta biri için büyük tehlike!
İkinci olarak http://www.okuryazar.tv/wp-content/uploads/2014/12/IMG_9596.jpg Jeremy Corbyn’in ikizi olduğunuzu niçin yıllardır bizlerden sakladınız!
http://static.standard.co.uk/s3fs-public/styles/story_large/public/thumbnails/image/2015/09/18/15/jeremycorbyn.jpg
http://i.huffpost.com/gen/3410780/images/o-JEREMY-CORBYN-facebook.jpg
http://i1.mirror.co.uk/incoming/article6426911.ece/ALTERNATES/s615b/Jeremy-Corbyn.jpg
Türkiye solunun faşist bükücü olduğunu söyleyebilirmiyiz?Faşist kitlenin arkasında devlet desteği olmasına rağmen,o zaman ki devrimciler bayağı bir faşistti “etkisiz hale getirmiş”.Özellikle marksist leninist silahlı propaganda birlikleri,dev yol,tikko gibi örgütler çok sayıda faşist eskitmiş.
Bu bakışa hiç katılmıyorum. Faşizmle mücadele başka şeydir, faşist dövmek ya da öldürmek başka şey. İkincisi, esasen faşizme güç vermiştir.
Doğu Perinçek’in Ankara katliamı konusundaki suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Benim tahminim, AKP ile benzer bir yaklaşımda ama tepkiden korktuğundan öne çıkmıyor. Kendi partisinden bazılarına bile kabul ettiremeyeceğini biliyor. Kendi aklınca olayın üstünün küllenmesini bekliyor. Palavradan bazı açıklamalar için genel sekreteri gibilerini öne sürdü, zorda kalırsa onların üstüne yıkacak. Ne dersiniz.
Pek yakından izlemiyorum. Yazmıyor mu bir şey? İlginç gerçekten.
gençlik her geçen gün kötüyemi gidiyo
kim dedi ki onu?
Sayın 762’ye cevap:
Evet!
Ama henüz “bütün gençlik” değil!
Halâ kurtulma ve kurtarma gücümüz var!
Unutmayınız:
“Eylem”e geçmedikçe; kötüye gidecek!
Şunları dikkatle takip etmeniz önerilir:
http://tezer-ozlu-yasiyor.tumblr.com/post/82589878744/turuncu-mavi-beyazyaka-ile
http://www.gunzileli.com/2015/05/28/diktatorluge-karsi-direnis-barikatina-bir-tas-da-sen-koy/
“Kurtuluşçular”ı ilk kez duydum.
“Kurtuluş Gazetesi” ve aylık “Kurtuluş Sosyalist Dergi” temelinde faaliyet göstermişler.
Hâttâ Necdet Adalı, bu akımın bir üyesiymiş.
Senin bilgilerin nedir “Kurtuluşçular” hakkında Gün?
O dönemleri yaşamış herkes Kurtuluş’u bilir. THKP-C kökehnihreh gelen bir hareketti. THKP-C geleneği, 1970(lerin ikinci yarısında, o zamanki Sovyetçi-Çinçi bölünmesine bağlı olarak üçe ayrıldı: Maocu çizgiye yakın olan Halkın Yolu; Sovyetçi çizgiye yakın olan Kurtuluş ve ortacı bir çizgiyi temsil eden, sonradan Dev-Yol adını alacak olan Dev-Genç çizileri. Dev-yol da 1979’da bölündü ve içinden Dev-Sol çıktı. Ayrıca diğer gruplardan da irili ufaklı bölünen ve dağılan gruplar çıkmıştır.
762’ye ben de cevap vermek isterim.
Gençlikten kasıt genel görüntüyse evet.
Fakat en sert ideolojiler toplumdan dışlanmış kesimlere ait olduğu için gençliğin içinde de böyleleri büyük bir potansiyeldir.
Bu, toplumsal muhalefetin bütün kesimlerinde böyledir.
Solun içinde anarşist ve Troçkistler, Kürtlerin içinde PKK muhalifleri ve bağımsızlıkçılar, Alevilerin içinde devlette temsil ve tanınma yerine devletin inanç işlerini cemaatlere bırakmasını savunanlar vb. hep azınlıktır.
Barış Manço ve Cem karaca hakkında ki görüşünüz nedir?
İkisi iyi sanatçılardır. Cem Karaca sol eğilimliydi.
Bu iktidarı şimdiye kadar destekleyen abd-ab şimdi neden desteklemiyor?zileli?
Bizim gibi ülkelerde ekonomisi uluslararası pazarla nerdeyse entegre olup dibine kadar kapitalist üretim ilişkilerinin yaşandığı ülkeler abd-ab batı desteği olmayan iktidar ayakta kalabilirmi?
yarın olası iktidar boşluğunda HDP iktidar yada iktidar olup ”’Büyük insanlık programı”’nı uygularken abd-ab YÖNETEBİLEN toplumsal rıza üretebilen bu iktidarı desteklerse emperyalizmin iş birlikçisimi olur o iktidar ve HDP???
”’İKTİDAR YADA İKTİDAR ORTAĞI””olacaktı
767 ve 768 özgürlükçü’ye cevap
7 Haziran’da HDP’ye oy verdim; 1 Kasım’da da HDP oy vereceğim.
Fakat:
HDP’yi özellikle son 5 yıldır parlatmalarının nedeni; Suriye’deki tansiyon azalıpta, orada yeni devletçikler oluştuğunda; “Seküler” ve “Kapitalizme ses çıkarmayacak” bir Kürt unsurun da bulunması içindir!
Irak ve çevresinde de:
KYB ve Barzani’nin hegemonyasını azaltıp; PYD unsurlarının PKK unsurlarıyla birleşerek Irak içinde Kürtlerin birlik ruhu oluşturmasını sağlamak ve bu “ruh”u da Suriye’deki kantonları ile birleştirerek; “Büyük Kürdistan” planına adım adım yaklaşmaktır.
T.C.’de “Doğan Medya Grubu”nun HDP’ye bu kadar fazla sempati beslemesinin nedeni:
Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ve AKP hegemonyası çöküp gittikten sonra doğacak yeni “taht oyunları”nda;
HDP’nin bölgedeki gücü artmış olacağından, o topraklara da “Kapitalizmin tohumları”nı ekmek, sömürebildikleri kadar çok sömürmek içindir!
Ahmet Hakan’ın Selahattin Demirtaş’ın kara kaşına, kara gözüne, bağlama çalışına vurulmuşluğu falan yok! Sermayenin ağzının sulanması sizleri kandırmasın!
Ahmet Hakan & Şirin Payzın başta olmak üzere; bütün “Doğan Holding” neferinin HDP’ye kucak açmasının nedeni; tam manâsıyla Aydın Doğan’ın “para kazanmak hırsı”ndan kaynaklanmaktır!
Gideni görüyoruz!
Ama geleni de görelim!
AKTROLL DEĞİLİM!
AKTROLL’LERDEN NEFRET EDERİM!
FETHULLAH GÜLEN’DEN ve CEMAAT’TEN NEFRET EDERİM!
ULUSALCI’LARDAN NEFRET EDERİM!
MHP FAŞİSTLERİNDEN NEFRET EDERİM!
LİBERALLERDEN NEFRET EDERİM!
STALİNİSTLERDEN NEFRET EDERİM!
SOSYALİSTİM!
HDP; ne yazık ki bir “Sermaye yaltakçısı parti” olma yoluna adım adım ilerliyor!
HDP, keşke “sol”da kalabilse!
Ama olmayacak; HDP’yi de kendilerine, yani “kapitalizme” benzetecekler!
Bence aktrol…
Gün,
Bir şey sormak istiyorum:
Aktroll olup-olmadığıma nasıl karar verebiliyorsun? Bir troll dedektörün var; onu mu kullanıyorsun?
HDP’yi en az senin kadar seviyorum ve AKP-PKK SAVAŞ KOALİSYONU KONUSUNDA DA SENİN GİBİ DÜŞÜNÜYORUM!
HDP’nin de “establishment”ın bir parçası olmaması için,
HDP’nin de “kapitalizmin tuzakları”na düşmemesi için eleştirilerimi yöneltiyorum. Bunu niçin bir “reaksiyoner tavır” olarak görüyorsun?
On yıllardır haksızlığa uğramış bir grup, halk, teşkilat, parti vb. olan HDP’yi sevdiğimiz hâlde, mücadelesine omuz verdiğimiz hâlde; eğer “kapitalizm tuzakları”na da düşürülmeye çalışıldığını görüyorsak, uyarıyorsak, eleştiriyorsak; bunun neresini “aktroll”lük olarak görüyorsun anlamış değilim!
HDP’YE YÖNELİK ELEŞTİRİMİ, YİNE HDP’Yİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN, HDP’YE SEVDAMDAM DOLAYI YAPIYORUM!
RECEP TAYYİP ERDOĞAN CANAVARININ EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEK İÇİN DEĞİL!
“Altan Tan” & “Ahmet Türk” gibi unsurlar; HDP’nin içindeki en tehlikeli, kapitalizme en teşne figürlerdir! Bunu göremiyor musun? Görmek mi istemiyorsun?
Umarım şimdi biraz daha iyi anlamışsındır!
Yukarıda ve başka yerlerde olduğu gibi bazı yorumculara cevap vermeden “aktrol” demenin yanlış -ve kelime hazinesi bakımından fakirlik- olduğunu düşünüyorum (Kişisel anlamayın lütfen, başka birçok yorumcu yaptığı için söylüyorum. Örneğin bir yoruma -Davut Hırsız Ev Sahibini Bastırır- böyle demenize rağmen o yorumla ilgili sizinle aynı görüşteyim)
Birinin AKP yanlısı olup olmaması ayrı bir konu ama böyle olması bir konudaki fikirlerinin doğru olamayacağı anlamına gelmez.
HDP’yle ilgili yazılanlar bence ilginç ve tartışmaya değer.
768 de güne soru sorulmuştu ama dayanamamış sosyalist devletçi bir devrimci olduğunu itiraf eden bir arkadaş soruya cevap olmaya çalışmış.endişelerine saygılıyım ama benim sorumda cevap zaten içinde saklı idi ip ucu için büyük harflerle yazdım o soruların cevabı ””yönetememek””olduğunu iktidarların değişik yöntemlerle sonuç olarak yönettiği halkın rızası ile yönetebilir olduğunu emperyallerin yönetemeyen eskimiş tükenmiş iktidarları hizmetçisi olmasına rağmen desteklemekten kolayca vaz geçip görünür gelecekte halkın rızasını alıp kabül görme ihtimali olan olası alternatif siyasetlerle olumlu ilişki kurmak isteyen egemenler ve emperyaller çok akıllıdır eeeee onlar bunu düşünebiliyorda HDP bunları anlayıp göremiyormu sanıyorsun en devrimci öncü sosyalist?????haa HDP de senin gibi sosyalist devletçi olsa o zaman bu endeşeye kapılmayacağına eminim. o zamanda benimgibiler hooop duuur hele HDP yi sosyalist parti olarak tanımlayamazsın biz ne olacağız???? diye itiraz ederim evet sosyalist liberal demokrat anarşist inançlı inançsız hemen bereketli topraklarda yaşayan bütün anlayışları içinde kendi olarak barındırsada hiç biri HDP ye kendi damgasını vuramaz????vurmamalı??? işte sizi rahatsız eden budur????aslında HDP nin bu gün sistemin mağduru halkın gözünde tek alternatif ve seçenek haline getirende budur.şu ana kadar biriktirdiğimiz bütün gelenek ve anlayışlardan daha özgürlükçü demokratik devrimci birikimlerin taşıyıcısı olması bunun gerisine düşüp hala geleceğin sosyalizm olacağını sananlarca HDP ye fesatlanma giderek abd-ab gibi sistemin ideolojisi liberalizm ve sistemin kendisi kapitalizmin hizmetine gireceği endişesi eleştirileri aslında tersten okunmalıdır tam tersinme reel politik değerlendirmesinde sistemden kopuşun mevcut sistemin karşıtı alternatifin asıl adresi olması sistemin ne olduğu kopuşun ve içinden başlangıçta mevcudun izlerini taşıyıp giderek sistemin alternatifini üretecek olanın mevcudun içinden doğacağını anlamayıp kendi Leninist devrim teorisi gereği devrim yapıp inşa edeceği sosyalist devletle yukardan aşağıya yeni sistem inşa edeceğini sanan ortıodoks anlayışın tezahürü olması çok açıktır.enseyi karartmayalım endişelerimizi eleştirilerimiz eksik etmeyelim ama cevaplarınıda anlayalım merak etmeyin abd-ab egemen sistemin yeniden üretilmesinin aracı değildir HDP neden senden dolayı benden dolayı HDP biziz biz emperyalsak biz kapitalistsek endişe edelim biz özgürlükçü toplumsal devrimci olabilirsek endişeye gerek yoktur.
Son birkaç yorumun, bu saatte esinledikleri üzerine yazıyorum..
***
Bir kaç kitabın yanı sıra GZ’nin çevirdiği “Kirov cinayeti ve Stalin”i de okuyorken.
Burada yorum yazan çok arkadaşın ve özgürlükçünün de en iyicil ve özgeci niyetlerinden zerre kuşku duymadan…
***
16-17-18 yaşlarımıza dönelim.
Kuşkusuz en başta GZ neleri göze almadık? Hatta ölmek istedik, o donanımsız, beceriksiz sefil ergen gövdemiz gübre olsun istedik, halkın-halkların-insanların neşeli, mutlu olası hayatına… Çoğumuz için Stalin yüce, şanlı önderdi. (Doğrusu o pislikten o zaman da kuşkulanmıştım!)
*
Bugün yaşanılan onca şeyden sonra, öğrenilen onca gerçeklikten sonra, “sosyalizmi” yeniden tanımlamak zorundayız.
Eğer ki sosyalizmi tüm dünya halklarının-insanlarının-bireylerinin lafta değil, gerçekten dostça yaşayabilecekleri bir ortak değer olarak anacaksak…
Bence Marksist-Leninist bakış açısını terk etmek zorundayız. Bu bakış açısı Stalin’le taçlandı!
Tamam, kapitalizm-emperyalizm kötü ama.. iyi bakılırsa 1924-1954 SSCB daha da kötü değil mi?
Mac Carthy aşağılanır; Stalin dönemi bundan 10 ya da 100 kat kötü değil mi?
*
Biz öldüğümüzde, 1950-60 doğumlular gömüldüğünde gençlerin önü açılacak.
Biz aptal bir sosyalizmin kurbanlarıyız; bu kurbanları çoğalttıkça kendimizi iyi hissedecek!
*
Gelelim PKK-HDP nin ABD-Batı yanlılığına.
M.Kemal de Batı yanlısıydı…
***
sanırım bu tarafta.. Doğu’da Seküler bir siyaset, seküler bir toplum modeli en büyük devrimdir.. İyibakılsın. 18-19. yy toplumsal devrimleri bu temelde gerçekleşti.
Kürt halkını Batı-emperyalizmini seçmekle suçlamak yerine, seküler bir dünya-hayatı seçmekle de övebiliriz.
Zavallı İslamik yığınlar henüz bu seçimden bile ne uzak…
***
Tutarlı, dürüst, inandırıcı bir anti-kapitalizm ve anti-emperyalizm ideolojisinin olmadığı bir dünyada 5000 yıldır tahakküm altında inleyen Kürt halkı’nı ABD yandaşlığı ile suçlamak bana insafsızca geliyor.
Bu sefil dünyada, neredeyse herkesin aşağılık ve suç ortağı (solcu-sosyalistler dahil!) olduğu bu rezil sosyo-ekonomik ilişkilerin tarihi içinde kolaycılıktır Kürt siyasal özgürlük hareketini suçlamak…
Bu topraklarda Kürtler ve Alevilerin şansımız olduğunu yazmıştım.
Çoğunluk, sünni ve Türk cehalet baskısı altında kabul etmeli.. Bu ülke hak ettiğimden daha iyi yaşıyor.. Bir fıkra var ya… “şşşanssslı köpppekk!”
halimiz hala budur.
Bakınız.. 100’ü aşkın pırıl, pırıl, gencecik insanın ölüsü üstünde de tepinen % 50’yi aşkın güruha!
Lanet olsun!
Sanırım… biz “uygarlık” denilen şeyin bir kaç yüz yıl gerisindeyiz…
Kürtler bay-pass yapmak istiyorsa..
Yapsınlar. Eleştirmekten önce destek vermeli…
HDP nin büyük kürdistan gibi hayalleri amaçları yoktur.
Merak edenlerin büyük insanlık programına bakması yeterlidir.
HDP kürt partisi değildir sol parti değildir sosyalist parti değildir liberal parti anarşist parti değildir bunların bütününde içinde olabildiği yegane Toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci partisidir.
Sayın 774 özgürlükçü,
HDP’nin gayeleri hususunda senle aynı görüşlere sahibim.
769 ve 770’dekileri yazan benim. Ve bunları yazmam sebebiyle; kendisini çok sevdiğim, çok saydığım Gün Abi’mden “aktroll” yaftasını yemiş olmama rağmen; endişelerimi söylemekten geri duramam!
HDP’nin “programıyla”, “parti tüzüğüyle”; SEÇİMLER BİTTİKTEN SONRA YAŞANACAKLAR UYUŞMAYABİLİR! Endişemin temeli buraya dayanıyor!
Recep Tayyip Erdoğan canavarı ve AKP kuklası; er-geç GİDECEK!
Gideni görüyoruz!
Ama “gelmekte olanı” da dikkate alalım!
Eğer dikkate almazsak:
TAYYİP DİKTATÖRÜ GİTTİKTEN SONRA;
ABD-RUSYA KOALİSYON DİKTATÖRLÜĞÜ GELECEK!
“Irak-Suriye-Lübnan” çemberinde dönen oyunları tahlil etmediğimiz sürece; HDP’yi nerelere çekeceklerini, HDP’ye nasıl tuzaklar kuracaklarını öngöremeyiz!
EVET BEN SOSYALİSTİM! AMA “DEVLETÇİ” ve “STALİNİST” DEĞİLİM!
HDP’yi “establishment”ın bir parçası YAPMAMAK için,
HDP’yi kapitalizmin tuzaklarından KORUMAK için;
Mücadele etmeliyiz!
“Mücadele” derken; hemen “taşa, sopaya, silaha, şiddete sarılmak” anlaşılmasın!
HDP’yi, bugün kimlerin kucakladığını görüyoruz:
“Ahmet Hakan” ve “Şirin Payzın” başta olmak üzere, “Doğan Holding”in neferleri HDP’yi kucaklıyor!
Niçin?
Çünkü: Seçimleri sonrası oluşacak “sermaye rantı”ndan “Doğan Holding”in pay kapması için!
Gelin bir de CHP’ye bakın!
Niçin TÜSİAD’la kol kola geziyor CHP ?!
Hani nerede “emekçi dostu CHP” ?!
Yarın, öbür gün eğer CHP de MÜSİAD’a yaklaşırsa; hiç şaşırmayın!
CHP: “SİZLE BUNDAN SONRA AKP DEĞİL; BEN İŞ YAPACAĞIM! O NEDENLE BANA ALIŞSANIZ İYİ EDERSİNİZ!” DİYECEK MÜSİAD’A!
Gideni görüyoruz!
Geleni de görmeye, anlamaya, tartışmaya başlayalım artık!
YUNANİSTAN’DA SYRIZA’YA VE “ÇİPRAS”A NE OLDU?!
ERİYİP GİTTİLER! ALMANYA’NIN DAYATMASINA, “KAPİTALİZME BOYUN EĞMEK ZORUNDA KALDILAR!”
PEKİ İNGİLTERE’DE “JEREMY CORBYN”E NE OLACAK?!
YENİ BİR RÜZGAR ESTİRMEYE ÇALIŞAN, ÇABALAYAN CORBYN DE ERİYİP GİDECEK Mİ?!
AYNI ŞEY:
HDP’NİN DE BAŞINA GELECEK Mİ?!
“BÜYÜK İNSANLIK” MÜCADELEMİZ; EĞER “KAPİTALİZME BİAT”A DÖNÜŞÜRSE NE OLACAK?!
AĞLAŞIP, DİZİMİZİ Mİ DÖVECEĞİZ?!
Bu soruları sormaktan korkmayın!
Bu soruları sormakla; HDP’nin gücünü azaltmış olmuyoruz!
Bu soruları sormakla; “aktroll” olmuyoruz!
SEVDAMIZ “HDP” İSE;
HDP’Yİ, TAYYİP CANAVARI’NDAN NASIL KORUYORSAK,
HDP’Yİ, “KAPİTALİZME KARŞI” DA KORUMAK ZORUNDAYIZ!
Umarım, şimdi daha net anlamışsındır 774 özgürlükçü!
Bence arkadaş akp’li ama görüşlerinden yararlanmak gerekir.
Beni ne kadar yaralıyorsun be Gün Abi!
HDP konusunda içim senin kadar titriyor; bir bilsen!
Ne diye şu yılışıklar ordusu, diktatör kuyrukçuluğu yapan, Tayyip’in terlemiş atletlerini sıkarak suyunu içen, bu “Tayyip’in teri”ne tapan AKTROLL’lerle beni bir tutarsın; bir türlü anlamıyorum!
TEK İSTEĞİM ŞU:
HDP’Yİ; KAPİTALİZME KAPTIRMAMAK!
RECEP TAYYİP ERDOĞAN CANAVARI, AKP KUKLASI, AKTROLL ORDUSU: MUTLAKA GİDECEK!
GİDENİ GÖRÜYORUZ!
AMA “GELMEKTE OLANI” DA KONUŞMAYA, GÖRÜŞMEYE, TARTIŞMAYA BAŞLAYALIM ARTIK!
Hadi ben sosyalistim! Belki beni bu nedenle kabullenmek istemiyorsun! Belki de beni bir “Stalinist” sanıyorsun Gün Abi!
Ama “anarşizm” de; soru sorar, sorgular!
HDP’NİN GÜCÜNÜ AZALTMIYORUZ!
HDP’Yİ; “KAPİTALİZMİN TUZAKLARI”NDAN KORUMAK İÇİN MÜCADELEYE SİZİ DE ÇAĞIRIYORUZ!
Örnek (1)
ALTAN TAN:
Global ekonominin dışında durmanız mümkün değil. Bugün Ortadoğu’da bir Kuzey Kore veya Arnavutluk modelinin yaşam şansı yok. Aranması gereken şey, kötü uygulamalarına rağmen demokrasidir. Özgürlüklerin çoğaltılmasıdır. Bölgedeki ekonomik kaynakları halka daha fazla aktaracak bir ekonomik sistem kurmak gerekiyor. Bunu siz İsrail’deki kibbutz sistemi veya Rusya’daki komünlerle kuramazsınız. Liberal dünyanın dışında bir dünya inşa etmeniz mümkün değil. Liberal kapitalist dünya yüzde yüz doğrudur demiyorum. Ben Müslümanım. En başta faiz ve kapitalizm haramdır. Ama ilk etapta yapmanız gereken aksak da olsa topal da olsa bu demokrasiyi, liberal ekonomiyi işletmenizdir. Diğer entelektüel arayışlar sonranın işi.
Bugün yapılması gereken bütün çekinceleri koruyarak liberal ekonomi ve liberal demokrasidir ama bir müddet sonra farklı tartışmalara girebilirsiniz.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/5292/degisim-yasamazsa-kurt-siyaseti-bolunur
Örnek (2)
ALTAN TAN:
http://www.milliyet.com.tr/altan-tan-ocalan-a-68-ruhu-/siyaset/detay/1782107/default.htm
Umarım, şimdi daha net anlamışsındır “774 özgürlükçü” ve Gün Abi!
Anladım. Peki akp’li değilsin. Buna çok üzüldüğün anlaşılıyor.
Recep Tayyip Erdoğan canavarı’ndan da,
AKP kuklasından da,
“Tayyip’in teri”ni içe içe beyinleri bulanmış AKTROLL’lerden de:
NEFRET EDİYORUM!
Beni “çok üzen” durum şu:
Senin gibi bir Abi’min; “ortak düşmanınız olan R.T.E. & AKP & AKTROLL” cenahına karşı mücadele etmemiz gerekirken; sırf HDP ile ilgili endişelerimi yazdım diye, beni bodoslama yaftalamandan kaynaklanıyor!
Ve hâttâ, beni başka sıfatlarla da yaftalama diye; şu yılışıkları da yazmak zorunda kalıyorum:
AKTROLL DEĞİLİM!
AKTROLL’LERDEN NEFRET EDERİM!
FETHULLAH GÜLEN’DEN ve CEMAAT’TEN NEFRET EDERİM!
ULUSALCI’LARDAN NEFRET EDERİM!
MHP FAŞİSTLERİNDEN NEFRET EDERİM!
LİBERALLERDEN NEFRET EDERİM!
STALİNİSTLERDEN NEFRET EDERİM!
Umarım, şimdi daha net anlamışsındır Gün Abi!
o kadar çok nefrete re gerek var ki.
Abi ne diyorsun 1 kasımda ne olur??Koalisyona kalacak gibi gözüküyor..Sence koalisyon hükumeti kurulur mu?
Koalisyona izin vereceklerini sanmıyorum. Bünyelerine aykırı.
775 in akp li olmadığını iyi niyetli sosyalist olarak HDP ye oy vereceğindende eminim.endişelerin HDP de siyaseti bütünüyle sosyalist HDP liler üretip belirlesinler istiyorsun? yani henüz HDP nin ne olduğunu anlamamışsın HDP ye sosyalist damgası vurursan HDP yi daraltıp küçültürsün benim gibi özgürlükçü anarşistler gider liberal dediğin altan tan Müslüman demokrat ayhan bilgen ve bilumum Ortodoks sosyalist dışında kimse kalmaz HDP emep yada sykp ye döner daralıp küçülür kapitalizme cepheden karşı gibi büyük laflar eder ama elinden laftan başka bir şey gelmez
Hâlbuki yukardada tarif ettiğim gibi senin gibi sosyalistlerinde liberal demokratların anarşistlerin sosyal demokratların anti-kapitalist Müslümanların Müslüman demokratların bütün dinamikleri içinde barındırıp doğrudan demokratik müzakerelerle karar üretip program üretip uygulayabilen toplumsal muhalefetin politik örgütü olarak kalması tariflenmesi en doğru olandır şu anda yapılan odur.
PKK-PYD -ABD mevzuları konjöktürel işid gibi ırak suriye ekseninde geçici mevzulardır kimse kimsenin kontrolüne girmez merak etme oralarda da maalesef en devrimci öncüler çıkar kapitalist üretim ilşkisinin içinden bence alternatifi sosyalizm çıkmayacak aynı suda iki kez yıkanılmaz reel sosyalizm deneyleri olumsuz tüketildi insanlık bir daha sosyalizm ismiyle kapitalizmin alternatifini üretmez bence Bookchin Marx KARIŞIMI kapitalizmin alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZM olacak ve daha çok ne TANRI ne EFENDİ geleneği bu inşada temel rol alacak sanırım Rojowa ve kürt özgürlük hareketi bunu ilk farkeden sisyaset olması ve rojowada bunu inşa çabaları evrensel ölçektede bir prestij getirdiğine eminim HDP ye gelince artık kimse engelleyemez hatta biz HDP liler ve hdp ni,n hatalarıona rağmen sürekli büyüyüp çok yakın gelecekte 1. parti olacağını iktidar perspektifide zapatistlerin itaat eden komuta tarzı iktidarı gücü sahibi halkın kendisine veren yeri,nde doğrudan demokratik hegemonya içermeyen iktidar perspektifi getirebilir.
en büyük eksiğimiz sanki bu sistem Leninist bir devrimle devlet-iktidar vasıtası ile kapitalist sistemin yerine yeni bir sistem inşa edileceği algısına oturan analizler tümüyle yanlış troçkist-leninist-stalinist devrim teorisi ve sosyalizm sosyalist alternatif üretim ilişkisi inşası tezi mümkün değil bir kere kapitalizmin öncesinin içinden bağrından çıktığı gibi alternatifide içinden çıkacak başlangıçta kapitalist üretim ilşikilerinin özelliklerini taşısada giderek kendi olacak olan toplumsal ekolojik kömünalizmle nihayet insanlık insanın doğanın ve bütün canlı cansız yer kürenin kanseri olan kapitalizmden kurtulup yeni bir aşamaya geçecek bu süreç binlerce yıl alabilir şu anda yaptığımızda o sürecin bir parçası zieli ne dediğimi anlamıştır
1-2 yıllık akp-chp kualisyonundan sonraki seçimde HDP 1. parti olur
“HDP de siyaseti bütünüyle sosyalist HDP liler üretip belirlesinler istiyorsun?”
Asla böyle istemiyorum!
Evet, bir sosyalistim!
Ama Stalinist değilim!
“2015 model politbüro diktatörlüğü”ne daima karşıyım!
Sayın ‘özgürlükçü’,
HDP’yi anlamadığımı bana kimse söyleyemez! Çünkü ben bütün teşkilatları geziyorum. Cuma günü Diyarbakır’daydım. Bu sabah (Pazartesi) Edirne teşkilatındaki çalışmaları izledim. Ve yoğunluğum artarak devam ediyor…
“HDP ye sosyalist damgası vurursan HDP yi daraltıp küçültürsün benim gibi özgürlükçü anarşistler gider liberal dediğin altan tan Müslüman demokrat ayhan bilgen ve bilumum Ortodoks sosyalist dışında kimse kalmaz HDP emep yada sykp ye döner daralıp küçülür kapitalizme cepheden karşı gibi büyük laflar eder ama elinden laftan başka bir şey gelmez
Hâlbuki yukardada tarif ettiğim gibi senin gibi sosyalistlerinde liberal demokratların anarşistlerin sosyal demokratların anti-kapitalist Müslümanların Müslüman demokratların bütün dinamikleri içinde barındırıp doğrudan demokratik müzakerelerle karar üretip program üretip uygulayabilen toplumsal muhalefetin politik örgütü olarak kalması tariflenmesi en doğru olandır şu anda yapılan odur.”
Bu yazdıkların doğru, haklısın, tarifi net yapmışsın.
Ama unutma sayın ‘özgürlükçü’,
Bir ‘özgürlükçü anarşist’ bile olsan; eğer üzerine taş, sopa ile saldırıp, senin vücut bütünlüğünü bozmaya yeltenecekler çıkarsa; kendini korursun herhâlde değil mi! Mıh gibi çakılıp kalmazsın herhâlde değil mi!
HDP’nin içindeki; Altan Tan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Ahmet Türk gibi figürler öldürülsün, demiyoruz elbette! Katil değiliz biz!
Fakat; HDP’yi SYRIZA’ya benzetmeye çalışanların başında bu üç kişi geliyor, bunu da bilesin!
Örnek (1)
ALTAN TAN:
Global ekonominin dışında durmanız mümkün değil. Bugün Ortadoğu’da bir Kuzey Kore veya Arnavutluk modelinin yaşam şansı yok. Aranması gereken şey, kötü uygulamalarına rağmen demokrasidir. Özgürlüklerin çoğaltılmasıdır. Bölgedeki ekonomik kaynakları halka daha fazla aktaracak bir ekonomik sistem kurmak gerekiyor. Bunu siz İsrail’deki kibbutz sistemi veya Rusya’daki komünlerle kuramazsınız. Liberal dünyanın dışında bir dünya inşa etmeniz mümkün değil. Liberal kapitalist dünya yüzde yüz doğrudur demiyorum. Ben Müslümanım. En başta faiz ve kapitalizm haramdır. Ama ilk etapta yapmanız gereken aksak da olsa topal da olsa bu demokrasiyi, liberal ekonomiyi işletmenizdir. Diğer entelektüel arayışlar sonranın işi.
Bugün yapılması gereken bütün çekinceleri koruyarak liberal ekonomi ve liberal demokrasidir ama bir müddet sonra farklı tartışmalara girebilirsiniz.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/5292/degisim-yasamazsa-kurt-siyaseti-bolunur
Örnek (2)
ALTAN TAN:
http://www.milliyet.com.tr/altan-tan-ocalan-a-68-ruhu-/siyaset/detay/1782107/default.htm
*****
Yanis Varoufakis; Aleksis Çipras’ı niçin terk etti! Bunu da unutmayasın sayın ‘özgürlükçü’!
Gün abi gençliğinle,olgunluğun arasında düşünsel olarak ne farklar var..Felsefeci olmanın yanında klasik felsefeciler gibi hayatı sadece anlamaya çalışmak değil de değiştirmeye çalışmak gibi bir mücadelen oldu..Hala bu mücadale misin..Ve felsefi olarak en başa mı yani Aristoteles gibi mutluluğu aramak mı şuan ki derdin yoksa başka bir şey mi..Düşünsel olarak neredesin?
1960’larda, Kemalist esinli Marksisttim; 1970’lerde Maoisttim; 1980’lerde muhalif Marksisttim (anti-Stalinist); 1990’lardan bu yana da anarşistim. Yani izlediğim süreç sürekli devrimcileşme ve özgürcüleşme yönündedir.
80’lerde ve 90’larda senin anlayışına hitap eden bir örgütlenme arayışın ve girişimin, organizasyonun oldu mu? Olduysa, bu konuda neden bir sonuç alınamadı?
Olmadı, çünkü hiçbiri emekçilerin doğrudan özörgütlenmesine dayanmıyordu. Gezi, bu konuda önemli bir aşamadır.
781 edirne 1.sıra sedat zımba arkadaşım birlikte izmitte laz ve çingene HDP için sahada yerel basında haberimiz var googlden ara benide sedatıda bul
Resmi bir törende İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmamak konusunda ne düşünürsünüz?
Hiçbir ülkenin ulusal marşı karşısında ayağa kalkmam, istiklal marşı da dâhil. Ancak en doğrusu, ayağa kalkanları rencide ve tahrik etmemek için o ortamda bulunmamaya çalışmak olmalıdır.
Google’da haberi gördüm.
Bütün devrimci akıl ve hissiyatımla kucaklıyorum…
5 dakikalığına 18 yaşına dönecek olsanız ne yapardınız?
5 dakikada ne yapılır ki…
786 altan tandan daha sorunlu olanlar var dengir mir ve celal doğan yeni seçilenlerde devlet bürokrasisinde iş yapmış bürokratlarda HDP için gereksiz hatalar olduğuna inanıyorum zaten 60 yaşın üstünde HDP vekili olması yanlış
https://plus.google.com/100114484797674595821/posts
Gün abi Platonda Aristoteleste fazla demokrasinin kötü olduğunu söylüyorlar..Günümüzde ise radikal dmeokrasi söylemleri var.Sence fazla demokrasinin zararı nedir.Ve iki filozofun radikal demokrasinin konuşulduğu günümüzde siyasal tespitleri çökmüş müdür.
onlar öyle mi diyorlarmış. Saçma. Mutlak özgürlüğü savunmak gerekir.
insanların …..(yani nefse hakimiyet anlamında) kendini “yönettiği”….dolayısıyla başka kimseye yönettirmediği en geniş (devletsiz) demokrasi….anarşidir…
Tek yol anarşizm mi?
Tek yol diye bir şey. Anarşizm, ancak çok yolla mümkün olabilir.
anarşizm mülkiyet ve devlet benzeri bariyerlerin kaldırılarak yürünecek yolların çoğal(tıl)masıdır..
yahu siz üniversitede felsefe okumamış mıydınız? dtcf’de bir kaç sene okudunuz diye biliyorum. platon ve aristoteles’in demokrasi hakkındaki görüşlerini nasıl bilmezsiniz? yukarıda arkadaşa cevap verirken ironi mi yaptınız?
yooo ironi yapmadım. Gerçekten derinlemesine bir bilgim yok.
Seçimlerde oy kullanmamayı savunan bir yazıdaki şu görüşe katılıyor musunuz?
Oy kullanmamak gibi bir seçenek olduğu sürece “sadece iki zarardan birine muhatap olmak” söz konusu değildir. Ancak birisi kafanıza silah dayayıp “ille de oy kullanacaksın” denilirse iki zarardan hafif olanını tercih söz konusu olur.
katılmıyorum.
Anarşist tarihçi yada iktisatçı neden yok? Marksistlerin geriye dönük tarih yaratma sürecine karşı anarşistlerde böyle bir kafa yorma neden yok..Duygusal tepkinin dışında bir önerme olduğunda bu anarşizm için bir paradoks oluşturmaz mı
Anarşistlerin kaotik ortamdan sonra ne olacak kaygısı var mıdır
Her siyaset terör uygulayabilirmi
İktisatçı sonuç olarak kapitalizm sınırları içinde düşünür. Anarşizm bunu aşmayı öneriyor. Bu aşıldığında ise ne olacağını bilmek mümkün değil. Bunun ötesinde önemli anarşist tariuhçiler vardır. Biri, bu siteade de kitaplar bölümünde göreceğiniz, çevirmeni benim olduğum Kronstadt 1921 kitabının yazarı Paul Avrich’tir. 5 yıl kadar önce öldü.
anarşistler kaotik ortam özlüyormuş gibi bir sonuç çıkıyor bu sorunuzdan.
Duruma göre her siyaset şiddet yoluna başvurabilir. Pasifistler hariç.
Gün Abi,
Bugün 1. meclisi ve 2. meclisi ilk defa ziyaret ettim. Gitmeden önce, Kurtuluş ve Cumhuriyet dizi serilerinin tamamını izlemiştim. 100m^2 lik bir evden daha küçük bir odada emperyalist güçlere savaş açmış ve başarıya ulaşmış bir hareketi gördüm, yaşadım, düşündüm ve hayran kaldım. Kurtuluş Savaşı hareketi hakkında ne düşünüyorsun?
“Kurtuluş savaşı” esasen, devletin tüm milliyetlere karşı yürüttüğü bir iç savaştır.
Neden radikal sol yapılar için militan tabiri kullanılıyorda,isşami yapılar için fanatik deniyor..Militarizmin içinde fanatiklik yok mudur..
Ve bu soru kapmasımda bir sorum daha olsun..Fanatizm i dogmatizme yakın bulursak,tüm militarist örgütlerin ideolojolierini bir dogma sayabilir miyiz..
sizin gibi böyle sitesi olup soru cevap köşesi olan başka biri var mı 🙂
vardır.
fanatizm dogmatizmin fiili halidir. Her düşünce içinde dogmatizm tohumlarını taşır.
muhtemelen vardır.
kurtuluş savaşı hakkında bu görüşlere ulaşırken sizi etkileyen kaynaklar nelerdi?
Ah Şu Çılgın Türkler!
seçim tahmini yap zilelide gülelim!!
akp-240 chp-140 HDP-104 MHP-66 HDP %17-18 le 3.parti olabilir benim tahminim seninki ne zileli ????
Suriye şampiyon mu, yoksa Şam piyon mu?
hdp den çok şey beklenmiyor mu sencede..Burjuva ulusal mücadele veren bir parti..Bunuda inkar etmiyorlar..Hdp ye hakslık edilmioyor mu..
http://odatv.com/44-yil-once-oldurulen-israil-buyukelcisi-elrom-kim-cikti-3110151200.html
MV sayısı kestirmek zor…
Ama AKP.. % 40-43…
CHP % 27-28…
MHP.. % 15
HDP.. % 13-14..
görünüyor..
*
…. Olur mu? Bir zamanlar DSP’nin çöktüğü gibi AKP de çöker mi? . Cinayet, katliamları ve yağmacılığı cezalandırılır mı? Ama kendilerine benzettikleri hatırı sayılır bir kitle var!
HDP, AKP’den ciddi oy devşirir mi? O aptalca umutlara sarılan karakterimiz bunu bekliyor.. Ama genel olarak “toplanmış veriler” bu oranları önümüze koyuyor.. İyi ya da kötü sürpriz mümkün.
***
Adil Gür son tahmininde AKP % 47 yazdı! Güvenilmez bir herif; bunun için para aldığından bile kuşkulanıyorum.. Bu oranın ifadesi, iddiası bana “alçakça” geliyor.
***
Sonuçta şunun artık “salakça” olduğu görülmeli.. % 2-3 oy kayması ile diktatör zulmüne sürüklenecek bir ülke parçalanmalıdır! Yerel özerklikler bu Merkezî İktidar tahakkümünü de parçalayacak; farklı hayat-siyaset imkanlarını sağlayacaktır. CHP’nin, HDP’nin yüksek oy aldığı bölgeler özerkleştiğinde, buralar “uygar” bir hayat ve “modern” siyasî mücadelenin mekânı olacaktır..
Gün,
AKP-PKK savaş koalisyonu işe yaramış gibi gözüküyor.
Ne dersin?
Yorumum onaylanmadan yazıyorum…. A. Gür’den özür dilemem gerekiyor. Terbiyesizlik etmişim…
Demek sopa, katliam işe yarıyormuş. Biz bunu göremiyoruz işte. Büyük olasılıkla insanların-yığınların beklentileri fazla değil; bir “tosbağa” gibi yaşayabilme arzusu içindeler; risk almak istemiyorlar.
belli ahlaki kaygıları yok; temel insanî değerleri umursamıyorlar. Gündelik geçime dayalı pragmatik ve oportunist bir dünyaları var. Zaten sol onlara yeni bir ahlâk vaadetmiyor.. İnanmıyorlar..
*
Yazık; iniş aşağı gideceğiz..
***
Hepimizin bu sonuçlar üzerine kafa yorması gerekiyor? Önce suçu kendinde arayarak…
Bu kaçıncı yenilgi; hezimet.. Nerede hata yapıyoruz?
Şimdi HDP’yi kurtarma zamanı!
Altan Tan!
Dengir Mir Mehmet Fırat!
Leyla Zana!
Sırrı Sakık!
Ahmet Türk!
Celal Doğan!
gibi unsurları pasifize etmediğimiz sürece;
HDP’Yİ MECLİSE SOKMAKTA ZORLUK ÇEKECEĞİZ!
Hükümetin santaji secimi etkiledi.Ya bizi secersiniz yada hükümetsiz bir Türkiye…Süpriz sayilmamalidir sonuc.
HDP nin esas gücünde kalmasi hala süpriz gelisme olarak görülmeli..
eVET. bUGÜN YAZACAĞIM.
Birçokları için “gücün yanında konuşlanmak”, vazgeçilmez bir strateji.
O güç bazen ve bazıları için toplumsal devinimler şeklinde ortaya çıkabiliyor; lakin ve maalesef, çoğu kez de şiddet üzerinden tezahür ediyor.
7 Haziran’da AKP’ye ‘şefkatli tokat’ atan Kürt unsurların büyük çoğunluğunun AKP’ye (gücün yanına?) ‘geri döndüğü’ anlaşılıyor.
CHP için öngörülen %25 üzeri ‘artı pay yüzdesi’ ise, aslında HDP’ye yönelmiş ve doğal seviyelerine doğru inişte olan HDP’yi baraj üstü tutmaya yaramış gözüküyor.
Bir yerde sağ seçmen fiziki/askeri/ekonomik güce yöneldi, sol seçmen ise parlamenter/politik güce meyletti.
http://www.hurriyet.com.tr/14-yasindaki-ogluna-ilk-cinsel-deneyim-organize-eden-isadamina-dava-acildi-40010025
Bu olaya ne dersiniz? Yapılanı doğru buluyor musunuz ve ceza verilmesi doğru mu?
Bence ceza da yapılan da yanlış. Ailelerin de çocuklarına örnek olması gerekir.
İki tarafın rızası olduğu sürece savunulabilir ama bence yetişkinler için bile doğru değil. Birçok erkeğin doğasına aykırı zaten. Hepsi o olgunlukta olsa ve bu sayede ortadan kalksa güzel olurdu.
bunlar polisiye saçmalıklar ve özel hayata müdahale bence.
Sayın Zileli,
şiddet karşıtı olduğunuzu düşünüyorum. Kuşkusuz her koşulda olmasa da ve sorum da bu…
..
Faşist bir diktatörlükte, baskıcı iktidarı protesto veya kendi yoldaşlarına moral vermek için yapılan gösterilerin, mitinglerin intihar bombacıları ile katledildiği koşullarda; basının sokak köpekleri ve tetikçi hakimlerle darmadağın edildiği koşullarda, demokratik mücadelenin boğulduğu koşullarda silahlı muhalefet hakkı doğar mı? Masum insanları gözeten, yalnızca bekçi köpekleri ya da bir şekilde suç ortağı olanlara yönelmiş bir silahlı mücadele hakkı doğar mı?
(Hem de iktidarı almak üzere değil, sivil, demokratik alanın sağlanması için…)
Çok zor bir soru mu oldu?
Belki de bu konuyu bir makale ile yazmanın tam sırası mı?
Özsavunmna anlamında evet. Ama uyuyan polislerin evine girip kafalarına sıkmanın özsavunmayla bir ilgisi yoktur.
Hayır, bundan söz etmiyorum. Sıradan polislerin ve savaşı başlatmak amaçlı provakosyonlar değil kastettiğim.
Her gösteriyi basan, insanları tutuklayan, sıradan suçlarla yıllarca hapse atan bir iktidarın muhalefet ve gazetelere yönelebilecek sindirme saldırısına karşılık “ne yapmalı” anlamında bir soru bu.
Büyük mitinglere intihar bombacıları gönderen…
Gençler bu koşullarda silaha sarılabilir.. Demokratik mücadele koşulları ne zaman tükenmiş sayılacaktır?
Eğer düşman seni bir savaşa çağırıyorsa asla silahına davranmayacaksın. Sadece kendini korumak anlamında sınırlı bir özsavunma yapılabilir. Bu sitedeki şiddetle ilgili yazıyı okuyun.
2010 referandumunda “boykot” demiştiniz. AKP yine bir anayasa referandumu yaparsa tekrar apolitiklik yapacak mısınız?
2010 referandumunda boykot tutumu yanlıştı. Doğrusu hayır demekti bence. Yani o zaman boykot diyerek hata ettim. Anayasa referandumunda elbette yine hayır demek gerekir.
Öcalan bir konuşmasında “Mustafa Kemal Türk tarihinin en küçük adamıdır” demiş, katılıyor musunuz?
Öyle bir şey demiş olacağını sanmıyorum. “küçük”lük “büyük”lük izafi kavramlardır. Tarihin büyük adamları gibi bir kavramı kabul etmem zaten.
http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=21145
Bazen çatlak bir insan olduğunu düşünüyorum.
Hani bazen zıpırlık yapan gençler olur ya…
Öyle misindir?
bakışa bağlı.
Akit denen paçavranın tv kanalında yayınlanan “Zulüm 1938’de son buldu” videosu hakkında ne düşünüyorsun?
Bu başlık aynı zamanda akp diktatörlüğünün iki yüzlülüğünü ortaya koyuyor. Başkanları kalkıp lafta Atatürk’e hayır dualarını sunarken, AKP yanlısı Akit denen tuvalet kâğıdı bunları fütursuzca söyleyebiliyor. Eğer özel olarak Atatürk konusundaki düşüncelerimi soruyorsan, hakaret etmeden, mezarlara tükürmeden, bütün devlet adamlarına yapılabileceği gibi, onun hakkındaki düşüncelerimi açıkça söyleyebilirim.Zaten bu sitede de var. Atatürk, modernist bir diktatördür ama bu pisliklerin lağım ağızları yüzünden insan bugün bunu bile söylemekten imtina eder hale geliyor neredeyse.
Gün Abi,
Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan ve Kutsal Barış serilerini okumak ne kazandırır? Kitapların içeriği resmi tarihle paralel midir?
aşağı yukarı öyledir denebilir. Destanlaştırılmış bir tarih yazımı. Eleştiri yok, hiçbir şey yok.
Gün,
PKK’ya yakın Yeni Özgür Politika yazarı Veysi Sarısözen Güneydoğu’da çatışmalara neden olan hendeklerin özerkliğin başkanlık sistemiyle birlikte tartışılması durumunda kapanabileceğini söyledi.
Sarısözen yazısında şu ifadeleri kullandı: “Şu anda Erdoğan çıksa ve ‘siz Başkanlığı tartışın, ben de özerkliği Dolmabahçe mutabakatına dönerek tartışmaya hazırım’ dese, o anda ‘hendekler’ kapanır. Ama ne oluyor? Herkes Kürtlere ‘tartışın’ diyor, kimse AKP’ye ‘tartış’ demiyor. Şöyle düşünün: Kürt gençleri ‘özerlik’ için ‘hendek” açmış. İyi de AKP ve Saray, ‘başkanlık’ için ne yapmış?”
Sarısözen, Fırat’ın doğusunda ve batısında iki farklı irade olduğunu, Türkler’in iradesini AKP’nin Kürtler’in iradesini HDP’nin temsil ettiğini iddia eden Sarısözen şu ifadeleri kullandı: “Türkiye’de iki adet ‘milli irade’ vardır. Biri Türklerin çoğunlukta olduğu bölgenin milli iradesi, diğeri ise Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgenin milli iradesi. Eğer Kürtle Türk ‘eşitse’, Fırat’ın Doğusundaki ‘milli irade’de Batısındakiyle eşittir. Bunu kabul etmeyen kişi, çoğunluğu oluşturan Türklerin iradesini, onlardan daha az nüfusa sahip Kürtlere zorla kabul ettirmeye kalkışmış olur.”
*
“Seni başkan yaptırmayacağız…” çok önemlidir!
Acaba HDP’de erime başlar mı Gün? Bu soruyu çok irkilerek yazdım!
*
Demiraş’ta diyor ki: “Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var.”
1 Kasım seçimlerinde 2.3 puan oy kaybeden HDP içinde parti organlarında “Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var” şeklindeki eleştirilerin yüksek sesle konuşulmaya başlandığı belirtildi.
Cumhuriyet’ten Ayşe Yıldırım, HDP içinde yaşanan tartışmaları aktardı.
1 Kasım’ın hemen ardından Celal Doğan ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ın başkanlık sistemi ile ilgili “ABD ve Meksika modeli olursa destekleriz” açıklamalarının bardağı taşıran damla olduğunu belirtilen haberde, Demirtaş’ın PM ve MYK toplantılarında eleştirileri dinledikten sonra önerilerini sıraladığı ve ardından “Bunları yapmanız için istifa edeyim” dediği iddia edildi. Bu sözler üzerine PM üyelerinin ise “Olmaz başkan, seni bırakmayız” cevabı verdiği bildirildi.
İşte Cumhuriyet’te yer alan o haber:
“Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var.”
Hafta sonu yapılan PM ve MYK toplantılarında masaya yatırılan konulardan birisi de bu oldu. Daha doğrusu parti yönetimindeki bazı isimler eş genel başkanların yüzüne karşı düşüncelerini açıkça söyledi. 7 Haziran seçimlerinde ‘ertelenen’ aday belirleme yöntemine yönelik eleştiriler gün yüzüne çıkmaya başladı da diyebiliriz.
Parti organlarında isimlendirilmedi ama kulislerde kimler olduğu söyleniyor ve eleştirilerin dozu artırılarak sürüyor. Bardağı taşıran damla ise 1 Kasım’ın hemen ardından Erdoğan’ın yeniden gündeme getirdiği başkanlık sistemine “ABD ve Meksika modeli olursa destekleriz” diyerek destek veren iki isim oldu: Celal Doğan ve Dengir Mir Mehmet Fırat. Doğan eski CHP’li, Fırat ise AKP kurucularından. Partide en çok merak edilen konulardan birisi de bu isimleri ‘kimin getirdiği’.
Doğan’ın Taha Akyol ile çıktığı televizyon programındaki konuşması da partide rahatsızlık yaratmış. “Parti programını da mı okumadı” sözü birçok HDP’linin ağzından dökülüyor.
HDP’DE ALIŞIK OLMADIĞIMIZ ELEŞTİRİLER
HDP’de çok da alışık olmadığımız bu tür eleştirilerin yükselmesinin altında yatan bir başka neden ise PM ve MYK’nin yenilenmesi kararı. Tabanda PM’ye ‘dışarıdan’ ve ‘popüler’ isimlerin getirilme kaygısı var. Buna da genel merkez yöneticilerinin bazı isimlerle yaptığı görüşmelerin neden olduğu dillendiriliyor. Elbette HDP yönetimine başka eleştiriler de sıralandı:
– Süreci okuyamadık ve müdahale edemedik.
– Programdan koptuk, liberal bir savrulma yaşanıyor.
– Partide ‘adamcılık’ başladı.
– 7 Haziran’dan sonra rehavete kapılıp seçim bürolarını erken kapattık.
– Ankara katliamının ardından sadece miting yapılmama kararı alındı. Ama biz seçim kampanyası da yapmadık. Neden?
– Televizyonlara neden çıkılmadı?
– Seçim sonuçlarında başarı yok. Ne PM, ne MYK işin ayırdında.
– Partide eril bir dil ve erkek egemen anlayış hâkim olmaya başladı.
– Özyönetimi anlatamadık.
– Suruç ve Ankara katliamı, genel merkeze yapılan saldırı güvenlik açığımız olduğunu ortaya koydu.
– Güneydoğu’da ilçelere devlet saldırısı olurken 30 vekil oralardaydı, diğer 50 vekil neredeydi?
– Kadın cinayetlerinde yeterince tavır alamıyoruz.
– HDP renklerini yitirmeye başladı.
– Kendi içimizde ve halkla aramızda bir güven problemimiz var.
– Kadro sorunumuz var.
– İşçi, memur yani emekçi kesimle birlikteliğimiz yok.
İSTİFA EDEYİM
Dikkat çeken ve önümüzdeki süreçte parti içinde hayli tartışılacak konulardan birisi de ‘parti içi demokrasi’: “Türkiye’ye demokrasi vaat eden bir partiyiz. O nedenle parti içi demokrasiyi de tartışmaya açmalıyız. Özellikle PM ve MYK gibi parti organlarının seçimi, milletvekili aday seçimlerinde parti içi demokrasi yeterince işliyor mu?”
Bunları okuyunca partide büyük bir kavga olduğu izlenimine kapılmayın. Dedim ya sadece HDP’de alışık olmadığımız bir manzara bu. Taban da yönetim de her an yeni bir seçim yapılacakmış gibi çalışmaya başlama kararlılığında.
Zaten Demirtaş’ın eleştirileri dinleyip önerilerini sıraladıktan sonra “Bunları yapmanız için istifa edeyim” sözlerine PM üyelerinin verdiği “Olmaz başkan, seni bırakmayız” cevabı da bunun kanıtı.
*
Şimdi Gün,
HDP içinde:
Kimlerin hangi safta olduğuna dair bir tür ayrışma dönemine mi yaklaşıyoruz?
HDP’de:
“Başkanlık sistemini onaylayalım ve özerkliği alalım.” savunucuları ile,
“Başkanlık sistemini onaylamak zorunda değiliz! Özerklik için mücadelemize farklı yollarla devam edeceğiz!” savunucuları
arasında bir tür tartışma mı yaşanacak?
Bu saf belirleme ve tartışma; HDP’yi bölüp yeni bir parti mi doğurur?
Yoksa; HDP içinde yapılacak bir oylama ile yukarıdaki iki kanattan biri kazanır ve HDP ondan sonra mı yoluna devam eder?
Tabii HDP içinde olmadığım için ne olur bilemiyorum ama Veysi Sarısözen’in sözleri en tehlikelisi. Sanırım AKP’ye yakın keasimi Demirtaş’ı köşeye sıkıştırmaya çalışacaktır. İki kanat arasında mücadele olduğu kesin. Dilerim Demirtaş’ın yenilgisiyle ve AKP yanlılarının başarısıyla sonuçlanmaz.
Gün sağlığın nasıl?
Kendine dikkat ediyor musun?
Tansiyon problemin var mı?
Soğukla aran nasıl? Soğuk algınlığın var mıdır? Ihlamur, kekik türü çaylar içme alışkanlığın var mıdır? Bal, pekmez yeme alışkanlığın var mıdır?
Son olarak, kalbinin durumu nasıl? İlaçlarında bir sıkıntı var mı? Doktor perhizli yaşaman gerektiğini söyledi mi? Mesela yağlı kırmızı et yememeni, asitli içeceklerden kaçınmanı, kızartma türü şeyler yememeni söyledi mi?
Durumun nedir Gün?
sağol. Tansiyon problemim hiç olmadı. Dediğin şeylere dikkat ediyorum. Zaten et yemiyorum.
hdp’de demirtaş kanadı yenilirse ve akp yanlıları kazanırsa, demirtaş ve çevresi ne yaparlar? sence ne yapmaları gerekir? fakat onlar ne yaparlar?
Hiçbir politikaya angaje değilim.
Tecrübenize dayanarak gözlemlerinizi öğrenmek istiyorum. (Umarım savuşturucu cevap yazmazsınız. Detaylı bir açıklama yapmanızı çok isterim.)
“Halk bizi anlamıyor. Çoğu embesil sürüsü.” cümlesi ile,
“Biz kendimizi halka anlatamıyoruz. Acaba bizde bir problem mi var?” sorusu
arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nedir?
“Halk”ı merkeze koyarak düşünmek her zaman olması gereken midir?
“Popülizm” kavramını yıllardır yanlış mı öğrendik?
Ben bu kavramlara uzağım. Bir”anlaşılması gereken halk”, bir de “biz” diye bir şey yok. Bunlar hep iktidar taliplilerinin söylemidir. Halk eğer kendisini geliştirebilirse daıha mutlu bir ülke yaratabilir kendisi için. Aksi taktirde ezilir, istismar edilir, aldatılır ve bu böylece gider. Sefil hayat sürüp gider yani.
Bunu pek bilmem mümkün değil. Umarım olmaz öyle bir şey. Bu, Türkiye’de başkanlık faşizminin kurulması anlamına gelir doğrudan doğruya.
Gün,
Anladığım kadarıyla sen de “halkı” merkeze koyarak hareket ediyorsun, düşüncelerini iletiyorsun. (Bu saptamamı “popülizm” ifadesinin alışılagelmiş tanımından bağımsız olarak yaptım.)
Tolstoy, ölüm döşeğindeyken, başucunda bekleyen kızına şu soruyu sormuş (bu soru son cümlelerinden biri imiş)
“Köylüler nasıl ölüyor acaba?”
Çünkü Tolstoy, ömrünün çok büyük bölümünü, isminin önüne konmuş “Kont” sıfatını yok etmek için yaşamıştır.
Şimdi Gün:
“Anladığım kadarıyla sen de ‘halkı’ merkeze koyarak hareket ediyorsun, düşüncelerini iletiyorsun.” cümlem; hakkındaki fikrimi doğruluyor mu, yanlışlıyor mu?
…
Halk eğer kendisini geliştirebilirse daıha mutlu bir ülke yaratabilir kendisi için. Aksi taktirde ezilir, istismar edilir, aldatılır ve bu böylece gider. Sefil hayat sürüp gider yani.
…
Bu açıklaman “halkı merkeze koyarak” düşündüğün algısını yaratıyor?
haklı olabilirsin.
Lütfen yanlış anlamayınız:
Hayatınızda hiç sokakta kaldığınız günler oldu mu? (Gönüllü veya mecburi farketmez.)
Türkiye’de, İngiltere’de ve bulunduğunuz diğer ülkelerde hiç sokakta kaldınız mı?
Eğer kaldıysanız, neler yaşadığınızı anlatır mısınız?
kaldığım oldu. Anlatmasam daha iyi.
anarşistlikten dolayı mı (gönüllü) yoksa parasızlık yüzünden mi (zorunlu) sokakta kaldınız?
yemek işini nasıl hallettiniz?
yemek, tuvalet, yıkanma?
zorunlu olarak. bir
şekilde halloluyor.
François Mitterrand dış politikada nasıl bir tutum izlemişti. Özellikle sosyalist ülkelere karşı?
Ilımlı.
Gün Abi,
Lenin’in “Ne yapmalı”da formülize ettiği,partiye sıkı örgütsel bağlarla bağlı profesyonel devrimcilerin,işçi sınıfına bilinç götüreceği ve onların en iyi ihtimalle burjuva radikalizmine evrilecek olan bilinçlerini,devrimci bir çizgiye çekeceği şeklindeki leninist teze katılıyor musun?
Profesyonel devrimcilerin bilinçlerinin(parti aklı,örgütsel akıl),normal insanın bilincinden daha üstün olduğuna nasıl karar vereceğiz?
Tabii ki katılmıyorum. İşçi sınıfının örgüt adamlarından daha akıllı ve bilinçli olduğu ortaya çıkmıştır. Parti adamkları genellikle emirlere itaat eden bürokratlardır.
Abi bugün koçun yaptığı açıklama hakkında ne düşünüyorsun?
Sarp Kuray ile arkadaşlığınız var mıdır? Onun siyasi çizgisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Merhabalar Gün abi sizden bir konuda fikir almak istiyorum.Açıkcası çok fazla kitap alışkanlığı olan biri değilim ve anarşizme uzun zamandır bir ilgim var ama bu ilgim sözlük,blog ve vb kısa yazılar okumak haricinde pek öteye gitmedi sizce anarşizm ile ilgili başlangıç olarak hangi kitapları ve romanları önerirsiniz.
Tolstoy, Diriliş’i oku. Anarşizm için bilgi almak üzere:
Woodckok, Anarşizm, Kaos
Marshall, İmkansızı İste, İmge
Ayrıca bu sitede sol tarafta göreceksin, Anarşist kiutaplık diye bir bölüm var. Orayı aç. Orada anarşizme ilişkin kitapların yıl yıl dökümü var.
68 döneminden arkadaşımdır. Bugünkü siyasi çizgisini bilmiyorum. Geçmişteki siyasi çizgisini beğenmem. Ama bugün bir mahkûmdur ve dayanışma halinde olmak gerekir.
okumadım. ne demiş.
biraz önce okudum. Doğru söylemiş.
Abi dedikleri doğruda diyen kişi biraz düşündürücü.Sanki kafa yapıyor gibi geldi bana yada hesap farklı herhalde…
Joseph Schumpeter’in kim olduğunu ve “Creative destruction”ın (Almanca: Schöpferische Zerstörung) ne demek olduğunu tam olarak öğrenmeden Ali Koç’un zırvaları anlaşılamayabilir.
sn.Zileli, 822’ye verdiğiniz cevapta iktidar yanlısı dincilerin Kemalizm konusundaki ikiyüzlülüğüne dikkat çekmişsiniz. Doğru ama bu konuda tutarlı dinciler de yok mu? Mesela Ş.Eygi bir yazısında “Kemalist ideoloji ile İslam dini de bağdaşmaz, İslam devleti de. Bugün bazı İslamcıların Atatürkçülüğü, üzerinde dikkatle durulması gereken bir çelişkidir.” diyor
son yazısında da şöyle yazmış;
ANITKABİR bir Sezar mâbedi haline getirildi. Son 10 Kasımda orada büyük bir çeşitlilik, geniş bir renklilik boy gösterdi.
Siyasal İslam ordaydı… CHP… MHP… Ordu… Siviller… Kriptoların kodamanları…
Alnı secdelilerle, secdesizler birlikte orada.
Allaha iman edenlerle, imansız ateistler.
Gökkuşağının bütün renkleri…
Hep birlikte Atam yolundayız, Atam izindeyiz, Atam senin Cumhuriyetini koruyacağız dediler.
Bunların kimisi ötekilere pek iyi gözle bakmıyordu. Bazıları pek gergindi, suratları çok asıktı.
Ne olursa olsun, hepsi Atalarına saygıda birleşmişti.
Neydi ki Sarp Kuray’ın beğenmediğiniz çizgisi neydi? Misal miilliyetçi bir damara sahip olması mı?
Kıvılcımlıcı olduğunu söyleyen bir gruptu ama oldukça mafyatik yöntemleri olduğunu duydum.
Kıvılcımlı din konusunda ne düşünür? Reddeder mi yoksa inançlı mıdır?
Bildiğim kadarıyla, dinin devrimci bir yorumunu yapıp propagandada kullanmaya kalkışmıştır.
“dinin devrimci bir yorumu…” diye yazmışsınız ama “din” isimli olgu da (sadece “İslamiyet”i kastetmiyoruz) başlıbaşına devrimci değil mi?
2015 yıldır anlatılagelen; örneğin Hristiyanlıkta, İsa’nın tapılması gereken bir kült olduğu anlatısı ile birlikte, aynı anda İsa’nın döneminde Roma tahakkümüne isyan eden, kırıma uğrayan birçok azınlığı savunan bir (ruhani bir kisve taşıyıp taşımaması ayrı bir tartışma konusu) kişi de olduğu söylenir.
Örneğin; “Katolik” akımı, “Orthodox” akımı, “Protestan” akımın, hep kendine nefer toplama amacı güden birer kült hâline geldiği, Hristiyanlığın özüne ihanet ettikleri de söylenegelir.
İslam’ın yeninden gündeme gelişini; Paris katliamında bir kez daha gördük! “İbn Teymiye” ekolünü takip eden bir İslamcı kitle de var, “Nakşibendi” ekolünü takip eden bir kitle de var, “Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî” ekolünü takip eden bir kitle de var, “Hacı Bektaş-ı Veli” ekolünü takip eden bir kitle de var… Hiçbir ekolü kabul etmediğini iddia eden “Öz İslamcı” kitleler de var!
Hindistan’da yüzbinlerce guru; “Brahma”, “Vişnu” ve “Şiva”nın korkulması ve boyun eğilmesi gereken tanrılar olduğunu binyıllardır anlatmakla birlikte, bu tür tanrıların mazlumun yanında, onların hakkaniyeti için mücadele eden tanrı-figürler olduğu da “bir başka gurular cemiyeti tarafından” anlatılır.
Yani, bütün dünyada, “din” olgusu ile ilgili tam manâsıyla bir kakafoni söz konusu!
Hatırlarsınız belki:
Siz “anarşist papazlar”, “anarşist imamlar”, “anarşist Hinduizm dinine mensup gurular” ve benzeri tabirler de kullanmıştınız. Bu tabirlerinizden anlıyoruz ki; “din” isimli olguda bile anarşist nüvelerin olabileceğini inkâr etmiyorsunuz? Yanılıyor muyuz?
yanılmıyorsunuz. Ancak bugün din neredeyse tamamen reaksiyoner bir yönelimi ifade ediyor ne yazık ki.
“Ateist” olduğunuzu söylemişsiniz.
(“Ateizm” bile tanrı, din olgularını bazı ölçülerde değerlendirmeyi makul görür, yani tanrı, din olgularını karşı çıkmak için bile olsa muhatap alır.)
Anladığımız kadarıyla “profan” değilsiniz?
(“Profanlık”: En özetin özeti ifadeyle, dinlerle ve dinlerle ilgili herşeyi büsbütün yok saymak, büsbütün görmezden gelmek) gibi bir davranışınız yok?
yok.
Dini hareketler de sol gibi sadece muhalefetteyken özgürlükçü olabilir. İktidara yerleşince muhalif mezhepleri ezer, hatta muhalif mezhepler bile birbirlerine şiddet uygular. Çok sayıda fırkaya bölünüp birbirleriyle savaşan Hariciler gibi.
Aynı tecrübe solda da yaşanmadı mı? Bolşeviklerde olduğu gibi devrimle iktidara gelenler solun geri kalanını ezip geçti. Devrimin olmadığı yerlerde de sol fraksiyon çatışmalarıyla kendi başını yedi.
vay arkadaş ya.. sen 22 tane kitap yaz, 12 tane kitap çevir ama hayatının bir döneminde sokakta yaşamak zorunda kal, çöpten yemek yemek zorunda kal. ne biçim bir dünyadır bu.
Abraham Lincoln’u sever misin?
hiçbir devlet adamını sevmem.
Gün artık karıştırmaya başladım.
Hangisini kullanmak doğru:
İngiltereliyim & İngilizim
Almanyalıyım & Almanım
Türkiyeliyim & Türküm
Fransalıyım & Fransızım
Hindistanlıyım & Hinduyum
Kürdistanlıyım & Kürdüm
Japonyalıyım & Japonum
İtalyalıyım & İtalyanım
Arabistanlıyım & Arabım
Moğolistanlıyım & Moğolum
Kırgızistanlıyım & Kırgızım
Rusyalıyım & Rusum
Nasıl ifade etmemiz, neye göre ifade etmemiz gerekir Gün?
Erdal İnöyü’ de mi ?
o devlet adamı değil, bilim adamıydı.
Hiçbir yerliyim, hiçbir ulustan değilim en iyisi? Ya da Tevfik Fikret’in dediği gibi, bütün dünya ülkem, bütün insanlık milletim.
İllüminati hakkındaki görüşleriniz nedir?
nedir?
Dinler, inançlar devrimci olabilir mi tartışması bence yanlış bir mantığa dayanıyor. Aslında (bunu Küçükaydın da yazılarında iyi açıklıyor) din veya inanç diye bir şey yok. Bu tamamen siyasi, toplumsal bir olay. Peygamberlik, halifelik ve sultanlık gibi bir devlet kuruculuğu ve devlet başkanlığıdır (burada Muhammed’i kastediyorum, zira ondan öncekiler yaşamamış veya efsaneleştirilmiş silik kişiler). Örneğin Muhammed’in Arapları birleştirip aşiretten devlete geçirmesi ile Osman Gazi’nin Osmanlı devletini kurarak Türkleri aşiretten devlete geçirmesi benzer tarihsel süreçlerdir.
İnanç ile kastedilen kutsallaştırma ise, bu da hepsinde var. Peygamber Tanrı elçiliği iddiasına dayanırken sultanlar da peygamberin halifesi ve Tanrının gölgesi sayılarak kutsallaştırılıyor. Ulus-devlet kurucularının kutsallaştırılması, ulusun atası ve önderi sayılması da böyledir.
Üniversite döneminde sol hareket içerisinde namaz kılan ya da en azından inançlı bir müslümanım diyen arkadaşlarınız var mıydı?
“dönemin diğer öğrenci liderleriyle ve yakın arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştü. Diğer öğrenci hareketi liderlerinden farklı olarak, gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden bağımsız olamayacağını söylüyor ve öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmak için yoğun çaba sarf ediyordu.”
Harun Karadeniz ile ilgili böyle bir ifade var. Böyle bir yönelim de bulunduğu gerçek midir? Eğer gerçekse sizce bu hareketi nasıl değerlendirilmeli?
MDD’ciliğe karşıydı.
Yoktu.
Baas rejimlerinin toplumsal değişim gerçekleştirememesini neye bağlıyorsunuz?
Aliya İzzetbegoviç hakkında neler söylersiniz?
20 yaşınızdaki halinize öğüt verecek olsaydınız ne gibi bir öğüt verirdiniz?
Baas rejimleri bürokratik, yarı askeri rejimlerdi. Geçmiş dönemin bloksuzlar hareketi içinde bir yerleri vardı. Bugün artık anakronik rejimler bunlar.
Tanımıyorum. Kimdir?
Kimseye öğüt verme derdim.
Türkiye’nin devamlı krizler yaşayan bir ülke olmasının nedeni modern kurumların kökleşmemesi değil midir?
Hükümet krizlerinin nedeni olan siyasi partiler ülke geneline yayılamamış, yerel tabanlarına dayanıyor.
Merkeziyetçi eğitim sisteminin tek tipçiliği, farklı toplum kesimlerinin talepleriyle çeliştiği için krizlere neden oluyor. Türban, imam-hatipler, anadilde eğitim, zorunlu din dersleri gibi.
“Paralel devlet” olayında gördüğümüz gibi yargı ve emniyet de tam oturamamış. Cemaatler burada da güçlü.
Üniversitede akademisyen olmaya hiç niyetlendiniz mi?
Niçin akademisyen olmayı istemediniz?
Eğer istediyseniz, önünüzdeki engeller neydi?
Hayır.
Gün, açık açık yazayım:
RTE’yi sevmiyorum.
Putin’i sevmiyorum.
Orduları sevmiyorum.
Hatta hiçbir silahlı teşkilatı sevmiyorum.
Ama Fyodor Dostoyevsky’yi seviyorum!
Ama Lev Tolstoy’u seviyorum!
Ama Alexander Pushkin’i seviyorum!
Ama Andrei Tarkovsky’yi seviyorum!
Ama Anton Chekhov’u seviyorum!
Ama Ivan Goncharov’u seviyorum!
Ama Pyotr Ilyich Tchaikovsky’yi seviyorum!
Eeee… Ne yapacağız şimdi Gün !?!?!?
Nasıl çıkacağız bu işin içinden Gün !?!?!?
Gün, sence Rusya şu an Suriye’de ne yapmaya çalışıyor?
Mihraç Ural’ı tanıyor musunuz?
Biliyorum ama tanışmıyoruz.
Işid’i temizliyorum derkein bütün muhalefeti temizleyip ya da bastırıp Esad’ın elini güçlendirmeye çalışıyor. Işid’in Paris katliamı Rusya’nın Suriye’de inisyatif kazanmasını sağladı ve bu durumda en kötü vaziyete düşen AKP oldu. Birkaç gün sonra bir yazı yazarım.
Peki Mihraç Ural’ın Türkiye’de ki eylem çizgisi hakkında ne dersiniz?
öyle bir eylem çizgisi mi varmış?
http://ilerihaber.org/rus-ucagi-erdogana-zarar-vermek-icin-dusuruldu/26055/
https://www.youtube.com/watch?v=lXdSbamB5So Seni biraz geçmişe götürelim Gün …
Mihraç Ural’ın bir Suriye Muhaberat ajanı olarak nasıl Thkp/c Acilciler grubuna girmeyi başardığı hatta o grubun lideri olduğu herkese bir ders olmalıdır.
863- Arif bey, demek istediğinizi biraz daha açar mısınız? Mihraç Ural hakkında çok fazla bilgiye ulaşamıyoruz. Eğer onunla ilgili bildiklerinizi paylaşırsanız çok memnun oluruz.
Sizce Rusya’yla kriz yaşayan diğer ülkelerin, mesela Ukrayna’nın Türkiye’ye desteğinin ne kadar etkisi olur?
Daha genel bakarsak, Türkiye’yle aynı cephede yer alan ülkelerin (aklıma Katar, Ukrayna ve galiba Kosova dışında örnek gelmiyor, kısmen de Suudiler) ve diğer ülkelerdeki Türkiye yanlısı muhaliflerin (IŞİD, diğer cihatçılar, Müslüman Kardeşler gibi Mısır muhalifleri) toplam ağırlığı ne kadar olur? Türkiye bunlara dayanarak ne kadar başarılı olur?
Başlangıç olarak Engin Erkiner’in kendi sitesinde yayınladığı makalelerden Mihraç Ural hakkında bilgiye ulaşılabilir.
( enginerkiner.org )
Adamın acilcileri muhaberat adına yönlendirmiş olduğu artık kesin. Şu anda zaten üniformalı Esad paramiliteri olarak silahlı operasyonlar yapıyor. Kendisinin facebook hesabı var ve orada gururla anlatıyor bunları.
Türkiye tamamen çuvallamış durumdadır kısacası. Hiçbir yerden destek falan da gelmeyecek.
Sizce turkiye tarihinin en totaliter veya en kotu tek parti rejimi hangisi? Chp? Dp? Akp?
AKP
Sizce PKK bir terör örgütü müdür?
Ben egemenlerin kullandığı dili hiçbir zaman kullanmam.
Babanızı ve annenizi özlüyor musunuz? Bir inançsız olarak sizin gibi bir inançsızın bu konudaki duygularını merak ediyorum. İfade etmekte özgürsün ve cevaplamamanız da gayet anlaşılır bir durum olur.
Her zaman sevgiyle anarım. Siz inançsızla duygusuzu karıştırmışsınız herhalde. İnançsızlar genellikle duygulu insanlardır.
Dede olmak nasıl bir duygu?
hatırlattığınız iyi oldu. Böyle bir duygum yok. Sadece sevdiğim küçük bir kız çocuğu var.
İnançsızsınız ibaresini kullanmamın sebebi duygusuz olduğunu ima etmek değil. Sonuçta inançlı insanlar öldüklerinde tekrar anne ve babalarını göreceğini düşündükleri için çok fazla özlem duygularını yeşertmiyorlar. Ancak ben de inançsızım ve sizin yaşınıza geldiğinde tahminen 50 veya 40 yıldır görmediğim annem ve babama karşı nasıl duygular hissedeceğimi düşünüyorum. Bu yüzden sizin hislerinizi merak etmiştim.
Aziz Nesin gerçekten haklıymış. Demek böyle aptalca şeylere inanıyorlar.
Sizin Kınalıada’nın kuytu yerlerinden birinde denizaltınız olduğu, hiçbiryerden gözükmesin diye muazzam kamufle ettiğiniz, komün toplantılarınızı bu denizaltının içinde yaptığınız ve “Gezi parkı protestoları”ndan daha katmerli hareketlerin taslaklarını bu denizaltının içinde hazırladığınız söylentileri dolaşıyor.
Cevabınız?
Doğru.
Şair İsmet Özel ile arkadaşlığınız var mıydı? Onun kendi fikirsel dönüşümünü gerçek anlamda bir fikri dönüşüm olarak mı yorumluyorsunuz yoksa devrimden ümidi kesmesine mi bağlıyorsunuz?
68 yılında Deniz Gezmiş ile TİP kongresini bastığınızda niçin bir kavga yaşanmadı? Bu konuda Deniz Gezmiş’in tavrı neydi?Uzlaşmacı mıydı yoksa stratejik mi hareket edilmişti?
Yeni romanınız nasıl gidiyor?
Sona daha vardır ama ortalarını geçtiğinizi düşünüyor musunuz?
Aynı hareket içindeydik. Yarılma’da kendisinden söz ediyorum. Tamamen dönem ruhuyla ilgili bir dönüşüm söz konusu. O dönem sol yükseliyordu, 80’lerde sağ ve dincilik.
O dönem herkes iç içeydi. TİP’in militanları da arkadaşımızdı. Her şeye rağmen ortak bir ruh vardı. Deniz, devrimden başka bir şey düşünmeyen bir arkadaştı. Bu uğurda bazen sertleşebilirdi. Fakat çok güzel bir ruhu vardı.
Tek kelimeyle harika gidiyor. Üç ay ara verdim ve 1 Kasım’dan sonra yeniden başladım. Şu anda ben romanı yazmıyorum da roman bana kendini yazdırıyor diyebilirim. Sanırım 30 sayfa kadar kaldı. Sonlara yaklaşıyorum. Çok iyi bir roman oluyor. Yazarken ben bile şaşırıyorum bunları ben mi yazıyorum diye. Sağol ilgilendiğin için.
Kışın size saldırmaya geleceklerini belirten mesajlar aldığınızı söylemiştiniz. Nerede şimdi hatırlamıyorum, ibret olması için, küfürlü ifadelerini de elemeden bir sayfanızda yayınlamıştınız.
Hala böyle mesajlar alıyor musunuz?
Azaldı mı? Seyrek de olsa geliyor mu?
Yoksa tamamıyla bitti mi?
(Sırf merakımdan sordum. Cevap vermek zorunda değilsiniz. Herşeyi ama herşeyi geçtim, yaşınıza da mı saygıları yok bu insanların!)
Eğer sizin için mahsuru yoksa:
SPOILER bile olsa, romanınız gözden geçirmeyi gerektirse bile, şu an, ham haliyle, orta yerinden sadece ama sadece 4-5 satırlık bir paragrafı paylaşır mısınız?
Sadece rastgele bir 4-5 satırlık paragraf yeterli.
Başka hiçbir soru sormadan, büyük bir sabırla romanınızın yayın tarihini bekleyeceğiz…
Bunu yapmam mümkün değil ne yazık ki.
ara sıra geliyor bu tür mesajlar.
Ziyaretinize gelmek isteniz şu an nerede ikamet ediyorsunuz?
Kınalıada’da.
Oktay Etiman’ı tanıyor musunuz? ARanız nasıl?
Çok sevdiğim bir arkadaşımdır.
Peki Bülent Uluer?
Tanışırız.
Abi benim sormak istediğim şudur Münir Aktolga herkesi şaşkına çeviren ifadesinden önce fikirlerinde bu yönde bir değişiklik varmıydı._Mahir Çayan’la ayrılıkları ne zaman başladı??Bu ayrılığın temelinde mahkemede söylediği fikirler mi etken oldu?
Taraf yazarı Namık Çınar’ı tanırmısınız hakkında ki görüşleriniz nedir?
BENİM SORUMU ATLAMIŞSIN ABİ HAYIRDIR..TERS BİR DURUM MU VAR..
Tekke ve zaviyeler açılmalı mı sizce?
Olumlu veya olumsuz cevabınızla birlikte gerekçenizi de açıklar mısınız?
zaten açılmış değil mi?
neydi sorun?
Tanımam.
Hayır daha önce. Yusuf’la birlikte muhalefet geçtiler. aslında muhalefetlerinin haklı yanları da yok değildi. Örneğin maceracı gidiş konusundaki eleştirilerinde birçok haklı yan vardı. Fakat burada durmayıp teslimiyetçiliğe yol aldılar. Yakalandıklarında artık teslimiyet noktasındaydılar. Sol çıkışlar sağ teslimiyete yol açmıştı sonunda.
tamam şimdi gördüm ve yanıtladım. Ben en yenilerden başladığımdan sonradan gördüm.
Eyvallah abi Sağol ..
abi merhabalar …yarılma kitabınızı az önce bitirdim yerimden kalkmadım ,telefona bakmadım ,bilgisayara ise şimdi dokunuyorum , onda da size hemen bir şeyler yazma hissiyle dolduğumdan dolayı … gerçekten,kocaman laflar etmek isterim ama bu muhteşemliği bozacak bir virgül bile koymak istemiyorum ben ….yaşamak böyle bir şey olmalı diye ilk soluğumu aldığımda, sayfa 593 tü ….tüm kitaplarınızı da sipariş ettim sabırla kargo telefonu bekliyorum …güzel akşamlar mutluluklar gün abi…
https://www.youtube.com/watch?v=-GcP_h5jyEY Burada hiç tanıdık sima var mı?
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_Halk_Kurtulu%C5%9F_Partisi_-_Cephesi Bu linkte gördüğünüz gibi bir THKP/C logosu çizilmiş. Bu duruma ne diyorsunuz? Gerçekte böyle bir logoları var mıydı?
bilemiyorum.
Uğur Mumcu, Erdal İnönü, Deniz Gezmiş…
Sağol sevgili kardeşim. Bir yazarın en büyük mutluluğu okuyucusundan aldığı böyle güzel bir mesajdır işte.
Yahu 30 tane kitap yazmışsın veya çevirmişsin, görüldüğü kadarıyla bilinçli bir okur kitlen de var, tanınan bilinen sevilen bir yazarsın ama neticede yoksulluk hatta tahminimce açlık düzeyinin de altında bir gelirle yaşam mücadelesi veriyorsun. Niye böyle oluyor? Her yerde mi böyle bu? İngiltere’de, İsviçre’de durum nasıl?
Oralarda tamamen farklı. Orada satılan iki kitap yayınlayan zengin olur. Satılan derken, öyle o kadar çok da değil. 10 bin satıyorsa yeterlidir. Türkiye böyle işte. Otuz kitabın da olsa sürünürsün. Çok satanlara gireceksin ki, kalkınasın 🙂 Çok satanlara girmek ise ayrı bir marifettir. Bir de, iyi bir redaktör olmama rağmen hiçbir yayınevi bana redaktör olarak iş vermez. Kuyruklarına basmamdan korkarlar. Haklıdırlar da!
Ya biz bu stalinistlerle ne yapacağız Gün Abi? Hafife mi alıyoruz acaba? Adamlar gayet organize ve örgütlü çalışıyorlar. Stalin’in torunu Yakob Çugaşvili’nin meşhur Amerikalı stalinist akademisyen Grover Furr ile yaptığı röportajı belki okumuşsundur. Yani herifler dezenformasyon işinde gayet profesyoneller. Sen dünyada stalinistler artık solda hakim güç değiller diyorsun ama harıl harıl üretim yapıyorlar. Bunların dünyada solda tekrar hakim güç olma imkan ve ihtimalleri var mı sence?
http://www.cafrande.org/stalinin-buyuk-torunu-grover-furr-ile-bir-roportaj-sscbnin-basinda-trocki-olsaydi-sonuc-degismezdi/
öyle bir ihtimal yok ama Türkiye solunda ne yazık ki hakim durumdalar. Sitedeki Furr’la ilgili şu yazıyı okumuş muydun: http://www.gunzileli.com/2013/12/04/buyuk-temizlik-buyuk-kirlilik/
Adam tam bir hokkabaz.
Cezaevinde iken Deniz, Yusuf ve Hüseiyn ile 15 dakikalık son bir görüşme yapmışsınız. Vedalaşma adıyla herkesle görüşmelerine izin vermiş galiba hapishane yönetimi. Peki o görüşme esnasında Mahir Çayan’ların eylemi ve ölümüyle ilgili bir konu açıldı mı?
Hayır açılmadı. Nöbetçiler dinliyordu. Sadece 12 mart önceki dönemden arkadaşlar hakkında konuşuldu. Genel ve sıkıntılı bir sohbetti.
https://www.youtube.com/watch?v=b0u-zVsBTAU Buradaki kişi Cihan Alptekin mi yoksa İrfan Uçar mı?
Dikkat dağınıklığı sebebiyle devamlı odaklanma problemi yaşayan bendeniz Yarılma adlı kitabınızı okurken bir baktım ki 3 saattir başımı kaldırmamışım. Şimdi ise bitirmeye kıyamıyorum. Sanki okur gibi değil o anların içinde yaşar gibiyim sizin yerinize kendimi koyarak.
“deniz gezmis biraz kemalizme kacarken mahir cayan tam bir komunisttir” Bu ifadeye katılıyor musunuz?
Gün bunu şaka yapmak için söylemiyorum:
Aslında dindar bir insan olsan, senden gerçek bir tekke şeyhi olur!
Niçin?
Çünkü sen en başta bencilliğini bitirmiş birisin!
Seni seviyoruz Gün, iyi ki varsın…
Not: Ateistim.
Katılmıyorum. Mahir Çayan ne kadar komünistse Deniz Gezmiş de o kadar komünistti. Deniz Gezmiş Kemalizme ne kadar yakınsa Mahir Çayan da o kadar yakındı. Bunlar sonradan uydurulmuş efsaneler.
İyi okumalar ve tabii Havariler’le devam.
Başta konuşma yapan İrfan Uçar. Deniz Gezmiş’in yanındaki Cihan Alptekin. Dolayısıyla baştaki Cihan Alptekin yazısı yanlış.
Gökalp Eren’i tanır mısınız?
Hiç istememe rağmen Yarılma’yı bitirdim. Bir dahaki maaşımla da Havariler’i almayı düşünüyorum. Gerçekten leziz bir anlatım vardı Yarılma’da. Ancak şunu merak ediyorum. Olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini sık sık belirtmişsiniz fakat Mahir Çayan ve arkadaşlarının ölümü ve Deniz’lerin idamına yönelik duygularınızla ilgili çok kısa yazmışsınız. Kıvırmadan açık bir şekilde sormak istiyorum; bunları fazla magazinel bulup yazmak mı istemediniz yoksa kitabı bitirme telaşı içerisine mi girdiniz?
elbette birincisi.
Bilirim ama tanışıklığımız yok.
“elbette birincisi.”
Öyleyse, “dava uğruna ölümü göze almak”, “şehitlik” kavramlarına karşısınız, diyebilir miyiz?
Bu soruyu Benedict Anderson’ın aramızdan ayrıldığı gün sormak da bir tesadüf!
“Magazinel” kelimesini yok edersek, bizzat Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’la muhatap olmuş bir kişi olarak sizin, onlar hakkında duygularınızı ve düşüncelerinizi yazmanızın (kıvırmadan ifade edeyim) duygu masturbasyonu olmayacağını düşünüyorum.
Gezmiş’le, Çayan’la ve o kuşaktan yüzlerce kişiyle ilgili anlatılanları okuya okuya, öğrene öğrene, izleye izleye günümüze gelmiş nesillerin “magazinel” ifadeleri, sizin gibi birisinin ifadelerini açık açık yazmasına engel teşkil etmemeli!
Ki sizin, özellikle “Yarılmalar”da ve “Havariler”de, o zamanlar aldığınız karar ve uygulamaları cesaretle eleştirecek bir etiğe sahip bir şahsiyet olarak, Gezmiş ve Çayan hakkında duygu ve düşüncelerinizi yazarken (kıvırmadan ifade edeyim) sululuğa eğilim göstermeyeceğinize eminim.
897- Anonim
Burada ifadeyi yanlış anlamışsın galiba. Mevzu, “Çayan ve gezmiş ile ilgili düşünceler” değil; “Çayan ve Gezmiş’in ölümüyle ilgili duygular”.
Sinan Cemgil’in yarılmalar ve bölünmeler döneminde tavrı neydi? O kutuplaşmaların içerisine giriyor muydu?
Pek girmezdi. Son ana kadar MDD’ci olmadı. En son anda THKO’ya katıldı.
Duyguları fazla katmerli hale getirmek istemedim. Durumun kendisi zaten ortada.
892 Abdullah yoldaş,
Dikkat dağınıklığı bende de var. Ne tür bir tedavi öneriliyor bunun için?
898-Abdullah
“Çayan ve Gezmiş ile ilgili düşünceler” kelimelerini bilinçli olarak kullandım.
Çünkü, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, uğruna mücadele edilen dava yolunda ölümler gerçekleşmişse, bu ölümler daha çok “davalara adanmışlık” çerçevesinde kabul ediliyor, ondan sonra şehitlik statüsü yıllar geçtikçe büyüyor.
Daha açık ifade edeyim:
Aliya İzzetbegoviç, Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de daha çok “sağ kesim”in saygı duyduğu bir isim. İzzetbegoviç’in hatalar yaptığını söyleyenler de var. Fakat 1990’lı yıllarda Sırbistan-Bosna arasında yaşanan savaşta İzzetbegoviç’in “liderliği” nedeniyle ona adeta azizlik statüsü atfedildi. (1995 Dayton Anlaşmasını da unutmayınız.) Bugün, İzzetbegoviç, birçok Balkan ülkesi ile beraber Türkiye’de de bir tür “Balkanların Atatürkü” olarak kabul görüyor, şehitlik statüsü günden güne büyüyor. Son bilgi: Aliya İzzetbegoviç bir İslamcıydı.
“Çayan ve Gezmiş ile ilgili düşünceler” ifadem ile “Çayan ve Gezmiş’in ölümüyle ilgili duygular” ifadesini: Yukarıda İzzetbegoviç ile ilgili “sağ kesim”in takındığı tavır ne ise aynısını “sol kesim”e uyarlayarak düşünürseniz anlarsınız.
Ölümler daha çok “davalara adanmışlık” çerçevesinde kabul ediliyor, ondan sonra şehitlik statüsü yıllar geçtikçe büyüyor. “Sol”da da, “sağ”da da; “duygudaş”lık böyle!
Necdet Adalı ile hiç karşılaştın mı abi?
Nasıl biriydi? Bilgilerini paylaşır mısın bizlerle?
O dönemde kaçaktım.
Deniz Gezmiş’in ODTÜ yurtlarında saklandığı dönemde Mahir Çayan ve adını hatırlayamadığım iki arkadaşı ile D.Gezmiş, Yusuf ve Hüseyin arasında bir görüşme yapılmış. Görüşmeyi Çayan istemiş ve amacı birlikte hareket etmek imiş. Ancak Hüseyin; “Siz kentten kırlara, biz ise kırdan kentlere mücadeleyi savunuyoruz o yüzden birlikte hareket edemeyiz” demiş. Sizce bu birlikte hareket edememe konusunda ciddi bir ayrılık mıdır yoksa aşılabilecek bir ayrılık mıdır? Eğer cevabınız ikinci seçenek ise niçin THKO’lular hapse girene kadar THKP/C’lilerin bu gibi taleplerini gep geri çevirmiş olabilirler?
bu konuda her iki örgüt de sorumludur. Tamamen örgütsel rekabet yüzünden böyle davrandılar.
Mustafa Kemal Çamkıran hayatta mı, şu sıralar ne yapıyor bilginiz var mı?
Hayatta elbette. Bir ara havayi fişek ticareti yapıyordu. Aynı işi yapmaya devam ediyor mu, bilmiyorum.
Anarşist teoriye göre toplumsal devrimlerde
1/ Milliyetçi/Ulusalcı unsurların olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?
2/ Halkların bilinçlenmesinin önündeki engeller nasıl aşılabilir?
1. esasen olumsuzdur etkisi.
2gg. öylie bir soru ki 10 cilt kitap yazılabilir üzerine.
Hiç bir şey okumak istemediğiniz dönem oldu mu..Kitabı eline alıp alıp bıraktığınız bir dönem..Yaşadıysanız tedavisi var mı 🙂
olmadı.
Kürtlerin hangi kanadı (Türkiye ve Suriye yahut PKK/PYD ile Irak Kürt yönetimi ve Barzaniciler) daha radikal ve muhalif sizce?
PKK/PYD daha muhalif görünüyor, Irak Kürt yönetimi ve Barzanicilerin Türkiye ve AKP işbirlikçiliği de malum.
Öte yandan Barzani çizgisinin Bağımsız Kürdistan’ı lafzen de olsa sert bir şekilde savunmaları, son bayrak olayı (PYD’lilerin Kürdistan bayrağı taşıyan göstericilere müdahalesi, Barzani ve çizgisindekilerin buna sert tepkisi) bu açıdan onları daha muhalif yapıyor.
Radikal olan tek çizgi Selahattin Demirtaş çizgisi.
http://www.nasname.com/a/tek-cikis-noktamiz-birlesik-bagimsiz-kurdistandir
“Birleşik Bağımsız Kürdistan” Demirtaş çizgisinden daha radikal değil midir peki?
Radikallik neye göre? Nasname bildiğim kadarıyla Barzani’ye yakın bir çizgi ve bağımsız Kürt devletinden yana. Bağımsız Kürt devletini esas alırsanız o daha radikal. Ama özgürlük ve toplumsal devrimi esas alırsanız Selahattin Demirtaş daha radikal. Çünkü Kürt devletini esas aldığınızda gerektiğinde AKP ile de işbirliğine gidersiniz. işte Demirtaş çizgisi su anlamda radikal ve tutarlıdır.
Solda en radikal grup olarak kimi görüyorsunuz?
Bence Kurtuluş Cephesi.
Bunlardan bahsetmişken, yazılarından takip ettiğim kadarıyla bunların, diğerlerinin tartıştığı reel sosyalizm, Stalin, Troçki, anarşizm gibi konulara girmemesi ilginç ve bence bundan öğrenmeliyiz. Yani bu tartışmalar gereksiz değil mi?
radikallik değil. bugün gerekli olan diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etme bilincidir.
Amacım eski defterleri açmak, sizi bir oyun içine çekmek değil.
Ciddi ciddi fikrinizi öğrenmek isterim.
Günümüz “Rusya Federasyonu Komünist Partisi”nin, Putin’e karşı olduğunu düşünüyor musunuz? Rusya’da bu partinin, özellikle günümüzde etkili muhalefet yaptığını düşünüyor musunuz?
Partinin kökleriyle hesaplaştığını veya hesaplaşma eğilimi içinde olduğunu, ilk önce Stalin’e karşı olmak üzere, geçmişteki tavırlarının hepsiyle olmasa da büyük bölümüyle hesaplaştığını, özeleştiri verdiğini veya özeleştiri verme eğilimi içinde olduğunu düşünüyor musunuz?
Putin diktatörlüğüne karşı çıkmak için RFKP’ye bugün güvenmek mâkul bir taktik midir?
Detaylı cevabınız gerçekten önemli…
Rusya Komünist Partisi, Putin’den bile daha sağdadır.
İzcilik (scouting) hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bir tür militer yapılanma mı?
“Kaosvari, dağınık, işlevsiz kalabalıklar içinde düzen sağlamak” için oluşturulmuş bir yapı mı?
Lider takibi, komutan takibi, otorite takibi, öğretmen takibi gibi algıların yayılması için oluşturulmuş bir yapı mı?
Yoksa “takım ruhuyla hareket etmeyi aşılamak” gibi bir algının yaygınlık kazanması için oluşturulmuş, pek de otoriter eğilim taşımayan bir oluşum mu? Yani, örneğin, bir futbol takımının işlevi ne ise izcilik uygulamasını da o kadar mı görmek gerekir? Daha ötesi var mıdır?
bence dostluk, dayanışma, kardeşlik, hep birlikte doğa içinde yaşama kültürünü geliştirmek gibi eğilimlerin ortaya çıkarttığı bir oluşumdur. Fakat köken bu olmakla birlikte kısa sürede ordunun bir ön hazırlığı haline getirilmiştir egemenler tarafından. İlk çıkış amaçlarını canlandırmak gerekir, toptan inkâr yerine.
https://www.youtube.com/watch?v=gB63Rdh7JUM
Atatürk devrimi sizce ileri bir hareket midir?
Önce “ileri”nin tarifini yapmak gerekir. Eğer kapitalizmin yayılması yönünde bir hareket mi diye sorarsanız, evet derim. Öte yandan devrim değil, reform olarak görmek gerekir.
O yılları yaşadığınız için soruyorum. Nasıl oluyor da 60-80 arası iyi kötü solcu, ilerici bir kitle varken şimdi Kürtler ve bir avuç Türk dışında herkes şoven devletçi oldu? Bu ani değişim açıklaması güç bir olgu değil mi? Sırf yeni kuşaklarla da açıklanamaz. Bunlar da o solcu ana-babaların çocuğu değil mi? Hadi çocuklarının değişmesi normal diyelim. Onlara ne oldu?
Önceki yorumum geldiyse eklemek isterim.
Bir ara düşündüm; bunun kentleşme ve sanayileşmeyle değişen ekonomik sisteme insanların entegre olmasıyla ilgisi var mı diye -mesela özel TV kanallarının, özel/yabancı okulların, yurtdışında okuyanların, turizm-otelciliğin, lüks yazlıkların, evlerin, arabaların, havayolunun vs. yaygınlaşması. Ama bunlar kapitalist sisteme entegre olmaktır, şoven devletçiliğe değil. Hatta tam tersi böyle insanların genelde şovenizme karşı olması gerekir Avrupa’da olduğu gibi.
Sol o yıllarda da devletçiydi.
“Kapitalizmin yayılması” derken ne kastediyorsunuz?
“Kapitalizm”den siz ne anlıyorsunuz?
Kapitalizm bir yanıyla modernleşmedir ve modernleşm reformları genelde kapitalizmin önündeki engelleri kaldırır.
Niçin kapitalizmin sadece sosyo-kültürel alana yaptığı etkilere bu kadar kafa yoruyorsunuz da;
Kapitalizmin iktisadi sömürücülüğüne, kapitalizmin yaptığı katliamlara hiç kafa yormuyorsunuz?
(Özellikle Türkiye’de) kendini “sol’da” gören kesimlerin neredeyse hepsi, özellikle bugün, kapitalizmi önemsiz bir ayrıntı gibi görüp, öteliyor, dikkatini vermiyor!
Ne yazık ki hatırlatmak zorundayız:
300 yıldan fazla, kapitalizmin iktisadi tahakkümünden ya hiç haberiniz yok; ya da bu tahakküm üzerine kafa yormaya isteğiniz yok!
Kapitalizmin iktisadi sömürücülüğüne niçin hiç kafa yormuyorsunuz?
Bazı Stalinistlerin “Kemalist rejimin Troçki’ye kucak açtığını” söylemesine ne dersiniz?
Saçma. Kemalist rejim Stalin’in talebi üzerine kabul etmişti Troçki’yi.
http://www.marmarayerelhaber.com/etyen-mahcupyan/40316-baskanlik-ekonomiyi-de-duzeltir-mi Sizce Mahçupyan ne yapmaya çalışıyor? Neden bi öyle bir böyle gibi göstermeye çalışıyor kendisini?
fazla angaje görünmeden hükümeti destekleme taktiği bu.
Gün Abi, her ne kadar parlamento sistemine karşı olsan da, AKP diktatörlüğünün yıkılması için HDP’nin, HDP içinde de Selahattin Demirtaş çizgisinin savunulması gerektiğini daima söylüyorsun.
Ne yazık ki Demirtaş, 4. dönemde devam etmek istemediğinin, gönülsüz olduğunun sinyalini verdi. Umarız, yeniden seçilir ve daha da güçleniriz.
Sorum şu Abi:
ABD’de Bernie Sanders muazzam bir yarış yürütüyor. Ve oranın ana akım medyası da, asla aday olamayacak Trump gibi bir şahsı her saniye ekranlara çıkarıp insanlara zorla komedi şovları izletirken, Sanders gibi bir çetin cevizi ekranlardan uzak tutuyorlar!
Sence Abi, her ne kadar bu oyun yine bir iktidar oyunu olsa da, şirketlerin oligarşisini (Wall Street) ve devlet tahakkümünü azaltmak için “Sanders desteklenmeli” diyebilir miyiz?
bu konuya bir .bakmam lazım. sonra yazarım.
Sizce Batı Türkiye’ye -ve Suudi Arabistan’a- müdahale edebilir mi?
AKP/Erdoğan rejiminin sosyo-ekonomik tabanı esasen zayıf, zaten bu nedenle zor yoluyla ayakta kalabiliyor. Dıştaki sıkışmışlık içtekinden beter. Rusya ve Suriye-Irak-İran bloku Türkiye’yi kuşatmış -Suudilerin de bu blokla ve onların desteklediği Yemen güçleriyle başı dertte- ve Rus yayılmacılığı Kırım-Ukrayna-Suriye üzerinden yükselişte.
Bu durumda müttefiklerini kaybetme tehlikesini göze alamazlarsa böyle bir şey yapabilirler mi?
Tahlilleiniz doğru da, müttefukleine neden müdahale etsinler anlamadım.
O devletlerin yıkılmasını, çökmesini engellemek için
ha anladım. gerekirse yaparlar tabii. Ama şu anda öyle bir durum yok sanki
Abi
1. Doğan Yurdakul’un bugünkü çizgisi hakkındaki görüşün nedir?
2. Hayatında hiç Bora Gezmiş’le görüştün mü abi (herhangi bir sebeple)? En son ne zaman görüştünüz?
Taylan Özgür’ün hayatta olan yakınlarıyla,
İbrahim Kaypakkaya’nın hayatta olan yakınlarıyla,
Sinan & Şirin Cemgil’in hayatta olan yakınlarıyla,
Harun Karadeniz’in hayatta olan yakınlarıyla,
Mahir Çayan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Cihan Alptekin’in hayatta olan yakınlarıyla,
Hüseyin İnan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Yusuf Aslan’ın hayatta olan yakınlarıyla,
Kadir Manga’nın hayatta olan yakınlarıyla,
Ulaş Bardakçı’nın hayatta olan yakınlarıyla,
saymakla bitiremeyeceğimiz arkadaşlarının hayatta olan yakınlarıyla, hiç görüştün mü abi?
(Polis değilim 🙂
Veliyettin Ulusoy’un, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı tarafından çıkarılan “Serçeşme” dergisinde kaleme aldığı “Devletin ‘Dedesine Maaş’, Talibin Dedesine Hakkullah” başlıklı o yazı:
“Mevcut hükümetin geçmiş yıllara ait çalışma ve söylemleri dikkate alındığında Aleviliğin inançsal yapılanmasına yönelik resmi ve hukuksal birtakım girişimlerde bulunulmak istenmekte ve bu girişimler dâhilinde Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurumsallaştırılmaya gidilmesinin gerekliliği savunulmaktadır. Ancak, gerek Aleviliğin temel kurumları ve gerekse bu temel kurumlar içerisinde yer alan “Dedelik Kurumu”, devletin doğrudan düzenleyici müdahalesine maruz kalmamıştır. Bu aşamada, devletin doğrudan Aleviliğin inançsal yapısı ve dedelik kurumuna müdahalesi son derece tehlikeli ve özellikle kaçınılması gereken bir tutum olmalıdır.
Dedelik kurumuna müdahale edilmesi, bu kurumun kendi inançsal meşru meşruiyetini ve bu meşruiyet dâhilinde varlığının anlamını bütünüyle imha edecek ve yerine devlet merkezli bir kurumsallaşmaya yer verilecektir. Böyle bir girişim, laiklik ilkesi ile tümüyle çelişeceği gibi, bir inancın kurumsal yapısının devlet eli ile düzenlemesi kabul edilemez. Yapılması düşünülen böyle bir düzenleme olsa olsa mevcut eşitsizliğin, yanlışların ve ayrımcılığın daha da ağırlaşmasına katkısı olur.
Dedelerin nasıl yetiştirileceği, kimlerin dedelik yapıp yapmayacağı, dedelerin yapacağı hizmetlerde aranan ölçüt, özellik ve koşullar bir bütün olarak Alevi öğretisinin iç meselesidir ve bu mesele zaten belirli bir düzene bağlanmış durumdadır. İşlenmekte olan bu düzene müdahale edilmesi açıkça Aleviliğin devlet eli ile yeniden inşası demektir. Bu da Alevilerin temel hak ve özgürlükler bağlamında talep etmiş oldukları hiçbir sorunu çözmez tam tersine kronikleşen sorunlara birinin daha eklenmesi ile sonuçlanır.
Devlet eli ile dedelik kurumuna müdahale edilmesinin Alevi toplumuna pozitif hiçbir katkısı olmayacaktır, tam tersine aşağıda yer alan sonuçları beraberinde getirir:
– Dedelere devlet bünyesi veya bunun dışında yer alan herhangi bir kuruluş aracılığı ile kadro tahsis edilip, maaşa bağlanmaları Diyanet’in resmi verilere göre sayısı 140 bini aşan kadrosundan sonra maaşlı yeni bir dinsel kesimin yaratılması ile sonuçlanır. Ebed ve ezel olan Yolumuzun hiçbir düsturunda böyle bir uygulama bugüne kadar yer verilmemiştir ve bundan sonra verilmesi de kabul edilemez.
– Dedelik kurumu, devletin gördüğü ve anlamak istediği şekilde yalnızca dededen ibaret değildir. Tersine dedelik kurumu pir, rehber, mürşit, zakir, ana, sultan ana, baba vb. öğeleri de kendi içinde barındırır. Bu anlamda devletin, dedelik kurumuna müdahale etmesi, Alevi inancının terminolojisinde yer alan bazı kavramların da imha edilmesi anlamına gelir.
– Alevi inancı cinsiyet farkı gözetmeksizin kendi içinde eşitlikçi bir yapıya sahiptir. Eşikteki, beşikteki, döşekteki birdir ve hepsi candır. Devlet eli ile yapılacak bir müdahale ve düzenleme Diyanet’in sayısı 140 bini aşan kadrosunun eşitlik anlayışından hiçbir farkı olmayacaktır. Örneğin, DİB Strateji Geliştirme Başkanlığı “2014 Yılı Performans Program Raporu”na göre Genel Personel Durumu Tablo 11-Hizmet Sınıfları ve Tahsis Durumlarına Göre Kadro Dağılımı:
Merkez Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 1040 (Kadın: 67, Erkek: 973), Taşra Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 103560 (Kadın: 16.456, Erkek: 87.104), yüzdelik oranı (Kadın:%15.79, Erkek: % 84.2)
Bu verilere bakıldığında Diyanet bünyesinde kadro tahsis edilmesi düşünülen dedelerin toplumsal cinsiyet eşitliğindeki görüşleri başta Alevi toplumuna zarar vereceği gibi Türkiye toplumuna da pozitif yönde hiçbir katkısının olmayacağı açıktır.
– Alevi Bektaşi inancında “Yetmiş iki fırkayı bir nazar ile görmeyen halka müderris olsa hakikatte asi” sayılır. Diyanet’in resmi web sayfasında yer alan Dini Kavramlar Sözlüğü bölümüne bakıldığında Gayr-i Müslim: “Müslüman olmayan anlamına gelen gayrimüslim, din ıstılahında kâfir, müşrik ve münafık kimseyi ifade eder” şeklinde bir tanım ve bakış açısı ile hangi ortak noktada buluşacağız ya da hangi sorun üzerine ortak bir zeminde görüş birliğine varacağız? Eğer dedeler için böyle bir görüş ya da fikir düşünülüyorsa vay halimize ve tabii bir o kadar insan olma gerekçemize.
– Alevi tarihinin hiçbir döneminde “dedelere maaş” adı altında herhangi bir ödeme yapılmamıştır, yapılması da kabul edilmez; çünkü Alevilikte Yol hizmetini yürütenlere, talipleri tarafından gönüllerinden geldiği oranda cerağ veya hakkullah verilir. Ödenen bu meblağın ederi hiçbir zaman hizmeti yürüten kişi veya kişiler tarafından da belirlenemez.
– Devletin belirleyeceği ve ödeme yapacağı maaş Alevi öğretisindeki hakullah anlayışı ile tamamen zıt noktalarda yer alır, çünkü devletin bütçesi bu ülkede yaşayan bütün toplumsal kesimlerin ödediği vergilerden oluşur. Alevi toplumunun hizmetini yürüten herhangi bir kişinin bütün toplumsal kesimlerin ödediği vergilerden olan bir bütçeden maaş alması yürütmüş olduğu hizmetin inkârı anlamına gelir ki bu durum aynı zamanda diğer toplumsal kesimlerin haklarının yenilmesi ve ihlal edilmesi demektir. Oysa Aleviliğin temeli haktır, hizmeti yürütenler ise bu hakkı korumak ile mükelleftirler.
– Alevilikte ve Aleviler’de Yol hizmetini yürütenler talipleri gibi işinde, gücünde, tarlasınsa, bağında, bahçesinde, özel sektörde, devlet dairesinde (son dönemlerde bu daire Aleviler için hayli daraldı) çalışır ve üretirler. Devlet eli ile dedelik kurumuna müdahale edilmesi halinde ise Alevi toplumu içindeki bu eşitlik olgusunu zedeler ve aynı zamanda Aleviler içerisinde bir “fukaha takımının” oluşmasına neden olur. Alevilikte ve Aleviler’de hiç kimse veya hiçbir organ “fetva makamı” değildir, devlet eli ile yapılmak istenen ise Alevileri “terbiye etme” adına bir “fetva” makamı oluşturmaktır. Oysa Alevi öğretisinin düsturları net ve açıktır. Örneğin, “eline, beline, diline sahip olmak.” Bunun için herhangi bir “fetva” makamına gerek varmı? Kesinlikle hayır.
– Yol’a talip olmak ile bir devlete yurttaş olmak farklı olgusal gerçekliklerdir. Devletin ödev ve sorumluluğu yurttaşlara eşit haklar perspektifinde yaklaşmasıdır. Aleviler’in devletten beklentisi talebi de bu yöndedir. Uzunca bir süredir Alevi toplumu tarafından dile getirilen taleplerin hiçbir yerinde “dedelerimizi maaşa bağlayın”, “dedelerimize kadro tahsis edilsin”, “dedelerimizi yetiştirin” vb. ifadeler yer almamıştır. Devletin burada yapmak istediği Alevi yurttaşlara olumlu yönde herhangi bir hizmet yapmaktan öte kendinin konrol ettiği ve yeri geldiğinde dileği gibi müdahale ettiği bir Alevi toplumunu inşaa etmektir. Bunun sadece ismi Alevilik olur. Oysa dedeler Yol’a hizmet için talibe gider, devlete hizmet için değil. Devlet hizmeti ise yurttaşlık temelinde kendisine verilen veya üstlenilen görev ve sorumluluğu liyakatı ve yaptığı hizmetin niteliği yerine getirilir.
– Dedelerin, talipler ile birlikte yürütmüş olduğu Yol, Hak-Muhammed-Ali Yolu’dur. Buna ne Diyanet, ne ilahiyat fakülteleri ve ne de devletin asimilasyon amaçlı yetiştirmiş olduğu kadrolar müadahele edebilir. Devletin mevcut Anayasası, kanun ve kaidelerinde dahi böyle bir uygulama yer almamaktadır.
– Devlet, dedelerin ayin-i cem yaptığı yeri ibadethabe olarak tanımıyorsa, dedenin yürütmüş olduğu cemi ibadet olarak kabul etmiyorsa, mantıksal olarak dedenin kendisini de bizzat inkâr ettiği sonucuna varılmaz mı?”
8 Ocak 2016, odatv
Doğan YuRDAKUL’UN NE YAPIP ETTİĞİNİ BİLMİyorum. Bora Gözen arkadaşımdı. En son 12 Mart öncesinde görüşmüştüm. Sözünü ettiğin yakınlarla bir bağlantım yok.
Memurlara cuma namazı saatinde izin veren genelge hakkında ne dersiniz?
Bir inanç ve ibadet özgürlüğü olarak savunulmalı mı, AKP’nin toplumsal tabanı aracılığıyla iktidarını sağlamlaştırma hamlesi olarak görülüp karşı mı çıkılmalı?
Bu sanki genel bir politikanın parçası ODTÜ’deki gibi. Güya namaz kılanlara saldırıldığı ve kendilerine IŞİD’ci denildiği bahanesiyle “Üniversiteli Müslümanlar” denilen bir grup yaygara koparmıştı ve ODTÜ rektörüne suç duyurusunda bulunuldu.
Tabii ki bu AKP’nin genel sünnileştirme ve Suudileştirme politikasının bir ürünü, özgürlükle ilgisi yok. Tam tersine. Bununla, namaza gitmeyenleri daha rahat fişleyeceklerdir.
Merhaba abi sorularım şudur;”toplumsal, tarihsel gelismeye bağlı olarak kapitalizmin kendini inkarı” demekten ne anlıyorsunuz?
Anarşizmi bir toplum mühendsiliğimidir?
Not;ilk soruya esaslı bir cevap bekliyorum. 🙂
kusura bakma ayağımı kırdım. uzun yazamayacağım kısaca yazayım. Kapitalizmin kendini inkârından ben bir şey anlamıyorum. Anarşizm kesinlikle toplum mühendisliği değildir. Anarşizmin kendiliğindenciliği toplum mühendisliğinin tam karşsında yer alır. bu kadar yazabildim.
Geçmiş olsun ayağını kırmışsın.HDP konferansı için Kocaeli sunuşunu sitede yayımladık eleştirini almak istedik alamadık.Duyurular bölümüne koymak mümkünmü???
bana mail olarak gönder: gunzilel@hotmail.coım oradan alır yayınlarım
gunzileli@hotmail.com
Geçmiş olsun abi şifalar dilerim…
sağol
Ahmet size abi diye mi hitap ediyor?
Hayır. Geçmiş olsun diyen başka bir arkadaş
HDP’nin ve CHP’nin şu an ki performanslarını nasıl buluyorsunuz? Neden bu kadar pasif durumdalar?
CHP, ulusalcı refleksler nedeniyle Kürt meselesinde son derece pasif bir konuma itilmiş durumda. HDP ise, büyük bir gelişme potansiyeli taşıdığı görülünce 7 Haziran’dan sonra AKP ve PKK tarafından kıskaca alındı, savaş yoluyla neredeyse dağıtıldı ve iradesi yok edildi.
Peki yine bu iki parti ile ilgili önümüzdeki süreçte neler bekliyorsunuz? Ne yapabilirler?
Eğer isterlerse çok şey yapabilirler. Yeter ki, biri AKP’nin ve ulusalcıların, diğeri PKK’nin baskılarına boyun eğmesin ve el ele versin. Ben olsüm onların yerinde CHP ve HDP milletvekilleri olarak gidip o şehirlerde ortak barış nöbeti tutarım.
ABD sizce şu an AKP’den rahatsız mıdır?
ayağınızı kırmışsınız geçmiş olsun nasıl oldu?
Sağolun. Alçıya aldılar. 10 gün sonra kontrol. En zoru, koltuk değneğiyle yürümek.
Söylemesi tuhaf ama hem rahatsız hem memnun. Genelde rahatsız, son dönemlerde memnun demek de mümkün.
Abi, yoğurt yapmasını bildiğini sanıyorum.
Eğer Kınalıada’da taze günlük süt satılıyorsa, alıp, evde yoğurt yapmanı öneririm.
Hazır yoğurtlardan pek verim alamazsın.
Ev yapımı yoğurt ayağının daha hızlı iyileşmesini sağlayacaktır. (Kavanozlar içine yapmanı öneririm. 4 kg sütten 4 kavanoz yoğurt yapabilirsin. Her gün 1 kavanozu hem sade yesen, hem yemek yanında yesen kâfi.)
Abi,
Lütfen bizi terketme!
Kalbine de dikkat et!
Evet beynin genç ama vücudunu da aktif tutmaya devam et!
Seni yine sokaklarda, protesto alanlarında dimdik ayakta görmeyi çok istiyoruz abi!
GÜN ABİ, İYİ Kİ VARSIN, SENİ ÇOK SEVİYORUZ…
Üzüldüm, geçmiş olsun. Dikkat edin kendinize Gün abi.
sağol kardeşim. Moral verdin. Yoğurt yapmasını biliyoruz da piyasadaki sütler de malum.
Abi, Irmak Abla yanında mı? Refakatçiye ihtiyacın var mı? Gelelim mi?
Sağol. Eşim yanımda.
Nasıl oldu kaza? Bir anlatmıyorsun. Sanki yabancıyız.
Ara sıra, keşke bir torunum olsaydı da onunla oynasaydım, gezmeye götürseydim, dondurma yeseydik, diye iç geçirdiğiniz oluyor mu?
Torunum var.
Bahçe yolunda ıslak zemine basıp düştüm.
Kazanın nasıl olduğunun ne önemi var Anonim?
Gülay Göktürk’ün başına gelene üzüldün mü sevindin mi abi?
(Gülay Göktürk vakası hakkında) Perinçek acaba AKP’ye sızdırdığı dönekleri geri mi çağırıyor?
http://www.hurriyet.com.tr/okullara-da-cuma-namazi-duzenlemesi-40040208
Samimi söyleyecek olursam sevindim.
temelde aynıdırlar
etyen yiğit kavgasına ne diyorsun? kim kazanır?
Tabii ki Yiğit.
o zaman sen etyen’den yanasın. hep kaybedenlerden, dara düşenlerden yana tavrını koyuyorsun ya.
barış için edebiyatçılar inisiyatifi 164 imza ile bildiri yayınlamış ve akademisyenlerin bildirisine tam destek verdiğini deklare etmiş. fakat listede sizin adınızı göremeyince şaşırdım. bir şey mi oldu?
Etyen’i hiç sevmem. Diğeri ise kokusuz renksiz uçucu bir madde benim için. Eh bir bakıma öyle sayılabilir.
bana ulaşmadı ne yazık ki. belki de beni edebiyatçı kaübul etmiyorlıardır
geçmiş olsun….en kısa sürede iyileşmeni diliyorum….m.ali
sağol.
İktidar Muhalefet ile uzlşamazsa ne oalcak? Başkanlık için bi daha seçim yaparlar mı?
muhtemeldir
Abi
Aralık sonundan beri “Habertürk”te, pazar akşamları, Ayşe Böhürler ve Alev Alatlı “Kelebek Etkisi” isimli bir program yapıyorlar. Hiç izledin mi, bilmiyorum.
“Amerikan solu”nu iki hafta boyunca incelediler. Hiçbir başlığa derinlemesine giremedikleri için kısa kısa geçiştirmek zorunda kaldılar.
Rusya konusuyla ilgili de “Bolşevizm” ve “Stalinizm” ile ilgili söyledikleri dikkate değerdi.
Fakat, ne söylemiş olursa olsun, AKP’ye yaranmak daima sırıttı! Özellikle Türkiye’deki sol hareketleri anlatırken, kelimeler boğazına diziliyormuş gibi, söylemeye çekiniyormuş gibi konuşuyor hep!
Alatlı’dan hariç olarak:
Yusuf Küpeli, Mahir Çayan ve onun gibilerinin devlet tarafından kullanılıp çöpe atıldığından bahsetmişti! Konu hakkında hiç bilgisi olmayanların kafası karman çorman oldu!
Abi
Hayatta bi sen ve senin gibi birkaç kişi kaldı o günleri gören!
Mahir Çayan’la her ne kadar uyuşmasanız da; yaşananları çarpıtmadan kimin anlattığını nasıl bulacağız Abi?
Eğer Türkiye’deki sol hareketleri anlatmak Yusuf Küpeli, Alev Alatlı gibilerine kaldıysa, vay yeni gelen neslin haline!
Ne yapılabilir Abi bu çirkef manipülasyonun önüne geçebilmek için?
Yarın öbür gün “Mahir Çayan, MİT ajanıydı” derlerse şaşırmayacağım!
(Komünist değilim.)
Sabret. Yakın bir zamanda (birkaç ay içinde) bu olayları yakındün bilen Bingöl Erdumlu’nun kitabı çıkacak. Oradan her şeyi öğreneceksin. Şimdiden duyurmuş olayım bu vesileyle.
Alev Alatlı’ya gelince… tam bir iktidar yalakasıdır. Stalin devrinde yaşasaydı onun yalakalığını yapardı. Ben bilirim böylelerini.
http://sendika8.org/2015/06/15-16-haziran-uzerine-thkp-c-kurucusu-bingol-erdumlu-ile-sozlu-tarih-kayitlari-can-safak/
Abi linke tıklayınca göreceksin:
Gözlüklü olan Bingöl Erdumlu mu?
Evet, ta kendisi.
Orhan Miroğlu’nu nerden tanıyorsunuz?
HDP kongresinde Türk bayrağı ve Atatürk posterinin açılmasının sebebi sizce nedir?
Ayağız ne durumda? Ayrıca kırık neresinde diz mi ayak bileği mi?
Lahey’de bir toplantıda aynı panele çıkmıştık. O zaman görmüştüm korkak bir politikascı olduğunu. Sonra da karaburun’da rastladım bir keresinde.
bilmiyorum ama üzerlerindeki baskı neden olmuş olabilir buna.
sağ ayak bileğinin hemen üstünde. Tam alçıya alındı şimdi. ancak şubat’ın 20’sinde kurtulacağım alçıdan.
Uğur Mumcu’yu nasıl bilirdiniz?
Gençliğinden tanırdım. Biz öğrenciyken o asistandı. Mustafa Kuseyri yürüyüşünde falan en önlerdeydi. 1974’te afla tahliye olduğumuzda kutlamaya gelmişti arkadaşlarıyla birlikte, Doğu’nun annesiyle babasının evine. İyi bir insan olarak bilirim. Kemalist refleksleri güçlüydü. Bence fazla devletçiydi.
http://www.yeniyon.tv/davutoglu-cemaatle-anlasiyor-mu/ Abi Fuat Avni’nin son iddiaları ve Cemaat’in kalemşorlarından Emre Uslu’nun bu yazısı neyi gösteriyor. Gerçekten böyle bir ittifak varsa Emre Uslu bunu ifşa ederek bu ittifaka zarar vermiş olmaz mı? Sence işin içinde ne var ?
böyle bir çelişkinin olduğu muhakkak. Dolayısıyla davutoğlu-cemaat işbirliği de olası. Emre Uslu, bu işbirliğini doğru bulmadığı için açık etmiş olabilir ya da doğru bulmuyormuş gibi yapıp Erdoğan çevresine cemaatin güçlü olduğunu göstermek istiyor olabilir.
Ya da AKP tabanında bir fitne mi çıkarmaya çalışıyor?
O da mümkün tabii
Sizce şu an başkanlık referandumu olsa sonuç ne olur?
başkan olur.
68 Kuşağı silahlı mücadeleye baş vurmasaydı şu an için daha farklı bir yerde olabilirmiydik..Türkiye’nin demokratik gelişimini 68 kuşağı geciktirmişmidir??
Mahçupyan ile bir tanışıklığınız var mı?
68 kuşağıyla örgütleri özdeşleştirmeyin.
yok.
Sizce Mahçupyan hükümeti olabildğince meşru alana çekmeye çalışmak için bu topluluğa sızmış bir fedakar olamaz mı? Çünkü söylemleri hep demokratik çizgiye çekme yönündeki söylemler.
Hayır. Mahçupyan bir neo-liberaldir ve AKP’yi bu çizgide tutacağına inanmıştı. Şu anda RTE’nin yönelimiyle her şey elinden kayıp gidiyor.
Kemalist sistemler ile Baas sistemleri arasında ne gibi fark vardır?
Milliyetçilikleri ve modernizmleri temelde benzer. Fakat dönemler ve toplumlar epey farklı olduğundan benzerlikler bu noktada biter. Farklılıkları da epeycedir.
Peki topluma olumlu anlamda etki yapma açısından karşılaştırabilir miyiz bu iki sistemi?
Kemalizm, zaten modernleşme yolunda olan toplumun modernleşmesini teşvik etmiştir. Fakaet ulus-devlet saplantısı nedeniyle bir yandan da toplumun dokusunu zedelemiştir (Dersim vb.). Diğerlerinin modernizm yönü daha geri planda, diktatörlük yönü çok daha ön plandadır.
Sizce Tayyip Erdoğan, Davutoğlu’nu da sindirebilmeyi başaracak mı?
Esas iktidar gücü onda olduğuna göre…
Anti-kapitalist mücadelede bazı ekonomik sektörlerin gereksizliğinin teşhir edilmemesi bir eksiklik değil midir? Solda kimsenin buna yeterince değindiğini görmedim. Örneğin bir turizm-otelcilik, futbol, tütün-sigara üretimi, çoğu kalitesiz yerli diziler gibi birçok şey gereksiz değil mi? İnsanlar bunların bazılarını (top oynamak, denize girmek gibi) kendi başlarına da yapabilir zaten.
Elbette kâr aracı haline gelen her şey bir yozlaşmadır. RTE sigaradan şikâyet edeceğine sigara fabrikalarını kapatsa ya. Olmaz, oradan çok büyük kâr elde ediyor.
Çok güzel ifade etmişsiniz. Egemenlerin bu tür ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmalı diyeceğim ama bunu yapacak biri olabilir mi bilmem. Arada bir RTE ve Davutoğlu’nun işine gelmeyen sorular soran gazeteciler oluyor gerçi ama artık medyaya tamamen el koydular neredeyse.
Yandaş medyada CHP’li Selin Sayek Böke’yle ilgili yazılanlar hakkında ne dersiniz? Hedef alınması yanlış mı sizce? Yoksa basit bir sistem içi kavga olarak mı bakalım? Hatta şimdiden yıpratılması iyi denebilir mi? Çünkü burjuva medyanın parlattığı bu kişi belki de Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’nin -dolayısıyla AKP’nin yerine geçebilecek bir CHP hükümetinin- lideri olabilir.
acele etmeye gerek yok. başımız zaten belada
Yeni Şafak ve Akit gazetelerine yapılan saldırılara ne dersiniz?
Bunlar gazete bile sayılmaz ve iktidar tetikçiliğinden başka bir şey yapmıyorlar. Bunları savunacak değiliz herhalde?
Tabii kimin yaptığını da bilmiyoruz, belki kendileri iktidara yarayacak bir provakasyon yapmak istemiş olabilirler.
bu tür saldırılar sadece yapılanın işine yarar.
Gün bey, annelik, babalık, ağabeylik, ablalık, kardeşlik, amcalık, teyzelik, dayılık, yengelik, anneannelik, babaannelik, dedelik ve daha da çeşitlendirebileceğimiz durumların anarşizmdeki yeri nedir?
Anarşizm akrabalık ilişkileriyle ilgilenmez.
965 no’da dikkat çektiğim tehlikeyle ilgili bir haber;
http://www.hurriyet.com.tr/sadullah-erginden-chpli-bokeye-destek-geldi-40053608
Abi
‘Aşk’la ilgili düşüncelerin nedir?
Silahlı mücadele ile silahlı ayaklanma aynı şey değil demişsiniz. Sonuçta her ikisinde de kullanılan materyal silah.
AIDS’ın sonu da ölüm, H1N1’in sonu da ölüm.
İnce bir ayrım var gibi gözüküyor, bu ayrımı neye göre yapıyorsunuz Gün bey?
Aşk ve Devrim 🙂
İnce değil, büyük bir ayrım. Silahlı ayaklanmada silah halkın elindedir. Silahlı mücadelede ise halk adına hareket ettiğini söyleyen bir azınlığın.
son gelişmelere ne diyorsun gün abi? savaş çıkar mı? bir de bölgesel savaş mı bekliyorsun yoksa 3. dünya savaşı mı?
yakın zamanda çıkacağı çok açık. Bölgesel savaş diye bir şey yok. Daha doğrusu önceki dünya savaşları da bölgeseldi.
abi yani türkiye suriye’ye girdiğinde suriye ordusu ve tsk savaşırlar, rusya iran bloku suriyeyi silah ve cephane olarak besler, nato da türkiye’yi ama nato ve rusya doğrudan savaşmazlar gibi bir bölgesel savaş mı olur yoksa dünya savaşı, nükleer savaş mı çıkar? tecrübelerin ışığında ne diyorsun?
savaş çıkar ve akp iktidarı devrilir
Gün bey, son yıllarda ülkemizin geçmişindeki sol hareketler ile ilgili epey kitap, dergi, söyleşi, film, belgesel yayınlandı.
Bunların bir kısmı o günleri mumla arama üzüntüsüyle kahroluyor, bir kısmı günümüze ve geleceğe nasihat edici nitelikte, bir kısmı sadece o zamanları duru halde, katık yapmadan anlatabilme derdinde…
“Yanlış-Doğru Cetveli: İşçi Sınıfı Tarihi Yazımında İnatçı Hatalar”, Yıldırım Koç, Epos yay., Ankara 2010
Bu kitabı okudunuz mu Gün bey, görüşünüz nedir?
Sizin önereceğiniz başka kaynaklar var mı?
okumadım. Yıldım Koç angaje bir yazardır.
dünkü saldırı olayına ne diyorsun gün zileli? ypg niye böyle bir saldırı gerçekleştirmiş olabilir? konu hakkında analiz yazı gelecek mi?
Bunu YPG’nin yapması için hiçbir neden yok. Hükümetin açıklamalarından ben kendilerinin yaptığı kanısına vardım. Birkaç güne kadar Suriye’ye girip YPG’ye saldıracaklar bence.
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/efendi-değiştirmek-kurtuluş-getirmez/1076933859024309
Bu patlamalar, ‘operasyonlar’, ‘airstrike’lar’, ‘eyyy Rusya, eyyy Amerika’lar…
Bütün bunların temel hedefi: ‘Başkanlık Sistemi’ni bir referandum paketi haline getirdikten sonra, ülkeyi kan gölüne çevirip, bu paketi ‘halkın rızasına’ sunmak! Ve halktan ‘sen başkan ol Tayyip’ kararını zorla almak!
Gün Abi
Gidişat bu yönde gözüküyor, ne dersin? Bu ‘nihai hedef’ ile ilgili etraflıca bir yazı yazar mısın Abi?
şimdi
Abi
Ayağının son durumu nedir?
Sağlığına tam kavuştuğunda ve kendini zinde hissettiğinde, Artvin’e balık tutmaya gidelim mi birlikte abi? Cerattepe’de halis tereyağı da yeriz…
yarın hasztaneye gideceğim. Alçının çıkarılması ihtimali var. İyileştiğim an oradayım, gideriz tabii.
Kemal Tahir hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle onun romanlarında göze çarpan siyasi ve sosyal değerlendirmeleri hakkında?
Çok önemli bir yazardır. Özellikle Kurt Kanunu adlı kitabını çok beğenirim ve Mayıs’da İletişim’den yayınlanacak “Çanlar” adlı romanımda da kendisini ve bu romanı andım. Son dönem fikirleri ise sonuçta bir sağa kayışın ürünüdür. “Devlet Ana” adlı, bence roman denemeyecek, kendi fikirlerini anlattığı romanında “Kerim Devlet” fikrini işlemiştir.
roman yazmaya devam edecek misin? planların var mı? sıradaki kitap öykü kitabı olsa keşke.
Peki o dönem yani 68 öğrenci gençliği arasında özellikle sağa kayışından sonra Kemal Tahir hakkında ne gibi bir intiba oluştu? Sonuçta herkesin sola yöneldiği bir dönemde bu adam solculuktan sağa doğru süzülmüş idi.
kimse takmadı. Zaten o sırada sanatçılara herkes yüz çevirmeye ve Mihri Belli gibi sişyasi liderlere yönelmeye başlamıştı.
Bir roman yazdım: Adı ÇANLAR. Mayıs’ta iletişim’den çıkacak. Bence çok iyi bir roman oldu ve toplumsal, kültürel ve siyasi alanda dikkat çekeceğini, hatta bir miktar ortalığı sarsacağını tahmin ediyorum.
Geçen sene 19 Mart’ta başlamıştım. 2016 Şubat başı bitti.
68 kuşağı solcuları o dönemler Osmanlı’ya karşı nasıl yaklaşırlardı? Bir gururlanma, övgüyle bakma durumu var mıydı?
Hayır, hiç yoktu, bilakis küçümseme vardı, özellikle Kemalizmin etkisiyle.
Peki siz de nasıl bir intiba vardı Osmanlı’ya karşı?
Milliyetler açısından ulus-devlete göre daha toleranslıdır. Ne vad ki sonuçta despot bir asyai diktatörlüktür.
Sizin gibi birine bu sorular kaç defa soruldu saymaya çalışmak saçmalık olur ama derli toplu cevaplarınızı, metinlerinizi, görüşlerinizi bulamadığım için sormak istedim:
“Das Kapital”in 3 cildini de okudunuz mu? Halâ okur musunuz? Görüşleriniz nedir?
Lenin hakkındaki görüşleriniz nedir?
Chavismo hakkındaki görüşleriniz nedir?
José Mujica hakkındaki görüşleriniz nedir?
Yanis Varoufakis hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bernie Sanders hakkındaki görüşleriniz nedir?
biraz müsaade, cevaplarım
IŞİD sanığı Halis Bayancuk’un mahkemedeki şu sözlerine ne dersiniz? Devletsizliği savunan anarşistler burada kimden yana olmalı?
Bayancuk, “Öyle bir düzen olsun istiyorum ki o düzende adalet olsun. Şahsa göre kişiye göre adalet olmasın. Ama mevcut sistem böyle değil. Bu sistemi demokrasiyi benimsemiyorum. Benimseyen insanı da putperest olarak görüyorum. Bu salona girdiğimde mahkeme salonunda niye Atatürk’ün fotoğrafı var. Sınıfa girdiğimde niye Atatürk’ün fotoğrafı var. Bakkaldan ekmek aldığımda niye paranın üstünde Atatürk’ün fotoğrafı var? Doğal olarak ben bir Müslümanım putperest değilim. Bu rejimi de benimsemiyorum. Müslümanım” dedi.
Bayuncuk, ” demokrasiyi benimsemediği iddialarına da cevap verdi.
Bayancuk “Bu benim inancımdır. Çünkü ben Müslümanım. Hakimiyet, otorite sadece Allah’a aittir. Dosdoğru din budur. İnsanlar bilmez. Ama demokrasilerde ‘Hakimiyet ve egemenlik halka aittir’ deniyor. Bir müslüman olarak demokrasiyi asla bu hali ile benimsemem mümkün değildir. Çünkü dinimizde içki haramdır, Ancak Anayasa’ya göre 18 yaşını doldurana serbest. Benim dinime göre zina ve kumar günah. Ancak devlet kumarı, milli şans oyunları olarak kabul ediyor. Benim böyle bir devleti benimsemem mümkün değildir” diye konuştu.
Mahkeme Başkanı Ahmet Civelek, “Öyle bir ülke var ise git” demesi üzerine Bayancuk, “Şu anda yok. Bu benim inancımdır. Sizin bu tavrınız nedeniyle insanlar Türkiye’den kaçıyor. İnsanlar sağına soluna bakıyor Suriye’ye gidiyor. Oraya gidince de örgüt üyesi diye buraya getirip yargılıyorsunuz” diye cevap verdi.
Bayuncuk’un ifade verdiği sırada araya giren üye hakim, “Sizin bu dediklerinizi IŞİD de söylüyor. Farkınız ne? Bize propaganda yapmayın” dedi. Bayancuk da “Aramızdaki fark ben inandıklarımı insanlara anlatıyorum. IŞİD ise inandıkları için savaşıyor. Propaganda yapmıyorum. Devletin istihbaratının raporları varken niye beni örgütle ilişkilendiriyorsunuz. Aslında benim soru sormam lazım” diye konuştu.
Suruç Saldırısı’nın ardından HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları da eleştiren Bayancuk, “Suruç patlaması olduktan sonra bizim dergimizin adından bahsetti.
İki gün sonra da bize operasyon yapıldı. Oy kullanmıyorum. Demokrasiyi benimsemiyorum. Müslümanım ve şeriat istiyorum. İnancımızın paralellik göstermesi bizim o örgütün üyesi olduğumuz anlamına gelmiyor. Benim hiçbir örgütle bağım olmadı. Sırf kendilerine aykırı gördüklerinden, var olan radikal örgütlere beni yamayıp içeri attılar. Hakkımı onlara helal etmiyorum. Kıyamet günü şikayetçi olacağım” dedi.
Gözaltına alınmadan önce polislerin kendisine ‘PKK sana suikast yapacak dikkat et’ şeklinde uyardığını söyleyen Bayancuk, “Bir aydır tecritte yaşıyorum. Cezaevinde kimseyle iletişimim yok. Güvenlik için olduğunu söylüyorlar” diye konuştu. Bayancuk’un ifadesinin tamamlamasının ardından diğer sanıkların ifadesine geçildi.
http://www.hurriyet.com.tr/isid-davasi-basladi-halis-bayuncuk-ile-hakim-arasinda-ilginc-diyalog-40059219
Örgütler insanların adalet duygULARINI da istismar ederek var olur. Her doğma özgürlüğün düşmanıdır sonuçta.
okudum. özellikle giriş bölümü harikadır.
Lenin: sosyalizmi yükselten ve sonra da ölümüne yol açan kişi.
Chaves: anti-Amerikan devlet adamı.
Mujika: İyi niyetli sol liberal
Yanis: İyi görünüyor
Sanders: O da iyi görünüyor ama sistem içinde bir şey yapamaz.
Yalçın Küçük zeki bir adam mıdır?
Büyük bir beyindir. Bu yüzden de bence kafayı üşütmüştür.
Peki şu zamanda onu takip ediyor musunuz? Güncel meseleleri yorumlamasını dikkate alıyor musunuz?
hayır. Benim Doğu’nun annesinin Yahudi olduğunu yazdığımı kafadan uyduran adamın nesine güveneceğim de takip edeceğim.
Mülteci krizi konusunda Avrupalı ülkeler çok acımasız davranmıyorlar mı?
düzenleri altüst olacak diye ödleri kopuyor. acımasızlar tabii
Şoför Mesut Erdinç olayını hatırlıyor musunuz? O dönem yankı yapmış mıydı? Bu nasıl şuursuzca bir eylem böyle?
korkunç bir olaydır. Ne yazık ki yankı bile yapmadı.
hatırlıyorum tabii. korkunç bir olaydır. Yankı bile yapmamıştı.
Bunun iyi ve kötü tarafları tartışmasını bir yana bırakarak soruyorum; değişimin ve ilerlemenin motoru, geçmişteki barbar istilaları ve yerleşik devletlerin günümüzde de devam eden fetih, işgal ve yayılmacılıkları ve bunların yol açtığı büyük nüfus değişimleri değil midir?
Şöyle ki; yerleşik yaşam sabit mekan, dolayısıyla değişmezlik demektir. Bu sabit durumu en hızlı değiştiren bu yayılmacılıklar değil midir?
Bunun dışındaki etkenler -gezginler ve bilim adamları gibi- bireysel olduğundan etkileri daha sınırlı değil midir? Üstelik pek çok bilimsel buluş bu yayılmacılığın ürünüdür; Napolyon’un Mısır işgalinde hiyerogliflerin çözülmesi, Haçlı ve Arap istilalarıyla eski Doğu uygarlıklarının ürünlerinin Batı’ya aktarılması gibi.
mesut erdinç olayını ilk defa duyuyorum. internete baktım, bir kaç antikomünist sayfa dışında pek bişey yok. öncelikle olay doğru mu? kesin olarak denizler mi öldürmüş mesut erdinç’i? neye inanacağız? google’a şoför mesut erdinç yazdığımda çıkan sayfada şöyle şeyler yazıyor:
“Ulaş Bardakçı ve bir arkadaşı Gaziosmanpaşa’da örgüt için kiralanmış bir evin önünde Mesut Erdinç’in şoför olarak çalıştığı bir taksiyi durdurdular. …Evde bekleyen kişiler şoför Mesut Erdinç’i bağladılar. Ağız-burun nahiyesine eterli pamuk koyarak sıkıca kapattılar….Şoför bağlı olarak bırakıldığı banyo küveti içinde havasızlıktan ölecek, apartman sakinleri 15-20 gün sonra durumdan şüphelenerek, polise haber verecekler, eve giren polis Mesut Erdinç’in ölüsüyle karşılaşacaktı.” (THKP-C, Doğuşu ve İlk Eylemleri Kaynak Yayınları).
“Planlanan soygun günü Yusuf Küpeli’nin başkanlığında sağı solu bombalamayı üstlenmiş ekip de bir okulun bahçesine attıkları bomba ile küçük bir kız çocuğunun kolunun kopmasına yol açacaktı.” (THKP-C, Doğuşu ve İlk Eylemleri Kaynak Yayınları).
Deniz Gezmiş’in ilgisi yok. Bu THKP-C’nin bir eylemi sırasında oldu. Elbette öldürme kastı yoktu. Sadece cehalet söz konusu. Arabasını çaldıkları şoförü enterne etme girişimiydi ama ne yazık ki ölümle sonuçlandı. O durumda olan bir insanın nefes alamayıp öleceğini hesap edememişlerdi.
Doğru ama böyle bir ilerlemeyi olumlayacak değiliz.
Anarşistler zorunlu eğitime ve çocuklarını okula göndermeyen ailelere devletin vereceği cezalara karşıdırlar yanılmıyorsam değil mi?
Peki buna karşı çıkmak, aşağıdaki linkte yer alan haberde görüldüğü durumlarda, çocuğu devlet yerine radikal dinci ailelere bırakmak değil midir? Her iki durumun da savunulacak bir tarafı yok.
http://ebumuaz.blogspot.com.tr/2016/02/yetkili-savclara-ve-kamu-vicdanna-suc.html
Bu olay bir sorunu gündeme getirmiş oluyor: devletsiz ve sınıfsız toplumlarda ailenin tahakkümünün önüne nasıl geçilecek? Aile de devlet gibi tahakküm kaynağı olabilir ve bazen devletin çocukları ailelerinin elinden alması çocuğun yararına olabilir.
oldukça tartışmalı bir konu.
CHP’li Aylin Nazlıaka’nın partisinden ihraç edilmesine ne dersiniz?
Bu ihraç ve buna neden olan (Nazlıaka ve bir milletvekili arasında başlayıp partiye yayılan) iç çekişme, çağdışı kalmış tektipçi Kemalist zihniyeti ve onun partisini zayıflatması bakımından iyi değil midir?
MUHALİF BİR PARTİNİN ŞU SIRA ZAYIFLAMASI İYİ DEĞİL. ÖTE YANDAN, BENCE BU KARAR NAZLIAKA’NIN LEHİNE. kENDİ BAŞINA, PARTİ KISITLAMALARINDAN BAĞIMSIZ DAHA İYİ ŞEYLER YAPABİLİR.
Sizce kötülük doğuştan gelmeyip sonradan mı öğrenilir, yoksa insanın doğasında olduğundan iyilik mi sonradan öğrenilir?
Esas olarak toplumsal koşullar, kültürel kodlar vb. belirleyicidir. Ayrıca iyilik ve kötülük görecedir. Birine göre iyi oylan bir başkasına göre kötü olabilir.
İbn Haldun’un döngüsel tarih tezi (uygarlık ve barbarlıkların birbirini izlemesi) hala geçerli midir sizce?
Avrupa’ya yayılan mülteci krizi giderek büyüyor. Gelişmiş ülkelerde nüfus duraklar hatta azalırken geri kalmış yerlerde hızla artıyor. Bu nüfus gelişmiş ülkelere akıyor ve burada kalıcı olacak. Çünkü geldikleri yerdeki savaş ve çatışma durumu bitmeyecek.
geçerli tabii
Şu tespitler -RTE bile yapmış olsa- doğru değil mi?
*
Kadını, ekonomik ve sosyal hayattan tecrit edilmiş olarak sadece evine hapseden anlayış, yakın döneme ait bir tasavvurdur. Bu yanlış kabulü yıkmak adına geliştirilen refleksler ise tam bir ifrattan tefrite savruluş örneğidir.
Açık söylüyorum, bana göre kadına en büyük zararı, hayatı ‘ekonomik özgürlük parantezine’ mahkum eden anlayış vermiştir. Halbuki, hangi annenin yaptığı iş, paraya tahvil edilebilir? Bunun bedeli olabilir mi? Olamaz.
Aile kurumunu yıkarak, değerleri yok ederek kadını özgürleştiremezsiniz. Tam tersine bu, kadının her alanda istismarının önünü açan bir yaklaşımdır.
http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-kadinlara-seslendi-40065359
baştan aşağı yanlış, reaksiyoner.
http://odatv.com/kozlarini-duelloyla-paylasacaklar-0903161200.html
Pisi pisileriniz nasıl? Oynuyor musunuz onlarla?
ellerinizden öperler 🙂
Attilâ İlhan hakkındaki görüşleriniz nedir?
A.İlhan’ın 1951 tevkifatına maruz kalmayan nadir solculardan biri olduğunu söyler Yalçın Küçük.
Polisle haddinden fazla içli dışlı olduğunu da söyler, şiir ve edebiyat adamlığı vasıflarına pek dokunmadan, politik yönden çok eleştirir Yalçın Küçük A.İlhan’ı.
yalçın küçük’e kulak asmayın. Büyük bir beyin ama çürümüş. Attila İlhan büyük bir şair ve ilk iki romanıyla çok iyi bir romancıdır. Nevi şahsına mahsus bir ulusalcıdır. Daha doğrusu kendi özgün ulusalcılığını ortaya atmıştır: Türkçü-Kemalist laik- islamcı ittfifakına dayanan bir ulusalcılık. İlginç fikirleri vardır ve Yalçın Küçük gibi işkembeden atmaz. şu yazıyı okumanızı öneririm: http://www.gunzileli.com/1998/07/23/galiyev-uzerinde-el-sikismak/
Öcalan ile Perinçek’in aynı cephede(Erdoğan) tekrar buluştuğunu söylersek, yanlış mı olur?
Perinçek, yeni anayasa konusunda, sizce, şu anda(VP parti çekirdeği içinde), yani özde, 1921 anayasasını mı savunuyor?
Yoksa VP’nin yayın organlarındaki gibi gerçekten 1924 ‘ümü?
Yani, son ana kadar siyasi bir manevra mı, Erdoğan ve Öcalan ile aynı noktada (1920-21) buluştuğunı perdelemek için şuandaki, yeni anayasa karşısında ki tutumu?
tabii ki son söylediğiniz.
Siz “kendiliğindenci”, “spontaneity” görüşe mi yakınsınız Gün bey?
Herhangi bir iktidar yapısına karşı, kişilerin ve/veya halkların “kendiliğinden” ayaklanmasını mı doğru buluyorsunuz, bunu mu savunuyorsunuz?
Evet
Sizce Türkiye’de kapitalizmin hala gelişmediği, sistemin kapitalizmden ziyade modern, sanayileşmiş bir Asya üretim tarzı olduğu söylenebilir mi?
Bütün bu askerî/sivil bürokratik vesayet ve tek parti/tek adam rejimleri, egemen sınıfın kapitalistlerden çok merkezî devlet olmasından ileri gelmiyor mu?
Zaten dikkat edersek bugünkü iktidara muhalefetin en güçlü olduğu yerler ya kapitalizmin en geliştiği Batı bölgeleri (bilhassa İzmir gibi) ya da kapitalizme geçememiş doğudaki Kürt bölgeleri (özellikle en geri kalmış Dersim, Hakkari gibi).
daha sonra cevaplayacağım.
Türkiye, orta gelişmişlikte kapitalist bir ülke. Asyai ve islami kültürel yapı, bugünkü devletsel despotik yapıda önemli bir etkendir.
Mustafa Kemal’in modernist bir adam olduğunu söylüyorsunuz ancak bir modernist niçin örneğin Köy Enstitüleri gibi bir yapı ile halkını tabandan eğitmeye çalışsın? Modernistler sadece kendi zamanlarını düşünürler?
Modernistler eğitimden yanadır.
Simon Sebag Montefiore’un “Genç Stalin” ve “Stalin: Kızıl Çar’ın Sarayı” kitapları üzerine bir değerlendirme yazınız var mı?
Bu kitapları önerir misiniz? Bunlar dışında da önerdikleriniz varsa isimlerini yazar mısınız?
bu kitapları okudum ama tanıtmadım. Montifiore ortalama bir tarihçi. kitapları bilgi açısından fena değil ama yetersiz bence. yine de öneririm.
Robert Conquest, Kikov Cinayeti ve Stayin, çev: Gün Zileli, h20, 2015 Tavsiye ederim.
Evet eğitimden yanadır ama bu üstteki belli bir zümrenin eğitilip kadrolaştırılmasıdır. Bizdeki ise bir tabana yayılan eğitim hareketidir.
Şaka olsun diye sormuyorum ve umarım kızmazsınız:
Eğer Doğu Perinçek sizden önce vefat ederse cenazesine katılacak mısınız?
Hayır. Kendi cenazeme de katılmam :). Kısacası, cenazeleri sevmem.
Sizce,
Gülen ekibinin, sırf Tayyip’in başkan olması ve bu başkanlığa göbekten bağlı “Türkiye’nin İslamlaşma sürecinin hızlanması” için, kendilerini bile bile heba etme stratejisi içinde olduğu ihtimali, aslında Tayyip ekibi ile Gülen ekibinin bir tür danışıklı dövüş içinde olduğu ihtimali var mıdır?
Sonuçta gayet iyi biliyoruz ki iki ekip de “İslamcı”.
Gülen Tayyip’le uzun süre önce anlaşıp, kendini “düşman gibi” göstererek, Türkiye’nin İslamlaşmasını hızlandırıcı bir misyonu yerine getiriyor olabilir mi?
Her ne kadar iki ekip arasında iktidar kavgası var gibi gösteriliyor olsa da, “Türkiye’nin İslamlaşması” için her iki ekip de on yıllardır kolkola yürüyor gözüküyorlardı. Bugün, ülkenin İslamlaşmasını hızlandırmak için, İslami iktidarın başkanlıkla yerini daha da sağlamlaştırması için, bir tür danışıklı dövüş ihtimali hiç mi yok?
hiç yok.
Peki herhangi bir tarafı tutmak zorunda mıyız?
Sadece İslam’ın değil hiçbir dinin ülkede tahakkümünü arttırıcı şekilde ilerlemesini istemiyorum, ki bir anarşist olarak siz de istemiyorsunuz.
Gülen ekibi ile Tayyip ekibine aynı anda karşı olmamız gerekmez mi?
Ehven-i şer nerede başlar, nerede biter?
Kim ikitidarsa onun karşısında, o anda kim mağdursa (ki hapse girmişler ve yayın organlarığna el konmuştur) yanında olmak gerekir. Bu, onlarla olan çelişmemizi unutmamız anlamına gelmez. Hakkaniyetli davranmak her zaüman devrimi güçlendirir. Geçmişte de Cemaatin Ergenekoncu diyerek subayları içeri atmasına karşı çıkmıştık. Yarın AKP’liler bir darbe sonucu içeri atıylsın, onları da savunuruz. Bu hayat böyledir.
Son sorulara Zileli’nin verdiği yanıtlara katılmakla beraber eklemek istediklerim de var.
AKP veya merkez sağ (Zileli’nin deyimiyle muhafazakar-modernist proje, Hanioğlu’nun deyimiyle kalkınmacı-muhafazakarlık) siyasi söylemi ve dayandığı taban bakımından İslamcı olsa da öncülük ettikleri kalkınma ve sanayileşme bu kültürü ve yaşam tarzını giderek aşındırıyor. Bırakalım Türkiye’yi, dünyanın bütünleşme ve etkileşim yolunda ilerlediği bir çağda savundukları anlayışın yok olması kaçınılmaz.
Feminist misiniz?
Feminizmle ilgili görüşleriniz nedir?
Değilim ama olumlu bir akım olarak görürüm. Pederşahi toplumu biraz olsun düşündürür.
Faşizm ile şovenizm arasında çok büyük fark var mı?
Temel ayrım nedir, çok yakın gözüküyor?
faşizmin ideolojik temeli aşırı milliyetçilik veya şovenizmdir.
Evrenin ortaya çıkışıyla ilgili Büyük Patlama/Big Bang teorisinin doğruluğuna inanıyor musunuz ve sizce bu bilimle ve materyalizmle bağdaşır mı?
Bazıları bağdaşmadığını düşünerek bu teoriyi reddediyor, bazıları da yine aynı mantıkla savunuyor:
*
Diyalektik düşünmeye alışkın olmayan birçok insan için sonsuzluk fikrini kabul etmek zordur. Sonsuzluk fikri, her şeyin bir başlangıcının ve sonunun olduğu günlük nesnelerin sonlu dünyasıyla o denli uyuşmazlık içindedir ki, garip ve açıklanamaz bir şey olarak görünür. Dahası, bu fikir belli başlı dünya dinlerinin birçoğunun öğretileriyle de uyuşmaz. Antik dinlerin birçoğunun kendi Yaratılış Efsaneleri vardı. Ortaçağ Yahudi alimleri Yaratılış tarihini İ.Ö. 3760 olarak belirlemişlerdi ve gerçekten de Yahudi takvimi bu tarihten başlar. 1658’de, Piskopos Ussher evrenin İ.Ö. 4004’te yaratıldığını hesapladı. 18. yüzyıl boyunca evrenin en fazla altı ya da yedi bin yaşında olduğu düşünüldü.
Fakat –diye itiraz edebilirsiniz– 20. yüzyıl biliminin bütün bu Yaratılış efsaneleriyle hiçbir ortak yanı yoktur! Modern bilimsel yöntemlerle evrenin boyutlarının ve kökeninin tam bir tablosunu elde edebiliriz. Ne yazık ki iş bu kadar basit değil. Birincisi, muazzam ilerlemelere rağmen gözlemlenebilir evren hakkındaki bilgimiz, bize bilgi sağlayan en büyük teleskopların, radyo sinyallerinin ve uzay sondalarının gücüyle sınırlıdır. İkincisi ve daha da önemlisi, bu sonuçların ve gözlemlerin, genellikle salt mistisizmi andıran son derece spekülatif bir şekilde yorumlanma tarzıdır. Yaratılış Efsanesi (“Büyük Patlama”) ve onun ayrılmaz refakatçisi olan Kıyamet Günü (“Büyük Çatırtı”) âlemine gerçekten geri döndüğümüz şeklinde yaygın bir izlenim var.
Büyük patlama teorisi gerçekten de bir Yaratılış Efsanesidir (tıpkı ilk Tekvin kitabı gibi). Büyük patlama teorisi evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce meydana geldiğini söyler. Bu teoriye göre, bundan önce ne evren, ne madde, ne uzay ve ne de zaman vardı. O patlama anında, evrendeki tüm maddenin tek bir noktada yoğunlaşmış olduğu varsayılır. Büyük patlama hayranlarının bir tekillik olarak kabul ettiği bu görünmez nokta, daha sonra öyle bir güçle patladı ki, derhal bütün evreni doldurdu ve bunun sonucu olarak evren halen genişlemeye devam ediyor. Bu arada, “zamanın başladığı” an da bu idi. Bunun bir çeşit şaka olup olmadığını merak edecek olursanız bunu aklınızdan çıkarın. Büyük patlama teorisinin anlattığı şey tam da budur. Adlarının arkasında uzun harf dizileri olan üniversite profesörlerinin büyük çoğunluğunun gerçekten inandığı şey budur. Bilim çevrelerinin bir kesiminin yazılarında mistisizme doğru kayışın en açık delilleri mevcuttur. Son yıllarda, en son evren teorilerinin popüler açıklaması maskesi altında, özellikle büyük patlama sözde teorisiyle bağlantılı olarak her türlü dini düşüncenin kaçakçılığını yapmaya teşebbüs eden bir bilim kitapları seli görmekteyiz.
New Scientist (7 Mayıs 1994) “Başlangıçta Patlama Vardı” başlıklı bir makale yayınladı. Bu makalenin yazarı Colin Price, bir bilimci olarak eğitim almış ve çalışmıştı, ama şimdi bağımsız bir cemaat papazıdır. Şunu sorarak başlar: “Büyük patlama teorisi kutsal kitaba bu kadar mı ait? Veya başka bir şekilde ifade edelim, Yaratılış hikâyesi bu denli bilimsel mi?” Ve kendinden emin bir iddiayla bitirir: “Hiç kimse büyük patlama hikâyesini Tekvin kitabının ilk iki bölümünün yazarlarından daha iyi takdir edemezdi.” Bay Price’ın kuşkusuz dili sürçerek de olsa kesin bir doğrulukla büyük patlama ‘hikâyesi’ olarak tanımladığı şeyin arkasında yatan mistik felsefenin tipik bir örneğidir bu.
http://en.marksist.net/node/1153
İklim Zileli kim?
Yeğenim.
RTE’nin, çökmekte olan TC devletinin son cumhurbaşkanı olma ihtimali var mıdır sizce?
o kadar da değil.
“Kalemimden Sayfalar”, Necmettin Büyükkaya, Vate yay.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/kalemimden-sayfalar/122205.html
Kitap hakkındaki görüşleriniz nedir? Sitenizde bir yazı bulamadım?
okumadım.
Alfredo Maria Bonanno’yu tanır mısınız?
Türkçe çevirileri neredeyse hiç yok.
İngilizce çevirileri var ama baskısı tükenmiş ve belki de ulaşmak çok zor.
Bonanno hakkında neler dersiniz? Sizin elinizde yazı varsa yayınlar mısınız? Yazınız yoksa linkleriniz varsa buraya koyar mısınız?
1937 doğumlu isyancı anarşistmiş. sosyal savaş sitesinde http://sosyalsavas.org/2015/08/zayifligin-tiranligi-alfredo-m-bonanno/#more-28370 çevrilip yayınlanmış bazı yazıları var.
Abi
Yurtdışında yaşıyorum.
Dövizle askerlik diye bir sistem var. (Bedelli askerlikle ilgisi yok.)
Yurtdışında takriben 3, 3,5 yıl yaşayarak ve bu süre içersinde TSK’nin anlaşmalı olduğu banka hesaplarına belli bir meblağ yatırarak dövizle askerlik sistemine dahil olunabiliyor. Önceden dövizle akserlik hizmeti 21 günle sınırlıydı. Yeni yapılacak düzenlemeler ile sadece yurtdışında yaşamanın ve parayı ödemenin yeterli olduğu, kışlaya gitmenin, silah altında olmanın zorunlu olmadığı bir güncelleme getirmeyi planlıyorlar.
Yüksek lisansımı yurtdışında yaptığımdan ve paramı da yurtdışında kazandığımdan dövizle askerlik sistemine kaydımı yaptırmıştım. 2. yılım dolmak üzere, yani 1 sene sonra kadar askerlikle ilişkim kalmayacak.
Anti-militaristim. Ve Türkiye’de yaşıyor olsa idim, sırf şu iş bulma derdinde askerliği bitirmiş olmak şartına düşmemek için askere gitmeye mecbur kalırdım! Her ne kadar yurtdışında olmam sebebiyle yırtmış olsam da, zorunlu askerliği yaşamayacak olsam da aklıma geldikçe afakanlar basıyor!
Türkiye’deki akrabalarıma, arkadaşlarıma sürekli ‘askere gitmeyin’ desem de, bu sözümün şu iş bulma meselesinde askerlik şartı nedeniyle balon olduğunu düşünüyorum ve anti-militarist konuşmaktan kaçınır hale geliyorum!
Türkiye’de zorla askere alınanların gündelik hayatlarındaki memleket algılarına baktığımızda, çoğunun ‘orduya ve zorunlu askerliğe karşı ses çıkarmadığını’, vatan borcu olduğunu, ‘1 senemi milletime adasam ne olur ki’ cümlesi ile kendilerini avuttuğunu, aile içinden okula kadar ‘milliyetçi tedrisattan’ geçtiğini hepimiz biliyoruz!
Sorum şu:
Uzman er/erbaş, astsubay, subay kadrolarının, maaşla bu işi yaptıklarını, gönülleri razı gelse de gelmese de, ‘ordu bünyesi içinde maaş alarak’ profesyonel savaşçı olduklarını biliyoruz.
Buna mukabil zorla askere alınan, ‘milliyetçi tedrisattan’ geçmiş olsalar da olmasalar da, anti-militarist olsalar da olmasalar da, 634.000’e yakın toplam kadronun çoğunu zorla askere alınan erat meydana getiriyor! Eğer benim gibi yurtdışında yaşayacak imkanları ve paraları yoksa, eğer askerlik yapmayı kabul etmezlerse, ömürleri boyunca taşımaya mecbur kalacakları bir kanser olacak şu zorunlu askerlik illeti!
Şimdi abi, şu meşhur ‘şehitlik’ müessesesi var, çoğumuzdan iyi bilirsin ne olduğunu!
‘İnsanın ölümünü’ kategorize ederek, kahrolmayı, acıyı paylaşmayı derecelere ayırmanın anarşizme yakışıp yakışmadığına emin olamıyorum?
İnadına ‘terörist’ diye yaftaladıkları PKK gerillalarının ölümünü ‘şehitlik’ olarak niteleyip derece yükseltenler, doğal olarak PKK’ye gönül vermiş çevrelerden geliyor olsa gerek! Çünkü çok iyi biliyoruz ki, her teşkilatın kendi içinde yaşatmaya çalıştığı ‘tedrisatlar’ vardır! Yani TSK’nin şehitliği kendine, PKK’nin şehitliği kendine! Peki ‘insanın ölümü’ nerede?
Uzman er/erbaş, astsubay, subay kadroları öldüğü zaman, ‘ordu bünyesi içinde maaş alarak’ geçimini sağlayan profesyonel savaşçı olmaları sebebiyle bu insanlara ‘üzülmemek mi’ gerekir?
Buna mukabil zorla askere alınan, 634.000’lik ordunun çoğunluğunu oluşturan erat içinden ölenler olduğunda ‘üzülmek mi’ gerekir?
Bu sorularımı görünce belki aklından şu geçebilir abi, ‘kardeşim sen zaten daha bana sorularını sorarken, acı paylaşımında dereceli yaklaşmaya teşne olduğunu göstermişsin, sana nasıl cevap vermemi bekliyorsun ki!’
Amacım asla ama asla acı paylaşımında dereceli yaklaşmak değil! En duru ve en vurucu ifadeyle yüreğimden geçenleri sana danışmak istedim sadece!
Bu dehşet sorularla nasıl baş etmeliyiz abi? Tavsiyelerin nedir?
değerli arkadaşım,
bugünlerde Sefiller romanını okuyorum. Victor Hugo romanın 2. cildinde Waterloo savaşını anlatıyor uzun uzadıya. Ne canlar gitmiş boşu boşuna. Ölüler kuyuları doldurmuş. Şimdi baktığımız zaman bu tür savaşlar bize ne kadar saçma geliyor. Savaş denen şey insanların birbirlerini bir hiç uğruna boğazlamasıdır ya da küçük çıkar gruplarının uğruna. O kadar uzağa gitmeye gerek yok. Bugünkü savaşın da hiçbir anlamı yoktur, her iki taraftan ölenler için de böyledir bu. İnsanları savaşa sürmek için şehit edebiyatını körüklüyorlar. Ben bu savaşta ölen kim olursa olsun boşuna öldüğünü düşünüyorum. Maaş için askere gidenler de dahil. Ben onlara da acıyorum. 3-4 bin (veya daha fazla, bilemiyorum) lira maaşa hayatını değişmek tamamen saçmadır, mantıksızdır. Elbette zorunlu askerlik nedeniyle askere gitmek zorunda olanların boşu boşuna ölmesi ve bir tv haberinde on saniye içinde şehit diye geçiştirilerek unutulup gitmesi daha da acıklıdır. Hendek savaşlarında öldürülen Kürt gençlerinin de ölümleri çok acıklı. Yarın hükümet gelin masaya oturalım dese, Kandil’deki o kahraman gerilla komutanlarının hepsi sıraya girip “normal bir düzene” katkıda bulunacak. O gençler de öldükleriyle kalacak. Sonuç olarak (bugün haber olarak geçti: 5000’in üzerindeki Kürt gencinin ve 300’ün üzerindeki polis ve askerin) ölümlerinin hepsi ziyandır. Kendilerine de çoluk çocuklarına da yazık olmuştur, olmaktadır. Kesin olarak kimsenin askere gitmemesini, kimsenin maaş uğrunda savaşmamasını savunmak gerekir.
İdam cezasına tamamen karşısınız diye biliyorum. Peki bu düşünceniz -öyle bir şey mümkün değil gerçi ama (Mursi idamla yargılansa da Türkiye’de idam kalktı ama olağanüstü durumlar hariç galiba) RTE için de geçerli mi?
Daha genel bakacak olursak, kadınlar ve çocuklar dahil silahsız sivil halka yapılan katliamların sorumlusu diktatörlerin idam edilmesi yanlış mıdır?
Devrildikten sonra bile hayatta kalmaları tehlikeli değil midir? Çünkü bu durumda tekrar başa geçmeleri ihtimali (devlet içindeki yandaşlarının veya müttefiki devletlerin desteği, veya kendisini tutan halk kitlelerinin isyanı gibi yollarla) sağ bırakılamayacak kadar tehlikeli oldukları anlamına gelmez mi?
tehlike şahıslardan gelmez. Toplumsal yapılarla uğraşın.
Bazı durumlarda şahıslardan gelmez mi?
Örneğin Dersim katliamında bir şahıs olarak M. Kemal’in etkisi büyük. Başbakanı olan ve ölümüne yakın onunla ters düşen İsmet İnönü buna karşı çıktığı için yerine getirilen ve ona daha bağlı olan Celal Bayar’ın döneminde yapılıyor. İnönü döneminde de öldürülenler olsa da asıl katliam bu dönemde. Bu yüzden RTE’nin suçu İnönü’ye atması da bir çarpıtma.
Tamam acma TC devleti Derim’i ele geçirmeye cumhuriyetin kuruluşundan beri hazırlanıyordu.
A.B.D.’nin planı sizce tam olarak ne? Erdoğan’ı kesinkes istemiyorlar mı yoksa kontrol edilebilir bir çizgiye mi çekmeye çalışıyorlar?
bence kesinkes istemiyorlar. Yani üstünü çizdiler.
Darbe olabileceğini düşünüyorsunuz, ben de bunu mümkün görüyorum, peki Genelkurmay’ın şu açıklamasını nasıl değerlendirmeli?
Yani niçin böyle demiş olabilirler demek istiyorum. Yoksa egemenlerin özüyle sözü bir olmadığından böyle dediklerine göre olmayacağına inanmak saflık olur.
http://www.hurriyet.com.tr/genelkurmaydan-darbe-iddialarina-yanit-40078557
Eşini aldatacağı hakkında söylentiler dolaşan kişi bunu daima reddeder.
CHP’nin başına geçeceğiniz yönünde haberler kulislerde konuşuluyor. Doğru mu?
Yanis Varoufakis, Jeremy Corbyn, Beppe Grillo, Pablo Iglesias Turrión, Bernie Sanders ve Elizabeth Warren’la voltranı oluşturacağınız doğru mu?
Muvazzaf asker sayısı 200 bin. Ama polis sayısı 300 binden fazla. İhtilal olursa askerin kazanma şansı az değil mi? Neden böyle bir maceraya atılsınlar?
polis, kim egemense derhal onun emrine girer. Naziler Fransa’yı işgal ettiğinde Fransız polis teşkilatı olduğu gibi Nazilerin emrine girmişti.
Doğru
ABD, Erdoğan’ı gözden çıkardı diyorsunuz ama hiç de öyle gözükmüyor. Şu fotoğrafa bakar mısınız?
http://odatv.com/erdogani-boyle-kucakladi-3103161200.html
galiba çok safsınız. Bir devlet adamı diğerini böylesine kucaklıyorsa yakında onu harcayacak demektir. Kişisel ilişkilerde bile böyle aşırı davranışlar buna delalettir.
Veganların kendi yaşam tarzını başkalarına dayatması otoriteryenlik değil midir?
Öyle bir dayatma varsa tabii ki. Fakat ben böyle bir durum görmedim. Yani et yiyene veya hayvansal ürün kullananlara baskı mı yapıyorlar?
yeni romanın tanıtımı niye yapılmıyor? röportaj, eleştiri, tanıtım yazısı yok hiçbir yerde. siz mi böyle istediniz?
Daha piyasaya çıkmadı. 8 Nisan’da çıkacak. Tanıtımı yapılır yavaş yavaş.
Demin Ömer Türkeş’in yazısını okurken aklıma geldin. Türk edebiyatında siyasi polisiye damarı zayıf. Bu türü en iyi sen yazarsın. Bir sonraki romanın için ilham vermiş olayım böylece.
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/ofkeli-bir-hesaplasmanin-romani-433952
Semprun’un kötü bir romanıdır bu. En güzel romanı Büyük Yolculuk’tur.
Kitaplarınızın telif ödemeleri ile geçiminizi sağladığınızı yazmışsınız.
T.C. vatandaşı olmadığınıza göre, T.C. yasalarına göre ’emekli’ vasfını taşıyor musunuz bilmiyorum. ‘Emekli’ misiniz? Emekli aylığınız (veya 3 aylığınız) var mı?
Çeşitli organizasyonlarda, konferanslarda, konsoloslukların & büyükelçiliklerin programlarında, turizm sektöründe, vb.’lerinde simultane çeviri yaparak, şirketlerin reklam, ürün ve hizmetleri için hazırlanan broşürlerin çevirisini yaparak ek gelir elde etmeyi hiç düşündünüz mü?
Bu sorumu sululuk olsun diye sormuyorum, Eminönü’ndeki altgeçidi bilirsiniz. Oradaki merdivenlerde, iç çamaşırı, çorap, tıraş bıçağı, tırnak makası ve hatta midye satarak ek gelir elde etmeyi hiç düşündünüz mü?
yok.
düşünmedim.
düşünmedim.
Fatih Mehmet Maçoğlu hakkında neler dersiniz?
Belediye başkanlığı ve icraatları hakkaniyetli mi sizce?
İzlenimleriniz nedir?
Bilgi: Komünist değilim.
tanımıyorum.
Sen Ahmet Hakan’ı savundun !!!
Zülfü Livaneli’yi tanır mısınız? Nasıl biri?
Siyasi görüşü nedir? Ulusalcı mı, maskeli marksist mi yoksa başka bir şey mi? Türkiye’de “Nazım Hikmet ekmeği”ni yiyen en ünlü kişilerden biridir Livaneli. Diğerleri Yaşar Kemal, Genco Erkal, Fazıl Say…
Müzisyenliği, sinemacılığı ve romancılığı hakkında izlenimleriniz nedir?
İyi bir icracıdır müzik alanında. CHP’li, bildiğim kadarıyla sosyal demokrat. İyi bir romancı olarak görmem.
Anladığım kadarıyla maddeci değilsiniz?
Çocukluğunuzu ara sıra hatırlar mısınız?
Çocukluğunuzdan özlediğiniz birkaç şeyi yazar mısınız?
çocukluğumu Ev kitabında yazdım.
abi geldiğimiz noktada balyoz ergenekon için ne diyorsun bunlarla ilgili yazı var mı?RET gerçekten kandırıldı mı 17-25 darbe girişimimidir?
darbe girişimi akp’nin uydurması. Ergenekon’la ilgili bu sitede ergenekon kategorisinde bir sürü makale var.
Anarşizmin tahayyül ettiği toplum düzenini kurma konusunda, pratikte en fazla yol kat etmiş olan EZLN’nin, öteden beri Meksika ulusal bayrağını sahipleniyor olması hakkında ne düşünüyorsun?
çanlar, mevsimlerden daha iyi bir roman olmasına rağmen daha az tanıtımı yapılıyor, niye böyle?
dur bakalım, şu sıra İzmir Fuarı var. O geçsin bir, ona göre karar verelim.
öyle olduğunu bilmiyordum doğrusu
Bazen canın hiç sucuklu yumurta çekmiyor mu abi? veya şöyle çift sosisli ayvalık tostu falan? kıtır ekmeğin arasında kaşarla sucuk erimiş iç içe geçmişler…
Ötanazi hakkındaki görüşleriniz nedir?
Anarşizm “devlet”e karşı olduğuna göre, yine aynı devletin yasal çerçeve çizmeye kafa yorduğu ötanazi uygulamasının “yasal mı / değil mi” sorularına da karşı olduğu kanaatindeyim. Kanaatim doğru mu?
“Ötanaziye tıp (doktorlar) karar versin.” deyip konudan sıyrılmak, bu kez, tıbbı bir tür otorite yerine koymak anlamına gelmez mi?
Kişinin kendi hayatını kendi iradesiyle sonlandırması daha çok intihar kelimesi ile tanımlanıyor olmakla birlikte, “ötanazi” daha çetrefilli bir konu gibi gözüküyor.
Fikirlerinizi öğrenmeyi ve bu konuda önereceğiniz kaynaklar varsa yazmanızı çok isterim…
(Otorite, devlet, “yasallık”, anarşist başlıkları altında görüşlerinizi öğrenmek istemiştim. Yoksa, kendi hayatıma kastım yok, yaşamayı seviyorum 😉
savunurum.
ayvalık tostundan nefret ederim
1036 Gün Zileli
Niçin sadece “savunurum” yazarak kısa, açıklamasız bir cevap verdiniz?
“Yasallık” gibi oldukça tartışmalı bir durumdan da bahsetmiştim?
yasal olmalı ama olmasa da isteyen uygulamalı.
23 nisan’la ilgili görüşünüz nedir? Çocuklar, gürbüz evlatlar üzerinden kemalist rejimin kendisini şekillendirmesi olarak mı görmek lazım yoksa devrimci, ilerici, halkçı bir kazanım olarak kutlamak mı lazım?
Pek anlamlı bulmam. Çocukların bir gün için abartılması da bu konuda kusurlu bir toplumun vicdanını rahatlatmasıdır.
Doğu Perinçek’ten sonra kalan ana akım partinin başkanı kim olur sizce?
Arslan Kılıç olur. Çünkü aralarında en silik şahsiyet o.
Mehmet Perinçek’e neden şans tanımıyorsunuz? Bir de İsmail Hakkı Pekin, Yaşar Okuyan gibi güç sahibi üst düzey yöneticiler, Arslan Kılıç gibi birini genel başkan olarak kabul ederler mi?
ben sadece tahminimi söyledim. İ.H.Pekin ve Y.Okuyan geleneketen değiller, bu yüzden başarılı olamazlar. Mehmet Perinçek ise, yapı itibariyle böyle bir işe uygun değil.
Mehmet Perinçek, yapı itibariyle böyle bir işe uygun değil derken neyi kastediyorsunuz? Partinin gençlik teşkilatını uzun yıllar yönetmişti.
parti yönetmek için acımasızlık ve sinik olmak gereklidir de.
VP’ de Perinçek’ten sonra Genel Başkan, Arslan Kılıç’ın olacağı görüşünüze katılmıyorum. Tıpkı, Mehmet Bedri Gültekin, Nusret Senem veya İlker Yücel Adnan Türkkan, Tunç Akkoç vs. gibilerin olamayacağı için.
Perinçek’in kendisinden sonra işaret edeceği sadece 2 aday vardır ve bunlar dan biri olur. Ya, Mehmet Perinçek yada Yunus Soner. Bu iki isim dışın da kimse olamaz.
1’inci neden, köken olarak geldiği/şekillendiği sınıfından(emekçi karakterli) ötürü
2’inci neden, Burjuva karakterli bir parti ahlakından dolayı, ‘medyatik’ vs. gibi kavramların Arslan Kılıç’ ta ve diğer saydığım isimler de olmamasından ötürü(VP partisinin kemik algısına göre, söylüyorum, doğru-yanlış yorumunda bulunmuyorum:)
3′ üncü neden, VP’nin feodal karakterli yani ‘aile’ parti hüviyetinden ötürü. Bütün görev dağılımları hatta, ‘yaşlılardan’ sonra ki görevler dahi ona planlanmış ve tanzim edilmiştir.
Genel Başkanın ‘Perinçek’ soy adından başkasına geçmesi için, Doğu Perinçek’ten sonra bir de Şule Perinçek’ten sonra diye bir dönemin olması gerekmektedir.
Mehmet Perinçek ve Yunus Soner’ de, baba yada anne Perinçek’in sözünden çıkamazlar. O yüzden bu iki isimden birinin genel başkan olması da, eski tas eski hamamdır.
Ancak Doğu Perinçek ve ardından Şule Perinçek’ten sonra ki dönem de, ‘Perinçek’ soyadının dışında biri olabilir Genel Başkan.
Diğer bütün isimler isimler, Aydınlık gazetesi yönetmeni veya şu temsilcisi vs. olurlar ve Başkana hizmet ederler.
akp’li meclis başkanı, “yeni anayasada laiklik olmamalı, dindar anayasa olmalı” manasında bir açıklama yaptı. asker kanadının, tsk’nın bu açıklamaya tepkisizliğini, bu sessizliği nasıl yorumlamak lazım? eskiden olsa ortalığı ayağa kaldırırlardı.
bu açıklama sonlarının başlangıcıdır.
Refik Halit Karay hakkında izlenimleriniz nedir Gün bey?
Siyasi tavırlarını ayrı olarak,
Edebiyatçılığını ayrı olarak değerlendirir misiniz?
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/kahraman%C4%B1n-if%C5%9Faat%C4%B1/1124618290922532
Bu konuda, yani Türkiye’deki sahte laiklik anlayışıyla ilgili bir yorum okumuştum, onu da paylaşmak isterim.
Türkiye’de laiklik;
-Elhamdülillah hepimiz Müslümanız, laiklik dinsizlik değildir
-İslam’da türban, tesettür yoktur
-İçki serbesttir -veya hoşgörülebilir
-Araplar İslam’ı yanlış yorumluyor
saçmalığından öteye gitmiyor, diyordu.
Bence bu durum, bazılarının dediği gibi sadece gayrimüslim nüfusun tasfiyesinin, veya Aleviliğe baskının sonucu da değil. Onlar bile kabul görüyor ama ateizm veya dinsizlik makbul olmuyor.
Yine de iyimserim. Bu çağdışı durum bitmek üzere. Değişen, bütünleşen ülke ve dünya bir yana, sadece toplumun gelecek kuşakları olan gençlik bile buna yeter.
Doğrusu, değerlendirebilecek ölçüde vakıf değilim bu yazara.
Refik Halit, “vatanın bütünlüğü mevcut iken İngiltereye harp açanların, şimdi mahvettikleri vatanı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkmalarını” eleştirir (Alemdar, 22.1.1920)
(Yanlış Cumhuriyet’ten)
Bildiğim kadarıyla rejime muhalif bir yazardı.
You tuba bilgi birikimini fikirlerini anılarını
aktaracak birer saatlik videolar ekler misin gün ağabey?
ilginç bir öneri. Bir düşünelim.
Abi senin şu “ılımlı emperyalist” ABD’nin, Güney Amerika’da en son yediği haltların özeti:
http://www.globalresearch.ca/regime-change-throughout-latin-america-the-monroe-doctrine-becomes-the-obama-doctrine/5521840
Ben “ılımlı emperyalist” diye bir şey demedim. Fakat bugün “anti-emperyalizm” konusunda dikkatli olmak gerekir. Açın bakın yandaşlara, “anti-emperyalizm”den geçilmiyor. emperyalizmin marifetlerini zaten biliyoruz.
1 mayısta taksim mi bakırköy mü ve neden?
Hiçbiri. Taksim’i tamamen kapatmışlar. Kırılmanın alemi yok. Bükırköy’deki izinli gösteri ise anlamsız.
Taksim’i tamamen kapatmışlar. Kırılmanın alemi yok. Bakırköy’deki izinli gösteri ise anlamsız.demişsiniz de niye bu yönde bir yazı yazmadınız ve insanları uyarmadınız? tweet de atmamışsınız.
1 mayıs’la ilgili olarak Şikago martirleri tweetini attım. Ben bir örgüt değilim ki insanlara gidin ya da gitmeyin diyeyim. herkes kendi aklını kullanarak karar vermeli.
Önceki mesaj eksik gitti. Onu silin isterseniz.
Takip ettiğiniz kadarıyla bu seneki 1 mayısı nasıl bulduğunuzu sormuştum. Katılımı nasıl buldunuz? Geleneksel sovyetik partiler kalabalık kitleleriyle gövde gösterisi yapmaya çalışırlarken anarşistler de İzmir’de ve İstanbul’da yine gündem olmayı başardılar. Onları nasıl buldunuz? Bu seneki 1 mayıstan hareketle bloklar arası mücadelede son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gidişat nereye?
bu tür gövde gösterilerinin mücadeleye bir katkısı olduğunu düşünmüyorum.
Heyecanlı biri misiniz?
Çabuk sinirlenir misiniz?
zaman içinde çabuk sinirlenmemeyi öğrendim. Fakat genelde heyecanlı bir yapım vardır.
1039 nolu yoruma cevap.
Daha önce yazmıştım. Doğu Başkan’dan sonra başkan, Yunus Soner olur. Akademik ortamda bir yer edinmiş evlatlarını siyaset hay huyu içine atmaya ve özenle parlatılmış başarılarını yok etmeye Doğu Başkan’ın gönlü razı olmaz (Mehmet’te başkanlık becerisi olsa bile)
Yunus Soner, hem hayatta herhangi bir kariyeri ve başarısı olmaması, hem de kendini beğenmişliği ile ideal bir siyasi lider adayı. Öte yandan, hem aileden olduğu için gerekli, hem de başkanın kendisinin değil, kardeşinin çocuğu olduğu için, siyasette harcanamaması gerekecek kadar değerli değil.
Bunları yazmıştım, ancak, Aslan Kılıç ile ilgili yorumunuz üzerine düşündüm Gün Arkadaş. Evet, geçiş döneminde Aslan Kılıç’a büyük işi düşecek. Sonrasını, ölmez sağ kalırsak hep birlikte göreceğiz. Sebze, zeytinyağı, deniz havası uzun ömre “yol açıyor”.
1039 nolu yoruma cevap.
Daha önce yazmıştım. Doğu Başkan’dan sonra başkan, Yunus Soner olur. Akademik ortamda bir yer edinmiş evlatlarını siyaset hay huyu içine atmaya ve özenle parlatılmış başarılarını yok etmeye Doğu Başkan’ın gönlü razı olmaz (Mehmet’te başkanlık becerisi olsa bile)
Yunus Soner, hem hayatta herhangi bir kariyeri ve başarısı olmaması, hem de kendini beğenmişliği ile ideal bir siyasi lider adayı. Öte yandan, hem aileden olduğu için gerekli, hem de başkanın kendisinin değil, kardeşinin çocuğu olduğu için, siyasette harcanamaması gerekecek kadar değerli değil.
Bunları yazmıştım, ancak, Aslan Kılıç ile ilgili yorumunuz üzerine düşündüm Gün Arkadaş. Evet, geçiş döneminde Aslan Kılıç’a büyük işi düşecek. Sonrasını, ölmez sağ kalırsak hep birlikte göreceğiz. Sebze, zeytinyağı, deniz havası uzun ömre “yol açıyor”.
Sorum, Yunus Soner’in geleceği hakkında siz ne öngörüyorsunuz?
iyi bir çocuktur, fakat siyasette çok toydur.
Sizce İlber Ortaylı gibi bazı tarihçilerin bu kadar bilgili olmalarına rağmen Türkçülük/ulusçuluk/ulusdevlet saçmalığını doğal karşılamalarının nedeni ne olabilir? Devletin propagandasıyla cahil bıraktırılmış halkın bu durumu normal ama onlara ne oluyor? Yoksa kendileri burjuva medyada görevli devlet propagandistleri olduğu için mi böyleler?
Burjuva medya demişken, sizin yazılarınızın yanı sıra muhalif düşüncelerin yayılmasına yaptığı katkı bakımından sitenizin değeri büyük Gün bey. Gerçi pek çok muhalif, devrimci, Kürtçü vs. site var ama hem onları burada yayma, hem de bazı yorumcuların (örneğin Necip’in) yazılarını okuma imkanı sağladığından önemli.
beyaz türk bilinci.
8 mayıs tarihli bir haber… Perinçek, Vatan Partisi’nin İzmir 10’uncu Olağan İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada Davutoğlu’nu suçladıktan sonra hızını alamayarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da ‘ABD’nin başka bir adamı’ diye nitelemiş ve “Bitmiş olan sahte, vatansız soldan partimize bulaşan, sirayet eden birtakım yanlışlar var. Bunu Vatan Partisi olarak ortaya koymak zorundayız” diye konuşmuş.
Perinçek daha önce parti içine yönelik hiç bu kadar sert konuşmamıştı. Bu sözler ne anlama geliyor?
okumadım ama bildiğim kadarıyla parti içinde AKP yanlısı çizgiden dolayı büyük bir kargaşalık var.
peki bu kargaşa perinçek’in ve akp yanlısı ekibin tasfiyesiyle sonuçlanabilir mi? herkes perinçek’in muhaliflerini tasfiye edeceğini zannediyor. bunun tam tersi, sizin aydınlık hareketi tarihinde ilk defa yaşanabilir mi?
bence imkânsız. Fakat şimdiden kopuşlar ve ihraçlar başlamış durumda. Parti merkezi başkanların özel mülküdür. O özel mülkün ellerinden alınması için büyük bir devrim gerekir.
yeni başbakan kim olur sizce? toplumsal muhalefet blokunun işine hangi isim daha çok yarar?
hiç fark etmez. Nasıl olsa her şeyi RTE yönetecek. Bu tür ayrıntılara kafayı takmayın bence.
Perinçek, önümüzdeki süreçte (Başkanlık tan sonra), İmralıya Erdoğan tarafından yollanabilir mi?
Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm teorisi ile, Perinçek’in BAB (Batı Asya Birliği/Konferdarasyonu) arasında benzerlikler varmıdır?
(akil olarak yollanabilir mi?)
yollanmaz.
yoktur.
Toplumsal bloklar teorisine ve tatava yapma bas geç pratiğine göre MHP krizinde Meral Akşener’i mi desteklemek gerekiyor?
hayır.
genelkurmay başkanının nikah şahidi olmasına yönelik tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? orta sınıf kemalist kesimden büyük tepki var ama asker kesiminde yaprak kımıldamıyor. en son jandarmalar c.başkanının damadına mutluluk dileyen pankart bile açtılar.
haklı bir tepki. Suyun altında nasıl bir kaynama var bilmiyoruz.
Fenerbahçe önümüzdeki sezon ne yapar?
Diego kalmalı mı?
kalmamalı.
Sizce, Fazıl Say’ın dediği gibi, “nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” mıdır?
Hayır! Çok toptancı bir yargı.
Yılmaz Güney bir lider miydi?
Ahmet Kaya müziği dinlediniz mi hiç? Evet ise beğenir misiniz?
bazı parçalarını. Örneğin “çekip giderim” parçası güzeldir.
Yürekli bir insan, bir devrimciydi.
Yalçın Küçük Celal Bayar için ‘has İbrani’dir’ demiş, doğru mu sizce?
http://odatv.com/rusya-turkiyeye-savas-ilan-etti-3005161200.html
Öyle olsa ne olur ki. Saçmalık bunlar.
küçük ama yine mide bulandırdı
Mustafa Tutkun ile ilgili bir daha haber ulasmadi mi gunumuze kadar?
70’li yillarin basinda THKO-THKP-C arasinda rekabet ortaminda dostluk mu daha agir basiyordu yoksa düşmanlık mi?
Düşmanlık yoktu. Ama rekabet vardı.
Ne yazık ki, bildiğim kadarıyla ulaşmadı.
Vatan partisi, komünist parti, halkın kurtuluş partisi, birleşik haziran hareketindeki liderlerin soykırım tartışmalarına yaklaşımını değerlendiriyorsunuz? Alman parlamentosunda kabul edilen soykırım tasarısı, emperyalistlerin Türkiye’yi sıkıştırma oyunu mudur? Onlar öyle olduğunu savunuyor da.
Ermeni soykırımının inkarı konusunda özgürlükçü bir yaklaşımınız var. Peki Sözcü paçavrasının bugünkü manşeti ifade özgürlüğü kapsamında mıdır yoksa nefret söylemi ve ırkçılık mıdır?
http://i.gazeteoku.com/resize-image/560/860/files/newspaper/2016/06/03/57521.jpg
Bu arada Alman parlamentosunun son kararı hakkında ne dersiniz? Burada İsviçre’de olduğu gibi inkarın cezalandırılması gibi bir durum yok galiba. Dolayısıyla desteklenmesi gerekmez mi?
Ben kararın doğru ve yerinde olduğu kanısındayım, fakat bu tür kurumların ikiyüzlü olduğunu, dolayısıyla aldıkları kararın da ikiyüzlü olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Madem o kadar karşılar soykırıma ve halkların acı çekmesine, neden çağımızın en büyük “tehcir”i olan bugünün sığınmacı akınının önüne setler koyup insanların denizlerde boğulmasına yol açıyorlar?
Öte yandan Sözcü’nün manşeti gerçekten iğrenç ama ırkçı söylemlerin de ifade özgürlüğü kapsamı içinde olduğunu düşünürüm. Ben mutlak özgürlükçüyüm. Yani Hitlerci Nazilerin de kendilerini serbestçe ifade etlerinden yanayım.
VP’nin tutumu malum. HKP’nin de öyle. TKP’nin tutumunu tahmin edebiliyorum ama BHH’nin karşı bir tutum takınacağını sanmıyorum, öyle mi gerçekten? “Emperyalist oyunu” tam bir uydurmadır. Karar, tarihi bir gerçeğin vurgulanmasından ibarettir. Öte yandan, alınan kararda bugünkü diktatörlüğün batı dünyasında yarattığı antipatinin rolünü de görmek gerekir. Yani Türkiye’de daha “demokratik” ve makul bir iktidar olsaydı, belki de batı bu kararı açıkça almakta biraz daha sakınımlı olabilecekti. Öte yandan, cumhuriyet öncesindeki bir rejimin yaptığı böyle bir berbat işi bu kadar sırtlanmaları da onların ne menem şeyler olduğunu gösteriyor.
henüz 20’li yaşlarında açık giyinmiş çekici bir bayanı istemeden de olsa süzer misiniz? Gözünüz kayar mı yani?
Bayan demeseniz iyi olur. Kadına kadın denir. “Bayan” kadınların aşırı aşağılandığı bir kültürün yarattığı, kadınlara sözde saygı gösterilirmiş gibi yapılan (aslında yine aşağılayan) bir deyimdir. Neden “bir baya söyledim” demiyoruz da “bin bayana söyledim” diyoruz, öyle değil mi? Sorunuza gelirsek, 20’li yaşların ne önemi var? Bir kadın 80’inde de çekici olabilir. Bakarım elbette. “süzmek” veya “gözü kaymak” terimlerinde ise bir kaçamak var. Güzel bir kadına veya erkeğe, veya hayvana bakmakta ne kötülük var ki?
Örneği güzel göğüslere sahip bir “kadın” düşünelim. Kıyafetinde bir göğüs dekoltesi var ve karşınızda durup sizinle bir şekilde muhabbet ediyor. Bu durumda eğer o kişiyle belli bir samimiyetten yukarıya çıkmadıysanız onun göğüslerine bakmanız sakıncalı bir durumdur. Çnükü kötü bir tepki ile karşılabilirsiniz. Bu durumda ne diyeceksiniz güzel bir insana veya hayvana bakmakta ne kötülük var ki mi diyeceksiniz?
nedir anlatmak istediğiniz
1075-1076
Çok basit, kadının göğüslerine BAKMAYACAKSIN. En önemlisi de, kadının göğüslerini kapatmasını ondan beklemeyeceksin. Sen kendini kontrol etmesini öğreneceksin.
Şöyle düşün, kadın, senin pipine baksa, sen ne düşünürsün…
İnsan bedeni (dikkat edin, sadece “kadın” bedeninden bahsetmiyorum) “obje” haline getirilirse, kadına da, erkeğe de, eşcinsele de, transeksüele de bakış boyut değiştiriyor.
NUDISM diye bir akım vardır. İnsan beynine bebekliklerinden itibaren kodlanmış normların sorgulanması, vücuttan bir açık bölge görüldüğünde “haz duygusunun uyarılması” gibi durumların terbiye edilmesi, “çıplaklığın da insanlar için normal olduğunun” yeniden hatırlatılması için oluşmuş bir akım. Anarşistler arasında da epey vardır NUDİSTLER. Gün Bey’in de haberi vardır belki bu akımdan?
Başka bir örnek vereyim sana, Afrika ülkelerine gidersen, orada geleneksel olarak çıplak yaşayan topluluklar var. Kimse de, kolay kolay “uyarılıp”, kadının üzerine veya erkeğin üzerine şehvetle atlamıyor. (İstisnalar kaideyi bozmaz.)
Hindistan’dan örnek vereyim. “Aghori sadhu”lar, bütün dünyevi materyalleri üzerlerinde taşımaktan imtina ettiklerinden, “aghori sadhu” olmaya karar vermeden önce iyice düşünüp-taşınırlar, Hint ritüellerine göre bir “guru”ya bağlanmayı kabul ederler ve o “guru”nun öğretmenliği doğrultusunda “inzivaya çekilmeyi” öğrenirler, insan vücudunun da doğanın bir parçası olduğunun anlaşılması için (makat ve penis bölgesi de açık olmak üzere) üzerlerine hiç elbise giymezler, saç-sakal-kıl tıraşı olmazlar. Tırnaklarını da yürürken ayakları yaralanmasın diye kesmek zorunda kalırlar, yani o tırnaklar uzamasa onları da kesmezler. Aynı yolu seçen kadınlara da “sadhvi” denir. Onlar ise üzerine, tüle benzer, oldukça hafif elbiseler giyerek, yine saç-kıl tıraşı olmadan, “ağda yapmadan” yaşarlar.
Bunlar her ne kadar dini töreler gibi gözükse de, insan vücudunun hiç de abartılacak kadar mühim bir nesne olmadığını, “fetişleştirmenin o kadar da gerekli olmadığını” anlatması için önemli örneklerdir.
İslam açısından bakarsan, konu daha yasakçı bir havaya bürünüyor. İslam, kadın “kapansın” ama erkek de “gözünü kaçırmasın” diye emrediyor.
Örneğin, Ramazan ayında “oruç” tutmak deyince, herkesin aklına, yemek yememek – su içmemek gelir. “Nefsi tutmasını öğrenmek” derken, “oruç” derken, göğüslere bakmamak, pipilere bakmamak, küfür etmemek, kalp kırmamak gibi “oruçlar” unutuluyor.
Ahlakçı olmak başka şey, “çıplaklığın anlaşılması & fetişleştirmenin gereksizliği” başka şey.
Ben kim miyim?
Ateist ve nudist bir anarşistim.
Araya girmek istiyorum..
bu salakça soruların arkasında çok derin bir din cehaleti vardır. İnsan denilen hayvanın milyonlarca yılda geliştirmiş olduğu bir “cinsel dürtüsü” vardır. “İnsan” bir “eşrefî mahlukat” değil, rezil bir hayvandır. Bu rezil hayvanlıktan insanlığa evrim de dinlerin palavraları ile mümkün değildir.
Cinsel duygu akıl dışıdır. Bu gerçekliği anlayamayan zavallı din felsefesi de bu dürtüyü salt iradî -bir seçim olarak görmek ister. Ya yasaklayıcı, ya da tecavüzcü erkek karakteri üretir…
Güzel memeli bir kadın elbette bir erkeği uyarır ve bakabilir ve kadının da amacı budur.. Ama kadın böylece tecavüzcülerini değil, kendi seçeceği erkek sayısını, seçeneğini çoğaltamak ister.
Kadını insan saymayan İbrahimî dinler, erkeğin hayvansı dürtüsünü tecavüzcülüğünü de hoşgörür.
Oysa milyonlarca yılın evrimsel cinsel ilişki ritüellerine saygı duymak gerekir..
Kadın kışkırtır; ve kışkırttığı erkekler arasından seçim yapar.. En iyi nesil için..
Yılık yamuk, beyinsiz, köle ruhlu dinci erkek için hayat zordur; akıllı ve güzel bir kadın tarafından tercih edilmesi neredeyse imkânsızdır ve kadın düşmanı olmak zorunda kalır!
eklemeliyim.. kadın, seçtiği ya da seçebileceği-beğendiği erkeğin kendine, memelerine bakmasından rahatsız olmaz; rahatsız oluyorsa oradan al voltanı! O sen değilsin! Avucunu yala..
4. kaziran 2016 Cumhuriyet… “Trabzon’da Tonya Anadolu Lisesi’nin kütüphanesinde bulunan Feyzullah Birışık’a ait 2 kitapta kadınların şeytana uyarak okuduğu, başı açık kız öğrencilerin erkek öğrencileri tahrik ettiği ve bu nedenle her saniye günah işlediği savunuldu.
“Saçını açan, vücudunu açmış gibi olur” gibi ifadelerin yer aldığı kitapta, “Bazıları kadının tahrikine tahammül edemeyip her şeyi göze alıp o zavallı bayanı kaçıracak ve arzularına alet edecek, sıraya başka erkekler girecek, hatta polise anlatmasın diye tenha bir yerde öldürüp, geçip gideceklerdir. Peki yolda görüntüsüyle erkeği tahrik eden, hal ve hareketleriyle umutlandıran, ‘güzelliğimi sergilerim’ inadında olan kadınların hiç suçu yok mudur” deniliyor….”
***
Demek ki erkekleri kışkırtarak onların cinayet işlemesinden de kadınlar sorumlu…
Kadını nesneleştiren bu dinci geri zekalı erkek dünyası taş çatlasın 4000 yıldır iş başında.. Ama primat evrimi 50 milyon yıldır süregelir… Gevezelikleriniz, tabiatın zekası karşısında bir solucandan değersizdir… Tüm dinsel kitaplar, tabiatın zekası yanında bir çakıl taşı kadar değersizdir; bunu anlayamazsanız, cinselliği de anlayamayacaksınız…
Tembel, geri zekalılar; o kadının sizi beğenmesini sağlayacaksınız; tecavüz ve cinayet yerine.. bu kadar mı umudunuz yok kendinizden… O zaman o karanlık odanızda aklınızı, elinizi ve hayalinizi kullanın! Çenenizi de kapatın..
1077
bence siz de bu meseleyi kavramamışsınız.
Cinselliğin kendini hayvanlaştırarak değil, “insanlaştırarak” nasıl yaşanılacağına ait bilgi yok anlattıklarınızda.
Cinsel şiddet sadece tecavüz, taciz, cinsel istismar değildir. Bunları yapanlar zaten O. Gürsel’in dediği gibi evrimleşememiş olanlar. Normal erkekler bunları yapmazlar, hatta yapamazlar ama sevgileri karşılık bulamadığında nefrete dönüşebilir ve bu da şiddete dönüşebilir. Bu başka amaçlı şiddet olaylarında da böyle. Yani evrimleşmek yetmez, vicdan da gereklidir. Örneğin Stalin’in evrimleşmediğini söyleyemeyiz herhalde? Aksine çok zeki olduğu, bu sayede iktidarını kurabildiği, bunun için de insanları tereddüt etmeden ölüme yolladığı bir gerçek. Veya kardeşlerini, hatta çocuklarını öldüren Osmanlı padişahları böyle değil mi?
1081
Yazdıklarımda “hayvanlaştırma/insanlaştırma” gibi bir zemin yok, bu sizin yaklaşımınız. Ki siz de “doğal seçilimci” bakış açısıyla yaklaşıp, konunun sadece bu yönüyle açıklanabileceğiyle yetiniyorsunuz.
Bakın, bir ateist olarak (ki sanırım siz de ateistsiniz) hatırlatırım, dinler doğrudan “hayattan silinmesi gereken yapılar”, “keşke olmasalardı” diyerek ah-vahlanacak olgular değildir. Ensest ilişkilerin düzenlenmesinde ilk hamlelerden birini “İbrahimî olmayan dinler” atmıştır. Bu hamleler doğrudan “yasakçı”, doğrudan “ahlakçı” değil; sakatlıkların önüne geçebilmek, sakatlıkları azaltabilmek için atılmış hamlelerdir.
Dinlerle sorunlu ilişkileriniz varsa, o zaman, yukarıda da değindiğim “fetişleştirme” kelimesine odaklanabilirsiniz, “‘nudism’ niçin varolma gereği hissetmiş?” sorusuna yanıtlar siz de aramak isteyebilirsiniz.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz günlerde, METRO turizmde çalışan bir muavin, bir kadın yolcunun üzerine boşalmıştı.
Bundan önce de, ENSAR vakfı sapıklığı vardı.
Bu iki olayda yaşananları sadece doğal seçilimcilikle açıklamaya uğraşmak, dinleri çöp kutusuna göndermek, dinlerin doğrudan ahlakçı, doğrudan yasakçı yapılar olduğunu söylemek, “insan içindeki haz duygusunun bastırılması gerektiğini emreden dinlerde olduğu gibi İslam’da da bu yasakçılık olduğundan, bu durum, insanları yasağı yırtmaya sevkedebiliyor ve hattâ sapıklığa kadar götürebiliyor” demek kolaycılıktan başka bir şey değildir.
Albert Einstein da atom bombasının patlatılmasından sonra “ayakkabı tamircisi olmayı tercih ederdim” demişti. “Fizik, kimya… üniversitelerden kaldırılsın, bakın bunları öğrene öğrene bomba yapıyorlar.” dememişti.
Çocuk gelinlerin önüne nasıl geçebiliriz?
“Özgecan Aslan”lara tecavüzle işkence edilip, öldürülmesinin önüne nasıl geçebiliriz?
“İktidar” kavramını unutmayınız.
Kadınlar arasında da “dominant”lığı algılayanlar, yaşayanlar, uygulayanlar, uygulamayanlar farklı farklı.
Bütün bu sorular, sadece doğal seçimcilik, sadece dinlerin yasakçılığı, sadece “Freud’un ‘çocukluğunuza inelim’ seansları” ile açıklanacak kadar basit değildir.
Benim sorularım biraz yanlış anlaşılmış. Ben ataerkil zihniyetin dışındaki zihniyeti merak ediyorum. Çünkü her ne kadar kendimi devamlı yetiştirmeye çalışsam da mutaassıp bir bölgede büyüdüğüm için özellikle cinsel konularda geçmişimden kalma zihni izler var. Hoş ya da seksi diye sıfatlandırabileceğimiz bir bayan karşı kendimi devamlı kaçamak bakışlar atarken görüyorum. Bunu her ne kadar ortadan kaldırmaya çalışsam da pek başarılı olamıyorum. Benim durumumda olmayan birisnin bu konularda ne düşündüğünü merak etmemin sebebi kendi durumumun bir ruhi hastalık olup olmadığıdır…
ruhi hastalık falan değil, normal bir davranış, ne var ki bunda. öte yandan, hâlâ “bayan”demeyi bırakmamışsın.
1082’de anlatmak istediğimle ilgili şöyle bir örnek de var;
“Abdullah bin Ali, Hişam’ın eşi Abde’ye yaptığı evlenme teklifi, bu prenses tarafından reddedildiği için onun karnını deşmelerini emretmişti.”
(İslam Tarihi, Emeviler Abbasiler, Bahriye Üçok)
Bu tartışılan konunun açıklaması basit aslında. Bütün canlılarda tohumu erkek aşılıyor, bunlar devamlı atılmak ve yenileri üretilmek zorunda. Bu da erkeğe acı veren bir durum. Ama bu acı aslında kötü değil aksine gereklidir. Acıya dayanmadan, üstesinden gelmeden hayatta bir şey elde edilemez. Edilse de o hayatın bir değeri olmaz.
Alışkanlıkları söküp atmak belli bir zaman gerektirir hocam 🙂
1084..
normal, sağlıklı bir insansınız. O kadını rahatsız etmeden yapabilirsiniz. Rahatsızlık verdiyseniz vazgeçeceksiniz; o bu “şekli” başkası için yapmış; saygı ile karşılamalı…
Sorun şu; insanın milyonlarca yılda evrilmiş bir tür-cinsel doğası var. İçinde bulunduğu kültür, bu cinselliği biçimler, estetize edebilir ya da vahşileştirebilir. Ama her zaman Tabiat baskın gelecektir.. Ve cinsel suçlar da bu gerçeği doğrular..
Bence ilkeler şöyle……..
Bir insana psişik ya da fizik zarar vermeyen, hiç bir baskı yapmadan, onun rızasını alan cinsel yaklaşım insanîdir; doğaldır.
Sevgi, öncelikle sevilene zarar vermeme çabasını da içeren bir eylemdir.
Bakış, ilgilenme, kur yapma.. Doğaldır, sağlıklıdır. Kadın ya da erkek diğerinden bunları yaptığında rahatsız olmuyorsa bir kötülük, saygısızlık yoktur. …
“Muhafazakar” çevrelerin cinselliği vahşi, riyakâr, kadını insan saymayan alt yapısıyla hastalıklıdır. En iyisi bile kadını bir nesne olarak yücelten, insanlık dışına çıkaran, onun insanî ve cinsel arzularını inkâr eden hastalıklı bir dünya görüşüne sarılır.
*
Onları boşverin. Kaliteli Fransız filmleri izleyin. İyi romanlar okuyun. Bu meseleler doğrudan öğrenilemez. Kadını insandan sayan dünyanın edebi yapıtlarıyla ilgilenin. Kadını bir insan olarak eşitiniz görün. Namussuzluğu aşk-sevgi bulunmayan ilişkilerde arayın. Erkek egonuzla hesaplaşın. Bekâreti değil, sizi insan olarak da seven kadının dürüstlüğünü, sahiciliğini önemseyin. Bu en az 10 yılınızı alır. Kadını, anne değilse “yarım insan” sayan zihniyet ne diyorsa, bilin ki aksi doğrudur!
Bir kadının sevgisini, aşkını edinemeden yaşlanırsanız, hayatınız boşa yaşanmış olacaktır. O sinirli, huysuz, çekilmez ihtiyarların neden bu halde olduklarını düşünün. O yalaka, iktidar düşkünü, alçak, hırsız, yalancı politikacılara bakın; sevme ve sevilme ümidini yitirenlerdir onlar.. Ne kadar aşağılık olabiliyorlar.. Hepimiz belirli koşullanmalarla, saçma sapan tabularla büyütüldük; aşmak çaba ister… Bilginin eyleme dönüşmesi zaman alır; bilginin duygusal doğru tepkilere dönüşmesi çok daha uzun zamanı gerektirir.
Bu denli çok cinsel suç işlenmesi, bu toplumun “sapık” cinsellik dünyasından kaynaklanır.
Yineliyorum; “hap” doğrular yok.. İyi film ve romanlar ve samimiyetle kafa yormak gerekli..
selamlar,
KKTC’ de, İletişim Fakültesin de hocalık yapan, Doç. Dr. Atila Türk’ü tanırmısınız?
KKTC’ de bulunduğum bir dönem kendisiyle tanışma fırsatı bulmuştum.Yıllar oldu görüşemedik, tekrar adaya gittiğim de görüşmek isterim. Çok renkli ve insan canlısı bir kişilik. Fakat hiç Aydınlık geçmişi olduğunu bilmiyordum.
Geçenler de Facebook tan ne yapıyor ne ediyor diye baktığım da, eski Aydınlıkçılar dan Sn. Akın Evren in yorumunu gördüm.
Siz tanır mıydınız, tanıyorsanız nasıl dı? Sizin fikirlerinizi merak ediyorum
Tanırdım. İyi bir arkadaştır.
Mustafa Kemal mi sizce daha faşist bir insandir yoksa Tayyip Erdogan mi?
bu tür kıyaslamalar doğru değil. Ayrıca M. Kemal faşist değildi. Modernist bir diktatördü. Tayyip erdoğan ise malum…
http://www.nasname.com/a/kemalizmfasizm–iste-belgesi
Yani size göre Mustafa Kemal, Tayyip Erdoğan’a göre daha mı tercih edilebilir bir siyasi karakter?
böyle kıyaslamalar pek anlamlı değildir. Tercih de yanlıştır. Ben hiçbir politikacıyı diğerine tercih etmem.
12 Eylül öncesi ve zamanında genç kadınlara cezaevlerinde tecavüz edildiği iddiası ne kadar doğrudur? Yani bir insan olarak bunlara inanmak istemiyorum ancak bunlar doğru mudur?
her dönem bu tür olaylar olmuştur. Genellikle taciz olayları. Tecavüz de var elbette.
Kadınlarla değil, erkeklerle uğraşsak
Oral Çalışlar
07 Haziran 2016
İki haberi birbiriyle karşılaştırarak değerlendirmek istiyorum. Haberin birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait: “Anneliği reddeden kadın yarımdır.” Konuşmanın devam şöyle: “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden kadın, kadınlığını inkar ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir yarımdır.” Diğeri ise, eşlerini döven milli futbolculara ait: “Önce İbrahim Toraman, şimdi de Burak Yılmaz. Her iki ünlü futbolcunun da eşleri, şiddet gördüklerini ileri sürerek uzaklaştırma kararı aldı.” Konuyu tartışan yazarlar şunları söylediler: “Futbol, küfür ve şiddet, maalesef hep yan yana anılan kelimeler. Yakında daha çok şiddet haberi duyacağız futbolcu eşlerinden.” İki haberi birlikte okuyunca gösterdiğim tepki şu oldu: Kadınlarla uğraşmayı bıraksak da erkeklerle uğraşsak.
Kadının çalışması
Kadınların çalışması, erkek dünyasında her zaman tartışma konusu. Dindar çevreler, oldu bitti, kadının çalışmasıyla birlikte, “düzenin bozulacağı” kaygısındadır. Toplumun ahlakının çökeceği, aile düzeninin yıkılacağı korkusu dillendirilir. Bu zihniyetin arkasında dinden çok, “erkek egemen kültür”ün izleri vardır. Kadın, çalıştığı zaman, evden dışarı çıkar ve toplumsal yaşama katılır. Düzenli bir gelir elde edip erkeğin ekonomik ve sosyal baskısından kendini koruyacak adımlar atabilir. Kadın, çalışma hayatında da değişik baskılara göğüs gerer.
Baba da çocuğuna bakmalı
Neden çocuklara ille de annenin bakması gerekiyor? Baba da çocuğuna bakmalı ve sorumluluk üstlenmeli. Baba için de şunu söyleyebiliriz; “Çocuğuna bakmayı reddeden baba, yarım babadır…” Siyasetçinin görevi, kadınları hizaya sokmak değil, erkek egemen düzeni değiştirmeye kafa yormaktır. Eve kapatılmış kadınların çoğunlukta olduğu ülkelerde demokrasiyi ve eşitliği sağlamak mümkün değildir. Ülkemizdeki taşınmaz malların ezici bir bölümü, erkeklere ait. Bu kadar dengesiz bir düzenden ne adalet, ne de kalkınma sağlanabilir. Temel toplumsal sorunumuz; kadınların iş bulup çalışmaları değil, çalışamamaları; düşük ücret almaları, sürekli erkekler tarafından taciz edilmeleri ve şiddete uğramaları, hayatlarını yitirmeleridir. Gelişmiş ülke olabilmenin önemli ölçülerinden birisi, kadının hayata katılabilmesidir.
http://www.posta.com.tr/turkiye/YazarHaberDetay/Kadinlarla-degil–erkeklerle-ugrassak.htm?ArticleID=346883
Oral Çalışlar yazısında önemli bir noktaya değinmiş. Bazı insanlarda aile düzeninin, ahlakın çökeceği korkusu var ve bu korkunun anlaşılır sebepleri yok mu? (İkiyüzlü siyasetçilerin bunu kullanması ayrı sorun)
Bu insanların yaşadığı koşullarla ilgili aslında, kadın veya erkek olmakla ilgisi yok. Nasıl ki bazı erkeklerdeki şiddet, küfür vs “erkeklik”ten kaynaklanmıyorsa bazı kadınların ilişkilerindeki yozlaşma da kadınlıktan kaynaklanmıyor
1084: Ruh hastası değilsiniz. Ama kendinizi kontrol etmesini öğrenmelisiniz:
Gökhan G., “feribotta gördüğü mini etekli bir kadından tahrik olarak mastürbasyon yaptığını”, söyledi.
Muğla’dan geçen 25 Mayıs günü İstanbul’a giden yolcu otobüsü feribotla Yalova’dan Eskihisar’a geçerken,otobüste görevli muavin Gökhan G. uyuyan bir kadın yolcuya cinsel saldırıda bulundu. Gökhan G.koridorda mastürbasyon yaparken, sıvılar 34-35 numaralı koltuklara uzanarak yatan üniversite öğrencisi 20 yaşındaki C.D.D.’nin üzerine geldi. C.D.D. yüzüne ve üstüne gelen sıvılarla irkilirken, muavin elindeki pet şişeyi göstererek su döküldüğünü iddia etti. Otobüs yolculardan kadın avukatın devreye girerek C.D.D.’ye yardımcı olmasıyla jandarmaya haber verildi.
ÖNCE BIRAKILIP SONRA TUTUKLANDI
Jandarma, feribot iskeleye yanaştığında genç kızın üzerindeki ve koltuktaki sıvılardan örnekler aldı. Gözaltına alınan muavinden de DNA karşılaştırması yapılması için kan örneği alındı. Sperm ve kan örnekleri İstanbul Polis Kriminal Laboratuavrı’na gönderildi. Adliyeye sevk edilen Gökhan G. su döküldüğünü iddia edip serbest bırakılınca 2 gün sonra Gebze Cumhuriyet Savcılığı, serbest bırakılmasına itiraz etti.
AKIL ALMAZ SAVUNMA: MİNİ ETEKTEN TAHRİK OLDUM
Yeniden gözaltına salınan Gökhan G. tutuklandığı Gebze 2’nci Sulh Ceza Hakimliği’ndeki ifadesinde suçunu kabul ederek, feribotta mini etekli bir kadını görünce tahrik olduğunu, kemerini çözmeden, fermuarını açıp kadını düşünerek mastürbasyon yaptığını söyledi. Gökhan G. otobüsteki üniversite öğrencisinin üzerinde tişört ve pantolon olduğunu, genç kıza bakmadığını, spermlerinin genç kızın yüzüne ve boynuna geldiğini, hızlı bir şekilde fermuarını çektiğini, genç kızın üstüne gelen spermlerle uyandığını ifade etti.
Gebze Cumhuriyet Savcısı Serkan Noğay, tutuklu sanık Gökhan G. hakkında, cinsel saldırı suçlamasıyla 12 yıla, ‘hayasızca hareket’ suçlamasıyla da 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırladı. Gökhan G.’nin yargılanmasına Gebze 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’ne önümüzdeki günlerde başlanacak.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/549121/Metro_turizmin_sapik_muavininden_akilalmaz_savunma.html
Müzik dinlemekten hoşlanır mısınız?
Bir enstrüman çalabiliyor musunuz?
Nota okuyabiliyor musunuz?
Hangi tür müziklerden hoşlanırsınız? Genel bir soru olmasına rağmen, hoşunuza giden (yerli-yabancı) müzisyenlerden ve eserlerinden birkaçının isimlerini karışık da olsa bizlerle paylaşır mısınız?
klasik müzik. çalamam. nota okuyamam.
1090’daki kıyaslama aslında doğru. Bu iki diktatörlük arasındaki benzerliği şöyle ifade etmeye sanırım Zileli’nin itirazı olmaz;
“Tayyibist diktatörlüğün bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da terörist, Paralelci, Gezici diyor.”
“Kemalist diktatörlüğün bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da İngiliz ajanı diyor.” (Altan Tan’ın İskilipli Atıf Hoca’yı savunduğu meclis konuşmasından)
http://www.gomanweb.org/index.php/yazarlar/yoeremiz-yazarlar/111-mustafa-elveren-gomanl/11749-mustafa-elveren-muhammed-atatuerk-erdogan-uecluesue-uezerine-k-sa-bir-not
Sporun içinde şimdilik “futbol”la sınırlı tutacağım.
Futbola bakışınız nedir? Vücudunuz gençken oynadınız mı? Müsabakaları geçmişte ve şimdi takip ediyor musunuz?
“Futbolun endüstriyel kapitalistleşmesi” hakkında görüşleriniz var mı?
Futbolun, grupçuluğu, hizipçiliği, milliyetçiliği teşvik ettiğini düşünür müsünüz?
2016 Avrupa futbol şampiyonası başladı. Desteklediğiniz takım veya takımlar var mı?
Örneğin, eğer Türk Milli Takım’ı destekliyorsanız, bunu bu topraklarda doğup-büyüdüğünüz için mi, yoksa sadece oynanan oyunun kalitesinde göre mi karar veriyorsunuz?
Ezen takımlar/Ezilen takımlar diye ayrımlar yapar mısınız, eğer yapıyorsanız nelere dikkat çekiyorsunuz?
Sizce Türkiye’de işçi-emekçi ve köylü sınıfları ile beyaz yakalı, öğrenci gençlik gibi şehirli üst-orta sınıfların çıkarları uzlaşmaz değilmidir?
Öyle değilse bu ikinci kesimin yaptığı Gezi isyanına birincilerin de katılması gerekmez miydi?
Hatta artık temel sınıfsal çelişkinin bu iki kesim arasında olduğunu söyleyebilirmiyiz? Zaten 12 Eylül referandumunun oy tabanlarını anlattığınız “Üç Ulus” yazınızda benzer şeyler yazmamışmıydınız?
1101 no’lu yorumcuya:
12 Eylül referandumunun oy tabanlarını analiz etmeye çalışırken, kategorilerle izah ederken ortaya çıkan sonuçlarla; ‘ekonomi zemini üzerindeki sınıflaşma, kategorileşme’ aynı olmayabilir. Referandum döneminde (2010, yani 6 sene önce) yapılan propagandaları hatırlarsanız, referandumu savunanlar da / referanduma karşı çıkanlar da; daha çok siyasi ve hukuki malzemeler kullandı, ‘ekonomi’ konusu neredeyse hiç gündeme gelmedi, getirilmedi.
‘2013 Gezi isyanı’nı başlatan ve gündemde tutabilen asıl sınıf ise, sizin de belirttiğiniz gibi, üst-orta sınıfa dahil, beyaz yakalı, öğrenci-gençlik hareketleri idi. Ve bunların hepsi de ‘sol damar’dan besleniyor değildi.
Çok çeşitli sosyal & ekonomik katmanların, kitlelerin girift hâlde yaşadığı Türkiye gibi toplumlarda; ‘geçişkenlik’ hızlıdır, görece kolaydır, üst-orta-alt statülere geçişler kaygandır; kalıplaşmış değildir, oturaklı değildir, ‘değişmez’ değildir.
Türkiye’de, işçi-emekçi ve köylü sınıflar diye tabir ettiğiniz kesimlerin çok büyük çoğunluğunun ‘günlük koşuşturmalarına, hayattaki amaçlarına’ dikkatle bakarsanız, kendilerinin maddi (ekonomik) yönden durumları kötü/orta/iyi de olsa, çocuklarını; ‘üst sınıflara’ yükselmesi için, köyden, ilçeden, ‘doğu’dan uzaklaşıp ‘batı’ya göç etmeleri için (coğrafi olarak mümkün olmasa da ‘zihinsel’ olarak), ‘batı’daki yaşam şekilleriyle yoğrulmaları için, beyaz yaka mesleklerde uzmanlaşmaları için teşvik ederler. İşçi-emekçi ve köylü sınıflar diye tabir ettiğiniz kesimlerin büyük çoğunluğunda durum budur.
Ve hattâ, eskiden olduğu gibi, ‘evladım, sen git, yüksek tahsil gör, ‘batı’ zihniyeti ile yetiş, onların ilmini, ekonomik kalkınmasını iyi belle, sonra geri dön köyüne/ilçene/şehrine, tecrübelerini buralarda da uygula, bizler de kalkınalım’ diskuru bugün pek dillendirilmiyor.
Bugün:
Şehirlerden, ‘metropol yoğunluğu’ndan bunalıp, ‘köye tatil yapmaya, kafa dinlemeye, doğal yoğurt & doğal tereyağı yemeye giden beyaz yakalılar’ da samimi değil,
‘Köyün sıkışmışlığından, köyün tek-tipli yapısından bunalıp, şehirlere, metropollere (sözde) özgürleşmek için göç etmeye uğraşan insanlar’ da samimi değil.
Peki; 40-50-60 yıl önce samimiler miydi? Tartışılır.
Bahsettiğiniz uzlaşmazlık elbette var. Ama, artık, eskisi gibi, ‘keskin’, ‘kalın çizgilerle sınırları belli’ değil.
Bugün:
Beyaz yakalı, öğrenci-gençlik gibi şehirli üst-orta sınıfların beklentileri, ‘ekonomik yönden daha da fakirleşmemek’. Çünkü, bugün, ‘gelir dağılımı adaletsizliği’ denen şey, en çok bu sınıfı vuruyor.
İşçi-emekçi ve köylü sınıfların da beklentileri, yine, ‘ekonomik yönden (görece) daha da rahatlamak’. ‘Sosyal & siyasi & geleneksel’ yapılar, günlük yaşamlarında, eskiden olduğu gibi %100 belirleyici değil. Çanak antenli, uydu alıcılı, geniş ekran televizyonlar bu sınıfların evlerinde de çoğalıyor. İnternet, GSM şebekeleri, akıllı cep telefonları, tablet bilgisayarlar bu sınıfların evlerinde de çoğalıyor. Henüz, ‘facebook’a girip, ‘twitter’a girip, ‘sanal savaşlara’, ‘trollükler’e başlamadılar. Yavaş yavaş bu sınıflar da girecek ve alışacak…
Aydınlık’tan koptuktan sonra da, Perinçeke bağlı kalan arkadaşlarınla halen iletişim halinde oldukların var mı? Ayrıca, 30’a yakın yıl sonra bile, Aydınlık içinde hala en ufak bir çatlak sese karşı örnek gösteriliyorsun. Emcet Olcaytu’ya kaç kere “Gün’ün yanına git” dendiğini görmüştüm ki, cenazesinin kalktığı saate de PM toplantısı konarak katılım engellenmeye çalışılmıştı Perinçek’çe.
bağım yok.
Gün Abi
Eğer Ağrı Dağı’nı taşıyan çay evi veya büfeyi merak edersen şuraya bak.
Sürreal mi bu fotoğraf Abi?
https://pbs.twimg.com/media/Ckvx9yjW0AE4d3b.jpg:large
yoo neden sürreal olsun!
https://www.instagram.com/p/BF9PG5WwEvu/
Fotoğraftaki kim, çıkarabildiniz mi?
Evet.
Grover Furr ün son roportajını okudunuz muı?Okuduysanız katılıdğınız yada karşıt olduklarınızı bir yazı ile paylaşır mısınız..Karşılaştırmalı tekrar okuma fırsatı bulabilirz belki sayenizde..
röportajı okumadım, fakat kitabını okudum. Bu konuda iki yazı yazacağım. Röportajın linkini yollar mısınız?
AKP’liler için kullanılan “Ak İt” ifadesi doğru mudur veya hakarete girer mi sizce?
MHP’li vekil Sinan Oğan’ın 60 “AK it” sözüne dava açılmış;
AK Parti Grup Başkanvekili Ahmet Aydın, herkesin sorumlu bir siyaset yapması, seviyeyi muhafaza etmesi gerektiğini belirterek, MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın Twitter’dan paylaştığı “60 ak it bana saldırdı” yazısının çok sorumsuz ve tahrik edici olduğunu söyledi. Aydın, “Hukukçu arkadaşlarımız konuyla ilgili gerekli değerlendirmeyi yapıyor. AK Partili milletvekilleri, o tweet’i atan Oğan hakkında bireysel olarak manevi tazminat davası açabilirler” diye konuştu. AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ ise “Kendisine avukatım aracılığıyla maddi manevi tazminat davası açıyorum. Bir milletvekili bir başka milletvekillerine ‘ak it’ diye hitap edemez” diyerek Oğan hakkında dava açacağını belirtti.
http://www.hurriyet.com.tr/60-ak-it-sozune-dava-26950982
köpeklerin aşağılanmasını doğru bulmuyorum. Birçok köpek arkadaşla birlikte yaşıyorum. Onlar, insanlardan çok daha anlayışlı.
1102’deki konuya değinen bir yazıdan;
**
Üniversitelerde okuyan gençlerin içinden, binde biri bile mezun olup hayata atıldığında kendi işini kurmak, müteşebbis olmak istemiyor. Herkes devlet memuru veya özel kuruluşlarda maaşlı çalışan olmak istiyor. Bu durum, Türkiyenin geleceği için büyük bir tehdit ve tehlikedir. Yeterli miktarda gencimiz kendi işini kurmalıdır. Parası sermayesi yoksa diyeceksiniz. Son derece başarılı, ahlaklı, faziletli, iş bilen, iş beceren, muvaffak olmak için canını dişine tırnağına takan bir gence sermaye verecek elbette çıkar… Böyle gençler, ellerine para ve sermaye geçince lüks araba, lüks mesken, lüks telefon almazlar, lüks hayat sürmezler, lüks yemekler yemezler, yedi yıldızlı otellerde kalmazlar; deliler gibi üretmeye, helalinden kazanmaya çalışırlar. Böyle gençler yetiştiren liselerimiz, üniversitelerimiz nerededir?
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Tcizler_Tecvuzler/29876
THKP-C/MLSPB örgütü 12 Eylül öncesi adı bilinen bir örgüt müydü?
Tabii ki. Birçok silahlı eylemi vardır. Önderlerinden bazıları çözüldü ve itirafçı oldu.
1102’de denildiği üzere bu sınıflar arasında geçişkenlikler olmasına rağmen Gezi’de olduğu gibi bu “İki Ulus” arasındaki gerginlik zaman zaman alevlenebilir. Son Alperen Ocakları/LGBT çatışması bunun bir göstergesi olabilir.
THKP-C/MLSPB örgütünün silahlı mücadele konusunda sistemin en dikine giden örgüt olduğu söylenliyor. Doğru mudur?
şehir gerillası eylemleri yapıyorlardı. Daha çok faşistlere misilleme olarak kahve tarama veya banka soygunu gibi. Çabuk parladılar ve çabuk söndüler. sistemin dikine gitmek buysa eh işte…
mesela kimler itirafçı oldu Gün ?
Şemsi Özkan. Estetik ameliyatla yüzünü bile değiştirdiler. MİT’in emrine girdi. Kim bilir nerede yaşıyordur başka bir kimlikle.
mit tarafından mlspb ye en başından yerleştirilmiş yükseltilmiş biri olma ihtimali var mı peki..Biliyorsunuz eta yada böyle yerleştirip geniş çaplı opeasyonla büyük darbe vurmuşlardı
Yok. 1970’lerde MİT henüz o kadar becerikli değildi. Örgütlere adam sokardı ama o kadar profesyonelce bir köstebek çalışmasını yürütemezdi. Şemsi Özkan açıkça korktu ve karşı tarafa iltihak etti.
Şemsi Özkan daha sonra bu örgütün mensupları tarafından öldürülmüş.
40 günlük dilim içerisinde Yarılma, Havariler ve Sapak adlı kitaplarınızı okudum. Emeğinize sağlık diyorum. Çok güzel bir çalışma olmuş. Keşke bitmese dediğim kitaplardan oldu bu kitaplar. Ancak dikkatimden kaçmadıysa hiç Harun Karadeniz adının geçmemesi beni şaşırttı. O dönem bilinen bir sima değil miydi kendisi?
Teşekkürler. Harun Karadeniz’i tanırdım ama hiç karşılaşmadım. O İstanbul’da ben Ankara’daydım. Gençlik hareketinin başlangıcında rolü vardı elbette İTÜ Öğrenci Deerneği Başkanı olarak ama MDD hareketinin yükselişiyle birlikte biraz kenarda kaldı. Çok iyi bir arkadaş olduğunu biliyorum. Fakat anılarımda sözünü edeceğim bir olayda yer almadığı için sözü geçmemesi pek de anormal değil. Çünkü gördüğünüz gibi bu anılar, tamamen benim bakış açımdan yazıldı. Erken yaşta da kanserden öldü ne yazık ki. Adı geçmeyen başka önemli arkadaşlar da olmuştur muhakkak. Bu vesileyle kendisini bir kez daha anmış olduk. Sevgiler.
Bunu bilmiyordum doğrusu.
Aşağıdaki haber doğruysa bu tür olayları özgürlük kapsamında görürmüsünüz? Bu yaşta bir erkek çocuğun psikolojisi bozulmamışsa ve rahatsız olmuyorsa, ki öyle görünüyor, bu kadınla yakınlığı özel hayatın gizliliğine girer mi?
Orlando’da bir merkezde karate eğitmeni olarak çalışan Stephannie Figueroa isimli kadın, 11 yaşındaki öğrencisine çıplak fotoğraflarını mesaj olarak gönderdi.
Orlando Sentinel’in haberine göre, bu iğrenç olayı 11 yaşındaki çocuğun annesi ortaya çıkardı. Oğlunun devamlı telefonuyla uğraşması üzerine telefonu kontrol eden anne, gördükleri karşısında şoka girdi. 11 yaşındaki çocuğun telefonundaki fotoğraf galerisinde karate öğretmeninin onlarca çıplak fotoğrafı vardı.
Anne bunun üzerine hemen polis başvurdu ve karate öğretmeninden şikayetçi oldu. Polis 11 yaşındaki çocuğun, “Benimle seks yapmak istiyordu. Devamlı çıplak fotoğraflarını gönderiyordu. Flört ediyorduk” ifadeleri üzerine Figueroa’yı tutukladı.
Figueroa’nın çalıştığı spor kulübü ise iddiaları yalanladı. Mahkeme süreci devam ediyor…
http://www.hurriyet.com.tr/11-yasindaki-ogrencisine-ciplak-fotograflarini-gonderdi-40121403
zor bir soru. İstismar var mı yok mu ona bakmak lazım. Ben bu konularda fazla müdahaleci ve ahlakçı davranışları doğru bulmam.
Gün bey selamlar,Yusuf Kupelinin 11 nisan 2013 persembe günü “İstanbul indymedia” adlı bağımsız basın merkezinde bulunan Mahir Çayan ile ilgili tahlilinde Mahir Çayan’in kişiliğine dair yapılan eleştirileri haksız ve yersiz bulunmaktayım.Acikcasi bir o kadar da saskinim.Sizinde Mahir ile tanismisliginiz oldugunu animsamaktayim.bu ‘igrenc’ ithamlar hakkındaki dusunceleriniz merak etmekte acikcasi tabiri caizse yalanlamanizi arzularim.Sevgiler (http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/yusuf-küpeli-nin-mahir-cayan-tahlili )
http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/yusuf-küpeli-nin-mahir-cayan-tahlili umarım link acilmistir
Gün abi 68 kuşağının yakışıklı olmasını neye borçluyuz? ( Abi şaka bir yana havariler kitabındaki kapak fotosunda çok yakışıklısin beee)
Gün abi Sinan cemgili nasıl bilirdin?? 🙂
Çok esaslı bir arkadaştı. Babası Adnan Cemgil’le TİP’in çıkardığı Emekçi gazetesinde birlikte çalıştım. Ustam sayılır. O zaman da (1964) partiye gelir, gazetelerin postalanmasına yardımcı olurdu. Şirin Cemgil de arkadaşımdı.
Gençlik işte!
Yusuf Küpeli’nin yorumkları objektiflikten uzaktır. Fakat söylediklerinin arasında bazı gerçekler de vardır ne yazık ki.
Ben, yalanlayacak kadar içlerinde değildim. Her şeyin içyüzünü Bingöl Erdumlu daha iyi bilmektedir. Bu yılın sonlarına doğru bir kitabı çıkacak. Bingöl’ün dürüstlüğüne ve objektifliğine güvenirim. Oradan okumak gerek.
Kitaplarınızda Harun Karadeniz adının geçmemesini anormal değil sadece şaşırtıcı buldum. Ne yazık ki ben sizi aynı şehirde okuyorsunuz sanmıştım. Şaşkınlığım ondan kaynaklandı. Bununla birlikte onun çizgisine dair bilgi almak istiyoum sizden. İlk başta baya etkili bir figür iken daha sonra sanıyorsam hafif bir geride kalma problemi yaşıyor. Hatta dışlanma mı desem bilemiyorum. O dönemden birkaç kişinin anlatımlarından bunu çıkardım. Silahlı mücadeleye karşı pek olumlu da yaklaşmıyor galiba. Onun çizgisi hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Gün bey selamlar,Mahirin teorisyenligi daha ön planda olduğu için Deniz gezmiş gibi silahlanmanın gerekliligini savunan devrimcilerin ‘karizmasinin golgesi’ altında(bu tabiri açıkçası pek uygun bulmuyorum) kaldığini dusunmekteyim.Sizcede 68 kuşağında haddinden fazla sayıda ‘karizma gölgesi’ sorunu hakim değil mi?
o zamanlar yoktu böyle bir şey. Daha sonraki kuşaklarda kahramanlaştırma eğilimi gelişti. Örgütler de bunu körükledi doğrusu.
TİP çizgisine yakındı. Daha makul bir çizginin savunucusudur. İşlerin zıvanadan çıkmasıyla biraz kenarda kaldığı doğrudur.
Yusuf Küpeli’nin orada yazdııkları gerçekten de Mahir Çayan’a mı yönelik? Çok acımasızca değil mi?
çok sübjektif, tabii acımasız olduğu da söylenebilir. Ama söylediklerinde bazı gerçek noktalar da yok değil. O dönem bu işlerin yakından içinde olan tanıklıkları gerekir sübjektif olanla objektif alanları ayırmak için.
Açıkçası bende sizinle aynı kaanatteyim.su zamanlarda 68 kuşağına sahiplenmeden çok malesefki bir ‘istismar’ söz konusu.Hatta bu istismarlar kimi zaman bir yarışa dönüştürülebiliyor.68 kuşağından geriye kalanlar;aileleri,akrabalari haklı olarak ister istemez medyatik bir konumda olmasak dahi (mesela şahsım çok alakasız olarak öğrenci) bize karşı mesafeli ler.’geriye kalanlara’ malesefki sahip çıkılmamis daha doğrusu cikmamisiz.sizin bu geriye kalanlar diye nitelendirilen kişilerle ( Hüseyin cevahirin ailesi yahut sabo kurtun akrabaları vs) gorusmuslugunuz\konusmuslugunuz var mıdır?
Peki size göre en bariz gerçek nedir orada?
Gün bey,oncelikle geri dönüş yaptığınız için teşekkürler.Bu yazıyı( Yusuf kupelinin Mahir Cayana yönelik içindekileri’kusmusluk’ durumuda pek tabii denilebilir)okuduğum günden beri zihnimde tasvir etitigim Mahirin ‘ belirsizlik’ hali süratle artmakta.Kupelinin bu acımasız yorumları dillendirmesi dahasi yazıya dökmesi gerçekten içler acısı bir durum.Kendisine bu yazıyi neye dayanarak yazdığını,ne kadar objektifligini koruduğuna dair mailde attım tahmin edersiniz ki geri dönüş olmadı.Zannimca aydınlatılması gereken bir durum söz konusu.Sayin Bingöl Erdumlu ile iletişime geçmeye kalkışmak gerekiyormuş gibi hissediyorum.Umarim Erdumlunun çıkarmış olduğu kitap benim icin yol gösterici olur.
Sanırım sizin için aydınlatıcı olacaktır. Bingöl’ün de çok net eleştirileri vardır ama bunu Yusuf gibi kişisel bir kan davası haline getirmeden yapar. kendisiyle bağlantı kurarsanız görüşebilirsiniz diye tahmin ediyorum. Facebook’tan ulaşabilirsiniz.
Benim söyleyebileceğim şudur: Mahir, açıkça çıkışsız bir yöne soktu hareketi ve arkadaşlarını da peşinden sürükledi. Büyük bir hareketin kısa sürede ezilmesine yol açtı. Öte yandan, bence, Yusuf’lar gidişattan ürküntüye kapıldılar ve bu sefer zıddına dönüşerek teslimiyetçi bir çizgi izlediler. Onların takipçisi olduğunu söyleyen örgütler ise, 1970’lerde Mahir’in silahlı mücadele çizgisinin çıkmazını görerek daha kitlesel bir yol izlediler ve geleneği eleştirmek de işlerine gelmedi.
ne yazık ki böyle bir temas imkanım olmadı.
Gun abi,Ali Taylan Cemgili tarafından derlenen ayrıntı yayınlarından çıkan Şirin Cemgilin Sinan Cemgili ve tabiki 68 kuşağı donemi anlattığı Sinança kitabını okudunuz mu yahut okumayı dusunuyomusunuz? Çok alakasız olacak lakin sizinde bildiğiniz gibi Sinan ve Şirin cemgili çifti Taylan Özgurun acı katledilisi üzerine oğullarına bu ismi koymayı layik gormuslerdi.size sorum şu eğer bir oğlunuz olsaydı sizde 68 kuşağından bir isim koymayı dusunurmuydunuz?
Şirin Cemgil arkadaşımdı, kitabında da 4 yerde benden söz ediyor, olumlu bir şekilde. Okuduğumda gururlandım. Dolayısıyla kitabı okuduğumu da söylemiş olayım. isim konusunda biraz ikircikliyim. İsimler üzerinden bir kült yaratılması bana pek doğru gelmiyor. Bir oğlum olsa, şimdiki aklımla bunun seçimine annesine bırakırdım.
Benim için mühim olan objektifliğin korunmasi,bu olaylar silsilesinin ‘ kan davasi’ durumuna devsirilmiden aktarılmasıdır.Zihnimde tasvirlesmis olan ‘ mahirin’ ne uçan kanatları vardır ne de kan ağlayan gözleri. dediğim gibi amacım sadece bu ‘belirsizlik’ halinden kurtulmak.Sayin Erdumlu ile iletisime geçmem bir nebze de olsa bu flu durumdan kurtulmama yardimci olacaktır.Bir başka soru işareti ise yanılmıyorsam 27 temmuz 2014 tarihindeki Mahir Çayan adlı yazınizda Mahirin en büyük hatasinin , örgütünün mensubu yüzbaşı İlyas Aydın’ın ölümüne yol açan mesnetsiz bir açıklamada bulunmuş olması ve elromun öldürülmesi suçunu, yakalanmamış bir arkadaşa atmayı tek çare olarak gördüğünu. Ve bunun, devrimcilerin zaman zaman başvurdukları bir çare olarak yorumlamisiniz.peki böylesi güç bir durumda siz Gün olarak nasıl bir tavır sergilerdiniz yahut Mahirin nasıl davranmasını ister/ doğru bulurdunuz? ( Bu arada Bingöl Erdumlu ile ilgili verdiğiniz bilgiler için teşekkür borç bildiğimi belirtmek isterim)
Abi Ulas Bardakci ile Mahir Cayan’in mahkeme videosunu izlediginde seninde tüylerin urperiyor ve yüreğin sıkışıyor mu?ömründe birbirine bu kadar güzel bakan iki insan gormedim
Nerde o 68 kuşağındaki iki yoldaşın birbirine bakışı,asklarin masumluğu??
evet, güzel bir fotoğraftır o.
bu konularda şöyle yapardım demek kafgadan atmak olur. O sıradaki atmosfer önemlidir. Burada bireyin rolü çok aza iner. Yine de vicdanlı bireyler böyle anlarda bile .bazı örnek davranışlar ortaya koyabilir. Örneğin. bildiğim kadarıyla Oktay Etiman, Elrom’un öldürülmesine karşı çıkmış.
Bende tam olarak o zamanki olağanüstü atmosferden bahsediyorum.Belki sizin o durumda nasil bir tepki vereceğiniz sorusu Mahirin o güç durumdaki halini biraz basite indirgemek olur.Lakin Cayan’in en büyük hatasının bu olduğunu dillendirdiginize göre bu işin size göre bir dogrusu olmalıdır diye dusundum.lakin bu tur durumlarda bireyin ‘vicdanlı’ yahut ‘akılcı ‘yaklaşımından çok tam olarak ‘o’ anda yapacağı iyi tahlillerin ornek bir davranış olarak algilanacagini düşünmekteyim.Yani o sırada Elromu öldüren/ler in daha vicdanlı ya da daha vicdansız olarak nitelendirmek zannimca pek doğru değil.Birde o zamanlarda devrimciler arasinda yakalanmamış bir arkadaşa ‘sucu’ atmak diye bir tabir var.sizcede bu çok riskli ve sorumluluk gerektiren,agir sonuçların çıkabileceği bir yöntem değil mi?kabaca kendi canını yoldasina tercih etmek?bu insanlar akibetininn vahim olabileceği ihtimalini dusunmekten pek tabiki aciz değiller sadece çok zor altında sinanmislar.
Abi son paramla senin Çanlar kitabını aldım.Havariler obur haftaya kaldi onuda aldığım zaman bizim burada muhittin dağı var birkaç arkadaş oraya gitmeyi dusunuyoruz.orda paso senin kitapları okuyacakmisim gibi gözüküyor.kitaplari bitirdiğimde konuk yazar olarak katılmayı hak etmiş olurum bence:)
iyi geziler ve okumalar.
Diğer arkadaşlara “vicdansız” demiş değilim, öyle anlaşıldıysa düzeltirim. “Suç atmak” ise karmaşık bir olaydır. Ağır işkence altında, “nasıl olsa yakalanmadı” diyerek bu tür yollara başvurulmuştur. Suçlamak kolaydır ama o insanın içinde bulunduğu koşulları da dikkate almak gerekir. Velhasıl bu konularda kolaycı yargılar doğru olmaz. İşkenceye dayanmak, bu konuda deneyi olmayanların sandığından çok daha zor bir şeydir. Dönemi anlamaya çalışmak en iyisi.
Oyle bir şey ima etmeyecek kadar sizi tanıdığını düşünüyor yahut zannediyorum.sadece verdiğiniz cevabın biraz açık uclu olduğunu ve başka manalar çıkarılabileceği düşüncesiyle kendi fikrimi belirtme ve sizin tarafınızdan teyit edilme ihtiyaci içerisine girdim.Daha önce belirttim mi tam olarak animsayamiyorum lakin bence 68 kuşaği incelenirken eylemin yapılma aşaması,eylemler gerçekleştikten sonraki akıbetleri ve sonraki nesillerin çıkaracağı dersler pek tabii önemlidir fakat ben bu etkenlerden çok eylemi yapanlarin ‘o’ andaki duygu değişimlerini yani o kişiyi bu eylemi yapmaya iten temel duygu,z zorunluluk yahut ‘borcluluk’ hissinin doğru analiz edilmesinin daha önemli olduğunu düşünmekteyim.Ufak bir örnekle ustunkoru biçimde anlatmak gerekirse birçok kişi Kızıldere olayında Mahirin kendisini ve arkadaşlarını intihara sürüklediğini ‘ve bariz bir başarısızlığın soz konusu olduğunu dusunmekte.Ben bu fikrin doğru ya da yanlisligiından çok eksik olduğunu dusunmekteyim, ‘sahsin içinde bulunduğu kısır donguyu’ anlamaya çalısmadiklarinj/calismak istemediklerini dusunmekteyim..sizcede bu kuşaktaki birçok değer sadece oldu bittilerle yargılanmiyor mu??
Oktay etiman ile şahsen gorusmeye imkanımız var mı yani kendisi bu teklife ılımlı yaklaşır mi???
Hic ask acısı cektinizmi???
Henüz lider kadrosunun yok edilmedi dönem içerisinde değerlendirmek gerekirse devrimci gençlik içersinde THKP-C kanadı mı daha geniş yer kaplıyordu yoksa THKO mu?
Sylvie vartan dinlermiyiz???
dinleriz.
thkp-c kanadı.
çektim.
onu bilemiyorum. Kendisi ankara’da yaşar
bu konudaki en iyi değerlendirmeleri Ergun aydınoğlu yapmıştır. Onun sol tarihi üzerine kitaplarını tavsiye ederim.
İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Cayan teorisyenlikleri ile diğer 68 kusagına kıyasla daha farklı konumdalar.Fakat sizinde bildiğiniz gibi bu teoriler üzerine tartısma,fikir yurutme kısmi bayagı bir eksik kalmış,bırakılmış.Teorisyen olma fikri bundan sonraki zaman diliminde arka plana atılmış,daha cok silahlı mücadele tercih edilmiş.Eger Mahir ve İbonun teorileri daha cok ele alınsaydı hatta onların yanlıslıgı-dogrulugunun tartısılmasının akabinde eklemeler yapılabilinseydi 68 kusagından devralınan mesale cok daha yukseklere tasınamazmıydı???
Türkiye halklarının kadınlarının türkiye solundaki konumu hakkında ne düsünüyorsunuz????
sol örgütlerde etkisizdir. Ancak bugün genel olarak solda kadın hareketinin belirleyici önemi vardır.
Marksist-Leninist teoriyi bütün dogmatik tekrarlarıyla birlikte hepimizden iyi okumuşlardı. Fakat böylesi bir teorisyenliğin büyük handikapları da vardı. O güne kadar olan dogmaları sorgulamdılar. Biri (Mahir) Latin Amerika versiyonuna, diğer (İbrahim) Mao versiyonuna yöneldi. Bu versiyonların izin verdiği ölçüde dogmaları eleştirdiler ama kendileri de oldukça dogmatik bir yönelimdeydi. Bu onara bağlı bir şey değildi. Dünya solundaki gelişmeler henüz Tr’ye yansımamıştı. Silahlı mücadele yönelimleri de oldukça dogmatikti.
aşk acısı çektim demişsiniz. otobiyografilerinizde bahsettiniz mi bundan? hangi kitap?
yarılma’da vardır biraz.
Turhan feyizoğlunun 68 kusagını konu edindiği kitapları okudunuz mu? Şayet okuduysanız feyizoğlunun yaklaşımını nasıl bulunuyorsunuz?
Sevgi yener ismi size tanıdık geliyor mu?
İspanya’da bugün (26 Haziran) genel seçimler var. Takip ediyor musunuz?
Oranın HDP’si ‘PODEMOS’. Bu partiyi destekliyor musunuz? Cevabınız evetse, gerekçeleriniz nedir?
Seçim sonuçlarından beklentiniz nedir?
kazansalar iyi olur. Yeni bir rüzgâr…
çok eskilerden tanıdığım bir Sevgi vardır. Ne yazık ki soyadını hatırlamıyorum. Neden sordunuz?
Okudum. İyi malzeme vardır, fakat biraz yığmadır.
Cumhuriyet gazetesinin arşivinde 15 Nisan 1996 tarihindeki basımında daha önce hiç bir yerde duymadıgım bir isim – sevgi yener- zikredildiğini fark ettim. Ve açıkçası mevzu bahis olan bu olayı daha önce hiçbir yerde görmemiştim. Sizin bir bilginiz var mı?? Linkine paylaşmaya calısıyım
http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1996/4/15/12.xhtml
Ayrıca sevgi yener ismi yanılmıyorsam Turhan feyizoğlunun Sinan kitabının son sayfalarında kitaba katkısı bulunanlar kısmında da zikrediliyor. Acaba bu sadece bir isim benzerliği mi yoksa bu intihar olayı şehir efsanesi mi??
bilemeyeceğim. bakmam lazım.
intihar teşebbüsü olayı doğru. soyadı Yener değil.
belki kızlık soyadı yener olabilir.
Peki sizin Mahir ile cok samimi olmadığınızı düsünerek bu bir hayli kisisel olay sizin kulagınıza yahut mahirin yakın cevresindekiler haricinde etrafa nasıl yayılmış??
Ben de yıllar sonra Turan Feyizoğlu’nun Mahir kitabından okudum.
Mahir ‘onların hikayesi’ isimli kitabından mı?acıkcası uzun zamandır ulaşmaya calıstıgım kitap basımı durdurulmuş ve ‘piyasada’ bulmak neredeyse imkansız.Bilgilendirme icinde tesekkürler
İbo ve mahirin teorilerinin dogmatikliğini haklı olarak dünyadaki gelişmelerin türkiyeye pek yansımayışına bağlamışsınız.Peki bu gelişmeler türkiyeye yeteri kadar yansısaydı bu dogmatik teori ve silahlı mücadeleye ne denli etki ederdi? yani tabiri caizse teorilere ve silahlı mücadeleye çekidüzen verilirmiydi?
Amin Maalouf’un kitaplarını okur musunuz?eger okursanız kayda değer bulduğunuz bir kitabı var mı?
gün abi şu birkaç gündür bazı gazetelerin arşivlerinde turluyordum.6 eylül 2013 tarihinde sabah gazetesinde sizin hakkınızda ileri geri konuşan kendisine gazeteci ithamını yakıştıran çapsızın tekine denk geldim.Açıkcası bu malum kişi sizin tozunuzu dumanınızı tatmayı pek haketmiş.
THKP-C’nin THKO’ya göre daha teşkilatlı olmasının sebebi ya da yöntemi neydi? THKO sanırsam öğrenciler arasında örgütlenirken THKP-C; subaylar, işçiler, kırsal kesimin köylüleri, öğrenciler vs arasında örgütlenme başarısını nasıl sağladı sizce? Bu sadece ve sadece örgüt liderlerinin örgütçülük başarısı ile mi alakalıydı?
Ben THKP-C daha teşkilatlıydı diye bir şey demedim. Her ikisi de derme çatma örgütlenmelerdi. Fark şudur: THKP-c daha geniş tabanlı bir öncel harekete, Dev-Genç’e dayanıyordu ve bu hareket gençlik mücadelesinin boyutlarını da aşıp köylere, kasabalara yayılmıştı. Aslında THKP-c adlı örgüt, bu geniş tabanı harcayan, dağıtan, etkisiz ve pasif hale getiren örgütün adıdır. Binlerce insana dayanan bir hareketi 20 silahlı militanın emrine verir ve geri kalanları sadece bu 20 militana yataklık etmeye görevli kılarsanız olacağı budur.
dolayısıyla örgütçülük başarısı diye bir şey yoktur. Gelişen bir hareketi duvara toslatma “başarısı” vardır.
kimmiş acaba. bana bir yollayabilir misin?
pek kayda değer bulmam. Light.
tam tersine dünyadaki teoriler Tr’ye yansıdı ve sonuç bu oldu. Tr her zaman 20 yıl geriden gelir. Bize yansıyan 1940’ların teorileriydi. 1960’ların teorileri ise 1980’de yansıdı ve İbo ile Mahir tabii o döneme yetişemedi.
Bu izahınız için teşekkür ederim. Mevzuyu gayet iyi anladım. Bir de Mahir Çayan’ın örgüt içerisindeki tek adamlığına benzer bir tek adamlık THKO’da yok galiba. Yani THKO’da bahsedebileceğimiz bir lider mi yoksa liderler mi var?
Esas liderin Hüseyin İnan olduğu söylenir. Fakat oradaki yapı sanırım daha kolektif.
Arslan Kılıç ile Meral Yakar’ın ölümüne dair konuştunuz mu hiç?
Hayata dair üç öneri de bulunsanız, ne olurdu bu önerileriniz?
1. öneride bulunmayın; 2. önerileri cevaplamayın; 3. önerileri kabul edin.
Hayır.
Peki devletin savcısı o dönem Meral Yakar’ın ölümünü örgüt içi infaz eylemine bağlamış. Siz ne diyorsunuz bu konuda?
ben kaza kurşunu olduğunu düşünüyorum. O zamanki devrimciler silah konusunda çok acemiydi ve böyle epey kaza olmuştur.
Düşündüm de, sizce de RTE dünyanın başına gelmiş en felaket diktatör olabilir mi? Türkiye’nin değil dünyanın dedim. Çünkü Suriye rezaleti bütün dünyayı felaket şekilde etkileyecek görünüyor. Savaş bitmeyecek zaten ama en kötüsü terörün ve mülteci krizinin dünyaya yayılması.
Hitler, Stalin bile bu kadarını yapamadılar bence. İkinci Dünya Savaşında en çok yıkım yaşayan ülkeler bile kısa sürede eskisi gibi olmuştu. Suriye’nin düzelmesi mümkün değil artık. Hatta o kadar olmasa bile Türkiye’nin de (PKK’yla devam eden savaşın etkileri de unutulmamalı)
Bir soruya verdiğiniz cevapta THKP-C’nin başarısız bir örgütçülük deneyimi olduğunu söylemişsiniz. Peki ama o zaman niçin sonraki yıllarda en etkin olan örgütlerin hep öncülü THKP-C olmuştur? Yanlış anlamayın sizin görüşünüze karşı çıkmıyorum sadece bu durumu nasıl açıklıyorsunuz onu merak etmekteyim.
Örgütlenmeleri felaket kötüydü ama direnmeleri ve devlet tarafından katledilmeleri bir destan oldu ve gelecek kuşakları müthiş etkiledi. 1973’ten itibaren toplumun sola kaymasıyla sola yönelen gençler bu destana sempati duydu. Fakat unutmayalım ki, mlsp/b gibi küçük grupların dışında, thkp-c geleneğine sahip çıkan örgütler bir daha hiçbir zaman o tür bir “öncü” silahlı mücadeleye girişmediler, denemediler. Sadece destandan yararlandılar.
en büyük değil ama bir felaket olduğu kesin.
Abi gec cevap için kusura bakma. Link burda http://m.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/sancar/2013/10/06/icimizdeki-kopek-disimizdaki-kopek
Gün abi selamlar, daha once bu konuyu Mustafa yalcınerlede konuşmuştum sizinde fikrinizi merak etmekteyim abi inekli koyde Sinanlar cobanı serbest bırakırken ne düşünmüştü abi ya? O kadar tecrübeye sahip insanlar nasıl olurda cobanın onları şikayet etme ihtimalini düşünmez? Ki hepimizin tahmin ettiği gibi hepsi bunun bilincindeydi. Sizcede cok iyimser bir yaklaşım değil mi??
‘THKP-c adlı örgüt, bu geniş tabanı harcayan, dağıtan, etkisiz ve pasif hale getiren örgütün adıdır’ şeklinde yorum yapmışsınız. Sizcede biraz acımasız bir yaklaşım değil mi? Evet thkpc İn teşkilatlanma, eylemlerin gerçekleştirilmesi ve teorik anlamda eksikliklerinin oldugu acıktır. Fakat yerel halkı örgütlemede, devrim ruhunu yaşatmaya birer dinamit fitili konumundaydılar. Gelişen hareketi duvara tostlatma başarısını hangi eyleme yorumlarınız??
Perinçek’ in Erdoğan için, ‘Kemalizme/Atatürk’e teslim oldular’ sözüne teorik olarak katılıyor musunuz? ve neden katılıyorsunuz/katılmıyorsunuz?
Mahirlerin, Kemalizm tahlilleriyle, Perinçek’ in son yaptığı Kemalizm tahlili örtüşüyor mu?
O örgütlenmeleri yapan thkp-c değil, Dev-Genç hareketiydi. THKP-c olduktan sonra bu örgütlenmeler terk edildi. Banka soygunları, elrom’un kaçırılması türü şehir gerilla eylemleri bu hareketi duvara toslatmıştır.
Hiç değil. Sinan doğru olanı yapmıştı.
sence son terör saldırısının arkasında kim var gün abi? twitter’a baktım, oraya da konu hakkında bir şey yazmamışsın.
IŞID olduğu söyleniyor.
Gün abi,Sinan Cemgilin 6-7 dili bildiği Sinan hakkında yazılan bircok kitapta dillendiriliyor.özellikle italyanca ve ingilizceyi ana dili gibi bildiği belirtiliyor.henüz o zamanın türkiyesinde basılmamış sol kitapların ceviri ve tahlillerini yapıp bircok arkadaslarıyla – hatta bazı kaynaklarda neredeyse tüm ODTÜnün Hocayı dinlemeye gittiği söylenir- paylaştıgını duymuştum.Hitabeti enfes,seside pek tokmus Sinanın.Sizinde böyle arkadasları toplayıp kalkın Sinanı dinlemeye gdiyoruz dediğiniz bir gün oldumu?az biraz anlat bize be abim Cemgili
gün abi dün tüm kitapların (ceviriler dahil) elime ulaştı.bir gün senle buluşabilsekte iki çift laf edip imza ‘töreni’ yapsak.sen su zaman suraya gel de ben kosa kosa gelirim abi.
gün bey saygılar,68 kusagının cogunlugu seküler bir dini yaklaşıma sahipti.Peki bu ‘seküler yaklaşım’ devlet yada sağ gruplar tarafından günümüzde de oldugu gibi cogunlugunun islami anlayısı kabul ettiği yerel halka karsı ‘koz’ olarak yogun bir şekilde kullanıldı mı?yoksa suanda oldugu gibi bölücülük/dış güçlerin işi şeklinde mi etiketlendiler??
İsmail Saymazın gazeteciliğini ve insanlıgını severiz de mi???
gün abi aksamları televizyon basında ‘nar ayıklamaya’ devam mı?
Nar mevsimi bitti, biliyorsun.
severiz.
Öyle bir şey olmadı. Bizim sol biraz da popülist olduğundan bu konulardan uzak durur.
Tabii ki. beklerim.
o kadar yakın bir arkadaşlığımız olmadı.
Gün abi, dün rüyamda seni gördüm cok değişikti. Hem gençliğinizi hem de yetişkinliğinizi bir arada gördüm, ard arda 3 gün yarılma ve havarileri okuyunca böyle olsa gerek. Bir hal hatır sorayım dedim. İyisindir umarım? ‘imzagünü’ felan var mı hesapta?
Acil nar dışında başka uğraş bulmalıyız.
Ulaş bardakçı ile tanısmıslıgınız varmıydı?
Ertuğrul kürkçü?
Vardı.
kabak çekirdeği.
sağol. Şimdilik bir şey yok. Yaz ya.
BHH’nin düzenlediği iftara katıldın mı? Teravih namazı da kıldınız mı?
katılmadım.
Suriyelilere vatandaşlık verilecekmiş Gün, bir de oy kullandırılır mı onlara?
vatandaş olduğuna göre tabii ki oy hakkı da olacak.
BHH kurban bayramında da hayvan kesecek mi? Sadece soruyorum.
Bilmem. Sizce keser mi?
john fowles ın büyücü kitabını okudunuz mu?okuduysanız begenirmisimiz?
68 dönemine yönelik yazılan devrim sarkılarını dinlermisiniz?varsa beğendiğiniz parcanın ismi?
Bazen dinlerim ama genellikle kötüdür. Kemalist şarkılardan taklit.
John Fowles sevdiğim bir yazardır.
dogu anadoluda yasanan sürecte duyarsızlıklarıyla vurdumduymazlar takımına adını altın harflerle yazan batının samimiyetsizliğine kürtler katlanmak zorunda mı?edi bese demenin tam sırası değilmi?eger kürt halkı daha rahat ve huzur içerisinde yaşayabilecekse neden türkiyeden ayrılmaları halen hainlik olarak nitelendiriliyor?hırsızlık,dolandırıcılık,insanları göz göre göre ölüme sürmek asıl hainlik -bu ithamı sevmiyorum ama illa birileri bu şekilde nitelendirilecekse zannımca bu şekilde kullanmak daha uygun-değilmidir?yine zalım tcnin avcunun içine bakmak zorundamıyız?
gün abi selamlar,hdpli vekillerin dokunmazlıklarının kaldırılmasını ongören tasarı elbirliğiyle mecliste onaylanmıştı.bunun üzerine hdp eşbaşkanı selehattin demirtaş hiçbir arkadaşının mahkeme veya savcılıkların davetine gönüllü olarak gitmeyeceklerini kararını hep birlikte aldıklarını söylemişti şayetki oyle yapmaktalar.siz bu tutumu dogru buluyor musunuz?yahut alternatif bir
davranış fikriniz olurmuydu??
edip cansever,turgut uyar,ahmet arif okurmuyuz?
okuruz.
yapılacak tek şey bu.
Hainlik diye bir şey yok. Bu sözcük her zaman egemenlerin suçlama sözcüğü olmuştur.
Sormaya çekinmiştim ama içimde kalmasın istedim:
Irmak Hanımla aranızda bir tür yazılı olmayan anlaşma mı var?
Irmak Hanım, sizin kitaplarınızla ilgili değerlendirme yazıları yazmıyor.
Siz, Irmak Hanımın kitaplarıyla ilgili değerlendirme yazıları yazmıyorsunuz.
“Aile üyeleri birbirine torpil geçebilir. Geçmese bile, okur-yazar tayfası ‘bunlar birbirini kolluyor, değerlendirme yazısı adı altında karşılıklı reklam peşinde koşuyorlar’ der…” diye endişe mi duyuyorsunuz ikinizde?
Doğru tahmin etmişsiniz.
Irmak Zileli’nin romanlarının az satmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
twitterda sana laf atanlara cevap verme be abim.akıllarınca seni rencide ettiklerini sanıyolar.sen 68 kusagındansın kolay mı seni harcamak
Haklısın. Sağol.
Az sattığı doğru değil. öte yandan, popülere oynamayan romanlar genelde “az” satar.
abi seni bayram namazında görmüşler?hayırdır? 🙂
mehmet eymür türkiye’de en çok “şey” bilen adam(!)mıdır? yoksa Mahirin eli kanlı katilimidir?
lale arıkdalı tanır mısınız?
Tanırım. Kendisinden Havariler kitabımda söz ediyorum.
İkincisi.
🙂
abi twitterdaki goygoya dayanamadım ben de baktım.Müslüman Rikov arkadaş ne ikiyüzlülüğünü bırakmış ne de halk düşmanlığını.Vatan haini diye ithamda bulunmamış.Saskınım.
hiç parti kurup yolunuza siyaset üzerinden devam etmeyi aklınızın kenarından geçirdinizmi? sayın dogu perincek gibi ( saka abi saka meclisi toz duman ederdiniz ya ne partisi)
ODTÜ nün üniversite olarak eskisi kadar olmasada duruşunu bir nebzede olsa koruyabildiğini düşünüyormusunuz?
düşünüyorum.
🙂
Bence o bir troll. Rikov’un kim olduğunu bile bilmiyor doğru dürüst. Bunlardan tweeterde o kadar çok var ki.
aynen abi.Bir anda hepsi başına üşüştü felan dedim gün abi haklar bunları.Cok sey yapmamak lazım bunları abi ya cevap verme bence.Abi bu arada soru cevap kısmı gercekten cok anlamlı olmuş bakıyorumda sorulara her telden var.bayagı bir şey öğreniyorum sizin hakkınızda.üsenmeden cevaplıyorsunuz ya hayranım
cevap veermemek daha doğru ama bu sefer de kendilerini değneksiz köyde sanıyorlar
‘Yeni’ bir sol parti geliyor mu?
Fısıltılar var…
öyle mi?
kızıldere katliamı’nda yaralı olarak yakalanmış ve başına sıkılan bir kurşun ile yargısız infaz edilen Saffet Alp’in ölümü türkiye cumhuriyetinin mentalitesini bariz bir şekilde ortaya sermiştir.Fakat medya kızılderede ölen yoldaşları şaki olarak nitelendirmekle kalmayıp karalama kampanyalarıylada ellerinden geleni yaptılar.O dönemde medyanın halk üzerindeki etkisi nasıldı?
Bugünkü gibi, şartlandırma işlevlierini yerine getiriyorlardı. Belki daha bile etkiliydi basın o zaman. Sosyal medya da olmayınca.
Gün abi,68 kuşağına ait özellikle yakın çevrenizdeki (sinan kazım gibi) arkadaşlarınızdan kalan bir eşya, bir bez parçası felan var mı? Birde elinizdeki fotoğraflardan uygun gördüğünüzü zaman zaman paylaşabilir misiniz?
Gün abi fotodaki arkadaşların isimleri ne acaba? http://www.gunzileli.com/wp-content/uploads/2013/10/037.jpg
önden arkaya doğru. Keje (sarı olan), Çıta (siyah olan, Keje’nin kızı), Karin, Dost (Çıta’nın babası), Dominik, Leo.
elde olan fotoğraflarığn hepsini Yarılma, Havariler, Sapak’ta paylaştım, başkaca bir şey kalmadı. öyle bir eşya yok ne yazık ki. Sadece, iki yıl kadar önce kaybettiğimiz Suat Şükrü Kundakçı’dan kalan bir tespih var.
Talat Aydemir’in darbeden amacı neydi ? Askeri bir sosyalizm mi kurmak? Yoksa tutucu bir Kemalist rejim hedefi mi?
27 Mayıs ortamından esinlenmişti. Sonuçta Baas türü bir rejim arayışı içindeydi.
Gün abi selamlar,51 saat süren Sibel erkan olayında Hüseyin Cevahir kalleşçe katledilmiş,Mahir çayan ise yoldasıni,Cevahir ini kalbine gömerek dönmüştü hain hücresine.cevahirin ölümü üzerine mahir intihara kalkışmisti.çayanin intihar girişimine dair iki farklı yorum var.birincisi Mahirin silahıyla kalbine doğru isabet aldığı fakat solak olduğu için kalbini ‘iskaladigi’ biçimde,bir diğeriyse Mahirin balkondan kendisini aşağı atmak istemesi fakat bunun oradaki-çayan sanıp cevahir in vücudunu delik deşik edenler-askerler,’rutbeliler’ tarafından engellendiği.acikcasi ikinci seçenek bana ‘rutbelilerin’ kendilerini aklamaya çalışmaları gibi geldi.Sizin bu intihar girişimi hakkında kesin bir bilginiz var mı?yoksa sizce hangisi kuvvetle muhtemel gerçekliğe yakın?
Gün abim,thkpc ve thkonun teorik anlamda,örgütlenmede ve eylemleri gerçekleşmede birçok eksiklikleri vardı. Sizinde belirttiğiniz gibi gelişmiş bir hareketi duvara tostlatma başarısı göstermiş olabilirler.banka soygunlari,elromun kaçırılması vs eleştirilebilir,üzerinde tartışmalar yapılabilinir Fakat kanımca 68 kuşağının o devrim ateşini körükleyen en esaslı eylemi ‘Komerin arabasinin’ yakilmasidir.”ikinci kurtuluş savaşımızın meşalesi odtü’de yakıldı” şeklinde yorumlanan mücadelenin içtenliğini,harbiligini göz önüne seren bu eylemin yankısı sadece Vietnam kasabina değil,dünyaya bir göz dağı vermişti. Siz bu ‘esaslı eylem’ hakkında ne düşünüyorsunuz?sizcede Mahirin deyimiyle tam bir dinamit fitili değil mi?
tamamen destekliyorum. Halkta da çok olumul yankıları olmuşutu. O zaman Ege köylerinde dolaşırken bu olumlu etkiyi bizzat gözlemlemişimdir.
Birincisi doğru olan bence. Kendini vururken pek öldürmek istememiş de olabilir. Böyle şeyler olabilir o tür karışık anlarda.
Abi birde Komerin arabasının yakılmasına liderlik eden öğrencilerin neredeyse tamamı katledildi.yusuf aslan, sinan cemgil, hüseyin inan,taylan özgür, ulaş bardakçı,münir aktolga.Gun abi bu da mı ‘kaderin cilvesi’?
komer’in arabasının yakılması eylemini gerilla eylemi olarak nitelemek sizcede bu eylemi gerçekleştiren tayfanın amacını ve ruhunu saptırmaya çalışmak değilmidir?bence Vietnam kasabina yönelik yapılan bu eylem baştan sona bir yürek, kahramanlık gösterisidir.
Münir Aktolga hayatta. Öte yandan, bunu komploya bağlamak doğru olmaz. Ama bu arkadaşlar en önde mücadele eden devrimcilerdi. bu yüzden öldürüldüler. Yani Komer’in arabasını yaktıkları için değil. Ayrıca arabayı yakmaktan tutuklanıp öldürülmeyen ya da eceliyle ölenler de vardır. Mesela Seçkin inceefe’yi hatırladım.
kesinlikle öyle.
selamlar gün hocam, kemal okuyanla tanismisliginiz var midir, nasil bilirsiniz kendisini
Tanışıklığım yok. 1980’lerde Gelenek dergisiyle başlayan ve bugünkü bölünmüş “TKP’lere varan” Stalinist hareketin başlatıcılarından biridir.
Gün abi,THKPC in banka soyma eylemi örgütün ihtiyaçlarına karşılama yönelik bir girişimdi Fakat siz duvara tostlatma demişsiniz. Peki bu örgüt parasal ihtiyacını nasıl karşılayacaktı?Yılmaz güneyin çektiği filmlerin gişe parasıyla mi?
Ulaş bardakçı ile nasıl tanıştınız?
Gün abi,saygılar.yaksalik bir yil once bir yazı okumuştum Hüseyin Cevahir hakkında. Babası Düzgün cevahir anlatıyordu. Düzgün cevahir,oğlunu,Hüseyinini ziyarete Ankara’daki mektebine gitmiş.cevahir can yoldaşı Mahir ile karşılamış babasını.Mektebi gezdiriyolarmis,Cevahir ini babasi;Oğlum, olaylar oluyor, aman dikkat edin, uzak durun, derslerinize bakın’ diye nasihat ediyormus.Ikisinunde basi cektiginden bir o kadar habersiz şekilde. Bu anlatı beni hem gülümsetti hem de düşündürdü açıkçası.Huseyin Cevahirin en az Mahir kadar mühim bir yoldaş olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.fakat biz onlara sahip çıkamadık..vucuduna 83 kurşun sıkılacak ne yaptı bu insanlar?
Hüseyin Cevahir arkadaşımdı. İyi bir devrimci, ayrıca iyi bir edebiyat eleştirmeniydi. Yordam’da yazıları çıkardı.
tanıytığım ânı hatırlamıyorum. Fakat her gösteride karşılaşır ve birbirimize sempatiyle gülümserdik. Bunu Yarılma’da da yazdım.
Örgüt için böyle büyük bir parasal kaynağa ihtiyaç var mıydı, esas sorulması gereken budur. Kiktlesel bir hareket kendi kaynaklarını destekçileriu sayasinde makul ölçüde yaratır. Ama büyük işlere kalkışırsanız o zaman kaçınılmaz olarak banka soygunu falan gibi şeyler gelir gündeme. Bunun da sonu iflastır. Büyük oynayan büyük batar.
örgüt için yüklü miktarda parasal kaynağa ihtiyaç duyulmasaydı böyle bir işe kalkışacaklarını düşünmüyor,baş kaldırdıkları bu yolda inandıkları ve ugruna savaştıkları devrim ile çakışmadığına da inanıyorum.yani bu banka soyma eylemi kanımca ne göz dönmesi ne de güç göstergesi.Ayrıca THKPC de örgütlenme DEV-GENC tarafından ‘yerel halkı’ harekete geçirme şeklindeydi.yani sizin anlayacagınız bu kitlesel hareketin destekçilerinin çogunlugunu yerel halk oluşturuyordu ve yerel halk henüz kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz haldeyken ve de kaynaklar kısıtlıyken THKPC neye dayanarak bu harekete girişecekti?
Gün abi yukarıdaki sorulara vermiş oldugunuz cevaplara dayanarak ve birazda kendi çıkarımlarımla THKPC ve Mahir Çayana karşı biraz mesafeli davrandığınızı düşünmekteyim.Sizce yanılıyormuyum?
abi bugün halk tv deki konuşmalarını dinledim, hasret kalmışız sana.Doğu Perincek’e’kürt düşmanı’ diyerek bir kez daha gönüllerimizde taht kurdunuz.Gün abi,sıgınmacılara daha huzurlu ve kaliteli yaşam sunulacaksa haklı olarak vatandaş olmalarını gayet doğal oldugunu söylediniz.Fakat hepimizinde bildiği gibi zalım tc suriyeli insanlara sadece sayısal olarak değer vermekte,ceplerine indikleri ‘rüşveti’düşünmekte.Yani samimiyetsizlik alıp başını gitmekte.Vatandaşlık ve devlet kavramlarının sınırlandırıcı bir etken oldugunu ben de düşünmekteyim ama bence artık bu kavramlar üzerinde düşünmekten çok çözüm aranmalı ve sonuçlar yorumlanmalı.Bu vatandaş olma durumu sizcede hali hazırda tc vatandaşı olan insanları iyice suriyelilere karşı tavırlı duruma düşürmeyecek mi?
gün abim,bugun halktv de ne de güzel konuştun,özlemişiz valla,karizmamızdan da hiç ödün vermemişiz:) abi sabit yürürdurmaz efsaneydi:)
bu tür eylemler hareketi yerel çalışmalardan kopardı.
Dirençli yanlarını benimserim. Fakat izledikleri siyaset yanlıştı.
Devrimciler, hiçbir halkı karşılarına almazlar, almamalıdırlar. Bunlar, akp iktidarının da dahil olduğu bir savaşın mağdurlarıdır.
abi suanki türkiyede ‘devrimci’olarak nitelendirebilecegimiz insanlar hatrı sayılır miktarda.tavır alabilecek,tepki gösterecek kesim olarak daha çok milliyetçi,muhafazakar ve kemalist kısmı kastettim.Bu kesimler magdurlara her zaman daha çok sahip çıktıklarını öne sürerler fakat tam tersidir.Tek amaçları gövde gösterisidir.daha öncede belittiğim gibi vatandaşlık ve devlet kavramları benim gözümte bir hiçten ibaret fakat benim demek istediğim tc vatandaşı olacak suriyeliler daha da mağdur duruma düşecek.Devlet ve yukarıda belirttiğim kesim bunu hep koz olarak kullanacak.
teke tek gureste bakunin mi alir marx mi bakunin baya babayigitmis o alir gibime geliyor
orası doğru.
gün bey merhabalar,yeni nesilin 68 kusagına bakışını,nasıl buluyorsunuz?sizce 68liler onların gözünde sadece ‘hatırla sevgiliden’ mi ibaret?
mustafa yalçıner ile görüşüyor musunuz?
Hayır.
Sanırım biraz abartıyorlar.
gün abi t24 yazarı murat bjedug nun 7 temmuz 2016 tarihli yazısının THKPC de dostluk ve politika kısmını okudunmu? içim cız etti
okumadım. bakayım.
okudun mu abi? dostluk ve politika diğerek iyi yerden vurmuş bjedug
henüz okuyamadım. okuyacağım.
takip ettiğiniz bir dergi var mı?
Mesele var.
gün abi chp saflarına yaklaştığın söyleniyor.doğru mu?
Zırva
sadık gürbüzü tanır mısınız?
gün abi merhabalar,kurtuluş savaşı denen şeyin aslında Türkiye’deki müslüman olmayan halklara karşı bir iç temizlik savaşıdır şelkindeki tespitinize tamamen katılıyorum,bir nevi iç savaş oldugunu düşünüyorum.fakat kafamı kurcalayan birkaç nokta var.birincisi Deniz gezmişin mahkemedeki konuşmalarının bir kısmında olumlu yönde bir kurtuluş savaşı vurgusu var.Demem o ki deniz gezmiş kurtuluş savaşını gerçekten de emperyalistlere karşı yapıldığını mı düşünüyor?
İkincisi ise Komerin arabasının yakılmasından sonraki ‘ikinci kurtuluş savaşı meşalesinin yeniden körüklenmesi’ şeklindeki yorum.burada kastedilen kurtuluş savaşı,hangi kurtuluş savaşı?sizin ve benim kasttettiğim mi,yoksa yıllardan beri kemalist ve milliyetçiler tarafından benimsenen kurtuluş savaşımı?çok dolandırdım lafı ama 68 kuşagının kurtuluş savaşını algılayışı nasıldı?
Şair miydi? Adı yabancı değil.
Aşağı yukarı kemalist bir algıydı bu. Deniz’inki de öyleydi, hepimizinki de öyleydi.
gün abi,thkpc kent gerillası olmasına rağmen ölümler kırsalda;thko kır gerillası olmasına rağmen yakalanmalar kenttlerde gerçekleşmiş ve bu durum yıllar önce dinlediğim canım abim Oktay Etiman tarafından ‘ironik’oldugu şeklinde yorumlanmakla birlikte devrim mücadelelerinde asla mutlak bir yolun olmadığını,yani bu kır-kent tartışmasınında pekte lüzumlu olmadığını,devrim mücadelesinde toplumun yapısına göre yol izlenmesi gerektiğini ve bu izlenen yolun zamanla değişmesi,bilimle bütünleşmesi gerektiğini söylemişti.siz bu saptama hakkında ne düşünüyorsunuz?
İşte kalkışıldı bir şeylere. Ne yazık ki yol, yol değildi.
gün hocam,Yusuf Küpelinin Mahir Çayana yönelik hakaretleri,ithamları neden direkt olarak Mahirin insani yapısına ve kişisel özelliklerine yönelik?Yani eğer Mahir ile arasında bir hesaplaşma durumu varsa neden Çayanın içinde bulunduğu eylemleri hedef almıyor?
abi sizide böyle 68 kusagına dair bombardımana tutuyorum,anlamdırmaya çalışıyorum onları bu eylemleri yapmaya itekleyen sebebleri,çok sıkboğaz etmiyorum ya?
Çünkü böyle dar bir bakışı var.
neden sıkboğaz edesin ki. Bunların düzgün bir şekilde, fetişleştirmeden uzak durarak, karalamaya da gitmeden tartışılması gerekiyor.
engin erkiner kim abi?
Acilciler hareketindendi. Daha sonra ayrıldı. Acilci hareketi devam ettiğini ileri süren ve şu anda Suriye’de Esat rejiminin komutanlarından olan Mihraç Ural kendisini hâlâ “hain” diye nitelemektedir. Entelektüel bakımdan onlardan daha üsttte oldu kesindir Erkiner’in.
Mahir Çayanın devrim anlayışını kapitalizme karşı devrim” olarak nitelendirmek doğru mudur?Tarım burjuvazisini hedef alan bir devrim kapitalizme karşı bir devrim midir?
THKPC nin Yurtdışı grubunda kimler vardı ve bu grubun Gülten Savaşçı(Çayan) ile bağlantısı nedir?
Bunlar örgütün iç işleri. Bilmem mümkün değil.
Daha çok anti-emperyalist denebilir.
Sorular çok basit gelebilir:
Abdullah Öcalan’la hiç görüştünüz mü? Sizden yaşça küçük olmasına ve aynı üniversitede (Ankara Ünv. siz DTCF, Öcalan SBF) öğrenci olmanıza rağmen, 60’larda 70’lerde hiç karşılaştınız mı? Aynı ortamda bulundunuz mu?
Dursun Karataş’la hiç görüştünüz mü? Aynı ortamda bulundunuz mu?
Günümüzdeki DHKP-C, THKP-C’nin devamı mı?
DHKP-C için Halk Cephesi neyse, PKK için HDP o mu?
Halk Cephesi’nin, özellikle İstanbul’da, Kürt milliyetçiliği yapan kesimlerle zaman zaman çatışmaya girmesinin sebepleri ne?
Halk Cephesi’ne göre PKK, özgürlükçü bir yapı mı, Kürt milliyetçiliği zemininde hareket eden bir yapı mı?
Her ikisiyle de tanışmam. onlar bizden sonraki kuşak sayılır. Bizim zamanımızda tanınmıyorlardı.
Bir yönüyle devamısayılabilir, ama bir yönüyle.
Halk cephesi’nin DHKP-C’den bağımsız bir varlığı yok. HDP’nin ise PKK’dan ayrı bir varlığı olduğu söylenebilir.
Son iki soruyu Halk Cephesi’ne sormanız gerekir.
Ordunun hala darbe yapacağına inanıyor musunuz?
Ben böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Ben sadece bir şekilde devrileceklerini söyledim. Ulusalcılar buna “turuncu devrim” ya da “turuncu darbe” diyor. Aydınlık’ın bir manşeti de buna ilişkindir.
Turkiye solunun milliyetcilik konusundaki tutumunu nasil buluyorsunuz? BHH bilesenlerinin Ataturk’e ve kemalizme atfetmis olduklari pozitif deger, sovenizme kapilari ardina kadar acmalarina neden olmuyor mu? Ya da agizlarindan dusurmedikleri “laikligin”, ittihaticilarin nufusu ve ekonomiyi turklestirme siyasasini tam gaz devam ettiren ataturk eliyle sunni-islam’in sus perdesi haline getirilmis olmasini goremiyorlar mi sizce?
Dinci AKP dinci politikaları kaçınılmaz olarak bu tür refleksleri geliştiriyor .
Suriyeliler vatandaşlığa alınmalı mı tartışmasında solcular nasıl bir tavır takınmalı?
Haziran Hareketinin Beşiktaştaki iftar etkinliği için ne düşünüyorsunuz?
http://www.gunzileli.com/2016/07/08/gun-zileli-halktvde-cuneyt-akmanin-sol-serit-programinda-8-7-2016/
Gezi sırasındaki yeryüzü sofraları gibi bir şey miydi acaba?
Okunan bir müzik parçası yüzünden bir süre iktidarsızlığa uğrayan ve bu sepeple yaşadığı ağır depresyonu ve psikolojik bunalımını vatandaşlarını iç savaşîn eşiğıne getirerek bu hastaliğını atlatmaya çalışan ülkenin ismi? Müzik parçasının ismi? ve o parçayı seslendirenin ismi
Mete Tunçay’ın “AKP 16 yıl daha iktidarda kalır” tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
http://www.hurriyet.com.tr/ak-parti-ve-erdogan-yorumu-16-yil-daha-40139789
Yanlış ve kısır bir tespit olarak değerlendiriyorum. Meseleye AKP iktidarı- CHP muhalefeti diye bakarsan varacağın yer bu olur işte.
mehmet eymüre bir çift sözünüz olsa,ne olurdu?
Benim öylelerine bir çift sözüm bile olmazdı. Yazık değil mi sözüme!
Kadir mangayı nasıl bilirdiniz?
rüçhan manas ile tanışmışlığınız var mı?
sevgi soysal desem?
Tanışmıyorduk, Nurhak’ta vuruldu ne yazık ki.
İstanbul’dakilerden tanıdıklarım azdır.
Sevgi Soysal dönemimizde Tante Rosa hikêyeleriyle tanınan bir öykücüydü. 12 Mart öneminde Mümtaz Soysal’la evlendi. Bir kere Mümtaz Soysal’ı Mamak’ta ziyarete geldiğinde görmüştüm. Kadınlar hapishanesiyle ilgili kitapları da çok iyidir.
doğu yanarken geziciler nerdeydi?
sağcı bir kadınla aşk yaşayabilirmiydiniz?
arkadaşlar arasında bir lakabınız varmıydı?
Vardı.
Aşk da sosyal çevrelerde gelişir. Sağcı çevrelerle bir bağım olmadığına göre sağcı bir kadına da aşık olmazdım sanırım.
Bu çok sorunlu bir söylem. Gezi, kürtlerle arasına mesafe koymadı ama ne yazık ki o zamanki Kürt hereketi Gezi ile arasına mesafe koydu.
abi neydi lakabın?ağzından kerpetenle alıyoruz valla lafı
peki o zamanki kürt hareketinin -gezi ile arasına mesafe koyan- cezası doğudaki halklara mı kesildi?madem siz gezide aramıza mesafe koydunuz yanın o zaman mı denıildi?
Cemalettin Gülbahar
Hayır, öyle bir şey olmadı. Gezi’de yer alan insanların yüreği yandı Kürt bölgelerinde olanlara. Fakat terör toplumu felç etmişti. Yani 2013’deki ortam yoktu. Harekete geçilemedi.
PKK’nın izlediği yanlış çizginin de bunda epey rolü oldu.
terör örgütleri tarafından linç edilmiş batı halkları,devletin uyguladıgı terör karsılıgında dogu halklarından ‘biz yandık,siz yanmayın Allah aşkına’ sözünü bu defa işitemeyecekler.zaten bu şekilde bir istege kapılmak nankörlük olacaktır.tc,hdp ve pkk tarafından istismar edilen halklara en iyi,benzer şekilde istismar edilen halklar sahip çıkmalıydı.ileride duragnlaşmasını umdugum bu süreçte doğu halklarına nasıl hesap verilecek?
abi senin boy kaçtı?
abi bugüne kadarki çoğu yazınızın müptelasıyım,hepsinin altına imzamı atabilirim,şimdi ben anarşik mi oldum abi? 🙂
gün abi noluyor yahu?
İkinci bir 27 Mayıs girişimi;
Darbecilerin tam listesi! Başlarında Albay Köse var
Anadolu Ajansı, askeri kalkışmanın başında bir süre önce görevden alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin olduğunu bildirdi. Ajans, darbe teşebbüsünde bulunan rütbeli subayların tam listesini de yayınladı.
Anadolu Ajansı’nın askeri kaynaklardan aldığı bilgiye göre, darbe girişimini planlayan bir süre önce görevden alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse başkanlığındaki grupta, Albay Mehmet Oğuz Akkuş, Binbaşı Erkan Ağın, Yarbay Doğan Uysal, Yarbay Derya Yaman, Albay Erhan Ermişoğlu, Albay Seyfi Bulduk, Yarbay Hasan Saban, Üsteğmen Serdar Çamiçi, Üsteğmen Akif Us, Yarbay Ali Müjdat Eski, Yarbay Uğur Aydın, Binbaşı Kurtuluş Kaya, Üsteğmen İlyas Damarseçkin, Üsteğmen İsmail Mıngır, Teğmen Mehmet Sadık Özgüven, Yüzbaşı Sefa Mumcu, Üsteğmen Harun Birol Mert, Yarbay Uğur İrici, Üsteğmen Turan Özen, Üsteğmen Abdürrahim Özkan, Üsteğmen Süleyman Ülker, Teğmen Süleyman Çelebi, Albay Naci Akdemir, Binbaşı Ali Koçyiğit, Üsteğmen Halil İbrahim Dişçi, Üsteğmen Saadet Us, Üsteğmen Abdullah Avlık, Albay Ferhan Kuşcan, Albay Bülent Çolak, Albay Haluk Kamil Yavuz, Üsteğmen Zafer Öğretici, Üsteğmen Hamit Can Yüksel, Üsteğmen Ayhan Doğan, Üsteğmen Arif Bakır’ın da aralarında bulunduğu 37 asker yer aldı.
YAKLAŞIK 400 KİŞİLİK ATAMA LİSTESİ
Grup, darbenin başarılı olması halinde bazı askeri görevler için atama listesi hazırladı.
Yaklaşık 400 ismin yer aldığı listede, atamaların çoğunluğunun Jandarma Genel Komutanlığına bağlı birliklere olduğu öğrenildi. Atama yapılması planlanan görevler arasında Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı birlikler ile yurtdışındaki askeri ateşliklerin de yer aldığı belirtildi.
TUĞAMİRALE GÖZALTI KARARI
Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan ve bununla birlikte FETÖ’cü darbe girişimine katılan askerler hakkında gözaltı kararı verildi.
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, emniyet ve jandarmaya gönderdiği yazıda, Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan’ın gözaltına alınmasını istedi.
Tuğamiral Demirhan, dün akşam saat 22.30 sıralarında İl Emniyet Müdür Vekili Yakup Usta ve Jandarma Albay Mustafa Bakçepınar’ı arayarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyduğunu ve kendisinin de ‘Sıkıyönetim Garnizon Komutanı’ olduğunu belirterek Mersin Valisi Özdemir Çakacak ve kaymakamların gözaltına alınmasına karar verdiğini söyledi.
Demirhan’ın suç işlediğini vurgulayan savcılık, şu ifadeyi kullandı:
“Türk Ceza Kanunun 309. maddesindeki “Anayasayı ihlale teşebbüs ve Türk Ceza Kanunun 312. maddesindeki cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya ve görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen teşebbüs edilmesi nedeniyle Mersin Garnizon ve Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan ve bununla birlikte bu suçlara iştirak eden tüm kişilerin CMK’nın 90-91 ve devamı maddeleri gereğince gözaltına alınmasına ve gözaltına alınan kişilerin cumhuriyet başsavcılığında hazır edilmesi rica olunur.”
İSTANBUL’DA GÖZALTILAR
İstanbul’da ise darbe girişimine katılan 104 kişi tespit edildi ve bunlardan bir kısmı gözaltına alındı.
Emniyet kaynaklarının Anadolu Ajansı’na verdiği bilgiye göre, darbecilerin muhabere sistemleri kesildi ve sabaha kadar diğer isimler de gözaltına alınacak.
Tespit edilen kişiler arasında meslekten men edilen bazı emniyet mensupları da var.
http://www.milliyet.com.tr/iste-askeri-kalkismayi-planlayan-gundem-2278638/
“Yurtta Sulh Konseyi” ve “Milli Birlik Komitesi” adlarından da benzerlik kurabiliriz, bu haberde geçmiyor.
Vay be. Gün Zileli öngörüsünde haklı çıktı. Özür diliyorum sizden Gün Abi.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/burjuvazinin-ic-savasi-kansiz-evreden-kanli-evreye-dondu
kurtuluş savaşı emperyalistlere karşı yapılmamıştır,bir nevi iç savaş demişssiniz.peki maraşta fransızlarla vuruşmakta mı kurtuluş değil?
Evet, o direniş, işgalciye karşı bir direnişti.
“Korunan demokrasi değil parlamenter sistem oldu. Apoletli faşizm ile sivil faşizmin taht savaşının tek kazananı faşizm oldu.” Ahmet Şık ın bu saptaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
“apoletli faşizm” tanımı bence yanlış.
abi sema erder kim yardımcı olabilirmisin?
Sema Erder bizim dönemden FKF’li bir arkadaştır. Sanırım şimdi öğretim üyesi.
gün hocam selamlar,benim bir hayli kafam karışmış durumda.”AKP-CHP-MHP-HDP-VP-Yetmez ama evetçi liberal solcular-“bırakın birbirlerini yesinler”ci Sert Solcular- yumuşak Kemalistler-ortalama ulusalcılar-Beyaz Türkler- Tekbir getiren Siyah İslamcılar-Yandaşı, karşıdaşı, Sözcü’sü, Gözcü’sü, Korkusuz’u, Korkulu’su, her türden medya organı-bir zamanlar Cemaatin gadrine uğrayıp şimdi intikam fırsatı yakaladığını düşünen gazeteciler, asker kafası kesip başında kurt işareti yapanı- eli palalı çember sakallısı, televizyonlarda ahkâm kesen askeri uzmanları” bu cephe dışında kalan kısım bu olayları nasıl yorumlamalı nasıl tavır almalı?
http://haber.sol.org.tr/dunya/robert-fisk-darbe-bir-sonraki-darbeye-kadar-engellendi-162271 Siz de FİSK gibi düşünür müsünüz? Bugün darbecilere karşı gösterilen tavrın sertliğinden sonra buna rağmen hala darbeye cesaret edilebilir mi? Çünkü darbecilere karşı halkın tavrı çok sert bir durumda.
Halk mı? Halk diye bir şey yok.Fisk gibi düşünüyorum.
Şimdi tasfiye edilen komutanların yerine birer birer Kemalist subaylar yerleştiriliyor. Bu da ilerisi için bir darbe tehditi oluşturur mu?
Darbe bildirisinin Atatürkçü bir nitelik taşımasını neye bağlıyorsunuz?
Darbeleri subayların şu ya da bu eğilimine bağlamak biraz sorunlu. Toplumsal gelişmeler yol açar darbelere, şu ya da bu eğilimdeki subaylar değil. Kısacası, insanı yaratan tanrı değil, tanrıyı yaratan insandır.
Çok doğal. Karşı oldukları iktidarı göz önüne alırsak.
Yani bildiri ile Kemalistleri kendi taraflarına çekmeyi mi amaçladılar?
Darbenin ordudaki Kemalistlerce engellendiği söyleniyor. Ve bu görüş son günlerde oldukça destek gördü. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
che ve Mahir Çayanın posterlerini alıp taksimde sözde demokrasiyi savunan kesim hakkında ne düşünüyorsunuz?
O sembolleri ön plana çıkarmaları ve Mahir ulaş sloganlarını atmaları bugünkü bağlamda yanlış olmuş.
Gun abi, bir hossun vallahi. 1247 numarali soruya yanitinizda apoletli fasizm tanimi yanlis demissiniz, ama neden boyle dusundugunuzu yazmamissiniz. Bildiri metninde “esit yurttasligi” yaratacagiz dedikleri icin mi?
Ikinci sorum, bu metni gerceklestiremezlerdi, bu metin bir kandirmacadir diyenlere ne diyorsun?
Metinler zaten genellikle gerçekleştirilemez. Genellikle de vitrindir. Buna rağmen bazı şeylerin de göstergesidir. “Apoletli faşizm” tanımı, çatışan sosyal güçlerin niteliğini doğru tespit edemediği için yanlış. Sosyal olguları insanların keyfi tutumları değil, toplumun oluşumları belirler. Kısacası, halihazır iktidara karşı hiçbir hareket faşizm yönünde ilerlemez. Toplum neye ihtiyaç duyuyorsa ona doğru ilerler, en azından kısa vadede: Yani laiklik ve özgürlük yönünde. Sonrası… onu şimdiden bilmek mümkün değildir ama iktidarın yozlaştırıcı etkileri orta vadede kendini göstermeye başlar. O zaman yeni bir mücadele süreci gündeme gelir. Bu böyle devam eder gider.
Ilımlı islam sizce ne demek?
Bir Amerikan projesiydi. Başarısız oldu. Sonuç olarak “ılımlı islam” diye bir şey yoktur.
Sizce bu FETÖ yalanlarını yayma bakımından iktidar mı, yoksa Doğan medyası mı daha utanmaz ve mide bulandırıcı?
Bence ikincisi. Daha çok kısa süre önce iktidarın hedefindeydiler üstelik.
Bir kere daha hep devletin medyası olduklarını kanıtladılar.
Dolayısıyla bunlar bu ana akımın dışında kalan -cemaatçi, ulusalcı vs.- medyanın aksine iktidara karşı savunulmamalı hiçbir zaman.
Bugün Perinçekmi Erdoğan’ın safında ve yanındadır yoksa Erdoğanmı Perinçek’in safındadır….Fetö yapılanmasından öte yada fetö ve abd işbirlikçi darbe kemalist bir karşı darbeye mi evrilmiştir?
Hiçbir iktidar bir başkasının yanına gitmez, öyle görüntüler verse bile. Dolayısıyla Perinçek iktidarın yanına gitmiş durumda. sokaklarda tekbir getirenler mi kemalist olmuş, güldürme insanı allasen.
ona bakarsan herkes kemalist. statükocu subaylar desek daha doğru.
bildiri neyse odur. şunu bunu tavlamak için bildiri kaleme alınmaz.
hepsinden uzak dur yeter. yakında dağılacaklardır.
hayal kırıklığına uğramaya gerek yok. sınıfsal özlerinin gereğini yaptılar ve yapıyorlar. darbe başarılı olsaydı, bu sefer onların borusunu öttüreceklerdi. Bizler ise yine onların sahteciliğini açıklamaya çalışacaktık.
yok yahu ne özürü …
gun hocam,sirri sureyya onder hakkinda ne dusunuyorsunuz?birde pkk ile ilgili yaziniz varsa link atabilirmisiniz??
Abi yeğenin Ümit Zileli ile aran nasıl ? Görüşüyor musunuz ? Aranız nasıl ? Sonuçta görüşleriniz çok zıt
Pkk ile ilgili yazılar kategorilerdeki Kürt sorunu bölümünde bulunuyor. Sırrı Süreyya delikanlı bir arkadaştır. Fakat aynı delikanlılığı her iktidar odağına karşı göstermesi iyi olurdu. Öyle olmuyor.
Görüşlerimizin ulusalcılık noktasında zıt olduğu doğru. Ama bu insani ilişkimizin kötü olması için bir neden değil. Doğru bildiğini söyleyen bir insandır. Öte yandan, bugünkü ulusalcıların önde gelenleri gibi (VP, Sözcü, Odatv) akp iktidarına yalakalık yapmadığını, tam tersine bu noktada yönünü şaşırmadığını da belirtmeliyim.
iktidar başkalarının yanına gitmez bu mantıklı ama bence sokaktaki kalabalıklara bakmak yerine üstte neler oluyor ona bakmak lazım.Bugün yapılan tutuklamalar,işten çıkarmalar,göz altılar sanki ulusalcı tayfanın intikamına doğru evriliyor.Yani aşırı bir orantısızlık var. Erdoğan başkanlık için ulusalcılarla iş birliği yapıyor olabilir mi?O tekbir getiren kalabalıkların kalpaklı Atatürk bayrakları sallaması ne anlama geliyor?İlerde ulusalcı-Erdoğan çatışması olabilir mi?
işbirliği yapıyorlar zaten.
İlber Ortaylı hakkında ne düşünüyorsun ?
hiçbir şey.
Abi tamam anladık Perinçek’ten hazmetmiyorsun ki ben de sevmiyorum. Ama şunu merak ediyorum : entelektüel ve teorik donanımını nasıl değerlendiriyorsun? Bence mevcut liderlerin en donanimlisidir
“Mevcut liderlerin en donanımlısı” olduğu doğruysa, bu, sadece mevcut liderlerin düzeyinin çok düşük olduğunu gösterir.
80 öncesi Türk Sol’un amacı ve nihai hedefi neydi ? Diyelim ki sosyalist bir Türkiye kurulmuş olacaktı . Bu devlet Sovyetlerin uydusu haline mi gelecekti ?
Abi Mehmet Eymür cnn deki söylediği saçmalıklar hakkında ne düşünüyorsun??
okumadım. linkini atar mısın?
Yok canım, o da nereden çıktı? Solun amacı, Türkiye’yi ABD emperyalizmi karşısında bağımsız yapmaktı.
Ama Sovyetler bağlantılı gruplar da yok değildi. Onları nereye koyacağız ?
12 Mart’a kadar olan dönemde Sovyetçi TKP, Doğu Almanya’da bir bürodan ibaretti. Türkiye’de hiçbir ağırlığı yoktu. O dönemki Türkiye solu, Sovyetleri “revizyonist” olarak görürdü.
http://www.cnnturk.com/video/turkiye/mehmet-eymur-mitin-karistigi-suikastlari-anlatti eli kanlı katilin linki burda abi
abi oktay etiman ile görüşüyorsun değil mi?bir gün hep beraber buluşsakta iki lafın belini kırsak 🙂
çok kısaymış. elbette kendi suçlarını ört bas edecek.
mehmet eymürün agzının payını ismail saymaz verir anca.eymür her zamanki gibi kendisini aklamanın derdinde
sevdiğim bir arkadaştır. ne iyi olurdu…
https://m.youtube.com/watch?v=4cjG8KQgNlU ermeni şarkısı dinleyelim be hocam
abi bir arkadaşın babası aracılığıyla oktay abiye ulaşmaya çalışcam olur da he derse seninde aramızda olmandan kıvanc duyarım 🙂
fakat benim şu sıra ankara’ya gelmem zor görünüyor.
gün hocam halk cephesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok genel bir soru. Sorunu spesifize etmen gerekir.
80 öncesi silaha sarılan ilk grup kimlerdi? Sol mu sağ mi ?
Tabii ki sağ. Sokak cinayetlerine giriştiler.
mesela yürüyüş dergisinde bulunan yazıları nasıl buluyorsunuz?
mehmed uzun okur musunuz??
Benim dikkatimi çeken birsey var : eski aydinlikcilar arasında -en azından yönetim katında – Sünni bir ağırlık göze çarpıyor halbuki Aleviler kitlesel olarak solu destekledi . Bana tuhaf geldi .
okuduğum kadarıyla fazla yukardan, ders verir bir havada, “biz her zaman doğruunu bilirizci” ve çatık kaşlı. İnsanların korktuğu ve korkutulduğu yerde devrim falan barınamaz.
okudum.
Tamam, fakat Aydınlık ilk kadronun oluştuğu dönemde solun yönetim katlarında alevilerden çok şehirli bürokrat keimlerin çocukları etkindi. Bunlar ne kadar sünni kökenli de olsa tamamen seküler bir kesimden geliyordu ve sünniliğe neredeyse alevilerden bile daha uzak bir konumdaydılar (ben de onlardan biriyim. Bir subay çocuğuydum ve bizim evde camiye gidenlerle dalga geçilirdi. Sünnilik diye bir şey bilmediğim gibi alevilikten de haberim yoktu 1960’ların ortalarına kadar. Bunları sadece bir tespit yapmak için söylüyorum). Alevilerin solun yönetici kademelerinde boy göstermesi solun halklaştığı ve doılayısıyla popülistleştiği 1970’li yıllardadır.
1970’li yıllarda Aydınlık hareketinin üst kesimlerinde de bir hayli Alevi kökenli arkadaş yer almıştır.
nüfus kâğıdımda “Hanefi” yazardı ve ben bunun anlamını uzun yıllar bilemedim. Meğer Sünnilik içinde bir kolmuş.
abi duyduğumuza göre yenikapıdaki mitinge gidiyormuşun.hayırdır? 🙂
Gün hocam, bazılarına göre Fransız devriminden sonra tüm dünya burjuva oldu ve ardından gelen sol devrim, faşistler, Naziler, totaliterler, diktatörler aslında burjuvanın yarattığı dünya görüşlerini benimsediler ve burjuvanın varmak istediği amaçlara değişik araçlarla varmak istediler, değişik toplum %’lerini içeren evrensel burjuva dünyası yaratmak istediler. Ana görüş hepsinde aynı.
Siz buna katılıyor musunuz? Bunlar arasında eğitim, aile, politika, ekonomi, bilim, teknoloji, din, din ve devlet ayırımı, savaş, üretim, tüketim, ilerleme, mutluluk, demokrasi, felsefe, enerji, sosyal sınıflar, medya ve haberleşme, ahlak, psikoloji, emek, eylem, verimlilik, geleneklere karşı olmak gibi temel burjuva değerlerini paylaşmayan bir akım örneğiniz var mı?
Bu açıdan bakıldığında, bazı ülke toplumlarının, Fransa devrimi de dahil, devrim yapan ülkelere kıyasla daha da büyük değişmelerden geçtikleri tezine katılıyor musunuz?
soru var, cevap yok.
Yanlış duymuşun. Bu zamanda oluyor böyle yanlış duyumlar 🙂
kasıtlı (ironik olmaya çalışsa da değil) sorulara cevap vermiyorum.
Hatta kasıtlı soruları çoğunlukla yayınlamıyorum da.
Gün hocam, siz de yeşil anarşist misiniz? Yeşil anarşistlikle ilkelciler veya medeniyete karşı olanlar aynı mı? Yoksa sadece birleştikleri bazı noktalar mı var?
Hayır. Sadece anarşistim.
Necip en devrimci anarşizmi Zileliden almış gibi hava atıyor sence ne yapmaya çalışıyor?
Yakında CHP güzellemesi bir yazı gündeminde varmı?
Benim küfür içeriyor diye yayımlanmayan yorumumu okudunmu?
Günaydin Gün abi,
Şunu Meral ediyorum
1 . Dev-sol’un ideolojik çizgisi neydi ? Sovyetci miydi ?
2. Bir toplumsal tabanı var mıydı yani solun içinde gücü neydi ?
Okudum.
olur: http://www.gunzileli.com/2016/05/20/kasaba-bicak-temin-eden-chp/
O sırada zaten Sovyetçi parti vardı: TKP veya legal kolu İGD. Fakat o zaman Dev-Yol’dan bölünün Dev-sol da Sovyetlere yakın bir çizgideydi. Dev-Yol’UUN İÇİNDEN EPEYCE MİLİTAN UNSUR KAZANMIŞTI. Daha çok Alevi mahallelerindeki gençlere dayanıyordu.
sizinde keşke darbe olsaydı diyerek uyandığınız oluyor mu?
olmuyor!
Buraya ikide bir saçma sapan mail atan biri var. Ona şunu duyurmak isterim: Saçmalıkların yayınlanmayacak. Sırf benim okumam için yolluyorsan inan ki, ben de okumuyorum. Bir doktora görünmen iyi olur.
7 Ağustos demokrasi bayramı mitinginin izmit ayağında Kılıçtaroğlu anons edilince alandaki kitle yuhaladı anonsçu yapmayın etmeyin demesine rağmen yuhalandı bunun haber değeri yokmudur sizce neden ana akım haberlerde konusu olmadı.Kılıçtaroğlunun bu yuhalanması chp ye ne getirir?
Musa Ağacık’ı tanıyor musun ?
Tanırım. eski bir gazetecidir.
Selahattin demirtaşın bugünkü grup toplantısını dinlediniz mi?chp ve mhp nin cumhurbaşkanı çatı adayı ekmeleddin ile ilgili söyledikleri hakkında nedüşünüyorsunuz?
Bir bakayım.
Ekmeleddin’in Fetullah Gülen tarafından önerilen bir aday olduğu doğru görünüyor. Öte yandan Demirtaş’ın meydandaki kalabalıkla meydandaki liderlik arasında ayrım yapma çabası boş demagoji. Oradaki manzaralar hepimizin gözünün önündedir. Oradaki kalabalık, hdp’yi bir kaşık suda boğmaya hazırdır. Politika adına bu kadar aymazlık, hayret doğrusu.
Şununda farkında olunmalıdırki Demirtaşın ayrım yapmaya yeltendiği-aklamaya çalışmasıda pek tabii denilebilinir- kesim vaktinde Berkinin annesini yuhlamış,Ali İsmaili terörist,Ece Dinçi vatan haini ilan etmiş bir topluluktur.Kanımca meydanlarda haykıranlarla sahnede şov yapanların pekte bir farkı yoktur.Al birini vur ötekine misali.Peki fethullah gülenin teslimiyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?devlet her zamanki gibi asarız keseriz diyerek şov mu yapıyor?yani demirtaşında belirttiği gibi asıl devletin fetullah,bunlarında paralel olduğunun üstünü örtbas etme çabasındalar mı?
Bence ABD’nin Fetullah Gülen’i teslim etmeyeceğini onlar da çok iyi biliyor. Baskılarının nedeni, bu yolla ABD’yi akılları sıra kendilerine “gebe bırakmak”. Fakat vermesini istemedikleri noktasına katılmıyorum. Diyelim ki verdiler, sanıyor musunuz ki, Fetullah Gülen her istediğini açıklayabilecek ya da her açıkladığı kamuoyuna mal olacak. Hayır. Devletin elinde her zaman güçlü manipülasyon, çarpıtma ve gizleme araçları vardır.
Haklısınız.Devlet öyle ya da böyle hatalarını başkalarının üzerine yıkarak kendince aklanacak,pak olacaktır.Yani Gülenin teslim edilmesi veya edilmeyişi bu noktada hiçbir şeyi değiştirmeyecek gibi.Peki darbenin siyasi uzantıları hakkında ne düşünüyorsunuz?her ne kadar askeri uzantılar üzerine değinilsede ileride siyasi darbe uzantısı adı altında chp,mhp,akp hatta hdp ye “darbe girişimi” kapsamı bahane edilerek temizleme operasyonuna girişilir mi?
Bu, şu dönem için pek mümkün görünmüyor. Ama orta vadede böyle bir şey olmayacağının garantisi yok. Tabii hâlâ iktidardalarsa.
gün abi bir soru yöneltcem ama yanlış anlaşılmaktan korkarım.68 kuşağının katledişleri boşuna bir ölüm olmadı mı?öldükleriyle kaldılar be abi
Öyle bakacak olursan devrim uğruna bütün ölümlerin boşuna olduğunu düşünebilirsin. Ama böyle bakmamak gerekir. Her mücadele dünyanın değişimine, eşitlik ve özgürlüğe bir katkıdır. Ama bunu söylerken elbette ölümü kutsuyor değilim. Dolayısıyla “şehit” edebiyatından da hiç hoşlanmam.
80 öncesi Ülkücülerin arkasında gerçekten cia mi vardı ? Yani silahları vs ordan mi alıyorlardi?
Bu işler o kadar basit değil. Bunlar solun paranoyaları. ABd elbette sağ kesimi destekliyordu ama bizzat gelip cıa aracılığıyla silah verdiği tam bir uydurma. Sağ da sol da silahları yeraltı mafyasından temin ediyordu çoğunlukla. Ayrıca polis de yardımcıydı tabii ki ülkücülere.
Siz bunları nasıl biliyorsunuz?
sizden aldığım raporlardan !!!
Peki ABD’nin desteği ne gibi oluyordu ? Mesela şu komando kampları vardı. Orada cia ajanlarinin Ülkücülere eğitim verdikleri söylenir.
Siyaseten bir destektir bu. Amerika genellikle egemen yapı ne ise onu destekler. Hâkimiyetini bu yolla yürütür bu tür ülkelerde. cıa ajanlarının ülkücülere doğrudan eğitim verdiğini sanmıyorum. İç işlere bu kadar müdahil olmak istemezler. Orada başka mekanizmalar işler. cıa ajanlarını neden bu kadar alt işlere seferber etsin ki. bunu yapacak bir sürü yerli unsur vardı.
Alt işleri olduğunu sanmıyorum sonuçta Türkiye’nin “düsmemesi” gerekiyordu. Bunun için de ellerinden gelen herseyi yaptılar. Sonuçta Kontrgerilla diye bir olgu vardı değil mi ? Aydınlık bunları az mı yayınladı
Gun abi devrimci anarsist faaliyetin eylemleri hakkinda ne dusunuyorsun?
uzaktan gördüğüm kadarıyla gösterilerde iyiler. İç ilişkilerinden, gidenler pek memnun değil.
Çok yayınladı da, VP’nin safları kontrgerillacı subaylarla dolu.
2023 de bizi nasıl bir Türkiye bekliyor ?
Gidenlerin ne tur sikayetleri var abi bir bilgin var mi?
80 öncesi en büyük sol örgüt hangisidir? Sanirim dev-yol . Doğru mu ?
Dev-Yol ve İGD.
O halde demek ki TKP ve Sovyetcilerin büyük bir tabanı varmış solun arasında
epeyce…
2023’ün önemi nedir?
içine kapalı bir yönetici elit olduğundan şikâyet ediyorlar.
Seksen öncesinde TKP’nin kitleselliği dikkat çekici. Peki iki binlerde yeniden kurulan TKP’nin kısa zamanda sosyalist solun en büyük örgütü haline gelmesini ve iki binlerin ilk on yılına damgasını vurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1974’ten itibaren genel olarak sol güç toplamaya başladı. Bu, sol örgütlerin kısa sürede iktidar umutlarını körükledi. İktidar için dışardan güçlü bir “sosyalist” ülkenin desteği önemli görüldü. Bu destek maddi destekten çok, manevi bir destekti. Yani, yani arkamızda şu “sosyalist” ülke var güdüsü. Solun bir kısmı bui güdüyle Çin’e yöneldi. Diğer kesimi ise Sovyetler Birliği’ne. TKP-İGD, propagandasını esasen Sovyetler Birliği’nin arkalarında olduğuna ve bu ülkenin manevi desteğine dayandırdılar. Öte yandan, tkp-igd, DİSK’e de büyük ölçüde hâkim olmuştu. Solda o yıllaardaki işçi sınıfının önclüğü efsanesiyle birleşince DİSK hâkimiyeti tkp-igd’ye önemli zinde güçler çekti. Kısaca güçlenmenin temelinde bunlar vardı. ayrıca tkp-igd legal koşulları da iyi kullanmıştır.
Ama genel olarak “Türk solu dış destekliydi ” demek doğru değildir çünkü mesela dev yol en büyük örgüt olarak 3. Bir yol benimsemiştir . Katılıyor musun?
doğru, katılıyorum.
2001’de piyasaya çıkan yeni TKP’ye ne diyorsunuz?
ÖDP, EMEP, Atılım, Ekim, Cephe gibi yıllanmış örgütler varken nasıl oldu da on yıl boyunca sosyalist solun en kitlesel ve etkili örgütü haline geldiler?
Sosyalist solun en kitlesel ve etkili gücü olduklarını sanmıyorum. Zaten şu anda da bölünüp dağılmış durumdalar. Türkiye’de “komünizm” adının gençler üzerinde bir çekiciliği vardı.Uzun yasaklı yıllardan sonra ilk kez bir “komünist parti” açıkça kurulmuş oluyordu. Kendilerine sosyal çevre arayan üniversiteli gençler için iyi bir mecraydı. Hem fazla riskli değildi, hem sosyal çevre ediniyordunuz hem de “komünist parti” adlı bir partinin üyesi olarak kendinizi tatmin ediyordunuz. Tabii üniversite bitip meslek hayatına başlandığı zaman ne olduğu ya da olacağı ayrı mesele.
günümüzdeki FKF nin eylemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüz FKF’sini pek iyi bilmiyorum ama ben olsam bu adı koymazdım. Tarihte tekrar daima traji-komedidir.
Fatih Yaşlı’yı takip ediyor musunuz? Sever misiniz?
68 kuşağı ile 78 kuşağı arasında ne fark var ? Özellikle ideolojik olarak . Sanki 68 kuşağı daha milli ve Kemalist gibime geliyor ?
Sayın Zileli, darbe girişiminden sonraki ilk günlerde siz fetö’nün darbedeki rolünü küçümseyen ve kemalistleri öne çıkaran değerlendirmeler yapmıştınız. Yeni gelişmeler ışığında görüşünüzde değişiklik oldu mu?
Medyaya yansıyan itirafları güvenilmez bulduğunuzu biliyoruz. Öte yandan darbede fetullahçıların dahlinin olduğuna dair çok somut kanıtlar geliyor. Bakınız, Hürriyet’te bugün çıkan haber:
Pilot teğmen Kerime Kumaş’ın kullandığı helikopter, içinde darbecilerle İnönü stadyumuna iniyor. Helikopterde beş de sivil var. Video kayıtlarında bunlar görülüyor.
Bu beş adamın hepsi bilişim uzmanı.
Stada indikten sonra yoldan araç gaspedip trt’yi ve digiturk’ü basmaya gidiyorlar. İşin alengirli yanı, bunların ikisi daha evvel samanyolu tv’de çalışan elemanlar. Bu dehşetengiz bağlantılar birer tesadüf mü?
Velhasıl darbeyi organize eden aklın fetullah gülen olduğunu gösteren çok net bir kanıt değil mi bu?
http://www.hurriyet.com.tr/kerime-fetocu-bilisimcileri-trtye-boyle-tasimis-40188024
Birincisi, ben ilk günden beri darbede Fetullahçıların da bir bileşen olduğunu söyledim. İkincisi, polisin ve medyanın mutfağında pişirilen hiçbir yemeği yemem.
68 kuşağı daha orta sınıf ve entelektüeldir. 78’liler daha halktan ve yoksul sınıflardandır. Entelektüel gelişimleri de biraz zayıftır. Daha dogmatiklerdir. Ama ölçüde de, 68 kuşüğına göre daha dirençlidirler.
Zaman zaman ulusalcılığa doğru kayar ama genelde iyidir.
Sn Gün Zileli,
Kızıltepe hakkında ne düşünüyorsunuz?
gün hocam 68 kuşağının anarşistliğe yönelimi nasıldı?Bir de bayağı bir kopuk soru olacak ama tam olarak anımsayamıyorum Şirin Cemgilin Sinança adlı kitabında banyoda ölü bulunan anarşistliğe yatkın bir kişiden bahsedilmişti.O kişinin ismini hatırlıyor musunuz?
Mardin’in ilçesi değil mi?
HDP İstanbul İl Örgütüne baskın yapanların bahanesi PKK mi yoksa darbe kalkışması ile mi ilgili sizce?
O dönem anarşistlik diye bir şey bilinmezdi. O ölen bir şoför. Talihsiz bir olay. Soygun yapmak için adamın arabasını almışlar, adamı da elini ağzını bağlayıp evin banyosuna koymuşlar. Gariban nefes alamayıp ölmüş. Bu işler şakaya gelmez.
Darbeyle ilgisi yok. PKK’nın eylemlerini fırsat bilip giriştiler anlaşılan.
Abi bir de “Gece Yatmaz” kimdi ya?
Mehmed Uzun u okudum demişsiniz.peki kayda değer buldunuz mu?
Mao mu?
Edebi olarak iyi. Fakat milliyetçi bir bakış açısı var bence.
“Gece Yatmaz” Bülent Aren miş. şaşkınım
Abi, İki sorum var:
Tarihçilere göre Sümer Avrupa’ya neyse, ABD Avrupaya o. Siz katılıyor musunuz?
Anarşistlik Avrupa’da mı doğdu?
Abi,
Neden cevap vermiyor sunuz?
Bülent Aren kim?
Abi, korkma zaten kara cahil olduğunu biliyoruz. Bu anarşistlerle marksistler arasındaki büyük fark değil mi?
Soruyu anlayamadım.
Anarşizmin ilk düşünürleri Avrupalıdır.
Neye cevap vermem gerekiyor?
Bülent,68 kuşağındanmış.
Abi,
Neden cevap vermiyor sunuz?’a cevap vermeniz gerekiyordu ama siz soruya soruyla cevap verdiğiniz için sonsuz bir kısırdöngüye girdik, loop dediklerinden.
Sizce darbede Kemalist mi yoksa Fethullahçılar mı daha baskın bir bileşen?
Talat Aydemir 68 kuşağı için “darbeci” miydi yoksa “kemalist, cesur” bir asker miydi?
Hayko Bağdat ı sever miyiz?
Tanımıyorum.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/583076/Eski_MiT_mensubundan_agir_iddia__Aydinlik_hareketini_solu_bolmek_icin_biz_kurduk.html
soruyu tekrarlar mısın rica etsem.
bunu şu anda bilmek mümkün değil.
sanırım ikincisi.
iyi bir arkadaştır.
Sayın Zileli öyle herkese cevap vermez. Siz onun sitesine yarım sayfa yorum soru karışık fikir yazarsınız, o size tek kelime evet hayır olabililir diye cevap yazar. O da iyi günündeyse, başka bir şeye morali bozulmamışsa.
🙂
🙂
Günümüzdeki örgütlerin deniz gezmiş,ibrahim kaypakkaya gibi devrimcilerden çok Mahir Çayan ı benimsemelerinin nedenleri ne olabilir?
Örgütlere birer idol gereklidir. (bkz: Havariler)
Çocuk mahkumlar ve çocuk hapishaneleri hakkındaki düşünceleriniz neler?
Millliyetçiliğin iyisi,kötüsü, ılımlısı var mıdır?
http://www.edebiyathaber.net/alain-badiou-mutlu-olmak-icin-dunyayi-degistirmek-mi-gerekir-emek-erez/ ne güzel açıklamış Alain Badiou değil mi?
Abi bir anarsist olarak orgutluluk konusunda ne dusunuyorsun?
http://jiyan.news/2016/08/11/mehmet-eymur-aydinlik-hareketini-solu-bolmek-icin-biz-kurduk/ yorumunu alabilirmiyim sayın zileli?
Bu adam Kızıldere katliamcısıdır. Cumhuriyetin bile bunun söylediklerini ciddiye alıp yayınlaması bir gaftır. Bilmesek kendini “sol” dostu olarak yutturacak.
binlerce özörgütlenmeden oluşan kaotik bir ağ.
Alain Badiou’yu severim.
Temelde olumsuzdur, fakat özel durumlarda ayırt edilmelidir. Ezilen bir ulusun milliyetçiliği bazen olumlu rol oynayabilir.
Tüm zindanlar insanlıkc düşmanıdır. Hepsi yıkılmalıdır.
Gun abi senin icinde bulundugun anarsist gruplar var mi
Yok.
Bakuninin mason oldugu dogru mu?
İlahi “anonim” yorumcu.
Gün Zileli anarşist değil ki anarşist grupların içinde bulunsun.
Zaten anarşist olsa Türkiye solundan anında dışlanır.
O yüzden kendisi Türkiye solunun kanaat önderleriyle ve kutsal değerleriyle iyi geçinmeye özen gösterir.
Bazen çıkıntılık yapsa da arayı bozmamak, dışlanmamak için nerede duracağını bilir.
Ama böyle olduğu için de hiçbir anarşist grup onu arasına almaz.
Gün Zileli’nin siyasetteki bilinen işlevi, herhangi bir sol grup bir politik açılım, kampanya v.s. gerçekleştirdiğinde “anarşist” kimliğiyle vitrini çeşitlendirmektir.
İki taraf da bu işten kazançlı olduğu sürece sorun yoktur.
İki taraf arasında alışveriş bittiğinde eleştiri başlar ki onları da buradan okuyorsunuz zaten.
Doğru ama o zaman neredeyse bütün devrimciler masondu. Masonluk o zamanlar bugünkünden çok farklıydı. Hatta o zamanlar mason olmak devrimciliğin alameti farikasıydı.
Anarşizme Kenar Notları yakında Propaganda yayınlarından eyayın olarak çıkacak. Oradan okursunuz.
Abi mason olmak icin bir tanriya inanmak gerekmiyor mu?
Sayın Gün Zileli
1936’larda İspanya’da işçilerin fabrikalarda çalışmaya karşı oldukları, işe gelmemezlik ettikleri ve hatta iş yerinde sabotaj ettikleri doğru mu? Anarko-sendikalistler bunu nasıl karşıladılar?
Yok öyle bir şey… Masonluğun temelinde esasen ateizm vardır. Bugün de masonların arasında çok sayıda ateist vardır.
Tek at tek mızrak
Nimet Arzık
“Bourgas Baba daima cümle kapısından çıkar.”
Robert Sabatier, İsveç Kibritleri
Gün Zileli, Çanlar
Bu konuda benim çevirdiğim bir kitap var: Michael Seidman, İşçiler Çalışmaya Karşı, Boğaziçi yayınları. Bulabilirseniz bu kitapta konuyla ilgili geniş bilgi var. İşçiler devrim yaptıkları bir ülkede bu sefer de “devrim için” zorlamasıyla çalışmaya pek yatkın değillerdi. Sabotaj değil ama iş yavaşlatmaları vardı. aynı işçiler, Barcelona’daki Franko darbesinin üzerine çekiçleriyle yürüyerek darbeyi yenilgiye uğratmışlardır.
Peki masonlari destekler misin abi?
Bugün artık ir zenginler kulübü haline geldiğinden desteklemem ama o gün nitealiği başkaydı. o zaman yaşasam belki ben de mason kulübüne girerdim. Duvarcı ustalarının teşkilatı olarak yola çıkmıştı.
İşçilerin çalışmaya karşı oluşu hakkında siz ne düşünüyorsunuz ?
E. P. Thompson’ın « Time, work-discipline and industrial capitalism.” Makalesini okudunuz mu?
E.P. Thompson’un ilgili makalesini okumadım ama ben de çalışmanın kölelik olduğunu ve işçilerin temelde çalışmaya karşı olduğunu düşünüyorum.
“Duvarcı ustalarının teşkilatı olarak yola çıkmıştı.”
Bu ustalar öyle sıradan ustalar değil, masonlukta bir çeşit aristokratlardı. Biraz günümüzde mühendis, mimar, doktor, avukat gibi. Sizin bir anarşist olarak bunlar arasında olmak istemeniz biraz tuhaf.
Genel olarak toplumlarda böyle ayrıcalıklılar en azından zıt duygu taşır, sık sık da halk arasında şüpheyle bakıldığından otoritelere sığınırlardı. Örneğin Avrupa’da simyacılar halkdan korktuklarından kapüşon giyerlerdi, İslam’da ilk doktorlar saraya sığındılar. Binlerce daha örnekler var, demirciler gibi.
Günümüzde de bunlar dünyayı viraneye çevirdi.
görüyorum ki bu konuda bilginiz benden çok. saygı duyarım.
The Manifesto for an Accelerationist Politics (MAP)
#ACCELERATE MANIFESTO for an Accelerationist Politics by Alex Williams and Nick Srnicek • 14 May 2013
Eğer yukarıdaki “yeni kapitalizm” savunucularını okursanız Badiou’yu neden sevdiğinizi daha iyi anlarsınız.
1314 sorusuna devam
“Tarihçilere göre Sümer Avrupa’ya neyse, ABD Avrupaya o”
Temel varsayımlar, dünya görüşler aynı demek.
Ünlü bir anarşiste göre anarşizm İncil’de apaçık. Bazı diğerlerine göre daoizmde temel ve budizme dolaylı.
Norman Cohn’un ünlü kitabının adı: “The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)”
Çok daha örnekler var ama sanırım gereksiz.
Sizin dediğiniz, ” Anarşizmin ilk düşünürleri Avrupalıdır.” fazlasıyla resmi bir tutum değil mi?
Hala tam anlatamadım, galiba
Eğer işçiler temelde çalışmaya karşılarsa, onlar adına konuşanlar, sendikalar (Anarko-sendikalistler de dahil), düşünürlerin emeği övmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Yoksa davulun sesi uzaktan hoş mu geliyor?
1314 sorusuna devam
“Tarihçilere göre Sümer Avrupa’ya neyse, ABD Avrupaya o”
Temel varsayımlar, dünya görüşler aynı demek.
Ünlü bir anarşiste göre anarşizm İncil’de apaçık. Bazı diğerlerine göre daoizmde temel ve budizme dolaylı.
Norman Cohn’un ünlü kitabının adı: “The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)”
Çok daha örnekler var ama sanırım gereksiz.
Sizin dediğiniz, ” Anarşizmin ilk düşünürleri Avrupalıdır.” fazlasıyla resmi bir tutum değil mi?
2017de hala ayaklannma olacagini dusunuyor musun gun abi?
Qijika res neden yayin hayatina devam etmiyor bir bilgin var mi gun
Anarşistler emeği pek övmez.
olabilir.
istikrar olmayacağı kesin.
Bilemiyorum. Galiba her biri ayrı bir yere savruldu. Bu tür yayın organlarında pek istikrar olmaz.
olabilir.
Anarsist Meydan gazetesi okur musunuz?
Elime geçtikçe.
Nasil buluyorsun yazilari peki abi?
Genel olarak fena değil ama güncel toplumsal mücadelenin sorunlarından kopuklar. Sanki toplumun dışındaymış gibi. Acil sorunlara yanıtları yok. Bu da bugünkü anarşizmin handikaplarından biri.
Turkiyede anarsist orgut fazla mi
Pkk silahli mucadeleye devam etmeli mi
bahsettiginiz meydan gazetesini kim cikariyor
“Anarşistler emeği pek övmez.”, dediniz ama …
Aşağıdakiler Michael Seidman’ın “Workers Against Work” kitabını okurken aldığım notlardan çok az bir kısmı. Sanırım Marksistler, anarşizmde son gelişmleri bir yana bırakırsak anarşistler burjuva değerlerini tamamıyla benimsediler. Daha çok notlarımı alıntıları eklemek istemedim ama isterseniz eklerim.
Labor in Paris and Barcelona During the Popular Fronts
Anarcho-syndicalists in Barcelona:
Work exalted, equated with liberation, wanted workers to identify with their job, work with joy, work for their country, create a new social order, instead of being forced to work workers will love to work, …
The rank and file’s continuing exactions and actions revealed the productivist assumptions of anarchosyndicalist and Marxist theories of autogestion.
Anarcho-syndicalists failed to realize that they were in effect asking workers “to participate willingly in their own bondage as wage earners”
Spanish working-class militants equated theft with sabotage, another strategy of indirect resistance. Barcelonan revolutionaries defined sabotage broadly to include both intentional and unintentional acts that hurt production, an understandable definition during their struggle. Saboteurs became identified with the “lazy” who became, in turn, “fascist.”
Spanish militants sometimes equated excessive drinking and laziness with sabotage and even fascism.
Scientific management shared with anarchosyndicalism an emphasis on efficient production through control of the work process by technicians. Santillán had endorsed Fordism, which other CNT militants also praised as a “model” of “wise lessons.
The anarchosyndicalists of the CNT, the most important working-class organization in Barcelona, were forced to jettison their theories of workers’ democracy and participation to make the rank and file work harder and produce more. The anarchosyndicalists and Communists in the newly collectivized firms reestablished piecework, initiated severe controls on the shop floor, and embarked on an intensive campaign that included both odes to Stakhanovism and socialist realist art.
Despite their differences, modernization theory and Marxism (including its anarchist variants) have a similar vision of the workers’ acceptance of work.
Not: Kitabı Türkçe okumadım,alıntı ve notlarım İngilizce olduğu için özür dilerim.
Fazla değil.
Etmemeli.
Bir grup anarşist
Ben bugünkü anarşistlerden söz etmiştim.
Bildigin orgutler hangileri abi?
anarşist örgüt yok. grup ve oluşumlar var.
Bir aralar okullarda eylem yapan lise anarsist faaliyet diye bir grup vardi duymus muydun abi
Biliyorum.
Neden devam etmiyorlar bilgin var mi
devam ediyorlardır herhalde. Eğer devam etmiyorlarsa, Türkiye’dekiu anarşistlerde genellikle görülen i stikrarsızlıktır nedeni. OysaLondra’daki, Kropotkin’in kurduğu Freedom Press 120 yıldır faaliyette.
YPG nin devrimci sol bir örgüt olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır.
YPG zilelinin necipe cevap verirken anarşizmin tarifinde kurduğu ”’öz yönetim””cümlesi ile yerelde bizzat hayatı yaşayanların doğrudan kendi kendini yönetmesini metinlerinde ve pratiğinde gerçekleştiren PYD nin askeri savunma birliğidir.
Zileli senin anarşizm tarifine PYD-YPG uyuyor sol değilde anaşist örgüt diyemeyizmiyiz???
Bir politik örgütün sol devrimci anarşist olmasının beratını senmi veriyorsun????
Başka bir merci varmı?????
Necip daha iyisini bilirmi????
yılmaz odabaşı okur musunuz?
Sorulduğu için yanıtladım.
Soru takıları ayrı yazılır.
Severek okurum.
Ypgnin ideolojik cizgisi nedir o zaman sence
IŞID’a karşı mücadelede olumlu rol oynayan bir Kürt örgütü
Yukarıda YPG/PYD ile ilgili soruları görünce aklıma geldi, peki onların diğer Kürt gruplarıyla çatışmaları konusunda ne dersiniz?
Bazı Kürt kesimler, özellikle Barzani/Irak Kürt yönetimi ve onlara yakın çizgide olan Türkiyeli Kürtler onların Esad rejimi ve TC’nin piyonları olduklarını söylüyor. Bu nedenle hem rejime hem Suriye muhalefetine karşı olan ulusalcı Kürtlere saldırıyorlarmış.
O zaman IŞID ile mücadele sona erdiğinde bu ‘kürt’ örgütün ödevi bittmiş mi olyor?gerçekten YPGnin temel ideolojisinin “IŞID ile mücadele” olduğunu ve YPG’nin sadece kürtlerden oluştuğunu mu düşünüyorsunuz?
PKK nin yaptığı eylemlerde herhangi bir haklı yön buluyor musunuz?
Silahlı mücadelenin gerekli olduğunu (eylemlere katılmasanız dahi fikren destekleme durumu)düşündüğünüz bir dönem oldu mu?
YPG-PYD sorularına cevabın bumu?????
ÖZ YÖNETİM cümlesiyle anarşizmi Necipe anlatıyorsun PYD programı öz yönetim programı pyd-ypg ye sadece işid le mücadele eden örgüt diyorsun sen nasıl anarşistsin????
PYD kadar anarşist olabilirmisin?????
Necipgiller biraz daha seni izleseler anarşismi olurlar aydınlıkçımı?????
Türkiyede en çok anarşist hangi örgüt oluşum yada gelenekte var??????
Anarşistlerin kara kırmızı rengini biliyoruz başka bir renk kullanırlarmı????
Senin anarşizminin boynuzu varmı?????
Özgür Mumcu yu sever misiniz?
Evet.
Yok.
Pek olmadı.
Hayır.
Bunu onlara sormak gerekiyor. YPG’nin ideolojisini tam olarak bilmiyorum. Sanırım oldukça eklektik bir ideolojisi var. Elbette bu eklektizm içinde olumlu öğeler de mevcut, özyönetim vb. gibi. ABD güçleriyle fazla içli dışlı olmaları ise işin olumsuz yanını oluşturuyor. Ben olsam yuları bu derece ABD’lilerin eline vermezdim. Evet, bugün YPG’nin en önemli yanı, IŞID’ı püskürten bir güç olmasıdır. Mutlaka sadece Kürtlerden oluşmuyordur ama esasen bir Kürt örgütü.
Kürt örgütleri araındaki bir çatışma bu. YPG, Barzanici güçlere göre çok daha olumlu bence.
YPG’ye anarşist örgüt diyemeyiz. Demek de gereksiz bence.
Vejetaryen misin?
Peki YPGnin yuları ABDlilerden alma olanağı var mı?daha doğrusu YPG yuları ABDlilerden teslim almaya yeltenecek-isteyecek mi?
Anlayış olarak evet ama pratikte oldukça zorlandığımı belirtmeliyim.
Peki PYD’nin özyönetimci tutumu nedeniyle Suriye’nin bütünlüğünü savunması, Suriye’de devletleşmek için mücadele eden bu Kürtlere saldırması, Kürdistan bayrağını yasaklaması gibi hareketleri onların daha çok işbirlikçi olduğu anlamına gelmez mi? PYD lideri Salih Müslim de Türk devletiyle görüşmemiş miydi? AKP’ye Barzani yönetiminden daha mı uzaklar?
YPG’nin rolüne bakışım ulusalcıların ya da VP’nin bakışının tamamen zıddıdır. YPG’yi bugün Suriye’de olumlu bir güç olarak görüyorum. IŞID’ın ilerlemesi YPG’nin direnişi sayesinde durdurulmuştur. Bu noktada elbette ABD ile görece müttefik konumuna düşmeleri kaçınılmazdı. Rusya ile de öyle. Fakat benim eleştirdiğim nokta, bu ittifakın ABD’nin fiili gücüymüş gibi görünmelerine yol açacak ölçüde ileri bir noktaya gittiğini gösteren görüntüler vermeleri. Buna gerek yoktu. Yuları kaptırmak derken bunu kastediyorum. Çeşitli dönemlerde çeşitli güçler o andaki durumun gereği olarak ittifak yapabilirler ama ittifak, ittif
ama ittifak ittifak yapılan gücün peşine takılmak ya da ona teslim olmak anlamına gelmemelidir. Eleştirdiğim nokta budur.
Şimdi bunlar Kürtlerin arasındaki meseleler. Benim buradan bu ayrıntılı işlere burnumu sokmam doğru olmaz. Ben olaylara “kartal bakışı” ile uzaktan ve yukarıdan bakmaya çalışıyorum. Barzani güçlerine işbirlikçi demedim, Barzanici güçlere göre daha olumlu bulduğumu söyledim. Salih Müslim Türk devletiyle görüştü, evet, ama görüşmesi onu hemen defterden silmeyi gerektirmez. Barzani’yi silmeyi de gerektirmez. Fakat Barzani ile ilgili temel eleştirim, Türkiye’nin şu anki yönetimiyle fazlasıyla içli dışlı olması, stratejik müttefik gibi davranmasıdır.
Peki Kürt hareketlerinin Suriye veya Irak’ta o devletlere karşı Türkiye’yle işbirliği yapmaları -PYD’nin ABD ve Rus desteğine dayanması gibi- yanlış mı? Barzani/Irak Kürt yönetimi de şu sıralar bağımsızlık için çalıştıklarından kendileri gibi Irak’la ters düşen Türkiye’yle yakınlaşıyor.
Barzani tayip Ecevit demirel vs gibi ulusal devleti savunup kapitalist sistemin hizmetinde uluslar ve halkarı yönetmek isteyen sistemin aktörleri
PYD ise tam tersine ulusalcı olmayıp her türden yerel coğrafyada farklı ulusal kimlikteki halkların Toplumsal Ekolojik Kömünalist ilkelerde birlikte yaşayabileceğini savunan özgürlükçü toplumsal devrimci örgüt
Aralarındaki fark biri kapitalist devletçi diğeri devletlerin olumsuz işlevini bilen özgürlükçü toplumsal devrimci
Yani biri Doğu perinçek —Diğeri Gün zileli gibi açıklayıcı örnek olabilirmi??
Benzetme 10 numara değilmi Zileli????
Bir de yanlış hatırlamıyorsam Ukrayna’daki Rus yayılmacılığına karşı olduğunuzdan ABD ve Avrupa’nın desteğini almalarını doğru bulmuştunuz.
Bundan bahsetmişken, Rusya’yla kriz devam ederken Türkiye de Ukrayna’yla yakınlaşmıştı. Ukrayna cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip RTE’yle görüşmüş, ortak açıklama yapmışlardı.
AKP/RTE ikitdarına karşı olmanıza rağmen Ukrayna’nın onların da desteğini almasını doğru buluyormusunuz?
Kürt milliyetçi bakış açısı olarak bu elbette savunulabilir ama benim bakış açım bu değil. Ben olaylara özgürlük ve devrim açısından bakarım.
Dolayısıyla Ortadoğu’deki en reaksiyoner güçlerden biri olan Türk hükümetiyle işbirliği yapmak devrime ve özgürlüğe karşıt bir konumu getiriyor ister istemez.
🙂
Yok. Ben emperyalist bloklar arasındaki yayılmacılık ya da hegemonya kavgasında taraf olmam. Sadece bu kavga sırasında özgürlük ve devrim için olumlu bir gelişme şansı varsa o an için bir tarafla objektif olarak aynı tarafa düşmekten de rahatsız olmam. Örneğin bugün PYD-YPG güçleri ABD desteğiyle IŞID’ı geriletiyorsa bunu olumlu bulurum. Ukrayna’ya gelince, o bölgedeki hegemonya mücadelesinde herhangi bir tarafı desteklemem ama bu, despot bir iktidara karşı halk ayaklanmasını, şu ya da bu tarafa yarıyor diye desteklemekten vazgeçmeme neden olmaz.
“Barzani tayip Ecevit demirel vs gibi ulusal devleti savunup kapitalist sistemin hizmetinde uluslar ve halkarı yönetmek isteyen sistemin aktörleri”
Hangi halkları yönetmek istiyorlar peki?
Kuzey Irak/Kuzey Suriye/Doğu Anadolu veya Kürdistan denen o coğrafyada Kürtler dışında kayda değer bir azınlık yok ki – tıpkı Türkiye’deki gayrimüslim azınlığın %1’in bile altına düşmesi gibi. Kaldı ki TC’nin aksine Irak Kürt bölgesel yönetimi bütün azınlık haklarını tanıyor. Zaten TC dışında böyle etnosentrik üniter merkeziyetçi bir devlet kalmadı dünyada.
sistemin aktörünü unuttun galiba?
Madem Barzani iyide haklı neden bu gün özgür gündem kapatılıp dbp li belediyelere kayyum kanunu çıkarılıp özgürlükçü devrimci kürtlere saldıran sömürgeci türkiyedeki barzanicilere neden ellemeyip büyütmeye çalışıyor????
Anonim 1369 ismini açıkça yaz nasname olduğun buram buram cümlelerden sorulardan akıyor
Barzaninin yönettiği yerde başka halkmı varmış????
milliyetçilik ulusalcılık zehir gibidir her yerini felç eder yokmu? %1 miş sen %99 değilmi aynı türk milliyetçisi gibi %90 türk %99 Müslüman lafı yalan????
biz ne olacağız lazlar,çerkezler,gürcüler diğerleri sandığından da çoktur henüz tam asimile edip türkleştiremediniz????
PYD li salih müslime laf eden kürt efendisi sömürgeci kolonyalist t.c ve faşist iktidarın hizmetinde olan kürttür bir laz olarak benden utanmalısın??????
Barzaninin kapitalist sömürgeci rantçı gayrımeşru sistemle bir sorunu varmı bir itirazını duydunmu????
PYD metinlerini oku aradaki farkı gör??
Zilelinin bunları bilmemesi mümkün değil hınzır bilmiyorum ayaklarında pyd ile milliyetçi sistem savunucu kürt örgütlerini aynıymış gibi gösterip aslında o da bir anlamda sömürgeci kolonyalistlere hizmet ettiğini görmüyor???
1371 özgürlükçü, Irak Kürdistan bölgesel yönetiminde sandalye sahibi bile olan azınlıkları bilemeyecek kadar cahilsen ben anlatmayayım sen bir araştır kendin. Tabii bu kadar HDP’ci ve dar bakış açısıyla başkaları hakkında yeterli bilgi sahibi olmaman normal.
Sayın Gün Zileli,
Israr ettiğim için özür dilerim, kısa soru ve cevaplar bazen yeterli olmuyor.
Siz ,”Anarşistler emeği pek övmez.” dediğinizde “emek” sözcüğüyle “ücret emeği” mi demek istemiştiniz? Veya daha geniş anlamda siyasi iktisat bilimindeki soyut “emek” mi demek istediniz?
Arının bal üretmesi, avcının avlanması, annenin bebeğine süt emdirmesi “emek” mi?
“Ben bugünkü anarşistlerden söz etmiştim.”, dediniz.
Bugünkü anarşistlerden hangileri her yerde ve her zaman geçerli kullanılan yukarıdaki soyut “emek” sözcüğünü reddediyorlar, benimsemiyorlar?
Genellikle günümüzün anarşistleri, geçmiştekilerden farklı olarak ücretli emeği pek övmezler, yüceltmezler.
Bir anarsist olarak demokratik konfederalizme bakis acin nedir
İmralıdaki tecrit hakkında ne düşünüyorsunuz?
https://twitter.com/demokratbaskann/status/765983960178520064 abi bunu görür görmez aklıma sen geldin 🙂
Occupy hareketini nasil buluyosun
Gun abi vatandasliktan nasil atildin
1.83
askere gitmediğim için.
iyiydi.
her türlü hapihaneye ve tecrite karşıyım.
genelde iyidir ama içeriği önemli. bazen demokratik konfederalizm derler, altından despotizm çıkabilir.
Teslim abinin (Töre) yazılarını okuma fırsatınız oluyor mu?katıldığınız noktalar var mı?
abi askerlik demişken,68 kuşagından askere giden oldu mu yani katledilmelerinden önce?
Gün abi çok üstünkörü bir soru olacak ama YPGyi bir zamanların El Fetihine benzetmek ya da benzer yönler aramak yanlış olur mu?
okumam.
sanmıyorum. ama sonrasında gidenler epeyce oldu.
Bu tür analojiler pek iyi sonuç vermez. O samanki dünya, o zamanki paradigmalar bugünkünden büyük ölçüde farklıydı.
Anlaşılan Teslim abi ile aranız pek iyi değil?
İlyas aydın’la ilgili çok ciddi bir özeleştiri yapması gerekiyor
http://www.gunzileli.com/2010/03/03/ilyas-aydina-devrimci-onuru-iade-edilmelidir/
http://www.gunzileli.com/2011/03/24/ilyas-aydin-ajan-miydi-gurkan-hacir/
http://www.gunzileli.com/2015/12/20/ilyas-aydin-adi-orgutsel-paranoyaya-karsi-devrimci-masumiyetin-simgesi-olsun/
Abi zorla goturmediler mi askere
Abi Mahir Kızıldere de gerçektende “MİT’çiler İlyasınızıda getirin” diye bağırmış mı?Mahirin İlyas Aydının ölüm emrini verdiğini hangi kaynaktan ulaştınız?Orhan Savaşçı bu konu hakkında tam olarak ne dedi?
uyduruk bir soru olacak kusura bakmayın ama hala umudunuz var mı?
o sıra ülke dışındaydım.
öyle bağırdığı söyleniyor. diğer soruların cevapları yazılarda var.
neden olmasın!
Sol’dan neden bu kadar dönek çıkıyor ? Polemik olsun diye sormuyorum gerçekten merak ediyorum.
Yurdisindan donunce almadilar mi?
dönek diye bir şey yoktur. hayat içinde her şey dönüşür.
vatandaş değilim.
Merhabalar öncelikle. Umarım iyisinizdir, sıhhatiniz keyfiniz yerindedir 🙂
Bu küçük vahayı ne zaman ve nasıl keşfettim, bilmiyorum, ama biraz vakit geçirince çok beğendim ve okuyabildiğim kadar yazı okudum. Gerçekten geçen yılların birikimini iyi bir şekilde damıtmış ve bizlere sunmuşsunuz, bunun için müteşekkirim. Fakat yaşımdan mıdır yoksa medyanin üzerine binmiş dezenformasyon bulutundan mıdır nedir bilinmez, benim bütün birikimim -ne kadar varsa artık- katı olan her şey gibi buharlaştı. Kafamda açılan eksikleri sorularıma verebileceğiniz cevaplarla biraz kapatabileceğimi umut ediyorum.
Bir anarşist olarak elbette herangi bir otoriteyle uzlaşmanız mümkün değil, bu açık. Lakin AKP’ye, sol ve liberal cenahın yönelttiği “diktatörlük” ithamını sürdürmek ne kadar mümkün, bunu samimi olarak soruyorum. Diktatörlük denilince akıllara gelenler Nazi almanyası, Sovyetler Birliği, Kuzey Kore olurken; iyi kötü bir parlamenter işleyişe sahip Türkiye’yi bunlarla nasıl aynı çuvala koyabiliyoruz? Ben nereyi kaçırıyorum ya da nereyi yalnış anlıyorum?
AKP sonrası Türkiyesi’nin tasvirini nasıl yapıyorsunuz mesela? Muhafazakar-İslamcı rabıtasina dayanan AKP sağı parçalanır mı? Bu parçalanmadan ne çıkar? Suriye Meselesi hangi istikamette gelişme gösterir? Bunlar hakkındaki düşünceleriniz ve tahminleriniz neler?
Sinan Cemgil in ölümünü ilkk duydugunuzda nerdeydiniz?
Söke’nin Beşparmak dağlarında
Geçmişte de günümüzde de parlamentolu birçok diktatörlük vardır. Yani parlamento ve seçim doğrudan diktatörlük olmamanın garantisi değildir. Bugün parlamento tek kişi yönetiminin kamuflajıdır.
Sağ zaten parçalanmış durumda. Şu anda AKP içinde de büyük bir mücadele ve hatta operasyon sürmekte.
Akp iktidarı, Suriye’ye yönelik yayılmacı politikasının kendisini tecrit ettiğini gördü. Neredeyse hiçbir dostu kalmadı. Şimdi manevra yapmaya çalışıyorlar ama biraz zor görünüyor. Önümüzdeki süreçte bu politikadan ne kadar dönebilecekler, göreceğiz.
Sayın Gün Zileli,
“Gün Zileli Ağustos 17th, 2016 at 19:32
Genellikle günümüzün anarşistleri, geçmiştekilerden farklı olarak ücretli emeği pek övmezler, yüceltmezler.”
Özür dilerim ama sanki ayrı diller konuşuyoruz, bu yüzden sorularımı daha kabaca ifade etmek zorunda kaldım.
Size göre, hangi emeği överler ve yüceltirler?
Size göre, ücretsiz emek emek mi?
Size göre, ücretsiz emek verenler hangi ideolojiye inançla çalışacaklar?
sanırım yanıtlarım sizin açınızdan pek açıklayıcı olamıyor. Bu konuları daha iyi bilen birilerine sorabilirsiniz. Ben bildiğim kadarıyla cevapladım.
“1328: Abi bir anarsist olarak orgutluluk konusunda ne dusunuyorsun?
Gün Zileli: binlerce özörgütlenmeden oluşan kaotik bir ağ.”
Sayın Gün Zileli,
Anarşistliği tanımlayıcı “kaotik” sözcüğünüz sanki bilinçaltı bir dil sürçmesi.
çok tuhaf.
1. Kaos kökeni gaz. Bu da çok hafif, homojen ve hatta daha da kötü çok fasulye yiyenlerin çıkardığı ki, anarşistlere pek yakışır bir tanımlama değil.
2. Kaos evren yaratılmadan önceki her şeyin aynı olduğu zamana ve evrenin o zamana doğru ilerlediğine gönderme yapar ki, bu anarşistliği tasvirde hem doğru değil hem de aşağılayıcı.
3. Kargaşalık, düzensizlik çağrıştırır ki, bu daha çok anarşistliği değil içinde yaşadığımız zorbalığı tanımlar.
Tabii, kulağa hoş geldiğinden, son zamanlarda ve özellikle dünya ekonomi-politika zorbalığını ıslah etmek için geliştirilen cici bici bilimsel- matematiksel teorisi bilgiçliği gösterisi yapmak için de kullanmış olabilirsiniz.
Not: Bilgisayar da öyle doğdu.
Bunlardan hangisi doğru?
Dadaizm hakkindaki dusuncelerin nedir
Devrimci bir sanat akımıdır.
“Kaotik” derken, merkezi olmayan, karmaşık ve her küçük birimin bir başkasıyla serbestçe ilişki kurma özgürlüğüne sahip olması anlatılmak istenmiştir. Cevaplar kısa olunca bazen anlaşılmıyor. Fakat uzun cevaplar için de zamanım yok.
“Kaotik” derken, merkezi olmayan, karmaşık ve her küçük birimin bir başkasıyla serbestçe ilişki kurma özgürlüğüne sahip olması anlatılmak istenmiştir.
Bu, Hobbes’ın ilk defa ve ardından gelenlerin savunduğu kapitalist-burjuva serbest pazar kavramı. Merkez ha görünmez, ha yok, fark etmez.
Dadaist Dali’nin devrimci (sanatçıya) bir öğüdü: “Hiç deneme, burjuva (=modern) olmaktan kurtulamazsın”
Kimleri düşünüyordu?
sanırım yanıtlarım sizin açınızdan pek açıklayıcı olamıyor.”
Dil bilmek çeviri yapmak için gerekli ama yeterli değil.
Kitabı dikkatle okudunuz mu?
Michael Seidman’ın “Workers in a Repressive Society of Seductions” (1993) daha kısa. Okursanız sorularımı anlamanıza yardımcı olur.
Mahir Çayanların hapishaneden kaçması nasıl yankılandı?
sevinçle karşılandı.
Abi hala mı umudun var?
yanıtlamıştım.
TKP nin PKK ye karşı duruşu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ulusalcılara yakın bir konum.
Gün abi Uğur Mumcu ile tanışma fırsatın olmuşmuydu?
Tanışırdık.
12 eylül darbesi olmasaydı sence ne olurdu ? Herhangi bir taraf iç savaşı kazanabilir miydi ? Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyordu
Sizce Karkamışın boşaltılmasının temel nedeni ne?
Hüseyin Ergün kim abi?
bilmek mümkün değil. Ama olmuş bir kere, ne desek boş.
Türkiye’nin Kürt koridorunu yarmak üzere Suriye’de savaşa girmesidir. Işıd’a karşı savaş sadece görüntüdür.
FKF’nin kurucu ve ilk yöneticilerindendir. Şimdi de sanırım sosyal demokrat tipte bir partinin başkanı ya da yöneticisi.
Gün abi sen Umay Umay ile tanışıyor musun?
Yani şunun için sormuştum abi eğer 12 eylül olmasaydı Sol’un yönetimi ele geçirmesi gibi bir durum olabilir miydi ? Kenan Evren’in bir sözü vardı : “biz gelmeseydik Fatsa’dakiler gelirdi” diye .
Abi burdaki temaya aykırı bir sorum olacak. 25 yaşındayım Uzun zamandır aşık olduğum ve aynı duyguyu kendisinin de bana karşı hissettiğini belirten ama buna rağmen yolumuzun hayata karşı farklı bir bakış tarzına sahip oldupumuz için asla birleşemeyeceğinden dolayı beraberliği reddeden kadın, bugün yakın zaman önce başka bir erkek ile seviştiğini söyledi.Ve bu eylemin hayatında ilk defa olduğunu ve birkaç defa tekrarlandığını söyledi. İnançsız gelenekselci olmayan biriyim ama değişik duygular hissediyorum be abi. Bunları da sana niye yazdığımı bilmiyorum öyle esti işte.
Tanırım.
Öyle bir ihtimal yoktu.
Karşılıklı sevgi varsa sorun etmemek gerekir bence.
Gün abi Cerablus’ta anlaşmalı bir devir teslim işlemi mi var sence?
https://twitter.com/search?f=images&vertical=default&q=mahir%20%C3%A7ayan&src=typd gün abi en sağdaki sen oluyorsun heralde de Mahir hangisi?
https://twitter.com/search?f=images&vertical=default&q=mahir%20%C3%A7ayan&src=typd gün abi bide bu fotoğrafta sağdan üçüncü sıadaki Taylan Özgür mü?Bu fotoğrafta başka kimleri tanıyorsunuz?
https://twitter.com/FarukArhan/status/758198726896812032 gün abi bide bu fotoğrafta sağdan üçüncü sıadaki Taylan Özgür mü?Bu fotoğrafta başka kimleri tanıyorsunuz? kusura bakma abi linkte sorun olmuş:)
Şu anda her şey çok karışık. YPG güçlerini desteklemek gerekir.
çok küçük fotoğraf. Yusuf Küpeli’yi seçer gibi oldum.
Çıkaramadım.
YPG, DSG karar alır derken TC nin varlığını tanımıyoruz mu demek istiyor?
Ortalık kan gölü Emperyal tc ye lazistan kürdistan sömürmek işgal etmek yetmemiş gözi ortadoğuya dikmiş kendine anarşist diyen site doğuperinçek faşisti ile milli zilli duygularda mutlumusun????Necipgillerle yatan şaşi kalkar!!!!!!
biraz açar mısın?
Abi,YPG sözcüsü Redur Xelil;YPG nin ancak Demokratik Suriye Güçleri’nin Fırat’ın doğusuna çekilme talebine yanıt verebileceğini söylemiş kanımca TC nin varlığını tanımıyoruz demek. link için http://www.birgun.net/haber-detay/ypg-firat-in-dogusuna-cekilme-talebine-yaniti-ancak-sdg-verebilir-125439.html
“YPG’nin bölgede güçlenmesi pkk’nin güçlenmesidir, o yüzden öso desteklenmelidir” fikri tutarlı mıdır yoksa türkiye gerçeklerinden epeyce uzakmıdır?
Gün abi yukarıdaki arkadaştan cesaretle yazıyorum.bende 22 yaşındayım.bir yılı aşkın süre önce can yoldaşım,sevdiğim birini kaybettim,ölümü kötü oldu,yakışmadı ona.Silahlı mücadelenin gerekliliğine inanıyordu ya da zorunlu hissediyordu,mecburdu.YPG adına mücadele verdi,direnmeye çalıştı,olmadı,aldılar onu benden.bende ne yaşam sevinci kaldı ne de direnme ruhu,tükenmişim.Arada sırada sitenize girmeye çalışıyorum onu hatırlamak için,sizi ve kuşağınızı severdi,heyecanla anlatırdı yazdıklarınızı,kendimizce yorumlardık bizde.Devamı gelmedi ama okumalarımızın,yorumlamalarımızın aldılar onu bizden abim.
abd tam anlamıyla tavşana kaç tazıya tut siyaseti izliyor. Yani YPG’ye kaç, TC’ye tut diyor. YPG sözcüsünün sözleri bir retoriktir. Yani ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna geçmeleri zor görünüyor. İzlemek lazım.
ÖSO TC’nin kuklası bir güçtür.
Başın sağolsun arkadaşım. Böyle durumlarda ne desem senin acını dindirmeyecektir. Fakat şöyle düşün: inandığı bir dava uğruna canını vermiş bu genç insan. Onun anısını yaşatmak da bir teselli olabilir. Acı insanı tükettiği gibi bir yerden sonra mücadele azmi de verebilir.
Komünist Parti (KP) ‘nin siyaseten etkinliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şirin Cemgilin “Sinança”sı için yazdığı şu sözler gelir aklıma ve durulurum.
” Ölüm,seni tanıyorum.Sen gülümsememeksin,öyle bakmamak bir daha yürekten,öyle sevmemeksin.Dokunamamaksın bir daha.Güzelim bir şeyi anlatamamaksın.Artık ellerinle,beyninle döğüşememeksin;onca sevip sevilememeksin.sen dostla şakalaşamamaksın,çocuğunu artık öpememek,sevgilini bir daha saramamaksın ölüm.Sen kahrolmaksın;gizli döğüşmeksin,oradan oraya atmaksın kendini.Öyle durup dinlenmemeksin bir daha.Ölmek uyumak.Hayat.Ölmek uyumak olamaz.Hele katledilmek asla!”
Abi Yaşar Okuyan hakkındaki yorumlarını alayım 😀 https://www.izlesene.com/video/yasar-okuyan-kim-ulan-bu-joe-biden-cakarim-onun/9134536
etkisiz. tutucu.
En güzelini ifade etmiş Şirin. Sevdiğim bir arkadaşımdı.
1 dakikadan fazla tahümmül edilemeyecek bir külhanbeyi.
http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/169303/32-gun-ertugrul-kurkcu-bulent-uluer-dogu-perincek-kavgasi-1995 Abi,Bir sen eksiksin vallahi 😀
Gün abi Nezahat kim?
Aşk ve devrim adına soru sormam gerekirse,Türkiye veya dünya tarihinde hem devrimci kişiliği hem de aşk anlayışı ile sizi en çok etkileyen devrimci-aşıklar kimlerdi?
Arkadaş Zekai Özger’i tanırmıydınız?Ölümü hakkında bir bildiğiniz var mı?
Tanırdım. Çok iyi bir şairdir. Bir çukura düşüp beyin kanamasından öldü genç yaşta.
Nezahat Altan, 2000’li yılların başında kız arkadaşımdı. Kalp krizinden kaybettik.
Belli olmuyor mu 🙂
Arkadaş Z.Özger’in ölümü hakkında kaldığı yurtta polis ve ülkücüler tarafından yapılan baskıda kafasına sert bir darbe aldığı ve bu darbeden dolayı beyin kanaması geçirdiğini duymuştum.bu doğru mu yani beyin kanamasının nedeni faşistler tarafından darp edilmesi mi?
Abi kusura bakma bu ismin sizinle zikredildiğini okumuştum bir yer de,meraklandım sorayım dedim,başın sağolsun abim.
Arkadaş, evet o baskında polisten darbe yemişti ama ölümünün bundan olması imkânsız. Beyin kanaması bir yıl sürmez.
çok sağol kardeşim.
Arkadaş Z.Özger hakkında bilgi edinmek pek mümkün görünmüyor,bilinen tek şey o zamanki dönemin aksine ölüm ve cinsellik hakkında kafa yorduğu. insan ister istemez soruyor.o dönemde SBFnde okuyan birinin siyasetten uzak kalması güç bir durum değil mi?Arkadaş,siyasetle uğraşmasa dahi siyasetin sonuçlarına-ölüm,cinsellik-bir hayli kafa yormuş
Sabahattin Ali,Fakir Baykurt gibi yazarları okurmuydunuz?daha doğrusu kitap okuma yetisini kazanmaya başladığınızda bu yazarların etkisi oldu mu?
En başta Sait Faik, sonra Sabahattin Ali, Bilge Karasu, Demir Özlü, Ferit Edgü…
Gün abi,68 kuşağının yaptığı devrimci eylemlerde içinde bulunmadığın fakat şimdi keşke ben de o eylemin içinde bulunsaydım dediğin bir eylem var mı?Banka soygunu gibi 😀
o tür eylemler 68 kuşağını temsil etmez ya da 68’in gerileme döneminin eylemleridir.
Bu tür eylemler iyi-kötü ya da gerileme dönemine ait olsa dahi 68 kuşağını temsil eder.Banka soygunu veya Mete Hasın kaçırılmasına karşı neden bu kadar sert ve keskin duruyorsunuz?
Batıdaki bu tür örgütlere özenilerek yapılmış devrimci romantizm eylemleridir bunlar. Üstelik batıdakiler bile bir gerilemenin ürünüydü. 68’in zirvesinde bu tür eylemler değil, işçi ve öğrenci eylemleri vardı. Ne zamanki kitlesel dalga geri çekildi ‘öncü fedailer” böylesi eylemlere girişti. Yenilginin getirdiği ve sonu daha da beter bir yenilgiyle bitecek eylemlerdi bunlar. Bir bankadan 10 bin lira alarak devrimi falan ilerletemezsiniz. Ayrıca insan kaçırmak da ne oluyor? Sınıf düşmanın bile olsa böyle şeyler devrimci morali bozar ve devrimciyi canavara dönüştürür. Örneğin Elrom’un öldürülmesi tam da budur. Ayrıca Elrom, Nazi avcısı bir anti-faşistti. Sırf israil devletinin elçisi diye bir insanı rehin alıp bile bile öldürmek de olacak şey değildir. Denizler bu konuda çok daha duyarlıydılar.
Fakat beğenseniz de beğenmesenizde o zamanki öncü fedailer silahlı mücadelenin gerekliliğinde karar kırmış ve maddi anlamda arayış içerisine girmişler.Gerçi siz o maddi arayışa karşıda kuşkulu yaklaşıyor,bir nevi ne gerek vardıya getiriyorsunuz bu durumu.Fakat sizde çok iyi biliyorsunuzki o maddi açığı işçi ve öğrenci eylemlerine katılan halklardan karşılamak pekte mümkün değildi.Evet bu eylemlere gösteriş hakimdi fakat tek gayenin bu olmadığınıda bilmeniz gerek.Elromun öldürülmesine gelincede bu ölümü savunacak değil;bu tür eylemleri gerçekleştiren devrimcilerinde canavara dönüştüğü ithamınada sessiz kalacak değilim.
Gün hocam PKKnin son Cizre eyleminden sonra kendini devrimci olarak tanımlayan bazı PKK yi destekleyen arkadaşlardan “Cizre’de binlerce insanın evini yıkanların evleri yıkılmış.Sanma faşist olandann bir gün hesap sorulmaz” şeklinde beyanlar duyuyorum.Yani bir nevi kısasa kısas,misilleme olarak görüyorlar.Sizce bu kendilerini devrimci olarak niteleyen kesimin yaptığı eylemler sözde devrimci ahlağa yakışır mı?
68lilerden günümüzde yaşayanların büyük kısmı yurt dışında yaşarken siz neden Türkiyedesiniz?( Abi yanlış anlama git demek istemiyorumda 😀 )Türkiye ile ilgili hunharca bir planız mı var yoksa sizi alıkoyan vatan-millet sevgisi mii? 😀
İlk defa oy kullandığınızda seçiminiz kim olmuştu ya da oy kullanmışmıydınız?tamamen meraktan soruyorum
Nadire Mater ve Jülide Aral 68deki solcu ve devrimci kadınların hallerinin bir nevi “cinsiyetsizlik olma durumu”şeklinde yorumlamışlar fakat bu durumun örgütten örgüte değiştiğinide söylemeden edememişler tabi. Peki bu durum solcu ve devrimci erkekler tarafından nasıl yorumlanıyordu?En azından siz o zamanki Gün olarak ne düşünüyordunuz?
Evliliğin bir “burjuva kurumu” olarak görüldüğü,ailenin ve evliliğin Engels’in “Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” üzerinden tartışıldığı 70li yıllarda Sinan Cemgil ve Mahir çayan gibi öncü solcuların evli olması bilindik evlilikten çok “dönüştürücü”bir evliliği temsil etmek istenmesi belirtilir.Buradaki “dönüştürücü evlilikten”kasıt nedir?
1974 sonrasında, onların takipçileri olduklarını söyleyenler neden aynı silahlı mücadele çizgisini izlemediler o zaman. Bunun üzerinde düşünmelisin. Bunlar, toplumun koşullarından kopuk eylemlerdi ve mücadeleye zararlı olmuştur.
4 Eylül Barış Mitingine katılacak mısınız?
Bunlar tamamen yanlış eylemlerdir. iktidarın toplum nezdinde meşruluk kazanmasına hizmet ediyor. 20 Temmuz 2015’ten Suruç patlamasından sonra savaşa girişmeleri ise RTE’nin yeniden tek başına iktidar olmasına yol açmıştır.
Suruç’tan sonraki savaş sürecinde pkk ile akp arasında savaşı tırmandırmak konusunda gizli bir anlaşma olduğundan kuşkulanıyorum. Bugünküler ise artık tamamen kör eylemlerdir. Ne devrime ne kürtlere bir faydası var. Hendekler siyaseti de bir rezaletti zaten.
Hiçbiri değil elbette. Koşullar öyle getirdi.
Hayatımda bir kere oy kullandım. TİP’e. 1969 seçimleriydi. 1965 seçimlerinde de TİP adına sandık müşahidiydim.
hepimiz aynı ataerkil düşünceleri taşıyordum. O sıralar feminizmin F’si yoktu ortalıkta.
“Dönüştürücü evlilik” diye bir şey yoktur. Bazen koşullar evliliği zorunlu kılabilir.
sanmıyorum.
abi bir tane kitap önersene ne okuyacağımı bilemedim.
Robert Sabatier, İsveç Kibritleri (çev:Orhan Suda) Sel yay.
Abi 26A cafeyi duymus muydun
Gün Abi,
Artık her şey, her yenilik, her keşif medyada “devrim” sıfatı taşıyor.
Diğer yandan Akkadların Sümeri eli geçirmesinden Asurlara kadar, İskenderin bilinen dünyayı tamamıyla değiştirmesi, Abbasilerin Emevilerin yerini alması, Osmanlıların İslamın başına geçmeleri, Almanların ve diğer göçebe toplumların Roma’yı yıkmaları ve yeniden diriltmeleri, Memlükler, Çin’de hanedanlık değişmeleri, Hindistan’da krallık ve imparatorluk safhaları, Azteklerin Orta Amerika’da birlik ve egemenlik kurmaları, Endülüs, Yunanların Hitileri yıkıp yerini almaları, … liste sonsuz uzun. Ve hepsinden daha göze batan, Avrupa düzeninin dünyayanın dört köşesinde her girdiği yeri alt üst etmesi …
“Devrim” anlamsız, yozlaştırlmış bir sözcük oldu gibi.
Size göre tarihsel (teknik anlamda belgelere dayanan anlatım) anlamda devrim ne demek? Kaç devrim oldu? Ve neden size göre bunlar gerçek devrimler?
biliyorum.
Çağdaş anlamıyla birçok devrim olmuştur. Fakat bunların hepsi ya yenilmiş ya da içinden yozlaşmıştır.
Günümüzde sosyalist kimliği adı altında “sosyalist çerkezler,sosyalist lazlar,kürtler”gibi ayrımlar sizcede lüzumsuz değil mi?
Gün Abi,
Lütfen devrimin çağdaş anlamını yazar mısınız?
Birçok devrimlerden örnekler verir misiniz? Adlandırır mısınız? Örneğin, Neolitik Devrim çağdaş anlamda devrim mi?
lüzumsuz bence de ama bazıları kendini öyle ifade etmek istiyorsa bırak öyle ifade etsin.
Devrimin çağdaş anlamı toplumsal bir köklü dönüşüm için gerçekleşen devrimlerdir. Fakat bu devrimler başarıya ulaşamamış ya da yozlaşmıştır: 1789 devrimi, 1848 Avrupa Devrimi, 1870 Paris Komünü, 1911 Meksika köylü devrimi, 1917 Şubat-Ekim Devrimi; Çin devrimi, Küba devrimi, 1968 Dünya Devrimi, çağdaş devrimlerden bazı belirgin örneklerdir. Sitedeki Dünya Devrimi bölümündeki yazılara da bakabilirsin.
Abi arada bir sevdiğin birkaç şarkıyı paylaşsan ya 🙂
Bu şarkı da benden CHP yönetimine gelsin: “Kapıldım gidiyorum … bahtımın rüzgârına….” 🙂
Gün Abi,
Şimdi de soru ” köklü dönüşüm” ne demek oldu. Ama sanırım bu bizi kısır döngüye sürükleyecek, laf oyunları olacak. Üstelik birçok ülkeler hiç bir devrim yapmadan sizin saydığınız ülkelerden son derece daha köklü dönüşümden geçtiler. Tüm insanlık Neolitik Devrimle kökten bir dönüşümden geçti. Yani çağdaş ve hatta dünya çapında bir devrimdi.
Sorumu başka bir odakta toplayayım: size göre bu saydığınız devrimler (1911 Meksika’yı şimdilik bir tarafa bırakırsak da Fransız modelinin tüm Orta ve Güney Amerika’yı etkilediği bir gerçek) aslında 1789 kapitalist-burjuva devrimini model alan devrimler mi? Saydıklarınız, aynı 1789 devrimi gibi insanları, ekonomi, endüstri, teknoloji ve bilimle refaha ulaştırma devrimler mi? Başka bir amaç güden devrim biliyor musunuz?
Burjuva evrimi diye bir şey yoktur. Bu ne yazık ki, M arksistlerin 150 yıldır tekrarladığı ve kafalarımıza soktuğu bir masal. Bütün devrimler ekonomik, kültürel, toplumsal köklü değişiklikleri amaçlar. Burjuva devrimi denen şey, devrimlerin dondurulması ve yozlaştırılmasıdır. Devrimlerin temelinde eşitlik ve özgürlük ideali vardır. Köklü dönüşüm denen de budur. Fakat bu köklü dönüşüm illa bir anda olacak diye bir şey yoktur. Yani devrim bir an değildir. Genelde uzun yıllara yayılır. Kıaca söyleyecek olursak insanlık 250 yıldır bir devrimin içinde yaşamaktadır.
Osmanlıya dair sevdiğiniz bir şey var mı?
Emrah serbes okurmusunuz?
Yılmaz güneyi tanırmıydınız?
pek yok.
Gezi’yle ilgili romanını okumuştum.
Arkadaştık. Ankara Merkez Cezaevi’nin (Ulucanlar) 7. koğuşunda birlikte kaldık 1975 yılında (bkz. Havariler)
Adnan yücelden sevdiğiniz bir dizeyi yazabilir misiniz?
Gün abi şiir yazmayı hiç denedin mi?
Emma Goldman Hayatımı yaşarken kitaplarını okudunuz mu?
Yazdığım tek şiir budur:
Anarşist Çakalın Manifestosu
Kalçası laçka çakal alçak
Çalkalayan alçak çakal aç
Laçka çakalın kalçası alçak
Aç kalça alçak çalkalar
Kalçalı çakal alçak laçka
Çalkalayan alçak laçka aç
Alçak çakal laçka kalçalı
Aç alçak laçka çalkalar
Çakalın kalçası laçka alçak
Çalkalayan çakal kalça aç
Alçak kalçalı çakal laçka
Aç çakal kalça çalkalar
17 Temmuz 2004
G.Z.
Sadece okumadım, çevirdim de. Ama başkasının adıyla yayınlandı.
Yanlış anlama olmasın: İlk cildi Beril Eyüboğlu çevirmiştir. Benim başkasının adıyla çıkan çevirim II. cilttir.
İyi şairdir ama dizeleri belleğimde değil. Zaten şiir ezberleyemem.
Laf çakmak için sormuyorum.
Geçtiğimiz günlerde İtalya’da yaşanan bir olay haber oldu.
http://www.bbc.com/turkce/dunya/2016/07/160712_vegan_cift
Vegan anne-baba, çocuklarını da bu doğrultuda beslediklerinden, çocuk sağlık sorunları yaşamaya başlamış ve devletin himayesine alınmış.
Kimsenin hayattaki tercihlerini sorgulamam, sizin de sorgulamayan biri olduğunuzu biliyorum Gün bey.
Bahsi geçen olayda, çocuklara yaklaşım nasıl olmalı? Sonuçta, vegan olmak ya da olmamak ile ilgili nihai kararı verebilecek iradede gözükmüyor çocuğun yaşı? Anne-babanın, kendi tercihlerini (örneğin veganlık) çocuğa aktarmaya uğraşması, ne kadar meşru?
Aynı şekilde, bazı veganlar, bazı evcilleştirilmiş hayvanları da ‘otçul’ doğrultuda besliyorlar, bunun bir hak olduğunu iddia ediyorlar. Dünyada en yaygın evcilleştirilmiş hayvanlar köpek ve bir nebze de kedi. Bu hayvanların, ‘etçil’ veya ‘otçul’ yemek yemelerine karar vermek, biz insanların inisiyatifinde mi olmalı?
Konuya veganlıkla başlayıp, ‘din’e kadar gelebiliriz.
İnsaların içine doğdukları ‘ortam’, ‘aile’, ‘coğrafya’, ‘ülke’, ‘gelenek’, ‘örf’, ‘hayatı algılayış’, onları yönlendirmeye devam ediyor, edecek diyebilir miyiz? Mesela siz de, ‘et yememek’ konusunuda epey zorlandığınızı söylemiştiniz.
Umarım, geçiştirmek için cevap yazmazsınız.
Saygılarımla…
Gün abi,
Belki de en büyük ve asıl devrim dünyanın sözcüklerle yeniden inşa edilmesi.
Cevaplarınız cevaptan çok soru dolu.
1. Devrim = kökten dönüşüm = eşitlik ve özgürlük.
Saydıklarınız arasındaki ilk devrim olan1789 devriminin düsturu ” özgürlük, eşitlik, kardeşlik”. Yozlaşması sizin de ayni şeyi istemenize engel olmadı.
2. Saydığınız devrimlerin çoğu Marks’ın burjuvayla emekçiler arasındaki sınıf kavgası ilkesine dayanır ve devrim başını çekenler kendilerini Marksist tanımladılar. Aç ayı oynamazmış.
3. Devrim kavramınız dine, devrim metafiziğine benziyor. Başarılan devrimler yozlaşıyor, başaramayanlar asıl devrim adayları. Asıl devrim de ufuklarda, gök yüzünde, gelecekte. Her halükarda, devrim olacak ama belki yine yozlaşabilir, beklemek lazım. Diğer bir deyişle, devrimden sonra devrim devam edecek, yani yozlaşabilir.
Size göre 250 yıldan önce yaşayanlar eşitlik ve özgürlük istemediler mi? Devrim içinde yaşamadılar mı? Ekonomik, kültürel, toplumsal köklü değişiklik amaçlamayla kalmayıp gerçekleştiren Neolitik Devrim de yozlaşmış bir devrim mi? Neolitik Devrim “eşitlik ve özgürlük” idealiyle mi yapıldı?
çocuklara herhangi bir şeyi, beslenme alışkanlığını falan dayatmak kesinlikle yanlış. Bununla birlikte, bir aile biriminin belli bir beslenme alışkanlığı varsa bu alışkanlık aynı birimin içine doğan çocuğa da istesek de istemesek de bulaşacaktır. Nasıl etobur bir ailenin alışkanlıkları kendi çocuklarına aynen geçiyorsa. Evcilleştirilmiş hayvanlar için durum biraz daha sorunlu. Vegan biri, ben et yemiyorum, bu yüzden evcil hayvanıma da et yedirmiyorum diyebilir. Ama ben olsam, bu etobur hayvanların alışkanlıklarıyla bu kadar oynamazdım. İnsanlar etoburluğa daha geç bir aşamada geçmişlerdir. Kedi köpek ise öyle değil.
Doğada mütasyon denen bir şey var. Bu da bir çeşit doğasal devrimdir. Doğada birçok mütasyon olur ama bunların büyük çoğunluğu tutunamaz ve geri düşer, yani daha üst düzey bir canlı ortaya çıkamaz. Devrimler de buna benzetilebilir. Çok sayıda deney olur, bunlar şu ya da bu yoldan ilerlemek ister ama başarısız olur ya da yozlaşır. Buna rağmen, aynı doğada olduğu gibi, bir üst düzeye tırmanma çabası devam eder. Devrim, toplumların daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzeye sıçrama çabasıdır.
Gün abi,
Özür dilerim ama her cevabınız yeni sorulara yol açıyor.
Kanser genlerde oluşan bir mütasyondan gelişir; kömür yakmayla duvarların kararması üzerine beyaz kelebekler kolay yem olup yok oldular, daha önce daha kolay yem olan kara kelebekler yaşamda kaldılar. Daha binlerce örnek verebilirim.
Mütasyon doğada veya daha doğrusu genlerde olan bir olguya verilen bir ad, bir simge, bir imleyen.
Mütasyonu üst düzeyle bağdaştırmak, çağrıştırmak birleştirmek Sosyal Darwinizm, hüsnükuruntu, beyin yıkama masalı değil mi? Bir çeşit “ilerleme” masalı değil mi?
Siz Sosyal Darwinist misiniz?
Mütasyon evrimi açıklar. Bunu bilmek için sosyal darvinci olmaya gerek yok. Yani diyelim ki, maymunun ve insanın atası olan bir memeli türünden mütasyonla bir kol maymuna, bir kol da ilk insana sıçramıştır. Örneği toplumların izledikleri yolu anlatmak için vermiştim.
İşkillenmenize gerek yok, hırsız değilim 😉
Hiç hırsızlığa maruz kaldınız mı? Evetse, paranız mı gitti? Değer verdiğiniz eşyalardan da çalınanlar oldu mu? Başınıza birden fazla geldi mi? Yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Siz hiç hırsızlık yapmak zorunda kaldınız mı? Yiyecek, giyecek ve belki de para…
Gün abi,
Daha önce söyledim, en büyük ve asıl devrim dünyanın sözcüklerle yeniden inşa edilmesi.
Aşağıdaki sözcükler sizin.
” … AYNI DOĞADA OLDUĞU GİBİ, bir ÜST DÜZEYE tırmanma çabası devam eder …”
Mütasyon evrimi açıklar ama ÜST DÜZEY ne doğada ne insanlar arasında kanıtlanabilir. ÜST DÜZEYİ insanlar arasında ve tarihte görenler sosyal darvincidir, değer yargısı yapandır.
Biraz basitleştireyim: Siz devletsiz toplumların devletli toplumlara geçişlerini ÜST YÜZEYE sıçramalar olarak mı görüyor sunuz?
değer yargısı yapmıyorum ve her üst düzeyi de olumlu görmüyorum. Sosyal darvinizm, eğer her üst düzeye sıçramayı kutsarsam söz konusu olabilir belki. Devletli topluma geçiş bir üst düzeye sıçramadır ama toplumsal gelişme açısından hiç de hayırlı olmamıştır. Kapitalizme sıçrama da öyle. Memeli türüne sıçrama bir üst düzeye sıçramadır ama bu da mutlaka kutsanacak bir şey değildir. Kim memeli türünün memeli olmayan türden üstün olduğunu ileri sürebilir ki. Dolayısıyla özgürlükçü ve eşitlikçi topluma sıçrama bir üst düzeyde (helezonik olarak) ilkel toplumun temellerine dönüş de olacaktır.
Helezonik gelişmeyi kavrarsak sorun kalmaz. Evrende her şey helezonik çemberler çizerek gelişir.
köpeğim için mama çalmak zorunda kalmıştım (bkz. Sapak)
kitap da çaldım. (bkz. Yarılma)
Che eşkiya ise biz neyiz?
Bunlar görec kavramlar. Onlara göre her devrimci eşkıyadır. Olamadıkları ve olamayacakları da budur.
Mahir Çayan şaki,Che eşkiya he mi?Sahi hangi ara geldik biz bu konuya?
Tarihi tertemiz olan Türkiye Cumhuriyeti devlet tiyatrolarında “milli ve yerli” tiyatro dönemi başlatıyormuş. İnsanın “Stalin Yargılanıyor” piyesini oynayıp,itaatsizlik etmelik günlere gitme isteği uyandırıyor de mi?
Kurban Bayramı hakkında ne düşünüyorsunuz? kasıtlı sormuyorum,fikrinizi genel anlamda merak ediyorum.karşımısınız yoksa inanç özgürlüğü mü?
Katliam!
Sayın Gün Abi,
Benzetmede hata olmayabilir ama …
Eğer sıçramalar doğada olduğu gibi kendiliğinden olsa, ki bu canlı varlıklar ve özellikle insanlar için artık son derece şüpheli, toplumların sıçramaları bir çeşit irade dışı, bilinç dışı, hatta tanrı buyuruşu gibi bir şey oluyor. Buna siz helezonik adını vermişsiniz.
Siyasi toplumu ( = içte baskı, dışta fetih) sıçraması yapanlar devlet, iş bölümü, yazı, tarım ve hayvancılıkla yiyecek birikimi ve dolayısıyla uzun süre savaş olanaklı ve ordulu toplumlar. Bu toplumların her eriştiği yerde karşı çıkan toplumlar sıçramaktan çok sıçratılan toplumlar. Üstelik siyasi toplum olma sıçramasına karşı bilinçli direnmeler de defalarca belgelendi. En son örneklerden biri James C. Scott’ın “Yönetilmeme Sanatı”
Eğer özgürlükçü ve eşitlikçi bir sıçrama olsa, bunun ilk topluma dönüş olduğunu nasıl bileceğiz. Tarihçiler, “Kristof Kolomb ve ardından gelenler cenneti arıyorlardı, buldular ama tanımadılar”, derler.
Helezonik daha çok şeyleştirme (reification), tapıncakçılık (fetişizm, fetishism), varlığını kabul etmek (hipostaz, hypostasis ) olmuyor mu?
toplumların oluşumu ve gelişimi iradeyle değil, kendiliğinden olur, doğada olduğu gibi. Sıçramalar da öyle. Mütasyon da kendiliğinden olur. Nasıl doğayı yaratan bir tanrı yoksa, toplumları yaratan bir irade de yoktur.
Sayın Gün Abi,
Birçok devletsiz toplumların kendiliğinden olan sıçramalarla siyasi toplum olmayı bilerek reddetiklerini hiç duymadınız mı? James C. Scott’ın “Yönetilmeme Sanatı” kitabına ne dersiniz?
Birçok kendiliğinden olduğu sanılan, örneğin yağmur yağması, şimdi nedenlerle açıklanmıyor mu?
Bilgi yetersizliği başka, eskiden tanrıların yaptığıyla anlatma yerine, şimdi “kendiliğinden olma”yla anlatma başka ve biraz tuhaf değil mi? Kısacası bilmediklerimize bir ad verip bilir gibi görünmek eski bir hastalık.
Asıl sorular:
Her halükarda, iradeleriyle üst dizeylere sıçramayan toplumlar var mı, yok mu?
Sıçramak istemeyenleri sıçramış siyasi toplumlar bilerek ve iradeleriyle kırımdan geçirdiler mi, geçirmediler mi?
Bunlara “kendiliğinden oldu” demek biraz sorumsuzluk, duygusuzluk değil mi?
30 Agustos hakkinda ne dusunuyorsunuz?
https://www.kp.org.tr/tr/basin-aciklamalari/30-agustoslari-gule-oynaya-kutlayacagiz Komünist Partinin 30 Ağustos açıklaması.düşüncelerinizi alabilir iyim?
Ulusalcılık yarışı…
“Zafer”lerle ilgilenmem. Daima mağlupların yanındayım.
Galiba aynı dilden konuşmuyoruz.
O zaman 30 Ağustos ta kısmen mağdur durumda olan emperyalistlerin yanındasınız,yanılıyormuyum?
Emperyalistler mağdur falan olmuş değildi. Bunların hepsi hikâye. Onlar Osmanlı’nın devamı Türk devletiyle işlerini sürdürdüler. Mağdur olan Anadolu Rumlarının yanındayım.
Sayın Gün Abi,
“Kendiliğinden olma” kavramının bilim, felsefe din önsözünü çıkardım.
Asıl sorularım:
İradeleriyle üst dizeylere sıçramayan toplumlar var mı, yok mu?
Sıçramak istemeyenleri sıçramış siyasi toplumlar bilerek ve iradeleriyle kırımdan geçirdiler mi, geçirmediler mi?
Bunlara “kendiliğinden oldu” demek biraz sorumsuzluk, duygusuzluk değil mi?
Anladığım kadarıyla siz iradeyi ezilenlerin özelliği olarak alıyorsunuz. Oysa irade daima ezenlerin özelliğidir. Kısacası; sıçramak istemeyen toplumlar kendiliğindencidir; sıçrama onlara iradeyle dayatılır (göçebelerin zorla yerleşik hayata geçmelerinin dayatılması örneğinde olduğu gibi). Öte yandan da toplumlar kimi zaman kendiliğinden bir sıçrama yapar. Tutucu irade bu sıçramayı zorla engellemeye çalışır.
Irmak Hanım’ı sizden istemeye geldiklerinde, başlık parası isteyecek misiniz?
Imam hatipler ve kucuk yasta basortusu takilmasi konusunda ne dusunuyorsunuz?
🙂
Başta İmam Hatipler olmak üzere sistemin bütün okullarına karşıyım.
Herke ne takacağına ya da takmayacağına kendi karar vermelidir. Dola yısıyla küçük çocuklara başörtüsü takılmasına karşıyım.
Bölüm 1:
Irmak Hanım çocukluğunda size, “Atatürkçülük ne? Che kim? Stalinizm ne? Revizyonizm ne? Doğu Perinçek ne yapmaya çalışıyor? Niçin sokaklarda çatışmalar var?” gibi sorular sordu mu? Cevapladıysanız, neler söylediniz?
Bugün, Irmak Hanım’ın siyasi görüşü hakkında izleniminiz nedir? “Solcu”, “sol dünya görüşüne eğilimli” diyebilir misiniz? Sosyalist ve komünist olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kendisi sizle hiç “anarşizm” üzerine konuştu mu?
Bölüm 2:
Bugün, evlatlarımızı, “MEB” müfredatına göre dizayn edilen okullara göndermek zorundayız. Devlet okulu veya özel okul farketmiyor.
Okullarda, hangi hükümet iktidarda olursa olsun, “milli”lik, “bayrak sevgisi”, “Atatürk’e bağlılık” gibi kavramlar, doktrinler yerini koruyor.
Laikçi, Cumhuriyetçi eğitim dizaynı ile paralel olarak, AKP, “din” olgusunu “MEB”e eklemlemeye uğraşıyor, yıllar geçtikçe, “laik temelli eğitim yumuşatılmak amaçlanıyor”, bütün bunlar gözlerimiz önünde yaşanıyor.
Hem “laikçi” dayatmaya karşı, hem “dinci” dayatmaya, hem “millici” dayatmaya karşı, nasıl davranılabilir?
Hayat devam ediyor, evlatlarımız aç kalmamak için eğitim görmek ve “sözde” meslek sahibi olmak zorunda, bu nedenle de, “okul” denen kurumlara göndermek zorundayız.
İlk önce “okul”u, dayatmacı müfredatlardan arındırıp, en sonunda da “okul”u mu ortadan kaldırmalıyız?
“Okul” denen kurumlara, toptancı yaklaşıp, karşı olmak pek de mantıklı gözükmüyor?
Cevaplarınız benim için çok önemli Gün bey…
https://mobile.twitter.com/35zag/status/737997109912342528?p=v abi su sozu bir ara sitende paylassana 🙂
Gerçekten çok hoşuma gitti: Din ve devlet olmasa işleri birbirine karışmaz.
Bu böyle olmakla birlikte bugünkü somut durumda laikliği savunmak durumundayız.
Sayın Gün Abi,
Siyasi toplum olmak istemeyenlerde, şef sıçramadan ve hatta değişmeden söz edince, öldürülürdü. Siyasi toplumlardaki yoksulluk belası yerine bolluk içinde yaşadıkları için sıçramalarına bir neden yoktu. Son 3 yüz yıl içinde doğup gelişen burjuvalar ve devrimciler, art arda, sıçrama kavramını kendilerine savaş bayrağı yaptılar ve tüm insanlığa yansıttılar.
Değişme başka bu sıçramalar kuramı başka. Genellikle sıçramayla ekonomik-teknolojik çağrışımı yapılır ve zaten, ırkçılar hariç, dans, müzik, şiir, felsefe, mit, metafizik ve benzeri kültürel unsurları ölçmeyi henüz kimse bilmiyor.
Son 3 yüz yılda siyasi toplumlarda baskıya karşı gelen radikaller bu toplumlara rastladıklarında zavallıları kendi siyasi toplumlarına benzetmek, eğitimden geçirmek, yazı, yeni din öğretmek, aydınlığa kavuşturmak istediler.
Burjuva ve devrimci düşünürler siyasi toplumlardan önceki toplumları doğa parçası, iradesiz, bitki-hayvan gibi gördüler ve hala görürler. Yalanlanır, kınanır, ama sıçramalar kuramı gibi devam eder durur.
Sorularım: bu sıçrama dünya görüşünüz 300 yıllık bir burjuva ve 150 yıllık devrimci inancı, bir masal olabilir mi? Devrimlerin yozlaşmasının asıl nedeni bu mu acaba? Belki sıçrama-devrim temeli çürük, belki hep bir azınlık aynaya bakıp kendini tüm insanlık görmekte.
1467 pipsqueak veya DOPE, uzun zaman oldu, tekrar hoşgeldin aramıza.
Philippe Descola, Pierre Clastres ve Jean Baudrillard, bugünlerde, üzerine tekrar düşünmemiz gereken konuları işaret ediyorlar…
Şimdi toplumların aynı yaşama devam etmeleri için sadece trafikte kazalarıyla öldürdükleri kurbanlar yılda milyonları aşmakta.
Kurban bayramının kökeni hakkında bilginiz var mı? Yoksa “katliam!” cevabı iyi kalpli modern, çağdaş, laik, hayvan sever bir devrimci konuşması mı? Hiç değilse “ölümsüz yaşam olmaz”, sezgisini biliyormusunuz?
Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.
pek bildiğim söylenemez.
Sayın Gün Abi,
Avrupalıların keşiflerdeki asker –misyoner çifti, ekonomide kapitalist-devrimcilere, tıpta hastalık-antidot çiftine benzetilir.
Siz buna ne dersiniz?
Tarihini bilmediğiniz bir konuda fikir yürütmeniz doğru mu?
doğru.
pek bilemedim.
Kalbiniz nasıl?
Sordum, iyiymiş 🙂
Okuduğunuz son 3 kitabın, okuyacağınız ilk 3 kitabın isimlerini yazar mısınız?
Hayatın anlamı nedir?
okuduğum son üç kitap:
1. Kristin Ross, Ortak Lüks (Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi), çev: Tuncay Birkan, Metis, 2016
2. J.Arch Getty, Stalinizm Hükmederken (Bolşevikler, Boyarlar ve Geleneğin Ayak Direyişi), çev: Gül Çağalı Güven, İletişim, 2016
3. Sefiller (5 cilt) çev: Volkan Yalçıntoklu, T. İş Bankası Y. 2015
Okuyacağım üç kitap:
1.F. Kafka, Şato, çev: Kamuran Şipal, Cem, 1994
2.F. Kafka, Şato, çev: Regaip Minareci, T. İş Bankası Y. 2016
3. İbrahim Kaypakkaya, eçme Yazılar, Dipnot, 2015
Hayat, anlamını sormak akla gelmeyecek kadar anlamlıdır.
Gününüz geldiğinde siz de öleceksiniz.
O zaman bu sitenin akıbeti ne olacak? Gideceğiniz yerden yazmaya devam edecek misiniz?
“Orada” internet var mı?
“Orada” internet var mı?
Fiziki hayatla temas kurmak isterseniz, internet ve benzeri aparatlara ihtiyacınız olmayacağı, doğrudan sitenize girebileceğiniz söylentileri var sadece.
Ne yapacağınıza karar verdiniz mi? Gideceğiniz yerden yazmaya devam edecek misiniz?
olur olur, yazmaya devam ederim…
4 eylül barış mitingine gidecek misiniz?
Hayır. Camiden kaldırılan cenazelere ve izinli mitinglere gitmiyorum.
Hayatınızda hiç daktilo kullandınız mı? Bugün de kullanıyor musunuz?
İhsan Sıtkı Yener’i tanır mıydınız?
Önemli bir biliminsanı olduğunu düşünür müsünüz?
Bugün, hem Q hem de F klavyeyi aynı anda hızlı, verimli kullanabiliyor musunuz? Bocalama yaşamıyorsunuz diye tahmin ediyorum?
Sizin gibi “eski kuşak”tan olmanın avantajları da var galiba 😉
Bir sorum daha var:
Osmanlıca okuyup, anlayabiliyor musunuz? Yazabiliyor musunuz? Sözlüğe bakma ihtiyacı hissediyor musunuz?
Harf devrimiyle Latin alfabesine geçip, Osmanlıca’nın büsbütün kaldırılmış olmasına, ülkedeki birçok okumuş-yazmış kesim üzülüyor. “Keşke, her ikisi aynı anda öğretilseydi” diyenler de var. Sizin görüşünüz nedir bu konuda?
“Dil”, “lisan” meselesinin, “doktrin(ler) kurma, enjekte etme” işlevi gördüğüne de inanıyor musunuz?
“Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.”
Karl Popper’a göre bu neden açıklama yıldız falcılığına, astrolojiye benzer. Örneğin Marksizm’de maddi koşulların hazır olması. Mantıkçılara göre bu bir totoloji, örneğin afyon soporifik olduğu için uyuşturur. Bunlar yüksek zekalıların yorumları, bir tarafa bırakabiliriz.
Siz, sayın Gün Zileli, tarım devriminden bu yana yozlaşmayan, özgürlük ve eşitlik sağlamayan, bir devrim örneği verir misiniz?
tarım devriminden bu yana yozlaşmayan, özgürlük ve eşitlik sağlamayan,…
Bu ikisi çelişiyor.
1966 yılından beri F klavye kullanırım. Latin harflerine geçilmesinin yerinde olduğu kanısındayım.
“pek bilemedim.”
Büyük Fransız Burjuva Devrimi dünyaya yayıldıkça karşı-devrimci devrimcilere devrim teorilerini de aşılayıp benimsettiler. Kısacası, hep çift.
Otomobil çıktığında yürümeyle daha hızlı gidileceği ispat edildi. Kapitalistler güzel bir yolunu bulup parası olanlara dağıttılar. Karşı-Devrimci devrimciler hacı-hoca, imam, misyonerler gibi “devrim olunca hepimizin otomobili olacak” ilahileri okudular ve okumaktalar!
Daha yakından bir örnek: teknisyen dahilere göre sizi siz yapan değişen bedeniniz (hardware) değil, hep aynı kalan benliğiniz (software programınız). Klonlarınızı yapıp sizi ebedi yaşatabilecekler. İnternet, Facebook, Twitter ve Youtube’la devrimci fikirlerinizi yayabileceksiniz. Hatta beyninizi beyinler ağına doğrudan fikirler ışık hızıyla yayılacak.
Asıl devrim bu değil mi?
Devrimlerin başarısızlığının nedeninin düzeni elinde tutan teknisyenlerin asıl ve gerçekten devrimciler olması daha akla yatar değil mi?
“Devrimlerin yozlaşmasının iki nedeni var: 1. Devrime kalkışan halkın yetersizliği; 2. Devrimi temsil ettiğini ileri sürenlerin iktidar hırslarının yeterliliği.”
Karl Popper’a göre bu neden açıklama yıldız falcılığına, astrolojiye benzer. Örneğin Marksizm’de maddi koşulların hazır olması. Mantıkçılara göre bu bir totoloji, örneğin afyon soporifik olduğu için uyuşturur. Bunlar yüksek zekalıların yorumları, bir tarafa bırakabiliriz.
Siz, sayın Gün Zileli, tarım devriminden bu yana yozlaşmayan, özgürlük ve eşitlik sağlayan, bir devrim örneği verir misiniz?
veremem.
abi tutuklanan tutuklanana.sıra bize de gelir mi dersiniz?
Dalga geçmek amacıyla sormuyorum.
1. Rusya’ya hiç gittiniz mi? Rusça biliyor musunuz?
2. Rusya’ya gittiyseniz, Stalin’in, Lenin’in mezarlarını, ister meraktan, ister gözlem yapmak için ziyaret ettiniz mi?
3. SSCB tarihiyle birlikte Stalin dönemi üzerine dökümanter bilginiz muazzam. Rus tarihi üzerine de bilginiz var mı?
4. Özellikle Stalin dönemiyle ilgili size sorular geldiği zaman, isim isim, tarih tarih, olay olay, mekân mekân cevaplar verebiliyorsunuz. Bütün bu bilgileri, eğer Rusça biliyorsanız Rus kaynakları araştırarak mı öğrendiniz? Yoksa, bildikleriniz İngilizce’ye ve Türkçe’ye çevrilmiş her tür dökümanı aklınızda tasnif etmiş olmanızdan mı kaynaklanıyor?
5. Rus medeniyeti, Rus folklorundan hoşunuza giden, daima feyzaldığınız unsurlar var mı? Varsa birkaçını yazar mısınız?
6. Votka içmeyi sever misiniz?
“Eşkiyanın” bu gece ne yapacağı belli olmaz.
Dalga geçmek amacıyla da sorabilirsiniz.
1. Gitmedim. Bilmiyorum.
3. Pek yok. Kısıtlı.
4. İngilizce ve Türkçe kaynaklardan.
5. Rus folk müziğini çok severim.
6. Severim.
Efendi yalakası Necip bu aralar sitede zuhur etmedi.
Efendisi onu rojowaya işgale göndermiş olabilirmi??
Fetocu çıkıp tutuklanmış olabilirmi??
Özgürlükçü beyinler kişileri bu kadar tartışır mı?
Yoksa o kişilerin fikirleri mi bunca tartışmayı gerektiriyor?
Sayın Gün Zileli Abi,
Size göre tarım devrinden sonra asıl devrim örneğiniz yok veya hiç olmamış. Asıl devrimlere girişimlerin 1789’dan sonra başladığını da yazmıştınız. Tarım devrimden önce ve devrim yapmadan özgürlük ve eşitlik içinde yaşayan toplumlar var mıydı?
Sayın Gün Zileli Abi,
Hiçbir devrim olmadığına göre devrimi bekle diyen devrimcilerle cenneti bekle diyen imamlar ve papazlar arasında fark ne?
Sayın Gün Zileli Abi
Zeitgeist akımının devrim yapmayı başaracağına inanıyor musunuz?
Sayın Gün Zileli Abi
Dahi teknisyenler teknolojik devrimle devrimcilerin dna’leri klonloruna aktararak devrimcileri ölümsüzlüğe kavuşturduğundan sonra bile, size göre, devrimciler medyada hala devrimcilik yapmaya devam edecekler mi?
Sayın Gün Zileli Abi
Zeitgeist akımının devrim yapmayı başaracağına inanıyor musunuz?
http://t.thenewyoungturk.com/amerika/kanadaya-goc-eden-bir-ciftin-elveda-yazisi/ Sayın zileli şunu bir okumanızı rica etsem
1484 – 1485 – 1486 – 1487 – 1488 – 1489 – 1490
Pipsqueak’e veya DOPE’ye:
Sorduğunuz soruların cevaplarını bulmak niyetinde misiniz? Samimi misiniz?
Gün Zileli’nin, sizin sorduğunuz sorulara cevap verebilecek kapasitede olduğuna %100 emin misiniz?
Ya Zileli de, sizin sorularınızın aynısını (veya benzerlerini) ömrü boyunca sormuş, soruyor, ya da sormaktan vazgeçmişse?
Eğer bir devrim olacaksa; “Zeitgeist akımı”nın devrimi körükleme işlevi var, devrime “öncülük etme” fantezisi yok.
Devrimi, “insan”lar yapar; “teknoloji”ler değil.
Devrim(ler)in koşulları “yapay” & “artificial” oluşturulamaz.
=== Samuel Butler’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
‘Biz onlara karşı derhal ölüme dek bir savaş açılmasını düşünüyoruz. Her türünün iyiliğini isteyen her ve her türlü makineleri yok etmelidir. Hiç bir istisna tanınmamalıdır, hiçbir acıma gösterilmemelidir; ırkımızın ilk çağına, ilkelliğe dönülmelidir. Eğer bunun imkânsız olduğu ileri sürülürse, bu, sadece iş işten geçmiş, köleliğimiz gerçekten ve içtenlikle başlamış, yok edilmeleri gücümüz dışı mahlûklar yarattık, sadece köle değil köleliğimize mutlak boyun eğiyoruz demektir.’
‘Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.’
=== Simone Weil’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
= 1 =
“Our science is like a store filled with the most subtle intellectual devices for solving the most complex problems, and yet we are almost incapable of applying the elementary principles of rational thought.” (The Power of Words, 1937, Simone Weil)
= 2 =
“We do not obtain the most precious gifts by going in search of them but by waiting for them. Man cannot discover them by his own powers, and if he sets out to seek for them he will find in their place counterfeits of which he will be unable to discern falsity.”
Simone Weil
“Waiting on God (1950)”
“Hagia Sophia Classical Academy”den,
Indianapolis, Indiana, ABD,
Sayfa 4, paragraf 6,
Simone Weil tarafından muhtemelen Nisan 1942′de, Katolik öğrencilerin eğitime yardımcı olmak amacıyla iletişime geçtiği, Montpellier’deki Dominiken ekolün kıdemlilerinden Peder Perrin’e yazdığı mektuptan:
“Reflections on the Right Use of School Studies with a View to the Love of God”
( http://www.hagiasophiaclassical.com/wp/wp-content/uploads/2012/10/Right-Use-of-School-Studies-Simone-Weil.pdf )
= 3 =
“‘Science affirms that…’ Science is voiceless; it is the scientists who talk.”
Simone Weil
“On Science, Necessity, and the Love of God (1968)”
“Reflections on quantum theory”, sayfa 57
= 4 =
“Respectable scientists like de Broglie himself accept wave mechanics because it confers coherence and unity upon the experimental findings of contemporary science, and in spite of the astonishing changes it implies in connection with ideas of causality, time, and space, but it is because of these changes that it wins favor with the public. The great popular success of Einstein was the same thing. The public drinks in and swallows eagerly everything that tends to dispossess the intelligence in favor of some technique; it can hardly wait to abdicate from intelligence and reason and from everything that makes man responsible for his destiny.”
Simone Weil
“On Science, Necessity, and the Love of God (1968)”
“Wave Mechanics”, sayfa 75
= 5 =
“The common run of moralists complain that man is moved by his private self-interest: would to heaven it were so! Private interest is a self-centered principle of action, but at the same time restricted, reasonable and incapable of giving rise to unlimited evils. Whereas, on the other hand, the law of all activities governing social life, except in the case of primitive communities, is that here one sacrifices human life — in himself and in others — to things which are only means to a better way of living. This sacrifice takes on various forms, but it all comes back to the question of power. Power, by definition, is only a means; or to put it better, to possess a power is simply to possess means of action which exceed the very limited force that a single individual has at his disposal. But power-seeking, owing to its essential incapacity to seize hold of its object, rules out all consideration of an end, and finally comes, through an inevitable reversal, to take the place of all ends. It is this reversal of the relationship between means and end, it is this fundamental folly that accounts for all that is senseless and bloody right through history. Human history is simply the history of the servitude which makes men — oppressed and oppressors alike — the plaything of the instruments of domination they themselves have manufactured, and thus reduces living humanity to being the chattel of inanimate chattels.” (Simone Weil)
= 6 =
“It is not in a person’s nature to desire what he already has. Desire is a tendency, the start of a movement toward something, toward a point from which one is absent. If, at the very outset, this movement doubles back on itself toward its point of departure, a person turns round and round like a squirrel in a cage or a prisoner in a condemned cell. Constant turning soon produces revulsion. All workers, especially though not exclusively those who work under inhumane conditions, are easily the victims of revulsion, exhaustion and disgust and the strongest are often the worst affected.” (Simone Weil)
= 7 =
“The struggle between the opponents and defenders of capitalism is a struggle between innovators who do not know what innovation to make and conservatives who do not know what to conserve.” (Simone Weil)
Gun abi GIDER(genc isci dernegi) diye anarsist bir dernek varmis duydun mu?
Olmaz olur mu, sadece Zileli’nin değil, herkesin haberi var:
AVM’LER GENÇ İŞÇİLERİ SÖMÜRÜYOR!
Genç İşçi Derneği (GİDER), 10 AVM’de çalışan 1000 genç işçi ile anket yaptı. Sonuçlar çarpıcı. İşçilerin dörtte biri asgari ücretten az ücret aldığını söylüyor.
Genç İşçi Derneği’nin (GİDER) 10 alışveriş merkezinde (AVM) çalışan 1000 genç işçi ile gerçekleştirdiği anket çalışmasının sonuçları, AVM’lerde yaşanan yoğun emek sömürüsünü gözler önüne seriyor.
Dörtte biri asgari ücret bile almıyor:
En büyük sorun esnek çalışma: Anketin sonuçlarına göre, genç işçilerin sorunlarının başında esnek çalışma geliyor. Ankete katılan genç işçilerin %38’i ‘İşyerinde hangi alanlarda sorun yaşıyorsunuz?’ sorusuna ‘esnek çalışma saatleri’ yanıtını veriyor. İşçilerin %20’si ise yemek ve ihtiyaç molasına çıkma konusunda sıkıntı yaşadıklarını dile getiriyor.
Maaşlar geç yatıyor:
İşçilerin %16’sı maaşlarının geç yatırıldığını, bu yüzden ay sonunu zor getirdiklerini söylerken, işçilerin %10’u maaşlarının kesintili yatırıldığını belirtiyor.
Taciz ve mobbing:
Diğer çalışanlarla uyum sağlama konusunda genç işçilerin %8’i sıkıntı yaşıyor. İşyerlerinde taciz ve mobbinge maruz kaldığını söyleyen işçilerin oranı ise %4.
Çoğunun kart borcu var:
Genç işçilerin %2’sinin sigortası ödenmiyor. İşçilerin %63,6’sı kredi kartı borçlarıyla boğuşuyor.
İşçilerin yarısından fazlası 1 yılı doldurmamış:
Ankete katılan genç işçiler, hizmet sektöründe; satış danışmanlığı, garsonluk, kasiyerlik gibi işlerde çalışıyor. İşçilerin yarısından fazlası (%50,9) lise, yaklaşık dörtte biri de (%24,5) üniversite mezunu. İşçilerin yarısından fazlası (%50,9) henüz işe gireli bir yıl bile olmamış.Genç işçilerin %25,5’i, yani dörtte birinden fazlası asgari ücretten bile az ücret aldıklarını söylüyor. İşçilerin %65,5’i ise asgari ücretli. Buna göre, her 100 genç işçiden yalnızca 9’u asgari ücretin üzerinde ücret alabiliyor.
http://static.birgun.net/resim/haber-ici-resim/2016/07/06/avm-ler-genc-iscileri-somuruyor-156810-1.jpg
BirGün gazetesi
6 Temmuz 2016
http://www.birgun.net/haber-detay/avm-ler-genc-iscileri-somuruyor-118900.html
Abi hdpliler öcalan için açlık grevine girmişler.pek tutmaz gibi ha ne dersin?
bana da öyle geliyor.
Ermeni bir tanıdığınız var mı?
Abi starda hababam sınıfı var açta izle kafan dağılsın,hep siyaset hep siyaset nereye kadar 🙂
bakayım.
Çok var.
Abi ya da ulusal kanalı aç perinçek başkan konuşuyor 😀
Tahammül fersah
Kürt olmayıpta hdpye oy veren solcular,tatlı su solcusumudur?Pkkyi terör örgütü olarak neden görmüyorlar?
İntiharmı etsem yoksa ötenazi mi?
?
!
Kafayı ne zaman yiyeceksiniz?
Abi dilaver demirag ve tayfasini sever misin
ne zaman derseniz.
Kitabını olumlu tanıtmıştım. Fakat şimdi yanıldığımı düşünüyorum.
Anarşizm üzerine yazdığınız kitap nasıl gidiyor, bitti mi, ne zaman okuruz?
Mahsuru yoksa, önsöz kısmını veya içindekiler kısmını kopyala/yapıştır yapar mısınız?
Doğu Perinçek 1960-70’li yıllarda yaptığınız devrim toplantıları esnasında sıkıldığınızda stresli havayı dağıtmak için hiç “plombir” getiriyor muydu SSCB’den Gün bey?
*
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, G20 Liderler Zirvesi kapsamında görüştüğü Çin lideri Şi Cinping’e Sovyetler Birliği devri yadigarı ünlü dondurma “plombir” hediye etti.
Türkrus’un haberine göre, Rusya lideri Vladimir Putin, Çin lideri Şi Cinping’e ‘Söz verdiğim gibi dondurmanızı getirdim’ dedi. Şi, Putin’e “Hediyeniz için çok teşekkür ederim. Lezzetli dondurmanızı her Rusya seyahatimde mutlaka tadıyorum. Eve döndüğümde dondurmayı yiyeceğim” dedi. Putin Cinping’e, “Bunu ilk kez duyuyorum. Şu andan itibaren, her Çin’e gidişimde size dondurma getireceğim” diye karşılık verdi.
“PLOMBİR” DONDURMASININ ÖZELLİĞİ NE?
Sovyet devrinden bugüne popülerliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bu dondurmaya “Plombir” deniyor. Aslında bu kelime, Fransa’nın 18. yüzyıl sonundan beri dondurulmuş tatlılar ve dondurmalarıyla meşhur şehri “Plombières”in telaffuzu. Oradan Rusya’ya gelen dondurma, yıllarca GOST Sovyet ve şimdi de Rusya standart kurumu tarafından titizlikle denetlenen formulü ile son derece popüler. Daha çok küçük bir su bardağını andıran külahında ya da tahta çubuğun üstünde satılan dondurma genelde sade veya vanilyalı oluyor.
Rusya’ya yolu düşüp de son derece mütevazı görünüşlü bu dondurmadan yiyip beğenmeyen zor bulunuyor. Dondurmanın en önemli özelliği yağ oranının yüzde 12-20 arası, şeker oranının yüzde 14 civarında olması.
http://odatv.com/images/resimler/9314538837.jpg
http://odatv.com/putinin-cine-verdigi-hediyeyi-solcular-nasil-gormedi-0509161200.html
https://mobile.twitter.com/siyarrkocgiri11/status/773274867802267648 Ahahaha 😀
bayramdan sonra çıkacakmış. Propagğanda yayınlarından.
1. Yaşınızın ilerliyor oluşu nedeniyle, artık vücudunuzun müsaade etmediği, kısıtladığı özellikleriniz var mı? Birkaçını yazar mısınız?
2. Olumlu yansımaları da var mı? Birkaçını yazar mısınız?
Yok.
Gün Abi,
Size göre, “asıl devrim = eşitlik ve özgürlük”.
Eşitlik ve özgürlük günümüz egemen liberal demokrasisinin de temel taşı. Benim sorum bu sözlerin asıl devrimdeki asıl anlamları üzerine.
1. Devrim olduktan sonra özgürler, özgürlüklerine kullanarak eşit olmak istemezlerse ne olacak?
2. Eşitlik görecedir. Asıl devrimden sonra eşitlik neye göre olacak? Ölçek veya kıstas ne olacak?
Merhaba Gün abi. Uzun süredir kafamı kurcalayan bir soru var. Aleviler ilgili. Mesela Türk/Türkiye solu kürt sorunu konusunda çok duyarlıdır ( solun büyük bölümü diyelim). Haklı olarak da
Keza Ermeni meselesinde de öyle vb konularda. Ama mesele sözkonusu Alevilerin mağduriyeti olunca bu sanki biraz geri planda kalıyor gibime geliyor. Bence Aleviler ülkenin en mağdur kesimi. Mesela senin sayfada bile sadece bir yazı var ki o da yeni eklendi. Bilmiyorum katılıyor musun ? Neden böyle oluyor.
Bana pek öyle gelmiyor. Solun %80’i Alevilere dayanır. Yani alevi sol, sol da alevidir. Belki şu olabilir: Sol Alevilikle çok içli dışlı olduğundan Alevici gibi görünmekten çekiniyor olabilir.
Eşitlikten ne anladığımıza bağlı. Eşitlikten anlaşılması gereken, sömürünün olmadığı bir toplumdur. Eğer artı-emek ortadan kalkarsa (ki bu bir anda pek mümkün değildir) o toplumda ekonomik anlamda sömürü kalkmış demektir. Elbette yüzyıllara dayanan ve neredeyse kalıtımsal hale gelmiş eşitsizlik kalıntıları uzun süre devam edecektir. Burada önemli nokta sömürünün kalkmış olmasıdır. Kısacası ölçek, sömürüsüz bir toplumdur. “Ben sömürüyü devam ettirmek istiyorum” diyen eğer çalıştıracak ücretli işçi bulursa elbette yapabilir ama ücretli emeğin ilga edildiği ya da ortadan kalktığı bir toplumda ücretli işçi bulmak bir hayli zor olacaktır.
Bir anarşist tarihçinin Avrupa keşifler tarihinde Afrika batı kıyısında Portekizlerin yerlilere renkli boncuklar verip altın ve diğer değerli taş alışlarında kazananların yerliler olduğunu yazmış. Keşiflerin medeniyet, bilim, ekonomi, teknoloji gelişmesinde ve hatta devrimler ve ilerlemelere yol açmasında büyük bir işlevi olduğu göz önüne alındığında bu tarihçinin ne demek istediğini anlamadım.
Size göre ne demek istemiş?
osman saffet arolatI tanirmisiniz?
okumam lazım.
FKF’den tanırım.
Ursula k.le guin in okudugunuz ve tavsiye edebileceginiz bir kitabi var mi?
Mülksüzler romanını tavsiye ederim.
Belediyelere atanan kayyim hakkinda ne dusunuyorsunuz?
Gün Abi,
Tarihte artı-ürün olduğu halde sömürü olmayan toplumlar var mı?
Modern toplumlarda asıl devrim olduktan sonra hangi kurum “ilga etme” yetkisine sahip olacak? Bu yetkisini nasıl uygulayacak?
Bir düzeltme (belki).
O kitaın adı 2mülksüzler1 değil “sahipsizler” olsa daha uygun düşer.
soygunculuk ve gaspçılık.
Devrim olduktan “sonra” diye bir şey yok. Devrim sürekli bir oluş halidir. Dolayısıyla kadir-i mutlak bir kurum söz konusu değildir.
belki de.
Bireysel kurtuluş çabaları toplumsal kurtuluşa götürebilir mi? Yani her birey kendini kurtarmaya çalışsa, ve bu giderek genele yayılsa?
“Kendini kurtarma” kavramı genelde bencillikle özdeşleştirilir. Oysa kendini kurtarmaya çalışan kişi kendisine zarar gelmesinden çekindiğinden başkalarına da zarar vermekten çekinir. Apolitik olduğu için başkalarını yönetme, yükselme, güç tutkusu, ideolojik bağnazlığı, tarafgirliği olmaz. Popüler kültürden uzak olduğundan şan-şöhret, ün, popülerlik tutkusu olmaz.
Geçimi ve bazı ikincil-sosyal-kültürel ihtiyaçları dışında masrafları azdır. Para, zenginlik, mal-mülk hırsı olmaz, azla -veya kendine yetecek kadarla yetinir. Tüketim ekonomisine katkıda bulunmaz.
Böylelerinin genelde otomobil merakları ya da maddi imkansızlıktan otomobilleri de olmadığından ve onun yerine toplu taşıma gibi yolları tercih ettiklerinden trafik, çevre gibi sorunlara katkıları da nispeten azdır.
Bunlar ilk akla gelen örnekler. Bunlara başka şeyler de eklenebilir.
Siz ne dersiniz? Kurtuluş tek tek bireylerin bilinçlenmesinden ve bunun genele yayılmasından mı geçer yoksa?
Bu da yollardan biri.
Gün abi selamlar,abi 21 yaşındayım sola yakın bir duruş sergilemeye çalışıyorum ve 3 senedir vejeteryan olma çabaları içerisindeyim.malumunuz bugün ‘kurban’ın başlangıcı.sıkıntı şu abi ben kendisini chpli olarak tanımlayan namaz kılan,kurban kesen bir ailede büyüdüm.3 senedir bu kurban kesme şöleninden kaçmaya -ailem ne kadar böyle desede ben bunu bir ‘kurtuluş’olarak görüyorum.-calısıyorum.büyüdüğüm çevre,şuana kadarki arkadaşlarımın birçoğu muhafazakar kesimden.Arkadaşlar arasındaki bu dini sohbetlerden çekimser kalmaya çalıştım,bazı zamanlar fikrimi söylediğimde ise şaka yaptığım düşünüldü ki halen böyle.Şuan yakın arkadaşım diyebileceğim kişi namaz kılmam konusunda pek ısrarcı her seferinde yumuşak bir dille geri çevirsemde pek ikna edici olmadı sanırım.acıkcası böyle bir ortamdan nasıl sıyrıldığımı bilmiyorum.arada kaldım ne yapacağımı bilemez oldum.
öyle arada kalarak olmaz bu işler karde
im. Bunu genel olarak, senin kişiliğin açısından söylüyorum. Net, açık bir kişilik her zaman, kim olursa olsun saygı uyandırır. Namaz kılmak istemiyorsan bunu açıkça beyan etmelisin. Hatta fikrini de söylemelisin. Örneğin, önünde secde edilmesini isteyen bir Tanrı gerçekten varsa, bu tanrının pek de saygıdeğer biri olmadığını beyan etmelisin. Her konuda böyle bir tiutum almalısın.
Gün abi yeni kitap mı çıkıyor?ismi ne?tanıtım günleri ne zaman nerde?
yeni kitap olarar Anarşizme Kenar Notları var. Propaganda yayınlarından ekitap olarak çıkacak bayram sonrası.
Aponun açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
bence Apo’da bir değişiklik yok. Ama değişiklik iktidarda.
1518 no’da değinilen konuyla ilgili:
https://eksisozluk.com/entry/21421071
Gün abi,sokakta mendil satmaya,dilenmeye zorlanan çocuklara para vermek,yardımda bulmak onlar için iyi mi olur kötü mü?kötülükten kastım para kazanmaya başlayan çocuga baskı yapanların işine yarayıpta cocugu daha çok mu sokaklara salar?
Yardım isteyen herkese elden geldiğince yardım edilmelidir.
68 kusagından yakın arkadaşlarınız kimlerdi??
Ömer Laçiner Emin Çölaşan için “faşizan bir gazetecidir” demişti bir röportajında, katılıyor musunuz?
Çölaşan’ın Hürriyet’ten kovulduğu sıralarda SKY Türk kanalından Nagihan Alçı ile şimdi unuttuğum bir adamın sorularını yanıtlamıştı.
“Faşizan da olsa mağdur edilmesine karşı çıkmak gerekmez mi?” diye sorulunca “tabii ki” demişti.
Gerçi siz ne dersiniz bilmem ama mağdur edildiği de söylenemez bence.
kimi merak ettin?
katılmıyorum. Her önüne gelene faşist ya da faşizan demek doğru değil. Emin Çölaşan, devletçi bir ulusalcıdır. Hiç okumam kendisini, o ayrı.
Tarık akan için düzenlenecek olan törene katılacak mısınız?
Gün Abi,
Kendimi biraz Sokrates’den de bilgisiz görmeye başladım. Cevaplar çok şaşırtıcı:
Burjuva devrimi olmamış;
Devrimler “sonra yozlaşmış”, ama, ” Devrim olduktan ‘sonra’ diye bir şey yok”;
Devrim, “aynı ırmağa iki defa girilmez” lafının kısa adı gibi. Devrim hem “önce” hem “sonra” devamlı oluyor (ama hep yozlaşıyor);
Devrim, doğadaki evrimin bir çeşit toplum tarihine yansısı: bir çeşit neo- sosyal darvinizim. Hareketsiz dünyada varlıklar olamayacağından, var olmak devrim olmuş oluyor. Kaosun karşıtı.
Burjuva devrimi düsturu “eşitlik, özgürlük, kardeşlikten” kardeşiliği çıkarmanız.
Aklımı karıştıranların dahası da var. Şimdilik bir sorumu tekrarlamakla yetineceğm.
Tarihte devrim yapmadan eşitlik, özgürlük, kardeşlik (daha doğrusu akrabalık) düzeni içinde yaşamış toplumlar var mı?
camiye gitmiyorum.
vardır.
Gün Abi,
1. Lütfen devrim yapmadan işitlik, özgürlük ve kardeşlik içinde yaşayanlardan bazı örnekler verir misiniz?
2. Bu toplumlar daha önce saydığınız büyük ama yozlaşmış devrimlerden sonra mı yoksa önce mi var oldular?
önce.
Gün Abi,
Dünyanın birçok yerlerinde kargaşılık ve gaddarlıktan kaçanların eşitlik ve özgürlük yaşadıkları toplumların varlığı bilinir. Kısa bir süre öncesine kadar büyük devrimlerden birini yapan Amerika’da “böyle bir şey burada olamaz” inancı egemendi. Ne var ki, son zamanlarda kaçan siyah köleler, yerli kızılderililer ve onlara katılmayı devrimi beklemeye tercih eden beyazlardan oluşan erişilmez bataklıklarda bu tip toplumların varlığı ortaya çıktı. En azından iç savaşın sonuna (1865), yani büyük devrimlerin çoğundan sonraya kadar.
J. C. Scott “The Art of Not Being Governed” kitabında zamanımızda eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan toplumları işler.
Yüzlerce daha “önce” ve “sonra” örnekler var.
Siz sadece “önce”, dediniz. Sizin geniş bilginizden dolayı kendimden şüpheye düştüm, bir yanlışım olduğunu düşündüm.
Yukarıda saydıklarım neden ” asıl devrim = eşitlik ve özgürlük” toplumları olmuyor?
Lütfen “önce”olan somut örnekler veriniz ki hatamı anlayayım.
Selamlar,
1967′ nin Haziranına dönseniz, ” lan en iyisi şunu da yapayım!” diyeceğiniz , neyi yapardınız?
zekâsı ve yetenekleri oldukça sınırlı biri olduğumdan bugün bile edebiyat ve devrimcilik dışında yapabileceğim pek bir şey olduğunu düşünmüyorum.
anlayamazsın.
Dün dündür, bugün bugündür, sözünü sadece siyaset babında değil, yaşama amacı olarak belleyen insanlar da vardır. Buna kısaca “an”cılık diyelim.
“An”ı yaşa, gerisini boşver, mottosu hakkındaki görüşleriniz nedir?
“An”cı mısınız?
Düşüncelerinizi, gündelik faaliyetlerinizi, plân ve eylemlerinizi “an”a göre mi karar verirsiniz?
Kısa değil, açıklamanızı biraz geniş tutarak cevabınızı yazar mısınız?
Ancı değil, kendiliğindenciyim. Hayatın kendiliğinden dinamiklerine ve dengelerine inanırım.
Gün ancı değil fırsatçı. Anarşistlikten vazgeçmiş galiba. Düzenlerin kendi kendine dengeye geldiğini ileri süren en son modalardan biri cafcaflı “dinamik sistemler teorisinin” satıcılığını yapıyor. Son 7-8 bin yıl kendiliğinden dengesiz bir düzenin süregeldiğini hasıraltı etmiş. Her modern meta satıcısı gibi sattığının ne olduğu umurunda değil, önemli olan satmak, modalara uymak.
Sigaraya devam mı?
Gün abi sevgi soysalın yıldırım bölge kadınlar koğuşunda ülker diye bahsettiği kişi kim?
https://mobile.twitter.com/tahresrak/status/778351909027581952 Abi yayalım,destek olalım
şu anda kitap yanımda yok. Bakmam lazım.
bıraktım.
Gün Abi,
Anlamayacağımı tahmininizde haklısınız. Anlamadığım şu: size göre doğada durmaksızın değişmelerin adı evrim, toplumda aynı şeyin adı devrim. Sanki “allahın” adı değişmiş, sanki yerine “olan olmuş” adını takılmış. Olmuş olanların dışında düşünmek imkansız, her şeyi her zamanı kapsıyor. Hatta başka türlü olsa da bu evrensel değişme “olmuş oluyor”. Hatta olan ümit edildiği gibi çıkmazsa bu defa da “yozlaşmış” oluyor. Ya yapanlar hazır değildi veya şartlar hazır değildi gibi yalanlanması imkansız bir nedenle açıklanıyor. Bu da biraz o eski allahın aynada yansısı şeytanın işi oluyor. İşte benim anlamada çektiğim zorluğun kaynağı bu.
Diğer bir anlamadığım da devrim yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanların hangi devrimi yaptıkları.
Benzetmeleriniz, soyut öz özet cevaplarınız bu konularda acemi olduğumdan sayısız yorumlamalar yapmama neden oluyor.
Ama ümitsiz değilim. Eğer somut örnekler verirseniz anlamamın daha kolay olacağına inanıyorum.
Devrim veya yaptıktan sonra yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan medeni toplumlardan örnekler verir misiniz?
Kafka, Şato…
Sizce,insan ve toplum sağlığına zarar veren uyuşturucu sigara ve alkol ile nasıl mücadele edilmeli?
Yaşantısı,fikirleri ile sizi etkileyen biri var mı?
mücadeleye gerek yok.
çok var
birkaç tane örnek vermenizi istesem?
Tolstoy
Sayın Gün Abi,
Marksist-Leninist görüşte sanat sınıfsız toplumun gerçekleştirilmesine yönelik bir araç olmalı. Bu yorum sadece komünist ülkelerde değil Yeni Sol eleştirmenler arasında da savunulur. Marksist-Leninist görüş, bir yandan, kendisinin burjuvalar elinde mağduriyetinden gerekli sonuçlara varmadığından Kafka’yı şiddetli suçlar; diğer yandan, Kafka kahramanlarının proleter kavgası niteliklerini över. Bu övgüye Batı ilerici kesimler de katılır.
Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.
“Kafka, Şato … “, cevabınız, uzun bir Marksist-Leninist geçmişiniz, devrimci olmanız, sizin Batı ilerici kesimden biri olduğunuzu kanıtlıyor.
Ben “Şato” kitabının işgüzarlara övme veya yerme fırsatı sağladığını gördüm. Eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan toplumlar değil tersini yaşayan toplumların hikayesi.
Devrim konusunda büyük bir bilgi birikiniz var. Lütfen bana devrim yapmadan devrim = eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanlardan örnekler verir misiniz?
“Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesi…
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için. Kötü niyetli olduğunu düşündüğüm için sorularına cevap vermiyordum. Haklıymışım.
Abi turkiyedeki en aktif anarsist orgutlenmeler hangileridir
Gün Abi,
İnsan niyetleriyle değil yaptıklarıyla yargılanır. En katı yasalar bile niyeti yargılamaktan kaçınır. Her neyse.
Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” ve cevabınız:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Amacım sizin dikkatinizi eşitlik ve özgürlüğünü kaybedenlerin yeniden ele geçirmeleri hevesi içinde böyle bir sorunu olmayan toplumları da artlarından sürükleme, kendilerini üstün görme tehlikesine uyarmak. Telefon, okul, yazı, endüstri, gazete, medya, televizyon, hastane, üretim ve benzeri binlerce kurum ve araçları kendilerini eşitsizlik ve köleliğe neden oldular veya diğer eşitsizlik ve kölelik araçlarından ayıklamak hemen hemen imkansız. Devrimciler içinde bulundukları ama yanlış veya yozlaşmış ellerde olan bu kurum ve araçlardan yoksun yaşamanın imkansızlık inanç çılgınlıklarını diğerlerine dayatabilirler.
Konuyu başka noktalarda odaklaştırmak, buna dikkat çekenleri farklı devrimci yaftalar takarak dil çabukluğu yapmak ve kendi sorunlarını “tüm insanlık” adıyla evrenselleştirmek, bu dayatmanın nerdeyse bilinçaltı olduğunu gösterir. Tarihte bu defalarca oldu.
Bir örnek vereyim: Sovyetler –Ruslar, İngilizler, ABD, Fransa gibi ülkelerin deniz dibine attıkları nükleer kalıntılar tüm dünyayı yok edebilir. Evrenselleştirme mi? “enerji lazım, elektrik lazım, konut lazım, yiyecek lazım, …”
Buna benzer milyonlarca örnekler var. Niyetim eskiden beri bilinen bu “hubris”e uyarmak.
Sizden istediğim devrim yapmadan eşitlik ve özgürlük içinde yaşayanlar örnekleri. Bu toplumların varlık tarihleri önemli değil. Hatta zamanımızda varlar.
Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!
Lütfen yayınlayın. Beni kötü niyetliklikle suçladınız ben de yanlış olduğunu savundum.
Gün Abi,
Ben sizden büyük ve önemli örnekler beklemiyorum. Tarih kazananlar tarafından yazıldığından, örnekler yazılı tarihte önemsiz, dikkate değmez, hatta siz ve size benzer devrimciler için düşünmeye bile değmez olabilir. Ben devrim yapmadan özgür, eşit yaşayanları hayli önemli buluyorum. Ben size eve yakın bir örnek vereyim. İbn-i Haldun daha güzel anlatır ama olsun.
Muhammed müminlerine:
“… bedevilere dikkat edin, inanır gibi görünürler ama inanmazlar …”, dedi.
İslamlığın en şaşaalı ilk devirlerinde (ilk 2-3 yüz yıl) saray şairleri özgürlüğü bedevilerin çağrışımı yaparak dile getirirlerdi. Bedevilerde ücretli işçilik olmadığından eşitlik olduğunu varsayabiliriz. Düzen kan ilişkilerine dayandığından kardeşilik de var. Kısacası devrim yapmadan sizin “asıl devrimi” yapmışlar gibi.
Daha da önemlisi, zamanımız devrimcilerinden farklı olarak, saray şairleri asıl kimlerin kafese sokulmadığını biliyorlardı.
Siz böyle örnekler verseniz sizi daha iyi anlama imkanım olacağını sanıyorum.
aktif derken ne demek istiyorsun?
Sayın Gün Zileli
“1541 asıl devrim = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül 16” ve “1543 asıl devrim = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül 16” yorumlarımda anlama sorunu olabilir. Sizler gibi araç ve gereçler içinde doğmuş büyümüş modern devrimciler ihtiyaçlarını “insan ihtiyaçları” olarak evrenselleştirebilirler. “İnsan’a”, enerji gerek, elektrik gerek, çocuklara okul gerek, yazı gerek, kitap gerek, facebook gerek, televizyon gerek, uçak gerek, gemi gerek gibi sonsuza dek ihtiyaçlarının dünyayı ve diğer insanları yok etmeye mahkûm edeceklerini görmeyebilirler. Sizin “devrimden sonra” yozlaşma veya yozlaşmama da buna güzel bir örnek. Devrimi yapanlar bir ayrıcalık kazanma coşkunluğu içinde “akıl yürütme ve mantıklı olma” safsatasını “İnsan İhtiyaçları” safsatası gibi evrenselleştirebilirler.
Bu ihtiyaçların kendilerinin eşitsizlik ve köleliğe neden oldukları veya olmadıkları kanıtı imkânsız olduğu gibi, diğer nedenlerden ayıklanması da olanaksız.
Her neyse. Bunlar asıl devrimciler için hikâye.
Beni kötü niyetlilikle itham ettiniz. Ama ben haklıymışım:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”, dediniz.
Sömürü rengârenk modern devrimciler kadar çeşitlidir. Kendini dev aynasında görenler tarih boyunca etrafındaki enayilerin hislerini sömürdüler.
Soru: Sayın eşitlik isteyen, Gün Zileli, hatanızı kabul edecek misiniz? Özür dileyecek misiniz?
Sayın Gün Zileli,
İyi niyet kötü niyet, anlamak anlamamak sık sık olmakta. Modernlere göre bu bir iletişim sorunu. Ben nedenini enayi sayısının artışı ve dolandırıcıların güçlenmesinde buluyorum. Devletler gittikçe güçlenmekte ve karnı doymuş vatandaş sayısı gittikçe artmakta. Kitap yazarları futbolcular gibi gittikçe daha becerikli, okuyan ve seyirciler gittikçe daha çok enayileşmekte.
Anlamaya iki örnek:
1. 19. yüz yılda, Büyük Fransız Devrim’inin temsilcileri halinden memnun fakirleri çalışkan etmek için fakir mahallelerde kira ve yiyecek fiyatlarını arttırdılar. TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİ’NİN en büyük temsilcisinin “Sovyet + elektrik” düsturunu benden daha iyi bilirsiniz.
Siz modern devrimcilerin benzerlerini yapmanıza “devrimden sonra yozlaşma” adını vermektense yukarıdaki örneğin modern biçimini bilmek daha yaralı gibi.
2. Amazon ormanlarında kauçuk çıkaran şirketler çalıştırdıkları yerlilere “hakkıyla” ücret vermediklerini öğrenen devlet parlamentosu oraya bir memur gönderir. Memur yerlilerin ücretini iki misline çıkarmak ister. Yerliler ücretlerini iki misline çıkarmaktansa, çalışma sürelerini yarıma indirmeyi isterler.
Not: Memur devletinin parlamento üyelerinin bunu ANLAMAYACAKLARINI bildiğinden raporuna eklemez.
Siz modern devrimcilerin benzerlerini yapmanıza “devrimden sonra yozlaşma” adını vermektense yukarıdaki örneğin modern biçimini bilmek daha yaralı gibi.
Eğer bu iki örnek dediklerimi anlamaya yetmezse, M. Sahlins’ın ” The Western Illusion of Human Nature” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Çünkü siz modern devrimcilerin bilinçaltı modeliniz Batı dünyası dünya görüşüdür.
Soru: Beni kötü niyetle suçladığınız için özür dileyecek misiniz?
Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” sorusuna Gün Zileli şu cevabı verir.
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Sonra da,
Gün Zileli aşağıdaki lafı eder.
“Eylül 23rd, 2016 at 18:58
“Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesi…
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.”
Şimdi de sanki dilini yutmuş gibi.
Hep ayni sineama, hep ayni enayileri şaşırma taktikleri.
“Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!”
Hep ayni sinema, hep ayni enayileri şaşırtma taktiği.
Tekrar edilen yorum bulundu; görünen o ki bu yorumu daha önceden zaten yapmışsınız!
Aktif demekle basını cektiginiz Zileli anarsist orgutu, Zeitgeist akımının basını ceken Joseph Peter’in orgutu gibi aktif demek istiyorum.
Merhaba Gün abi,
Siz gerçekten bu lafı geç bir tarihte, 2014’te, söylediniz mi?
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Çok merak ediyorum.
Hayatınızda hiç ağladınız mı?
En son ne zaman içli içli ağladınız? Mahsuru yoksa sebebini bizlerle paylaşır mısınız?
“iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.” Evet cümle buysa katılırım. Daha önceki aktardığınız cümle böyle değildi ve cımbızlanmıştı, ardına da sizin kendi yargılarınız katılmıştı. Bu yüzden böyle bir şey söylemediğimi söyledim. “Dünyanın en büyük devriminin bile iktidarcılık yüzünden yozlaştığını” anlatmak istemişim.
yukarıda açıklaması yapıldı.
yüreği olan her insan ağlar.
Sayın Gün Zileli,
1. Bu sayfada , “37 karpuzkafa777 23 Ocak 14 / 4pm” ve cevabınız:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”
Siz bu sayfada yukarıdaki soru-cevaba bakarsanız, “EĞER CÜMLE BUYSA” değil; CÜMLE BU, Sayın Gün Zileli. Bir göz atın yeter.
2. Gün Zileli, Eylül 23rd, 2016,: “Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.”
“TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri ” lafındaki devrim 1917 devrimi değil mi?
3. “1539 asıl devri = eşitlik ve özgürlük 23 Eylül” yazımdan bu konuya ilişki alıntı:
Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.
Gün Zileli Eylül 24th, 2016: “Dünyanın en büyük devriminin bile iktidarcılık yüzünden yozlaştığını” anlatmak istemişim. Bu cümlede 1917 devriminin DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVRİMİ olduğunu tekrar ve tekrar kabullenir ama “Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için” lafıyla çelişkiyi görmez gibi.
Yukarıdakiler benim hiçbir şeyi cımbızla çekmediğimi fazlasıyla sergiler ama cevabınız bu basit konuyu Kafkasımsı eder.
4. Gelelim eklediğim yargılara.
Yazımdan alıntı:
“Kafka emekçilerin kötü durumlarından yakındığı kitapçıklar yazdığı gibi, sizin deyişinizle “Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesini över ama bunun kasaplıkla sona erebileceğini sizden farklı çabucak sezer.”
Size yöneltilen soru ve cevabınız:
Anarşist Bayramı 7 Temmuz 16
Sn Gün Zileli,
Eskiden Leninist-Stalinist olduğunuz doğru mu?
Ne zaman anarşist oldunuz?
Gün Zileli
Temmuz 7th, 2016
Doğru. 1992 yılı sonunda anarşist oldum.
Kafka 1924’den önce (önce ve sonra uyanan sayısız çok diğer kimseler de var), siz 1992’de uyanmışsınız.
Bu mu benim eklediğim yargı? Çeviri ticaretinizden bir hatıra olan Gorter’in kitabının içerisini ne çabuk unutmuşsunuz. Rus sefillerini kendine alet eden Lenin’in tuzağına düşmeyenler oldu ama sizler 1990lara kadar uyanmadınız. Hatta bu cevaplarınız bile bana göre bu kara eski manipulatif mazinizden bir türlü kurtulmadığınızı apaçık gösterir.
Yukarıdakiler sizin “kötü niyet”, “cımbızla çekme”, gibi suçlamalarınız yanlış ve tamamıyla temelsiz olduğunu kanıtlar.”kendi yargınızı eklemek ” gerçekten çok tuhaf, uyanmamış olmanız benim yargım mı, gerçek mi ? Doğruyu konuşmak, yorum, yargı farkını bir yazar benden daha iyi bilir.
Özet ve sorum: Neden hatanızı kabul edip özür dilemiyorsunuz?
Kılık değiştirmişsin ama bir iki küçük açık verdiğin için yine de tanınıyorsun.
Bakıyorum, “Gün Zileli abi”den “Sayın Gün Zileli”ye terfi etmişim. Babam böyle demagoglar karşısında tek bir laf ederdi: “Doğrudur efendiiiiimmmm… Doğru-dur…”
Sayın Zileli,
Şu adreste “http://www.gunzileli.com/2015/05/28/diktatorluge-karsi-direnis-barikatina-bir-tas-da-sen-koy/” görüş yazılmasını şahsınız istemeyince, sayın pipsqueak veya DOPE, soru-cevap sayfanızdan size sorularını yöneltiyor.
Kendisinin demagog olduğunu düşünmüyoruz.
Samuel Butler ve Simone Weil başta olmak üzere, “kendisi ile eşit gördüğü” bu harikûlâde insanların aktardıklarını “ısrarla yanlış anlıyor.”
Fredy Perlman (1985’te kaybettik) ve David Watson, bugün sayın pipsqueak veya DOPE hakkında neler düşünürdü, öğrenmek isterdik doğrusu…
Kendisine; “1493 (4 Eylül 2016)” numaralı metnimizi yeniden okumasını öneriyoruz:
Eğer bir devrim olacaksa; “Zeitgeist akımı”nın devrimi körükleme işlevi var, devrime “öncülük etme” fantezisi yok. (Ek bilgi: Peter Joseph, lider-mider, “ulu şef”-“mulu şef”, falan-filan değil. Etten kemikten, “sıradan” bir insan.)
Devrimi, “insan”lar yapar; “teknoloji”ler değil.
Devrim(ler)in koşulları “yapay” & “artificial” oluşturulamaz.
=== Samuel Butler’ın yazdıklarını doğru anlayınız, kendinizi düzeltiniz: ===
‘Biz onlara karşı derhal ölüme dek bir savaş açılmasını düşünüyoruz. Her türünün iyiliğini isteyen her ve her türlü makineleri yok etmelidir. Hiç bir istisna tanınmamalıdır, hiçbir acıma gösterilmemelidir; ırkımızın ilk çağına, ilkelliğe dönülmelidir. Eğer bunun imkânsız olduğu ileri sürülürse, bu, sadece iş işten geçmiş, köleliğimiz gerçekten ve içtenlikle başlamış, yok edilmeleri gücümüz dışı mahlûklar yarattık, sadece köle değil köleliğimize mutlak boyun eğiyoruz demektir.’
‘Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.’
(1493 no’lu metnimizin devamında, Simone Weil’dan da mühim alıntılar var. Sayın pipsqueak veya DOPE zahmet eder de okursa, anlar.)
Sayın Zileli,
Vakit yaratabilirseniz, size de şu kitapları öneririz:
Kitap: Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme
Yazan: Johan Huizinga
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/homo-ludens/23319.html
Erewhon (Kyrhos Yayınları) = http://www.kitapyurdu.com/kitap/erewhon/297735.html
Erewhon’a İkinci Ziyaret (Kyrhos Yayınları) = http://www.kitapyurdu.com/kitap/erewhona-ikinci-ziyaret/317175.html
Bilinen ve Bilinmeyen Tanrı (Altınbilek Yayınları) = http://www.kitapyurdu.com/kitap/bilinen-ve-bilinmeyen-tanri/361216.html
Tüm İnsanlar Gibi (Epsilon Yayınları) = http://www.kitapyurdu.com/kitap/tum-insanlar-gibi/247346.html
Yazan: Samuel Butler
Eğer ilk önce bu 5 kitaba yoğunlaşırsanız, sayın pipsqueak veya DOPE’nin “hicvetme seansları”nı daha net idrak edersiniz.
Bu sayfa 1917 devrimine dünyanın en büyük devrimi dediğinizi kanıtlıyor. Ardından inkar etmişsiniz. Ve özür de dilemiyorsunuz.
Bize göre anarşist ilkelerinden en önemlilerinden biri hatasını ve hatasında doğan sorumluluğu üstlenmek.
Neden “asıl devrim = eşitlik ve özgürlük” rümuzlu arkadaşa karşı işi kişiliğe dökmeyle bu sorumluluktan kaçınıyorsunuz? Fikirleri mi önemli, kimliği mi?
Sayın 1553
“Peter Joseph, lider-mider, “ulu şef”-”mulu şef”, falan-filan değil. Etten kemikten, “sıradan” bir insan.”
Bizce Peter Joseph de Gün Zileli gibi yüksek zekalı, ve aynı Gün Zileli gibi körüklemede liderliğe yakışır bir kimse.
Biz de sizin gibi yıllardır onun fikirleriyle beslendik ama sizden farklı olarak insanların eşit doğmadıklarına inanıyoruz. Bize göre Peter Joseph ve Gün Zileli bize doğru yolu gösteren eşsiz liderler.
Sayın 1553,
Siz anarşistliği azla abartıyorsunuz. Anarşistlikte, diğer politika felsefelerinde olduğu gibi, eşitlik bazı ölçeklere göre tanımlanmıştır. Siz bile bazı iimleri huşu içinde ağzınıza alıyorsunuz. Peter Joseph ve Gün Zileli doğuştan lider kalitesinde insanlar. Bunların ardına takılmadan utanmaya gerek yok.
Büyük beyinler fikirleri tartışır, orta halliler olayları, küçük beyinler ise insanları.
Gün Zileli küçük beyin olmuş haberi yok. Yalanlarını yüzüne vuran insana “Kılık değiştirmişsin ama bir iki küçük açık verdiğin için yine de tanınıyorsun.” cevabıyla saldırıyor. Babasını bile yardıma çağırıyor.
Bu sayfada , “ karpuzkafa 23 Ocak 14 ”, Gün Zileli:
“… Marksizmin pratiği de bunu doğruluyor. iktidar, TARİHİN EN BÜYÜK DEVRİMİNE önderlik eden Bolşevikleri de yozlaştırmış ve devrimcilerden bürokratlara dönüştürmüştür.”, der.
Utanmadan bu sayfada inkar eder, Eylül 23rd, 2016, Gün Zileli:
“Tarihin En Büyük Devrimi” olan Bolşevik darbesi…
Ben hiçbir yerde tarihin en büyük devrimi demedim 1917 için.
5-6 bin yıl, uygarlıklar ( Fenike, Antik Yunan, Roma, Bizans, İslam, Osmanlı gibi) doğal kaynakları Güney ve KuzeyAmerikalar kadar zengin Afrika’nın salt kıyılarında kalmışlar, içeriye girmemişler. Avrupa bile uzun bir süre kıyılarda kaldı. Nedenini siz veya açıklayıcı bir eser biliyor musunuz?
1558’e
Çünkü insanlığın bütün tarihi (yani göçlerin, yerleşimlerin, uygarlığın gelişim yönü) Afrika’dan dünyanın diğer bölgelerine giden bir doğrultudadır. Kabaca şu aşamalardan geçtiğini söylemek mümkün;
Afrika (ilk insan toplumları) > Asya (ilk uygarlıklar) > Avrupa > Amerika (ABD)
Rusya ve Çin’in yayılması da unutulmamalı bugünlerde görüldüğü gibi. Fakat yine de dünyada başı halen ABD ve ardından Avrupa çekiyor.
Osmanlı -ve Arap, Moğol vb- gibi örnekler de konjonktürel ve geçiciydi. Zaten bu yüzden bugüne gelemedi. Bugün de Osmanlı bakiyesi ülkelerde yani Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve hatta Türkiye’de devam eden parçalanma süreci ve ABD-Rusya müdahaleleri bunun sonucu ve devamıdır.
Sn. Zileli, bu sitedeki kapitalizm tartışmaları -yani böyle bir sistemin gerçekte olup olmadığı ya da insan yapısı olmadan doğal bir şekilde gelişip gelişmediği- ile ilgili sizin bir görüşünüz var mı? Varsa söyleyebilir misiniz kısaca? Uzun da olabilir tabii, hatta bu konuda bir yazı yazarsanız çoğu kişinin ilgisini çeker. Aslında sol bu konuyu tartışmalı bence. Necip’in aklına gelen şeyler koca solun aklına gelmiyor.
mantık.
ya da mantık oyunu…
Size göre Marksizm doğru bir devrim teorisi mi? Doğruysa saptırma ne zaman başladı?
ekonomik ilişkilerle din,kültür, siyasetin nasıl bir ilişkisi var sizce ve ayrıca bu konuya dair okuyabileceğim bir kitap var mı önerebilir misiniz ? büyük dönüşüm adlı kitabı duymuştum okudunuz mu acaba?
Devrim teorisi diye bir şey olmaz. Marx, kapitalizmin oldukça doğru bir çözümlemesini yapmıştır, o kadar. Bunun dışında söylediklerinin (devrime ve geleceğin toplumuna ilişkin) çoğu doğal olarak yanlış çıkmıştır.
olmaz olur mu hiç.
“ekonomik ilişkilerle din,kültür, siyasetin nasıl bir ilişkisi var sizce ve ayrıca bu konuya dair okuyabileceğim bir kitap var mı önerebilir misiniz ?”
Şu kitaplarla başlamanızı öneririm:
“Ekonomi Politiğin İnsanı Kim’dir?”
Metin Sarfati
Derin Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/ekonomi-politigin-insani-kimdir/141275.html
“Taş Devri Ekonomisi”
Marshall Sahlins
BGST Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/tas-devri-ekonomisi/244301.html
“Borç: İlk 5000 Yıl”
David Graeber
Everest Yayınları
http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1454
“Küresel Çarkın Dışında Kalanlar: Tüketim Toplumundaki Yeni Fakirlik”
Kathrin Hartmann
Ayrıntı Yayınları
https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitap/kuresel-carkin-disinda-kalanlar/583
“İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum: Şirket İdeolojisi, Yönetsel İktidar ve Toplumsal Taciz”
Vincent de Gaulejac
Ayrıntı Yayınları
https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitap/isletme-hastaligina-tutulmus-toplum/553
“Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf”
Guy Standing
İletişim Yayınları
http://www.iletisim.com.tr/kitap/prekarya/8982#.V_Aepoh97Dc
“Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması”
Marshall Sahlins
BGST Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/batinin-insan-dogasi-yanilsamasi/275622.html
“Tarihsel Metaforlar ve Mitsel Gerçeklikler”
Marshall Sahlins
BGST Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/tarihsel-metaforlar-ve-mitsel-gerceklikler/352645.html
“İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi”
Prof. Dr. Gülten Kazgan
Remzi Kitabevi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/iktisadi-dusunce-veya-politik-iktisadin-evrimi/21797.html
“İktisadi Doktrinler Tarihi”
Mehmet Selik & Altuğ Yalçıntaş
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/889/Iktisadi+Doktrinler+Tarihi/
“Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi”
Prof. Dr. Gülten Kazgan
İstanbul Bilgi Ünv. Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/tanzimattan-21-yuzyila-turkiye-ekonomisi/45454.html
“Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009):
Ekonomi Politik Açısından Bir İrdeleme”
Prof. Dr. Gülten Kazgan
İstanbul Bilgi Ünv. Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiye-ekonomisinde-krizler-19292009-amp-ekonomi-politik-acisindan-bir-irdeleme/267755.html
“Liberalizmden Neo-liberalizme: Neo-liberalizmin Getirisi ve Götürüsü”
Prof. Dr. Gülten Kazgan
İstanbul Bilgi Ünv. Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/liberalizmden-neoliberalizme-neoliberalizmin-getirisi-ve-goturusu/393017.html
“İktisat Sadece İktisat Değildir”
Metin Sarfati
Efil Yayınevi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/iktisat-sadece-iktisat-degildir/371399.html
“İktisatta Yeni Yaklaşımlar”
Metin Sarfati & Ercan Eren
İletişim Yayınları
http://www.kitapyurdu.com/kitap/iktisatta-yeni-yaklasimlar/265400.html
“Liberalizmi Yeniden Düşünmek”
Burak Gürbüz & Hüseyin Özel & Metin Sarfati
Efil Yayınevi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/liberalizmi-yeniden-dusunmek/394886.html
“Büyük Açık; Kıyamet Çarkının İçinde”
Michael Lewis
Scala Yayıncılık
http://scalakitapci.com/kitaplar/ekonomi/dunya-ekonomisi/buyuk-acik-kiyamet-carkinin-icinde.html
“Yalancının Pokeri”
Michael Lewis
Scala Yayıncılık
http://scalakitapci.com/kitaplar/eslenmemis/yalancinin-pokeri.html
“Bumerang: Yeni Üçüncü Dünyaya Yolculuk”
Michael Lewis
Scala Yayıncılık
http://scalakitapci.com/kitaplar/ekonomi/ekonomi-diger/bumerang-yeni-ucuncu-dunyaya-yolculuk.html
“Hızlı Çocuklar: Bir Wall Street İsyanı”
Michael Lewis
Scala Yayıncılık
http://scalakitapci.com/kitaplar/ekonomi/hizli-cocuklar.html
“Marksist Değer Teorisi”
Mehmet Selik
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/1165/Marksist+Deger+Teorisi+/
“Kimlik İktisadı: Kimliklerimiz, İşimizi, Ücretimizi ve Refahımızı Nasıl Şekillendiriyor?”
George A. Akerlof & Rachel E. Kranton
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/1149/Kimlik+Iktisadi/
“Kültür ve Sanatın Politik Ekonomisi”
Doç. Dr. Sacit Hadi Akdede
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/178/Kultur+ve+Sanatin+Politik+Ekonomisi/
“Sanayileşmenin Gizli Tarihi”
Ha-Joon Chang & Çeviren: Emin Akçaoğlu
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/880/Sanayilesmenin+Gizli+Tarihi/
“İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı”
Prof. Dr. Hyman P. Minsky & Çeviren: Prof. Dr. Oğuz Esen
Efil Yayınevi
http://www.efilyayinevi.com/tr/urun/s/525/Istikrarsiz+Bir+Ekonominin+Istikrari/
kastetmek istediğim engels’in dediği gibi belirleyici olan en nihayetinde ekonomi mi sizcede? bunun aksini söyleyen antropolojik veriler var mı?
Sayın 1562,
“büyük dönüşüm adlı kitabı” Karl Polanyi 1944’de yazdı. Üretim (modern anlamda) ve pazar ekonomisinin bir eleştirisi. Aynı zamanda kapitalizm öncesi toplumlarda ekonominin düzenlenmesi üretim ve pazar yerine din, sosyal ilişkiler, gelenek, kültür ve dünya görüşü (örneğin zaman anlayışı, yaşam ve emek ayırımı yapma, özellikle üretim değil dağıtım. vb.) egemendi.
Diğer ve bence çok derin bir gözlem: “din toplumun aynasıdır.” Örneğin hemen hemen tüm devrimcilerin inandıkları din kapitalistlerin inandıkları dinle ayni: Üretim, endüstri, teknoloji insanları kurtaracak. En vahimi de doğayı güç ve zenginlik kaynağı algılaması, dünya görüşü zihniyeti.
Konuyu daha derinden incelemek isterseniz Polanyi’den esinlenen M. Sahlins’in “Taş devri; bolluk devri”; E. P. Thompson’un “Endüstriyel Kapitalizmde zaman ve emek disiplini”, C. Hills’in “Ters Dönmüş Dünya” gibi bazı kitaplara göz atabilirsiniz. Daha da ince eleştirilere göz atmak isterseniz, size diğer referanslar verebilirim.
Not: Eğer isterseniz yukarıdaki kitapları size gönderebilirim.
“Gün Zileli
Ekim 1st, 2016; Devrim teorisi diye bir şey olmaz. …”
TEORİ TANIMLARI:
Olgu ve olayları açıklamak için ileri sürülen düşünce veya düşünceler.
Özel bir konuyla ilgili genel ilkeler ve düşünceler.
DEVRİM TANIMLARI
Politik düzende temel veya kökten değişme. Özellikle idare edilenlerin hükümet veya hükümdarı alaşağı edip diğer bir düzen kurması.
Sosyoekonomik düzeni kökten değiştirmek için yapılan etkinlikler ve akımlar.
Sayın Zileli, bu tanımlara göre Marksizm bir devrim teorisi oluyor.
Sadece Komünist Manifesto bile bunu fazlasıyla doğrular.
Saygı ve tanınmış marksist http://monthlyreview.org/press-category/karl-marxs-theory-of-revolution-series/ sitesinde Hal Draper’in 5 cilt “Karl Marks’ın Devrim Teorisi” kitapları var. Hatta daha yakında E. P. Thompson’un ” Teorinin sefilliği ve diğer yazılar” kitabında Marksizm devrim teorisindeki yetersizlik veya daha doğrusu yoksulluğunu inceler. Daha çok örnekler de var ( hatta Alain Badiou bile devrim teorisyeni sayılır).
Sorum şu:
Sizin için bir teorinin yanlış çıkmasıyla yokluğu aynı mı acaba?
Sayın 1564,
Eskiden yukarıdakilere dil uzatanlar aforoz edilir veya yakılırdı.
Şimdi dahilere, bilgiçlere dil uzatır alay ederseniz iki tarafı keskin kılıç olan “ifade özgürlüğü” – “yasaklama özgürlüğü” ikizi modern özgürlüğe köstekleniyorsunuz.
Ama yine de şansımı bir deneyeyim. Daha da büyük dahilerden biri olan Engels’le (veya benzeri sakızı sürekli çiğneyen Marks’la da) alay edici bir şey söyleyeyim.
Eğer dahileri dinleyeceğinize etrafa bir göz atsanız, nihayette değil en başta ekonominin belirleyici olduğunu görebilirsiniz.
İnşallah sansüre uğramam.
Sayın 1564,
Eskiden yukarıdakilere dil uzatanlar aforoz ediler veya yakılırdı.
Şimdi dahilere, bilgiçlere dil uzatır alay ederseniz iki tarafı keskin kılıç olan “ifade özgürlüğü” – “yasaklama özgürlüğü” ikizi modern özgürlüğe köstekleniyorsunuz.
Ama yine de şansımı bir deneyeyim. Daha da büyük dahilerden biri olan Engels’le (veya benzeri sakızı sürekli çiğneyen Marks’la da) alay edici bir şey söyleyeyim.
Eğer dahileri dinleyeceğinize etrafa bir göz atsanız, nihayette değil en başta ekonominin belirleyici olduğunu görebilirsiniz.
İnşallah sansüre uğramam.
Ahmet Şık’ın değerlendirmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amerikaninsesi röportajı:
http://www.amerikaninsesi.com/a/ahmet-sik-darbe-girisiminin-siyasi-uzantisinin-akp-icinde-dusunuyorum/3528684.html
Mikrofon röportajı:
https://www.youtube.com/watch?v=PsQB8UyPIzs
Hayatın Sesi Televizyonu (Ne Yapmalı Nasıl Yapmalı Programı)
https://www.youtube.com/watch?v=sEq8H7tZP7o
Yol tv (Esas Mesele Programı)
https://www.youtube.com/watch?v=AWjZ8_0LNS4 1
https://www.youtube.com/watch?v=_w01dxFD7Wo 2
The Failed Coup in Turkey – Bostonbullular:
https://www.youtube.com/watch?v=7eGRL0lv_eU 1
https://www.youtube.com/watch?v=knctMCi2ZLI 2
https://www.youtube.com/watch?v=4wcZnPMKdIo 3
https://www.youtube.com/watch?v=1fIa2BwMTrQ 4
https://www.youtube.com/watch?v=ZHyEcX-_X9w 5
ertuğrul kürkçü ile aranız nasıl?en son ne zaman görüştünüz?
Gün abi Stalin ve Lenin le pek anlaşamıyorsun peki Marx ile aran nasıl?
Abi vaktinde hatırla sevgili diye bir dizi vardı izlemişmiydin?
Bugün çatışmada ölen şu askerle bir akrabalığınız var mı? Soyadınız benzer.
Van’ın Gürpınar ilçesinde PKK’lı teröristlerce menfeze tuzaklanmış el yapımı patlayıcının infilak ettirilmesi sonucu şehit olan 32 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Talha Emre Zileligil’in, Sivas’taki babaevinde yas var.
Örtülüpınar Mahallesi’ndeki baba ocağına sağlık ekipleriyle gelen askeri yetkililer, acı haberi şehidin babası Aydın ve annesi Zübeyde Zileligil’e verdi. Sivas Belediyesi ekipleri şehidin babaevine Türk bayrakları astı. Haberi alarak eve gelen şehidin bazı yakınları da gözyaşlarına hakim olamadı.
Mahalledeki bazı vatandaşların da evlerinin balkonuna ve camlarına Türk bayrağı astığı görüldü.
Şehit Jandarma Uzman Çavuş Talha Emre Zileligil’in eşinden boşandığı ve 4 yaşında bir kızının olduğu öğrenildi.
http://www.hurriyet.com.tr/vanda-hain-tuzak-1-sehit-40241773
yok.
birkaçını izledim.
Severim.
bigr yıl kadar önce.
iyidir.
Ömer Hayyam okur musunuz?
Muhsin Kızılkaya “Askerin görevi ölmek, bunun için maaş alıyor” demiş, katılıyor musunuz?
Yanlış hatırlamıyorsam Muhsin Kızılkaya’yı sert eleştiren bir yazı yazmıştınız (karıştırıyor olabilirim). Bu son sözleri nedeniyle devletçi-ulusalcı-militarist kesimin hedefinde doğal olarak (örneğin Sözcü paçavrası ve onun adını anmak istemediğim orducu-ırkçı yazarı). Bugün bu linç güruhuna karşı ona destek olmalı mı peki sizce?
Muhsin Kızılkaya’dan söz etmişken aklıma gelen bir şeyi paylaşayım.
Bir gazetenin sitesinde onunla ilgili bir habere yorum yapan bir yorumcu ona “Muhsin Metiner” demişti. Onun da Mehmet Metiner gibi AKP’yi desteklemesini kastederek. O zaman henüz AKP’nin milletvekili olmamıştı galiba.
Muhsin Kızılkaya’ya da, onu topa tuttuğunu söylediklerinize de karşıyım. Kimseye destek olmam.
Mustafa Yalçın ile görüşüyor musunuz?eskiler bir araya gelip toplanalım dediğiniz oluyor mu?
Melih cevdetin isanin guncesi kitabini okudunuzmu?
Abi Özgür Üniversiteye kayıtlar başlamış.20 yaşında birine katılmayı tavsiye edermisiniz?
tavsiye ederim
Okumadım
görüşmüyoruz. olmuyor.
Ikinci el zaman:kizil insanin sonu kitabini sovyetler birligi tarihine pekte hakim olmayan bana okumam icin tavsiye edermisuniz?yoksa sb tarihini ogreneyip geleyimmi?
kuvvetle tavsiye ederim. Şu sıra ben de onu okuyorum zaten.
Aşure yediniz mi? dürüst olunuz 🙂
Gün abi, ismail saymaz vaktinde ülkü ocaklarının fakir fukara meskeni olduğunu dertlerinin kan dökmek olmadığını söylemiş ve bugün bunu bir kez daha teyit etmiş.Siz bu ‘masum’ülkü ocakları hakkında ne düşünüyorsunuz?saymaz pekte masumane yaklaşmamış mı?
Gün hocam kaybedenlerin belleği kitabını yine olaya çok hakim olmayan bana tavsiye edermisiniz?
http://seslimeram.tumblr.com/post/152195801001/hayat-hakkının-lime-lime-edilmesi-yalın-bir Abi bunu bir okuyup,paylaşmanı isterim
Sizce Aleyna Tilki adındaki şarkıcı kıza 18 yaşından küçük olduğu için (2000 doğumlu/16 yaşındaymış) engeller çıkarılması doğru mu? (Ben doğru bulmasaydım bile bu iktidara karşı olduğumdan desteklerdim. Şimdi unuttuğum bir bakanın açıklamalarını okumuştum haberlerde)
AKP diktatörlüğü kağıttan kaplan mı?
sçma sorular sormasanız iyi olur.
fikrin tamamına bakmak lazım.
kuvvetle tavsiye ederim.
yazıyı mı paylaşayım istiyorsun?
olayı bilmiyorum.
eski terimleri bir yana bırakmak lazım. Bana kalırsa zayıf bir diktatörlük.
1585’de bahsedilen olay:
http://www.hurriyet.com.tr/valilik-aleyna-tilkinin-konserine-izin-vermedi-40255675
http://www.hurriyet.com.tr/popcu-gokselden-aleyna-tilkiye-destek-40257470
http://www.hurriyet.com.tr/aleyna-tilki-sahneden-kopmak-istemiyorum-40245847
http://www.hurriyet.com.tr/calisma-bakanindan-aleyna-tilki-aciklamasi-40260309
Bu arada hatırlarsanız Necip “Batı özentiliğini” eleştirdiği (sizin Sartre’la ilgili bir cümlenizden çıkmıştı tartışma) bir yorumunda “Yeteneksizsiniz” yarışmasından bahsederek orada çıkan “özentileri” hicvetmişti. Bu kız da o yarışma sayesinde adını duyurmuş. Demek ki Necip’in genellemesinin aksine bu programlar bazı “yetenekler”i ortaya çıkarabiliyor.
https://www.youtube.com/watch?v=GcGPedcPsOs
Sizce Kemalizm, yani bütün olarak Kemalist devlet, ideoloji, onu benimseyen bütün insanlar tamamen tarih olacak? Bugün Anadolu’da Bizans veya Antik Yunan’ı savunan kimsenin kalmaması gibi? Yoksa Osmanlıcıların hala olması gibi bunlar hep olacak mı?
“Ne zaman tamamen tarih olacak” şeklinde olacaktı.
Gun abi selam,
ISID son Diyarbakir’daki saldiriyi ustlenmisti. Sonra da TAK ustlendi. O saldirinin hedefi gercekten HDP’li siyasetcilerse, TAK bunu niye istesin? Icindeki MITciler mi yapmistir, bunlarin tespiti zor mudur? PKK mesela TAK ile iliskisini hic reddetmedi. Onlar, HDPli siyasetcilerin olmesini arzu eder mi? Etmezse, neden TAK’i tasfiye etmek mesela? Yoksa sizin hukumet ile PKK arasinda anlasma dediginiz seyden oturu mu, boyle karmasik bir durum ortaya cikti? O anlasmanin icerigi ne olabilir?
Su son saldiri benim kafami bayagi bir karistirdi. Bu konuda hukumet ile PKK anlasti diyen tek kisi sensin. Biraz daha etraflica ele alman mumkun olabilir mi? Kanit yok biliyorum ama sadece fikirlerini daha detayli ogrenmek isterim.
tam anlayamadım.
Bu anlaşma meselesini mekanik bir tarzda anlamamak gerekiyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra Öcalan’dan PKK’ye savaşa girişin talimatı gitti (tabii hükümet aracılığıyla) ve PKK bu talimata uydu. Buna uygun eylemlere girişti ve savaş çağrısına savaşla karşılık verdi. Bence hendekler siyaseti de bu anlaşmanın bir parçasıydı. Fakat daha sonraki süreçte pkk artık defacto başlamış savaşın gereklerini yapmaya başladı. Artık yaptıklarını yapmak zorundaydı, çünkü bir kere o yola girmişti. Gerçi bu durum da halen hükümetin işine gelmektedir. İşine gelmese Öcalan’ı çıkarıp konuşturur ve savaş bir anda sona erer. Kısacası, barış gerçekte Öcalan’ın iki dudağının arasındadır ama hükümet barış istemediği için Öcalan’ı konuşturmamaktadır. Tak’a gelince… kanımca bu bir taşeron örgüttür. Hem hükümetin hem de pkk’nin kullandığı bir taşeron örgüt. Son Diyarbakır patlamısını kanımca onlar yapmadı. Işıd yaptı ama hükümet pkk yaptı gibi göstermek için TAK’a bu açıklamayı yaptırdı.
Osmanlı dönemindeki Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil isyanını devrimci bir halk hareketi olarak mı görmek gerekir, modernleşmeye ve yeniliklere düşman gerici bir ayaklanma olarak mı?
Lale Devri’ni de halk yokluk çekerken sefahat süren devlet yöneticilerinin ve zengin sınıfların bir israf ve sömürü dönemi olarak görüp karşı mı çıkmalı, yoksa savaşçı/fetihçi Osmanlı toplumunun Avrupa ile bir barış dönemine girmesi, Batılılaşma ve modernleşme (dolayısıyla solun da savunduğu laikleşme) hareketlerinin ve reformların bir başlangıcı olarak görülüp olumlanmalı mı?
Artık bu yaptığından sonra da (gerçi şimdiye kadar yaptıkları yeter ama neyse) Perinçek bir daha “mağdur” edilse yine buna karşı çıkar mısınız? Veya daha önce -Ergenekon, İsviçre vb- bunu yaptığınız için pişman değil misiniz?
Sadece onunla sınırlı bir durum değil bu. İlker Başbuğ, Metin Feyzioğlu gibi benzerlerinin daha sonra nasıl tavırlar aldıklarını unutmayalım.
Böyleleri bir daha “mağdur” edildiğinde onları yine savunsanız, ardından yine aynı şeyleri yapsalar ve bu yüzden eleştirilseniz ne yanıt verirdiniz o zaman?
Yukarda 1585’te adı geçen şarkıcı kızla ilgili Milli Gazete’nin şu haberi -birçok yayını gibi- felaket değil mi?
http://www.milligazete.com.tr/konser_tilki%E2%80%99den_salon_meb%E2%80%99den/437349
Neyse ki böyle kafaların yapabileceği pek birşey yok artık bunları yazmak dışında.
Arada bunlara göz atıp ne dediklerine bir bakmalı. Çünkü bazı yazdıkları felaket. Örneğin Ş. Eygi’nin şu yazısının üçüncü satırı;
http://www.milligazete.com.tr/sorular_sorularsorular/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/31592
Daha önce bu nedenle suç duyurusunda bulunulmuş;
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/474939/Yandas_yazarin__tecavuz__yazisina_suc_duyurusu.html
Bunları görünce aklıma bir yazınızdaki şu tespitiniz geliyor;
“AKP diktatörlüğü, iktidarını konsolide edebilmek için, Gezi’den bu yana adeta bir kültürel savaş başlatarak, tamamen İslamcı-muhafazakâr kalelere çekilip kendini oralara hapsetmiş, dolayısıyla toplumun canlı kültürel dokusuyla arasına kalın duvarlar örmüştür. Muhafazakâr alt katmanlar kalabalık olabilir ama kültürel gerilikleri nedeniyle toplumun esas canlı dokusundan kopukturlar ve canlı dokudan kopan siyasi güçler önünde sonunda toplumun yönlendirici gücü olma şanslarını kaybederler.
Dolayısıyla AKP diktatörlüğüne çok uzun bir ömür biçmediğimi belirtmeliyim.”
http://www.gunzileli.com/2015/11/02/akpnin-iki-kurtaricisi-pkk-ve-mhp/
Başka bir yazar da Ş. Eygi’den yola çıkarak aynı tespiti yapmış;
“Bu tür adamların olması Kürtler için hem büyük şans hem de şanssızlık. Şans; çünkü gerçek alemden tamamen kopuklar. Karşınızdaki insan(lar)ın gerçek alemden kopukluğu sizi güçlü kılar. Şanssızlık; çünkü karşınızdaki mantık örgüsü realiteden kopuk olduğu oranda sonuçta zorunlu olan “barışmak” da aynı oranda güçleşir.”
http://hurbakis.net/content/teroru-bitirmek-icin-doguda-seriat-ilan-edilsin
mağdur durumda olan herkesi, her koşulda desteklerim.
ikisinden birini tercih etmek zorunda mıyız?
Unutmadan, adı geçen yazarın sarayda Erdoğan ile görüntüleri;
http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/34113/cumhurbaskanligi-sofrasinda-mill-mirasimiz-ve-gelecek-tasavvurumuz-temasi-ele-alindi.html
Belirttiğiniz gibi, bu iktidar toplumun canlı dokusundan kopuk geri kalabalıklara dayandığı için belirleyici güç olma konumunu gittikçe yitirecektir diye düşünüyorum.
Geçenlerde gündeme gelmişti, bizzat Erdoğan’ın propagandasını yaptığı “Diriliş Ertuğrul” gibi diziler kültürel açıdan geri kalabalıklara dayandıklarının başka bir örneği.
Gün abi sence tiyatronun bu gibi dönemlerde daha işlevsel bir hal alması mümkün mü..Yada sanatın deyip alanı açayım..Ve son dönemlerde ortadoğu eksenli oyunlar yapılıyor..Bunlar ezilmiş halkların yanında olmak adına yapılıyor gibi duruyor ama devlet kurumları konusu olunca altında siyasal iktidarın başka bir emeli var gibi..Sen ne düşünüyorsun..Bu tip ortdaoğu eksenli oyunlardan kazanç ne olabilir.
Beşiktaş saldırısını üstlenen TAK adlı örgütün devletin maşası olma ihtimali hakkında ne düşünüyorsun Gün abi? Çünkü ne zaman Erdoğan siyasi bir düğümle karşılaşsa bu örgütün üstlendiği eylemler “hızır” gibi yetişip düğümü kılıçla çözüyor gibi görünüyor. Tabi ki kılıçla çözülen düğümler yeni sorunları da beraberinde getiriyor ama 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında evlerin öldürülen polislerle başlayan savaş süreci, yine bu yıl yaşanan Ankara saldırıları ve en son Beşiktaş saldırısını bu çerçevede değerlendirebilir miyiz? Bu örgütün Türkiye’deki kontrgerilla faaliyetlerinin bir türevi olduğu şeklindeki görüş komplo teorisinden de öte bir şey ifade ediyor sanki…
Bu konuda şuraya da bakılabilir.
http://www.militan.net/?p=5785
PKK yöneticileri TAK’ın eylemlerini açıkça reddetmedikleri ve kınamadıkları sürece bu eylemlerin PKK’nın sırtında kalması kaçınılmazdır. Öte yandan, TAK denilen örgütün en üst düzeyde MİT ajanlarınca yönlendirildiğini düşünmek için oldukça sebep var.
“TAK kötü PKK iyi” vs “Yezhov kötü Stalin iyi”