Özellikle 1920’lerin ikinci yarısında Komintern’in ünlü bir sloganı vardı: “Sınıf sınıfa karşı”. Bu sloganla anlatılmak istenen, işçi sınıfının burjuvaziyle karşı karşıya geldiğiydi ama aslında sloganın daha da özel bir amacı vardı. Örneğin Almanya’da işçi sınıfını “temsil eden” Komünist Parti, burjuvaziyi “temsil eden” Sosyal Demokrat Parti’yle karşı karşıya gelmişti. Sınıf (proletarya) sınıfa (burjuvazi) karşı geldiğine göre, komünistler de sosyal demokratlarla karşı karşıya gelmişti. Dolayısıyla, iktidara yürüyen Nazilere karşı burjuvaziyi temsil eden sosyal demokrasiyle ittifak yapmak sınıf işbirliği anlamına gelirdi.
Ben, bu tarihi deyişi Türkiye’deki bugünkü duruma ilişkin ama çok daha farklı bir anlamda kullanacağım.
Özellikle büyük şehirlerdeki seçimlerde alınan sonuçlara baktığımız zaman aşağı yukarı net bir şekilde görebiliriz ki, işçi sınıfıyla burjuvaziden çok, işçi sınıfının iki, hatta üç farklı kesimi karşı karşıya gelmiştir. Bu üç farklı kesim bence şunlardır: 1. Beyaz yakalı işçiler; 2. Mavi yakalı işçiler; 3. Yakasız işçiler.
Eskiden Beyaz yakalı işçilere işçi sınıfının bir eklentisi, hatta Leninist bir kavram kullanılarak “işçi aristokrasisi” gözüyle bakılırdı. İşçi sınıfı denince esasen sanayi işçilerinin belkemiğini oluşturduğu mavi yakalı işçiler anlaşılırdı. Oysa günümüzde durum tersine dönmüştür. “Teknolojik devrim”in ve onunla bağlantılı bir şekilde uygulanan neokapitalist sistemin sonucu olarak, işçi sınıfının esasını eğitim düzeyi yüksek bir kesim, yani beyaz yakalı işçiler oluşturmaya başlamıştır. Hatta diyebiliriz ki, bu gelişmenin sonucunda, işçi sınıfının kültürden yoksun bırakılmış bir sınıf olduğu tezi de tarihin sayfalarına gömülmüştür. Öte yandan, bu kesimin, işçi sınıfının ayrıcalıklı tabakasını oluşturduğu durumlar da tarihin sayfalarına gömülmüştür, çünkü yaklaşık olarak otuz yıllık bir dönem içinde, toplumların sanayi toplumlarından teknoloji toplumlarına dönüşmesiyle beyaz yakalı kesim hem kalabalıklaşmış hem de üretimin belirleyici öznesi haline geldiği için sınıfın sömürülen esas bölümünü oluşturmaya başlamıştır. Sanıldığının tersine, beyaz yakalılar artık ayrıcalıklı değildir. Hem ücretleri mavi yakalıların epeyce altındadır, hem de mavi yakalıların geçmiş dönemlerde mücadeleyle elde ettikleri iş güvencesinden yoksundurlar (çoğu sözleşmeli işçidir). Yaptığı iş gereği yüksek eğitim almış bu kesim, işçi sınıfının en kültürlü bölümünü oluşturmaktadır ve bu yüksek kültürle düşük ücret ve düşük iş güvencesi bir araya geldiğinde neredeyse ateşle barut gibi bir toplumsal patlayıcı işlevi görmektedir. Bu kesim, çoğunlukla bir önceki alt burjuva kesimlerinin çocuklarıdır ve dolayısıyla, hem bu nedenle hem de kültürel özellikleri nedeniyle, dar gelirine rağmen şehir kültürünü daha fazla sindirmiş eski küçük burjuva semtlerinde (İstanbul’da, Beyoğlu, Kadıköy, Beşiktaş; Ankara’da, Çankaya, Yeni Mahalle) yaşama yolunu seçmiştir. Bu anlamda bu tür semtler, artık ağırlıklı olarak beyaz yakalı işçi semtleri olarak da görülebilir. Bu kesim, bugün toplumun canlı dokusunun en hareketli bölümünü oluşturur ve Gezi’nin de, Alevilerle birlikte temel bileşenini oluşturur.
Sanayi üretiminin gerilemesine paralel olarak, eski işçi sınıfının belkemiğini oluşturan mavi yakalı işçiler, bugün hâlâ işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturmakla birlikte sayısal oran olarak işçi sınıfının esasını oluşturmaktan çıkmıştır. Geleneksel işçi semtlerinde (Alibeyköy gibi) yaşayan bu kesim, sendikal mücadelelerle önemli ayrıcalıklar elde etmiştir ve bugün bu ayrıcalıklarını koruma mücadelesi vermektedir. Bu mücadeleyi verirken, ekonomik istikrarı bozacak ve kendi durumunu da istikrarsızlaştıracak çetin mücadelelere girmemeye özen göstermektedir. Elbette sendikalarını bir kalkan olarak savunmaktadır ama bu kalkanı, çok sıkışmadıkça siyasi iktidara karşı kullanmaktan yana değildir. Siyasi tutumu, kültürel yapısıyla da bağlantılı bir şekilde, ağırlıklı olarak siyasi iktidardan yanadır. Mavi yakalı işçilerin Gezi’ye fazla destek vermemesinin ve kendi oturduğu geleneksel semtlerinden iktidar partisi AKP’ye daha çok oy çıkmasının sebebi bu olsa gerek. Bu bağlamda, sınıfın beyaz yakalı kesimiyle mavi yakalı kesiminin karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz.
Ne var ki, bu karşı karşıya gelmede mavi yakalı işçiler yalnız değildir. Sınıfın içinde onların bir müttefiki daha vardır: Yakasız işçiler. Sanmıyorum ki bu deyim benden önce kullanılmış olsun, “yakasız işçiler”, kültürel olarak mavi yakalılara daha yakın olsalar da, ekonomik bakımdan, işçi sınıfının her iki kesimiyle de karşılaştırılamayacak ölçüde yoksul bölümünü oluştururlar. Bu kesim, yalnızca işçi sınıfının değil, toplumun da kenarlarında ve diplerinde, yani “uçurumun kenarında”, yoksulluk sınırında, asgari ücretle yaşamaya çalışan iş güvencesiz, sigortasız, tekstil işçileri, gündelikçiler, kenar semt kapıcıları, zengin sitelerde ya da işyerlerinde güvenlik görevlisi olarak çalışanlar, özel hastane hademeleri, günübirlik iş arayanlar, işsizler, seyyar satıcılar vb.’dir. Yaşadıkları semtler, büyük kentlerin dışa doğru genişleyen varoşlarıdır. Büyük bir kentte yaşamaktadırlar ama ne kültürel durumları ne de ücretleri bu büyük kentte yaşamalarını algılamaya olanak verir. Ezilmişin de ezilmişidirler. Borç harç içinde yaşayıp giderler. En büyük kaygıları, ekonominin daha da kötüye gidip bugünkü yoksul yaşam olanaklarının bile ellerinden kayıp gitmesidir. Bu yüzden bugün, ekonomik istikrarı koruduğunu ve kendilerine sosyal yardım sağladığını düşündükleri AKP’yi desteklemekte ve istikrarı bozduğunu düşündükleri beyaz yakalılara öfkelenmektedirler.
Marx, sınıf mücadelesinin tarihin motoru olduğunu söylemişti ama sanırım sınıfın kendi içinde de bir sınıf mücadelesi olabileceğini (o gün bunun koşulları olmadığından) öngörememişti.
Gün Zileli
1 Nisan 2014
Belki, çok büyük fabrikalarda çalışan işçiler üzerine bir düzeltme yapmak gerekebilir. Çünkü Gün Zileli onları da sendikalıların içine katmış. Ama çoğunluğu lise/teknik lise mezunu bir parça daha var ve bu parça açıkça mavi yakalı olduğu halde en hareketli parçalarla birlikte hareket ediyor.
Belki bir de, bu ayrımın üretken emek-üretken olmayan emek ayrımına hemen hemen denk geldiği üzerine birşeyler söylenebilir ama çok da dert değil. Dert olduğunda önemli olur belki.
Ama sonuçta şunu söylemem gerek. Sınıfı tekrar sınıf gibi hareket ettirebilmek için, yalnızca sınıfın hareketsiz katmanlarını harekete sevketmek işe yaramaz. Aynı zamanda sınıfın hareketli katmanlarını, çarpıtarak bastırdıklarını açığa çıkarmak da gerek. Adam patronuyla, müdürüyle mücadele etmek yerine, AKP’ye karşı mücadeleyi önüne koyuyor. Eğer o hareketli kısımları işyerlerinde örgütlenmeye, ağlar kurmaya sevkedebilirsek, bu örgütlenme örneğini toplumun diğer kesimlerine görütebilir, sunabilir ve hatta onları buna zorlayabiliriz.
Tamamen katılmakla birlikte bu değerlendirmede dinin işlevini de ciddiye almak gerektiğini düşünüyorum. Aleviler’in farkı, inanç sistemlerinin ve kültürlerinin direnişe uygun ve açık olması bence.
İlginç, tartışma açıcı bir yazı olmuş.
İşçi sınıfının tabiri caizse yaka modelleri üzerine istatistiki veriler eminim ulaşılabilirdir.
“AKP Devrinde İşçileşmenin Nicelik ve Niteliği…” başlıklı şu yazı bir giriş niteliğinde ve konuyla bir hayli ilgili:
http://mustafasonmez.net/?p=4066
GZ’nin yazısı hakkında ise şunları söyleyebilirim:
Beyaz yakalı, orta sınıf, hizmet sektörü gibi kavramların hepsi kısmen açıklayıcı kısmen ise kafa karıştırıcı.
Benim şu ana kadar gördüğüm hizmet sektörü için yapılan en isabetli tanım, metanın üretimi ile tüketiminin eşzamanlı ve tek bir süreç olarak gerçekleştiği üretimce karakterize olan sektör. Yani bu sektörde üretilen meta, önce üretilip sonra bir satış noktasında “rafa konup” alıcı beklemez, üretimi tüketim talebi ile tetiklenir ve üretildiği anda tüketilir.
Bankadaki yatırım danışmanı gelen paraya bakar, yatırım portföyüne karar verir, parayı aktarır. Hizmet üretim süreci parayı getiren müşteri ile diyalog ve bilgisayar başında işlemden oluşur. Bir başka örnek, üretici berber saç kesimi hizmetini ürettiği anda tüketici müşteri saç kesim hizmetini tüketmiş olur. Temizlik işçisi, işyerini temizler ve temizlik hizmeti üretildiği anda tüketilmiş olur. İşte bu üç örnek de hizmet sektörüne aittir.
Ancak ilk banka örneği iyi eğitimli ve iyi ücret alan beyaz yaka bir işçi tarafından, ikinci örnek tipik bir küçük burjuva tarafından (kendi dükkanında kendisi çalışan mahalle berberini kast ediyorum, büyük modern salon-kuaförleri değil), üçüncü örnek ise tam bir mavi yaka işçi tarafından gerçekleştirilir.
Dolayısıyla yaka tarzı ile sektör evet ilintili ama tam da birbirine karşılık gelen kavramlar değil.
Örneğin mavi yakalı sanayi işçisinin bir kısmının güzel ayrıcalıkları olabilir (otomotiv işçisi en klasik örnektir). Bunlar hem güneşi batmakta olan dönemin en ileri sektörü olması (ödün koparılabilecek yüksek kar oranları), hem de kollektif pazarlık gücünün kullanılmasına elverişli niteliği (fordizm altında yoğunlaşma vs.) dolayısıyla ortaya çıkmış kazanımlardır. Fakat nispi avantajlara karşın endüstrisizleşme sürecinde gelecekleri hiç de parlak değildir. Defansif bir yönelimde olmaları dediğiniz gibi buna bağlanabilir belki.
İşçi aristokrasisi de beyaz yakalıdan ziyade, bu ayrıcalıklı mavi yakalılar için kullanılır diye biliyorum (özellike gelişmiş ülkelerde iyi sendikalaşmış olanlar için). Sizin kast ettiğiniz hem ücretli olup hem üretim sürecinde söz sahibi olan beyaz yakalı ayrıcalıklı kesimi “profesyonel-yöneticisel sınıf” veya “koordinatör sınıf” daha çok ifade ediyor olabilir.
Mavi yakalıların önemli bir kısmı özellikle Türkiye gibi ülkelerde pek de ayrıcalıklı değil ve bana öyle geliyor ki beyaz yakalılar hala onlara kıyasla daha iyi bir yaşam standardına sahip.
Yakasız kavramı hoş bir kavram olmuş. İşçi sınıfının mavi yakalılarının en altındaki bir katmanı ile lümpen proletarya ve işsizler (sınıf-altı, “underclass” kesim??) arasında geçişen, aynı zamanda sanayi ve hizmet sektörü arasında da geçişen ancak kriminal kesimi dışarıda bırakan bir kesimi tarif ediyorsunuz gibi duruyor. “Ne iş olsa yaparım abi” kesimi de denilebilir buna.
Peki, işçi sınıfı içinde tüm bu katman ve kesim tespitleri şu soruyu örtük olarak gündeme getiriyor: Bunlardan bir kesim (sizin beyaz yakalılar olarak tariflediğiniz) öncü olabilir mi, olmalı mıdır sorusu, ve işçi sınıfının diğer kesimleri ile olan ilişkisi bu bağlamda nasıl olmalıdır sorusu. Marx, veya Marxistler de bu kesim ve katmanları görmüş, görmekle kalmayıp ileri sanayi proletaryasını işçi sınıfının öncü kesimi olarak özel bir konuma koymuşlar, örgütlenme faaliyetini en çok bu alana yöneltmişlerdir. Aynı akıl yürütme, yani hem artan nicelik hem de sektörün artan önemi, bugün bizi beyaz yakalılara bu rolü uygun görmeye götürebilir. Bunun için de birçok geçerli argüman öne sürmüşsünüz. Ancak bunun “sınıf içinde sınıf mücadelesi” raddesine götürülmesi ya intihar ya da yeni bir sınıflı toplumun ortaya çıkması ile trajedi olur. Bu sınıf içinde sınıf mücadelesi değil de sınıf içinde hegemoni, liderlik mücadelesi gibi görülebilir belki.
Uzun lafın kısası, önemli ve tartışılması gereken tespitler ortaya koymuşsunuz ancak bunun tercümesi bu sınıf analizini araçsallaştırarak AKP seçmeninden umudu kesmek ise buna katılmıyorum. “CeHaPe kafası”na doğru çubuğu bükmek çözüm değil bizi buraya getiren problemin parçası gibi geliyor bana. Saygılar.
Gün Hocam, “yakasız işçiler” dediğiniz katmanın literatürde bir ismi var; Prekarya
Okurunuzum ama sitenize ilk kez yazıyorum Gün ağabey.
“Yakasız işçiler” harika bir tabir olmuş. Tanımın sınırlarını da çok iyi çizmişsiniz. Tek güdüsü günü bir şekilde çıkarma olan bir kesimin, bulunduğu konumun cürmünü beyaz yakalı sınıfdaşlarına yüklemesi ve onlara karşı mavi yakalılarla ve hatta küçük esnafla ittifaka girmesi dikkat çekici. Sanırım bu konunun üstüne daha da gideceksiniz -ve bence gitmelisiniz.
Uğur ola.
sosyoekonomik indirgemecilik özgürlükçü anarşinin en büyük düşmanıdır. tüm totaliter düşünce sistemleri sosyolojik gerçeklerin tek boyutlu tahrifine ve istismarına dayanır.
anarşinin sloganı tüm potansiyeli içinde biyolojik ve kültürel sıradan insan olmalı.
ortaya koymaya çalıştıklarım elbette uzun tartışmaları gerektiriyor. Bu daha başlangıç diyelim. Hiçbir şey kesin değil. ancak bir naktayı belirteyim. Kesinlikle CHP’ye bükmek söz konusu değil. Olsa olsa Gezi’yle ortaya çıkan yeni durumları anlamaya çalışma çabası değiliz. Hepimizin katkılarıyla bazı sonuçlara varabileceğimize inanıyorum.
Gün bey, Mülayim Sert Beyin ifade ettiği hem ücretli olup hem üretim sürecinde söz sahibi olan beyaz yakalı ayrıcalıklı kesimin “profesyonel-yöneticisel sınıf” veya “koordinatör sınıf”ın yabancılaşma karşısındaki durumu da bana ilginç geliyor. Zira bu kesimin ürettiği ürüne yabancılaşamama aksine burjuvazi lehine daha fazla ürettiği metaya sahip çıktığını görüyoruz. “Kariyer” gailesi altında yarattığı değere oranla çok az maddi getirisi olduğu bildiği halde daha fazla sömürülmekten haz alan bir sınıf var ki, bu sınıfın bence en büyük özelliği televizyonlarda servis edilen ideoloji, hayat tarzı gibi etmenlerin hem üreticisi hem de aynı anda tüketicisi olmaları.
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/04/01/sinif-sinifa-karsi/#ixzz2xiDNXoeF
Gün hocam ellerinize sağlık. Türkiye’nin şu durumuna dair muhteşem bir sosyolojik özeti olmuş bu yazı. Aynı şekilde düşünüyorum. Hastalık tespit edildiğine göre sıra tedaviye geldi. “yakasız işçiler” ile “beyaz yakalı işçiler”in bu mücadelesi yada kardeş kavgası nasıl sonuçlanacak peki? Kapitalist sistemin bu tuzağına balıklama düşenler ne yapacak peki? Gezi’deki onurlu ayaklanmanın onların da mücadelesi olacağı nasıl anlatılacak bu insanlara? Tarihte çıkarılacak dersler elbette vardır ama tarihte bilmiyorsa bu sınıflar, ne yapmalı o zaman? Kafamda sorular. Ama ümitsizim ben. Ümidimi kaybetmeye başladım. Siz ne durumdasınız bilmiyorum, bunca yaşanmışlıklarınıza rağmen hala ümidinizi koruyabiliyor musunuz?
Tabii ki koruyorum. Ben böyle durumlara çok tanık oldum. Umutsuz olacak bir şey yok. Her şeyden önce, cumhuriyetçi aydınların Kürtleri ve yoksul halkı küçümseyen, “cahil” diye aşağılayan tutumunun AKP’ye büyük avantaj sağladığını söylemeliyim. Bu tutumla esaslı bir şekilde mücadele etmeli ve kendimizi bunlardan ayırmalıyız. Öte yandan ben “sınıf mücadelesi” derken adeta bir metafor yapmış oldum. Elbette sınıfın farklı kesimleri son tahlilde dayanışma içinde olacaktır. Bugünkü paradoksal durum eninde sonunda nihayete erecektir. Yakasız diye tanımladığım kesim bugün en muhafazakâr kesim gibi görünmesine rağmen aynı zamanda “tehlikeli” sınıftır. Yarın ekonomik kriz derinleştiğinde gemiden aşağı ilk yuvarlanacaklar onlardır. Bu yüzden de en yıkıcı kalkışmaların içinde yer alabileceklerdir. Bugünkü durum aldatıcı olmasın. Ulusalcıların elitist yakınmalarına da kulak asılmamalı. Sınıf eninde sonunda diktatörlere ve kendisini ezenlere karşı birleşecektir.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/tunc-sipahi/secimin-analizi-90356
“Elbette sınıfın farklı kesimleri son tahlilde dayanışma içinde olacaktır.”
Gun Zileli’nin bu ham hayaline, en nazik ses tonuyla, “Nah!” cekmek de vardi tabii; ama ayip olur.
Onu yerine, bir defaligina olsun aklini basina devsirmesini ve siniflarin kendi aralarindaki mucadelenin hic bir zaman bitmeyecegini, hic bir zaman (ciddiye alinacak bir sure icin) bir ittifaka donusmeyecegini, her firsatta birbirlerini satacaklarini gormesini soylemek isterim.
Fakat, bir faydasinin olmayacagini da biliyorum.
O yuzden, Allah sifa versin demekle yetiniyorum.
beyaz yakalı kesim de kendi içinde katmanlara ayırılıyor. en yüksek ücreti alan yönetici kesimi her daim patronun borazanı ve alt kademe beyaz yakalıların çıkarlarının da düşmanı konumundadır.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/uce-bolunmus-turkiye-90056
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/yildirim-koc/36763-yildirim-koc-siradan-bir-isci-nasil-davranir.html
Onlara beyaz yakalı değil de, AK yakalı diyelim isterseniz 🙂
Mavi yakalıları ve özellikle “yakasızları” iki tarafı keskin bıçağa benzetebiliriz. Toplumsal çelişmelerin bir devrimci-duruma zemin hazırlayacak ölçüde derinleştiği anlarda, işçi sınıfının bu sektörleri olası bir devrimin de karşıdevrimin de temel vurucu gücü olarak konumlanabilirler.
AKP-devletinin karşılaştığı ve etkileri hala sürmekte olan üçlü krize (dış politikada, Gezi’de ve 17 Aralık’ta) bu yıl bir de ekonomik kriz eklenecektir. Neoliberal birikim modelinin sürdürülemez hale geldiğini artık anaakım medyadaki burjuva iktisatçıları bile kabul etmektedir; öte yandan ne AKP ne de tekelci-burjuvazinin temsilcileri, neoliberalizm yerine daha uzun ömürlü ve “sosyal” bir modeli ikame etmeye de yanaşmamaktadır. Bu 3+1 başlı kriz ortamı devrimci-durum için nesnel zemin hazırlamakta ve mavi yakalılar ile “yakasızların” ekonomik durumunu daha da kötüleştirmektedir. Yani AKP’nin sadaka harcamalarının da temeli çökmektedir. Fakat AKP bu devrimci-durumu karşıdevrime dönüştürmek (daha doğrusu kendi karşıdevrim gündemini daha da derinleştirmek) için işçi sınıfının bu sektörlerini Türk-İslam kimliği temelinde konsolide ederek iç savaş çıkarmayı dahi göze almaktadır. Geç Osmanlı ve Türkiye tarihinde iç ve dış savaşlara, aynı zaman aralıklarında primitif-akümülasyonlar da eşlik etmektedir; krize karşı iktisadi bir çözümü olmayan (ve emperyalizm ile büyük sermaye tarafından üstü çizilmiş olan) AKP, iç savaş ve katliam ile kıyı illerinden servet transferi yapmayı düşünecek kadar çılgınlaşmış olabilir (dün Ermenilerin ve Rumların başına gelenler gibi). Bunu önlemek için, işçi sınıfının farklı sektörlerinin halihazırdaki kimlik/kültür/din ayrımlarını derinleştirecek politikalardan uzak durulmalıdır; bu üç sektörün de çıkarlarını aynı potada eriten bir program ve bütünlüklü bir toplumsal proje hazırlanmalıdır; bu program ve proje özellikle mavi yakalılar ile yakasızların Post-AKP dönemine yönelik kaygılarının yersiz olduğunu bilince çıkaran bir şekilde propaganda edilmelidir.
ne oldi?????osuruktan teyyare kampanyan yemeyince sınıfımı hatırladın çakma anarşist.bir önceki yazıda aşağıladığın toplumun en yoksullarına öncü olduğunu sanıp akıl verdin onlar ne dedi senin aklın seni bile taşımaya yetmez dedi güzelleme yaptıklarınCHP-MHP-CEMAAT-İP millici zillicilere değil kendi bildiğini okudu onlar bile bilir sistemin hizmetindekilerin hepsi aynı olduğunu kaderinin değişmeyeceğini ayrıca başka bir bildikleride olduğunu hatırlattı ama senin taş kafan almaz.dediki zilelinin güzelleme yaptıkları olası CHP-MHP-CEMAAT-İP iktidarında iç savaş çıkar ırkçı şöven iç savaş ayrıca bunlarda hırsızdır emekli maaşımı bile alamam diye korkmuş olup zileliyi dinlememiş olmasın bu gariban halk.iyisimi halkın oyunu bir zileligiller millici ulusalcıgillerin oyunu 4 saysak belki zileli muradına erer şimdide utanmadan ömründe yeni bir cümle kuramayan adam yakasız işçi diye uydurup benim icadım demeye getiren en devrimci öncü kendini sanan şu gariban halk varya en geridekinin bile sen zileli 50 yıl gerisindesin kalkmış o ceberrut sisteme rağmen ayakta kalabilen halka yakasız ak yakalı gibi aşağılama yapamasın işte bunu yaptığın bu olduğun için durumunu açıklıyor mahallene muhtar bile olamasın yaşadığın binada sohbet edip selamlaşacak ilişki kuramasın senin neslin tükenince yeni gezi nesli senin tam tersini yapıp başaracak utanmaz adam ne oldiiiii tatatava yapsana ???????
Evet tüm işci sendika başkanlarını sırf makam statü ugruna bu işcileri kullanmış ve satmıştır tarih tekürlerle dolu devrimin her an patlat verecek bu dünyamızda GEZİ ve onun gibi tüm halk direnişlerinde halkın görüşü ortaydı Seçim manifestosounda geçtigine göre insanların birlikte yaşayabilecegi otonomları tüm sorunlarmızı aşıp birlikte yaşayamız bir dünya için ugraşmalıyız(Anarşizm)
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/can-soyer/secimler-ve-bizim-taraf-90415
Gün abi tespitlerin muhteşem. Ben daha once yazmıştım devrimci musluman:) peki sana bir sorum var abi , eski milli görüş tabanını sınıfsal açıdan analiz etsen, nasıl bir sınıflandırma yapardın?
selam Mehmet kardeşim. Bu zor bir soru benim açımdan. Eğer milli görüşle bugünkü Saadet Partisi’ni kastediyorsan bu tahlili yapmak benim açımdan zor, çünkü bu kesimi çok az tanıyorum. sen verebilir misin bazı veriler.
http://mustafasonmez.net/?p=4201
Milli görüş tabancı derken eski refah partisi tabanını kasdediyorum , su an ki Saadet kitlesi baya küçük bir grup, eski kitleden geriye kalanlar . Daha çok yerli küçük esnaf diyebiliriz ayrıca islami yaşam tarzı ağır basan bir kitle . Söylem olarak da aklıma gelen “Adil Düzen” ve Ağır Sanayii Hamlesi .
mehmet, bunu tahlil edecek kadar bilgim yok. Ancak, eskiden beri Refah Partisi’nin orta anadolunun sunni-muhafazakar kesiminden oy aldığı bilinir. Ağırlıklı olarak anadolu esnafı ve bir kısım köylü bu partiye oy verirdi. Şehirlerde desteği nispeten düşüktü. AKP’nin büyük şehirlerde oy aldığı kitle ise ağırlıklı olarak yakasızlardır. bu on on yılın olgusu.
Sayın Gün,
Ben anarşistim deme. çıkarcı bir sosyalistim de tatava yapma daha fazla
Sayın Gün,
Ben anarşistim deme. Oy için çıkarcılık yapan bir çeşit sosyalistim de, tatava yapma daha fazla.
izninle biraz tatava yapayım. “Ben anarşistim” demek kimsenin iznine tabi değildir. Batı anarcho-kapitalistler bile vardır. Ancak senin anarşizm anlayışına katılmıyorum diyebilirsin. 20. yy’ın ortasında anarko-komünistlerle bireyci anarşistler (Amerika’da), anarko-komünistlerle anarko-sendikalistler (Japonya’da) birbirinin gözünü oymuşlardır neredeyse, buna rağmen hiçbiri yekdiğerine “sen anarşist değilsin” dememiştir. Çünkü anarşizm mutlak özgürlükçü ve çoğulcudur. Özgürlükçülüğü dolayısıyla hiçbir anarşist diğerinin üzerinde doktriner bir üstünlük ya da tekel kuramaz. “Oy için çıkarcılık yapmak” sorununa gelince… Eğer şu ya da bu partiye oy kazandırmış olmamdan dolayı bir maddi çıkar elde etmiş olsaydım, bana haklı olarak “çıkarcı diyebilirdin. Ne var ki, böyle bir durum yok. Yani kimseden bir çıkar elde etmiş değilim ya da böyle bir vaat de almadım. Peki neden AKP’ye karşı hangi parti güçlüyse ona oy verilmesini savundum? Bunu önceki yazılarımda uzun uzun anlattım ama kısaca bir kere daha tekrarlayayım: Bu şekilde davranmamın tek nedeni, diktatörü geriletme isteğimdir. örneğin, sanırım İstanbul’da AKP 60 bin gibi az bir oy farkıyla almıştır seçimleri. Eğer boş oy veren ve bunu teşvik eden arkadaşlar benim önerdiğim şekilde davranmış olsaydılar şu anda AKP İstanbul’u kaybetmiş olacaktı. Kaybedip de ne olacaktı diyebilirsin… Bence şu olurdu: AKP’nin Ankara’da ve İstanbul’da yenilgiye uğraması onun elinden moral üstünlüğü alır ve devrimci harekete verirdi (CHP’den çok daha fazla) ve bu moral güçle daha esaslı bir şekilde ileri atılabilirdik. Anarşizmi bir ezber gibi kavrayan arkadaşlar ne yazık ki, ezberlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmadılar ve açıkça söyleyeyim ki, istemeden de olsa diktatöre hizmet ettiler.
https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/t1.0-9/10151203_1421366708120572_1646868693_n.jpg
Gün hocam öncelikle elinize sağlık,güzel bir tartışma başlattınız.
Gezide ayaklanmanın çoğunluk bileşeni olan beyaz yakalıların ayaklanma güdülerinin temelinde ekonomik mücadele perspektifi olmadığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Ayaklanmaya neden olan temel güdüler mevcut hükümetin dikta uygulamalarına karşı gelişen refleksler bütünüdür diye düşünüyorum. Özetle mevcut ekonomik koşullarda iktidarda, İslami referanslarla hareket etmeyen ve iktidar gücünü her şeyi yapabileceği şeklinde yorumlamayan, klasik burjuva hükümetlerden biri olsaydı Gezi bileşenlerinin çoğunluğunun hükümetle bir problemleri de büyük bir ihtimalle olmayacaktı.
Kabaca verilen istatisiklere dayanırsak, 15 milyon asgari ücretlinin çalıştığı bir nüfus var. 46 milyon kişinin açlık sınırı altında yaşadığı gibi bilgiler de verilmekte. Sadece tahmine dayanarak, sınıfın beyaz yakalı diye tabir ettiğimiz kesimi ile bu 46 milyonun öyle sanıyorum ki pek az bir kesişim kümesi vardır.
Yakasız ya da mavi yakalılar toplamı yine büyük bir ihtimalle sınıfın çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Zaten sınıfın bu farklı kesimlerinin karşı karşıya gelmesine de sınıf bilinciyle varılmış sınıf içi bir çatışma neden olmamaktadır. Aynı nedenlerden sınıf içi çatışmalara burjuvazi kanadında da şahit olmaktayız. Sınıfsal aidiyetten bağımsız olarak, her iki sınıftan da faşist(islami faşist) uygulamalara karşı çıkacak insanlar olacaktır. Gezide Cem Boyner de elinde çapulcuyum dövizi ile sokaklarda görünmüştü.
Öyle sanıyorum ki, bizleri bu çelişkilere düşüren, aç oldukları için isyan etmeleri gerekir dediğimiz kesimlerin büyük çoğunluğunun AKP seçmeni olup, en ufak bir ekonomik mücadele için dahi sokaklarda yerlerini almıyor oluşları. Ve yine bu büyük çoğunluğun faşizme giden yolun taşlarını kendi alınterleri ile döşüyor olmaları. Aslında bu insanlık tarihinde ilk defa karşılaşılan bir durum değil. Troçki’nin alarm zilleri çalıyor dediği tarihlerde Almanya’da da benzer bir süreç yaşanmaktaydı.
Ortada faşizm tehlikesinin olmadığı ve normal beklentim içinde de beyaz yakalıların işlerinde güçlerinde hayatlar yaşıyor olduğu bir durumda da, bu tartışmaları yürüten bizler de büyük bir ihtimalle motor güç müdürler acaba dediğimiz bu kesime pek hoş bakmıyor olacaktık. Devrimin motor gücü olan, sınıfın çoğunluğunun günlük ekonomik mücadelelerini nasıl yapar da devrim düşüne yönlendiririz diye tartışıyor olurduk.
Özetle, verili koşullara göre sınıf içi çatışmalar normal görülmelidir.
bu daha başlangıç, tartışmaya devam 🙂
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/haziran-carki-90429
Yaptiginiz tespitler dogru. Bu farkli üc tip isci sinifinin arasinda büyük acikliklar olusmu durumda. Bunun cözülmesinin yolu da en azindan ayni is yerlerinde calisan beyaz yakali ve yakasizlarin (mavi yakalilari da dahil edebiliriz, ama bu saydigim ikili daha fazla bir arada yer aliyor) is yerlerinde bir arada mücadeleye girebilmesinden geciyor.
Daha önceden calistigim is yerinde yakasiz calisan iscilere yapilan bir haksizliga karsi, beyaz yakalilar tepkilerini koymustu, ama ne yazik ki bu tepkiler, daha beyaz yakalilar bile kendi icinde yeterli örgütlülüge ulasmadigindan ciliz kaldi ve isverenin fikrini degistirecek bir etki yaratmadi. Idealde beyaz yakalilarin, belirttiginiz gibi ellerinde tuttuklari birikimin de etkisiyle, örgütlenip hem kendilerinin hem de diger iscilerin haklarini savunmalari ve bu örgütlülügü onlara da yaymasi gerekiyor. Dolayisiyla karsi karsiya durmalari degil, bir araya gelmelerinin yollari aranmali.
Sınıf yok, çelişki yalan 😀
doğru bir noktaya temas etmiş Çulhaoğlu. Katılıyorum.
“sınıfa karşı sınıf” zaman zaman kullandığım bir ibare…
ancak benim kullanırken kastettiğim anlam, sınıf mücadelesinin küresel sermaye egemenliği çağı için bir ifade… küreselleşmenin ekonomiyi getirdiği aşamada etnik, cins, cinsel tercih ve inanç kimlikleri üzerindeki ulus devlet baskılarının artık sürdürülmesinin zorlaştığı… dolayısıyla da burjuva küreselliği oranında “halledilebilir” olması hasebiyle bu alanlarda mücadelenin farklı bir boyut kazandığı… buna karşılık “sınıf mücadelesinin” artı küresel mülk sahibi sınıf (küresel burjuvazi) ile küresel ölçekte mülksüzleştirilenlerin çatışması meselesi nedeniyledir.
marksizmin tarihindeki ifadelerle bir ilgisi yok, demek istiyorum
önceki yazılarına göre daha dengeli bir yazı kaleme almışsın.yazdıklarının içeriği hakkında söyleyeceklerim yüzeysel kalacaktır çünkü sınıf tartışmaları uzun bir süredir gündemden düşmüştü.bu konu hakkında köşe yazısı,kitap,panel …vs. ne kadar oluyor bilemiyorum ama sanırım pek yok.o sebep ile yazının içeriğinden çok bu konunun gündemleştirilmesi daha önemli.sınıf tartışmalarını sadece işçi sınıfı değil genel bir sınıflar kompozisyonu bağlamında ele alınarak tartışılırsa ve değerlendirilirse belki daha iyi olur.sınıf kavramının teorik statüsünün ,taarihsel oluşumunun ve güncel kompozisyonu vs. güç degeleri bakımından çeşitli yönlerden tartışılmasında fayda var.
gün zileli kavrayın artık bir durumu çözmek için onu bir problematiğe dönüştürmeniz gerekiyor.dairenin alanını karenin alanı gibi ölçemiyoruz.o sebep ile pi sayısı denen 3,14 varsayıyoruz.demokratikleşme ve sınıf denklemi çok bilinmeyenli ve kaarmaşık bir süreç.fakar burda az çok bilinen ve pi sayısı gibi bir değere sahip olan faktör kürt hareketidir.içerimi kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı olduğu kadar sınıfsal boyutu da olan bir harekettir.gezi dinamiği kürt hareketinin radikal demokrasi perspektifine yakın bir durumdur.bu ittifak bir ihtiyaca tekbül etmektedir.bu bağlantıyı engelleyen türk/islam şoven yaklaşım ve reaksiyonudur.Doğada yalnız kalan yapılar ölür o sebeple çoğalması gerekir.bu türk islam şoven yaklaşımlarını kırmak için bu ittifak tartışılmalıdır.geldiğimiz aşamada kürt hareketinin 1 hazirandaki gezi tereddüdü ve çekinikliği konusunda mesafe alınmıştır.tablo daha da nettir.ihtiyaç kendisini eskiye göre daha bir hissettirmiştir.akp kürt sempatisi maskesini düşürmüştür ceyalnpınar,urfa,ağrı … seçimleri ve bu il/ilçelerdeki olaylar bu akp nin kemalistler gibi gerekirse militarist/kontra yollardan kürt halkının iradesi ve haklarını gasp edeceğini ortaya çıkarmıştır.marx için söylenir “ihtiyaç keşfin anasıdır” diye. ‘Ağrı’da sıkıyönetim hazırlığı var’
http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=102991&haberBaslik=%27A%C4%9Fr%C4%B1%27da%20s%C4%B1k%C4%B1y%C3%B6netim%20haz%C4%B1rl%C4%B1%C4%9F%C4%B1%20var%27&action=haber_detay&module=nuce
seçimlerdeki anti akp tutumu yanlıştı dedik.çünkü akp ye karşı ideolojik ve politik bir mücadele yürütebilirsiniz ama karşısındakilere karşı yürütemezsiniz.çünkü akp görünen bir yüzü resmi bir parti ve hükümet resmi başkanı da t. erdoğan f.cemaat kimlerden oluşuyor belli değil,hayaletimsi bir yapı.mhp nin şovenizmi akp den az mı,chp nin sahte demokrasisini de buna ekleyin.mhp kürtleri dengeler chp demokratları dengeler cemaat de muhafazakarları dengeler ve operosyenel gücünü kullanır ve böylelikle düzen çok güzel rıza üretir ve restore olur.akp bu gün düzeni restore edemez.türkiyede hep söylenir batıdaki parlementer yapının taklidi vardır diye işte akp bu taklidi bile bozdu taklit etmesini bile beceremiyor.fakat düzen restore olursa mhp-chp-f.cemaat bu taklidi güzel bir şekilde başarırı ve taklitlerinden sakının der akp yi göstererek topluma.bu restorasyon ittifakına ip gözcü gazetesi ve ergenekon unsurları da dahil edlirse ciddi bir hegemonya kurulur.ip liler bu ittifaka yakın bir tarafları var çünkü kürtlere karşı bir ittifaktır aynı zamanda bu blok.
türk solunun bir zaafı var kürt meselesinde kürt meselesi bir türkiye içi sorundan ibaret değildir bir bölgesel sorundur.bu husus gözetilmeden değerlendirme yapılmaktadır.yani kürt hareketiyle yapılacak bir ittifak geniş bir ittifak alanı demektir.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/marxtan-secim-yorumlari-90303
Marksistlerin pek hoşlanmadığı fakat “klasikleşmiş” bir tez, bana kalırsa en az emekçi sınıflar içindeki yer değiştirmeler kadar etkili, bugünkü siyasi durum ve seçim sonuçları konusunda. Şerif Mardin’in çevre-merkez analizi, sözünü ettiğim. Türkiye siyaseti aslında çevrenin, yani köylülerin ve varoşların merkeze gelme, mücadelesidir, diyordu Mardin. Bunu merkezdeki ranta ortak olma, sofraya çökme mücadelesi olarak da tanımlayabiliriz. İstanbul’un varoşlarında, Esenler’de, Bağcılar’da, Esenyurt’ta oturan mavi yakalılar ve yakasızlar için merkeze gelme ve yağmaya katılmanın yolu dün AKP’den geçiyordu, bugün de önemli bir kesimi için oradan geçiyor. Esenler’de AKP’nin yüzde 60 almasının nedeni bu olmalı. Varoşlardaki AKP seçmeninin bir kısmını, Zileli’nin dediği gibi mavi yakalılar oluşturuyor. Dünün ezileniydiler, bugünün “yeni merkezi” oldular. Beyaz Türkleri yağma sofrasından kovdular, yerlerine kendileri oturdular. Belediyeden bir torpil bulup sofraya çöktüler ve kalkmaya hiç niyetleri yok… Fakat bir de evet, yakasızlar var. Marksistlerin “lümpen proleterya” diye aşağıladığı, anarşistlerin ise önemsediği kesim. McDonalds’daki tezgahtar kız. Karşıdaki sitenin özel güvenlikçisi. Onları hepimiz tanıyoruz. Bugün işi var yarın yok. SGK’sı bir var bir yok. AKP’ye karşı hiçbir minneti yok. Fakat bir umudu var. Kapitalist sistemden aldığı bir milli piyango bileti. Belediyeden bir torpil bulup yağma sofrasına çökme ihtimali. Sistemi bu ihtimal ayakta tutuyor. “Ya tutarsa” hayali… Fakat bu sistemdeki “bug” şu: Sistemin sürmesi için pastanın, yani sofranın büyümeye devam etmesi gerekli. Hem de öyle Avrupa’da olduğu gibi yüzde 1-2 değil, en az yüzde 4-5, mümkünse AKP’nin ilk döneminde olduğu gibi yüzde 7-8. Fakat kapitalizmin doğası buna müsait değil. Lunapark ekonomisi bir inip bir çıkmak zorunda. Sıcak paraya bağlı ekonomi, göç mevsimi gelip para başka diyarlara duvara çarpıveriyor. 2001’de, 2009’da çarptığı gibi. O zaman sistem değişikliği kaçınılmaz oluyor… Benim düşüncem böyle.
Millet siz iyimisiniz? Sizin yazilarinizi okuyan birisi Turkiye’yi gariban iscilerin bir kisminin yonettigini ve gariban iscilerin diger kismini somurdugunu dusunecek.
Gun Zileli gibi 68 lilerin pek dengesi yoktur, Kavrama yetenekleri tamamen korelmistir, ben Zileli diyorum ama politik olarak iflas etmis bir cok yasli komunistin anarsistin durumu budur. Her ay bir sey sacmalarlar, her sacmaliklari bir onceki sacmaliklarini tekzip eder.
Zileli’yi okuyan bir kimse eger memleketi bilmiyorsa Tukiye’yi mavi yakali iscilerle lumpen yoksullarin yonettigini, ve asgari ucretle calisan bu emekcilerin az bucuk egitim gorecek kadar parasi olan hatta bir cogunun arabasi yazligi vb olan orta sinifi azginca somurdugunu sanir. Yazilarinizi biraz dusunerek yazmaya ne dersiniz?
Sirf Yavas gibi bir fasiste ya da Sarigul gibi bir baska hirsiza oy vermedikleri icin halka kalabalik diyerek asagilayan Zileli daha bir hafta gecmeden bu sefer de kara kalabalik olarak niteledigi bu insanlari hem de stalinistlerle orgutleme isine soyunuyor. Onumuzdeki gunlerde bu sefer de AKP ye karsi Abdullah Gul”un cumhurbaskanligini savunmaya kalkabilir, buna karsi cikan herkesi kara kalabalik ya da stalinist olmakla suclayabilir.
En komigi bir de sistem degisikligi pesinde kosmaniz. Daha siz sistemin efendisi kim onu bile bilmiyorsunuz, sistemi nasil degistereceksiniz?
Hocam bir de şu dönüyor etrafta :
http://deligaffar.com/2014/04/04/kim-bu-got-killari-veya-kiymet-teyze-nerede/
Sistemin efendisiyle efendileri destekleyenleri ayırd edemiyormusun ahmed?yoksa işçi dediğin hep sistem karşıtıdır diyecek kadar işçilerden uzakmısın?türkiyeden uzakmısın?nerde yaşıyorsun sen?uzaydamı?sen iyimisin?
http://haber.sol.org.tr/ekonomi/tunc-sipahi-yazdi-simdi-ne-olacak-buyume-faiz-kur-ve-diger-her-sey-haberi-90620
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/geziden-yatagana-yatagandan-91202
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ender-helvacioglu/iki-dunya-teorisi-91819
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/tunc-sipahi/siyasetin-seslenisi-93056
http://ilerihaber.org/yazarlar/erkan-bas/sinifa-karsi-sinif/110/