Otorite ve Sorumluluk…
Artıgerçek
Birkaç gün önce, aradığım kitabı sormak için Kadıköy’deki bir kitapçıya uğramıştım. Bir genç, bana “Gün Zileli değil misiniz?” diye sordu. Doğruladım. Ayaküstü konuşmaya başladık. Genç, benim kitap, yazı ve çevirilerimden bazılarını okuduğunu ve Flutv’den izlediğini söyledikten sonra, kitabevinin cafesini göstererek “şurada oturup biraz konuşabilir miyiz?” dedi. Oturduk.
On sekiz yaşındaymış ve “Maocu”ymuş. Aniden 60 yıl öncesinin on sekiz yaşındaki Gün’ü yanımda beliriverdi. “Ben de senin yaşındayken Maocuydum” dedim. Yarılma’yı da okumuş olacak ki, “biliyorum” dedi. Bu konularda yaşına göre oldukça bilgili bir gençti. Öğrendiği birkaç şeyi papağan gibi tekrarlayan on sekiz yaşındaki Gün’le kıyaslanamazdı bile. Demek her şeye rağmen, toplumlarla birlikte kuşaklar da gelişiyor.
“KUVVETLER AYRILIĞI” ve LİBERALİZM
O zamanki Gün, sadece Engels’in ünlü Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabının adını bilirken, bu genç, Engels’in makalelerinin ve kitaplarının içeriklerinin yanı sıra, Frankfurt okulu, Althusser vb. konularında da bir hayli bilgiliydi. Ne var ki, daha bilgili olmak daha doğru bir yerde olmayı getirmiyor.
Neyse, oradan oraya atlayarak tartışırken, genç arkadaşım, benim özgürlüğün ne kadar değerli bir şey olduğunu vurgulayan ve “kuvvetler ayrılığı”nın toplumların özgürce nefes almasında ne kadar önemli olduğuna ilişkin sözlerim üzerine, “o zaman size liberal diyebilir miyiz?” dedi. Bu ani çıkışa karşılık olarak, liberal olmadığımı ama liberalizmde de değerli bir şeyler varsa (ki vardır) onlara da sahip çıktığımı, hiçbir ideolojinin bütünüyle doğru ya da yanlış olmadığını söyledim. Toplumlar, bağırlarından çıkan bütün olumlu düşünceleri ve önerileri, hangi ideoloji tarafından ileri sürüldüğüne bakmadan düşünsel miraslarına katmalıydılar.
ENGELS ve OTORİTE SORUNU
Yarım saat içinde daldan dala atlayarak birçok şey konuştuk. Bir ara genç arkadaşım, “Engels, devrimin en otoriter şey olduğunu söylemiştir” dedi. Evet, Engels’in “Otorite Üzerine” başlıklı, Bakunin’in görüşlerini hedef alan makalesini, çok genç yaşımda olmasa da, orta yaşlarımda anarşist olduktan sonra (1993’de) okumuştum. “Engels” dedim genç arkadaşa, “yazdığı bir makaledeki bir cümlenin 150 yıl sonra bir gencin ağzından tekrarlandığını görse ne derdi acaba? Bilmiyorum ama bana kalırsa, keşke daha ihtiyatlı bir ifade kullansaydım ya da bu cümlenin ardından, yanlış anlaşılmayı önlemek üzere bazı ihtiyati yan cümleler kursaydım derdi.”
Tabii benim söylediğim tamamen spekülatif bir şeydi. Engels, Bakunin’le tartışmanın kızgınlığı içinde, böyle ihtiyatlı bir tutumu aklından bile geçirmemiştir.
Gelelim Engels’in cümlesine. Engels, Repubblicano dergisinde 1874 yılında yayınlanan “Otorite Üzerine” yazısında devrimci kararların dayatma olmadan katılımcılar tarafından özgürce alınmasını savunan Bakunin’i ve diğer anarşistleri şöyle eleştirmişti:
“Bu beyler hiç devrim görmüşler mi? Kesin olan şu ki bir devrim en otoriter şeydir; devrim, halkın bir kesiminin iradesini diğer kesime tüfeklerle, süngülerle ve toplarla dayattığı bir eylemdir ve bu irade, her daim otoriter bir biçimde dayatılır.” (F. Engels, “Otorite Üzerine”)
OTORİTE VE OTORİTERLİK
Engels, dönemin egemen tavrına uygun olarak “beyler” diye hitap etmiş. Oysa, bırakın her şeyi bir yana, örnek verdiği Paris Komünü’nün en önünde kadın anarşist Louis Michel (1830-1905) vardı.
Niyetim, 150 yıl sonra Engels’le tartışmaya girmek değil ama madem bugün genç tilmizleri bu fikirleri kendilerine rehber alıyorlar, bir miktar üzerinde durmakta fayda var.
Bir kere, otorite ile otoriterlik arasında bir ayrım yapmak lazım. Gerçi Engels burada doğrudan “otoriterlik” meselesini ele alıyor ama bir yanlış anlamayı önlemek için, daha önce de sözünü ettiğim bir noktayı belirtmeliyim. Anarşizm, otoriteye değil, otoriterliğe ya da otoriteryanizme karşıdır. Einstein’in kuantum fiziği konusundaki derin bilgisine, dolayısıyla otoritesine niye karşı olalım ki? Ya da cerrahi dalında otorite olmuş bir doktorun bu otoritesini sorgulamaya kalkışmak kendini bilmezlik olmaz mı? Evet, anlamadığımız bir nokta olduğunda soru sorabiliriz ama otoriteyi sorgulayamayız. Sahte otoritelerden söz etmiyorum elbette.
Otoriterlik ise başka bir şeydir. Bu, belli bir fikrin ya da tutumun zor yoluyla dayatılmasıdır. Einstein’e ya da cerraha, eğer otoritelerini üzerimizde baskı olarak kullanmaya teşebbüs ederlerse karşı çıkardık.
Engels ise böyle bir ayrım yapmıyor. Toplumun bir kesimi silah zoruyla kendi iradesini diğer kesime dayatır, diyor. Bu görüşün çeşitli sakıncaları olduğunu görmek gerekir.
SİLAHLI DAYATMA ve ÖZGÜR İRADE
Birincisi, bir irade silah zoruyla dayatıldığı zaman o toplumda özgür irade ya da özgür ifade diye bir şey kalmaz. Dolayısıyla gücün denetlenmesi olanakları kesinlikle ortadan kalkar ve ortaya zorba bir diktatörlük çıkar. Bugüne kadarki bütün deneylerin gösterdiği gibi.
Şöyle bir karşı argüman olabilir: Evet, irademizi öbür kesime (diyelim ki tasfiye edilen sınıflara) zorla dayatırız ama bu dayatma bizim tarafımızı kapsamaz. Yani sömürücülere dayatma veya zor, halka özgürlük. İlk bakışta parlak görünüyor ama pratikte öyle olmuyor. Bir kere zorla dayatmaya başladınız mı, bu çorap söküğü gibi sonuna kadar gider. Ve en sonunda bütün kesimleri baskı altına alan zorba bir irade çıkar ortaya.
Engels, yukardaki sözlerini elbette Paris Komünü örneğinden hareketle söylüyor ama Paris Komünü’nden çıkarılacak gerçek ders ya da sonuç bu değil.
BAKUNİN HİÇ “DEVRİM GÖRMÜŞ MÜ?”
Bir kere, İngiltere’de babasının fabrikasını işleten Engels’in, devrimci ayaklanmalar içinde yoğrulmuş, “devrimin fırtına kuşu” Bakunin’e “hiç devrim görmüş mü?” diye sorması tuhaftan da öte komiktir. Öte yandan, Paris Komünü’nde bilinen tek bir Marksist yer almamıştır ama özellikle Proudhoncu anarşistlerin bu komün deneyindeki etkileri bilinmektedir. Durum buyken Engels’in yukardan havalara girip bu tür lafları yazması insanı gerçekten hayrete düşürüyor.
TARİHTE ZOR’UN ROLÜ
Devrimde zor olmaz mı? Olur elbette ama bu, toplumun bir kesiminin başka bir kesimine dayattığı bir zor değildir. Bu, özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplumun kurumlarına, insanlarına karşı herhangi bir zorbalık girişimine karşı toplumsal özsavunmadır. Böyle bir özsavunmanın ötesinde devrim hiç kimseye baskı uygulamaz, dayatmada bulunmaz. Böyle bir dayatma yapıldığı an, kanser gibi, özgürlükçü toplumun sağlıklı hücreleri tahrip edilir.
Özellikle Engels gibi düşünsel planda otorite olan insanların bir fikir ileri sürerken, bu fikrin gelecekte yol açacağı “yol kazaları”na karşı son derece dikkatli olmaları ve en iyisi, ileri sürdükleri fikrin “yan etkilerine” karşı uyarı niteliğinde bir prospektüs hazırlamaları gerekir.
Bildiğimiz gibi, ilaç iyileştirdiği gibi öldürebilir de.
Gün Zileli
2 Aralık 2023
İlk başta site müdürü anarşiste bir müjde: Bu arada, anarşist site müdürüne bir müjdemiz de var: Gözünüz aydın anarşist Zileli bey! Arjantin’de GELİŞEN kuşaklar sayesinde bir Anarşist(-Kapitalist) devlet başıkanı oldu!
Yazı, dünyayı harabeye çeviren “–izm”ler ve “-ist”ler tufanındaki asıl sorunlara değinmeden hoş görülü bir ince eleme sık dokuma deneyimi. Kısa kesmem gerektiği için sadece iki alıntıyı eleştireceğim.
– “Demek her şeye rağmen, toplumlarla birlikte kuşaklar da gelişiyor.”
Yine o meşhur GELİŞME çıktı karşımıza. Rusya ve Çin, en mükemmel burjuva (şimdi orta-sınıf) düşünür Marks’ın kuyruğuna sarılan Lenin-Mao ve diğer muhabbet tellalları sayesinde Kapital tanrılarına kavuştular ama hala eski abileri gibi apparatçik olma hayaliyle yaşayan Maocular varmış.
Parantez içi bir espri: Şu an ülkeler GELİŞME merdivenine oturtulmuş ama basamak sayısı az! Bakın siyasi bilimler otoritelerine güzel bir marangozluk işi çıktı vallahi: Merdivene basamaklar eklemek ve Darwin-Marksist merdiveni gibi zıplamak için basamakların altına yaylar koymak. Mesela Çin’i taklit eden Modi, nihayet asıl ruhaniliğin sırrına varmış ve Hindistan’ı 1 ile 1000 arasında 9 yüzler GELİŞME basamağına oturtmuş.
” Otorite ve Sorumluluk…” yazarı orta-sınıf anarşisti bir liberal. Yazısındaki zihniyet, Liberalizm temelinde yatan market zihniyeti: Fikir dünyasında satanlar özgürce sunar, alanlar özgürce yorumlar!” Ancak kendine göre kendisi tam ve katıksız bir liberal değil. Allaha şükür daha henüz liberteryen değil! Her gelişme, gelişme değil mi, yoksa?
Ben de ince eler sık dokursam, yazıda “zaman ilerlemesi” kuşakların gelişmesi” olarak algılanmış. Ne var ki, zaman ilerlemesi bile tarihsel bir kavram ve zaman doğrusal olalı, buna uyaran bir avuç düşünür olmuş olsa da, tüm büyük beyinli insanlar bu anlayışın kölesi oldular. Kısacası tıpkı ikinci alıntı kahramanı Einstein gibi zaman ölçmeyi zamanla karıştırmış.
Bir uyarı: Faşizm liberalizmin sevgili oğlu! Son zamanlarda Avrupa ve sayısız yerlerde mantar gibi türeyen faşistlik gökten inmedi
– İkinci alıntı OTORİTE ile ilgili.
Batı Nazilerden şahane bir ders aldı: Halkın otoriteye özgürce boyun eğmesi çok daha etkili ve verimli. Gerçi bu hayli eski bir hikmet ve insan-bitki-hayvan evcilleştirmesi buna bir model. 1500 yılları başında 25 yaşında La Boétie ayıp saklayan peçeyi aralayıp “o halde insanlar köleliği gönüllü kabul ederler” dedi.
Bir konuda otorite olmak sadece ve sadece toplumda buna izin verildiğine işaret eder. Günümüz toplumlarında bunlar “işe yarar salaklardır”, bilinir ama beyan edilmez.
Einstein “dahilik kaynakları saklamayı bilmektir” der. Goethe benzerini daha önce söyledi. Ne var ki, nesiller boyunca biriken bilgi, nesilden nesle değil, seçilenlerden seçilenlere aktarma komisyonculuğu yapan okullarla aktarılır.
Olmuş bir olay: Amerikalılar “gerçekten ama vallahi çok çok gerçekten” aya ayak bastıklarında beyaz bir çocuk bir Eskimo çocuğa müjdeyi verir. Eskimo çocuk bu beceriyi umursamaz. Beyaz çocuk inanamaz ve tekrarlar. Eskimo çocuk: “Dedem aya sık sık gidip gelir” der.
Fark? Belki devlet-endüstri-banka-okul gibi hayatı zehir edenlerin işine yarayan bir işe yarar salak çıkar diye trilyonlarca çocuklar hayatın tadını çıkaracağına yıllar boyunca hiyerarşi fabrikaları okullarda kurban edilir.
Einstein kendini ziyarete gelen Oppenheimer terk edince, onun enayi olduğunu söyler.
Şimdiki Bidon benzeri ve her Devlet başıkanı gibi her deliğinden kana fışkıran, gerçekten gerçek asıl şef True-man, vicdanı kaşınan Oppenheimer ile konuştuktan sonra “bu mızmızı bir daha buraya getirmeyin” der. Ne yazık, şimdi Oppenheimerler bile yok. Bol iş bulan medya ve apaçık utanmaz dalkavuk otoriteler.
Şu an bile bu işe yarar salaklara benzer milyonlarca otoriteler yalanları yutmakla kalmaz, işlerine son verilir diye korkudan titremekte ve huşu içinde “yaşasın demokrasi”, ve benzeri hayaletlere saygı duruşuna geçmekteler.
Şu an bile bu işe yarar salaklar Yapay Zeka müjdesini, tıpkı ataları Arşimet gibi, büyük bir coşkunluk içinde en büyük dolandırıcılara ulaştırma yarışı içindeler.
Not: Engels, Bakunin ve diğer devrimciler, bu yazıyı yazan, Maocu apparatçikliğe hazırlanan ve milyarlarca benzerleri gibi çoktan beri tüm dünyayı peşine takmış KURTARICI ARAMA egemen sabit zihniyeti içinde yaşayanlar.
“İnsanları kardeşten farklı görmek, iyiliklerin tek bir ulusa özgü olduğuna inanmak, diğerlerini dışlamak — Benden ek: Aydınlık safsatası değil, tam tersi — karanlık anlayışı simgeler.
-John Woolman (1720-1772)
Örnekler: İsrailliler, Filistinlileri nasıl görüyorsa; Filistinliler, Bedevileri öyle görüyorlar. Ukraynalı sarışın mavi gözlüler misafir edildikleri ülkelerdeki mahallede, sonsuz basamaklı 0 ile 1 arası renk merdiveninde 0’a yakın ve tam siyahlar olduğuna dert yanarlar.
Şu an dünyada bu ve benzeri misaller saymakla bitmez. Fakat bol sütlü inek otoriteler hala gerçekler gerçeği “son ve kendileri gibi büyük beyinli insan tarihi 300 bin yıllık” huuu huuuuları çeker dururlar.
Bu işe yarar bol sütlü inek otoriteler tüm cevapları bilirler. Tek bilmedikleri neden otoriter oldukları ve otoriterin dünyadaki yeri.
Kibar çevrelerde Kapital olan Paraya tapmadan önce bu süt ineklerine sorulurdu: “Doğaya ve topuma yararı var mı?
Diğer bir deyişle, otoriteler, dalkavukluğunu yaptıkları Devlet-Endüstri-Banka izin vereli, kendi dünyalarında yaşarlar. Zanaatkarların komşuları var.