Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Oral Çalışlar Neden Böyle Yapıyor?

"Ergenekon" Üzerine Yazılar, Oral Çalışlar, Siyasi Tahlil


Günlük siyaset sevmediğim bir şeydir. Ne var ki, gelişmelerin beni her geçen gün günlük siyasetin içine çektiğini fark ediyorum ama bunu engellemem şimdilik pek mümkün görünmüyor. Bir arkadaşım, köşe yazarlarıyla çok uğraşıyorsun diye eleştirdi beni geçen gün. Bu da doğru aslında. Hiçbir köşe yazarıyla alıp veremediğim yok, buna rağmen özellikle Radikal’deki ve Taraf’taki bazı yazarlarla didiştiğimi görüp ben de rahatsız oluyorum. Benim siteye yazan AKP’li bir yorumcu, haklı olarak, “onların seni dikkate mi aldığı var ki” diye dalga geçiyor benimle, o da haklı aslında. Geniş okuyucu kitlesine seslenen bir günlük gazetede yazmıyorum (çok şükür) ki, beni okuyup cevap versinler. Gerçi onlar beni dikkate alsınlar diye yazıyor da değilim. Umurumda da değiller. Az sayıda genç beni Twitter’den falan okuyorsa ne âlâ. Ben esasen onlar için yazıyorum.

Bütün bunları söyledikten sonra, affınıza sığınarak, yine bir köşe yazarıyla uğraşacağım bu yazıda. Bugünkü Radikal’de (24 Ocak 2012) Oral Çalışlar, “Ergenekoncuların İşi Olduğunu Biliyoruz da” başlıklı bir yazı yazmış. Şöyle diyor:

“Hrant Dink cinayetini tezgâhlayanların ve örgütleyenlerin içindeki güçlerin; Hrant Dink cinayetini polisin, idarecilerin sorumluluğuyla Ergenekoncular olduğu noktasında hiçbir kuşkum yok.”

Oral Çalışlar, bundan sonra tahkikatın sadece “Ergenekoncu”larla ilgili kısmındaki eksikliklere değiniyor, örneğin “Trabzon Jandarma Komutanı’nın yargı önüne çıkarılmaması”na, Veli Küçük’le bağlantının araştırılmamasına değiniyor. Ama tuhaftır ki, Hrant Dink cinayetinde okların AKP’nin himayesindeki unsurları gösterdiği yerde susmayı tercih etmiş. Sadece, yukardaki bozuk cümleli alıntıda gördüğümüz gibi “polisin, idarecilerin sorumluluğu”nu cümle arasında şöyle bir geçirmekle yetinmiş.

Oral Çalışlar neden böyle yapıyor? Bana soracak olursanız, Oral’ın (belki ağır kaçacak ama) Hrant Dink cinayetinin ardındaki asli faillerin ortaya çıkartılması diye bir derdi yok. Onun bütün derdi, dikkatleri “Ergenekon”a çekerek, AKP’yi ve kadrolarını bu işten mümkün olduğunca kurtarmaya çalışmak. Yani, üzülerek söylemek zorundayım ki, Oral, arkadaşı olduğunu söylediği Hrant Dink’i siyaseten katlediyor.

Ben Nedim Şener gibi, somut verileri inceleyerek katillerin ayak izlerinin nereye doğru gittiğini tespit eden yetenekli bir gazeteci değilim. Sadece beş yıl içinde ortaya çıkan gelişmelerin mantıki sonuçlarına bakarak bir karara varabiliyorum.

Bazı kişilere, kolaylık olsun diye ya da bir eğilimi belirtmek amacıyla “Ergenekoncular” adı takılabilir (bu adın kimin tarafından takıldığını, ne zaman ortaya çıktığını da bilmiyorum aslında); yani “Susurlukçular” gibi veya “gladyocular” gibi bir ad eğer toplumsal ve siyasal mücadelede birilerine işaret ediyorsa bunu kullanmanın bir sakıncası yoktur ama eğer “Ergenekon” adı, siyasi veya ideolojik bir eğilimin ötesinde bir “terör örgütü”nün adı olarak kullanılıyorsa orada biraz durmak gerekir. Bence devlet içinde gizli bir kontrgerilla örgütlenmesi vardı, vardır ve var olacaktır ama bunun ötesinde “Ergenekon” diye ayrı bir örgütlenme yoktur. Bu, AKP iktidarının yarattığı muhayyel bir örgüttür. Eğer çok kurcalanırsa bu örgütün ardından savcılar, operasyoncu polisler, Fetullahçı basın organları çıkar. Hatta bu muhayyel örgütün başkanının başbakan olduğu bile söylenebilir. Örgütü kuran yönetir!

Bence olay şudur: Bugün “Ergenekoncu” diye yargılanan bir kısım sanık, örneğin Veli Küçük vb. gerçekten de devletin kontrgerilla örgütlenmesinin içindeydiler. Bugüne kadar bütün faili meçhullerden vb. bu örgüt sorumludur. Sonra kontrgerilla içinde bir rant kavgası patladı. Tarık Ümit, Cem Ersever, Abdullah Çatlı vb. öldürüldü. Devletin yeni yönelimine ve örgütlenmesine biat eden kontrgerilla unsurları, örneğin Mehmet Ağar, himaye altına alındı ve kontrgerilla AKP iktidarının denetimi altında faaliyetlerini bugüne kadar sürdürdü. AKP iktidarının denetimi altına girmek istemeyen ve ideolojik olarak ulusalcılara yaklaşan Veli Küçük gibi unsurlar ise AKP’nin denetimi altındaki kontrgerilla tarafından safra gibi atıldılar, hedef haline geldiler ve sonunda tutuklanıp diğer ulusalcılarla birlikte içeri alındılar.

Hrant Dink, kontrgerilla’nın AKP’nin tam denetime altına girdiği dönemde öldürüldü. Cinayet, esas olarak kontrgerilla tarafından örgütlendi ama bu cinayete devletin bütün organları açıktan açığa bulaştı: Vali, Emniyet Müdürleri, Jandarma, MİT, Polis.

Devletin gizli örgütlenmesi kontrgerilla (ki geçmiş dönemde bir kolu da, Kürtlere karşı yürütülen “gayri-nizami savaş”ta belirleyici rol oynayan ve Diyarbakır’da çıkan kafataslarının sorumlusu Jitem’di) Hrant’ın tetikçilerini, AKP’nin denetimi altındaki Türk-islam sentezi fideliklerinden devşirdi, çünkü böylesi tetikçilerin oralardan devşirilmesi son derece kolaydı. Alperen Ocakları ve BBP bu fideliğin en “iyi” ürünlerini kontrgerillaya sundular. Ondan sonra da cinayetin izleri AKP iktidarı tarafından çok açık bir şekilde silindi. Cengiz Çandar, Tayyip Erdoğan’ın “Adalet için” harekete geçmesini daha çok bekler.

 

AKP iktidarının cinayetin izlerini örtbas etmek için elinden geleni ardına koymadığı bu kadar net olduğu halde Oral Çalışlar neden AKP’yi korumaya ve kollamaya çalışmaktadır hâlâ?

Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları diye bir kitabı vardı, bir zamanlar elimizden düşmezdi. Orada Althusser, okulların, yayın organlarının vb. aslında nasıl devletin ideolojik aygıtı rolünü oynadıklarını, rıza mekanizmaları oluşturmak için nasıl devletin çıkarları yönünde yayın yaptıklarını, eğitim verdiklerini anlatıyordu.

 

Sen hayata bir devrimci olarak atıl, sonra da devletin ideolojik aygıtı olarak noktala! Çok acı!

 

Gün Zileli

24 Ocak 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

61 Comments

  1. 27 Mayisçi Zileli kisilerle ugrasmaya devam etmekte

    Keşke elimizde bir sihirli değnek olsa da bütün karanlık olayları çözebilsek. Karşımızda 150 yıl öncesinin İttihat Terakki zihniyetini taşıyan bir CHP, doğu ve güneydoğunun İttihat Terakki’si olmaya çalışan BDP var.

  2. Fehmi Erbaş

    Her şeyden önce seni olanca hasretimle kucaklarım.
    Bir soruyla yazına açıklık getirmek isterim
    Kim devletinTV inde ogluyla ipe sapa gelmeyen devletci program yapıyor veya kime yaptırıyorlar. Bence olay bu kadar basit.

  3. Gün Zileli

    selamlar sevgili Fehmi

  4. Nazar etme ne olur, ROj TV'de senin de olur

    Fehmi Erbaş sen Roj Tv’deki programlardan haber ver, dürüst ol.

  5. Okuduğunu anlayabilmek

    İlk yorumu yazan kişi eleştirinin odağında AKP ve güdümlü liberal destekçileri olunca çok bozulmuş. İttihat terakkiye sallayıp durmak kolay tabi, iş AKP’ye ve profesyonel destekçilerine gelince gözüne hemen perde inip saldırganlaşmaya başlıyor. Ama merak etme senin gibiler sadece güce tapar onun için Sen 150 sene önce olsa şimdi AKP’ye durduğun gibi o zamanda İttihat Terakkiye selam dururdun. Zilelinin objektifliği seni bozar… rasim ozanlara, emre aköz’lere yorum yazman daha iyi olur

  6. Admin

    Hakaret dolayısıyla kaldırıldı.

  7. Çağrı Tural

    Doğru Sen 50 senede 50 kez gömlek değiştirdiğini, çıkardığını övünerek anlatanların, oluşturduğu toplum mühendisliğiyle kurgulanan İleri Demokraside yaşamaktan mutlusundur. Ama bir konu önemli kaza eseri başarılı olursanız diye başlamışsın ya cümleye; merak etme sen öyle bir durumda hemen başarılıdan, yeni iktidardan yana olur eski efendilerine sövmeye başlarsın. Muktedirler yorumda yazdığın gibi birilerini katlederlersede sen en büyük şakşakçıları olursun. Andavalıda senin isim yerine yazman gerekiyordu onu bile yanlış yere yazmışsın

  8. Ahmet abidin ozbek

    Gun abi

    Sizin gibi ülkenin olaylarını çok iyi analiz edebilen bir insan daha tanımıyorum. Her yazınız bize ışık tutuyor. Sagolun varılın.

    Ahmet oZbek

  9. Admin

    Hakaret nedeniyle çıkarıldı.

  10. Hakaret bahanesiyle sansür yap, hakaretleri yayinla

    Unutma ki oynadigin tiyatro sadece bu internet sitesinden ibaret degil.

  11. deniz

    Solcular tarih boyunca faşist iktidarlarla uğraşmak yerine birbirleriyle sen Marksistsin, öbürü sosyalist, beriki sosyal demokrat, ötekisi nasyonal sosyalist diye kavga edip duracaklar korkarım! Buradaki yorumcuların genel olarak yazdıklarından da bu sonucu çıkarmak mümkün.

  12. kılçoğlu

    sebebi bence çok basit., bu kişiler parayı buldular., tartışma proğramlarına çağırılıyorlar., ğazetelerde köşeleri var., duruma kılıf uydurarak., durumlarının devamını isteyip, tabiki akp iktidarının devamını istiyorlar. bunu açıkca yapamadıkları için sol liberal tandansla soslayıp ayarlıyorlar.,statüko devam etsin.,,,,,aman aman devrim mevrim sözleri bir tarafta dursun., huzurları bozulmasın. bence olayın aslı bu. hırant dink katli olayına ğelince., olayın fikir babası muhsin yazıcıoğlu ve bbp çevresi., olayın örtbast edenleri ise akp ve derin devlettir.planlı ve yararları var.

  13. özgürlükçü

    ‘devletin ideolojik aygıtları’ nı biraz daha genişletip egemen ideolojinin aygıt ve araçları dersek oral gibi bu sitede yapılanların bir kısmınında o işleve hizmet ettiğini anlarız.önemli olan resmi ideoloji,devlet ideolojisi dahil toptan egemen ideoloji maddi üretim ilişkilerinin ideolojisine gayrı meşrudur deyip özgürlük ve isyanı savunan hangi araçlarımız var diye kendimizede sormalıyız.oralın gizlemeye çalıştığı iktidarın katliamdaki rölü ve işlevini görebilmek önemli olduğu gibi gene iktidar ve devletin gerektiğinde geçmişteki gibi kullanabildiği senin kontrgerilla dediğin yapılar ve o yapıların savunduğu ırkçı,şöven,milli,milliyetçi,ulusalcı faşizmide gizlemeden görebilenler ancak egem ideolojiye tam cepheden itiraz edip onun alternatifi olabileceğinide bilmen lazım.yoksa akp masası gibi sende BDP nin güneydoğunun itiat terakisi olduğunumu düşünüyorsun?birazcık bile bu imanın aslında egemen ideolojinin aygıtlarından biri olmanın ne kadar kolay olabileceğini akp masasının itirafındanda anlayabilirsiniz.bunca yırtınmamız zileliyi bir adım daha atıp ulusalcı,İP,devletçi millilere gitmesini engeleyip tam tersi adımla toplumsal muhalefetin egemen ideolojiyle mücadele eden özgürlükçü muhalefetle buluşmasını isteyip neden hassas davrandığımız daha iyi anlaşılacaktır.bu örnekte gösterdiği gibi aslında egemen ideoloji ile alternatifi özgürlükçü toplumsal muhalefetten hangisine hizmet ettiğimiz çok ince bir çizgide belirlenir farkında bile olmadan yanlış yapabiliriz uyarılarıydı özgürlükçünün eleştirileri.bizim makbülümüz dahada özgürleşmiş özgürleştikçe yeni özgürlüklerin yeni cümlelerini kurabilen zilelidir.akp masası bir bdp ve blok programını oku birde amirlerini ve yaptıklarını ittiat terakiyle kimin kanka akraba olduğunu anlayacak ve üzülecekmisin bilmem

  14. İşuva

    yazılarınız dersim gençleri arasında çokça okunuyor hocam.

  15. Anonim

    Neo-Liberal Safsatayla
    Herkes Ermeni Olunca

    “Bireylerin yaşamındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi savaş da bazılarını baskı altına alır ve ezer, bazılarını çelikleştirir ve yeni bilgilerle donatır.
    … savaşın, düşüncenizi baskı altına almasına izin vermek, onun yarattığı korkunç izlenimlerin ve azap verici ağırlığın altında düşünmekten ve tahlil etmekten vazgeçmek başka bir şeydir.” (Lenin, Emperyalist Ekonomizm, s. 19.)

    “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar müslüman”[1*] faşistlerce Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından, neo-liberallerin ellerine tutuşturduğu “Hepimiz Ermeniyiz” yelpazeleriyle, H. Dink maskeleriyle 100 bin kişi sokakları doldurdu. İşçi sınıfının birlik ve dayanışma gününde, yani 1 Mayıslarda “görülmeyen” bu kalabalık, tüm korkularıyla İstanbul kent küçük-burjuvazisinin orta ve üst gelir gruplarının, “globalist aydınların”, kozmopolitik solcuların toplaşmasını temsil ediyordu. Eski dönemlerin deyişiyle “Şişli-Nişantaşı sosyetesi” “ayağa kalkmış”tı.
    Neo-liberalizmin sol uzantısı ÖDP, Hrant Dink’in “parti üyeliği”ne dayanarak yüzbinlik korku kitlesini yönetmek için öne atıldı. ÖDP dışındaki legalist sol, EMEP ve SİP-TKP, cinayetin işlendiği günün gecesinde gösterdikleri cevvaliyetle olayı sahiplenmek yarışına girdilerse de, “öncülüğü” ÖDP’ye teslim etmekten başka bir şey yapamadılar.
    “Devrimci-demokrat” sol ise, her zamanki gibi, “nerede hareket, orada bereket” mantığı içinde ÖDP öncülüğündeki neo-liberal şovun küçük bir korosu olmaktan öteye geçemediler.
    Hrant Dink’in cenaze töreninde ortaya çıkan yüz binlik kütle, 2005 Martında Mersin’deki Nevroz kutlamalarıyla başlayan “bayrak krizi”nden itibaren adım adım gelişen ve yaygınlaşan “milliyetçilik dalgası”nın yaratmış olduğu korkuların bir dışa vurumu olduğu kadar, AB yandaşlarından “globalizm” propagandistlerine kadar sürekli güç kaybeden kesimlerce de yeniden güçlenmek için fırsat olarak görüldü. “Globalist” küçük burjuva aydınları, AB yandaşları, “hepimiz Ermeniyiz”, “katil 301” sloganlarıyla AKP hükümetini ve “derin devleti” baskı altına almak için bu fırsatı kaçırmadılar.
    AB ve “globalizm” yandaşlarının Hrant Dink’in cenaze törenine damgasını vurmasına karşın, ÖDP dışındaki legalist sol ile legalize sol, törende atılan sloganları “şovenizme, ırkçılığa” vs. karşı “birlik” ve Ermeni toplumuyla “dayanışma” sloganı olarak yorumlama çabasına girişti. Bununla da yetinilmeyip, İstanbul kent küçük burjuvazisinin orta ve üst gelir gruplarının törene katılımına bakarak yeniden “orta sınıf” edebiyatına başladılar.

    “O bilindik karargahlı cephenin ceberut statükoyu korumak için gözü dönmüş bir aymazlıkla toplumsallaştırmaya çalıştığı şoven milliyetçilik, yine toplumsal düzeyde bir tepkiyle yanıt buldu böylece. Tepkinin büyüklüğü, cenazeye katılımdaki orta sınıf ağırlığı, ‘şoven bela’nın artık sadece sosyalistleri, devrimcileri hedeflemediğinin hissedildiğinin bir göstergesi olarak okunabilir…”[2*]

    Legalizmin “orta sınıf” söylemi, legalize sola “durumdan vazife çıkarmak” olarak yansımıştır:

    “Hrant Dink cinayeti, faşist rejimin devrimci harekete, antifaşist güçlere, Ermenilere ve Kürt halkına yönelik son aylarda uyguladığı ‘umut kırma’ saldırısının bir parçasıdır.
    Onların kontra eylemleri, ancak devrimci hareket ve halklarımızın antifaşist kitle eylemi ve gücüyle püskürtülebilir.
    Bunun yolu, faşizme karşı tek yumruk ve tek barikat olabilmek; anında ve sokakta hızla militan ve kitlesel eylemi geliştirmekten geçer.
    Bu dayanışma ve sahiplenme bilinci, duygusu ve eylemi, H. Dink’i sahiplenmede çok daha geniş bir yelpazeyi kapsadı ve kitleselliğe ulaştı. Devrimci ve ilerici partilerin yanında, aydın ve sanatçılar, liberal parti ve güçler, muhalif basın, sendikalar, Kürtler, Aleviler, kitle örgütleri, dernekler ve meslek odaları, gençlik ve kadın örgütleri yer aldı. Bu toplumsal ve siyasal zemin, toplumsal dinamik ve olanaklar, şovenizm dalgasının geriletilmesini sağlayabilir. Gerisi birleşik devrimci irade, önderlik ve eylemi geliştirmeye kalmıştır. Özsavunma grupları ya da platformları, aktif savunma çizgisinde meşru mücadele güçleri, araçları ve eylemleriyle bu saldırılar püskürtülebilir.”[3*]

    Tüm neo-liberal sağlı sollu açıklamaların, yorumların yanında, kimileri hızını alamayarak, “Hiçbir zaman gurur duymamıştım, ama artık Türk olmadığımı ilan etme ihtiyacıyla kavruluyorum”[4*] diye “radikal” yazılar kaleme aldılar.
    Böylece Hrant Dink olayından geriye “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı kaldı. Ve bu da neo-liberallerden legalist ve legalize sol için yeni bir “baş ağrısı” ortaya çıkardı.
    Başta Güngör Uras olmak üzere pek çok köşe yazarı bu sloganın “etnik” içeriğinden ve toplumun algılayışından yola çıkarak karşı değerlendirmeler yapmaya başladılar. Faşist gazetelerde “Hepimiz Türk’üz” manşetleri atıldı.
    “Sessiz çoğunluk” adı verilen, kimi solcular tarafından “sunturlu küfür”ler savrulan “halkımız” ise, kayıtsız bir biçimde gelişmeleri izlemekle yetindi.
    Kendilerini “milliyetçi” ya da “ulusalcı” olarak tanımlayan geniş bir halk kitlesi, işçilerden köylülere, kent küçük-burjuvazisinden orta burjuvaziye kadar her sınıftan insanlar, gerek Irak işgali, gerek AB, gerekse IMF dayatmaları karşısında duydukları tepkiyi “milliyetçilik” olarak algılayıp tanımladıklarından, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı karşısında kayıtsızlık göstermelerinde şaşırtıcı bir yan yoktur.
    Hrant Dink’in şahsında Ermeni toplumunun geçmişte yaşadığı katliamı, çektikleri acıları her zaman paylaşmaya hazır olan bu halk kitlesi bu kayıtsızlığı ile, hemen her zaman “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan/Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan/Bu memleket bizim”in somut gerçekliğini ortaya koymuştur.
    Faşist milislerin yapmaya çalıştığı da, bu kayıtsız, ama “bu memleket bizim”in gerçek sahiplerinin emperyalist dayatmalara karşı duydukları tepkileri, “milliyetçilik” temelinde kendilerine kanalize etmekten ibarettir. Ve neo-liberallerin “hepimiz Ermeniyiz” sloganı faşist milislerin amaçlarına açıktan hizmet eden bir slogan olarak öne çıkmıştır.
    Bu gelişmeler karşısında “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı ile büyük bir “iş” yaptıklarını düşünen neo-liberal solcular, sloganın anlamı ve içeriği üzerine açıklamalar yapmaya koyuldular.
    “Hrant Dink’i Uğurlama komitesi” adına ÖDP Genel Başkan Yardımcısı H. Tahmaz, tüm neo-liberal ukalalığıyla, “1 Martta Ankara’da ‘Hepimiz Iraklıyız’, 5 Kasım’da ‘Hepimiz Lübnanlıyız’, sonrasında, ‘Hepimiz Filistinliyiz’ diyerek bir araya gelindi, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ dediğimizde neden nasırlarına basılmış gibi hissediyorlar” diyerek açıklama getirirken, “Iraklı”, “Lübnanlı”, “Filistinli” olmak ile salt ulusal-etnik bir kavram olan “Ermeni”liği kolayca özdeşleştirebilmektedir.
    Ama bu neo-liberalizmin bu sol uzantıları bunla da yetinmeyerek, “Unutmayalım ki, Solingen’de yakılan Türkleri anarken, Almanlar da ‘Hepimiz Türk’üz’ diye yürümüşlerdi” diye gerçeklerle ilgisi olmayan beyanlarda bile bulunabilmişlerdir. Tarihin “cilvesi”ne bakınız ki, bu neo-liberalizmin sol uzantısının Solingen örneğinde “Hepimiz Türküz” diye yürüyenler, bozkurt işareti yaparak Solingen’i yağmalayan faşistlerden başkaları değildi.
    Neo-liberalizmin sol temsilcileri ne denli gayretkeş olurlarsa olsunlar, ne denli gerçekleri çarpıtırlarsa çarpıtsınlar, Hrant Dink’ in faşistlerce öldürülmesi gerçeğinin üstünü örtmeyi başaramamışlardır. Bunun en büyük etkeni, Hrant Dink’in cenaze töreninde bir araya gelen kent küçük-burjuvazisinin faşist saldırılardan korkmuş olmasıdır. Düne kadar “globalizm” ve AB sayesinde “demokratik açılım” sağlandığına inanmış olduklarından, yaygınlaşan faşist milis saldırılar, onların bu inançlarını yerle bir etmiştir. Giderek bir yol ayrımında olduklarını hissetmektedirler.
    Bu bir yol ayrımıdır: ya faşist milis saldırılara karşı anti-faşist mücadelenin içinde yer alınacaktır ya da faşist milis saldırganlığa boyun eğilecektir. Üçüncü bir seçenek mevcut değildir.
    Ama “globalizm” okulunda okumuş, “küreselleşme/yerelleşme” çelişkisinden ilham ve feyz almış “sol kökenli” küçük-burjuva aydınları, böyle bir seçenekle yüz yüze gelmiş olmaktan hiç hoşlanmamış görünmektedirler.

    “Hoyrat milliyetçiliğin yükselmesi ve giderek daha fazla şiddete yatkın hale gelmesi karşısında ne susup oturmak, ne de ‘Pis faşistler’ diye tepki göstermenin konforuna kapılmanın çıkar yol olmadığını düşünüyorum.
    Umarım, faşizmle mücadele yeniden vuruşma, dövüşme, delikanlılığın hakkını verme noktasına gelmez.”[5*]

    Kendisini anti-kapitalist, anti-emperyalist ve de solcu müslüman kabul eden, Hrant Dink’in çok “samimi dostu” Nuray Mert için bile, anti-faşist mücadele “pis faşistler” demekten bir adım öteye geçememektedir. Daha da kötüsü, bir adım öteye geçmesi de istenmemektedir.
    Kent küçük-burjuvazisine özgü bu tür tepkiler hiç de yeni değildir. Onlar, gerek 1960’larda, gerekse her gün yüze yakın insanın faşistler tarafından öldürüldüğü 1970’lerde de benzer tutum içinde olmuşlardır.
    Bugüne kadar sürekli söyledik ve söylüyoruz: Faşist milis saldırılar, ülkemiz üzerindeki emperyalist hegemonyanın, emperyalist sömürünün sürekli olgusu olan siyasal zorun bir parçasıdır. 1960’larda ve 1970’lerde olduğu gibi, bugünkü faşist milis saldırıların da amacı, kitleleri pasifleştirmek ve şovenist sloganlarla kitleleri ideolojik etki altına almaktır.
    Ancak AB, ABD ve IMF karşıtlığı temelinde yükselen halk kitlelerinin tepkilerini kendi siyasal amaçlarına kanalize etmeye çalışan sadece faşist milisler değildir. Aynı zamanda “milli görüş”çü şeriatçılardan, radikal şeriatçı “Vakit” çevresine kadar her kesim bu tepkileri kendi bünyesinde toplamaya ve örgütlemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla “milliyetçilik” söylemi, dinsel ve ırksal pek çok türevleriyle birlikte yaygınlaşmıştır.
    Bugün “türkçü” faşistlerden “islamcı” faşistlere, “milli” şeriatçılardan “ümmetçi” şeriatçılara kadar her kesim, halkın emperyalizme karşı olan tepkilerini örgütlemeye çalışırken, sol hareket, gerek örgütsel olarak, gerek ideolojik olarak tarihinin en zayıf konumunda bulunmaktadır. Bu durum, legalizmin ideolojik hegemonyasıyla birleşerek, solda, sınıfsal ve ulusal içeriğe sahip olmayan, kozmopolit bir tutumun egemen olmasına yol açmıştır. “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının böylesine kolayca solda yankı bulmasının nedeni de bu kozmopolit tutumdur.
    Devrimcilerin görevi, “yükselen milliyetçilik”in gerçek, nesnel içeriğini, anti-emperyalist özünü doğru biçimde kavrayarak, her türlü “globalist”, “kozmopolitik” ve “pragmatik” tutumları teşhir etmek ve anti-emperyalist tepkilerin sözcüsü haline gelmektir. Bu görev, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin olduğu kadar, ithalatçı küçük ve orta ticaret burjuvazisinin de kitlelerden tecrit edilmesi göreviyle bütünleştirilmelidir.
    Devrimcilerin elinde, ulusal sorunların gerçek ve kalıcı çözümünü ortaya koyan proletarya enternasyonalizmi silahı olduğu da asla unutulmamalıdır.
    Bunun için de, daha çok çalışmak, “halk” denilen sınıfların durumunu, konumunu ve somut gerçekliğini daha somut tahlil etmek ve kavramak şarttır.

    Dipnotlar

    [1*] 1980 sonrasında faşist milis hareketteki en önemli gelişmelerden birisi de şeriatçılığa doğru önemli bir kaymanın ortaya çıkmasıdır. Kökeni Necip Fazıl Kısakürek’e kadar uzanan bu yönelim, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağıtılmışlığı koşullarında MHP’ye biçilen yeni görünüm ve misyonla daha da görünür olmuştur. Bu durumu Kurtuluş Cephesi’nin 27. sayısında şöyle ifade etmiştik:
    “MHP’nin yeni görünümü, 12 Eylül öncesinde MHP’nin silahlı kadrolarını oluşturan ve pek çok cinayetin planlayıcı ve uygulayıcısı olan kesimlerin ön plandan çekilmesini gerektirmiştir. Ancak bunu kendilerine karşı bir tasfiye hareketi olarak kabul eden bir grup faşist, BBP olarak örgütlenmişlerdir. Daha çok çek-senet işleri ile uğraşan faşist kesimlerden aldığı parasal destekle ayakta duran BBP, oligarşi açısından MHP’nin alternatifi değildir. BBP’nin oligarşi açısından böyle olması, somutta böyle olduğu ya da olacağı anlamına gelmemektedir. Bu kesimler, siyasal alanda etkinliklerini sürdürebilmek için MHP’yle rekabet içinde olmak zorundadırlar. Bu da, oligarşinin MHP’ye biçtiği görevleri öncelikli olarak yerine getirme eğilimi yaratabilecektir. Bunun sonucu olarak BBP’li faşistler, ilerici ve devrimci kitlelere yönelik saldırıları mevzi durumlarda yönetmeye talip olmak durumundadırlar. Kimi durumda münferit hareketler içine girerek faşist propagandadan etkilenmiş kesimler üzerinde etkilerini yaymak isteyeceklerdir.”
    Bugün gerek Hrant Dink cinayeti, gerekse üniversitelerdeki faşist milis saldırıların arkasında yer alan BBP böylesi bir konumda yer almaktadır. Ancak “Türkçü-faşistler” ile “islamcı-faşistler” arasındaki fark, Tanrı dağı ile Hıra dağının yükseklik farkı kadardır.
    [2*] Vedat İlbeyoğlu, “Memleket vicdanı yürüdü”, Evrensel, 28 Ocak 2007.
    [3*] MLKP Merkez Komitesi, 22 Ocak 2007.
    [4*] Radikal, 23 Ocak 2007.
    [5*] Nuray Mert, Sığ sularda muhalefet, Radikal, 1 Şubat 2007.

    http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc95_3.html

  16. BaranaS

    Zileli,Aydınlıkcıların Dink cinayetiyle ilgili çözümleme ve saptamalarını iyi kavramış.

    Dink Cinayetini başından beri en doğru olarak Aydınlıkcılar ortaya koydu.

    Hırant’ın Arkadaşları da cinayetin izlerini silmeye çalıştı.
    Zileli bunu görmüş.
    Ama görene değil gösterene bakalım.

  17. özgürlükçü hayal kurma

    Bak seninkini BaranaS ikna etmiş bile. Ulusalcı Zileli’den BDP’ye dost olmaz.

  18. özgürlükçü

    aydınlıkçıların kendileri öldürmek isteyip yapamayınca yapanı açıkladığı yorumu aydınlıkçı güzellemesi bile enteresan.yukardaki keskin devrimci öncü yorumu 80 lerde tarihin çöpluğüne gitmiş ulusalcı,stalinist yorum olduğu gibi resmi tarih araştırmaları-11 e göre biraz resmi ideoloji kemalizmin arka bahçesinden hala etkilenen orayla bağlarını koparıp özgürleşememiş enternasyonalizmi anlamadığından milli duyguları ile vedalaşamamış yorum gibi geldi bana.tabi benim eksiğim olabilir hatta yanlış anlamışda olabilirim.anti-emperyalizmi egemen üretim ilişkisi kapitalizmle mücadeleden geçtiğini anlamayıp 40 yıl önceki MDD ye benzeyince elinden geldiğini sandığı sistemin toplumsal muhalefet programı ve mücadelesini sadece anti-faşizm mücadelesine indirgeyen yorum olmuş.tabiki arkadaşların hem yorumuna hem anti faşist mücadeledeki devrimci duruşlarına saygımız sonsuz bu çabaların daha zenginleşerek fikir seviyesinden bütünlüklü alternatif politik program seviyesine yükseltilme ihtiyacı var gibi duruyor

  19. özgürlüpçü

    “…kemalizmin arka bahçesinden…”

    Bizimki bu sefer de botanik ilmine merak sardı…

  20. Bahadır Kale

    Sayın Zileli,
    “Bence devlet içinde gizli bir kontrgerilla örgütlenmesi vardı, vardır ve var olacaktır ama bunun ötesinde “Ergenekon” diye ayrı bir örgütlenme yoktur ” görüşüne katılırım ama, “Bu, AKP iktidarının yarattığı muhayyel bir örgüttür” görüşü üzerinde durmak isterim.
    Esasen siz de, dürüstçe (“Ergenekoncular” … adının kimin tarafından takıldığını, ne zaman ortaya çıktığını da bilmiyorum aslında) demişsiniz…
    İlgilenenler için konuya ilişkin (açık kaynaklara dayanan) bazı bilgiler verilebilir.
    • Ergenekon söylemi ne zaman ortaya çıktı? Buna ilişkin http://tr.wikipedia.org/wiki/Ergenekon_Operasyonu bağlantısında, (bazı eksikliklere rağmen) doğru bilgiler var. Oradan aktarıyorum:
    Ortaya çıkışı “Ergenekon” kavramı, ilk olarak Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın, Show TV’de yaptığı 40 dakika adlı programın devletin içindeki yasadışı yapılanmaların tartışıldığı 7 Ocak 1997 tarihli bölümünde dile getirilmiştir. Programın konuklarından Erol Mütercimler, Ergenekon’u 12 Mart döneminde işkenceli sorguların yapıldığı Ziverbey Köşkü’nün komutanı olarak tanınan ve 1991 yılında bir Dev-Sol militanı tarafından öldürülen emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten duyduğunu Ergenekon’un içerisinde subaylar, emniyetçiler, profesörler, gazeteciler, işadamlarının olduğu; çeteler olarak tanımlanan küçük birimlerin Ergenekon’un içindeki birer parça olduğunu iddia etmiştir.[1]
    Programda, Erol Mütercimler, şunları söylüyor:
    [1] “Memduh Ünlütürk Paşa kendisinin de bu Ergenekon’un içinde olduğunu söyledi ve dedi ki, ‘Ergenekon Genelkurmay’ın da, hükümetlerin de, bürokrasinin de herkesin üstünde bir örgüttür. Yasayla falan kurulmuş bir örgüt değildir. Bu, 27 Mayıs darbesinden sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurtulmuş. Bunun içinde bulunan insanlar da buraya hizmet eden insanlardır. Ama bunlar vatana ihanet olsun diye hizmet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz, vatana hizmet ediyoruz, vatana yararımız dokunuyor düşüncesiyle bu örgütün içinde yer almışlardır. Özellikle Amerika’da kontrgerilla eğitimi görmüş olan, bu kurslardan geçmiş olan generallerin bir bölümü yeri geldiğinde bu kontrgerilla içinde yer alır”.
    • Erol Mütercimler’e kefil olacak durumda değilim. Bu nedenle, Mütercimler bunu niçin Memduh Ünlütürk öldükten 6 yıl sonra açıkladı? Acaba Ünlütürk’ün sözünü ettiği Ergenekon (aslında tartışmasız olarak Kontrgerilla) örgütüyle teması oldu mu? Ona, 97 yılında bu açıklamayı yapması için teşvik, telkin veya tavsiyede bulunan oldu mu? Bunlar, benim kafamdaki sorular. Belki de gerçek çok basittir: Susurluk’un hararetle tartışıldığı dönemde Mütercimler, güncel olaylarla bağlantılı gördüğü için bunu o tarihte açıklamıştır.
    • Ancak, Ünlütürk niçin Mütercimlere böyle bir açıklama yaptı? Buna Mütercimler Show TV’deki programda (ve daha sonra 97 Haziranında düzenlenen “Bütün Yönleriyle Susurluk Konferansı” kitabında)şöyle bir sebep gösteriyor: “Bana Ergerekon örgütüne girme teklifi geldi. Bunu Ünlütürk’e sordum. O da bana, “bu örgütü sakın hafife alma” diyerek, bu bilgileri verdi”… (Memduh Ünlütürk, sadece bunları söylemişse, “kötü niyet” tartışmasızdır. Çünkü bu yapılanma 6-7 Eylül olayları ile zaten açığa çıkmıştır. İlginç bir tesadüf, Ünlütürk öldürülmeden kısa süre önce, Sabri Yirmibeşoğlu, Tanksız Topsuz Harekat kitabının yazarı Fatih Güllapoğlu’na 6-7 Eylül olaylarının perde arkasını bir cümle ile özetlemişti. Ünlütürk, Kontrgerilla ya da Ergenekon’u 27 Mayıs 1960 sonrasına taşıyor. Buraya da bir “mim” koymak gerekir mi? Bilemiyorum)
    • Ne var ki, 2006 yılında Danıştay Cinayetine kadar, Ergenekon Örgütü lafını (2001 yılında Fehmi Koru ve Aksiyondan Faruk Mercan dışında) kimse telaffuz etmedi. (Bir vesile olursa, Fehmi Koru ve Faruk Mercan’ın 2001 yılında hangi gelişme nedeni ile Erngenkon’u yazdıklarına dair tespitlerimi naklederim)
    • İlginçtir, 2006 yılında, Ergenekon söylemi İLK OLARAK Hürriyet Gazetesi’nde zuhur etti. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4463231&tarih=2006-05-24
    • Hürriyet’teki (emniyet-MİT kaynaklı) haberin başka bir ilginç yanı, bir yıl sonraki tutuklamaları, tam isabetle kaydetmesidir.
    • Bu ayrıntılarla ilk defa karşılaşanları hesaba katarak, başka ayrıntıya girmiyorum. Şimdilik şu kanaatimi belirteyim: Aslında, Hrant Dink Cinayeti, Ergenkon operasyonlarının İKİNCİSİDİR. İlk Ergenekon Operasyonu ise, Danıştay cinayetidir. Hürriyetin, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4463231&tarih=2006-05-24 adresindeki haberi okunduğunda belki bu konuda bana hak veren olur. Sizin, “Eğer çok kurcalanırsa bu örgütün ardından savcılar, operasyoncu polisler, Fetullahçı basın organları çıkar. Hatta bu muhayyel örgütün başkanının başbakan olduğu bile söylenebilir” tahmininize şunu eklemek isterim: Hrant Dink Cinayeti “çok kurcalanırsa … ardından” çırıl-çıplak kontrgerilla yapılanması çıkar… Aynen İtalya’daki gibi… Cumhurbaşkanları bile çıkabilir… Konu ile ciddi biçimde ilgilenen herkese saygılarımla…

  21. Bahadır Kale

    İlginç bir durum: Hürriyet, o haberi siteden kaldırmış… Kendi arşivimden o yazıyı ekliyorum:
    HURRİYET 24 Mayıs 2006 Ergenekon yapılanması
    Toygun ATİLLA
    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4463231&tarih=2006-05-24

    Danıştay baskınının kilit ismi olduğu ileri sürülen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in ilginç ilişkiler yumağı polise göre, ‘Ergenekon’ yapılanmasında yer alan kişileri işaret ediyor. Polis bu yapılanmadaki isimleri tek tek araştırıyor.

    DANIŞTAY saldırısında kilit isim olduğu öne sürülen eski asker Muzaffer Tekin ile ilgili polisin elinde ciddi bir delil yok, ancak önemli bir ilişki yumağı mevcut. İddialara göre bu ilişki yumağı devlet içinde var olduğu iddia edilen ‘Ergenekon’ yapısındaki kişileri işaret ediyor.

    Saldırıların ardında olduğu iddia edilen ve çeteyle bağları araştırılan emekli paşanın ise D.S. olduğu öne sürüldü. İddialara göre D.S.’nin ismi geçen pazar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun da katıldığı güvenlik zirvesinde ortaya atıldı. Ancak Emniyet’teki üst düzey yetkililerin, deliller oluşmadan paşa hakkında işlem yapmanın yanlış olduğunu söylediği iddia edildi.

    Yüzbaşı Tekin ile avukat Alparslan Arslan arasında somut olarak kurulan bağ ise telefon konuşmaları, bilgisayar yazışmaları ve ortak çevre olarak görülüyor. Arslan, ifadesinde Tekin’le ilişkisini kabul etmezken, Tekin meczup olarak gördüğü saldırganla isminin yan yana anılmasından bile rahatsızlık duyduğunu hem ifadesinde, hem intihar mektubunda belirtiyor. Ankara ve İstanbul polisi Muzaffer Tekin ve Alparslan Arslan’ın ilişkide olduğu kişi ve olaylarla ilgili önemli bulgulara ulaştı. Bu bulgular şöyle:

    Muzaffer Tekin, Sedat Peker ve adamları ile ilişki içinde. Peker’in ozturkler.com adlı internet sitesinin açılışında bizzat bulundu. Açılışta emekli paşa Veli Küçük de vardı. Avukat Alparslan Arslan da Peker’in avukatlarından Hakkı Kurtuluş’un stajyeriydi.

    Muzaffer Tekin son dönemde bir çok eylemin içinde yer aldı. Bu eylemler arasında Haliç’te Rum Patrikhanesi’nin haç çıkarma protestosu ve İstanbul Beyazıt Meydanı’nda Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey anısına düzenlenen tören de var.

    Muzaffer Tekin’in sık sık temas kurduğu isimlerden biri ise Orhan Pamuk aleyhine düzenlenen eylemleri ve Ermeni Kongresi aleyhine açtığı dava ile gündeme gelen Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Kerinçsiz.

    Muzaffer Tekin’in ilişki içinde bulunduğu bir diğer isim ise Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol. Polis kayıtlarına göre Tekin ile Erenerol sık sık görüşüyorlar.

    Gladio’nun Türkiye versiyonu

    ERGENEKON Gladio’nun Türkiye’deki yapılanması olarak kabul ediliyor. Ergenekon’un faaliyet alanları yurtdışı ve yurtiçi olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ergenekon’daki kişilerin, Türkiye’deki mevcut rejimin gerçek hámisi olduğuna yürekten inandığı belirtiliyor. ‘İç düşmanları’ pasifize etmek hatta ortadan kaldırmak için yapmayacağı ve yapamayacağı hiçbir faaliyet olmadığı kaydediliyor. Ergenekon ile ilgili ilk ciddi araştırmayı ise Can Dündar ile Celal Kazdağlı, aynı adı taşıyan kitaplarında ortaya koydu. Kitapta Alparslan Türkeş, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Korkut Eken’in yanı sıra bir çok ülkücü kökenlinin de bu mekanizmada yer aldığı iddia edildi. Ergenekon’un içinde taşeron mafya yapılanmaları da ortaya çıkıyor. Bu kimi zaman Alaattin Çakıcı, kimi zaman ise Sedat Peker olabiliyor.

    İlginç ilişkiler

    9 Nisan 2005’te Beyazıt Meydanı’nda Boğazlıyan Kaymakamı’nı anma töreninde çekilen fotoğrafta Veli Küçük ile Muzaffer Tekin aynı fotoğraf karesinde yer aldı. Ermeni Konferansı, gazeteci Hrant Dink ve yazar Orhan Pamuk’un yargılanması gibi olaylarda suç duyurunda bulunan gösterilere katılan Türk Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Kerinçsiz de Tekin ve Küçük ile birlikte görüldü.

    Küçük nerede, Tekin orada

    ESKİ Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in, ‘Susurluk skandalında’ adı geçen emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile birçok yerde bir araya geldiği belirlendi. Tekin ile Küçük, 3 Nisan 2006 tarihinde Beyoğlu’nda düzenlenen ‘Türk Ordusu’na destek’ yürüyüşünde de kameralar tarafından görüntülendi. Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Birliği üyelerinin Galatasaray Meydanı’nda yaptığ yürüyüş sırasında Tekin, Küçük’ün elini öperken de fotoğraflara yansıdı.

  22. Bahadır Kale

    BELKİ BU BAĞLANTIDAN O HABERE ULAŞILABİLİR…
    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4463231&tarih=2006-05-24
    ’Ergenekon’ yapılanması
    hurarsiv.hurriyet.com.tr
    Danıştay baskınının kilit ismi olduğu ileri sürülen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in ilginç ilişkiler yumağı polise göre, ’Ergenekon’ yapılanmasında yer alan kişileri işaret ediyor. Polis bu yapılanmadaki isimleri tek tek araştırıyor.

  23. Gün Zileli

    Çok teşekkürler Bahadır Kale arkadaşım. Gerçekten verdiğiniz bilgiler yararlı oldu. ama ben şahsen polisin verdiği bilgilere itibar etmem. Polis kontrgerilla örgütlenmesiyle bağlantılıdır.

  24. Gün Zileli

    Epeyce ulusalcı perspektife sahip bir yazı. Hiç ama hiç katılmıyorum.

  25. Gün Zileli

    Bak buna çok sevinirim.

  26. Selami

    Yazıyı zaten çok doğru buluyorum. Son günlerde Hrant Dink cinayetine ilgili okuduğum en sağlıklı perspektive sahip yazı. Ama asıl dikkatimi çekense şu oldu yorumlara baktığımızda bdpli olduğunu hatta dahada milliyetçi bir sekterlikle yorumlar saçan özgürlükçünün de baranas gibi ağır ulusalcı bir işçi partilininde Zileli’ye saldırma ”ortak” noktasında buluşmaları çok ilginç. İkisinin de benzer bir uslup kullanmaları, hakarette sınır zorlamaları vs.. çok çok ilginç. Zileli’nin perspektifinin doğruluğunu kendilerinin ortaklıklarından birkere daha görmüş oluyoruz. Saygılar hocam

  27. Gün Zileli

    Sağ ol Selami. Özgürlükçü iyi niyetli bir arkadaştır ama bazı sekterlikleri var elbette. Baranas ise bağnaz bir İP taraftarı. Hiç yaratıcı değil. Her seferinde benzer kalıplarla yorum yapar. Ben olsam, onu değiştirir yerine daha zeki, daha yaratıcı birisini koyardım. Ortaklıkta esas ilginç olan, buradaki görevli AK-polis masası ile Baranas’ın ortaklıklarıdır.

  28. Gün Zileli

    yani polisin verdiği bilgilere derken, son yorumunuzdaki “polis bu yapılanmadaki isimleri tek tek araştırıyor” cümlesini kastettim. elbette sizin verdiğiniz bilgileri değil. Aman bir yanlış anlaşılma olmasın. Yorumumu tekrar okuyunca öyle bir anlam çıkar endişesine kapıldım da. sevgiler.

  29. Bahadır Kale

    Sayın Zileli,
    “polis bu yapılanmadaki isimleri tek tek araştırıyor” cümlesi tabii bana ait değil. Toygun Atila’nın “haberi”(!)nde… Bu cümleyi içeren haber metni bütünüyle, Hürriyet’e polis tarafından “sızdırılan” suçlamalar ile dolu… Haberde adı geçenler, bu haberden bir yıl sonra tutuklandı…

    Bu bilgiler, bir bakıma; sizin “Devletin yeni yönelimine ve örgütlenmesine biat eden kontrgerilla unsurları, örneğin Mehmet Ağar, himaye altına alındı ve kontrgerilla AKP iktidarının denetimi altında faaliyetlerini bugüne kadar sürdürdü. AKP iktidarının denetimi altına girmek istemeyen ve ideolojik olarak ulusalcılara yaklaşan Veli Küçük gibi unsurlar ise AKP’nin denetimi altındaki kontrgerilla tarafından safra gibi atıldılar, hedef haline geldiler…” yorumunuzu doğruluyor sanırım.
    NOT: Bunu doğrulayan bir olgu daha var: Ergenekon davasına ait üç iddianameyi de (neredeyse satır-satır) okudum. Toplam 6000 sayfa içerisinde, Vei Küçük’e ya da Kerinçsiz ve benzeri sanıklara ilişkin tek bir somut itham yok… Bu durum, “üstü kapalı bir hesaplaşma” yorumunu kuvvetlendiriyor. Sonuç olarak, bu operasyonlar bir taraftan AKP’nin kontrgerillaya hakim olmasına, diğer taraftan kontrgerillanın geçmişteki sicilini, kamuoyunda temizlemesine yönelik görünüyor.

  30. Gün Zileli

    Tamamen katılıyorum. İşte sizin gibi dikkatli insanlar bunları saptayabiliyor. Kutlarım (ayrıca o iddianameleri satın satır incelediğinize göre zaman zaman duruma ilişkin yorumlar yapsanız buraya çok iyi olur. itiraf edeyim ki, ben iddianameleri okumadım.

  31. ertan

    Bahadır Kale kopyaladığı bilgileri derleyen Can Dündar’ın daha sonra “böyle bir yapılanma yok” dediğini de eklemeli.

    Neresini anlamıyorsunuz hala, ben de bunu anlamıyorum?

    Derin devletin illa bir ismi olması mı gerekiyor? 80’lerde 90’larda veya daha önce kendine Ergenekon ya da daha başka bir isim veren bir yapılanma olmuş olsa ne sonuç çıkar?

    Derin devlet, nasıl çalışır, hangi operasyonları yapar, kimleri kodese tıkar kimleri parlatır? Eğer polisiye bir bilginiz yoksa (ki kamuoyunun, sizin bizim gibi insanların yok) olgulara bakıp, misal Ergenekon iddianamesinde kimin neyle suçlandığına bakıp, iddianamede söylendiği gibi bir yapılanmanın olup olmadığı anlaşılabilir.

    Bugün soldan ya da sağdan, Ergenekon da Ergenekon diye bağırıp çağıranların kaçı iddianameyi okumuş?

    Kaçı, misal Perinçek’in kaleme aldığı iddia edilen, Ergenekon manifestosunun komikliğini görüp üzerine düşünmüş…

    Kaçı Ergenekon operasyonunu başlatan Ümraniye’de gecekonduda el bombaları bulunurken ki kamera kayıtlarına yansıyan polis diyaloglarını duymuş? Medya bunları yayınlamış mı (ulusal kanal hariç)? Daha iddianame diye bir şey yokken, Ergenekon’un adını duyanların sayısı bir elin parmağını geçmiyorken, baskına giden polis memurlarının “şimdi nasıl kurtulacak bakalım Ergenekon, şimdi ne bok yiyecekler” türevi konuşmalarını duymuş?

    Bu kayıtlar mahkemede dinletilince mahkeme heyetinin açıkça duyulan bu diyalogları “biz öyle bir şey duymadık” diye en büyük delili görmezden geldiklerini kaç kişi biliyor?

    Kaç kişi, iddianamenin bel kemiğini oluşturan, şu şu insanlar birbiriyle görüşmüş, işte tel. kayıtları diye ortaya atılan kayıtların aslında hiç olmadığını, birer hackerlık ürünü olduğunu biliyor? Ki gözaltındaki teğmenin cep telefonuna Ergenekon sanığının numarasının “şehven” kaydedildiği ortaya çıkmışken, kaç kişi geri kalan tel. bilgilerine güvenebilir?

    Daha neleri örnek vermek gerek? Ahmet ve Nedim’in durumlarından daha traji komik bir durum var mı?

    Yetmez ama evetçi BBP’nin gençlerinin AKP dönemindeki (Dink, Rahip, Yayınevi) cinayetlerde kullanılması bir tesadüf mü? Aynı BBP’nin Cemaatle arasından su sızmamasına ne demeli?

    Ulusalcıları ve Kürtleri tutuklarken çemberi mümkün olduğunca geniş tutan savcılar, neden diğer bağlantıların üzerine gitmiyor? Daraltıyor, yok sayıyor?

    Bunlar tesadüf mü?

    Buradan “Ergenekon Terör Örgütü” mü çıkar, yoksa başka bir örgüt mü?

    Siz bu iddialarla birilerine ceza verilebileceğini düşünüyor musunuz gerçekten? Türkiye’de verilse bile, AİHM’den geri dönmeyeceğini bilmiyor mu bu savcılar, hakimler?

    O nedenle mümkün olduğunca çok insanı, mümkün olduğunca uzun içeride tutacaklar…Amaç bu…En büyük devlet operasyonlarından birine tanık oluyoruz, ne anlatıyorsunuz siz?

    Aklı olan, nesnel gözlüklerini kaybetmeyenler için durum çok açık değil mi?

  32. ertan

    “…AİHM’den geri döneceğini bilmiyor mu” şeklinde olacaktı.

  33. Gün Zileli

    sana katılıyorum Ertan. Ben de bunu anlatmak istemiştim ama yazımda bu bilgiler yoktu. Teşekkürler.

  34. ertan

    Polis: Ergenekon Olunca S.kerim Hakimi Savcıyı!

    http://www.youtube.com/watch?v=7sXI5ViIa_k&feature=related

  35. mehmet düz

    derin bilgi eksikliği ve dolayısı ile tutarsızlıklarla dolu bir tahlil olmuş. özetle devletin kendisinin kötü olduğunu, ergenekon diye bir şey varsa da bunun devletin kendisi olduğunu söylüyor. başında başbakan var demekle de örgütün seçimle başkan seçtiğini iddia ediyor. asıl gülüncü türkiyenin de bu gezegende yer aldığını ve dış etkilere açık olduğunu inkar ediyor. bu noktada güncel siyaseti takib etmemek de yazarı kurtaramıyor. devlet de tabii ki bir örgüttür ama bir örgütün içinde o örgütü zorbalıkla ele geçirmeye veya örgütün yönetimini silah zoruyla başkalarından arındırmaya çalışan örgütçükler olabilir. yazar zihninde 28 şubatı ve bin yıl sürmesi gereken savaşı nereye koyuyor bilemiyorum.

    ergenekon kemalist diktayı çok partili süreçte devam ettirebilmek için askerce kurulmuş ve komünizm tehlikesine karşı amerika tarafından desteklenmiş bir oluşumdur. 2. dünya savaşı olmasa veya almanya kaybetmeseydi böyle bir örgüte de gerek olmazdı. yine sovyetler çökmeseydi bu tasfiye süreci yaşanmazdı. adli olaylara hepsi hikaye bunların zaten ben bilmiyorum bilmemekle de gurur duyuyorum diyip geçiştirmek ve oral çalışlar benzeri sövülmesi prim yapan insanlara iftira etmek yazarı 15-25 yaş arası bir şeylerden rahatsız ama neden rahatsız olduğunu bilmeyen insanların gözünde büyültebilir ama uzun vadede küçültür. ben üzüldüm.

  36. Admin

    Hakaret dolayısıyla kaldırıldı.

  37. ertan

    Bir de şunu eklemek gerek. 2007 yılında Cumhuriyet mitingleri esip gürlerken, her ne kadar darbe karşıtı sloganlar atılmış olsa da bir “ordu-millet el ele” kampanyası örgütlendiği doğrudur. Koşullar el verseydi, AKP hükümeti bu havayla devrilecekti. Açık bir darbe olma ihtimali ve niyeti hiç olmadı tabiki. Burada üstü kapalı bir “darbe” senaryosundan bahsedilebilir. Bu ulusalcı canlanışın (-ki Gülen ulusalcı dalgayı aşacağız demişti) Ergenekon’la punduna getirilip dağıtılmasıdır olan. Yani bir derin yapının değil, uyuyan Türk ulusalcığının canlanışından kurtulmaktı amaç. Neden miting yaptın, neden sokağa çıktın diyemeyecekleri için, mevcut tepkiyi marjinalleştirmek ve aşmak amaçlandı, bu oldu. Ne derin devletin ortaya çıkarılması söz konusu ne de başka bir şey. Zaten ulusalcılığın şimdilik ezilmiş olması bu yapının arkasında ABD’nin ve AB’nin durmamasıyla açıklanabilir. 28 Şubat’ta Refah Partisi’ne karşı ulusalcılığı tutan bu çevreler, bu sefer AKP’yi tuttular ve işler değişti. Özetle, bir devlet operasyonuyla devlet yeniden dizayn edildi. Bu dizaynı kabul etmeyen devletin eski oyuncakları (Veli Küçük’ler) da harcandı ve aslında derin devlet de kendini yeniledi. Derin devlet artık daha az ulusalcı daha “yeşil”…

  38. RAKEL DİNK VE HRANT’IN ÇOCUKLARINA ÇAĞRI

    Meşhur meseledir. Suçüstü yakalanan hırsız, kendisini yakalayanlarla birlikte bağırır: “Hırsız kaçıyor, tutun!”
    İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 17 Ocak günü yargıladığı sanıkları; “cinayette örgüt yok, suçu kendi başlarına bireysel olarak işlediler” gerekçesiyle, örgüt suçundan beraat ettirdi. “Bireysel eylemlerinden dolayı” dört sanığı 2 ay ile 12 yıl arasında değişen hapis cezalarına, Yasin Hayal’i ise “adam öldürmeye azmettirmekten” müebbet hapis cezasına çarptırdı.
    Sahibin sesi “Taraf” ile bilumum F Tipi basın ve yandaşlar, hep bir ağızdan manşetlerden bağırıyorlar:
    “Cinayette örgüt gizlendi. Örgüt Ergenekon’dur.”

    SORUMLULAR
    Aslında, yakın tarihimizde olan önemli siyasi cinayetler içinde, belki de failin kim olduğunun bu kadar aleni, bağıran kanıtlarla kendisini gösterdiği başka bir vaka yoktur.
    Savcılık, siyasi iktidar, F tipi ve yandaş basın ve Hrant Dink’i sözüm ona savunan avukatlar elbirliği ile mahkemenin dünkü kararı almasını sağlamışlardır.
    1- Savcıyı dinler misiniz? Bundan birkaç ay önce verdiği mütalaasında; “Elimde kanıt yok ama bu cinayeti Ergenekon’un Trabzon hücresi işledi.”
    Elinde “kanıt” olmadan kanaat ifade eden bir kanun adamı! Tayyip Erdoğanların “ileri demokrasisine” çok yakışıyor.
    Savcının bu sözleri üzerine söz söylemeye gerek yok. Ama en hafif tabiri ile burada, gerçek faili karartma çabasının olduğunu görmemek mümkün değil.
    2- Siyasi iktidar, cinayetin işlenmesine bir şekilde dahil olduğu anlaşılan F tipi Emniyet görevlilerinin soruşturulmasına izin vermedi. Tam tersine o görevlileri ödüllendirdi.
    Olayın içindeki Erhan Tuncel, zamanın Trabzon Emniyet Müdürü Fethullah sicilli Ramazan Akyürek’in istihbarat elemanı.
    Ali Fuat Yılmazer, İstanbul’da yetkili konumda. O da cinayetin işleneceği istihbaratını gizlemekle itham ediliyor.
    Ve diğerleri…
    AKP iktidarı bütün bu devlet görevlileri hakkında soruşturma açılmasına izin vermiyor. Kısacası örgütü gizliyor.
    3- F tipi ve yandaş basın. Son beş yıldır elbirliği ile büyük bir karartma ve
    yanıltma kampanyası yürütüyorlar.
    Sadece Hrant Dink cinayeti değil, Danıştay cinayeti, Zirve Kitapevi katliamı ve Rahip Santoro cinayeti. Bütün bu eylemlerin failleri, bir şekilde bulaşanları, Büyük Birlik Partisi’yle bağlantılı ve Fethullah’ın ışık evleriyle ilişkili.
    Ama bu kadar açık gerçeği, bu “basın” görmedi. Savcılık görmedi! İktidar görmedi ve sözüm ona Hrant Dink’i savunan avukatlar da görmedi.
    4- Sözde Hrant Dink’i savunmakla yükümlü avukatlar beş yıl boyunca gerçek failleri bulmak için çaba göstermek bir yana, tam tersine olayı karartmak için deyim yerindeyse ellerinden geleni yaptılar.
    Kendilerinin istediği telefon dinleme kayıtlarının ortaya koyduğu bağlantıların adını bile söylemekten aciz avukat olabilir mi?
    Savcının, “Elimde delil yok ama bu cinayeti Ergenekon’un Trabzon hücresi işledi” sözüne, hukuki bir değer ve cinayeti aydınlatacak bit tespit diye sarılan mağdur avukatı olabilir mi?
    Fethullah’ın Işık evlerini, BBP’yi ve “Alperenler Ocağı”nı gösteren onca delile rağmen, “Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Oktay Yıldırım isimleri araştırılsın” diyen avukatlar, gerçekte kimin avukatlarıdır?
    5 yıllık yargılamanın sonunda, savcının Esas Hakkındaki Mütalaası üzerine verdikleri dilekçede; Genelkurmaydan başlayarak akla gelebilecek hemen herkesi sorumlu ilan eden avukatların bu yaptığı, gerçeği açığa çıkarma çabası mıdır yoksa bütün kanıtlarıyla orta yerde duran gerçek failleri gizlemek midir?

    RAKEL DİNK’E ve HRANT’IN ÇOCUKLARINA AÇIK ÇAĞRI
    Hrant Dink cinayeti, faili meçhul bir cinayet değil. Fail belli. İrtibatlı olduğu kişiler belli. Koruyanlar belli.
    İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, cinayetten bir müddet sonra yaptığı basın toplantısında sorunluları tek tek açıkladı. Ve Doğu Perinçek o zamandan beri hapiste.
    Hrant’ın katledilişinden bu yana beş yıl geçti.
    “Hrant’ın arkadaşları” etiketi ile beş yıldır ortalıkta dolaşanlar, timsah gözyaşları dökenler, tetikçilerin arkasındaki örgüte ulaşmak için ne yaptılar?
    “Ne yaptılar” demeyelim, çok şey yaptılar. Hrant’ın katili olan F tipi Gladyo’yu gizlemek için canla başla çalıştılar.

    TÜRKİYE’NİN AYDINI
    Hrant’a gelince, o Türkiye’ye ait bir aydındı. Kayseri’de katıldığı panelde yaptığı konuşma, yurtsever bir aydın olarak O’nun, büyük sorumluluk bilincini göstermektedir:
    “Kürtler, Ermenilerin yüzyıl önce yaşadıklarından ders almalıdır. Emperyalistler gelir, çıkarlarını düşünür, bizi birbirimize düşürür, sonra da çekip giderler. Olan burada kalan bizlere olur”.
    “Geçmişte İngiliz, Fransız, Alman, Ruslar’ın şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol ne ise bugün başta ABD olmak üzere aynısı tekrarlanıyor. Ermeni halkı onlara güvendi. Kendilerine, ‘Osmanlı’nın zulmünden’ kurtaracakları vaat edildi. Ama öyle olmadı. Yanıldılar. Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar, çekip gittiler. Burada kardeşi kardeşe kırdırdılar. Kürtlerin yaşadığı aynı şey. ABD, Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere geldi”.

    Bu anlayışa uygun davranmayanlar “Hrant’ın arkadaşları” olamazlar.

    Mehmet Bedri Gültekin – Silivri

  39. Gün Zileli

    İşte burada ayrılıyoruz. Derin devlet diye bir şey yok, devletin kendisi var. Devlet elbette gizli örgütlenmelere sahip, her zaman da sahip oldu. AKP ulusalcı devleti ele geçirdi, dolayısıyla artık AKP iktidarı ulusalcı ve Atatürkçü. Burada ulusalcılar da liberaller de yanılgı içindeler. Süreç içinde AKP gittikçe daha fazla ulusalcı ve Atatürkçü olacaktır. Bu yüzden “yeşil” diye bir şey yok. Devlete oturan kırmızı-beyaz olmak zorunda. Bu bakımdan ulusalcıların Türk bayrağı sallayıp durmaları çocukçadır. Bu devlet onları harcadı. AKP’ye karşı devletçi ve bayrakçı bir tarzda karşı çıkılırsa olacağı budur. Ulusalcılar AKP-devlet iktidarına karşı gerçek bir halk muhalefetinin içinde yer almak istiyorlarsa ulusalcı güdülerinden uzaklaşmak zorundadırlar. Son Denktaş cenazesinde gördük, AKP ile ulusalcılar Denktaş’a sahip çıkmakta yarıştılar. AKP neden Denktaş’a bu kadar sahip çıktı acaba? Bu da onun artık devlet olduğunu göstermiyor mu? Ulusalcılar bir karar vermek zorunda. Ya ulusalcı yolda ilerleyip AKP’nin üvey evlatlığını kabul edecekler ya da şu ulusalcı güdülerini bırakıp AKP’yle doğru dürüst mücadele edecekler. O bayrakları muhalefet saflarını dağıtıyor, görmüyorlar mı? Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasına karşı protesto gösterilerine bayraklarla gelip orada muhalif safları bölmeleri ne kadar anlamsızdı.

  40. ertan

    Önceki yoruma cevap veremediğim için buradan yazıyorum. Söylediklerinizde haklılık payı var ama devletlerin de ideolojileri olur. “Devlet” diye bir ideoloji olmaz. AKP’nin devleti ele geçirdikçe ulusalcılaştığı haklı bir tespit. Fakat 28 Şubat’ın temsil ettiği ideolojiden farklı olduğu da bir gerçek değil mi? AKP şu anda, yavaş yavaş keskin Kemalist hatları yontuyor. İmam Hatipler’in durumu, müfredat vs. değişiyor. 29 Ekim kutlamalarındaki tavra bakıp fark yoktur diyebilecek miyiz mesela? Gorbaçov dönemindeki SSCB ile Stalin zamanındaki SSCB aynı mıdır? Devlet olarak aynıdır, görünüşte ikisi de aynı ilkeleri kabul ediyordu ama reelde böyle mi oldu?

    Çok kestirmeci yine…

  41. Gün Zileli

    Ertan kestirmeci olmak istemem. elbette aynı şey değil ve bunlar da kendi bazı özelliklerini devlete taşıyacaklar ama temeller değişmez. ben üç olgudan hareket ediyorum. 1. Kürtlere karşı savaş; 2. Kıbrıs ve Denktaş konusundaki tutum değişikliği; 3. Ermeni sorunundaki tutum (eskiye göre gittikçe koyulaşarak ve devletçi güdülere yaslanarak). Ulusalcılar bu değişikliklerin farkında değilmiş gibi davranıyorlar ve dediğim dedik öttürdüğüm düdük aynı minvalde gidiyorlar. ayrıca Gorbaçov’la Stalin devleti aynıydı, temel güdüleri de öyle. Gorbaçov döneminde sadece Stalin suçlandı, ama hiçbir zaman Lenin dönemi eleştirisine yönelmediler, öte yandan Troçki, devlet yıkılıncaya kadar aklanmadı.

  42. Gün Zileli

    sen de sağ ol Ahmet. Güç verdin, gayret verdin.

  43. derin devlet ve ergenekon

    (Zileli’ye bu konuda katılıyorum.)

    “Derin devlet” tanımlaması,kontrgerilla gerçeğini açıklamaya yetmediği gibi sanki devlet dışında ya da devlet içinde devlet varmış gibi bir ideolojik manevra ile çarpıtmaya götürdüğü gibi,faşist devletin gerçek yüzünü ve niteliğini karartmak ve faşizm tasfiye olmadan bu “derinlerin” tasfiye edilebileceği gibi bir sonuca götürür.Burada da burjuva demokrasisi ve faşizm arasındaki,gerçek durumun karartılması ve doğru süzülememesi gibi bir durum söz konusudur.Zira,ülke de 1971 askeri faşist darbesinden sonra zaten devlet faşistleşmiştir ve kurumsallaşmasını tamamlamıştır.Bu dönüm noktasından itibaren,devletin gerçek hakimi kontrgerilla olmuştur.

    Ergenekon,faşist devletin kendisidir.Faşist kontrgerilla devleti,Ergenekon vs gibi uyduruk isimlerle,araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır.Egemenlik-klik çatışmasını gizlemeye çalışmaktadır.Egemenler arası ciddi çatışmanın varlığını gizleyerek,sahte komplo ve psikolojik savaşla yönlendirmeler de yaparak;yığınları düzene-sisteme yedeklemeye çalışmaktadır.Bir diğer ucu da,yığınları-emekçileri sunni-yapay gündemler ve sorunlar aracılığıyla ikiye bölerek-şimdiki adı laik –anti laik-iç savaş stratejisinin ayaklarını oluşturmaya çalışmaktadır.Mevcut çatışma,kesinlikle egemenler içindeki kimin yöneteceği çatışmasıdır.Çıkarların,parsaların toplanması mücadelesidir.Filler yukarıda güzelce tepinirken, bir çok amaçlarına ulaşırken çimenler ezilmektedir.

    http://www.sosyalistforum.net/sosyalistforum-yazilari/15118-ergenekon-sorusturmasi.html

  44. çıracı

    Nagehan Alçı’dan Hrant Dink-Odatv gafı!

    Çarşamba, 25 Ocak 2012 – 16:31

    Nagehan Alçı, Hrant Dink’i Odatv’nin hedef gösterdiğini söyledi. Oysa Odatv, Dink’in öldürülmesinden 9 ay sonra yayına başlamıştı!

    CNN Türk’te dün (24 Ocak) yayınlanan “Dört Bir Taraf” adlı programda Nagehan Alçı, her zamanki tarzıyla birilerini suçluyordu.

    Konu Hrant Dink’in öldürülmesine geldi. Nagehan Alçı, herkesin bildiği bir gerçeği, Hrant Dink’in bazı yayın organları tarafından hedef gösterildiğini söyledi.

    Ama tuhaflık sonradan yaşandı. Enver Aysever, Alçı’ya “Kim bunlar” diye sordu. Alçı da “Odatv” diye cevap verdi.

    Odatv sitesi, bu durumdaki tuhaflığa dikkat çeken bir haber yaptı. Habere göre Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmüş, fakat Odatv, Hrant Dink öldürüldükten yaklaşık 9 ay kadar sonra; 1 Ekim 2007’de yayına başlamıştı.

    (soL Haber)

  45. çıracı

    Nagehan Alçı (tersten de olsa) Hrant’ı AKP-C’nin öldürdüğünü ve suçu ulusalcı kesimlere yıktığını itiraf etmiş oldu!

  46. özgürlükçü

    hrantın arkadaşları cinayetin ardındakileri gizlemeye çalıştı yorumu galiba asıl rahatsızlığın dışa vurumu değilse hrantın neden arkadaşları olabildiğine fesatlananların yorumu olabilir.ertan arkadaş hala aynı yanlışı tekrar ederek toplumlar tarihi ve tarihsel materyalizmi yanlış anlayıp yorumladığı izlenimi veriyor.devlet iktidar hegemonyasının ergenekon ve kürtleri tutuklaması cümlesini kurarken topu topu ergenekon diye 50 kişi ilgili ilgisiz tutuklama var ki bunlardan asıl kaos yaratıp darbe zemini ve siyasi iktidarı ve halkı hedef alan eylemleri yapan 5-6 kişi içerde olmasına rağmen 8 bin göz altı 6 bin tutuklu ile kck ve tm bahanesiyle bdp nin ve toplumsal muhalefetin asıl hedef alınmasını gizleme ergenekonla eşitleme çok yanlış değilmi?ertan bilmezmi iktidar hegemonyası kendinden önceki iktidarın kendini yeniden üreterek alternatif olamayacağını bilir asıl endişesi kendinden sonra iktidar hedefleyen toplumsal muhalefete şiddetle saldırır bu bile devlet-iktidar akp egemenlerinin bile fark ederek asıl alternatiflerine yaptığı saldırıyı gizleyerek tükenmiş ergenekonla bdp ve özgürlükçü toplumsal muhalefete yapılan saldırıyı eşitleme yada gölgeleme bile aslında egemen ideolojinin etkisinde kalma değilmidir? bir yorumda özgürlükçünün milliyetçi saldırısı cümlesini kuranın özgürlükçünün kürt olmayıp laz olduğunu bile bilmeden sürekli milliduyguları eleştiren birini milliyetçilikle suçlamak enteresan zileliye beni milliyetçi diye şikayet etmiş pes vallahi ben zileliyi bile milli duygulardan kurtulmaya çağırana yapılacak işmi bu?

  47. çıracı

    Bunlar Hrant’ın değil, AKP’nin arkadaşları!

    Cuma, 20 Ocak 2012 – 09:00

    Mahkeme Dink cinayeti kararını açıkladı, cinayetin yıldönümünde AKP’ye yönelik öfke bir kez daha haykırıldı. Fakat Hrant’ın Arkadaşları arasındaki AKP yandaşlarının bu 5 yıldaki şeceresini dökmenin de tam zamanı değil mi?

    Hrant Dink cinayetinin ardından oluşturulan Hrant’ın Arkadaşları grubunda yer alan kimi isimlerin 5 yılda yaptıkları, bunların Hrant’ın arkadaşı olmaktan ziyade AKP’nin arkadaşı olduklarını düşündürüyor.

    Dink davası, tetiği çekenlerle bunu kışkırtan ve buna göz yumanlar arasındaki bağlantıların, çok büyük bir açıklıkla ortaya döküldüğü bir dava oldu. Fakat 5 senenin sonunda bitirilen davada (“suça sürüklenen çocuk” olduğu gerekçesiyle dosyası ayrılan Ogün Samast hariç) sadece Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’e ceza verildi. Ancak herkes örgüt suçlamasından beraat ettirildi. Tuncel’e Dink davasından değil, McDonalds bombalamasından bir miktar ceza verildi ve kendisi davanın ardından tahliye edildi.

    Davada tetikçilerle ilişkisi bilinen çok sayıda devlet görevlisi vardı. Bunların soruşturulmasını, tek bir odak önledi: AKP. Soruşturulmaları bir yana, bazıları AKP tarafından açıkça ödüllendirildiler. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, AKP’den milletvekili yapıldı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, şimdi Osmaniye Valisi. Delil kararttığı sabit olan cemaatçi emniyet müdürü Ramazan Akyürek, kendi isteğiyle Ankara Emniyeti Araştırma Planlama Kurulu’nda uzman olarak çalışıyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler aradan geçen 5 senede 4. yıldızını da alıp terfi etti; o da Araştırma ve Planlama Kurulu uzmanı… Cinayete göz yumulmasında ve ardından cinayetin örtbas edilmesindeki rolü gündeme gelen, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Mart’ta İstanbul İstihbarat Şube Müdürü görevinden alındı. Bu görevde yıllarca Ergenekon benzeri siyasi operasyonları düzenleyen dar ekibin başta gelen üyelerinden biriydi. Şimdi Tanık Koruma ve Bomba İmha Şubelerinden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı. Dink’i makamında tehdit ettiren dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, Yalova Vali Yardımcısı. Güngör’ün makamında Dink’i tehdit eden iki MİT görevlisi Handan Selçuk ve Özer Yılmaz hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmadı.

    Liste uzayıp gidiyor. Bir tek, cinayetten haberdar olmasına rağmen en azından buna göz yumduğunu bildiğimiz dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ile İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız ve 4 sanık ufak cezalar aldılar.

    Ve bu tabloya rağmen, 17 Ocak’taki kararın ardından Hrant’ın Arkadaşları’ndan bazı isimler, hâlâ AKP’ye toz kondurmamakta kararlı. Bu “arkadaşlar”dan Oral Çalışlar, kararın açıklanmasından bir gün sonra yazdığı yazıda “Hrant Dink’in darbecilerle mücadelede AKP’yi hep desteklediğini” söylüyor, “Dink’i öldürenlerin Erdoğan’ı da öldürmeye çalıştıklarını” iddia ediyordu. Dink’in öldürülmesinden sonra bir süre Agos’taki Genel Yayın Yönetmenliği görevinin verildiği Etyen Mahçupyan, tüm yolları AKP tarafından kesilmiş bu davanın böyle bitmesinin faturasını akıl almaz bir zorlamayla PKK’ye kesiyor, “PKK ve Kürt meselesi olmasaydı Hrant Dink davasında daha cesur karar verilirdi” diyordu.
    “Arkadaşlar”dan bazıları, aslında cinayetin, şimdiye kadar sorumluluğu ortaya çıkmış kesimler arasında tek bir tarafa, “ulusalcı” olarak kodlananlara yıkılmasını planlıyorlar. Oysa özellikle Nedim Şener’in iki kitabında ortaya koyduğu üzere, cemaat yanlısı polislerin aktif olarak cinayete daha fazla dahil oldukları görülüyor, ancak bunlar büyük oranda gözden kaçırılıyor. Cinayet Ergenekon’a bağlanıp Veli Küçük-Kemal Kerinçsiz gibi milliyetçilere bağlansa, Hrant’ın Arkadaşları’nın büyük kısmı bu kampanyayı bitirecekler.

    Davanın 5 sene sonra kapatılmasına rağmen sürdürülen bu AKP’ye toz kondurmama halinin arkasında, Türkiye’de yaşanan baskıların odağında Ergenekon denilen bir yapıyı ve askeri vesayeti görmek ve AKP’yi, bununla mücadele eden fakat yeterince gözüpek davranamayan bir demokrasi havarisi olarak algılamak yatıyor. 17 Ocak’ta kararın verilmesinden hemen sonra yaptığı açıklamada Dink ailesi avukatlarından Fethiye Çetin “Daha düne kadar devletin ötekisi ve hedefi olanlar ve bugünün egemenleri, bugün kendilerini ötekileştirenlerle ittifak kurmuş görünüyorlar. Ama bilsinler ki bu ittifak geçicidir” derken, 10 senedir ülkeyi tek başına yöneten ve bürokrasi içerisinde yandaşları dışındaki tüm odakları tasfiye etmiş olan AKP’yi hâlâ muktedir değil, birtakım karanlık kuvvetlerin “müttefiki” gördüğünü ortaya koyuyordu.

    Bu tavır, Hrant’ın Arkadaşları’nı “dava Ergenekon’a bağlanmalıydı” tezine götürüyor. “Arkadaşlar”dan Ufuk Uras, dava sonrası yaptığı açıklamalarda bundan yakınıyor, “Hrant’ı tehdit edenler şu anda Ergenekon’dan tutuklu” diyerek, cinayet adresini Silivri olarak gösteriyordu. Uras’ın açıklamalarında, cinayetteki rolü sayısız kanıtla ortaya konmuş olan Gülen cemaatiyle ilişkili Akyürek, Yılmazer gibi polisler hakkında dişe dokunur bir şey geçmiyordu.

    Bu kişiler, aslında cinayetin, şimdiye kadar sorumluluğu ortaya çıkmış kesimler arasında tek bir tarafa, “ulusalcı” olarak kodlananlara yıkılmasını planlıyorlar. Oysa özellikle Nedim Şener’in iki kitabında ortaya koyduğu üzere, cemaat yanlısı polislerin aktif olarak cinayete daha fazla dahil oldukları görülüyor, ancak bunlar büyük oranda gözden kaçırılıyor. Cinayet Ergenekon’a bağlanıp Veli Küçük-Kemal Kerinçsiz gibi milliyetçilere bağlansa, Hrant’ın Arkadaşları’nın büyük kısmı bu kampanyayı bitirecekler.

    AİHM savunması ve Ali Bayramoğlu
    Hrant’ın Arkadaşları arasındaki bu AKP sevdalısı isimlerin sevdalarının boyutlarını algılamak için, o kötü şöhretli AİHM savunması vakasını hatırlamakta yarar var. Dink’in eşi Rakel, kızları Delal ve Sera, oğlu Arat ve kardeşi Hosrof Dink, “Hrant Dink’in polis ve jandarmanın suikast hazırlığını önceden bilmesine rağmen öldürüldüğü” gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuşlardı. Hükümet AİHM’e gönderdiği savunmada Dink’in 301. maddeden ceza aldığı yazısını “Nazi propagandasıyla” bir tutan bir savunma yapmış ve cezayı hak ettiğini ima etmişti.

    Cinayetin üzerinden 3 buçuk sene geçmişken açığa çıkan bu olay, tam bir rezaletti. Vahim savunmayı, Vatan gazetesi muhabiri Kemal Göktaş haberleştirmişti. Fakat Hrant’ın liberal arkadaşlarından neredeyse çıt çıkmadı. Neredeyse diyoruz, çünkü çıt çıkaranlar da vardı. Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, bu skandal savunmadan sonra hükümeti değil haberi yapan gazeteci Kemal Göktaş’ı suçlayarak, “10 aydır Dink dosyasında duran AİHM’deki devlet savunması, nedense en kritik zamanda dosyadan çıkartılıyor ve basına veriliyor, bu yolla hükümet Dink cinayetinde tekrar hedefe konmaya çalışıyor” dedi.

    Hrant’ın “hükümetin tekrar hedefe konmasını engellemeye çalışan” arkadaşı Ali Bayramoğlu, Hrant’ın Arkadaşları arasında o kadar muteber bir kişiydi ki, Uluslararası Hrant Dink Ödülleri jürisinde de kendisine yer verilecekti.

    Bayramoğlu’nun “hükümeti hedef gösteriyorlar” yakınması, birden ağızdan kaçırılmış bir söz falan değil. Basbayağı, “kitabı yazılan” bir argüman. Kitabı yazılan, çünkü Bugün gazetesinin Ankara temsilcisi Adem Yavuz Arslan’ın çıkardığı “Bi Ermeni Var” kitabında aynen bu tez işleniyor, cinayette cemaatçi polislerin rolü örtbas edilip, iş polis içindeki diğer “İstanbul” ekibi, jandarma ve Ergenekoncular’ın üzerine yıkılmak isteniyordu. Zaman gazetesi yazarı Bülent Korucu da kitapla ilgili yazısında misyoner cinayetleri ve Dink suikastinin asıl amacının AKP’yi yıpratmak olduğunu iddia ediyordu.

    Bir kere AKP, “birinci cumhuriyeti yıkan demokrasi havarisi” olarak kabul edildiğinde, liberal akıllar ciddi ciddi AKP’ye karşı en ufak eleştiride bir çeşit “Ergenekon komplosu” görüyorlar. Kemal Göktaş’ın blogunda aktardığına göre, söz konusu olaydan sonra Ali Bayramoğlu, Göktaş’ı arayıp “haberi ilk yazanın sen olduğunu bilmiyordum” diyerek özür dilemiş. Ancak tabii bu özrünü, iddiasını yaptığı gibi köşesinde yazmadı ve sonuçta AKP’nin o rezalet savunmasının yapılması değil, haberleştirilmesi günah oldu. Korucu’yla birlikte okuyunca, hani neredeyse Göktaş’ı, Dink cinayetlerini işleyenlerle aynı konuma oturtan bir günah…

    Ödül ve Alper Görmüş
    Ali Bayramoğlu’nun da içinde olduğu Hrant Dink Vakfı’nın ödül komitesi, 2009’daki ödülü Taraf yazarı Alper Görmüş’e verdi. Görmüş’e ödül verilmesi, Hrant’ın Arkadaşları içerisinde öne çıkan siyasi çizgi düşünüldüğünde aslında çok tutarlıydı. Görmüş, AKP’nin yürüttüğü Ergenekon ve benzeri siyasi operasyonlara verdiği büyük destekle tanınıyordu.
    Yabancı basına Türkiye’de basın özgürlüğü üzerine yazı yazıp, AKP’ye tek kelime etmeden gazetecileri suçlayan bir “gazeteciye” Hrant Dink Ödülü verilmesi, Hrant’ın değil AKP’nin arkadaşı olanlara yakışırdı doğrusu.

    Öyle destek veriyordu ki, cinayetin aydınlatılmasında kuşkusuz en fazla emeği geçmiş gazeteciyi, Nedim Şener’i, cinayeti işlediği iddia edilen Ergenekon örgütünün üyesi olarak yargılayan davaya dahi arka çıkıyordu. Haziran ayında Alman Der Tagesspiegel gazetesinde çıkan yazısında Türkiye’de yüzlerce gazeteci yargılanmasına rağmen, bunların büyük kısmının aslında hükümete değil, darbecilere dair haber yaptıkları için yargılandıklarını iddia ediyordu. Artık sayısı 100’ü bulan tutuklu gazeteciler arasında tek bir tane “darbecileri eleştiren” gazeteci olmamasına, dahası aslında bu eleştirinin bugün Türkiye’de en kolay yapılan eleştiri olduğuna değinmiyordu dahi.

    Daha fenası, Ahmet Şık’ın o sıralarda henüz yayımlanmamış kitabının “örgütsel doküman olduğu ve Ergenekon tarafından yazdırıldığı” şeklindeki savcı iddialarını “bulgu” olarak aktarıyor ve kitabın toplatılması kararını, sadece “yasanın katı bir yorumu” olarak niteliyordu. Görmüş, “Bence, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmaları; Adalet ve Kalkınma Partisi ile Gülen cemaatini ‘iç düşman’ olarak kodlayıp boğmaya çalışma hedefi doğrultusunda araçsallaştırmaya son derece elverişli olduğu için bu kadar büyütüldü” diye ekleyerek, aynı argümanı sürdürüyordu: Hedef AKP’yi zayıflatmak…

    Yabancı basına Türkiye’de basın özgürlüğü üzerine yazı yazıp, AKP’ye tek kelime etmeden gazetecileri suçlayan bir “gazeteciye” Hrant Dink Ödülü verilmesi, Hrant’ın değil AKP’nin arkadaşı olanlara yakışırdı doğrusu.

    Ödül ve Ahmet Altan
    Hrant Dink Ödülü’nün Görmüş’e verilmesi tepki yaratmıştı yaratmasına ama, 2011’de Ahmet Altan’a verilmesi deyim yerindeyse infial uyandırdı. En büyük tepki de, seneler geçmesine rağmen halen ödülün Nedim Şener’e verilmemiş olmasınaydı. Ogün Samast 20 yılla yargılanırken, Dink kitapları nedeniyle 32,5 yıl hapisle yargılanan Nedim Şener yerine, ödül için Ahmet Altan seçilmişti. Altan ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu gazetesi Taraf, aksine, Şener’in, Ahmet Şık’ın, Odatv’cilerin Ergenekoncu olduklarını kanıtlamak için var gücüyle çalışıyordu.

    Altan’ın Taraf’ı, Dink davasıyla doğrudan ilgili meselelerde bile, AKP’yi kollamayı ihmal etmemişti. Kemal Göktaş’ın yukarıda bahsettiğimiz vahim AİHM savunmasına dair haberi ertesi gün tüm gazetelerde yer bulurken, sadece Taraf’ta konuyla ilgili tek satır çıkmamıştı. Alper Görmüş, bu durumu “Sorumlu arkadaşlarla görüştüm; tahmin ettiğim gibi ‘amatörlük, telaş, disiplinsiz çalışma, yaz tatili kadrosuzluğu, v.b’den oluşan bir paketin azizliğine uğramışlardı ve sonuç onları da üzmüştü” diye savunmaya kalkıştı ama, olaydan iki gün sonra bu defa konuyu “AİHM Savunmasında Dink Ayarı” başlığıyla haber yaptıran Ahmet Altan, haberde “Ankara’nın gönderdiği savunmanın hükümeti harekete geçirdiğini” söyletiyor, suçu ise, kim olduğu belli olmayan “Ankara”ya atıyordu.

    Gazete, cinayeti tek bir kesime, Ergenekon’a yıkma politikasının takipçilerinden biriydi. Öyle ki gazete, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun incelemeleri sonucu oluşturduğu raporların jandarmayla ilgili kısımlarını yayınlayıp, polisle ilgili kısımlarına hiç yer vermemişti.

    Gazetenin AKP destekçiliği, gerçekten kuvvetliydi. Devletin diğer kurumlarındaki odaklarla mücadelesinde AKP’nin desteklenmesi bir yana, Taraf, emekçilerin AKP’ye karşı mücadelelerini de acımasızca mahkûm ediyordu. 17 Ocak’taki kararın ertesi günü yazdığı yazıda Ahmet Altan AKP döneminin üç büyük cinayeti olarak Hrant Dink ve Behçet Oktay cinayetleri ile Uludere katliamını sayıyor, Metin Lokumcu aklına dahi gelmiyordu. Bu aslında normaldi, çünkü gazetesinin bir diğer yazarı (ve Hrant’ın Arkadaşları’nın birçoğunun fikri lideri) Murat Belge, Metin Lokumcu ve Hopa’daki eylemcileri “Ergenekoncu çevresinden” olmakla suçluyordu.

    Taraf, haklılığı tüm Türkiye halkınca teslim edilmiş Tekel işçilerinin direnişini bile görmedi, doğru düzgün haberleştirmedi, yaptığı ufacık haberlerin de AKP’ye zarar vermemesi için çok dikkatli bir dil kullandı.

    BBP kollayıcılığı
    Hrant’ın Arkadaşları’nın bir kısmının Hrant davasındaki tutumlarının ikiyüzlü olduğunu ve AKP sevdasıyla biçimlendiğini anlamak için en iyi turnusol kağıtlarından biri BBP ile ilgili söyledikleri. Dink cinayetinde kullanılan tetikçilerin büyük kısmının Büyük Birlik Partisi ile ilişkili oldukları biliniyor. Erhan Tuncel’in, eski BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun arkasında fotoğrafı bulunuyor. Mahkemenin “delil yetersizliği” gerekçesiyle davayı sonlandırdığı gün bile Radikal gazetesinde İsmail Saymaz haberinde yeni bir delile işaret ediyor, polisin gizlediği telefon dinleme kayıtlarından, BBP’ye bağlı Alperen Ocakları’ndan kişilerin, 2006 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Papa’ya karşı eylem hazırlıklarının çıktığını belirtiyordu.
    17 Ocak’taki kararın ertesi günü yazdığı yazıda Ahmet Altan AKP döneminin üç büyük cinayeti olarak Hrant Dink ve Behçet Oktay cinayetleri ile Uludere katliamını sayıyor, Metin Lokumcu aklına dahi gelmiyordu. Bu aslında normaldi, çünkü gazetesinin bir diğer yazarı (ve Hrant’ın Arkadaşları’nın birçoğunun fikri lideri) Murat Belge, Metin Lokumcu ve Hopa’daki eylemcileri “Ergenekoncu çevresinden” olmakla suçluyordu.

    BBP ve Alperen Ocakları’nın geçmişi, Türk-islam sentezini ön plana çıkaran ırkçılığı biliniyor. Bu kesimin Ermenileri, hıristiyanları, Papa’yı, misyonerleri namlusunun ucuna koymasında şaşıracak bir yan yok. Dink cinayetinde bu kişilerin tetikçi olarak seçilmesi de tesadüf değil. Polisle muhabbetlerini de gayet iyi açıklıyor.

    Ancak BBP’li faşistler, azınlık düşmanlığında tek başlarına değiller. İsmail Saymaz’ın “Zirve Katliamı: Bir Milli Mutabakat Cinayeti” kitabında ortaya koyduğu tablo, olan biteni doğru bir biçimde gösteriyor: Türkiye’deki bu kirli katliamlarda, kendisine ulusalcı diyenlerden TSK’ya, polisten AKP kadrolarına, düzeni temsil eden geniş bir kesimin onayı var. Nasıl ki Dink, ölümünden önce “ulusalcılar” tarafından hedef gösterilip, cemaatçi polisler tarafından ölümüne göz yumulduysa, Zirve katliamı ve benzer olaylarda da böylesi bir durum var. (Fakat Dink cinayetinde şimdiye kadar ortaya konulabilen delillerin, cemaate yakın polislerin cinayetin hazırlanmasında da, karartılmasında da çok daha aktif bir tutum aldıklarını gösterdiğini not düşmek gerek.)

    Peki niye bu BBP’liler bu kadar korunuyor? Anlamak için, bir “Hrant’ın Arkadaşı”nın, Etyen Mahçupyan’ın 25 Temmuz 2010’da Taraf’ta yazdığı yazısına bakalım. “Laiklik ve aptallık” başlıklı yazısında Mahçupyan “Kısacası açık bir gerçek var: Referandumda ‘evet’ demeye hazırlananlar demokrasi, hak ve özgürlükler açısından daha ‘ilerici’ olan kesim. ‘Hayır’cılar ise esas olarak bu alanlarda muhafazakâr ve bağnaz bir pozisyonu savunuyorlar. Kimler hangi tarafta diye sorduğumuzda ise modern tahayyülün pek de beklemediği bir tabloyla karşılaşıyoruz: AKP, SP ve BBP paketi destekliyorlar…” diyor, BBP’yi ilerici ilan ediyor, hayırcıları ise “aptal” olmakla itham ediyor.

    Bir diğer “Hrant’ın arkadaşı” Baskın Oran, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün ardından, katıldığı bir televizyon programında, “eğer öldürülmeseydi benim de aralarında bulunduğum bir grup aydınla İzmir’in Şirince ilçesinde bir araya gelecekti” diyerek Yazıcıoğlu’nun tam demokrasi hidayetine erecekken öldürüldüğünü ima ediyordu. Oran, sonrasında Radikal 2’de yazdığı bir yazıda bu görüşmeden söz ederek, Yazıcıoğlu’nu, Mümtaz Soysal, Sabih Kanadoğlu ve Vural Savaş’la karşılaştırıp, “Buyurun, iki tarafı mukayese edin. Kim bu ülke için yeni çözümler araştırıyor, hangi taraf daha ‘ilerici’, karar verin. ‘Ulusalcılık’ nedir, daha iyi anlarsınız “ diye ekliyordu.

    Tüm bu tavırlar, bize Hrant’ın Arkadaşları’ndan bazı isimlerin Dink davasının aydınlanması değil, bu davanın bir siyasi mücadele uğruna kullanılması kavgası verdiklerini tekrar tekrar hatırlatıyor. Ve elbette, bu AKP destekçiliğinin yolu, sol düşmanlığından geçiyor. Kemal Göktaş, bu sol düşmanlığına şu örneği veriyor: “Türkiye’de sol önemli bir birikime ve çeşitliliğe sahipken, Dink cinayetine ilişkin en önemli tepki sosyalistlerden gelmişken, Osman Can’ın Agos’taki söyleşisinde ‘Solun Dink davasını sahiplenmesini bekleyemeyiz’ diyebilmesi üzerinde de düşünmek gerekir. Solun bütün tonlarını, solculukla ilgisi olmayan ulusalcılıkla damgalayarak aynı torbaya koymak, başta kendisini “solcu” diye tanımlayan Dink’e haksızlık olsa gerek. Üstelik ‘solun’ bu davaya ilişkin desteğini görmemek için de siyasi kör olmak lazım. Sola karşı dili bu kadar sivri olan Can, aynı söyleşide, hükümetin bu davaya ilişkin bütün günahlarını basit gerekçelerle (AK Parti içindeki kanatlar!) temize çıkartırken ise oldukça ‘naif’ görünüyor.”

    Sonuçta karşımızda, liberalizm olarak kodlayabileceğimiz bir ideolojik bütün duruyor. Bunun içerisinde elbette birbirinden farklılıklar taşıyan kişiler, hatta DSİP gibi meczuplar bulunuyor. Ancak “Hrant’ın Arkadaşları” arasında bu ideolojide olanlar, “AKP’nin Arkadaşı” olma ortak noktasında buluşuyor.

    (soL – Haber Merkezi)

  48. ALBATROSS

    * Onlar ki gözleri vardır görmezler; kulakları vardır, işitmezler(Kur’an)

    * Dink cinayeti’nde iktidarın cinayetin öncesi ve sonrasında oldukça ciddi operasyonel faaliyetleri olan memurları koruması NEDEN ES GEÇİLMEKTE?

    * Zileli’ye küfretmeyi adet haline getiren arkadaşlar, şayet gözü dönmüş fanatik bir ideolog yahut muhbir vs değilse bu soruya neden BİR TEK ANLAMLI yanıt vermezler?

    * Bir kısım kontracı askerler ve ulusalcılar cinayet öncesinde ciddi kampanyalar yaptılar da cinayet sonrasında AKP kendi valisini, emniyet müdürünü, polisini ve jandarmasını korumak noktasında ACİZ miydi?

    * DENKTAŞ’ın kim olduğunu merak edenler AVRUPA TALAT PAŞA KOMİTESİ’nin ne olup kimlerin kurduğuna baksınlar!

    * Bu komite her sene ERMENİ SOYKIRIMI YALANLARI üzerine yürüyüşler tertipleyen bir örgüt.

    * İktidarın devletleştiğine dair bundan ala veri mi var kozmoz aşkına?

  49. sedov

    Kırmızı Cuma
    Dink’in kalemini kim kırdı?
    Nedim Şener

    Kitap Hakkında:

    Kırmızı Cuma hâlâ kanıyor…

    Nobel Ödüllü yazar Gabriel García Márquez Kırmızı Pazartesi’de işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü anlatır.

    Hrant Dink’in öldürülmesi de işleneceği bilinen, hatta göz yumulan ve üstü örtülmeye çalışılan bir cinayettir. Ama öykü değil gerçektir. Dink’in öldürüleceğini Trabzon polisi biliyordu, İstanbul polisi biliyordu, Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarma da biliyordu. Aslında Hrant Dink de yaklaşan tehlikenin farkındaydı. Ve 19 Ocak 2007 Cuma günü saat 14.57’de katil onu ensesinden vurdu. Şişli kaldırımını kırmızıya boyayan kan bizim “Kırmızı Cumamızı” yarattı.

    Cinayet dosyası aydınlatılmak yerine sahte delillerle karartılıyor.
    Devletin başında olanlar, onun hayatını, ölümünden sonra hakkını koruyacağına, ifade ve düşünce özgürlüğüne sıkılan kurşunun hesabını soracağına, cinayette sorumluluğu olanların arkasında duruyor.
    Ve bu kitap aslında devletin tüm kurumlarının Dink cinayetindeki rolünü sorguluyor.

    Yazar Nedim Şener, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları kitabından sonra Kırmızı Cuma-Dink’in Kalemini Kim Kırdı kitabıyla yeni belge ve tanıklarla üstü örtülmeye çalışılan cinayetin aydınlanmasına bir katkıyı amaçlıyor.

    “Kırmızı Cuma” hâlâ kanıyor…Şişli’de Agos’un önünden geçerken bakın Hrant Dink’in cansız bedeni hâlâ o kaldırımda yatıyor.

  50. Berktay, Belge vs. ve bu site

    Halil Berktay ve Murat Belge’nin analizleri yaninda bu sitedeki tartışmalar 15-25 yaş arası sempatizanlar düzeyinde kalmakta, çok ilkel ve küfürlü, kimileri de sadece sevdikleri yazıları copy-past yapmakta, bitik bir site.

  51. Bahadır Kale

    Ertan bey,
    (25 Ocak 12 / 1pm tarihli) ilk yorumunuzda, “Bahadır Kale kopyaladığı bilgileri derleyen Can Dündar’ın daha sonra “böyle bir yapılanma yok” dediğini de eklemeli” demişsiniz..

    Öncelikle; verdiğim bilgiler için http://tr.wikipedia.org/wiki/Ergenekon_Operasyonu bağlantısını kaynak göstermiştim. Bunu “düzeltmeyi” neden önemsedim? Çünkü, Can Dündar’a güvenmekte zorlanırım. Bakın siz de, “Can Dündar’ın daha sonra “BÖYLE BİR YAPILANMA YOK” dediğini söylüyorsunuz. Muhtemelen (işine öyle geldiği bir sırada) böyle de söylemiştir. Sizi ikna etmek için, iki ayrı yazısının bağlantısını veriyorum. İlgilenirseniz, bir “tıklama” ile o yazılara ulaşabilirsiniz:
    http://www.milliyet.com.tr/2008/01/28/yazar/dundar.html http://www.milliyet.com.tr/2008/01/29/yazar/dundar.html

    Bu yazılarda Can Dündar, Erol Mütercimlerin söylediklerini tekrarlıyor ve Ergenekon operasyonunu desteklemek için Erol Mütercimleri “kullanıyor! Hem de iktidar yalakası üslubu ile… Her iki yazıyı da okuyabilirseniz, sanırım hak verirsiniz.

    O yazıda, Sayın Zileli’nin, “bu Ergenekon lafının ne zaman ortaya atıldığını da bilmiyorum” mealindeki sözleri üzerine, herkesin kolayca ulaşabileceği bir kaynak olduğu için wikipedia.org’u kaynak gösterdim. Oysa elimde daha kesin bir kaynak ( 2. Ergenekon iddianamesinde, aynı açıklamanın ve verilen bilgilerin, kendi ifadesinden aktarılan bölümleri de) vardı. Ulaşabilirseniz, 2. Ergenekon iddianamesinin 1122. ve 1174. sayfalarına bakabilirsiniz. Buraya aktararak, yazıyı uzatmak istemiyorum.

    Şimdi de, hoşgörünüze güvenerek, “Siz bu iddialarla birilerine ceza verilebileceğini düşünüyor musunuz gerçekten? Türkiye’de verilse bile, AİHM’den geri dönmeyeceğini bilmiyor mu bu savcılar, hakimler?” görüşünüze ilişkin öngörümü kısaca belirtmek isterim:
    Ben aksi görüşteyim. Çünkü, AKP, AİHM’nin yolunu (2010 Eylül’ündeki Anayasa değişikliği ile) şimdiden tıkadı bile… 2012 Eylül’ünden itibaren, AİHM’den önce Anayasa Mahkemesine başvuru zorunluluğu getirildi. Hatta, şu anda AİHM’deki davaların da (belki) tamamı Anayasa Mahkemesine devredilecek. Bu konuda hükümetin Avrupa Konseyi’ne verdiği “İyiniyet Mektubu” mevcut ilişkilerde çok büyük bir değişme olmazsa kabul görecek. Anayasa Mahkemesinin, başvuru üzerine vereceği karardan sonra ancak AİHM’ne müracaat yolu açılacak. Eh! O zamana kadar “kim öle, kim kala”… Öyle değil mi?

    Bu arada, “…mümkün olduğunca çok insanı, mümkün olduğunca uzun içeride tutacaklar…Amaç bu…En büyük devlet operasyonlarından birine tanık oluyoruz” görüşüne aynen katılıyorum. Bu öngörüye ve tespite eklenecek tek bir kelime bile bulamadım…

    Bu vesile ile; 25 Ocak 12 / 2pm tarihli ikinci yorumunuza da bir katkıda bulunmak isterim.
    “2007 yılında Cumhuriyet mitingleri esip gürlerken, her ne kadar darbe karşıtı sloganlar atılmış olsa da bir “ordu-millet el ele” kampanyası örgütlendiği doğrudur. (…) Bu ulusalcı canlanışın (-ki Gülen /TAA 2005 YILINDA/ ulusalcı dalgayı aşacağız demişti) Ergenekon’la punduna getirilip dağıtılmasıdır olan. Yani (…) ulusalcılığın canlanışından kurtulmaktı amaç” demişsiniz ama bazı olgular (Tuncay Güney’in 2001 yılındaki ifadesi, bu ifadenin 2003 yılında Genelkurmay’a ve Tayyip Erdoğan’a iletilmesi, Fehmi Koru’nun ve Aksiyon Dergisi’nin 2001 yılındaki yayınları) Ergenekon operasyonlarının ya da Ergenekon senaryolarının, Cumhuriyet mitinglerinden en az 6 yıl öncesinden (yani AKP’nin seçim kazanmasından önce) hazırlandığını düşündürüyor. Bu “noktayı” irdelemek, başka ezberleri de bozmaya kadar gidebileceği için, önemlidir. Ama şimdilik bu konuya girmiyorum. Bu konuda, Zileli’nin “Derin devlet diye bir şey yok, devletin kendisi var” görüşü bana daha doğru gibi geliyor. Başka bir ifade ile, devlet adamlarının “Devlette devamlılık” sözü ile, halkın ağzındaki “Gelen ağam, giden paşam” yaklaşımı daha aydınlatıcı…

    Sonuç olarak; ne yazık ki yakın zamanda gerçekleşmesi zor görünüyor ama Zileli’nin dediği gibi “Ulusalcılar bir karar vermek zorunda. Ya ulusalcı yolda ilerleyip AKP’nin (BENCE DEVLETİN) üvey evlatlığını kabul edecekler ya da şu ulusalcı güdülerini (VE TEKKECİ ZİHNİYETLERİNİ) bırakıp AKP’yle doğru dürüst mücadele edecekler”.
    Ertan bey, bana bu görüşlerimi aktarmak fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

  52. ertan

    Sayın Bahadır Kale, ben teşekkür ederim. Aslında önceki yorumumda söylediğim gibi, ben Ergenekon’un ilk ne zaman, kim tarafından, ne amaçla ortaya atıldığından çok, bugün ne işe yaradığına bakarak çözümleme taraftarı olduğunu söylemiştim. Bu nedenle davadaki abuklukları kısaca yazdım. Can Dündar güvenilir miymiş, Aksiyon 2001’de ne yazmış falan bunlar sonucu pek değiştirmiyor. 2001’de Tuncay Güney’le gündeme gelen ve sonra kapatılan bu mesele, ne oldu da Cumhuriyet Mitingleri ve öncesinde de Fethullah Gülen’in 2005’teki “ulusalcı dalgayı aşacağız” açıklaması sonrasında dalga dalga yayıldı, bu operasyona “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” yorumu yapan Ahmet Şık’a kadar uzandı? Esas mesele budur. Sizin de buna katıldığınızı düşünüyorum.

  53. Bahadır Kale

    Buna katılmamak mümkün mü? Elbette asıl mesele bu… Ben sadece, Hrant Dink cinayetine ilişkin yazı çerçevesinde bazı olgulara işaret etmek amacıyla tartışmaya katılmıştım.

  54. BaranaS

    Bu anarşistlerde,buradakilerde bir komünizm ve sol düşmanlığı var.
    Her açıklamaları,anti-komünizmle örnekleniyor.
    Zileli,Berktay ve Çalışlar kadar liberaldir ve sola karşı konumlanmıştır.
    Zileli,her zaman sola karşı Berktay ve Çalışlarla birlikte oldu.
    Bugün de sola karşıdır.

    Zileli’de artık gericiliğe karşı savaşım ruhu kalmamış.
    Bir tükeniş görmek istiyorsanız işte bir örnek:
    Zileli.

  55. Görev icra ediliyor

    Kafes Eylem Planı’ndan cümleler: “Kamuoyu desteğini kazanmak için gayrimüslimler üzerinde korkutucu propaganda icra edilecek; kara propaganda ile bu faaliyetlerin AKP ve ona destek veren şer odaklarınca gerçekleştirilmiş gibi gösterilmesi sağlanacaktır. ‘tehditaltındayiz’ ve ‘agosasahipçikalim’ gibi sitelerde AKP ağır biçimde eleştirilecek, AKP’ye aitmiş gibi gösterilen sitelerden de, azınlıklara ait medya siteleri hedef alınacak.”

  56. Görev icra ediliyor

    Gerekirse Dink’in ailesini ve Etyen Mahçupyan’ı bile suçlayın, onları AKP’li olarak gösterin, Ermenileri katledenlerin ilerici-anti emperyalist güçler değil islam ve irtica olduğunu söyleyin.
    Ergenekon davasının uydurma ve komplo teorisi olduğunda direnin. Devrimcilerin komplo teorileriyle ilgilenmemesi gerektiğini vurgulayın, ama kendiniz AKP’nin cinayetleriyle ilgili komplo teorileri ortaya atın.
    Bir zamanlar sosyal emperyalizmin ABD emperyalizminden bile daha tehlikeli olduğunu iddia ederek solu hedef gösterdiğiniz gibi, şimdi de en tehlikleli düşman AKP’dir deyin. Günün birinde bu analizi size hatırlatan olursa özeleştiri yaparak bir müddet makul muhalefet çizgisine girersiniz.

  57. kadir_izmir

    Akp hükümeti ergenekon örgütünün üstünden nemalanmaya çalıştı.AMAÇ kendi sistemlerini oturtmak için bu şarttı ve su yüzüne çıkan bi olaydan iyi faydalandılar fayadalamayada devam ediyor.Akıl hocaları ABD da iksitas yapan hocamız geçmiş tarihinde başaramadıgı şeyleri AKP hükümeti sayesinde az da olsa basarmanın sevinçiyle yaşamaktadır.AKP hükümetin temel esas ana hedefi Kendi sitemlerinin adamlarıyla yola devam etmektirBU YOL EZİLMİŞLERİN KİMSESİZLERİN BU SİSTEM İÇİNDE YOK OLAN İNSANLARIN YOLUDUR.HANGİ KİTAP YAZAR DEVLET EKONOMİSİ MÜLKİYET PLANLICILARINI HANGİ KİTAP YAZAR OTERİTEYİ HANGİ KİTAP YAZAR EZİLMİŞLERİN HÜKÜM SÜRDÜGÜ BİR DÜNYA (ZALİMLERE İNAT YAŞASIN AŞK YAŞASIN DEVRİM YAŞASIN ANARŞİ)

  58. serkan balcı

    “Keşke elimizde bir sihirli değnek olsa da “, para ve nam için ülküsünü satan bütün aydınları, herkesin kabul edeceği kanıtlarla, sonra değil- hemen şimdi ifşa edebilsek…ne iyi olurdu değilmi Fehmi bey…

  59. Anonim

    Bana Kemalistler cinayet işledi dedirtemezsin, Nalan

    “Memleketteki her kötülüğün sebebi Kemalistler mi yani” diye itiraz ediyorlar bazen. Kötü arıyorsan daha faşistler var, dinciler var, Cemaat var, MİT var, CIA var, o var, bu var. “Bir bebekten katil yaratan karanlığı” sadece Kemalistlere yüklemek reva mı? Kaç senedir iktidarda bile değil garibanlar!

    Bu arkadaşlar belli ki başka ülkede yaşıyorlar. Hayatlarında TC’nin bir devlet dairesine gitmemişler. Ortaokul müdürünün bayrak töreninde ağzından tükürük saça saça yaptığı konuşmayı dinlememişler. Herhangi bir valiliğin cehalet ve arsızlıkla dolup taşan web sitesinde gezinmemişler. Askerde “gece eğitimi” adı altında verilen alçaklık derslerine denk gelmemişler. Adli yıl açılış törenine katılmamışlar. Ondokuz Mayıslarda çocukların yaptığı Nazi özentisi figürleri görmemişler. “Türkiye Türklerindir” gazetesinin başlığına dikkatle bakmamışlar. Ardahan’ın Kurtuluşu töreninde en önde taşıdıkları şeyi fark etmemişler. 12 Eylül anayasasını okumamışlar. Ogün Samast’ın o meşhur bayraklı pozunda, jandarma temsilcisinin kafasının arkasından sırıtan imzayı görmemişler. Geçen gün paylaştığım o Nevruz fotoğrafındaki zevatın – ve onların kardeşlerinin – yakasındaki rozet ilgilerini çekmemiş.

    Yoksa memleketin ruhuna sinmiş olan karanlığı tanımamazlık etmezlerdi.

    *
    Saydıklarımın hepsinde ortak bir unsur var, farkındasınız değil mi? Bir tür ikonadır, kutsal işarettir. Sergiledikleri ritüel vahşete, ritüel cehalete, ritüel yalancılığa kutsallık kazandıran simgedir. O ikonanın gölgesine sığındığın zaman hiç tanımadığın birtakım insanları vatan haini soysuz düşman diye damgalayabilirsin, “terk et benim ülkemi” diye babalanabilirsin. Oysa ikonanın huzurunda değilken muhtemelen mülayim bir adamsındır, bir yerde kürtle yahut ermeniyle yahut Cemaatçiyle tanışsan az buçuk utanarak arkadaş olmaya çalışırsın. İkonanın işaret ettiği yolda, tarihe ve dünyaya dair kör cehaletin bir gurur vesilesine dönüşür. Dünyaya bedel olan Türkler ve Horasandan gelme atalar hakkında atıp tutarsın, aksini söyleyeni kahretme gücünü kendinde görürsün. İkonanın mevzubahis olduğu yerde hakikat teferruattır, vicdan teferruattır, hakkaniyet ve dürüstlük teferruattır, espri yoktur, alçakgönüllülük yoktur, kuşku ve merak yoktur. İnsanlığını paranteze alırsın.

    Şimdi elinizi kalbinize koyup beş dakika düşünün. Devlet dairesindeki Atatürk portresinin ANLAMI nedir? Sadist ortaokul müdürü sabah içtimasında neden Atatürk diye haykırır? Hürriyet gazetesinin başlığında neden Atatürk silueti vardır? Ardahan’da temsilî Ermenileri süngülerken neden Atatürk büstü taşırlar? Vatan sevgisi filan diye saçmalamayın allahaşkına. Sebebini gayet iyi biliyorsunuz. “Ben şimdi kötülük yapacağım, şimdi yalan konuşacağım, şimdi saçmalayacağım, ama arkamda YÜCE GÜÇ var” der o resim, “beni sakın ayıplamayın!” Aslında kalbinin yarısıyla kendi de bilir ahlaksızlığını, yalancılığını. Ama riya dünyasında yaşamaya alışmıştır. Kalbindeki yarayı Atatürkle örter.

    Bu memlekette gerçekten alçakça olan, insanı burada yaşamaktan tiksindiren şeyleri listeleyin kafanızda. Milliyetçi isteri. Yalnız ve farklı olanı ezme hırsı. Hürriyet gazetesi. Yargıtay. 6-7 Eylül. Göt gibi konuşan genelkurmay başkanları. Bürokratik hayasızlık. Kürt düşmanlığı. Soykırım inkârcılığı. Deniz Baykal. Ogün Samast. Devlet Bahçeli. Türk Tarih Kurumu. Uzat uzatabildiğin kadar. Hepsinin, ama HEPSİNİN referansı aynı kutsal figürdür. Cinayet ruhsatnamesi gibi bir şey mübarek.

    Kutsal ikonanın boy göstermediği sahalara bakarsanız, halbuki, başka bir tablo görürsünüz. Evlere bak. Köylere, manava, meyhaneye, plaja, aerobik kulübüne, oto sanayi sitesine, modern sektörün büyük şirketlerine bak. Bir arada yaşamakla ciddi bir sorunu olmayan, biraz ürkek, biraz cahil, mütevazı, başka memleketlere kıyasla hayli terbiyeli, “ayıp” duygusu kuvvetli, Devlet söylemini kişisel yaşamına bulaştırmamaya çalışan 75 milyon normal insan!

    *
    Cumhuriyetin kurucusu böyle bir kaderi hak etmiş midir, bakın o ayrı mevzu. Karikatürleştirilmiş ikonasından çok farklı bir insandı şüphesiz; bu anlamda, başına gelen şey trajiktir. Ama bence gene de o sonucu hak etmiştir. Sebeplerini başka zaman konuşalım.

    “Kemalizm” denilen şeyle alıp veremediğim işte budur. O ikona devrilmeden bu memlekete medeniyet gelmez derken kastettiğim de budur.

    Yoksa Cumhuriyet Gazetesinde yazan üç beş bunağı yahut İzmir’in Gündoğdu meydanında dekolte göstermeye çıkan cici kızları memleketin en ciddi meselesi zannetmeyecek kadar aklım başımda çok şükür.

    http://nisanyan1.blogspot.com/2012/03/bana-kemalistler-cinayet-isledi.html

  60. arzederim

    http://www.soldefter.com/2013/09/27/oral-calislarin-12-eylulde-aydinlik-icin-kenan-evrene-yazdigi-mektup/

    Mektubun son paragraflarında “Bu fırtınalı dönemde, ülkemizin ihtiyacı sizlerin de değerlendireceği gibi eyyamcı, çıkarcı, yoz kültürü savunan, dalkavuk bir basın değil” diyen Çalışlar, “Gazetemiz, görüş, öneri ve yapıcı eleştirilerini her zaman olduğu gibi açık yüreklilik ve dürüstlükle ortaya koyarak, yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır” dedi ve “Aydınlık’ın yeniden yayınlanması için bildirimde sözünü ettiğiniz ‘ikinci emrin verilmesini’ arz ederim” diyerek mektubunu sonlandırdı.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑