Kaddafi’yi Öldürmeyin!
Devrimin giyotini en sonunda kendi ensesine iner. Bu da tarihten çıkarılacak bir derstir.
Paris’in sankülotları, Kral ve kralcıların, Jirondenlerin kellesi kesilirken giyotinin etrafında dans ettiler. Sonra Jakobenler onları da giyotine yatırdı. En sonunda Jakobenlerin kendileri de.
Kronstadtlılar ne zaman ayaklansalar kendilerine gaddarca davranan subaylarını ipe çekerlerdi. Bolşeviklere karşı da ayaklandılar. Ama bu sefer ipe çekilen kendileri oldu. Ayrıca Bolşevikler, Beyaz tehlike yaklaşınca Çar’ı ve ailesini beşikteki bebeğine kadar katletti. Sonra içlerinden çıkan biri 1930’lu yıllarda Bolşevik katliamı uyguladı.
Atatürk inkilapları üzerinde konuşmayı sevenler, istiklâl Mahkemeleri’nin idamlarından pek söz etmezler. Oysa Diyarbakır ve Dersim’deki darağaçları ortak belleğimize kazınmıştır.
1956 Macar Devrimi, bugünkü Nil devrimleri gibi güçlü bir halk devrimiydi. Ama bu devrimi yapan Macar halkının en büyük hatası, GPU gibi bir zulüm makinesi olan Macar gizli polis örgütü AVO mensuplarını, teslim oldukları halde, elleri başlarında AVO binasından çıkarken kurşuna dizmesiydi.
27 Mayıs’a devrim denemez ama özgürlüğe doğru atılmış küçük bir adım sayılabilir. Getirdiklerinin yanında götürdükleri de çoktur. Ordu rejimi 27 Mayıs’la birlikte kurulmuştur. Bununla birlikte, 27 Mayıs’ın özgürlükçülüğünü en çok karartan, ordu rejiminin oluşmasından çok, Adnan Menderes ve iki arkadaşının asılması olmuştur. Her şey geçmişe karışmış, tarihe mal olmuş ama bu gaddarca uygulama unutulmamıştır. Kan unutmaz!
Romanya diktatörü Çavuşesko devrilmeyi hak etmişti ve nitekim bir halk ayaklanmasıyla devrildi ama sonrası, bu ayaklanmanın özgürlükçü sloganlarına gölge düşürdü. Çavuşesko ve karısının, uyduruk bir şekilde alelacele yargılanıp idam edilmeleri gerçekten iğrençti. Çavuşesko’nun kanı özgürlük davasının ortasında kara bir leke olarak hâlâ durmaktadır.
Saddam kanlı bir diktatördü ama Amerika’nın güdümünde yargılanıp asılması kabul edilebilecek bir şey değildi. Saddam’ı aklamaya tonlarca temizleyici yetmezdi ama bu haksız eylem ne yazık ki, onun suçlarının insanlığın vicdanında ikinci plana itilmesine yaradı.
Libya’da Kaddafi sıkıştırılmış durumda. Diktatör sonuna kadar dövüşeceğini söylüyor. Muhtemelen dövüşürken ölecek. Buna bir şey diyemeyiz. Ama yakalanır da o an kurşuna dizilir ya da linç edilir veya Çavuşesko, Menderes veya Saddam gibi uyduruk bir şekilde yargılanıp idam edilirse, işte bu devrime yapılmış en büyük kötülük olur. Bırakın yaşasın.
Onu iktidarından ve mülkiyetinden özgür kılın, kurtarın, o da sıradan halk gibi halkın içinde yaşasın. Çok mu idealist, fazla mı erdemli.
Evet ama devrim denen şey zaten erdemdir, erdemle yaşar. İntikam, kuşku, korku, dehşet devrimin en büyük düşmanıdır. Kaddafi’nin bile canını almayan bir devrim insanlığın yüreğine öyle büyük bir ateş saçar ki, işte esas bu titretir dünyanın bütün diktatörlerini ve kapitalist asalaklarını.
Gün Zileli
26 Şubat 2011
Cavusesku ve Saddam ile Menders’i nasil bir tutarsin? Iste 27 Mayisçi, askerci köklerin her zaman kendini ele veriyor. Sana darbeci diyenler hakliymis anlasilan. Bir lapsus yaptin, iyot gibi açiga çiktin.
Okuduğunu doğru anlamak ne kadar önemli bir şeydir
27 Mayıs’a devrim denemez ama özgürlüğe doğru atılmış küçük bir adım sayılabilir. Getirdiklerinin yanında götürdükleri de çoktur. Bu satirlari yazdin mi, yazdin. Bu seni ergenekon’a götüren büyük bir adimdir. Cünkü 27 mayis fasist bir darbedir, 27 Mayis sabahi Alpaslan Türkes radyodan “Nato’ya, Cento’ya” bagliyiz diye anons ederken sen de pek mutluydun herhalde, senvsinler senin gibi devrimciyi. Sen ne yazdigini bilmiyorsan , ben sana ne diyeyim?
Bakınız AKP’li arkadaşım, faşizm terimini pek bol keseden kullanıyorsunuz. 27 Mayıs faşist bir darbe değildir. DP iktidarının diktatörce uygulamalarına karşı yapılmış askeri bir darbedir. O günleri yaşadığım için biliyorum, bu darbe ilk zamanlarında bir özgürlük rüzgarının esmesine neden olmuştur. Ne var ki, iktidara el koyan ordu parmağını yalamış ve dolayısıyla imtiyazlı bir iktidar odağı haline gelmiş, daha sonra da 12 Mart ve 12 eylül’ü uygulamıştır. Bakın ben 12 eylül’e bile faşist bir darbe demem. Reaksiyoner, halk düşmanı bir askeri darbedir ama faşist olarak nitelendirilemez. Bu hatayı solcularımız da yapmıştır ve yapmaktadır Her askeri darbeye faşist derseniz dünyanın yarısı faşizmle yöneliyor gibi bir sonuç çıkar. Faşizm tamamen ırkçı bir ideolojidir, kendine özgü bir sürü özelliği vardır. Hatta ben Franko’ya bile faşist demekte zorlanırım. Falanjisttir, faşizme çok benzeyen yanları vardır ama faşizme ilişkin bir sürü eksik yanı vardır. Size soğukkanlılıkla düşünmenizi tavsiye etsem gücenmezsiniz değil mi?
Sn.Zileli’ye yazan arkadaşın kaç yaşında olduğunu merak ettim doğrusu. Ordunun içindeki halk çocuklarıyla dünya 1960 hareketinin rüzgarını almış gençlerin, geceleri omuz omuza, ellerinde meşaleler ile geceleri sokağa döküldüklerini hatırlar mı acaba? Keşke şimdi de aynı ruh olsa. O günleri çok iyi hatırlıyorum da…
Ertesi günü, elimde oyuncak tabancamla, Mebus Evleri’nde DP mebbusu rahmetli eniştemi şakacıktan tutuklamaya da gitmişim de…27 Mayıs en hasosundan devrimdir.
mazeret abi,simdi onu arap ülkeleri yapıyor ya. insallah bizim
kagıttan askerler de yapsa ya.aman sen gec kalma hursit dayi…
hazır ve nazırız evladım.
Hatalarina ragmen DP seçimle iktidara gelmis ve seçmen tabanina nazaran daha fazla ezilen halk destegine sahip bir iktidardi.Seçimle iktidardan düsürülebilirdi. Içindeki iyi niyetli insanlara ragmen karsi kamp asker gücüne dayanan ve hakim sinif, emperyal ve bürokratik destege sahip kampti. 27 Mayis bir askeri darbe idi, “fasizm kavrami” konusunda kili kirk yaranlarin, nasil da paldir küldür Menderes ile Saddam’i yan yana koyduklarinin degerlendirmesini de akil ve insaf sahibi olanlarin degerlendirmesine birakiyorum. Bütün ciddi bilim adamlari 27 Mayis’i fasizan bir askeri darbe olarak degerlendiriyor. Sizin degerlendirmeniz önemli degil de “halk devrimi” dediginiz bu darbe harekatina bir kez daha girismek isterseniz karsinizda eli silahli isçi, köylü, halk, er, assubay, demokrat subay kitlesini bulursunuz, Gerçi sizde o yürek de yok ya, yigitseniz bir deneyin, çikin sokaklara bakalim kaç kisi gelecek arkanizdan, memleket artik sahipsiz degil, Tüsiad ve Israil usaklarina birakmayiz.
haydaaaaa…. kim halk devrimi dedi be kardeşim. okuduğunu anlasana biraz. Yok böyle bir şey diyen. en azından burada yok.
“27 Mayıs’a devrim denemez ama özgürlüğe doğru atılmış küçük bir adım sayılabilir. Getirdiklerinin yanında götürdükleri de çoktur. Ordu rejimi 27 Mayıs’la birlikte kurulmuştur. Bununla birlikte, 27 Mayıs’ın özgürlükçülüğünü en çok karartan, ordu rejiminin oluşmasından çok, Adnan Menderes ve iki arkadaşının asılması olmuştur. Her şey geçmişe karışmış, tarihe mal olmuş ama bu gaddarca uygulama unutulmamıştır. Kan unutmaz!”
Gün Zileli anarşist olduğunu iddia eden politik bir cambaz. Günah çıkartmak için yazdığın kitaplar sonrasında, şimdi de bir yazıyla haklılaştırmak istediğin kendi amacın için, tüm iktidar ilişkilerini baskıcılığını, zorbalığını; bir iktidara karşı başka bir iktidarın yaptığı saldırıyı özgürlükçülüğe doğru bir girişim olarak değerlendirerek, bir kere daha muhtemelen kendince günah çıkartarak kurtulabileceğini düşündüğün zihniyetinin bir örneğini daha ortaya koymuşsun. Lenin ne kadar faşizan yönelimleri, baskıcı pratikleri olan zorba birisiyse ama aynı zamanda Kropotkin’in Çarlık Rusya safında anarşistleri vatan savunmasına davet etmesine “anarşistlerin Saray Soytarısı olduğunu” gösteren bir eylem olarak tanımladıysa ve nefretine ve öfkesine köle olmamış bir anarşist bu hakikati görebilirse, senin bu tarihi çarpıtma pratiğinde de kimbilir hangi arayışlar mevcut. Sen anarşistsen “ben” anarşist değilim Gün Zileli. Neymiş efendim ordu rejimi o zaman kurulmuş, tabi ne demeli, önümüze atılan yemleri yiyeyecektik “bizde”. Zat-ı şahâneniz dışında hiç bir şey okumuyorduk zaten.
Ayrıca faşizm konusundaki hassas tutumunuzda hakikaten gönlümüzde faşistlere karşı sevgi ve aşk ateşleri yükseltti. Ne Franco faşisti -ve ekipleri-, ne de 1980 darbesi faşistleri, -İtalyan Faşizmi teorisi ve pratiğine- birebir benzemeyerek aynı tek sesliliği, itaati birliği ve getireceği gücü istemiyorlardı. Tüm bunların kelimenin italyan deneyimi “özünün” ötesindeki, Latince özüyle örtüşen boyutlara sahip olması mevcuttu ama tesadüf eseri ve Allah’ın takdiri işte olmuş ne yapalım. Hemsi çok iyimser ve barışçıl insanlardı. Esasında insan Hitler’de çok güzel bir insandı ama ufak tefek hataları vardı ne yapalım her insanın hatası var, hangimiz hata yapmadık değil mi Zileli?
Ağır mı oldu? Köşe yazarı gibi laf yumurtlama zorunluluğu hissedenlere yönelik böyle vaziyetler ortaya çıkabilir işte…
Ek olarak eklemek gerekli ki, Gün Zileli’ye kör bir nefret gibi kendini kaybetmiş bir nefret olmadığı belirtilmeli, şöyle; malum, anarşistler kişisel çıkarlardan planlardan hesaplardan ve iktidar hesaplarından -evet evet anarşistlerden de iktidara koşanlar vardır- azade varlıklar değil, bunun tarihsel örneklerini ve güncelde başka pratiklerini de bir çok yerden bilinmekte.
”
…
Anarşistler hükümette. Hükümeti oluşturan on beş bakanın dördü C.N.T.’den. “Solidaridad Obrera” 1936’da şöyle yazıyor: “C.N.T’nin Madrid hükümetine girmesi ülkemizin politik tarihindeki en önemli olaylardan biridir. C.N.T. her zaman ilkesel olarak ve kesin bir şekilde devlet karşıtı olmuştur ve her türlü hükümetin düşmanı olduğunu ilan etmiştir. Tarihsel koşullar, her ne kadar insan iradesi tarafından belirlenebilir olsalar da, neredeyse her zaman ondan üstündür. Ve koşullar hükümetin ve İspanya Devleti’nin özünü değiştirmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumda devletin olağan bir aracı olan hükümet, işçi sınıfına karşı baskıcı bir güç olmaktan çıkmıştır.”
Zavallı Bakunin ve zavallı işçi sınıfı. Kendi kişisel beceriksizliklerini anarko-sendikalizmin “gerçekçilik” perdesinin ardına gizlemeye çalışan anarşistler, ne yazık ki bu alıntı üzerine enine boyuna düşünmezler, düşünemezler. Bu satırlarda sadece anarşist devlet karşıtlığı değil, anarşist iradecilik de basit bir laf salatası haline getirilmiştir.
…
Bazıları, bunların anarşist değil komünist ve sosyal demokrat sendikalar olduklarını söyleyeceklerdir: “anarşist yoldaşların bu şekilde davranması imkânsızdır” ve biz de bunda hemfikir oluruz, bu imkânsızdır… Fakat olur! Anarşist yoldaşların hükümete katılması, anarko-sendikalistlerin hükümetin bir parçası olmaya niyetlenmeleri olanaksızdır, fakat bu gerçekleşir. Anarşist örgütlerin anarşist gazeteleri yasaklaması imkânsızdır, fakat bu gerçekleşir. Anarşizm insanları yaratmaz, insanlar anarşizmi yaratır.
…
Anarşistler diktatörlük kurmazlar, evet kesinlikle kurmazlar. Kurdular ve tüm diğer farklı görüşleri yasakladılar.
”
Gün’e saldıran Ulusalcı, yok efendim neymiş, İsrail ve Tüsiad’a satılık değilmiş, ABD’yi destekleyen ve sessiz kalan sıradan insanlara ne demeli, AKP’nin desteklediği politikalar neyin nesi? Afganistan ne? Lübnan’a ben mi gönderdim askerleri? Bütün ciddi bilim insanları 60’a askeri faşist darbe diyebilir, ama liberaller, islami yandaşlar, solcu çıkar hesapçıları kendi içlerindeki mucizevi istisnalar dışındakilerle -bu memleketteki- “faşizmi ve baskıcılığı” uygulama ve uygulayabilme potansiyeli daha az diye ve (doğrudan veya dolaylı silah zoruyla iktidara yerleşmiş kurumsal iktidarlar arasında görece ) daha az uygulamakta diye “ehven-i şer” seçimiyle AKP yalakalığına sürüklenmiyorlar. Bu palavraların boşluğa düştü, yazık oldu şimdi ne kötü 🙂
size mutluluklar; “Devriminiz” de Demokrasiniz de cehennemin dibine!
Kaddafi’yi öldürmeyin, sevin onu, öpün. O size uçaklardan bomba atmak istemedi aslında çiçek verecekti sadece 🙂
bu sitenin yorum bölümü kapatılmalı, rezalet!
(fr. sans-culotte, külot-suz, donsuz)
Taşra burjuvazisi.
tepeden inmecilik.
zryi arkadaşa faşizm konusunda katılıyorum…
ancak kaddafiyi öldürmemek gerekir konusunda gün zileli haklı…
kin dolu devrim olmaz…
devrim dönüşümdür, öldürmek değil, eski düzeni değiştirmektir, eski adamlarıda düzenle beraber yok etmek değil…
27 mayıs konusundada özgürlüğe doğru bir gidiş yoktur…
özgürlük helkın kendisinin dönüştürmesiyle olur, bir iktidarın gelip bir şeyleri değiştirmesiyle(kendi iktidarını meşrulaştırmak için)olmaz…
brilerinin verdiği özgürlük değildir…
Cetin Dogan gibi, Ibrahim Firtina gibi, Özden Örnek gibi, darbe planlarina katildiklari iddia edilenlerin hepsi yargilanmali, Deniz Gezmis ve arkadaslari da idam edilmemeliydi, darbeyi gerçekletirmek için eylemler yaptilar ama bunu cezasi idam degildi.
alayinizi asasim,kursuna dizesim var. zryi beyin masturbasyonin
tamam mi evladim…kumasinin uzunlugu bu kadar miydi?
darbeyi gerçekletirmek için eylemler yaptilar ama bunu cezasi idam degildi.
Anayasal düzeni zorla değiştirmeye çalışmak artık ağırlaştırılmış müebbet.
27 mayıs hangi özgürlükleri,hangi toplumsal temele dayanarak getirdi?sayın Zileli bu konuya açıklık getirmeniz,siyasal anlayışınız konusunda kafamda oluşan soru işaretinin giderilmesi bakımından çok faydalı olacak.
liderleri öldürmek, arkasından gelen yandaşlara en büyük primi
verip, tabulaştırmaktır bir yerde.
gün zileli haklı…yeni stalin posterleri yandaşların duvarlarını süslememeli…
bu ara da necmettin hocayı kaybettik, allah rahmet eyleye…
liderleri öldürmek, arkasından gelen yandaşlara en büyük primi
verip, tabulaştırmaktır bir yerde.
gün zileli haklı…yeni stalin posterleri yandaşların duvarlarını süslememeli…
bu ara da necmettin hocayı kaybettik, allah rahmet eyleye…
Bu yazı dolayısıyla Zileli’yi tebrik ederim. 27 Mayıs’ı böyle ele almak da bir anarşist için ayrı bir cesaret örneğidir. Zira Anarşi denince kafadan her şeye ergen tepkisi vermek anlaşılır oldu. Daha genel olarak da, devrim ve karşı devrim diyalektiğini güzel özetlemiş, çok kısa, net.
abi gene ters köşe yaptın bizi, asmayıp da besleyelim diyorsun değil mi öyle ya onlar gibi olmamak gerek. Serinkanlı ve bağışlayıcı olmak çok zor. Çok okumak çok olgun olmak gerekir bunun için, tepkilerimizi kontrol edebilmek için. Daha iki satır bir şeyler okuyupda tartışılmıyor insanlarla çevremde çok az arkadaşım var bir şeyleri okuyup. paylaştığım. Kaddafi’yi öldürüp öldürmemeyi tartışmaya gelemedik daha. Başka unsurlarla dolu hayatımız. Sağol yazı düşündürücü.
Neydi o ergen tavirlar canim. Anarsist olmak ciddiyet ister, devlet sorumlulugu ister. Anarsistler bu cumhuriyeti Atamizdan devralmistir ve 1000 yil koruyacaktir. 27 Mayis devriminin sanli yolundan , devrim önderleri Alpaslanov Turkeskin, Orhan Kabibayski gibi büyük anarsist önderlerin yolunda, özgürlük adimlarini daha da siklastiralim . Ilk adim ergenekonu inkar edip, darbe marbe girisimi hiç olmamis gibi anarsist pasa babalari kurtarmak . Gerisi arkadan gelir. Karanlik odalar, telefon rehberi gibi kitaplar yazarak dagdaki çobani bile sabetayci yahudi ilan eden basin özgürlügü sampiyonu Neo Naziler de anarsist Zileli’nin yaninda oldukça sirti yere gelmez vesselam. Maasallah, maasallah, devrimciye bak, ufak at da civcivler yesin, Isviçre, Ingiltere anarsist görsün.
ne oluyo kardeşim.siz neden bahsediyorsunuz?adam kaddafiyi öldürmeyin diyor.örneğin bizim devrimci şiddete inanan örgütler kenan evreni öldüremezmiydi? iyi ki öldürmemişler.onun hücrede ölüme dek kalmasını isteyenlerdenim.ama ölüm insanları yüceltir.bırakın yaşasınlar ölüm onları yüceltir saygılar…
Sizin örgütler bir yerlerden talimat almadan eylem yapmaz, demek onun için Evren’i öldürmemisler
27 Mayıs hakkında yakında bir yazı yazacağım. söz…
Adnan Menderes ile doktoru arasındaki diyalog
İdam kararı alınmış Adnan Menderes ile doktorları arasındaki 17 Eylül 1961 (idam günü) sabahı yaşanan prostat kontrolü tartışmasının metni:
• Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat : Şöyle bir umumi muayene edelim
• Komutan : Utanmayın, utanmayın
• Dr Tavat : Efendim bir şey unutmuşuz. Prostat muayenesi yapalım da
• Menderes : Efendim?
• Dr. Tavat : Prostat muayenesi yapılacak
• Menderes : Yok bir şey
• Dr. Tavat : Ama bu lazım
• Menderes : Nasıl olacak bu?
• Dr. Tavat : Şey ile, eldivenle. Prostatta bir şişlik filan var mı?
• Menderes : Yapamıyorum yani
• Dr. Tavat : Bir defa müsaade edin de efendim, çünkü sonda ile almışlar idrarınızı. Pantolonunuzu çıkartın..Yatağın üzerine bu şekilde durun, çok rica ederim, çok rica ederim.
• Menderes : İstirham ediyorum, utanıyorum
• Dr. Zeki : Eğilin efendim, eğilin, eğilin ellerinizi yatağa koyun!
Rezalet gerçekten…
Sizin cibilliyetiniz bu, siz busunuz’a:
Dünyanın her yerinde prostat kontrolu böyle yapılır.
Zileli’nin yeni yazısı gelsin de DP tarihinin CİBİLİYETİNİ
bir sıralayalım bari……………
Sizin cibilliyetiniz bu, siz busunuz’a:
Dünyanın her yerinde prostat kontrolu böyle yapılır.
Zileli’nin yeni yazısı gelsin de DP tarihinin CİBİLİYETİNİ
bir sıralayalım bari……………
Abi ne diyorsun son durumlara Kaddafi geri adım attı. BMnin son kararına ne diyorsun? Acele cevap bekliyorum senin dediğin önemli. Selamlar
Gün Zileli Karakarga’nin sorusuna henüz cevap vermedi, Libya devrimi öndesiz kaldi, Karakarga ne yapacagini , nereye konacagini sasirdi.
Hee babam hee şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim ben konacağım yeri bilirim eyvahçı benim için endişelenme dostum kendin için endişelensen keşke doğru kaygılar olurdu bu senin için. Belki daha iyi ve düzgün bir yolda giderdin.
Açıkçası ben de Gün Zileli’nin son durum görüşlerini beklemedeyim Karakarga..
Libya da gercekten devrimmi yasaniyor ayrica, hani o anarsitlerin cok istedigi türden ki , bu ilerici devrimden kaddafi yi öldürmeden Mao nun son imparatora yaptigi türden bir ceza verecek tiynette bir devrimmi oluyor libya da, bir halk hareketinden cok bir konspirasyon görüyorum ben daha baska bir domuzlar körfezi, simdi demeyin Kaddafi yi ilericimi buluyorsunuz diye ama akil bu kadarmi tutulur yahu, kimse emperyalizm, anti emperyalist olunmadan birakiniz anarsist olmayi, kaba demokrat bile olunamayacagini ogretmedimi size, dezenformasyona sokaktaki cocuklar bile inanmazken, e ben neyleyim yanlis saatlerin bile artik hic dogruyu gostermedigi zamandayiz, gun zileli abimize de romanya daki devrim !!! halk hareketi (yoksa askeri darbe mi idi) ile ilgili kucuk bir arastirma yapmasini oneririrz, sokakta kac sivil vardi cavuseku karsiti kac kisi olduruldu ve kimlerdi onlar, simdide caviceskucu olduk)))) romanyada bir halk hareketi yoktu, bunu artik dezenformasyonu yapanlar bile soyluyor, onemli olan yikacaklarini yiktilar yapacaklarini yaptilar , sonra evet sizi dezenforme ettik diyorlar , simdi de Libya da basindan beri tanklari olan bir halk hareketini destekliyor bizim sol , ama dezenformasyon uzerine okumazlar hic, allah size kolaylik versin….Bakunin in kemeiklerini sizlatirsiniz siz!!!!!
Irak in isgalinde saddam in infazindan baska herseyi olumlu bulmak tek bunu leke gormek gibi bir yaziyi kaleme alan in degil anarsistligini insanligini sorgularim, yaziklar olsun
NATO büyükelçilerinin bugünkü olağanüstü zirvesine Türkiye’nin itirazları damgasını vurdu. AFP ajansı, Türkiye’nin Libya’ya uçuş yasağının uygulanmasına itiraz ettiğini bildirdi.
AFP ajansı, NATO diplomatlarına dayandırdığı haberinde, Türkiye’nin bugünkü toplantıda Libya konusunda NATO’nun operasyonel planlamasını gözden geçirmesini istediğini söyledi.
Bir NATO diplomatı, “Türk büyükelçisi, devam eden bombalamaların sivil kayıplara yol açmış olması ışığında NATO’nun BM’nin 1973 sayılı kararının uygulanmasında oynayabileceği rolün gözden geçirilmesini istedi” dedi.
Aynı diplomat, Türkiye’nin Libya’ya yönelik dün başlayan hava operasyonunun “NATO için parametreleri değiştirdiği ve bunun da planlamaya yansıtılması gerektiği” yönünde görüş aktardığını iletti.
İNSANİ YARDIM, SİLAH AMBARGOSU, UÇUŞA YASAK BÖLGE
NATO’nun haftalardır üzerinde çalıştığı operasyon planlarında insani yardım operasyonlarının sağlanması, silah ambargosu uygulanması ve uçuşa yasak bölgenin oluşturulması yer alıyordu. Ancak bu planlama şu ana kadar yürürlüğe sokulamadı.
AFP’ye konuşan bir başka diplomat da, Türkiye’nin “Libya topraklarına saldırılara yol açacağı gerekçesiyle uçuşa yasak bölge oluşturulmasına karşı çıktığını” ifade etti.
Diplomat, “Eğer uçuşa yasak bölge kararı alınsa bile (Türkiye) NATO’nun bunun uygulanmasına katkı yapmaması gerektiğini söyledi” dedi.
Hemmen ABD ve Israil’in arkasinda kostururlardi, ulusalcilar dahil, Dogu Perinçek dahil … ve de durumu söyle açiklardi “ABD gerilemekte olan emperyalisttir ve digerleri yükselmektedir, emperyalizme karsi savasta gerilemekte olanla birleserek yükselmekte olanla savasmak gerek”. Zileli bu teorileri iyi bilir, eski sosyal emperyalizm teorileri…
🙂 cok hizli yorum yaparim evet 🙂
Birakin yasasin kaddafiyi oldurmeyin, saddamin asilmasi kabule edilemez, neden, devrime leke suruyor, asmayin onlari ki devrim lekesiz olsun, kime sesleniyor yazar, emperyalizme,
ve anarsist saflardan yapiyor bunu, e o zaman olsa olsa emperyalisr baskentlerde danismanlik taslamak olur yazinin icerigi, cunki bahsedilen kalkismalarin cogunda halk hareketi falan yoktur, saddami irak halki devirmedi, yada saddami idama getiren surec halk hareketi degil bir isgaldi , yazar keske oldurmeseydiniz daha mesru olurdunuz a bilincsizccemi dusuyor acaba, yukarida bi arkadasin yazdigi gibi, okudugunu anlamak uzerine ahkam kesip ukelalik yapmak yerine ne yazdigina dikkat etmeli insan….. anarsist gormesek yutacaktik az daha!!!!!!
yav bu yazdıklarınızla zilelinin yazdıklarının ne alakası var allah aşkına. sırf eleştirmek için eleştiri.
anti emperyalist arkadaşa emperyalizm kapitalizmdir.
kapitalizme karşı olmak emperyalizmede karşı olmaktır. ancak kapitalizme karşı çıkmadan sadece emperyalizm karşıtlığı. milliyetçiliktir. milliyetçiliğe götürür.
hem kaddafi rejimine hemde müdahale edenlere karşı çıkmak gerekir.
birinden biri seçilmez.
taraf olunacak yer halkın yanıdır.
”Libya da gercekten devrimmi yasaniyor ayrica, hani o anarsitlerin cok istedigi türden ki , bu ilerici devrimden kaddafi yi öldürmeden Mao nun son imparatora yaptigi türden bir ceza verecek tiynette bir devrimmi oluyor libya da, bir halk hareketinden cok bir konspirasyon görüyorum ben daha baska bir domuzlar körfezi, simdi demeyin Kaddafi yi ilericimi buluyorsunuz diye ama akil bu kadarmi tutulur yahu, kimse emperyalizm, anti emperyalist olunmadan birakiniz anarsist olmayi, kaba demokrat bile olunamayacagini ogretmedimi size, dezenformasyona sokaktaki cocuklar bile inanmazken, e ben neyleyim yanlis saatlerin bile artik hic dogruyu gostermedigi zamandayiz, gun zileli abimize de romanya daki devrim !!! halk hareketi (yoksa askeri darbe mi idi) ile ilgili kucuk bir arastirma yapmasini oneririrz, sokakta kac sivil vardi cavuseku karsiti kac kisi olduruldu ve kimlerdi onlar, simdide caviceskucu olduk)))) romanyada bir halk hareketi yoktu, bunu artik dezenformasyonu yapanlar bile soyluyor, onemli olan yikacaklarini yiktilar yapacaklarini yaptilar , sonra evet sizi dezenforme ettik diyorlar , simdi de Libya da basindan beri tanklari olan bir halk hareketini destekliyor bizim sol , ama dezenformasyon uzerine okumazlar hic, allah size kolaylik versin….Bakunin in kemeiklerini sizlatirsiniz siz!!!!!’
Anonim, bu dediklerini ŞİMDİ söylemeniz çok enteresan….
GZ bu makaleleri yazdığı günlerde sesiniz böyle çıkmadı hiç. Öyle ya arkanızda NATO, BM vesair güç, iktidarın aksiyonu siz kıl kıpırdatmadan iki savunduğunuz görüş olmadan -görüş olmayınca savunusu da olmuyor elbette!- anlık duruma göre değerlendirme yapan kişileri saçmasapan bir üslupla alaya aldığınızı sanıyorsunuz ama kendinizi küçük düşürmekten başka hiç bir işe yaramıyor. Bunu da hatırlatmak isterim…
anonime ‘siz’ olan hitabım, onun gibi olanları da barındırdığı için ‘siz’dir. onlar kendilerini bilir……
zikrimce böyle kurtaramazsiniz gz ve onun gibi dusunenleri Libya devriminiz hayirli ola )))))
darbelerin imzası kanla atılır. dar ağacı bir kalıcılık ikonu olarak kurulur. idam karşıtlığı ya da darbe genellemelerinin anarşizmle bir ilgisi yok. ancak franco epey bir abartı olmuş gün abi.
vay,anonim kardeş,dün Gün Zileli diye salya sümük sağa sola laf yetiştiriyordun,artık Gün Zileliye karşıt mı oldun. siz var ya siz,tam tiyatrocusunuz. Gün zileli sahnede bile yok,suretini yüzüne asan biri ile iyi polis,kötü polisçilik oynuyorsunuz. Ne o Gün Zileliyi yeterince cilalıyamıyormusunuz. Gün Zileli de 27 Mayısa devrim diyormuş ha,güleyim bari. Gün Zileli, azıcık kıpırdanma olsa,sonu ne olursa olsun devrim diyor zaten. sürekli devrimci. Köpekler sokakta toplanıp biraz fazla havlasa hah devrim başladı diyecek ama ertesi gün köpekler havlamaya devam ederse,yeter ama ,biraz da başkaları devrim yapsın,siz sıranızı savdınız diyecek. Müzmin anarşsit ya,hareket herşey,sonuç hiç bişey. Öyle değil mi? o nedenle,sovyetlere kızıyor ya. neden iktidarı almışlar. halbu ki,sürekli devrim en güzeli. imiş. Ne zamana kadar, Gün zileli Ölüp,göğe çıkıp,sonra mesih olarak dönene kadar. Ozaman Gün bey,dünyayı zaten kurtaracak. o zamana kadar da,sadece kapitalistler kalır zaten.onlar da çalıştıracak adam bulamayınca ,köleler gönüllü ölüme yatmıştır çünkü,neden dersen, onlar enayi mi,gün zileli mesih olarak dönecekse, onlar da dönebilir değil mi ama. işteikapitalistler sömürecek cumalar bulamadıkları için,tanklarını tüfeklerini yemeye çalışırlarken hepsi dişlerinden olur. Onlar neden mi göğe çıkmıyor. Onlar aptal mı,mesih zırvasını çıkartan zaten onlar ve henüz kendi yalanlarına kendikleri inanacak olgunluğa erişmemişlerdir. İşte tam bu sırada Gün zileli iner ve hepsini bu perişan halden kurtarır. Özyönetişim kurarak hepsine bir bakanlık,bir yerel idarecilik verir ve çlen ölür kalan sağlarla, sarayının tepesine,kimdi o meksikalı köylü lider,panço villamı,her neyse,işte onlardan bir gibi olmasa da,en azından simetriği,sömürülecek kölelere ihtiyaç var diye asar ama nafile.Çıt yok. AA bir gün bir bakar ki,bir postacı kapıyı iki kere çalmış,sarı bir mühürlü zarf bırakmış ve hemen kaçmış. Neme lazım,mesih bu boru değil. Gün zarfı açınca önce kahkaha tufanı,herkes neredeyse sağır olacak, o kahkaha atınca herkes kahkahaya boğulmuş, bir bakmış etrafta kimse ayakta değil,yerlerde yatıyor. eyvah yöneticiler de ölmüş. sonra o da başlamış ,iki göz iki çeçme ağlamaya ve yukardan Gülen seslenmiş,hoop,hop benim sıramı aldın sana gıcığım zaten,bir de ağlamamı çalma inersem fena yaparım demiş. Gün zileli susmuş ve düşünceye dalmış,göğe çıksa olmaz. henüz ilana cevap yok çünkü,köleler gelmemiş. yöneticiler ölü. Gülen de sinirleniyor. Öyleyse ben askere gideyim en iyisi demiş. ve belki orada komutan olurum,bu kez Güleni de korkutan bir mesih olurum demiş. Haa zarftakini unuttuk değil mi? Gün amca asker kaçağı imiş ve göğe çıkmadan önce çok aramışlar ama bulamamışlar. o göğe çıkıp mesih olarak inince,diğer mesihler toplanmış ve bunu diskalifye etmek için,bu mevzuyu gündeme getirmişler. Yani zarf Zileliyi askere çağırıyormuş ve af çıktı taksit taksit ödeyeceksin diyormuş. eğer peşin öderse indirim olacakmış. o da hemen hazırlanıp yola dökülmüş. ve kışlayı hemen bulmuş. Çünkü,bir tek askerler kalmışmış…İşte böyle anonim birader. sen anonimsin ,benim de biraderimsin değil mi,bütün halkımızın biraderisin. Ama ben odun kıranım. Odunları lime lime yapıp böyle abuk hikayeleri odunun bile anlamasını,kıssadan hisse çıkarmasını sağlarım. Benim ki de böyle bir şey işte. Yuh size,koca koca adamlar,böyle tiyatrolar oynuyor,Gün Zileli amcanızı paraltıyorsunuz. Şu rezilliğe bak,tepeden aşağıya çürümüşlük kokuyor, aman bana da bulaşmadan ben tüyeyim. Ama bu hikayeyi odun kafanızın bir kenarına koyun. mümkünse,iki budak arası olsun,zararlı cereyanlara karşı orası emindir. su geçirmez belki. ya da geçirse bile öbür tarafından akar gide,hikayenin en azından bir ucu kalır zihninizde. hadi bana eyvallah. O sahtekar solcu,hatta sahtekar anarşist ,asker kaçağı ( bu sahte değil) Gün Zileliye de selam söyleyin. Yırtınmasın bu kadar,onu ne musa,ne İsa ciddiye almıyor. odun gibi kafa taşımayanlar ise zaten adam yerine koymuyor.
“onu ne musa,ne İsa ciddiye almıyor.”
dil bilgisi açısından bir yanlışlık var. ne… ne dendikten sonra cümle olumsuz bitmez… Doğrusu:
onu ne Musa ne İsa ciddiye alıyor…
olacak.
Iyi adamin adamin biri ölmüs, dogru cennete. Bakmis, Isa ile Musa oturmus keyf ediyorlar, çay, kahve içiyorlar. Merak etmis , sormus:
-Iyi, güzel de, peygamber olarak, buradasiniz da, Muhammed nerede?
Isa, “Muhammed’i mi soruyorsun?” demis ve bagirmis:
-Muhammed! Yeni gelen arkadasa bir çay getir.
Gördügünüzgibi Muhammed her yerde proleterdir, onun için finansçi Musa’ ya, ya da emperyalist Isa’ya degil, Muhammed’e yaranmak gerek.
Tövbe, tövbe..
hah hele şükür ya, bak yanlış bulunca nasıl da saldırıyorsunuz. Evet haklısınız,moda ve resmi tabirle “sehven” oldu. Düzelttiğiniz için teşekkürümü kabul edin lütfen.
Dil bilgisinden çaktım Ama yine de burada vurgunun, İsa ve Musanın Gün Zileliyi ciddiye almaması üzerine olduğunun hakkını teslim ediniz.
Muhammed ile Musa ve İsa ,muhtemelen Barack ( hani şu şimşek hızıyla uçan at ) üzerinden,sırayla,dünyadaki seçilmiş mesihlerle görüşmek üzere sık sık syahat ediyorlardır ya da mesihleri göğün yedinci katında ağırlıyorlar ve 2012 de yeryüzüne hangisi inecek kura çekimi yapıyorlardır. Ama son söz allahın olacağı için,herhalde kuralar güme gidiyor ve sık sık tekrarlıyorlardır.
Fıkra seven suretsize,bir de fıkra gibi bilgi vereyin göğün 9.katından, ki Musa’ya o kadar da haksızlık yapmasın; Musa olmasaydı, Muhammede Allahın buyruğu olan namazın 25 kez kılınması söz konusu olacaktı. Musa’nın Muhammedi uyarması ve Muhammedin ricası üzerine Allah buyruğunda indirime gitmiş ve namaz 5 vakte düşmüştür.
Bence,Muhammed, Allahtan kendisinden başka peygamber gelmemesini rica etmiştir ki Allah öyle başka peygamber indirmeyeceğine,pardon, elçi yapmayacağına söz verdiği için başka peygambere gerek kalmamıştır. Yoksa son bir peygambere daha bu zavallı emperyalistlerin şiddetle ihtiyacı vardı gerçekten. Ne de güzel olurdu onlar için,son peygamber elyle Musayı,İsayı ve Muhammedi,elçilik yaptıkları dinleri ile birlikte ne de güzel asimile ederlerdi. Mem büyük bir ihtimalle namazı da,niyazı da kaldırırdı alimallah. Çünkü asimilasyon tamamlanınca kölelerin 24 saat çalışması lazım ve duayı çalışırken içinden okumaları,ibadeti de çalışarak yapmaları lazım değil mi. Arada hahamlar kutsal topraklardan getirdikleri,ağlama duvarı biçimindeki ikonları dolaştırırlar ,kölelere el sürdürüler,onlarla birlikte papazlar da dolaşır,Kölelerin kafasına bir çuval geçirip, günahlarını dinlerler,onları günahlarından arındırırlar, Namaz ortadan kalkacağı için ve elbette oruç tuttmaya da gerek kalmayacağı için, çünkü köleler ,hep aç ya da yarı aç olacaklardır, camilere de, muayyen aylara da gerek kalmayacak,ne izin,ne istirahat, ne de çok fazla günah kalacak. Kaln günahları da özveri ile diyar diyar köleler arasında dolaşan din adamları affettirmek için aracı olacaklar. Belki içlerinden bazıları, dinledikleri ya da ellektriğini aldığı günahlar yüzünden kafayı yiyecek, sapıtacak, rahibe bulamazsa rahiplere saldıracak. Ama bu kadar da olsun değil mi,yoksa ilgi çekici filmlere konu olacak edebiyat eserleri nasıl üretilecek. Bakınız Muhammet izleyicileri için bir şey kalmadı. Zaten köleler aç bilaç çalıştığı için ve o açlıkla yeterli sperm sayısına erişemedikleri için ölenler ,doğanlardan çok çok fazla olacak ve böylece sömürenler ile papazlardan, hahamlardan başka kimse kalmayacak ve bir de cariyeler kalacak. Böylece cariyelerden doğma çocuklar, köle gibi yetiştirilecek, kanlarında soylu kanı olduğu ve kutsal toprakların havası ile ana karnında büyüdükleri için hepsi birden spartaküs olacak ve önce arenalarda gladyatörce birbirlerini öldürecek ama kalan sağlar ise her bir coğrafyada spartaküslerden spartaküs beğendirecek ,sonunda ,din adamları ve sömürenler ,darağacına gidene kadar,her bir durakta ağamdır,paşamdır ,canım kurban olsundur diyen ama ilmek boynuna girince ve çekilmeye başlanınca Siyerim ben böyle işin içine Gurban diyen Kürt misli, feryad edecekler ve devran dönecek. Bu dönüşten sonra da artık insanlar ne musayı,ne İsayı ne de Muhammedi takarlar değil mi. Son peygamber ise, Spartaküsten yana olup, bütün suçu öncekilere atarak sıyrılır ve çeşmelerinden şarap akan , bahçelerinde Spartaküs heykeli misli ağaçlar yetiştiren ,her bir yanından sular akan sarayında Spartaküslerin kankası olarak peygamberliğe tövbe eder ve kalan az sayıdaki insan ne haliniz varsa görün ama benim bu sarayda yaptıklarımı görmeyin,ölene kadar huzur içinde yaşayayım, şimşekin de mına koyim, mesihin de içine şey ediym der ve böylece dünyada en son peygamberin spartaküslerle kankalığında özyönetişim başlar ve bütün insanlar mına koyim diye diye şarapçı olur çıkar. Masal da burada biter.
Nasıl dilbilgisi ihlali var mı,Gün suretli şaklaban.
Varsa söyle bak,darılırım yoksa.
İşte sizin gibi odunlara ancak bu tür anlatımlar yakışır ,öyle değil mi çok bilmiş biraderler, suratsız ,suret sahipleri .
Fazla su almayın,kıramıyorum ozaman. Devamlı bilemem gerekiyor baltamı. Bana da acıyın canım,ben de masaldaki kadar olmasam da insanım.
odunkıran suretli, uzunu fikret maskeli, anti-emperyalist(milliyetçi) kökenli, çorba içip üstüne dökenli adam…
akşam gidiyorum dedin bizi çok üzdün, sonra gidip biraz site süzdün yine geldin. hoşt geldin. bak sana bir masal anlatayım. kızıl başlıklı lenin bir gün sibiryada yürüyormuş. karşısında büyük anne kılığında stalin adlı bir kurt(köpeği) çıkmış.
kızıl başlıklı lenin durumdan şüphelenmiş. kurda sormuş:
– sibiryayı niye inceliyorsun?
-sürgünler sürgünler için demiş.
– senin salyaların niye akıyor?
-iktidar iktidar için demiş.
– senin gözlerin niye kızarmış?
-katliam katliam için demiş.
kırmızı başlıklı lenin kaçarak uzaklaşmış. ne yaptığını sonra anlamış ama nafile.
kurt olmuş mu sosyal ormana müdür.
burada nasıl ormana müdür olduğunuda anlatmak gerekir. aslan(lenin)kendi yokluğunda ormanı yönetsin diye bir baş seçeyim demiş. kim olsun kim olsun, bari enkorkağı olsunda yerime göz dikmesin demiş.
tavşanı seçmiş. sonra herkese tavşana itaat edin demiş. tavşan (stalin) bu duruma çok sevinmiş. neyse oradakiler itaat etmiş ama ayı ortada yokmuş. ininde yatıyormuş. stalin orayada girmiş. bir hengame bir gürültü dışarı çıkmış. üstü başı paramparça ne oldu demişler. ayı işte gündemden haberi yok ki…demiş…
hep aynı odunları mı kıracam hayloo,biraz da başka yerdeki odunları kırayım dedim fena mı yaptım bak zihnin açıldı,gümbür gümbür masal anlatıyorsun.
Ama bu vesileyle, kırılmaya doyamadığını, odunkıranın müptelası olduğunu da anlamış olduk.
eee ne yaparsın, develer dikene,zavallıların hepsi kırıldığı yere doğru gidermiş.
Lenin elindeki sopayı vasiyetiyle beraber Troçkiye bırakacakmış ama Troçki,bu işçiler çok geri,sopa ile başedemem,hergün ,ölene kadar devrim yaptırmak lazım demiş ve sopayı almamış, sonra Stalin sen almazsan be alırım demiş ve sopayı eline almış,ki alır almaz,sopa etrafta ne kadar odun varsa,tepelemeye başlamış. Stalin, bu sopa işini biliyor,bununla iyi anlaşacağız demiş ve o gün bu gündür,Leninin sopasıdır ama Stalinin sopası diye emperyalistlerden çok,odunlar korkar.
Ah Hayloo sana da mı değdi ki,bu sopa sen de diken batmış gibi hala bağırırsın.
Bak kardeşim,sen hiç köpek gördün mü, havlayanından ama, öyle gözünün içine bakarak hem de… Görmediğin belli, eğer görseydin, o köpeğe hoştunuz köpek efendi diyerek,onu kaçırtmayacağını bilirdin. Köpeğe hoş köpekk demedikçe, kulaklarını düşürmez.
Ama bazı köpekler vardır,hoş demek te para etmeyeceği için sopa gerekir.
hem sana bir sır vereyim,Köpek,Kurdun kırmasıdır. Ve Kurt öyle değildir ama köpek, efendisini tanrı sanır ve efendisi için Kurda karşı diş gösterir ama bazen de kurt gibi uluyarak ondan kurtulmak için çırpınır.
Nasıl beğendin mi masalımı ? Biraz basitleştirdim anlatıöıöı farkettin mi,ne yapayım odunların içine işlemesi için sadeleştirmek lazım.
“hoş demek te para etmeyeceği için sopa gerekir.”
Yine bir imla hatası olmuş. Türkçede “te” diye bir şey yoktur. Dahi anlamında “de” vardır. Doğrusu şöyle olacak:
“hoşt demek de para etmeyeceği için sopa gerekir.”
hepsi bu mu,Gün Zilelinin suretine görevli kardeş, bu kadar mı yani,bulup bulabildiğin imla hatası mı yani.Başka ,başk bir şeye hata bulmuyormusun. itirazın yok mu.
Hayloo kardeşimize bir bak hele onda çok malzeme bulursun böyle ama onun örtülenecek ifadeleri yok değil mi. Benim açık ettiğim noktaları ancak imla hataları ile örtebileceğini düşünüyorsun.
Boşuna Fikret Uzunun eleştirilierinden kaçmıyorsunuz. onda da imla hatası yokmu acaba ,bak şimdi merak ettim. Demek ki,yok. o nedenle bulaşmıyorsunuz değil mi.
Sizin ipliğinizi pazara çıkardı, benim imla hatamla uğraşıyorsunuz.
Sizin ki baştan aşağı sahtekarlık ama imla hatasına takmışsınız. Sahtekarlığınızı böyle örtüleyeceğinizi sanıyorsunuz. Ama nafile çaba.
Kitap mı yazıyoruz burada. Eni konu,abuk sabuk cevaplara, balta ile cevap veriyoruz. Çünkü odunca laflara ancak balta ile karşılık vermek gerekiyor. O zaman da, baltamız kendi harflerimize de dokunuyor,moda ve resmi tabirle “sehven”.
İpliğinizi pazardan kurtarın bence.
Hangisi muteber acaba, dil bilgisine sadık kalarak sahtekarca ideolojik saldırı yapmakmı, yolksa bu sahtekarlıkları deşifre ederken,dil bilgisine değil,ideolojik mücadeleye odaklanmak mı?
Ama siz bunu nereden bileceksiniz ki,benim bu tarz cevap verceğimi bile hesap edemezsiniz. Cephaneniz de ancak bu kadar olur, Türkçede de,dahi anlamındadır,te dersek ayıp etmiş oluruz.
Am yine de teşekkür ederim, demek ki,deşifrasyona karşı savunma mekanizmanız bu noktada devreye giriyor. öyleyse,dil bilgisine dikkat etmek borcumuzdur. Dil bilgisine uymak şartı kaydıyla yürütülen bir kompozisyon yarışmasında değiliz. sahte sol gömleklileri deşifre eden,ideolojik mücadeledir yaptığımız. Arada,gelen tepkiler seyir ve dozuna ,biçimine karşı,böyle masalımsı ama kıssadan hisse çıkaracak salvoları da lüzumlu görüyoruz ,sizin gibi sahteakralrın salvolarına karşı deşifre eden,ipliğinizi semt pazarına düşüren top mermileri atıyoruz. Baltamızla da,güllenin bir yanına çentik atıyoruz. İmzamızdır.
27 mayısın devrim olmadığın ispatı. Eğer devrim olsaydı, devrimciler mahkemeydi muayeneydi diye uğraşmaz kafasına bir tane sıkarlardı. Tabi sadece menderes değil, eşi, sevgilisi, çoluğu çocuğu, topluca idam edilirdi. Bolşevik yöntem budur.
Iyi o zaman yakalarsak biz de onlarin kafasina sikalim.
Ilk defa duydum bu kelimeyi, ne demek? Sifrasyon mu, desifrasyon mu ne diyorsun yahu? Sakin atmasyon olmasin?
Ayrica ne diyorsun sen ? Özetleyeyim:
1. Stalin zorunlu oldugu için karsi devrimcilere siddet uygulamistir.
2.Proletarya diktatörlügü bunu gerektirir.
3.Stalin’i elestirenler emperyalistlerin dostudur.
4.Stalin’i Hitler’le karsilastiranlar solcu olamaz.
Bu konular disinda yeni olarak ne var? Onun yerine ben sana bir soru sorayim da beni aydinlat. Neden Stalin devrimci oluyor da, mesela Buharin karsi devrimci oluyor? Bana bunu anlat, beni ikna et.
Gün Zileli suretli biradere sor bi zahmet. O bu konuda çok bilgili ve daha çok da , diğer sadakatlerinin hepsinin sahteliği yanında,dilbilgisine çok sadıktır. Sana epey yardımcı olur.
Ne o soruma cevap veremiyor musun yoksa? Cok üzüldüm, demek ki bos konusmaktaymissin. O kadar çok sevdigin Stalin’i bile savunmaktan acizsin. Ben Zileli’yi tanimam, etmem, senden cevap isterim.
Bu yazıda ortak birkaç hata söz konusu. Soru eklerinin ayrılması gerekir: Bulmuyormusun-bulmuyor musun; yokmu-yok mu; yapmakmı-yapmak mı olacaktı,
Öte yandan isimlere yapılan eklerin apostrofla ayrılması gerekir: Fikret Uzunun-Fikret Uzun’un gibi.
Bir de çok sık yapılan bir hata vardır. “Ki”lerin nerede ayrılacağı bilinemiyor: sizin ki-sizinki olacaktı.
“ki”lerin ayrılmasında şunu dikkat edilmeli: sahiplik belirten “ki”ler birleşik, ayraç belirten “ki”ler ayrı yazılır. örnek vermek gerekirse;
Benimki de çok iyi bir kalem, denirken “ki” görüldüğü gibi birleşik yazılır.
Ben ki, kafam pek çalışmaz, denirken de “ki” ayrılır.
Cevap yok tabii. Desifrasyon degil, desifraj olacak. Ikide bir “desifraj, desifraj” der, Fikret Uzun’u hatirlarsin. Malum Öztürk Serengil vaziyetleri.
“Çocuklar ölmesin şeker de yesinler derken neyi kastettin?”
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17541658.asp?yazarid=308&gid=61
Dogan Holdingçi, Amiral Gemici sosyalist olur mu? Olur.
Ergenekoncu sosyalist olur mu? Olur.
stalinist oluyor da, o niye olmasın
Her gördüğü sakallıyı dedesi sanan andaval olur mu? Bal gibi olur.
Ancak kendi başına geldiğinde karşı çıkan “demokrat” olur mu? Beyinsizse olur.
Kafası yerine oturma organını kullanan insan görünümlüler olur mu? Çeşit çeşit olur, şu sıralar AKP saflarında çok bulunur.
Uzun uzun(Fikret) kamışlar oy aman,
Odun(kıran)u budamışlar vay aman,
Benim canım stalinciklerimi oy aman,
Silivriye yollamışlar vay aman.
şu akp konusunda bir şeyler söylemek lazım.
AKP neoliberalizmin gereğini yerine getiren bir parti. Küresel kapitalizmin bir parçası.Elbetteki kapitazlime karşı olmak babında bu partiyede karşıyız. Yalnız, bu ülkede Akp den öncekilerde kapitalizmin hizmetindeydiler. Niçin bazı kesimler sadece şimdi AKP iktidarında Anti emperyalist, anti-kapitalist oluverdiler. daha önce niçin bu muhalefeti yapmıyorlardı?
Kemalizm de dahil, diktatörlüktü, kapitalizmin hizmetindeydi, niçin oralara karşı çıkmıyordu bu kesimler. niçin hala kemalizmi anti- emperyalist görüyorlar. hala o savaşa kurtuluş savaşı diyorlar. niçin hala kendine sosyalist diyen kesimler, chp yi tercih ediyorlar, kılıçdaroğlu ile bir umuda kapıldılar.
akp onlardan daha mı batı hayranı, taklitçisi. niçin daha önce sözde devlete eleştiri yönelten solumuz şimdi sadece akpye karşı çıkıyor?
Militarizmi akp ye tercih ediyor?
Nato karşıtı oldular, çünkü artık nato kemalizmi bıraktı akp ile çalışıyor, anti-amerikancı oldular, amerika onları bıraktı akp ile çalışıyor. bu ordau akpye kadar hep amerika ile çalışmadı mı?, ki bence şimdide öyle.
şu anda chp iktiadara gelse, yine aynı sol iktidar karşıtlığı yapar mı?
peki hiç düşündünüz mü,
bizim solumuz hep ulus-devlet istmeiyor mu?, bir ülkede kalkınma olabileceğine inanmıyor mu?
o zaman akp şimdiye kadar ki iktaidarların bu anlamda en “güç”lüsü, en “dik duran”ı . eğer böyle bir kalkınma olacaksa, en umut vadedeni…”
bakın israile kafa tuttu, avrupa birliğine kafa tutuyor. sakın numara demeyin, o zaman size kemalizmin yedi düvelle (uyduruk) savaşını hatırlatırlar. çünkü bütün resmi tarih uyduruk. bu ülke hiç bir zaman anti-emperyalist olmadı. osmanlı zamanında emperyalistti, kemalizm zamanında emperyalizmin işbirlikçisi idi.
neyse uzatmayayım. emperyalizm kapitalizmdir. ayrı bir aşaması değil. kapitalizmin var olması ile emperyalizmin varlığı aynıdır. anti-kapitalist olan kapitalizmle uğraşır. kapitalistler arası tercih yapmaz.
iktidar partileriyle uğraşmaz. bizzatihi kapitalizmle uğraşır. ancak kim iktiadar partileri ile uğraşır. iktidarda gözü olan, devlet kapitalistler. antikapitalist olmayan saltık bir anti-emperyalizm söylemi milliyetçilik doğurur. vereceğin mücadele nedir. ülkeme emperyalistler girmesin eee kimi koruyorsun kendi komprador kapitalistlerini. ne değişir.
ama değişir. beni bir alman kapitalist sömüreceğine türk kapitalist sömürsün.
karşıtlık politikası birbirine içkindir. olumsuzlama yaparak politika yaparsın. o zaman olumsuzlayacağın güç hep olmak zorundadır ki olumsuzlayasın. sen ona o sana muhtaçtır. birbiriniz olumsuzlayarak var olursunuz. yani diyalektik iktidardır.
emeğin politikası karşıtlık üzerinden olamaz.
Emeğin özgürleşmesi anti-diyalektiktir.
Emek-sermaye diyalektiğinde birbirini olumsuzlama vardır. Emek olumsuzlamanın olumsuzlamasını yaparak kendini var ederken, her zaman olumsuzlayacağı sermayeye ihtiyaç duyar. Ücretli emek üretimiyle, sürekli sermayeyi doğurur/büyütür. Sermayede olumsuzlayacağı emeğe ihtiyaç duyar ve onu her zaman var eder.
Ücretli emek- sermaye çelişkisi üzerine politika kurulurken, bu çelişkinin sermayenin yıkılmasının yolu olacağı düşünüldü. Oysa ki sermaye için çelişki kurucu bir güçtü. Nasıl ki krizlerde sermaye için bir kurucu güç oluyorsa. Sermaye her krizden kendini olumlayarak çıkar. Evet krizler sermayenin(kapitalizmin) doğasında vardır. Çünkü sermaye kendini buradan olumlamaktadır, var etmektedir. Ücretli emek- sermaye çelişkisi ve krizlerdir sermayeyi yeniden yeniden üreten yaşatan.
Karl Marks’ın Grundrisse eserinin 492.sayfasında dediği gibi “Nihayet, bizzat sermaye emek ilişkisinin yeniden- üretimi ve yeni-üretimi, üretim ve değerlenme sürecinin başlıca sonucu olarak görülmektedir. Bu toplumsal ilişki, bu üretim ilişkisi, gerçek sürecin maddi sonuçlarından çok daha önemli bir üründür. Gerçekten, bu süreçte işçi kendi kendini emek kapasitesi olarak ve kendi karşıtı olarak sermayeyi üretmekte, kapitalist ise kendi kendini sermaye olarak ve kendi karşıtı olarak canlı emek kapasitesini üretmektedir. Her biri kendini yeniden üretirken, kendi olumsuzlamasını da yeniden üretmektedir. Kapitalist, emeği yabancı emek olarak üretmekte; emek, ürünü yabancı ürün olarak üretmektedir. Kapitalist işçiyi, işçide kapitalisti yeniden üretmektedir, vb…”
Yine aynı kitabın 399uncu sayfasında Marks “aynı zamanda hem ücretli emeğin korunmasını hem de sermayenin ortadan kaldırılmasını istemek, demek ki kendi içinde çelişkili ve kendi kendini çürüten bir taleptir.”
Öyleyse sermaye var oldukça ve karşısında da ücretli emek oldukça, emek özgürleşemeyecek ya da emeğin özgürlüğü sermayenin dolayısı ile mülkiyetin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Çünkü emeği ücretli yapan sermayenin ve mülkiyetin varlığıdır.
Emek ile sermaye arasındaki ilişki çelişki değil antagonist bir çatışmadır. Emeğin mücadelesi ücretli emekten çıkmak için olmalıdır. Emeğin ve emekçinin mülksüzlüğüdür sermayeyi var eden ya da sermayedir emeği mülksüzleştirip ücretliye dönüştüren. Dolayısıyla ücretli emek hem sermayeye çalışıp artı-değer üretip hem de onun pazarı olup ondan kurtulamayacaktır. Emek kendine çalışmalı, mülkü ve emeği bugünden toplumsallaştırmalı, bunun için mücadele etmelidir. Mülkiyetin toplumsallaşmadığı yerde sermaye ve kendine yabancılaşmış emek(ücretli emek)varlığını sürdürür. Dolayısıyla emek sermaye tarafından mülksüzleştirilmeye karşı, mülkiyeti ve emeği komünalistleştirmelidir. Aksi takdirde sınıfa karşı sınıf politikası ile sınıfsızlaşmayı sağlayamayacaktır. Devletsizliği devletle sağlayamayacağı gibi. Gittiğiniz yol sizi yapılandırır. Denildiği gibi her şey kullananına göre farklılık arz etmez. Devlet olarak varsan baskı kuracağın birileri olacaktır. Çünkü devlet bir baskı aracıdır. Sınıf olarak var olduğun müddetçe karşında da bir sınıf olacaktır. Sınıflı toplum oradan kaldırılmak isteniyorsa bu günden başlanmalıdır.
Sürekli olumsuzlama yerine bu günden olumlu örnekler yaratılmalıdır.
Peki sınıf adına mücadele eden yapılar ne yapmıştır?
Sorunun tespitini, çözümünü, çözüme gidilecek yolu önceden belirleyip mücadele başlattılar.
“alt yapı üst yapıyı belirler”
“üretim araçları kimin elinde ise o yaşamı belirler”deyip. “sınıfa karşı sınıf” koyuldu. Sınıf sermaye sınıfıydı, karşısına işçi sınıfı koyuldu. Sermaye sınıfının panzehiri işçi sınıfı oldu. O zaman işçi sınıfının(proleterya)gelişmesi çoğalması gerekir denildi. Bu gelişimin aslında diyalektik olarak sermaye sınıfının da gelişimi olacağı ve işçi sınıfının gelişiminin aslında sermaye sınıfına bağlandığı görülmedi.
Bu anlayış mücadelenin ekolojik, kimlik, cinsiyet, inanç sorunlarını kapsamayacağı(ve ücretli emek-sermaye arasında kurulan diyalektik çelişkinin sermaye lehine işlediği) görülmedi. Çünkü bu sistemci felsefeler her şeyi önceden düşünmüştü; üretim araçları ele geçirilecek,işçi devletleri oluşacak ve bu devletler sosyalist olduğu için emeğin bütün sorunlarını çözecekti. Bu ücretli emek- sermaye diyalektiğinin handikapları, kendini kurulan “işçi devletleri”nde gösterdi. Emekçiler ücretli emekçi olduğu için sermaye kapitalistlerden “işçi devletine” , devlet adına da devlet bürokrasisine geçmiş oldu. Emekçiler ücretli emekçi olmaktan kurtulamadılar, kurtulamazlardı.
Daha dogrusu ben doyurucu cevaba rastlamamis olabilirim. Geleneksel Marksizmle anarsizm arasindaki ayrim sadece devlet ve iktidar konusunda midir? Tarihsel materyalizm kabul edilmekte midir? Anarsistlere göre tarihin bir anlami var midir? Bir altin çag (ilkel komünal), bir mesih (proletarya), bir cennet (sinifsiz toplum) var midir? Kaos kavraminin içerigi nedir? Bir ahlak felsefesi var midir? Yoksa marksizminki gibi utilitarist midir? Ahlak, etik, vicdan vs gibi kavramlarin içerigi nedir? Anarsizm de Marksizm gibi üniversalist midir (tüm insanlik için geçerli tek düsünce metodu), yoksa rölativist midir (batinin tüm kavramlarini üniversel olarak kabul etmek zorunlulugu)? Bu çerçevede tüm gelenekler kapitalizmin global pazar genislemesine uyum gösterirken neden yine de en büyük direnis Islam’dan gelmektedir (Huntington’un deyisiyle)? Su cahil , polis , AKP’li garibi bir bilgilendirin de raporumu yazayim.
çok soru sormuşsun.
Ben naçizane düşüncelerimi belirteyim.
İslam’ın direnebilme yeteneği olduğuna inanıyorum. Ancak bu gelenekselleşmiş İslam değil. İhsan Eliaçık okumasıyla Kuran rehber olursa. Yani mülk Allah’ındır. Ve tek iktidar Allah’tır. Yani mülkiyeti sorgulamayan ve tek yönetenin Allah olduğuna inanmayan bir İslam’ın direneceğine inanmıyorum. Aynı zamanda mülkiyeti sorgulamayan ve iktidar hedefleyen bütün düşünceler için geçerlidir bu.
materyalizm konusuna gelince;
materyalizmde(maddecilik)de klasik idealistler gibi bir önceleme yapmaktadır. şöyle söyleyeyim, “düşünce mi maddeyi doğurur, madde mi düşünceyi” klasik sorusuna vereceğim cevapla materyalizm konusuna bir açıklık geleceğini düşünüyorum. madde olmadan düşünülemezdi, düşünülmezse maddenin bir anlamı yoktur. yani ikisi aynı anda olmalıdır. ya da biri varsa öbürüde vardır. Önceleme yapılamaz. Yani üstüne biri düşünmemişken önce madde vardı demek, önce tanrı vardı o bizi yarattı demekle aynı şeydir.
Bu nedenle tarihin salt maddeci bir tasavvurla doğru açıklanacağı kanaatinde değilim.
Eğer istersen parça parça takılalım, sende düşündüklerini ver araştırrıken söylenenleri paylaş üstüne düşünelim. Eminim bu soruları soranın bu sorulara cevap bulamadım derken, kendi kafasında aslında bir cevabı oluşmuştur. Aksi takdirde verilen cevapları tatmin edici bulmaması zor olurdu.
şimdilik materyalizm-idealizm diyalektiği konusunda ki fikirlerini merak ediyorum.
hadi yaz yoksa mesai bitmez:))
Var olan ayni zamanda olusmakta olandir,olmak bir fiilidir, zamansiz mekan olsaydi bu mekan tüm zamanlardaki tek bir mekan, mekansiz zaman olsaydi tüm mekanlardaki kimildamayan tek bir zaman olurdu ki gerçekte bu ikisi de bir ve ayni seydir, dolayisiyla düsunce madde ikilemi de, metafizik ve diyalektik de Heidegger’den beri asilmistir, kaldi ki örnegin her kimya formülü degisik zaman uygulamalarinda ayni neticeyi vermeyebilir, örnegin bir yemek formülü içindeki çesitli malzemelerin karisimindaki moleküller kadar zaman faktörü de önemlidir (Ilya Prigogine) Kisacasi olmak, to be, ya da être fiili olusumdan ayri düsünülemez, ama asil konu bu degil de “tarihsellik”, tarihsel bir anlam , örnegin gökyüzündeki Knesset’i yeryüzünde olusturmak, ya da komünist toplumu kurmak, ya da adil düzen gibi bir determinizm hakkinda ne düsünülmekte? önemli olan bu, çünkü bu sekilde bir determinizm siddet tekelini de, devleti de, iktidari da zorunlu kilmakta, bir yerde tarihi materyalizm ve o sistemin içinde yer alan sinif mücadelesi metodu kabul edilince devlet de, iktidar da müttemim cüz olmakta.
Şimdi de terminolojiye hakim meraklı sorucu oldu bizimki… Binbir Surat’ın başka hangi yüzleriyle karşılaşacağız, bekleyelim görelim…
Bugün televizyonda Mehmet Altan “terminoloji” ifadesini kullaniyordu. CHP’ye “sag terminoloji”ye sahip insanlarin girdiginden söz ediyordu. Bence bu bir nevi sekilciliktir. Pekâla sag terminoloji kullanan bir solcu, veya sol terminoloji kullananan bir sagci olabilecegi gibi, hiç terminoloji kullanmayan veya bazi konularda sol, bazi konularda sag terminoloji kullanan insanlar da olabilir. Türkiye’de bu sekilcilik hastaligi Osmanli’dan kalmistir, kayin diyen Fatih Medreseliler liberal, gayin diyen Süleymaniye Medreseliler muhafazakar gibi, fesçiler/sarikçilar, fasçilar/sapkacilar, biyik devrimcileri, meselaci sagcilar, örneginci solcular vs. vs. . Kisacasi terminoloji hiçbir seydir, fikir her seydir.
Bazilari, daha dogrusu 30 adet ITÜ ögrencisi is adami Ali Agaoglu’na yumurtali saldirida bulunmuslar. Nedense bunlar hiç Dogan Holding’ten is adamlarina saldirida bulunmuyorlar, nitekim daha önce de yine birileri Sabanci’ya suikast düzenledi, Koç’a kimse birsey yapmadi. Neden? Bir baska sorum daha var: Neden askerciler, ulusalcilar, CHP’liler ve Dogan Holding basini ve malum talebe Deniz Gezmis’i övüp dururlar da Mahir’den pek bahsetmezler? Aslinda asagi yukari ikisi de ayni çizgide idiler. Deniz biraz daha popüler olsa da, yine de bu malum kesimin hep “Deniz,Deniz” deyip hiç Mahir’den bahsetmemesi oldukça manidar. Tabii benim için neden açik: Elrom suikasti dolayisiyla Israil Mahir’e özel olarak antipatik, bizim dümenden ulusalci, gerçek Israilciler patronlarini kizdirmak istemiyorlar.
sen bütün ince bağlantıları görmüş, çözmüşsün olayı. deniz gezmişin hiçbir suikasti, cinayeti olmaması ve elde silah çatışarak değil darağacında can vermiş olması gibi basit bir cevap kesmez artık seni. dyh sözleşmelerinde mahiri savunma israilliler kızıyor sonra bize diye kağıt imzalatıyor çalışanlarına. odatv bilgisayarlarından çıkaramadı mı bunları sizin polis hala, hayret!
sadece özgür olmak…
bugünkü sorunlardan hareketle gelecek için tasavvur ettiğimiz herşey, gerçekleştiği zaman bir devrimdir, ancak oluşan yeni durum normlaşır,fetişleşir. ve tekrar o normu kırmak için yeni bir tasavvur koyarız önümüze.
Yani Sıfırıncı Delege Marcos’un dediği gibi “Mücadele bir çember gibidir. Her noktasında başlar ama asla bitmez.”
Adam telefon rehberi gibi kitap yayinlayip Türkiye’nin neredeyse yarisini yahudi ilan ediyor, sonra Hürriyet Gazetesi’ne köse yazari oluyor. Hürriyet Gazetesi’nin yari ortagi olan Alman hukukuna göre kurulmus yabanci sirketin beyannamesinde “her ne nedenle olursa olsun Israil aleyhinde olmamak” gibi bir madde var. Oda Tv’ye bakilirsa DYH destegi açik seçik görülmekte. Gel de çik isin içinden. Adam Hiram Abas’la ilgili övgü dolu kitap yazmis (bu arada Israilli güzel Arap aktris Hiam Abass ile karistirilmamasini rica ederiz), MIT hakkinda bir nolu uzman olmus, Aydinlik ve Türk Solu dergileri tarafindan “ajan” ilan edilmis, ve bu sitede bile bazilari bu adamin karanlik yüzünü görmemekte direniyor, ne hikmetse. Ak Parti iktidarda ya, ona karsi kim varsa yanindalar, Oda Tv, Lieberman, Netanyahu, TSK, PKK, Veli Küçük, Perinçek gayet tabii ve diger tüm hisseli harikalar kumpanyasi.
yine öbür sen çıktı senden içeri..
sende eleştirdiğin adamlar gibi, kişileri ve arka planlarıyla çok uğraşıyorsun…
insan karşıtına benzeşiyor mu ne?
fikirlerin kendisi ve arka planlarıyla uğraşmak gerekir.
Ali Agaoglu’na yumurta niçin atilir? Biraz bariz üçkagitçi, belki de çok madrabaz, kart zampara, hizli araba seven, metroseksüel , tipik bir apolitik yeni zengin, yap-satçi. Ortalikta o kadar tekelci, holdingçi, kasarlanmis, bogazina kadar politikaya, kumpaslara, darbelere batmis is adami , hele hele devlet tahvillerinin çogunlugunu elinde bulunduran 2000 aile mensubu rantiye varken gidip böyle hedef sasirtiyor ve belli amaçlara bilerek/bilmeyerek hizmet ediyorlar ve ben çildiriyorum.
Ulusal Geçiş Konseyi’nin askeri yetkilisi, Kaddafi’nin doğum yeri Sirte’de yaralı yakalandığını ve aldığı ağır yaralar sonucu öldüğünü belirtti.
TRABLUS – Ulusal Geçiş Konseyi, devrik lider Kaddafi’nin Sirte yakınlarında kaçmaya çalışırken, yaralı olarak yakalandığını belirtmişti. Ulusal Geçiş Konseyi komutanı, Muammer Kaddafi’nin iki bacağından yaralandığını söylemişti.
Kaddafi’yi ele geçirdiğini iddia eden muhalif askerler, devrik liderin Sirte’de bir mağarada saklandığını belirterek, ele geçirildiği sırada “Ateş etmeyin!, Ateş etmeyin!” diye bağırdığını açıklamıştı.
ABD ise, Kaddafi’nin yakalanıp yakalanmadığını şu anda teyit edemediklerini belirtti.
NATO TEYİT ETMEDİ
NATO, devrik Libya lideri Kaddafi’nin yakalandığı yönündeki bilgileri araştırdıklarını ancak bu aşamada öldürüldüğü veya yakalandığını teyit etmelerinin zor olduğunu açıkladı.
SÖZCÜSÜ DE YAKALANDI
Ulusal Geçiş Konseyi, devrik lider Muammer Kaddafi’nin sözcüsü Musa İbrahim’in de yakalandığını belirtti.
RUSYA: KADDAFİ’NİN KADERİNİ LİBYA HALKI BELİRLEMELİ
Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev, Muammer Kaddafi’nin kaderine Libya halkının karar vermesi gerektiğini belirtti.
Libyalı muhalifler, iki aydır büyük bir saldırı başlatıkları Kaddafi’nin doğum yeri Sirte’yi bu sabah ele geçirdiklerini ve merkeze yeni Libya bayrağını diktiklerini belirtmişti.
Ulusal Geçiş Konseyi güçleri, bu hafta başında Beni Velid kentini de ele geçirmişti.
LİNÇ PSİKOLOJİSİ, İNTİKAM DUYGUSU Ve KADDAFİ!
Elif ÇAKIR/
Kaddafi yardımcılarına halkı nasıl yönetmelerini tavsiye ediyordu? Kaddafi’nin fareleri ve Stalin’in tavukları ile Harbiyeli darbecilerin halka bakışında fark var mı?
Kaddafi’nin iktidarını kurarken kullandığı söylenen bir yöntemden söz edilir. Yardımcılarına ders vermek için bir gün kağıt torbaların içine fareleri doldurup yardımcılarına ayrı ayrı “Bu fareleri kaçırmadan belli bir mesafeye gidip gelmelerini” söylüyor. Kim denedi ise fareler torbayı kemirip çıkmayı başarıyorlar. Sonra kendisi “Ben size usulünü göstereyim” diyerek toplu olarak, aynı sayı ve büyüklükte kağıt torba ile yolda ilerliyorlar. Tek farkla. Kaddafi elindeki torbayı devamlı sallıyor, bu sebeple fareler sersemledikleri için torbayı kemirip kaçamıyorlar. Bunun üzerine Kaddafi kurmaylarına; “Halka işte böyle muamele yapacaksınız. Ki vatandaş kontrolünüzden çıkmasın” diyor.
Aslında Stalin’in de buna benzer bir “tavuk hikâyesi” vardır. Stalin soğuk havada bir tavuğun tüylerini yolduktan sonra hayvanı odanın içinde bırakır. Hayvan önce sıcağa gider ve fazla sıcaktan yanar. Daha sonra kapıya gider ve fazla soğuktan üşüdüğünde tekrar sıcağa döner. Bu gelip gidişlerin sonunda ise tavuk dönüp Stalin’in bacağının dibine sığınır. Stalin “İnsanlara işte böyle davranırsanız onlar size itaat ederler “ diyerek çevresindekilere ders verir.
Bu yöntem diktatörlerin klasik yöntemidir. Türkiye’de askeri darbeler sonrası yaşanan Yassıada ve Diyarbakır Cezaevi uygulamalarını hepimiz biliyoruz.
Kaddafi’nin 42 senelik iktidarını bu şekilde sürdürdüğü de biliniyor. Hatta Sunusi isimli istihbarat şefinin alıp götürdüğü muhaliflerin hep faili meçhul olduğu anlatılır. İlginçtir 42 yılın sonunda kendisi de benzer bir linç ve işkenceye maruz kalarak öldürüldü.
Zalim ne kadar kötü bir insan da olsa yargılanma ve savunma hakkı vardır. Ona bu hakkı vermemekte bir zulümdür.
Kaddafi Kara Harp Okulu mezunudur. Türkiye’de bulunduğu yıllar 27 Mayıs darbecilerimizin aynı zulüm devrelerine tekabül ediyor. Zaten o tarihlerde darbecilik öğrencilere bir hak olarak öğretiliyordu ve eğitimde hiç demokrasi vurgusu yapılmıyordu. Pakistan diktatörü Müşerref’te maalesef Harbiye mezunu idi. Halen Harp Okulları eğitim sisteminde köklü bir değişikliğin yapıldığını duymuş değiliz.
Harbiye Marşı bile zaten bunu hatırlatıyor. “Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti, cehennemler kudursa ölmez nigahbanıyız (koruyucusu, gözeticisiyiz)” cümlesi kendi içinde ’halka tepeden bakan’ bir diktatörlük anlayışını çağrıştırmıyor mu?
ABD, Fransa ve İngiltere’nin bu konuda geçmişi hiç temiz değil. Hatta 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat müdahaleleri birer NATO projesi değil miydi?
Bugün demokrasi ihracından bahseden ABD resmi ideolojisi iç savaş döneminde gerçekleştirdiği linç faaliyetlerini “Vatansever eylemler” olarak tarihe geçirdiler. Yukardaki tasvir Torizm isimli politik felsefenin örnekleri ile desteklenmiştir.(Yandaki gravür)
İnsanın maruz bırakıldığı katran ve tüyle yapılan bu işkence örneği tıpkı Kaddafi’ye yapıldığı gibi çok utanç vericidir.
Batı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile kanla alınan başarı ve intikamların kalıcı olmadığını anlamıştı. Doğu toplumları ise bunu henüz yeni anlamaya başladılar.
İntikam duygusu kalabalık ve linç psikolojisinin arka plan duygusudur. İntikam duygusu, insanı harekete geçirmek için liderlerin kullandığı karanlık duygulardandır. Ancak kısa vadede sonuç verse de orta ve uzun vadede kaybettirmiştir. Tarihe baktığımızda intikam duygusu ile alınan kısa başarıların hakkaniyet doktrini kullanılarak alınan başarılara yerini terk ettiğini görürüz.
İntikam duygusu öfke gibi orgazmik oranda lezzetli bir duygudur ve kişinin travmatik yaşantısını bastırıcı bir etki yapar. Kişi intikam almak için daha geçerli bir yol geliştiremezse travma tekrar canlanır.
İntikam duygusu diğer nefret, öfke ve düşmanlık gibi negatif enerjili karanlık duygular kümesindendir ve doğru yönetilmelidir. Bu duyguları yok etmek değil öğütmek ve unutmak gerekir. İntikam alınacak kişiye geçerli eylemi yaptıktan sonra verilecek en büyük ceza zaten onu yok saymaktır.
Libya’da intikam duygusunu yöneten bir liderlik zafiyeti olduğu gözlemleniyor. Bu durum Libya’ nın işinin zor olduğunu gösteriyor. Eğer iyi bir liderlik olsaydı Kaddafi’nin 200 milyar dolarlık servetini almak için onu canlı ele geçirmeleri gerektiği argümanını kullanabilirlerdi.
Bizim darbeciler 2-3 sene zarfında demokrasiye geçmekle çok akıllık yapmışlar, yoksa bugün Marmaris’te ve Fenerbahçe Orduevinde olamazlardı.
Çavuçesku, Saddam ve Kaddafi’nin yaşadıkları bütün diktatörlerin kulağına küpe olmalıdır.
25 Ekim 2011
Elif ÇAKIR/ Alıntı :Gezen Kuş
http://www.jarudiyar.com/diger-makaleler/1116-lnc-pskolojs-ntkam-duygusu-ve-kaddaf.html
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi’nin “şehit” olduğunu söyledi.
El Arabiya’nın haberine göre Chavez, kanser tedavisi gördüğü Küba’dan dönüşünde, Kaddafi’nin öldürülmesine öfkesini, “bunun bir zorbalık olduğu” sözleriyle dile getirdi.
Hugo Chavez, “Kaddafi’yi tüm yaşamımız boyunca büyük bir savaşçı, devrimci ve şehit olarak hatırlamalıyız” dedi.
Chavez, Libya’da muhaliflerin kurduğu Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanımayacağını da yineledi.
Venezuela Devlet Başkanı Chavez, Libya’da yönetim karşıtı gösterilerin başladığı şubat ayından bu yana Kaddafi’ye destek vermiş ve NATO’yu Libya’nın petrolünü kontrol edebilmek için ülkedeki krizi kendi çıkarına kullanmakla suçlamıştı.
Ohoo, geç kaldınız beyim. Bu haber 21 Ekim’den kalma… Linki: http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=11002&pid=19&haber=Chavez%20geri%20d%F6nd%FC%20ve%20Kaddafiyi%20%FEehit%20ilan%20etti!
Kaddafi’nin seks kölesi oldum
‘Safiye’ adını kullanan genç kadın, Kaddafi’nin sarayında seks köleleri olduğunu, öldürülen Libya liderinin cinsel zevkleri için her türlü şiddeti uyguladığını öne sürdü.
FRANSIZ Le Monde Gazetesi’ne konuşan Libyalı bir genç kadın geçen ay öldürülen Libya devrik lideri Muammer Kaddafi’nin seks kölesi olduğunu öne sürdü.
Trablus’ta bir otelde Le Monde muhabirine konuşan, Kaddafi’nin karısının adı ‘Safiye’yi kullanan kadın, 15 yaşında tanıştığı Kaddafi’nin kendisini 5 yıl boyunca seks kölesi olarak kullandığını anlattıktan sonra “Hayatımı mahvetti. Kaddafi’nin cesedini gördüğümde kısa süreli bir sevinç yaşadım. Ama çabuk geçti, yakalanmasını, yargılanmasını tercih ederdim. Onunla göz göze gelip ‘Neden bana tecavüz ettin, bağımlı yaptın, dövdün, küfrettin’ diye sormak isterdim” dedi.
Fahişem olacaksın
Safiye’nin Kaddafi ile yaşadığı kâbus yıllarının satırbaşları şöyle:
Kaddafi 2004’te bir kuaförün kızı olan Safiye’yi bir lisede görüp haremine alınmasını emretti.
Kaddafi, çöl sarayına getirilen Safiye’ye “benim fahişem olacaksın” dedi, üç gün sonra da tecavüzlerine başladı. Libya liderinin yardımcısı iki kadın tecavüze yardım ediyordu. Safiye’nin vücudu “Sadistçeydi” diye anlattığı bu tecavüzler sırasında morluklar içinde kalıyordu.
Kaddafi’nin Trablus’taki sarayı Bab-el-Aziziye’de 18-19 yaşları arasında 20 kadar genç kadından ve gönüllü Amazonlardan oluşan bir haremi vardı. Kadınlardan birkaçı kendilerini Libya halkının önderine gönüllü sunuyorlardı. Ama çoğunlukla zorla oluyordu.
Kaddafi Safiye’yi sigara ve alkollü içki içmeye, kokain çekmeye zorluyordu. Genç kadın bir seferinde aşırı dozdan hastaneye kaldırıldı.
Kaddafi dış gezilerine hareminden bir bölümünü de götürüyordu. Kaddafi bu kadınları buluştuğu Afrikalı liderlere de sunardı.
Erkekler de vardı
Kaddafi İtalyan, Belçikalı ve Afrikalı mankenler, Mısırlı film yıldızları ile sık sık partiler düzenliyor, eğlencelerde içki ve para su gibi akıyordu.
Kaddafi’nin erkek seks partnerleri de vardı.
Safiye’nin 5 yıl boyunca ailesini görmesine 3 kez izin verildi. Geçen yıl dördüncü ziyaret hakkı verildiğinde yaşlı bir kadın kılığına girip Fransa’ya kaçtı. Şimdi Trablus’ta ancak hâlâ Kaddafi yanlılarından korkuyor.
http://www.hurriyet.com.tr/planet/19260798.asp