The War is Over. Savaş Bitti.
Böyle bir film vardı, Alain Resnais’nin 1966’da çevirdiği. Başrolde Yves Montand oynuyordu. Senaryosunu, kendisi de eski bir komünist olan Jorge Semprun yazmıştı. Biraz otobiyografik izler taşıyordu. Semprun Franco rejimi altında, 1953-1962 arasında kelle koltukta bir illegal örgüt yaşantısı sürdürmüş; İspanya Komünist Partisi’nin hayal âleminde yaşamasını eleştirdiği için “oportünizm”le suçlanarak 1964’te partiden atılmıştı. İki yıl sonraki filminin odağında, 1939’da Fransa’ya sığınmış, otuz yıldır sürgünde yaşayan… ve bir türlü İç Savaşın bittiğine; iyi ya da kötü, yeni bir İspanya’nın doğduğuna; genç nesillerin onları hiç tanımadığına, La Pasionaria’yı ve Los quatros generales’i bilmediğine, İspanya Cumhuriyeti’nin “tarihsel haklılığı”ndan haberi olmadığına inanmayan bir KP karargâhı vardı.
Filmde Yves Montand sahte kimliklerle Fransa’dan İspanya’ya girip çıkıyor, parti merkezine rapor veriyordu. Yeni gerçekleri anlatmaya çalışması, güreş ensesi yapmış bir Picasso’yu andıran lider aparatçik tarafından l’opportunisme pure et simple (saf, yüzde yüz oportünizm) sözcükleriyle karşılanmaktaydı.
Şimdi bana da böyle bir his geldi; kendimi, beni de içine alan, lâkin realiteden sürgün olmuş bütün bir eski komünistler nesline; bana iflâh olmaz bir oportünist gibi, biraz tuhaf bakan yaşlı başlı, nostaljik eğilimli bu kuşağa, bu sefer çok daha büyük bir savaşın bitmiş olduğunu bir kere daha anlatmak konumunda buluyorum.
Bir kere daha dedim, çünkü ilk defa da söylemiyorum bunu. Tâ 1989’dan beri kaç kere söylediğimi ben de şaşırdım. TİKP’den İP’ye giden yoldaki Aydınlık’tan ayrılıp, SBP’nin (sonra BSP’nin) kuruluş sürecine katılacaklar olarak çıkardığımız Sosyalist Birlik dergisinde; ayrıca ve üzerine basa basa, SBP’nin Ankara kuruluş kongresinde (mealen), “bir çağın sona erişini lütfen doğru anlayalım; Sovyetlerin çöküşü İlkçağın sonunu simgeleyen Roma’nın çöküşünden de derin bir olaydır; ayrıca, böyle bir yenilgi ve çöküntünün ardından, yitip gideni aynı ad ve içerikle sürdürmek, canlandırmak mümkün olmaz; kendimizi buna alıştıralım; gelecekte başka bir şeyler olacaksa sosyalizm ve komünizm diye olmayacak” dediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Aradan yirmi küsur yıl geçti. Sanırsınız ki aradan geçen zamanda sosyalizmin yeniden yeşerdiği gibi yorumlanabilecek olgular çıkmış. Nerede, ben göremiyorum doğrusu. Fakat nedense, şimdi aynı şeyleri tekrarladığımda olay oluyor; bazı insanlar “allah allah, şimdi bu da nereden çıktı” havasına giriyor; olur mu öyle şey, sosyalizm hiç biter mi diye göğsünü açıyor, bağrını yumruklamaya başlıyor.
Eğer herşeyi unutmak bu kadar kolaysa, tekrar hatırlatayım. Ortada muazzam bir olgu, toplumsal bir fenomen var. Somut bir olay. 19. yüzyıl ortalarında uç vermiş. Bir ihtimalmiş; derken bir ideoloji, sonra bir program, sonra bir uygulama olmuş. İktidara gelmiş, (bir değil, on beş kadar ülkede) devlet olmuş. On ve yüz milyonları, neredeyse insanlığın yarısını yönetmiş. Bütün dünya tarafından, sosyalizm [işte budur] diye tanınmış. Gitmiş gitmiş ve bir yerde çökmüş. Yalnız Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’yı değil, uluslararası komünist hareketi de götürmüş. Çoğu KP çağımız bitti diye kendi kendini feshetmiş. “Tarihin yönü” diye bir iddia da kalmamış.
Şimdi siz bir türlü bu olaya cepheden, dümdüz bakamıyorsunuz. Ben diyorum ki : Sosyalizm insanlık ve tarih için budur, buydu; biz bunu sübjektif niyetlerimizle, kendimize özgü tanımlarla değiştiremeyiz. Sosyalizm olarak bilinen teoriden, pratikler demetinden, geride bıraktığı mirastan, artık politik olarak da, örgütsel olarak da, programatik olarak da bir şey çıkmaz. Hiçbir pratik önemi, kitlelere (yeniden) sirayet gücü olamaz. Bu ağaçtan artık dibine herhangi bir meyve düşmez. O gölgelikte bekleyip durmayın. Adı da içeriği de dahil, yeni ve başka şeyler düşünmek lâzım.
Siz bir kere sosyalizmin “bu” olmuş ve “bu” olarak ölmüş olduğunu bile kabul etmek istemiyorsunuz. Hep ilk baştaki niyetleri, insanlığın sosyalizme bağladığı ve yüklediği özlemleri, bir “ruh”u, “devrimci ütopya”yı, ya da tarihte varolan sosyalizmin aslında sosyalizm olmadığını, ya da eski solun hatâlarını solla, sosyalizmle özdeşleştirme “yanlışı”nı öne çıkarıyorsunuz.
(Son ifade, Oya Baydar’ın internetteki, net olmayan, herşeye kızıp hayıflanan; sosyalizmin bittiği tesbitine çatarken evet, bitti anlamına gelen bir yığın şey de söyleyen Sol geçmişte kalmadı mı yazısından özet. Ne yardan geçiyor ne serden. Ben yanlışını aldım. Ama adından yöntemlerine kadar kendini yenilemekten söz ettiğini de belirtmeliyim.)
İlk reaksiyonum şu : Sosyalizmi tarihsel bir gerçeklik değil, özlemlerinizle ilgili, kafanız ve yüreğinizdeki bir şey gibi tanımlamak, bana çok mistik geliyor. İlginçtir; bu soruna yönelik yazılarda, coşkulu ama içeriksiz; insanları düşünmeye değil duygusal tepkilerle taraf tutmaya dâvet eden; feryatlar (Baydar) ve isnatlarla (Margulies) dolduruşa getiren, keza mistik-cerbezeli bir üslûp da var. Marksizm kadar rasyonel (olması gereken) bir yöntem ve sosyalizm kadar rasyonel (olunması gereken) bir konudan geriye, Arif Damar’ın “var yok dinlemez çocuk isteği” kalıyor.
Şu özlem ve niyet sosyalistliğinin programı nedir ? Var mıdır, ayakta kalan ve kitleleri çağırabileceğimiz bir sosyalizm programı ? Bunca boş lâfın ortasında kimse, bu en basit soruyu aklına bile getirmiyor.
TARAF (17 Aralık 2011)
Çok iyi bir yazı. Bu yüzden buraya aldım.
*H. Berktay, sol-liberallerin tipik “devrimler dönemi bitti”, “tarihin sonu”, “kapitalizmin nihai zaferi”, “sosyalizm, bir daha asla…” minvalindeki zırvalıklarını tekrarlamaktan başka bir şey yapmamış.
*Anlaşılan, Arap ülkelerinde, Latin Amerika’da, Occupy eylemlerinde, Putin protestolarında, Kürt Baharı’nda ve dünyanın diğer pek çok yerinde dolaşan Devrim hayaleti, Bay Berktay’ı pek korkutmuş.
*Berktay’ın başka yazılarındaki reel-sosyalizm eleştirileri iyidir-doğrudur, fakat onun o konudaki performansı, Berktay’ı bir burjuva-liberal aydını olmaktan kurtaramıyor. Bay Berktay’ın; liberter komünist, anarşist, ekososyalist vb akımlardan ya haberi yok, ya da kapitalizmin “mükemmelliğine” tam iman etmiş bir vaziyette. Latin Amerika’daki eksikli-gedikli “21. yüzyıl sosyalizmi” deneyimleri bile Bay Berktay’ı yanlışlamaya yetiyor.
Çıracı kardeşim, söylediklerine katılıyorum. Ne var ki, bu noktada Berktay doğru söylemektedir ve önemli bir teorisyen kavrayışı göstermektedir. Dolayısıyla, onunla tartışan Murat Belge, Nabi Yagcı, Roni Marguliez’i yere sermektedir. “Sosyalizm yaşıyor” diye feryat edenlerin hepsi kendi kulüplerini koruma peşindeki tutuculardır. Bu noktada Berktay, hangi niyetlerle olursa olsun, bu ölüyü yaşatma tutuculuğuna esaslı bir darbe indirmiş. Kendisini kutluyorum.
Haklısınız. Berktay’ın tutuculara yönelik eleştirileri haklıdır, fakat ben sadece okuyucuları uyarayım dedim. Berktay gibi büyük sermaye aydınları, tutuculara indirdikleri “esaslı darbeleri” gerçek devrimci kalkışmalara karşı indirmek için de sürekli fırsat kollarlar. Bu tip aydınların solla ilgili yazılarında buram buram kokan bir yılgınlık, kapitalizme teslimiyet havası vardır çoğu zaman.
berktay ölünün tabutuna çiviyi çaktığı gibi soluğu nerde arıyor?zilelinin dikkat etmediği eski yoldaşınında kendi gibi geçmişiyle yüzleşip ricatından sonra özgürleşebildiğini sanıyor hiç berktay senin gibi özgürleşerek anarşizmi keşfetme imaresi gösteriyormu?yoksa tam tornistan sistemin hegemonyasının içinden onu tahkim etme emarelerimi gösteriyor?berktayın iyi kötü toplumsal muhalefet dinamikleriyle ilişkisimi var yoksa toplumsal muhalefet dinamiklerini yok etme prujesinin parçasımı?kuşkusuz tarihin çöplüğüne gideni fark etmek önemlidir ama ondan daha önemli olan yerine yeni filizlenip oluşanı anlayıp görebilmektir benim zileliyi halat oyunu metaforundaki gibi özgürlükçü anarşizme çekme çabama benzemiş zilelinin berktayı özgürleştirme çabası hiç umudun varmı?
Halil’i bir tek Gün anladı, o da yanlış anladı!
sen de özgürlese özgürlese Kim-Il Jung benzeri totaliter, Stalinci, ilkel bir despot olan Apo’yu kendine put bilmissin ve ona tapmaktasin, kendine bosuna hava mava vermeye kalkma, kendini aldatabilirsin ama kimse yemez amca.
amcasının yalakası kim-il jung gibilerin amcangillere benzediği hiç aklına gelmiyormu?yoksa sende kürt özgürlük hareketini fransız bonot çetesiyle karıştırıp 5-100 gişilik terör örgütü sandın yada amcangillere kandın galiba 30 yılda pkk li yada ilgili diye 2.5 milyon insanın hapse girip 40 insanı ölüp ölenini 50 bin kişilik cenaze töreniyle kaldırırken ne demek istediğini anlamadığın bir halka terörist diyenlerdensin galiba tam bu kafayla gidip 90 larda senin istediğini yapanlar vicdan yapıp ne yaptıklarını anlatıyor ondanda ders çıkarırsan amcan illerin geleceğini şimdiden görürsün.sanmıyorum bunları görebileceğine çünkü milli duyguların aklınıda zehirlemiş.o stalinist dediklerin hani masayı devirmişti amcangiller bu sorunu çözmek isteyen barış iktidarıydı diyordunya hatırladınmı?ne oldu kimmiş masayı deviren pkk hiç bir şey yapmadığı halde 100 lercesini imha etmekle çözeceğini sanıyorsun değilmi amcasının yalakası sen devam et amcangillerin deniz feneri,tokisi,kıyağı,dikensiz gül bahçesinde 5 bin kişiyi hapsedip senin gibilerin siyasi kariyerinin önünü açıyor iyisimi tam zamanı amcangillerden devlet ve sisteme hizmet etmeye
Stalin, Kim-il-jung, Apo, Mao, TKP, THKPC, IP, Dev sülelesi, Castro, Enver Hoca, Pol-Pot hepsi ayni kapiya çikar, milyon destekçisi olmus ne yazar, herhalde çin komünist nüfus miktari göz önüne alindiginda Mao sag olsaydi pekekeliler için “hangi otelde kalmaktalar” diye sorardi, ayrica bütün bu tarih olmus akimlarin su veya bu sekilde tarihsel bir temeli, hatta belli bir hakliliklari bulundugu da yadsinamaz, mesele bu degil ki, totaliter totaliterdir, ayrica Marksizm-Leninizm eski haliyle dirilemez, ama totaliter tehlike devam etmektedir, Halil Berktay bu noktada haksizdir, kendisi Stalinciligi birakti diye Stalincilik benzeri tehlikeler sona ermis degildir, inanan insanlik kapitalizmin fasizm ve komünizm vechelerine karsi mücadeleye devam ediyor, hayat da devam ediyor.
Bu mu teorik sofistikasyonu olan yazi? Lukacs, ortodoks marksimin idealist ozu bahsinde bu meselenin nasil sofistike bir kuramsal gozlukle tartisilacagini zaten layikiyla gostermistir. Cok sukur bunu ogrenmek icin h.b’ye ihtiyac yok. Lukacs’in bunun icin Sovyetlerin yikildigini gormesine de gerek olmamistir. Eger teorik tartisma ise mesele, hikayenin sonunu bilme luksune yaslanarak tartisamayiz salt. Velakin bence burada esas sorun teorik derinlik degil, onerilen politik projedir. Halil Berktay, gunumuzun ona gore nostaljik ve idealist devrimcilerini elestirirken, yerine nasil bir politik tahayyul onermektedir acaba? Yetmez ama evet mi? Bence biraz da teori-praxis tartismasi yapsa iyi olur kendisi!
Projen ne sorusunun kendisi sorunun kaynağıdır bence, zaten bu günden proje belirlendi mi, dayatıcı bir hal alıyor, denenmiş sosyalizmlerde görüldüğü gibi, bir şeyin ne olmayacağını söylemek aslında ne olacağına dairde ipuçları içerir. aksi bütün projeler fetiştir. bireysel olarak projelerimiz olabilir. nasıl olacağı ise başkalarıyla birlikte sürekli fetişleşenleri eleştirerek olabilir. ancak eleştirdiğimiz ne olmaz dediğimize alternatif oluştururken tek ilke olabilir, değişebilirliliğin önünün açık olması gerekir.
11 numaralı yorum bana aittir. murat yani namıdiğer haylooo…
amcangilleri destekleyen milyon halk iradesi oluyor diğerinin milyonları ne yazar değilmi amcasının yalakası.saldırdıkların kadar kafana taş düşerde aklın başına gelir.nasıl memnunmusun 90 larda çillergiller bombalayıp havaya uçurup yazar ve çalışanları öldürdüğü özgür gündem gazetesinin gaztecilerini siz kendi hukukunuzu bile çiğneyip hapsediyorsunuz nasıl sen ve amcangiller demokrat oluyorsunuz bende terörist hangimiz kim-il sunj a staline benziyoruz senmi benmi?senin sevindiğin desteklediğin olaylar ne benimki ne?seni tanıyoruz aslında üç gram şerefin olsa adını yazardın casus o dil kimindir çok belli iktidar-devlet-sermaye ve çürümüş sistemin yalakası casus gün gelecek geçmişin itirafını yapanlar örneğindeki gibi senin ve amcan gillerin hesap verceği günler gelecek.ağarın neden korunduğu aklına geliyormu amcangillerin iktidar olmasının önünü açan 2002 öncesi amcangiller ile ağar arasındaki anlaşma ile dyp-anap mevzuundaki ağar işlevinin ona ne tür garantiler verildiği hepsi ortaya çıkınca seninle amcangilleri halkın adaletinin huzurunda göreceğiz güzel günler göreceğiz casus biz bu zülümlerin çokdaha ağır bedellerini ödedik bunlar bize vız gelir biz halkız halk yeniden doğarız ölümlerde sen kendi geleceğini düşün casus sen bırak bize yapılan zülmü normal adil yargılanmaya bile dayanamazsın casus
Soylemek istedigim sey, Halil Berktay”dan bir proje onermesini bekliyorum degildi. Halil Berktay’in sosyalistleri elestirisinin arka (ve hattta ön) planında -hic de solcu ve/ya ozgurlukcu olmayan bir gundemi dayatma oldugunu belirtmeye çalışıyorum. Yani aynı telden çalmıyoruz şu an zannımca.
http://www.taraf.com.tr/halil-berktay/makale-uc-altin-cag.htm
Bu “altın çağ” fikri, milliyetçi tarihle sınırlı değildir aslında. Büyük dinlerle doğup gelen bir yaklaşımdır. Bir “asr-ı saadet”i vardır, bir “kıyamet günü” vardır. Tarihin belirli bir yönü olduğunu varsayan her düşünce sisteminde, benzer öğelere rastlanabilir. Tarihi sonsuz değişim olarak düşünmenin, ilke olarak “altın çağ”cılığa karşı olması gerekir. Marksizm bu açıdan kendi içinde çelişkilidir. Bir yandan, felsefî boyutuyla sonsuz değişimi kabul eder. Diğer yandan, Hegelci “tarihin yönü” takıntısını aşamaz. Dolayısıyla Marksizm’de de maalesef hem geçmişteki, hem gelecekteki bir “altın çağ”la –ya da “kıyamet günü”yle- yüz yüze geliriz. Birincisi “ilkel komünizm,” ikincisiyse “proletarya devrimi ve sınıfsız toplum”dur. Her ikisi de metafiziktir, tarih dışıdır.
Evin,
sazımı akortladım aynı telden çalacağız:))
şimdi halil berktayın yukarıya alınan yazısıda dahil bazen güzel yazıları olmakta. kendisinin gündemi liberal sağcı ,v.b. herşey olabilir beni ilgilendirmez. o adamın sola sosyalizme eleştiri yapamayacağı anlamına gelmez. sosyalistler herkesi eleştirme hakkını buluyor da, tüm insanlık için tahayyülde bulunuyor da niye başkası bulunamasın…
solcu ve özgürlükçü olmayan gündem ne demek, bu hayatta olan biten her şey herkesin gündemidir bana göre…neyse sonlara doğru akordum gene bozuldu galiba:))
a) Devrim büyük ve tehlikeli bir projedir. Devrimcilik öldürmek yetkisini talep etmektir. Barbarlıktan sonra neyin geleceği belli değildir. Bütün devrimler barbarlıkla sonuçlandı. Devrimin liderleri birbirlerini bile yediler. İnsanlığı koşulsuz bir biçimde bu liderlere teslim etmek çılgınlıktır. İşleri şiddet aracılığıyla çözmeyi program edinenlerin kirleneceklerini ve normal insan olmaktan uzaklaşacaklarına inanıyorum, b) Türk toplumu devrim istemiyor. Tüm devrimci çalışmalar sonuçsuz kalıyor. Türk toplumunun 70 yıldır bir türlü emaresi gözükmeyen gelecek devrimciligini nerden biliyorsunuz? Siz tanrı mısınız? Devrim ve komünizm kaçınılmaz değildir
http://www.geocities.ws/dersimsite/dersimsorunu.html
Yüzde yüz katilmaktayim ve bu tür tehlikeli totaliter komünist ve fasist grupçuklara karsi mücadele edilmeli.
(İşte Halil Berktay familyasından burjuva entelektüellerini korkutan gelecek tablosu…)
A Doomsday View of 2012 (James Petras)
12.24.2011
Introduction: The economic, political and social outlook for 2012 is profoundly negative. The almost universal consensus, even among mainstream orthodox economists is pessimistic regarding the world economy. Though even here their predictions understate the scope and depth of the crises.
There are powerful reasons to believe that beginning in 2012, we are heading toward a steeper decline than what was experienced during the Great Recession of 2008 – 2009. With fewer resources, greater debt and increasing popular resistance to shouldering the burden of saving the capitalist system, the governments cannot bail out the system.
Many of the major institutions and economic relations which were cause and consequence of world and regional capitalist expansion over the past three decades are in the process of disintegration and disarray. The previous economic engines of global expansion, the US and the European Union, have exhausted their potentialities and are in open decline. The new centers of growth, China, India, Brazil, Russia, which for a ‘short decade’ provided a new impetus for world growth have run their course and are de-accelerating rapidly and will continue to do so throughout the new year.
The Collapse of the European Union
Specifically, the crises wracked European Union will break up and the de facto multi-tiered structure will turn into a series of bilateral/multi-lateral trade and investment agreements. Germany,France , the Low and Nordic countries will attempt to weather the downturn. England, namely the City of London, in splendid isolation, will sink into negative growth, its financiers scrambling to find new speculative opportunities among the Gulf petrol-states and other ‘niches’. Eastern and Central Europe, particularly Poland and the Czech Republic, will deepen their ties to Germany but will suffer the consequences of the general decline of world markets. Southern Europe (Greece, Spain, Portugal and Italy) will enter into a deep depression as the massive debt payments fueled by savage assaults on wages and social benefits will severely reduce consumer demand.
Depression level unemployment and under-employment running to one-third of the labor force will detonate year-long social conflicts, intensifying into popular uprisings. Eventually a break-up of the European Union is almost inevitable. The euro as a currency of choice will be replaced by or return to national issues accompanied by devaluations and protectionism. Nationalism will be the order of the day. Banks in Germany, France and Switzerland will suffer huge losses on their loans to the South. Major bailouts will become necessary, polarizing German and French societies,between taxpaying majorities and the bankers. Trade union militancy and rightwing pseudo ‘populism’ (neo-fascism) will intensify the class and national struggles
A depressed, fragmented and polarized Europe will be less likely to join in any Zionist inspired US-Israeli military adventure against Iran (or even Syria). Crises ridden Europe will oppose Washington’s confrontationalist approach to Russia and China.
The US: The Recession Returns with a Vengeance
The US economy will suffer the consequences of its ballooning fiscal deficit and will not be able to spend its way out of the world recession of 2012. Nor can it count on ‘exporting’ its way out of negative growth by turning to previously dynamic Asia, as China, India and the rest of Asia are losing economic steam. China will grow far below its 9% moving average. India will decline from 8% to 5% or lower. Moreover, the Obama regime’s military policy of ‘encirclement’, its economic policy of exclusion and protectionism will preclude any new stimulus from China.
Militarism Exacerbates the Economic Downturn
The US and England will be the biggest losers from the Iraqi post war economic reconstruction. Of $186 billion dollars in infrastructure projects, US and UK corporations will gain less than 5% (Financial Times, 12/16/11, p 1 and 3). A similar outcome is likely in Libya and elsewhere. US imperial militarism destroys an adversary, plunging into debt to do so, and non-belligerents reap the lucrative post-war economic reconstruction contracts.
The US economy will fall into recession in 2012 and the “jobless recovery of 2011” will be replaced by a steep increase of unemployment in 2012. In fact, the entire labor force will shrink as people losing their unemployment benefits will fail to register.
Labor exploitation (“productivity”) will intensify as capitalists force workers to produce more, for less pay, thus widening the income gap between wages and profits.
The economic downturn and growth of unemployment will be accompanied by savage cuts in social programs to subsidize financially troubled banks and industries. The debates among the parties will be over how large the cuts to workers and retirees will be to secure the ‘confidence’ of the bondholders. Faced with equally limited political choices, the electorate will react by voting out incumbents, abstaining and via spontaneous and organized mass movements, such as the “occupy Wall Street” protest. Disatisfaction, hostility and frustration will pervade the culture. Democratic demagogues will scapegoat China ,the Republican demagogues will blame the immigrants.Both will fulminate against “the islamo-fascists” and especially Iran..
New Wars in the Midst of Crises: Zionists Pull the Trigger
The 52 Presidents of the Major American Jewish Organizations and their “Israel First” followers in Congress, State, Treasury and the Pentagon will push for war with Iran. If they are successful it will result in a regional conflagration and world depression. Given the extremist Israeli regimes’ success in securing blind obedience to its war policies from the US Congress and White House, any doubts about the real possibility of a major catastrophic outcome can be excluded.
China: Compensatory Mechanisms in 2012
China will face the global recession of 2012 with several possibilities of ameliorating its impact. Beijing can shift toward producing goods and services for the 700 million domestic consumers currently out of the economic loop. By increasing wages, social services and environmental safety, China can compensate for the loss of overseas markets. China’s economic growth which is largely dependent on real estate speculation will be adversely affected when the bubble is burst .A sharp downturn will result.. This will lead to job losses, municipal bankruptcies and increased social and class conflicts. This can result in either greater repression or gradual democratization. The outcome will profoundly affect China’s market – state relations. The economic crises will likely strengthen state control over the market.
Russia Faces the Crises
Russia’s election of President Putin will lead to less collaboration in backing US promoted uprisings and sanctions against Russian allies and trading partners. Putin will turn toward greater ties with China and will benefit from the break-up of the EU and the weakening of NATO.
The western media backed opposition will use its financial clout to erode Putin’s image and encourage investment boycotts though they will lose the Presidential elections by a big margin. The world recession will weaken the Russian economy and will force it to choose between greater public ownership or greater dependency on state funds to bail out prominent oligarchs.
The Transition 2011 – 2012: From Regional Stagnation and Recession to World Crises
The year 2011 laid the groundwork for the breakdown of the European Union. The crises began with the demise of the euro, stagnation in the US and the outbreak of mass protests against the obscene inequalities on a world scale. The events of 2011 were a dress rehearsal for a new year of full scale trade wars between major powers, sharpening inter-imperialist struggles and the likelihood of popular rebellions turning into revolutions. Moreover, the escalation of Zionist orchestrated war fever against Iran in 2011 promises the biggest regional war since the US-Indo-Chinese conflict. The electoral campaigns and outcomes of Presidential elections in the US, Russia and France will deepen the global conflicts and economic crises.
During 2011 the Obama regime announced a policy of military confrontation with Russia and China and policies designed to undermine and degrade China’s rise as a world economic power. In the face of a deepening economic recession and with the decline of overseas markets, especially in Europe, a major trade war will unfold. Washington will aggressively pursue policies limiting Chinese exports and investments. The White House will escalate its efforts to disrupt China’s trade and investments in Asia, Africa and elsewhere. We can expect greater US efforts to exploit China’s internal ethnic and popular conflicts and to increase its military presence off China’s coastline. A major provocation or fabricated incident in this context is not to be excluded. The result in 2012 could lead to rabid chauvinist calls for a new costly ‘Cold War’. Obama has provided the framework and justification for a large scale long-term confrontation with China. This will be seen as a desperate effort to prop up US influence and strategic positions in Asia. The US military “quadrangle of power” – US-Japan-Australia-South Korea – with satellite support from the Philippines, will pit China’s market ties against Washington’s military build-up.
Europe: Deeper Austerity and Intensified Class Struggle
The austerity programs imposed in Europe, from England to Latvia to southern Europe will really take hold in 2012. Massive public sector firings and reduced private sector salaries and hiring’s will lead to a year of permanent class warfare and regime challenges. The ‘austerity policies’ in the South, will be accompanied by debt defaults which will result in bank failures in France and Germany.. England’s financial ruling class, isolated in Europe but dominant in England, will insist that the Conservatives ‘repress’ labor and popular unrest. A new tough neo-Thatcherite style of autocratic rule will emerge ; the Labor-trade union opposition will issue empty protests and tighten the leash on the rebellious populace. In a word, the regressive socio-economic policies put in place in 2011 set the stage for new police-state regimes and more acute and possibly bloody confrontations with workers and unemployed youth with no future.
The Coming Wars that Ends America “As We Know It”
Within the US, Obama has laid the groundwork for a new and bigger war in the Middle East by relocating troops from Iraq and Afghanistan and concentrating them facing Iran. To undermine Iran, Washington is expanding clandestine military and civilian operations against Iranian allies in Syria, Pakistan, Venezuela and China. The key to the US and Israeli bellicose strategy toward Iran is a series of wars in neighboring states, world- wide economic sanctions , cyber-attacks aimed at disabling vital industries and clandestine terrorist assassinations of scientists and military officials. The entire push, planning and execution of the US policies leading up to war with Iran can be empirically attributed to the Zionist power configuration occupying strategic positions in government, mass media and ‘civil society’. A systematic analysis of policymakers designing and implementing economic sanctions policy in Congress finds prominent roles for mega-Zionists like Ileana Ros-Lehtinen and Howard Berman; in the White House, Dennis Ross and Jeffrey Feltman in State; Stuart Levy and his replacement David Cohen in Treasury. The White House is totally beholden to Zionist fund raisers and takes its cue from the ‘52’ Presidents of the Major American Jewish Organizations. The Israeli-Zionist strategy is to encircle Iran, weaken it economically and attack its military. The Iraq invasion was the US’s first war for Israel; the Libyan war the second; the current proxy war against Syria is the third. These wars have destroyed Israel’s adversaries or are in the process of doing so. During 2011, economic sanctions, which were designed to create domestic discontent in Iran were the principle weapon of choice. The global sanctions campaign engaged the entire energies of the major Jewish-Zionist lobbies. They also faced no opposition in the mass media, Congress or the White Office. The Zionist power configuration(ZPC) faced virtually no criticism from any of the progressive, leftist and socialist journals, movements or grouplets – with a few notable exceptions. The past year’s relocation of troops from Iraq to the borders of Iran, the sanctions and the rising Big Push from Israel’s fifth column in the US means War in the Middle East. This likely means a “surprise” aerial and maritime missile attack by US forces. This will be based on a concocted pretext of an “imminent nuclear attack” cooked up by Mossad and transmitted by the ZPC to the Congress and White House for consumption and transmission to the world. It will be a destructive, bloody, prolonged war for Israel. The US will bear the direct military cost by itself but the rest of the world will pay a dear economic price. The Zionist promoted US war will convert the recession of early 2012 into a major depression by the end of the year and probably provoke mass upheavals.
Conclusion
All indications point to 2012 being a turning point year of unrelenting economic crises spreading outward from Europe and the US to Asia and its dependencies in Africa and Latin America. The crises will be truly global. Inter-imperial confrontations and colonial wars will undermine any efforts to ameliorate this crisis. In response mass movements will emerge which will move over time from protests and rebellions , hopefully to social revolutions and political power.
( http://petras.lahaine.org/ )
Berktay’ın sosyalizm deneyimlerinin sonuna gelindiği ifadesi gerçeği yansıtıyor mu?
Eğer, kendisinin dediği gibi, sosyalizm “müminin kalbindeki şey” değil, bu güne kadar deneyimlenen, deneyimlenmeye devam edilen sosyalizm nevinden sayılan her şey ise, Çin, Küba, Kuzey Kore, Venezule başta olmak üzere Latin Amerika deneyimleri filan neyin nesi diye kendisine sormak lazım değil mi?
Eğer bu rejimlerin sorunlu olduğunu, ergeç yıkılacağını iddia ediyorsa, AB ülkelerindeki iflasları, 2009 ABD finansal krizini nasıl değerlendiriyor ve bu gidişle kapitalizmin kalesi görevi gören ABD nin çok daha büyük yapısal krizlerle karşılaşmayacağını nereden biliyor?
SSCB’nin yıkılması tarihin emri miydi? Neden tarih Komünist Çin’in yıkılmasını emretmiyor?
SSCB her ne kadar iç ve dış politikaları nedeni ile sorunlar yaşadıysa da, Kruşçef ile başlayan Gorbaçov ile nihayetlenen karşıdevrim süreci olmasaydı durduğu yerde en tepeden bayrağı çeker, kapitalizme hem de en bayağısından mafyatik-oligarşik kapitalizme dönermiydi? Hiç sanmam…
Son olarak sosyalizmin alternatif bir ideoloji olma özelliğini kaybettiği iddiasına değinelim.
Sosyalizm, Kapitalizmin antagonistik biçimidir.
Kapitalizm, üretim güçlerinin özel mülkiyetine, kar ve sermayeye, ekonomide serbest piyasanın belirleyiciliğine, meta üretim fetişizmine dayanır. İnsan emeğini üretim sürecinde basit bir araç olarak görür.
Sosyalizm ise kamu mülkiyetine, merkezi planlamaya, üretilen eşyanın kullanım değerine, özgürlük ve eşitlik idealine inanır. İnsan emeğini doğada başka örneği görülmeyen kutsal bir değer sayar. Emeğin onu üretenden ayrışmaması gerektiğine inanır.
Hal böyle iken sosyalizm, alternatif bir ideoloji, toplumsal muhalefetin dile geliş biçimi olmaktan Halil Berktay vb. eski sosyalistler Taksim meydanında kendisini yaksa bile kurtulamaz. Zira yerine getirdiği işlev özgündür.
Kapitalizm kendini yeni üretim biçimleri ve ilişkileri ile nasıl yeniden üretiyorsa, sosyalizmde “ekoloji”, “kadın hakları” “göçmen sorunu ve kimliksizlik” üzerinden yeniden üretmekte.
Geçen yüzyılın ardından sosyalizmin gerçek anlamda muhalif ve rasyonel tek ideolojik tez olarak ayakta kalması gücünün kanıtıdır.
Ayakta mı? Nerede, ben göremiyorum…
Sana hayirli olsun beyefendi ve de git oralarda yasa. Nedense bu sosyalistler baslarina birsey gelince hep kapitalist ülkelere kaçarlar.
12 Mart döneminde, 12 Eylül döneminde Türkiye’deki ukala sosyalistler kapagi en kapitalist ülkelere attilar.Simdi de ergenekon kaçaklari , siyasilere kadin yollayarak santaj yapan gazeteci maskeli ajanlar yine o kapitalist ülkelerden destek almak pesindeler. Gerçi kapoitalist ülkelere iltica etmelerine bir sözümüz yok,
BM çerçevesinde iltica sözlesmesi çagdas hukukun bir parçasi olmustur, olmasina da hâlâ utanmadan konusmuyorlar mi, iste insanlar buna illet oluyor. Bence AKP’nin en büyük propagandacisi bu ukala sosyalistlerdir
hadlerini bilmeden cazgirca konusurlar, halkin nefret ve tepkisini toplarlar. Tek bir soru beyefendiye, Kuzey Kore’de mi yasamak istersin, Güney Kore’de mi?
Gün zileli için şunu söyleyebiliriz kişisel yaşamını anarşizmle bağlayarak hidayedte erip temiz bir ahlaki bir pozisyon kaptı.
Roni,belge,halil ve diğer Burjuva ve Küçük burjuva demokratları
Hepsi aynı teraneyi çalıp aynı türkü söylüyorlar. Amaç dünya emekçi sınıflarının başka bir dünya, Komünizm için verecekleri kavgayı olmuş bitmiş bir şey olarak göstermek ve kapitalizmin zaferini ilan etmektir..
M/L dair öyle değerlendirme yapacaksak dünya da ve türkiye de mevcut örgütlere bakılarak yapılamaz, bu ancak yapanın kendisini rahatlatır. Leninin dediği gibi çöken herde revizyonizmdir, oportünizmdir. Gelecek her bolşevizmdir.
“…bir zamanlar Kemalistlerin “anti-Osmanlı bir nihilizme girmiş olmaları gibi, şimdi de topyekûn ‘anti-Kemalizm’ moda; ve bugünün çoğulcu değerlerini 1930’larda da başvurulabilecek bir tercih, gerçek bir alternatif gibi göstermek (dolayısıyla ‘reddediliş’lerinin günahını ağırlaştırmak?),ya da bu değerler açısından o günün insanları ve söylemlerini hicvetmek eğilimi, yazılanların bir bölümünü tarih çalışması olmaktan çok retrospektif siyasal polemik karakterine büründürüyor.”
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/yuzlessek-mi-acaba-49228
Abdurrahman Çelebiler ve Marksizm
11 Ocak 2012
Bir süredir Taraf’ta Halil Berktay ve Murat Belge arasında gayet samimi bir Marksizm tartışması sürüyor. Tam bir Abdurahman Çelebi muhatapsızlığıyla süren bu tartışmayı özetlemek hiç de zor değil. İlk tez Halil’in (tartışma bu hitaplarla sürdüğü için ben de hitabı aynen koruyorum) sosyalizm ve Marksizmin akıbetinin tamamen pratik bir durumla, yani sosyalist uygulamanın, yani SCCB ve diğer deneylerin başarısızlığı üzerinden temellendirilmesiydi. Yani bu deneylerin başarısızlığı, hiç bir mazerete yer verilmeyecek şekilde kuramında başarısızlığıydı; yani Halil dürüstçe elveda diyordu açıkçası. Karşı tez ise Murat’ın Marksizmin ve Sosyalizmin uygulamalarının başarısızlığına indirgenemeyecek önemiydi. Yani, SCCB ve diğer başarısızlıklar, Marksizmin değerini yitiremezdi. Doğal olarak bu tartışmada biz Murat’ın tezlerine yakın gibi duruyoruz. Karşı fecii olunca Murat bile ehveni şer anlayacağınız… Vay halimize! Murat için Marksizm en azından Halil’in mesleği tarihçilik için vazgeçilmez dönüşümler yapmış bir kuram; onun en azından bunu anlaması gerekiyormuş. Fakat Murat’ın asıl vurgusu etik üzerinden işliyor… Yani siyasal ya da epistemolojik konumundan önce sosyalist olmak etik bir tavır Belge için… Onun 1980’li yıllardan itibaren etik üzerinden vurgusunu fazlasıyla biliyoruz. Etiğin nerdeyse 90 sonrasının kapitalist şirketler dahil en çok sömürülen kavramlarından olduğunu da biliyoruz tabii… Etik vurgusuyla bakınca sosyalizm her şeyden önce bireysel bir yaşama pratiği oluyor. Kendinize vicdani bir cam fanus oluşturabiliyorsunuz. Yani kapitalizm ne kadar sömürürse sömürsün, siz bireysel bir yaşantı biçimi ve ahlaki bir tercih olarak sosyalist olabiliyorsunuz… Üstüne de bir de gurmeyseniz, etik sosyalizmi bütün lezzetiyle yaşarsınız tabii… Murat’ın (bu da Halil’in hitabı olduğu için ben de aynen kullanıyorum) Yeni Gündem ve Birikim’den bu yana üstünde durduğu etik vurgusu, aslında 1980’li yıllarda modernizm eleştiriyle ivmelenen, siyasetten ve sınıf kavramından kendini azade ederek, kendini kültür ve söylem analizine vermiş, sol-liberal eleştirel teorinin en büyük payandasının Türkiye’ye tercümesiydi… Kant’ın “Kategorik Emperatif” kavramının, yani “çıkar gözetmeyen”, “amacı kendi olan amaç” olarak etik kavramının yeniden keşfiydi. Bu anlamda etik bir tercih olarak (bu arada Mehmet Altan’da Küresel Vicdan’dan bahsediyor naber?) sosyalizm, siyasetsizliğin, eski hatalar üzerinden haklılığı sürekli imtiyazlanan, köpüren sol kötümserliğin en büyük kozu haline gelmişti.
FIRSATÇI DİAMAT HAYALETİ
Murat ve Halil’in Marsizm tartışmasında büyük bir elçabukluğu hissediliyor. Bu iki arkadaş Marksizmi tartışırken 1970’li yıllarda bizde de yaygınlaşmış SCCB Bilimler Akademisi ağırlıklı Diyalektik Materyalizmi (Diamat) fazlasıyla basitleştirilmiş bir halde eleştiri konusu haline getiriyorlar… Sanki son 30 yıldır bu alanda başka tartışma yok gibi davranıyorlar; bu işlerine geliyor tabii.. Öyle bakınca Marksizm bilimci, Kartezyen, pozitivist bir başarısızlıklar yumağına dönüşüveriyor. Hoop işi bitiriliyor böylece. Kaldı ki, onların küçümsedikleri Diamat öyle kolayca kenara itilecek bir hafifliğe de sahip… Bütün bu hayalet süre giden tartışmada, birisinin sosyalizme elvedasının diğerinin ise davaya hala bağlı olduğunun ahlaki , ya da çok kısa sürmüş bir sosyalist geçmişlerinin kötü anılarının gerekçesi yapıyor. Anlıyoruz ki bu arkadaşlar, son 30-35 yıldır Marksist yeni hiçbir okuma yapmamışlar. Bazıları Murat’ın kurduğu yayınevinden çıkan yazılış tarihi son 20 yıla yayılan hiçbir tartışmayı izlememişler… Marksizm dedikleri ve kafalarında kurdukları bütün, SCCB ve Marx’ın yazdıklarına indirgenemeyecek bir zenginliğe sahip… Özellikle postmodernizmin ve post-marksizmin kesif ve cüretli saldırıları altında yazılmış, kearşır argümanların eleştirisini de ciddiye almış Terry Eagleton’dan, Fredrick Jameson, Ellen Meikins Wood ve Bertell Olman’a, Arif Dirlik’ten Zizek ve Karatani’ye; Alex Demiroviç’ten Wallerstein’a birçok Marksist bu ikilinin acemice tartıştıkları mevzuları doyuran baya sayfa ürettiler geçmiş yıllar içinde, ve bunların önemli bir kesimi de Türkçeye çevrilmiş durumda. Bırakalım bu külliyatı, Ankara merkezli, genç akademisyenlerin kurduğu hakemli Marksist sosyal bilimler dergisi Praksis ve Teori ve Politika’nın (diğer dergileri saymıyorum bile onlar kusura bakması) tuğla ciltlerine de bakmamışlar görünüyor. Kısacası bugün Marksizmi ,pozitivizme ya da Jakoben bir siyasal duruşa indirgeyen, hala 1970’lerin (ki birçok yönü hala güncel, haksızlık etmeyelim) Diamat’ını dönekliklerinin ya da sol-liberal diskurlarının mazeretine çeviren bu Edi ve Büdü’ye ancak gülümsemekle yetiniyoruz… Ve Bertell Olman’ın Diyalektiğin Dansı kitabıyla minik minik emeklemeye başlamalarını öneriyoruz;dans edemezlerse de en azından yürüyebilirler.
ALİ ŞİMŞEK
( http://www.birgun.net )
Davos’ta ‘distopya filizleri’ – Ergin Yıldızoğlu
(23 Ocak 2012)
Kendilerini dünyanın efendileri olarak görenler yine toplanıp durum değerlendirmesi yapacaklar. Dünya Ekonomik Forumu, yedi yıldır bu tür değerlendirmelere temel oluşturması için, her toplantı öncesinde “Global Risks Report” başlıklı bir rapor yayımlıyor.
Bu yılın 65 sayfalık raporu, üç tema üzerine kurulmuş: “Distopya tohumları”, “Koruyucu sistemlerinin güvenliği”, “Bağlantısallığın (connectivity) karanlık yüzü”. Rapor “kapitalist öznenin”, özgüven kaybından kaynaklanan varoluş “bulantılarının”, son aylarda giderek daha sık gözlenebilen en önemli dışavurumlarından biri. Bu rapora daha yakından bakmadan önce, “yeni havayı”, yansıtacak kimi örnekleri kısaca aktarmak istiyorum.
‘K’ ile başlayan sözcük
Bu alt başlığı The Guardian’ın, perşembe günkü “başyazısı”nından aldım. Yazı, Muhafazakâr Parti Başkanı, koalisyon hükümetinin başbakanı Cameron’un “Bugün birçok insan… ekonomimizin bütün işleyiş tarzını sorguluyor” sözleriyle başlıyor, “bugün, St. Paul’ün merdivenlerinde, bankacılara dağıtılan paralara ilişkin gazete başlıklarında da görülebileceği gibi kapitalizmden tedirginlik -ve daha fazlası- çok yaygındır. Bu bağlamda, politikacılar halkın ruh halini daha yeni kavramaya başlıyorlar” saptamasıyla devam ediyordu.
Postmodern zamanlarda, kapitalizm sözcüğü, hemen ikizini (komünizmi) akla getirdiğinden pek ağza alınmazdı. Ama galiba artık “başka” bir zamanda yaşamaya başladık. “K” ile başlayan sözcüğü (kapitalizm) bu konuya artan ilgiyi ölçebilmek için, cuma günü “Google News” (İngiltere) sayfasına sordum. 1990-1998 aralığında “capitalism”le ilgili 16 bin haber varmış. 1997-2007 arasında (Asya krizinden – mali krize) haber sayısı 27 bine yükselmiş, 2007- 2012 (20 Ocak) arasındaysa 51 bine. Genel olarak “Google”a sorunca da aynı dönemler için karşıma, sırasıyla şu sonuçlar çıktı: “1.950.000, 29.400.000 ve 1.650.000.000.” Kısacası kapitalizm kavramına ilgi, mali krizle birlikte çok artmış. En önemli korunma yöntemi saklanmak, tarihsel (başı dolayısıyla da bir sonu olması kaçınılmaz) bir üretim tarzının sınıfı olduğunu gizlemek olan bir sınıf (kapitalist sınıf) açısından, aniden böyle bir görünürlük kazanmak, varoluş kaygılarını depreştirecek bir durum doğrusu.
Bu varoluş kaygıları ister istemez dikkatlerin, toplumsal muhalefet, gelir dağılımı gibi konular üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor. Olunca da The Economist’te “zenginlere vergi koymak”, “plütokrasinin siyaseti” “devlet kapitalizminin” erdemleri üzerine yorumlara rastlamaya başlıyoruz. BBC, News Night programına Marksist tarihçi Hobsbawm’ı konuk ediyor, ardından bir fon yöneticisi, bir The Times yazarı, İşçi Partisi’nden bir meclis üyesi “Kapitalizmin alternatifi ne olabilir” sorusunu tartışıyorlar. Sosyalizmin iflas ettiğini iddia eden The Times yazarına, İşçi Partili meclis üyesi, “Okul çocuğu gibi konuşuyorsun” diyor.
Francis Fukuyama da bu kez, “Tarihin Geleceği” başlığını koyduğu denemesinde (Foreign Affaires Ocak/Şubat, 2012) “Orta sınıf çökerken, liberal demokrasi yaşayabilir mi” diye soruyor.
‘Tüm umutlarını geride bırak’
Dante’nin ünlü başyapıtında, ‘Cehennem’in kapısının üstünde, “İçeri girerken tüm umutlarını geride bırak” yazıyor. Davos risk raporunun “Distopya Tohumları” başlıklı birinci bölümü, insanlığın, adeta böyle bir kapıdan girmekte olduğuna işaret ediyor. Çünkü, rapor, “Distopya”yı, “zorluklarla dolu, ama her türlü umuttan yoksun yer” olarak tanımlıyor.
Dünya Ekonomik Forumu’na göre bir distopyanın tohumları filizleniyor: Gelişmekte olan ülkelerin vatandaşları, toplumsal hakların (refah devleti…) kaybolmakta, “toplumsal mutabakatın” yıkılmakta olduğunu gördüğü, gelişmekte olan ülkeler de genç kuşaklarına olanaklar sunamadıkları için, hükümetler hızla bozulmaya devam eden gelir dağılımına, artan yoksulluğa karşı önlemler almadığı için öfkeleniyorlar. Hızlı büyüyen, (Brezilya, Çin, Hindistan gibi, ülkelerde de derinleşen ekonomik, toplumsal eşitsizlikleri hafifletecek bir “toplumsal kontrat” aynı hızla gelişemiyor.
Rapor, teknolojik bağlantısallığın (internet, cep telefonu) vatandaşlara, ekonomik siyasi yapılardan hoşnutsuzluklarını hızla küresel halk hareketlerine dönüştürme olanağı getirdiğine işaret ediyor. Rapor “Arap Baharı”, “İşgal eylemleri”, Tayland, Şili, Hindistan’da görülen halk hareketleri gibi olayları, bu bağlamda ve risk kategorisi içinde değerlendiriyor. Teknolojik bağlantısallığın etkilerine karşın dünyada, parçalanmışlık, uyumsuzluk, güvensizlik, şüphecilik, dolayısıyla bir “distopya” yaratacak eğilimler gelişiyor. Raporda bu koşullarda alınacak önlemlere ilişkin somut bir şeyler bulmak olanaklı değil. Buna karşılık Fukuyama’nın yukarıda değindiğim denemesinde kimi “somut”, çarpıcı öneriler var.
Fukuyama, Barringon Moore’un “Burjuvazi yoksa demokrasi de yok” tanımından hareketle, liberal demokrasinin varlığını sürdürebilmesinin giderek zorlaştığını, kapitalizmi koruyabilmek için yeni bir ideolojik modelin bulunması gerektiğini savunuyor.
Fukuyama “orta sınıfı” gelir düzeyine göre, toplumun ne en alt kesiminde ne de en üst kesiminde olan, mülk sahibi (evi ya da evinde beyaz eşya, otomobil de dahil sanırım) ya da kendi işi olanlar olarak tanımlıyor. Kısacası, işçi sınıfının vasıflı, yüksek ücret alan kesimiyle kendi işletmesine sahip “küçük burjuva” tabakasını “orta sınıf” tanımının içine sokuyor. Fukuyama, bu “orta sınıfın” “çöktüğünü” gösterirken tüm aksi yönde çabalarına karşın işçi sınıfının yüksek ücretli kesiminin, “küçük burjuvazinin” hızla proletarya saflarına düşmekte olduğunu, dolayısıyla Marx’ın tarih önünde fena halde haklı çıktığını da kabul etmiş oluyor.
Bundan sonra da Fukuyama, “toplumsal çıkar” kavramını vurgulayarak “orta sınıfı” güçlendirmeye olanak verecek yeni ideolojiyi düşünmeye başlıyor. Genel olarak kapitalizmi değil, şimdi krizde olan kapitalizmi hedef alması gereken bu yeni ideoloji, ister istemez küreselleşmenin eleştirisini içerecekmiş; bu eleştirisini de ulusalcılığa dayandırmalıymış. Bu “Amerikan malı kullan” gibi kaba bir ulusalcılığı değil, ulusal çıkarı çok daha gelişmiş bir düzeyde temsil edecek toplumsal bir hareketi yaratmaya yönelik bir stratejinin parçası olmalıymış.
Fukuyama’ya göre bu kaçınılmaz olarak popülist bir ideoloji olacak, azınlığın çıkarını çoğunluğa dayatan seçkinleri, zenginlerin yararına çalışan para-siyaset ilişkisini de eleştirecekmiş… Ama, “orta sınıflar” geçmiş kuşağın, serbest piyasa, küçük devlet iyidir söylemine takılıp kaldığı sürece, bu yeni ideolojiye dayalı toplumsal hareketler gerçekleşemeyecekmiş. Sizi bilmem ama, Fukuyama’nın aradığı bu “yeni ideoloji” bana pek hayırlı bir haber gibi gelmiyor. ‘Distopya’ya çoktan girdik galiba…
( http://erginyildizoglu.blogspot.com/ )
TÜSİAD’ın olası “distopyalara” karşı hazırladığı cankurtaran botu Y-CHP’den inciler: http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/dostlari-bunlar-olan-chpye-kim-inanir-haberi-50919