Faşizm Konusu…
Faşizm konusundaki teorik çözümlemeler tarih boyunca pek tatmin edici olamamıştır. Komintern’in çözümlemeleri de başarısızdır. Dimitrov’un Faşizme Karşı Birleşik Cephe adlı, makalelerden ve Komintern raporlarından oluşan kitabı yıllar yılı elimizden düşmemiştir ama bugün açın okuyun, bu kitabın faşizm konusunda tam bir kafa karışıklığını yansıttığını, makale ve raporların yazıldığı dönemdeki günlük politik taktiklerle malûl olduğunu görürsünüz. Bu konuda anarşizm de zaaf içinde olmuştur. Sanırım bu zaafın kaynağı, anarşizmin temelde doğru bir devlet teorisine sahip olmasıdır. Devlet konusundaki sarsılmaz sağlamlık, onun özel biçimlerini tahlil etmek konusunda bir kestirmeciliğe, kolaycılığa ve tembelliğe yol açmıştır.
Yakın tarihin ve günümüzün sol akımları da, gerek Komintern’in siyasi taktikçiliğine, gerekse anarşizmin kestirmeciliğine benzer bir tarzda, her diktatörce rejime faşizm adını verme kolaycılığına sapmıştır. Bu, durumu berraklaştırmak yerine, kafaları daha da karıştırmıştır.
Örneğin, bir kısım sol, Türkiye’nin tek parti dönemini faşizm olarak adlandırmaktadır. Neden? Çünkü faşizm, tek parti diktatörlüğüne dayanır, baskıcıdır vb. Aslında bu görüş, çok keskin görünmesine rağmen, demokrasiyi parlamentonun ve çok partinin varlığıyla özdeşleştiren liberalizme oldukça yakındır. Oysa tarihte, faşizmle hiçbir ilgisi olmayan birçok tek parti diktatörlüğü olduğu gibi, parlamentolu, hatta çok partili faşist diktatörlükler de vardır.
Uzatmadan tanımlamalara ve ardından bazı örneklemelere geçecek olursak, faşizm: 1. Devlete özel bir ideolojinin hakim kılınması; 2. Bu özel ideolojinin hakim kılınması ve süreklilik kazanması için özel bir hukuk yaratılması; 3. Böylece devletin, burjuvazinin genel konsensüsüne dayanan haline hem ideolojik, hem hukuksal, hem de fiilen son verilmesidir.
Birbirine bağlı bu üç temel öğe, pekâlâ çok partinin yürürlükte olduğu bir parlamento tarafından da gerçekleştirilebilir. Elbette o andan itibaren parlamento, sınıf içi konsensüs aygıtı olmaktan çıkıp sınıf içi tahakküm aracına dönüşür; sosyalizmdeki sovyetlerin içinin boşaltılmasına benzer bir olaydır bu. Böyle bir durumda parlamentodaki partiler artık, hakim kliğin sınıf içi tahakkümünü gizlemenin aracı ya da süsü görevi görmeye başlarlar.
Yukarıdaki üç koşul açısından baktığımız zaman, Kemalist tek parti diktatörlüğünün faşizm olduğunu söylemek biraz zorlaşmaktadır. Birinci koşul tamam gibidir: Devlete giydirilen Kemalizm ideolojisi. İkinci koşul da ilk bakışta varmış gibi gözükmektedir ama sadece ilk bakışta. Evet, İstiklal Mahkemeleri bu rejimde olağanüstü bir yargılama olarak yer almıştır, bir nevi, Jakobenlerin Milli Selamet Komitesi gibi seyyar ve acilen işleyen mahkemelerdir bunlar. Ne var ki, bu mahkemeler işlevlerini yerine getirdikten sonra geri plana çekilmekte ve hukuk özelleştirilmemektedir. Üçüncü noktada ise tam bir terslik vardır. Jakobenlerin de, Kemalistlerin de hedefi, burjuva konsensüsüne son vermek değil, tam tersine, zor yoluyla bile olsa bu konsensüsü tesis etmekti. İşte esas bu açıdan Kemalizmde faşizmin çok temel bir unsuru eksiktir.
Aslında istiklal Mahkemeleri türü özel mahkemeler her rejimde ihtiyaca göre devreye sokulur. Burjuva parlamenter rejimlerde de, acil ihtiyaç durumlarında özel mahkemeler, sıkıyönetim mahkemeleri, askeri mahkemeler işler. Özel mahkemelerle özel hukuk aynı şey değildir.
Özel hukuk olabilmesi için, özel bir ideolojiyi dayatmaya çalışan rejimin başındaki hakim kliğin (veya partinin) bu amaçla hukuku tamamen kendi özel çıkarlarına göre düzenlemesi gerekir. Bu noktadan itibaren artık rejim, sınıf içi konsensüsten kopmuş ve bir egemen kliğin özel çıkarlarına bağlanmış demektir. Faşizm bu noktadan başlar. Sanıldığının tersine, parlamento her zaman burjuva konsensüsünün aracı değildir. Hitler, burjuva konsensüsüne, Almanya’nın parlamentosu olan Reichstag aracılığıyla son vermiştir.
Faşizm konusuna, AKP faşist rejimini tahlil edinceye kadar devam edeceğim.
Gün Zileli
13 Temmuz 2012
Sayın Hocam faşizm konusunda” Kemalist tek parti diktatörlüğünün faşizm olduğunu söylemek biraz zorlaşmaktadır”. sözünüze katılmıyorum.Evet faşizmi sadece tek parti diktatörlüğüne indirgeyemeyiz.parlementer,başkanlık,yarıbaşkanlık,monarşi,teokrasi ,hatta demokrasi ile yönetiliyoruzz diyen ülkelerde bile faşizm egemen olmuştur.ve olmaya da devam etmektedir.AncakTarihsel kapsamda verdiğiniz örneğe katılmıyorum.öncelikle faşizm.Toplumu değil devleti kutsallaştırır.Devlet merkezli bir yapıdır.Verdiğiniz şartlarda birinci şarta uyuyor devletin resmi bir ideolojisi var çocukluktan beri tarihi tek adam insiyatifinde yazılmıştır temelsiz bir şekilde. Biz de böyle büyürüz.Zaten türkiye solununda kemalizmle hesaplaşamamasının en büyük nedenidir.İ.KAYPAKKAYA bu konuda kemalizmin görünmeyen yüzünü de bize göstermiştir.İkinci şartta da özel mahkemeleri olmuştur.istiklal mahkemeleri .Keyfi uygulamalara rastlarız.son olarak burjuva tesisi hakkında diyeceğim şudur kemalizm kendi milli burjuvasını yaratmıştır.Odönem de ermeniler ve rumlardan alıp kendi burjuvalarını oluşturmuştur.Buna en büyük örnek vehpi koç( ulus devlet dizaynında gayri müslümlerde dışlandığı için).Bu yüzden ulus devlet tesisinde faşist kemalizmin yapılarına uymadığı için aleviler ve kürt kimlikleri tasfiye edilmeye çalışılmıştır.Bu durumun tarihte somut örnekleri yerini koruyor.Sonuç olarak kemalizm 1.devleti kutsallaştıran yapı inşa edilmiştir.2Kendi burjuvasını yaratmıştır.3 Bu gün kemalizme sahip çıkanlar belli bir çerçevede Yetişip ezilen halk olan kürt sorununa faşist söylem ve uygulamaları ile kemalizm=faşizm olduğunu kanıtlamıştırVe bu günde resmi ideoloji (türk-islam sentezi) AKP tarafından devam ettiriliyo boşuna AKP ye neokemalist demiyoruz.Mesala bu iktidar türklükle islamı bağdaştırmış gibi söyelmleri ve uygulamalarına şahitiz.Tıpkı kemalist iktidar gibi.
Açılım!
Hitler usulü ırkçı faşizmden vazgeçip Mussolini usulü rejim faşizmi yapmaya karar vermişler, ay kardeş bilemezsin ne kadar sevindik! 1930’lara kazık kaktılar diye üzülüyorduk, bak “açılım” yapmışlar, 1920’lere geri gitmişler, çocuklar gibi mutlu olmaz mıyız? Artık asit kuyusuna adam atarken Türk mü, Kürt mü diye bakmayacaklar. (Belki bin yıl sonra iyice medenileşip sünnete bile bakmazlar.) Neye bakacaklar peki? “Cumhuriyetin temel ilkelerine”, “Atatürk ilke ve inkılaplarına” bağlı mı, değil mi? O kadar! Ne kadar objektif, ne kadar “rasyonel”, sanki Weber mübarek!
“Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir” ne demektir? “İtalya Devletini kuran faşist halka İtalyan denir” ne demekse o demektir, Mussolini’nin sözüdür. Rejimin temsil ettiği siyasi değerlere bağlıysan öptük seni diyor: ister Kürt ol, ister Tirol Almanı yahut Sicilya Arabı, farketmez. Zorbalığı artık kimlik üzerinden yapmayacağız, itaat üzerinden yapacağız. Kalk Yirmiüçnisan şiiri söyle, seni affedelim.
Bunların “Cumhuriyet” dedikleri şey objektif bir statü değil, bir inanç sistemidir. “Bu ülkede doğan veya kendi iradesiyle en az beş sene burada yaşayan herkes Türkiyelidir, memleketin asli sahibidir, bu hakikati hiçbir Allahın kulu inkâr edemez” demiyor. Cumhuriyetinin vazgeçilmez ilkeleri var, temel değerleri var, peygamberi var, amentüsü var, 23 Nisanı var, denize dökülen düşmanı var, hain halifesi var, kahraman ordusu var, varoğlu var. Bunlara biat ettin, tamam. Etmedin ne olacak? O zaman diyor, senin VATANDAŞLIK hakkını yok sayıyorum. İnsan olmandan ve yurdunda yaşamandan ileri gelen temel saygıyı senden esirgiyorum. Seni vatan haini, soysuz, dahili ve harici bedhah, gaflet ve dalalet, alet, ajan, mürteci, düşman ve köpek ilan ediyorum. Adını değiştiriyorum, zorla saçını açıyorum, yedi ceddine sövmeyi devlet ayini mertebesine yükseltiyorum. Senin ölülerini leş, katillerini kahraman sayıyorum.
Bunu yaptıktan sonra, ister ensesinden vurup asit kuyusuna at, ister atmayıp besle, ne farkeder ki? Bugün konjonktür yumuşamadan yanadır, soft hakaretle yetinirsin; yarın rüzgâr döner, hepsini birden toplar itlaf edersin. Karşındakini – ki kendi vatandaşındır – insan yerine koymadıktan sonra, dişini sıkıp bir müddet “hoşgörü” numarası yapmışsın kimin neyinde?
Bu ülkede herkes asker değil, oniki yaşından beri her gün emir ve hakaret işiterek yetişmemiş. Onur sahibi bir insan için her gün bunların hakaretine maruz kalmaktansa bir kere ensesinden vurulmak evladır vesselam.
http://nisanyan1.blogspot.com/2009/04/aclm.html
Nisanyan efendi’nin her cümlesinden nefret akiyor, gidip kendini bir psikologa tedavi ettirmesi gerek, ya da Asala’yi yeniden kurup bir kaç diplomat esi veya çocugu öldürsün de, rahatlasin, durum onu göstermekte, böyle ilkel yaratiklar hâlâ insanlar arasinda dolasiyor ya, hayret.
sen nefret söyleminden ne anlarsın! ilkin kendi zihnine DİLİNE baktır!
Faşizmin amacı bir toplumu birlik-beraberlik, ulusal değerler, tarih bilinci, vatan-bayrak-devlet üçlemesi, halkçılık ve devletçilik gibi anlayışların altında bütünleştirmektir. Vatansever ve milliyetçi olmakla birlikte -özellikle de nazizmde- ırkçı boyutlara varabilmektedir. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi ülkelere göre değişmektedir; örneğin İtalyan faşizminde “İtalyan vatandaşlığı” kavramı ön plandayken, Alman nazizminde ise “Alman kanı taşıma” düşüncesi ön plandadır. Mussolini’nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Hitler’in doktrininde ise kan bağı vurgulanmaktadır. İtalyan faşizmi milliyetçidir, Alman nazizmi ise ırkçıdır.
Faşist yönetimlerin başa geçmesi Almanya ve İtalya’da demokratik yollarla gerçekleşmişken, İspanya’da ise iç savaş sonucunda gerçekleşmiştir. Baskıcı bir rejim olsa bile yönettikleri ülke halkının çoğu tarafından desteklenmişlerdir. 1922’de Benito Mussolini İtalya kralı tarafından başbakan olarak atanmış, 1924 seçimleri sonucunda ise % 61.3 oy alarak Faşist Parti’nin iktidarda kalması kesinleşmiştir. Almanya’da 1933’te yapılan demokratik seçimlerin sonucunda Nazi Partisi % 43.9 oy alarak iktidara gelmiş, Adolf Hitler başbakan olmuştur. Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya’da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal ve kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak bu ilerlemeler II. Dünya Savaşı’nın sonunda yok olmuş ve faşist yönetimler devrilmiştir.
Bu veriler doğrultusunda bakıldığında tcnin faşist niteliği istisna
hali mi sayılır
Zileli uzun süredir “çözümleme” adı altında devrime ve devrimcilere “Küfür Yazıları” yazıyordu.
İlk kez bu yazısında ve çözümlemesinde tutarlı bir giriş yapmış.
Ancak bu çözümlemedeki Aydınlıkcı damarı saptamak gerekir.
Bakalım bu çözümlemedeki tutarlılığı sürdürebilecek mi?
NOT:
Zileli’nin faşizm çözümlemesinde “en saldırgan emperyalizmi” belirleyememesi büyük bir eksiklik.
Dimitrov’un faşizm çözümlemesinde en doğru ve temel saptaması “en saldırgan emperyalizm”dir.
İlle de Devrimcilerden farklılaşacağım,diye kendinizi zorlarsanız,çözümlemeniz “kör ve topal” kalır.
Biz Eşitligin dünya içim bi çözüm degil aksine düzenin oteritenin bir gellenegi olduguna inanıyoruz.M.Kemal daha dünyada eşitlik kabul etmeyen devletlerden önce eşitligi vermiştir.Ama bu dünya için bi çözüm degil oteritenin geleneklerinin fasşizmiin sürdürülmesi anlamıdır.Tün dünyada eger eşitlik buysa hak buysa bu dünya yansın kahrolsun Dünyada ki tüm tüm haksızlıkların başgösterdigi bi dünya için eşitlik degil .Tüm insanlıgın dünyamzıızı kuracagımız bir dünya gerekiyor Bu dünyada çok uzakta degil Yaşasın aşk yaşasın dünya yaşasın ANARŞİZM
faşizm konusuna, akp faşist rejimini tahlil edinceye kadar devam edeceğim.,,,ğün zileli**—–akp faşist rejimi— işte benim duymak istediğim buydu. tahlili dört ğözle bekliyorum.,selamlar.
Faşizmi, kapitalist devletin (her türlü görünümüyle) belirli bir anında ortaya çıkmış, tarihsel bir olgu olarak görmek bence en doğrusu. Yani gelecekte sürekli aynı şekilde görünüm kazanacağını varsaymak çok yerinde değil. Yani kapitalist toplumun, belirli bir aşamasında, devletin kazandığı özel ve geçici bir görünüm olmuştur faşizm. Burada kavram olarak faşizmden bahsediyorum yoksa, kapitalist dünya sistemi ve devletin bu kavramla işaret etmeye ve tanımlamaya çalıştığımız niteliğinden değil.
En bilinen örnekleri olan İtalya ve Almanya’ya baktığımızda ayırdedici özellikleri sanırım, tekelci sermayelerin rekabetinin sıcak çatışma biçimi aldığı dönemlerde ya da sonrasında yaşanan toplumsal buhranların bir devrimci durumla karşılık bulması ve bu devrimci dalganın da yenilgiye uğramasıyla ortaya çıkmasıdır. Faşizmlerin hemen öncesinde yenilgiye uğramış bir devrim görürüz. Tarihsel örneklerinde, ortaya çıktığı toplumsal koşullar budur. Bundan sonrasında böyle koşullar yeniden yaşanırsa, yeniden aynı biçimiyle faşizmler görünüm kazanır mı bilmiyorum.
Bu tarihsel örnekleri üzerinden tespit edilen faşist rejime ilişkin şekli unsurlar genelde: Irka dayalı, tek bedenleşmiş bir toplum, onun kutsal devleti ve tümünün şahsında temsil olduğu “yüce şef” sayılır. Tarihsel örneklerdeki şekli unsurlar bunlar. Özü elbette bunlar değildir ille de her durumda böyle oluşması gerekmez ama sermaye sınıfı devletin yerine başka bir aygıt koymadığından, faşizm tarzı tahakkümün aracı da elbette devlet, parti, şef olmayı sürdürecek her halde. Buna belki sermayenin küresel aygıtları ilave edilebilir. Finans ve güvenlik kuruluşları vb.
Kapitalist dünya sistemi ve devletin özündeki bir nitelikten bahsediyoruz aslında. Gün ağabey, bunu anarşist indirgemecilik görmemek gerekir. Ancak bu özün yeniden belirginleştiği biçimleri, ille de tarihsel faşizmin aynı ya da benzer biçimde tekrarlamasını tespit etmeye çalışmakla açıklayamayabiliriz. Yorum yazan bazı arkadaşlar böyle yapmaya çalışmış çünkü.
Kapitalist dünya sistemi ve kapitalist devletteki her biçimsel ve nitelik farklılaşması, sermaye sınıfının (ki bu bürokratik bir kapitalist devletin egemen sınıfı da olabilir) diktasını ve emekçi sınıflara çıkarlarını zorbalığın en kaba ve yok edici biçimiyle dayatmasında da kaçınılmaz farklılıklar oluşturacaktır.
Aslında sözünü ettiğimiz öz nitelik şudur: Sermayenin bunalım dönemlerinde kapitalist devletin, bütün o “burjuva demokratik” nitelikleri askıya alınıyor ve ceberrut yüzü ortaya çıkıyor. Gün ağabeyin söylediği burjuva konsensüsünün bozulması meselesi de sanırım bu. Bunun adına faşizm denilmesi bence hatalı değil.
Tarihsel bir faşizmi ve onun tanımlarını her güncel örneğin üstüne oturtarak, o tarihsel anı (yani İtalyan, Alman ve Japon faşizmlerini) aramak doğru değil. Ama devletin özünde bulunan bu niteliği faşizm olarak tespit etmeye ve göründüğü biçimi tanımlamaya çalışmak bence doğru bir çaba. Ama denirse ki, faşizm tarihsel olanıdır, buna yeni isim verin, ona da itirazım olmaz.
Gün ağabeyin oluşturduğu üç belirleyici özellik isabetlidir. Ancak bunlar aslında kapitalist devletin özünde var. Her daim varlar, ancak uykudalar. İhtiyaç olduğunda açığa çıkıyorlar. Emekçi sınıflar bir direniş gösterip, bunu püskürtemezse de karabasan gibi onların üzerine çöküyorlar.
Ancak bu niteliklerden tümünün ya da bazen birinin ya da ikisinin ortaya çıkmış olması da ille de bir faşizm diye özel olarak tanımlanacak bir durum yaratmayabilir. Fakat yaratabilir de. İşte bunu belirleyecek olan şeyin, bağlam olduğunu düşünüyorum ben.
Yani bu özel ideoloji, özel hukuk ve burjuva konsensüsünün son bulması halinin hangi bağlamda ortaya çıktığı önemli. Kapitalist dünya sistemi, devlet, egemen sınıfların ve emekçi sınıfların durumu vs…
Zaten çok uzun süredir, dünyanın her yerinde kapitalist devletin ikili bir niteliği ve yüzü var. Biri “muteber yurttaşlar” hukuku ve düzeni; diğeri ise tehlikeli sınıflar için uygulanan özel yöntemlerdir. Bu nedenle kanımca faşizm zaten bir dereceyle hep yürürlükte. Ama bunun genelleştiği dönemlerin niteliklerini iyi tespit etmek lazım. Bu şu anda Türkiye’de genelleşmiş bir biçimde bence.
Tam hatırlamıyorum ama galiba Georgi Dimitrov’du, Faşizmi şöyle tanımlıyordu: “Tekelci sermayenin zorba diktatörlüğüne, Faşizm denir.” Bu tanımdan hareket edecek olursak, AKP tekel karşıtı bir parti, özelleştirmeyi savunuyor ve uyguluyor…
============================================
Batı, Amerika’nın bağımsızlığının tetiklediği Fransız Devrimi (Kapitalizm’in doğuşu) sayesinde İdealizm’le tanıştı. 19.Y.Y’da da Materyalizm’le tanıştı. Ve; dünya, Nazi’lerin (Alman İdealizmi’nin) yenilgisine kadar, bu iki ideolojinin (=dünyagörüşü) kanlı kapışmasına şahit oldu. (ll Dünya Savaşı’nda 72 milyoncuk insan ‘kutsallığını kaybedip, buhar oldu’)
===========================================
Bu dönemde, sözde bir “ideoloji” çıktı ortaya (İdealizm’in yerine): Liberalizm(= “Özgürlük”müş). Bu “ideolojiye” göre, her şey ama her şey özelleştirilecek; yani patronlara tam bir özgürlük tanınacak.
***
Peki, Devlet, ne yapacakmış?
Devletin vazifesi şu imiş: “Denetleyecek”(!)miş.
Ee, daha başka ne yapacakmış, Devlet?
“Gerektiğinde, vatandaşı koruyacak”(!)mış.
Ulan, adam mı seçiyorsunuz, dalga mı geçiyorsunuz! Sanki Devlet yöneticileri, patronların (işçilere seçtirdiği) adamı olmayacak! Üstelik bir de “gerektiğinde, vatandaşı koruyacak” , öyle mi! Şuna; patronlar iflas ettiğinde, borçlar, patronların işçilere seçtirdiği devlet adamlarınca KA-MU-LAŞ-TI-RI-LA-CAK, deyinsana! Evet, canım, hani şu meşhur “KAMULAŞTIRMA”dan söz ediyorum! Normal (!) zamanınızda, bu sözü kullananı, anasından doğduğuna pişman ettirdiğiniz, o büyülü sözcük!
***
Hay Allah! Kendimi kaptırdım! Artık kimi fırçalıyorsam…
***
Toparlayacak olursak; Kapitalizm bir ideoloji değildir, bir ekonomi sistemidir. Ve bunun avukatlığına da “Liberalizm”, denir.
===========================================
Sanıldığının aksine; “burjuva sistemi”, diye eleştirilen ‘Kuvvetler Ayrılığı’ (Yasama, Yürütme ve Yargı) ilkesi, burjuva sistemi değildir. (Aksine, burjuvazinin ele geçirdiği/yararlandığı bir sistemdir.) İ-DE-A-LİST (=Materyalist olmayan) bir sistemdir.
Burjuvazi, bu ilkeye karşı gelmenin bedelini az daha, çok ağır ödeyecekti. (Hatta, ödedi.) Bu ilkeye karşı gelmekle karşısında, Sosyalizm/Komünizm’i (=Materyalizm’i, yani İdealizm’den çok daha radikal olanı) buldu. (Paris Komünü’nü hatırlayalım. 1800’lerin Avrupa’sını gözümüzün önüne getirelim. Burjuvazi, nasıl da Napolyonları, kralları desteklemişti…) Az daha kendi varlığına mal oluyordu.
Konunun daha iyi anlaşılması için, örnek vermek gerekirse: ABD-AB istese; Türkiye’ye, Tunus’a ve hatta İran’a Kuvvetler Ayrılığı sistemini getir(te)mez mi?..
***
Özetle; Kuvvetler Ayrılığı ilkesi (Fransız İdealizmi), Burjuvazinin bize armağanı değil, “zoraki” katlandığı (ve, tekrar söyleyelim: ele geçirdiği) bir sistemdir.
============================================
Şimdi; Dimitrov’a geri dönelim: “Faşizm, tekelci sermayenin zorba diktatörlüğüdür.”
Bu tanımdan yararlanarak, örneğin, şöyle kaba bi’tanım yapılabilir:
(Faşizmi, yani Alman İdealizmiyle İtalyan İdealizmini, veri olarak ele alırsak,) Faşizm: ekonomik sıkıntıda olan toplumun, ileri teknolojiyle sanayileşmek gerektiğine inandığı (çünkü ancak bu sayede, kendinin ezilmesinin müsebbibi olduğunu düşündüğü/ötekileştirdiği toplumları/kitleleri alt edebilecek, —güya!), “bunu da ancak; Devlet aygıtını elinde bulunduracak, tekelci sermayeyi yönetecek (çünkü toplumun hiçbir bireyi, adete güdüsel bir şekilde, patronu sevmez), popülist (adeta futbol maçı seyrediyormuş hissi uyandıran –evet, stadyum konuşmaları–), idealist teknokratlar gerçekleştirir” (ki, Naziler, bunu başardı; Mussolini ve Franco da Nazilerin maddi-mavi desteğiyle epeyi yol almıştı), diye formüle ettiği/duyumsadığı, kitlesel, ÖTEKİLEŞTİRİCİ ([a] iç düşman kabilinden: “Şu Kürtler var ya, şu Kürtler!”; “Aleviler var ya!.. Bunların dinleri, yok! Rum-Ermeni kalıntıları bunlar!” [b] Dış düşman kabilinden: “Şu Ermeniler yok mu!.. Sünnetsizler!”), totaliter, otoriteryen, Devleti kutsayan (dinleştiren) , (ve tabiî ki) kapitalist bir sistemdir.
Paragraftaki parantezleri temizleyerek, tekrar yazalım:
Faşizm: ekonomik sıkıntıda olan toplumun, ileri teknolojiyle sanayileşmek gerektiğine inandığı, “bunu da ancak; Devlet aygıtını elinde bulunduracak, tekelci sermayeyi yönetecek, popülist, idealist teknokratlar gerçekleştirir”, diye formüle ettiği/duyumsadığı, kitlesel, ÖTEKİLEŞTİRİCİ, totaliter, otoriteryen, Devleti kutsayan, kapitalist bir sistemdir.
============================================
Cumhuriyet tarihine baktığımızda, bir faşizm yaşamış mıyız? Bence, hayır. Otoriterlik, var mı? Var. Totaliterlik denemeleri, var mı? Var. İyi ama, kitle/tabandan destek, yok. Oysa faşizmin, bir devasa mobbingci kitle/hareketi özelliği vardır.
***
Geçmişi bırakıp, günümüze gelelim.
Bugün; totaliterlik ve otoriterlik isteği, var mı? Var. Kitle, var mı? Var.
Şimdi; işin tam da düğümlendiği soruyu soralım: Tekelleşme mi, Özelleştirme mi var?…
El-Hak… Özelleştirme var…
***
Ne zaman ki, burjuvazinin iflas etmesiyle –Cari Açık– borçlar kamulaştırılır ve bunun sonucunda da ekonominin kontrolü tamamen devlet denetimine –monopoli– geçer; işte o zaman faşizm gelir —Türkiye’ye.
============================================
Her otoriterlik ve totaliterlik (hele: isteği), faşizm değildir. Ama Faşizm, otoriter ve totaliterdir.
============================================
Biz, İdealizm’le Materyalizm’i birbirinden, ne dün ayırt etmişiz ne de bugün ayırt ediyoruz. Durum bu olunca, bizde bir birey, İdealizm içerikli bir kitap okuyunca, “ulan, bu, doğru!”; Materyalizm içerikli bir kitap okuyunca, “ulan, yoksa bu mu doğru?”; Liberalizm içerikli bi’kitap okuyunca, “ulan, galiba bu, doğru!”, der. Ve, bu duruma bir de duygusallıkla vehmi ekle, al sana ne idüğü belirsiz bir çorba…
============================================
Üstat Bediulkarnittasiaşer (bu sıfatı ben uydurdum. Patenti bana ait) Karl Marks’tan, bir alıntı yapalım (not: vurgular bana ait):
“Serbest Ticaret’e karşı mıyız? Hayır, değiliz.
Çünkü:
(A) Serbest Ticaret sayesinde; tüm ekonomi yasaları, bütün yeryüzü toprakları üzerinde, daha büyük ölçekte, en şaşırtıcı çelişkileriyle hareket edecek.
(B) Ve bu çelişkilerin, bununla yüz yüze kalacak bir grupta toplanması; neticede bizzat proletaryanın özgürleşeceği bir mücadeleyle, son bulacak.
Bu nedenle biz, Serbest Ticaret’i destekliyoruz.”
***
Faşizm de bu çelişkilerden biridir.
============================================
Şöyle noktalayalım: En nihayet, sosyalist bir Dünya’ya gidiyoruz. Sorun şurada; “Tamam, insanlık olarak, sosyalizme geçelim” dediğimizde, Dünya yaşanılası bir yer olmaktan çıkacak (mı?)…
ÖZÜR ve
İki düzeltme:
1- “sözde bir ‘ideoloji’ çıktı ortaya (İdealizm’in yerine): Liberalizm”, diye olmayacak.
Doğrusu; “sözde bir ‘ideoloji’ piyasaya sürüldü (İdealizm’in yerine): Liberalizm”.
2- ” ‘Tamam, insanlık olarak, sosyalizme geçelim’ dediğimizde, Dünya yaşanılası bir yer olmaktan çıkacak (mı?)”, diye olmayacak.
Doğrusu; ” ‘Tamam, insanlık olarak, sosyalizme geçelim’ dediğimizde, Dünya yaşanılası bir yer olmaktan çoktan çıkmış olacak (mı?)”
Hangisi var ?…
iDO(ist.Deniz Otobüsleri) şirketi bir Özelleştirme olarak görülebilir mi ?..ÖNCE Şehir Hatları Vapurları(belediye?) ile iDO birleştirildi…Sonra da TEK bir şirket olarak satıldı…
Ya Telekom ?.. Telefon-internet-TV iletişiminin TEKEL değil de OLİGOPOL olması neyi değiştirir?..
Bankalar ?…Karlarına kar katan , her sene büyüyen bankalar , değil avrupa’da DÜNYA’da örnek gösteriliyor . NASIL MI?…Aralarında ‘centilmenlik anlaşması’ yapıyorlar . Faizler , masraflar, üç aşağı-beş yukarı BiRLiKTE belirleniyor . Batan bankalar ise KAMU tarafından kurtarılıyor .(Kar özelleştirilir…ZARAR kamulaştırılır hesabı)
Kontrol tamamen devlet denetimindedir…DEVLET kurumu , tamamen Sermaye’nin istediği kişilerin oluşturduğu bir parlamento tarafından yönetiliyor . İktidar ve onlarla dirsek temasını kaybetmeyenler de -bence- monopolü oluşturmuşlar bile…
TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR
http://binbogasite.blogspot.com/2007/07/trk-faizmi-fiktif-mcadele-ve-figuratif.html
‘Röntgenci’ firma şimdi Türkiye’de!
27 EYLÜL 2012
ONUR EREM/BİRGÜN
“Mahremiyetinizi koruması için devlete güvenmek, bir röntgenciden panjurlarınızı takmasını istemeye benzer” ABD’li şair John Perry Barlow
İnternette devletin, polisin veya cemaatler gibi çıkar gruplarının sizi yasadışı olarak takip edebileceğini biliyordunuz. Ama bu sefer sizi takip eden Phorm adında özel bir firma. TTNET altyapısına kendi sistemini kurarak tüm trafiği takip etme yetisine sahip Phorm, kullanıcıların davranışlarını, yazdıklarını ve konuşmalarını analiz ederek bu datayla reklam satıyor. Her kullanıcıya bir anonim profil verilse de (profillerin gerçekten anonim olduğunun bir kanıtı yok aslında) internetteki her aktivite bu profile eklendiği için bir süre sonra o kullanıcının kim olduğu tahmin edilebilir hale geliyor. Üstelik kullanıcıları izlemek için TTNET’e para ödüyor. Bu anlaşmayı ise TTNET’ten değil, Phorm’un 9 Temmuz’da yayınladığı bir basın açıklamasından öğreniyoruz.
DERİN VERİ ANALİZİ
Phorm’un Türkiye’deki faaliyetlerinin durdurulması amacıyla kampanya yürüten enphormasyon.org sitesinde anlatılanlara göre Phorm “Sizi gezdiğiniz siteler, tıkladığınız reklamlar, izlediğiniz videolar, doldurduğunuz formlar vb. aracılığı ile profilliyor. Elde edilen profile göre ticari olan/olmayan içerikler sunuyor. İzleniyorsunuz, fakat bu izleme DPI (Deep Packet Inspection – Derin Veri Analizi) olarak bilinen teknolojilerle yapılıyor. Bu teknoloji sadece sizin bilgisayarınız ya da tarayıcınızla ilgilenmiyor. İnternet hattınızı izleyip, gelen giden tüm verilerinizi analiz ediyor. Bu durumun siz İnternette dolaşırken başınızda durup monitörünüzü izleyen bir çift gözden farkı yok. DPI’ın kullanım alanları arasında kullanıcının web üzerindeki davranışına göre ekranında ilgi alanlarıyla (behavioral targeting) ilintili reklam gösterilmesi; İnternet Servis Sağlayıcılar (İSS) tarafından veri trafiğini çok artıran P2P dosya değişimi gibi uygulamaların kasıtlı olarak kesilmesi veya yavaşlatılması; ve hükümetler ve gizli servisler tarafından dijital gözetim yapılması gibi uygulamalar yer alıyor”.
Benzer uygulamalar Google gibi reklam firmaları tarafından da yapılıyor. Örneğin Google’da belirli bir ürünü ararsanız bir süre sonra gezindiğiniz sitelerdeki Google reklam alanlarında bu ürünle ilgili reklamlar çıkmaya başlar. Çünkü Google da sizi takip ediyor. Ancak Google’ın uygulaması ile Phorm’un uygulaması arasında önemli bir fark var: Böylesine takip edilmek istemiyorsanız Google’ı kullanmayabilirsiniz. Sonuçta piyasada başka arama motorları da var. Ama eğer internet servis sağlayıcınız (mesela TTNET) Phorm ile anlaşmışsa bu uygulamadan kaçmak için servis sağlayıcınızı değiştirmekten başka bir imkanınız yok.
Türkiye’deki Phorm faaliyetini durdurmak isteyen yurttaşların kurduğu enphormasyon.org adlı siteye göre her türlü derin veri analizi sistemine şiddetle karşı çıkan World Wide Web’in (www) geliştiricisi Tim Berners-Lee, Phorm’u yaptıklarını bir telefonun operatör tarafından yasadışı dinlenmesine veya postacının bir mektup zarfını açarak içine bakmasına benzeterek “Eğer kullandığım ISS, Phorm gibi bir DPI sistemini içeriyorsa hemen başka bir ISS’e geçerim” demiş. Ancak Türkiye’deki internet altyapısı Türk Telekom’un neredeyse tekelinde olduğu için böyle bir şans yok.
CASUS YAZILIMDAN BUGÜNE
Phorm yeni bir şirket değil. İnternetteki bilgiler şirketin 2002 yılında 121 Media adında insanların bilgisayarlarından bilgi çalmaya yarayan casus yazılım programları üreten bir şirket olarak kurulduğunu gösteriyor. ABD ve Kanada’da internet kullanıcılarının eylemleri sonucunda bu ülkedeki faaliyetlerini durdurarak İngiltere’ye geçmiş. İngiltere’de de Phorm’un kendisini izlemesini istemeyen kullanıcılar protesto gösterilerine başlayınca Avrupa Birliği Parlamentosu duruma el koyarak Phorm’un AB ve Türkiye sınırları içinde faaliyet göstermesini yasaklamış. Yani enphormasyon.org sitesindeki bu bilgiye göre Phorm’un Türkiye’de gösterdiği faaliyet de yasadışı.
Phorm her ne kadar kullanıcıların anonim olduğunu iddia etse de Phorm karşıtlarına göre bunu denetlemenin hiçbir imkanı yok. “Nitekim, Phorm’un terk etmek zorunda kaldığı ABD ve İngiltere’deki konuya duyarlı STK’lar bu kişilerin İnternet üzerindeki her hareketlerinin takibinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Daha da kötüsü, bu sadece reklamcılık için değil, devletler ve gizli servisler tarafından kullanılarak etkin bir fişleme mekanizması olarak haline gelebilir” diye anlatıyor durumu enphormasyon.org sitesi.
İngiltere’deki Phorm karşıtlarının kurduğu dephormation.org.uk sitesi ise Phorm’un çalışma prensibinin sahtekarlık üzerine kurulu olduğunu “Telefonla bankanızı aradığınızda karşınızdakinin bankanız olmasını beklersiniz. Ama telefonu bir dolandırıcı açıp sizinle bankanız gibi konuşursa buna sahtekarlık denir” sözleriyle ifade ediyor.
Site üzerinden indirilebilen dephormation adlı Firefox eklentisi ise Phorm’un sizi takip etmesini engellemeye yarıyor. Hatta girdiğiniz sitelerde sizi Phorm gibi takip eden başka şirketler olup olmadığını da görebiliyorsunuz. Sitede Galatasaray ve İnci Sözlük sitelerine girerken Phorm’un iletişime müdahalesi gözüküyor.
Bu işin kullanıcı yüzü olduğu kadar içerik sahibi yüzü de var. Site sahipleri de kendi sitelerine girmek isteyenlerin Phorm tarafından algılanıp onlar üzerinden para kazanmasından rahatsız. Eğer siz de Phorm’un Türkiye’deki faaliyetlerine bir son verilmesini istiyorsanız enphormasyon.org sitesindeki imza kampanyasına destek verebilirsiniz.
PHORM’UN KURUCUSU KENT ERTUĞRUL
Phorm’un kurucusu ise 48 yaşındaki Kent Ertuğrul. 1980’lerde ABD’de yatırım bankacısı olarak büyük paralar kazanan Ertuğrul, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, Sovyetler’in en iyi 100 bilgisayar yazılımcısını işe alarak casus yazılımlar geliştirtiyor. Bu yazılımcılar soğuk savaş döneminde de casusluk yapan, ayrıca SSCB’nin ilk süperbilgisayarını geliştiren isimler.
Ertuğrul, Birleşik Krallık’taki dava boyunca verdiği demeçlerde Phorm’u sürekli övüyor, hatta insanların ilgilendikleri alanlarda reklam görmek dururken alakasız reklam görmek istemesini anlamadığını söylüyordu.
Kent Ertuğrul 2008 yılında verdiği bir röportajda British Telecom (BT) ile yıllar öncesinden anlaştıklarını ifade etmişti. Yaptıkları işin yasadışı olup olmadığına dair bir soruyu “Büyük firmalar var bu işin içinde, yasadışı olsa BT gibi internet firmaları bu işi kabul etmezdi. Hepsinin hukuk uzmanları var” diye yanıtlayan Ertuğrul şirketin yöneticileri arasında Coca Cola’nın eski başkanı, AT&T’nin eski CEO’su ve Strateji Başkanı, saygın banka yöneticileri, Yahoo’nun iletişim başkanı olduğunu belirtmiş, “Bu saygın insanların saygın olmayan işler, dolandırıcılık yapacağını düşünmüyorsunuzdur” demişti. Burada büyük çaplı dolandırıcılıkların hep “saygın” diye bilinen insanlar tarafından yapıldığını hatırlatmakta da yarar var.
İnternette yer alan raporlara göre Phorm 2007’den 2012’ye kadar 138 milyon dolar zarar etmiş. Bu kadar zarar eden bir şirketin para kaynağının ne olduğu, nasıl Türkiye’de (İstanbul Kanyon) ofis açabildiği ise bir muamma.
PHORM, TÜRK TELEKOM VE TTNET
27 Nisan 2012’de Türkiye çapında yaşanan internet sorunlarının ardından Phorm’un altyapı kurulumu olduğu iddia edilmiş, Türk Telekom da kesintinin nedenine dair açıklamasında bunu yalanlamamıştı: “27 Nisan Cuma gecesi Türk Telekom altyapısında teknik ekipman kurulumları sırasında yaşanan teknik aksaklık”. Phorm’un çalışması için de Türk Telekom altyapısına teknik ekipman kurulduğunu hatırlatmak isterim.
Phorm kullanan internet servis sağlayıcılarının yalan söylemesi sık rastlanan bir durum. Birleşik Krallık’taki British Telecom ilk başta Phorm’un gizlice kullanılmadığını söylemiş, bir süre sonra ise Phorm’un gizlice, haberi ve onayı olmayan on binlerce kullanıcı üzerinde denendiğini itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Alternatif Bilişim Derneği’nden uzmanlar Phorm nedeniyle TTNET’in ayıplı mal satmış olduğunu savunuyor. Dernek üyeleri Phorm’un uygulamalarına dair savcılığa suç duyurusunda bulunacak.
Enphormasyon.org sitesinde söylenilenlere göre Phorm’un uygulandığı sitelerden biri de TTNET’e ait gezinti.com. Bu yıl hizmet vermeye başlayan gezinti.com adlı site TTNET tarafından internet tarayıcısını açan kullanıcılara istekleri dışında gösterilmişti. Karşılarında açmak istemedikleri bir site gören internet kullanıcıları tarayıcılarını kapatmış, ama bunu yaparak gezinti.com’un kullanıcı sözleşmesini kabul etmiş sayılmışlardı. Zira açılan gezinti.com sayfasında “eğer bu sayfayı kapatırsanız kullanıcı sözleşmesini kabul edersiniz” yazısı vardı. Bu uygulamanın Türkiye’de yasal olup olmadığı hâlâ tartışılıyor. Birleşik Krallık’ta ise bu uygulama yasadışı ilan edildi. Kullanıcıların istekleri dışında dahil edildikleri bir uygulamadan çekilmesinin değil, kullanıcıların istekleriyle dahil olduğu bir uygulamanın yasal olacağı ilan edildi.
TÜRK TELEKOM TELEFONUNA BAKAMIYOR
Haber için görüşlerini almak istediğimiz Türk Telekom ve TTNET yetkililerine ulaşamadık. Yaklaşık 2 haftalık çabalarımıza rağmen iki şirketin de medya ve basın bölümleri ile genel müdürleri telefonlarını açmadı. Phorm yöneticileri ise meşgul olduklarını söyleyerek görüş vermedi. Phorm’un bir iletişim firması aracılığıyla yolladıkları basın bülteninde ise Phorm’a dair anlatılan bütün bu negatif bilgilerin gerçekdışı olduğu; AB’de, İngiltere’de ve ABD’de Phorm’a açılan bir dava olmadığı; Phorm’un kullanıcı onayı olmadan çalıştığı ifade ediliyordu.
( http://www.birgun.net )
“CHP tarihi eşittir faşizmdir”
Meclis Genel Kurulu AK Partli ve CHP’li milletvekillerinin “faşist” tartışmasına sahne oldu.
Söz düellosu şeklinde geçen tartışma sırasında Cumhuriyet Gazetesi’nin 1940’lı yıllarda Hitler’i öven beyanları olduğunu söyleyen AK Parti’li Canikli, “CHP tarihi eşittir faşizmdir” dedi.
Meclis Genel Kurulu, yine gergin bir oturuma sahne oldu. “Adalet” kavramı üstünden başlayan tartışmada CHP ve AK Partili milletvekilleri birbirlerine “faşit” suçlaması yaptı.
İktidar ve anamuhalefet partili milletvekilleri arasında tam bir söz düellosuna dönen tartışma Meclis Başkanvekili Mehmet Sağlam ile CHP’li Veli Ağbaba arasında başladı.
Ağbaba, konuşması sırasında kendisine “Şu çeneni bir dakika tutsan” diyen Sağlam ve AK Parti’li bazı milletvekillerinin tutumunun, demokrasiyi öğrenemedikleri ve hazmedemediklerini gösterdiğini öne sürerek, “Siz yarın ‘sonuç belli, seçime gitmeyelim’ dersiniz. Bunun açık anlamı faşizmdir. Bunu savunan faşisttir, faşist kafadır, yancı ve yalaka kafadır. Kimse benim hakkımda ‘kapa çeneni’ diyemez. Başkan tutumunuzu kınıyorum” diye konuştu.
‘FAŞİST GÖRMEK İÇİN AYNAYA BAKIN’
Ağababa’nın bu sözlerine tepki gösteren AK Parti’li Ahmet Aydın da “Faşizm ile itham edemezsiniz. Eğer faşizmi görmek istiyorsanız aynaya, geçmişinize bakın. Faşizmin ne olduğunu çok iyi göreceksiniz” dedi.
‘HİTLER’DEN DAHA FAŞİST’
CHP Sinop Milletvekili Engin Altay, Sağlam’ın tutumunu eleştirerek, ”İçtüzüğü uygulasaydınız burası sirke dönmezdi. Sizi İçtüzüğe uymaya ve göz kaş yaparak oturum yönetmemeye davet ediyorum” diye tepki gösterdi. Altay, ”Gazete patronlarını arayıp, ‘bunun yazısını beğenmedim, şunu işten at diyen bir kimse bana göre Hitler’den de Stalin’den de daha faşisttir. İsmet Paşa Başbakan iken, Nazilli Basma Fabrikası’nda 25 kuruşluk yolsuzluk oldu diye istifa mektubunu Atatürk’e verdi. Sizin devrinizde 300 milyona satılan TEKEL’e, 1,5 yıl içinde 3 milyar dolar değer biçildi. Bu namussuzluktur, vatan hainliğidir” görüşünü savundu.
‘CHP TARİHİ EŞİTTİR FAŞİZM’
AK Parti’li Nurettin Canikli, kendi iktidarlarından önce 190 iktisadi kuruluşun 8 milyar dolara satıldığını, AK Parti döneminde ise 100 kuruluşun 35 milyar dolara satıldığını belirterek, ”Faşizmi öven faşisttir. Hitler’i, Siyonizmi öven faşisttir. 1940’lı yıllardaki Cumhuriyet Gazetesi’de CHP yetkililerinin Hitler’i öven beyanlarına bakın. Has faşist görmek istiyorsanız CHP tarihine bakacaksınız. CHP tarihi eşittir faşizmdir. Sayısız uygulamaları ve örnekleri vardır” dedi.
‘3 ÇOCUK’ ÖRNEĞİ
CHP’li Tarhan ise sataşma gerekçesiyle söz alarak, ”halkından korkanların 3 bin 600 koruma aracı ve TOMA’larla ODTÜ’ye girmek durumunda kaldığını” belirterek, ”Bu nasıl bir korkudur. Selam olsun ODTÜ’lülere. En az 3 çocuk, olmadı 5 çocuk önerileri kimden geldi 1940’larda birisi ‘Her kadın en az 4 çocuk doğurmalıdır. 4 ve üzeri çocuk doğuranlara madalya verilmeli’ dedi. Bunu kim söyledi Hitler. Kim kime benzermiş, söyler misiniz ” diye konuştu.
http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=15339&pid=4&haber=%22CHP%20tarihi%20e%FEittir%20fa%FEizmdir%22
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/tkp-mk-uyesi-kemal-okuyan-1-mayis-ile-ilgili-sorularimizi-yanitladi-haberi-72053