Gün Zileli, 2004, İletişim.

İnsanlar da kediler gibidir, evlerine bağlanırlar. Ama hayat, çoğunlukla bu bağlanmaya izin vermez. Üstelik insan ömrü, kedi ömründen çok uzundur. Bir eve taşındığınızda, hemen yerleşmeye girişirsiniz, sanki bir daha hiç taşınmayacakmış gibi. Sonra “göç” gelip yine kapınıza dayanır. Üzüntüyle toplanmaya başlarsınız. Ayrıldığınız, basit bir mekân değildir. Ömrünüzden bir şeyler bırakırsınız o evde.
Filistinli Ebu Suut el Haravi, “evinden kaçmaya zorlandığın için utanma” diyor. Türkçede tam öyle değil ama birçok dilde “ev”, yaşanan yurdu da temsil ediyor. Gittikçe azalan aile fertlerinin birlikte yaşadığı aile ocağını terk edeli yaklaşık otuz beş yıl oluyor. Neredeyse on beş yıl geçecek, “yurt” anlamındaki “ev”den kaçmak zorunda kalışımın üzerinden.
Utanmıyorum. Kader de utanmasın. Utanması gereken başkaları var.
Yıllar sonra, 2002’de, “ev”e döndüğümde artık ana evi yoktu. Buna rağmen, başımı yastığa huzurla koyabildiğim, insan sıcaklığındaki çok sayıda ev karşıladı beni. Necmiye’nin, Orhan’ın, Hasan’ın, Sarı Murat’ın, burada adlarını anmadığım diğer arkadaş ve yakınlarımın evleri ana ocağımı aratmadı.
Belki diyorum, bu evlerdeki kısa konukluğum sırasında doğdu bu kitabı yazma fikri. “Ev”e dönmüş, ruhsal akrabalarıma tek tek ulaşmaya başlamıştım. Sesleri kulaklarımda, kokuları ve anıları belleğimdeki o eski evlere, bir zamanlar birlikte yaşadığım, çoğu artık hayatta olmayan yakınlarıma  dönmenin de zamanı değil miydi?

İnsanlar da kediler gibidir, evlerine bağlanırlar. Ama hayat, çoğunlukla bu bağlanmaya izin vermez. Üstelik insan ömrü, kedi ömründen çok uzundur. Bir eve taşındığınızda, hemen yerleşmeye girişirsiniz, sanki bir daha hiç taşınmayacakmış gibi. Sonra “göç” gelip yine kapınıza dayanır. Üzüntüyle toplanmaya başlarsınız. Ayrıldığınız, basit bir mekân değildir. Ömrünüzden bir şeyler bırakırsınız o evde.

Filistinli Ebu Suut el Haravi, “evinden kaçmaya zorlandığın için utanma” diyor. Türkçede tam öyle değil ama birçok dilde “ev”, yaşanan yurdu da temsil ediyor. Gittikçe azalan aile fertlerinin birlikte yaşadığı aile ocağını terk edeli yaklaşık otuz beş yıl oluyor. Neredeyse on beş yıl geçecek, “yurt” anlamındaki “ev”den kaçmak zorunda kalışımın üzerinden. Utanmıyorum. Kader de utanmasın. Utanması gereken başkaları var.

Yıllar sonra, 2002’de, “ev”e döndüğümde artık ana evi yoktu. Buna rağmen, başımı yastığa huzurla koyabildiğim, insan sıcaklığındaki çok sayıda ev karşıladı beni. Necmiye’nin, Orhan’ın, Hasan’ın, Sarı Murat’ın, burada adlarını anmadığım diğer arkadaş ve yakınlarımın evleri ana ocağımı aratmadı.

Belki diyorum, bu evlerdeki kısa konukluğum sırasında doğdu bu kitabı yazma fikri. “Ev”e dönmüş, ruhsal akrabalarıma tek tek ulaşmaya başlamıştım. Sesleri kulaklarımda, kokuları ve anıları belleğimdeki o eski evlere, bir zamanlar birlikte yaşadığım, çoğu artık hayatta olmayan yakınlarıma  dönmenin de zamanı değil miydi?