Diktatör, AKP’nin tek başına iktidarını sağlamak için şu planı izledi ve halen izlemekte:
Birincisi, MHP’nin HDP alerjisini (CHP ve HDP’nin hataları üzerinde hiç durmayalım) kullanarak TBMM başkanlığını ele geçirdi.
İkincisi, HDP’yi köşeye kıstırmak ve MHP’yi tam anlamıyla müttefiki yapmak üzere bir terör kampanyası başlattı. Bu terör kampanyasıyla, halkın teröre karşı AKP iktidarının çevresinde birleşmesi sağlanacak, CHP ise tarafsızlaştırılacaktı. Baş hedef ne PKK ne de IŞID’dı (çocuklar bile yutmadı IŞID’ın hedef alındığını). Baş hedef, HDP ve özel olarak da Selahattin Demirtaş’tı. Eğer kampanya başarılı olursa Selahattin Demirtaş terörle bağlantılı gösterilip içeri atılacak, ardından da HDP’nin kapatılması için düğmeye basılacaktı.
İlk terör eylemlerini (Suruç, Ceylanpınar) doğrudan “MİT’in fedai timleri” gerçekleştirdi. Bu arada PKK da devreye girdi. Silahlı mücadelenin en yoğun olduğu 1990’larda bile böylesine acil bir kampanya yürütmemiş olan PKK’nin bu aculluğu nereden geliyordu? Besbelli ki, PKK ile bilmediğimiz kanallardan bir anlaşmaya varılmıştı. Hükümet, PKK mevzilerini bombalamak gibi göstermelik bir işe girişirken ve olanca gücüyle HDP’ye ve Demirtaş’a yüklenirken Abdullah Öcalan’ı da parlatmaya girişti. Yalçın Akdoğan, “Öcalan sizi eline geçirse bir güzel sopaya çeker” bile dedi ve böylece hükümetle Öcalan’ın bu süreçte yan yana olduğu açıkça ilan edildi. Daha da dikkat çeken, AKP diktatörlüğünün, şiddet eylemlerine giriştiğini inkâr etmeyen PKK’den çok, terörü kınayan ve her fırsatta barışı savunan HDP’ye yüklenmesiydi. Burada da niyetin “bağcıyı dövmek” olduğu apaçık gözlenmekteydi.
Bugün yürütülen şiddet eylemlerine baktığımız zaman at izinin it izine karıştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Artık hangi eylemi MİT yaptı, hangisini PKK yaptı, ayırt etmek iyice zorlaşmıştır. Malazgirt garnizon komutanının öldürülmesi olayıyla sanırım Erzurum’da bir başçavuşun öldürülmesi olayı birbirine çok benzemektedir. Her ikisi de, şu tesadüfe bakın ki, arabalarının bozulması sonucu, arkalarından gelen ekipler tarafından kurşun yağmuruna tutularak öldürülmüştür. Bu iki cinayetin tam da MİT tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Ama diğer cinayetlerde aynı şeyi söylemek için bir netlik yok. Bunlar MİT’in cinayetleri de olabilir PKK’nin cinayetleri de. Böyle vahim bir durumu PKK yöneticileri ne kadar değerlendirebiliyorlar acaba?
Bu, yabancısı olduğumuz bir durum değil. 12 Eylül öncesinde patlayan bombaların, taranan kahvelerin, işlenen cinayetlerin yarısı sağ veya sol örgütlere aitse, yarısı da MİT’e aitti. Dizginsiz terörü yoğunlaştırma yoluyla 12 Eylül’ün taşlarını döşemişlerdi.
Üçüncü adım, körüklenen HDP düşmanlığı sayesinde iyice müttefikleri haline getirdikleri MHP’yi, 7 Haziran seçimleriyle kesilen bacaklarının yerine takma bacak olarak kullanıp bir AKP-MHP koalisyonu ya da MHP destekli bir AKP hükümeti kurarak bir yıl içinde yeniden seçimlere gitmektir. AKP, CHP ile koalisyon falan kurmayacaktır. Eğer böyle bir şey olacağına inanan CHP’liler varsa onlara derin uykularından bir an önce uyanmalarını söylemek zorundayım.
AKP-MHP hükümetinin temeli TBMM Başkanlık seçimiyle atıldı ve duvarları başlatılan terör kampanyasıyla örülmekte. Bülent Arınç, geçmişteki “barış süreci”ne ilişkin “özeleştiri” yaparak MHP’nin ayaklarının altına kırmızı halıyı sermiş bulunmaktadır. Gerçekten de devlet adamı ya da devletin adamı olan (MİT’in adamı diye de okuyabilirsiniz) ismiyle müsemma Devlet Bahçeli, şu anda vatan kurtaran aslan pozlarında, muzaffer bir komutan edasıyla bu kırmızı halının üzerinden iktidar merdivenlerine tırmanmaktadır.
Kısacası önümüzde, AKP ve MHP’nin ayaklarını oluşturduğu (bir ayak takma da olsa) parlamenter bir faşizm dönemi var.
Bu parlamenter faşizmin sunağına yatırılan kurban ise HDP. Çünkü HDP, AKP’nin tek başına iktidar olmasını önleyen başlıca amil olmuştur. O zaman, AKP ve diğer sağcı güçler açısından, kurban edilmeyi de hak etmiştir. Bu bir yıllık dönemde, plana göre, HDP şu veya bu şekilde devre dışı bırakılacak (en güçlü ihtimal kapatmak), başkanı ve milletvekilleri hapse atılacak, Kürdistan’da fiili OHAL ilan edilerek insanlar baskı altına alınacak, hatta 1990’larda olduğu gibi sürülecek, ülke çapında da baskı iyice yoğunlaştırılacaktır. Böylece bir yıl sonraki seçimde, HDP engelinden kurtulmuş AKP tek başına iktidara geleceğini umut etmektedir.
Elbette devrimci ve özgürlükçü güçler de bu zaman zarfında armut toplamayacaktır. Özgürlük için büyük bir seferberlik, Gezi ruhuyla büyük bir direnişle karşılanacak faşizm.
Üç siyasi güce ise söylenecek özlü bir şeyler var.
PKK, eğer düşündüğümüz gibi, AKP ile gizli bir anlaşma içinde değilse, derhal tek taraflı ateşkes ilan etmeli, özsavunma çizgisine çekilmeli ve AKP’nin oyununu açığa çıkarmalı, MİT’in provokatif eylemlerinin iyot gibi açığa çıkmasını sağlamalıdır. Eğer bunu yapmaz, bugünkü tavrını sürdürürse, ne yazık ki, Saray’ın, AKP’nin ve MİT’in gizli işbirlikçisi olduğu sonucuna varacağız.
HDP, terör eylemlerine karşı sesini daha gür bir şekilde yükseltmelidir. Demirtaş’ın Parti Grup Meclisi’nde yaptığı konuşma çok iyiydi. “Saray’ın gladyo güçleri” diyerek hedefi tam 12’den vurdu. Ayrıca Ceylanpınar vb. cinayetlerini açıkça provokasyon olarak nitelemesi ve kınaması da yerindeydi. Bununla birlikte, HDP’de bu konuda hâlâ bir tutukluk göze çarpmaktadır. Sanki bu eylemleri net bir şekilde kınarsa hükümetin yürüttüğü lafta “anti-terör” kampanya şarlatanlığına alet olmuş gibi bir duygu olabilir bunun nedeni. Doğrusu bu kadarını anlayabilirim ama terör kampanyasını diktatörlüğün örgütlediği ve yürüttüğü gerçeği apaçık ortada duruyorsa bu konuda sakınımlı ve çekingen bir tutum takınmak bir ölçüde düşmanın oyununa gelmek, en azından düşmanın oyununu bozmakta tutuk davranmak anlamına gelir. HDP, bu noktada iktidarın oyunlarını bozguna uğratacak daha net bir tutum takınmalıdır. PKK’ye ne kadar ateşkes ve savunma taktiği öneriyorsam HDP’ye de o ölçüde oyunları boşa çıkaran bir politik saldırı taktiği öneriyorum.
CHP ne yapıyor allah aşkına? Gerçekten bir koalisyon ortaklığı umut ediyor olabilir mi? Sanmıyorum. CHP, bir yandan yanı başındaki ulusalcıların ve MHP’nin baskısıyla (Ulusal Kanalın, CHP’li milletvekillerini, “neden HDP’nin kapatılmasına karşı çıkıyorsunuz” diye sigaya sekmesi; Bahçeli’nin “HDP’li rolü oynayan CHP’lilerden” söz etmesi boşuna değildir) HDP’nin yanında gözükmekten çekinirken bir yandan da ılımlılığa prim vereceğini sandığı kamuoyuna ılımlı bir görüntü vererek puan toplayacağını düşünüyor bence. Özgürlüklerin böylesine tehlike altında olduğu, ülkenin göz göre göre bir iç savaşa sürüklendiği, devlet ve hükümet kaynaklı provokasyonların alıp başını gittiği bir dönemde ılımlılık oyunu sadece ve sadece provokatörlerin elini kolunu serbest bırakır.
Bir fizik kuralıdır. Soğuk havaya ılık hava katarsanız, ortalık ılınmaz, sadece ılık hava soğuk hava tarafından emilir; keza sıcak havaya ılık hava kattığınızda ortalık serinlemez, sadece ılık hava sıcak hava tarafından soğurulur.
Soğuğu ancak sıcakla kırabilirsiniz. Sıcağı da soğukla. Yani ılımlılık, var olmamaya ya da yok olmaya eşittir.
Gün Zileli
31 Temmuz 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Erken seçim AKP için “Kaybet-Kaybet” oyunu olacaktır. CHP ve HDP hızla yükseliyormuş … MHP ise daha şimdiden 4 puan kaybetmiş… Bugünün iç açıcı kamu oyu yoklaması ancak bu olabildi !!!!
HDP, terör eylemlerine karşı sesini daha gür bir şekilde yükseltmelidir.
Tamam da bu tam da AKP nin HDP en istedigi bir sey!
PKK diyorki yerel birimlerimiz iki polisi vurdu sen hala yok ya bu MIT in isi diyorsun. Adamlar napsin bir de olay yeri zabiti mi tutsunlar!
PKK ve Öcalan ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum. AKP ile ne tür bir zeminde hareket ediyorlar, yorumlarsanız sevinirim. Yazıda aradığım bir noktaydı.
Zeminleri, “Barış sürecini” AKP ile kotarmak. HDP bu paradigmayı bozdu. Şimdi birlikte HDP’yi ortadan kaldırmya çalışıyorlar. Tabii ki, burada liderlik hırslarını da küçümsememek gerekir.
AKP bunu hiç mi hiç istemiyor. Eğer isteselerdi, Demirtaş’ın terör olaylarını kınayan beyanlarını örtbas etmezlerdi. Onların istediği tam da PKK eylemleri karyısında susan bir HDP. Böylece onu kıskıvrak yakalayacaklarını düşünüyorlar. Öte yandan PKK sorumsuz davranmaya devam ederse AKP ile işbirliği yaptığını zımnen kabul etmiş olacak. Evet, ben olsam her türlü silahlı eylemi durdurur, sadece özsavunmaya çekilirim. Bugün her silahlı eylem AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor.
Bu yazı kaç gündür yarım yamalak facebook ‘ta dile getirmeye çalıştığım düşüncelerimin kapsamlı ve derli toplu analizi gibi olmuş…yüreğinize sağlık hocam..
Bir hafta oldu bütün tv’lerde,sosoyal medyada konuşulan iki şey var.Erdoğan ve pkk..
Bizimi sorunumuz pkk mı pkk’nın varlık sebebi olan kürt halkının demokrasi,özgürlük ve hak talebimi?
Bu noktadan konuşan gerek ak devlete gerek te halklara çağrı yapan ve sorunun öznesinin kürt halkı olduğunu dile getiren bir tane aydın görmedim..
Ak devletin istediğ tam olarak budur, gündeme pkk’yı yerleştirerek savaşı kızıştırmak.
Ayrıca hdp nin pkk ya rest çekmesi hem imaknsız hemde akıllıca değildir..Çünkü hdp olmadan bu sorun çözülmez..Burada akılsızlık yapan iki unsur var birisi daha düne kadar ”dağdan inin hakkınızı siyasette arayın” diyen ama ne hikmetse bugün bu siyaseti yok etmek isteyen cb..Diğeri ise ya gizli ajandası olduğu için farklı davranan yada akılsızlığından dolayı sazan gibi savaş çığırtkanlığı yapan pkk..
Bence samimi olanlar ve dürüst olanlar özellikle bugünlerde bu sorunun öznesi olan kürtlere ve haklarına daha çok vurgu yapmalılar..
pkk bugün yok edilse bile bu sorun var olmaya devam edecek….Ve devlet bu sorunu çözmek yerine bu sorunla siyaseti ve halkı dizayn etmye devam edecektir…Saygılarımla.
Hadi bakalım sayın Zileli ve sayın Ogürsel,
Sitenin domain masraflarını bir saniye bile aksatınca; hiçbir şey yazamaz oldunuz, ortada dımdızlak kaldınız değil mi!
“Yok yaaa! Olur mu öyle şey! Dostlarımızın siteleri var! Ayrıca; Facebook var! Twitter var! Onlar da yoksa; Mehmet Akif Ersoy’un yaptığı gibi; kağıt bulamazsak biz de duvarlara yazarız yazımızı!” diye ağlamayın bize!
Sizlere boşuna haykırmıyoruz:
“Kapitalizm”i hep ikinci plana attığınız müddetçe sesiniz hep kısık çıkmaya devam edecek! “Parasını ödemezsen; sana site mite yok!”
Eğer bu yazılanları sayın Ogürsel; yine binbaşı Bacaksız’a, yime Kirov’a bağlarsa, yine bizleri “diyalektiği bilmemekle” suçlarsa hiç şaşırmayacağım!
Gün gelir, elektrik faturalarınızı ödyemeyecek duruma bile düşersiniz!
Siz ve sizin gibiler; “ekonomi”yi umursamamaya devam edin!
5 numaralı anonim yazar K.A. mı acaba? Benziyor.
K.A. ile kimi kastettiğinizi bilmiyorum ama şunları sizin de incelemenizi öneririm sayın Stendhal!
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
(Yorum No 25
27 Temmuz)
Sayın Ogürsel’e (ve bütün katılımcılara),
Bu sitede, birkaç sayfada aktardıklarınızla, bu sayfada aktardıklarınızı aşağıya tekrar koydum.
Toplu cevap babında her bir sayfada dağınık durmaması için; kapitalizmin en çok güven duyduğu, sözlerine tamah edilen bir düşünürün bir kitabından bazı bölümleri aktardıklarınızın altına yazdım.
Bahsettiğim düşünür; kapitalizmin hem bilimsel yönden, hem “hayat görüşü (weltanschauung)” yönünden dünyada sözüne dikkat kesilen isimlerinden biri!
Bir anarşistim.
Ne yazık ki:
Son 40-45 yıldır ama özellikle 2000’li yıllar itibariyle;
Kapitalizmi en ince kılcal damarlarımıza zerk eden bu düşünür gibi kişilere,
Kallavi “karşı çıkış”lar yapacak;
Ne bir vakur Marksist-Leninist, ne de bir vakur anarşist var!
Kahrolarak bir gerçekliği sizlere bildirmeye mecburum:
Marksist-Leninistler de, anarşistler de;
Eğer:
En temel kişiler olan Karl Marx, Mikhail Bakunin, Peter Kropotkin, Pierre-Joseph Proudhun, Henry David Thoreau, Emma Goldman vb.’lerinin gözlemleri, sözleri ve kitapları arasında, tekrar üzerine tekrar yaparak boğuluyorlarsa ölmüşüz de ağlayanımız yok!
Mesela sayın Gün Zileli:
Hâlâ Stalin’in hayatta olduğunu zanneden neredeyse bir zavallı!
Hâlâ 1970’ler Türkiye siyasetinin hiçbir değişikliğe uğramadan bugün de devam ettiğini zanneden neredeyse bir zavallı!
Hâlâ geçmişle hesaplaşmaktan (adeta mazoşizmin bir veçhesi gibi!) bıkmayan neredeyse bir zavallı!
Yazılan diğer yorumlara, görüşlere bakıyorum; hâlâ “geçmişe çakılıp kalmak”, geçmişi tekrar üzerine tekrar tüm hızıyla devam ediyor!
Hâlâ geçmişin retoriğinde boğulmaktan; yukarıdaki vahşi kapitalist gibilere ders verecek fikirler, görüşler üretemiyorsunuz, üretemiyoruz!
Haykırdığımız şey:
“Geçmişi artık unutun, ona asla bakmayın!” DEĞİL!
Haykırdığımız şey:
Başınızı kaldırıp, şu kapitalistlere ders verin artık!
“Konformizm”inizden kurtulun artık!
2015 ve sonrası için Marksist-Leninistlerin de, anarşistlerin de söyleyecek birşeyleri olsun artık!
Yazık!
Fikret Başkaya: Varlığını katliamlara borçlu olan bir devlet!
http://www.gunzileli.com/2015/07/22/fikret-baskaya-varligini-katliamlara-borclu-olan-bir-devlet/
22 TEMMUZ – YORUM NO 2
Katliamı yalnızca Osmanlı ve TC mi yaptı?
Bu bakış açısı çözüme ait bütünü gözden kaçırtır.
Anımsadığım kadarıyla yazıyorum.
1500′lerden sonra, LAtin Amerika yerlileri katliamı, Alevilerin katliamı, Afrika’daki köle ticaretine ait katliamlar, Hindistandaki İngiliz Emperyalizmi.. Çin’deki katliamlar. ABD’de Kızılderili katliamı.. Fransa’da San B. katliamı..
.. Ve geçen yüz yıl.. Kronştad katliamı; Stalin’in çoklu katliamları.. Hitler’i geçtik! PKK katliamları da anımsanmalı.. (son 4-5 seçimde oyumu Kürt partilerine versem de bunu anımsatırım…)
Ruanda.. vd……….
***
Katliam zihniyetini iyi tanımak için yerelde sıkışıp kalmamalı! İktidarı eline geçirme ve sürdürme zihniyeti katliamı zorunlu kılar. Her totaliter siyasal ideoloji katliam yapar! TC Kemalizmi de totaliterdi.. RTE düzeni de…
Osmanlı ve TC özel olarak suçlu değil, insanlığın aczinin suç ortaklarıdır… Özellikle suçlu değil, “sıradan” suçlulardır.
Her milliyetçi ve dinci ideoloji katliama yatkındır…
Ve Kürt İsyancılarının haklılığı da milliyetçi, totaliter zihniyetten uzaklaştıkça saygıya değer olacaktır. Bu yolda çaba harcıyorlar, umarım başarırlar…
22 TEMMUZ – YORUM NO 4
http://www.ilkav.org/web/makale-98-darbeler-cumhuriyeti.html
Adreste ne çok saçmalıklar var… Bu yazı, hala gerçekle yüzleşmekten kaçan şaşkın bir zihnin ürünü.. Acıklı olan modernitenin yaptığı bilinç ile dinsel inancına dayanarak kalkıp moderniteyi eleştirme garabeti…
aktaran arkadaşa özetle yazmak istiyorum..
her iddiasını da yanıtlarım…
şimdilik şu kadarını söylemeliyim…
İbrahimi dinler 3000 yıllık.. geldikleri yer de burası…
İslamiyet 1400 yıllık.. Hala “olmamışsa” olamayacaktır! 1400 yıl onlarca toplumda onlarca model denendi! Olmadı ise bu “teoride” bu “ideolojide” büyük sorunlar vardır.. Olmuyor kardeşim! Olmuyor.. 1400 yıl her çeşidi denendi… Olmuyor.. “Gül hatırınız” için bir 1400 yıl daha mı istiyorsunuz? Yazık değil mi bize!
Bak.. Marksizmden 150 yılda vaz geçildi.. Teoride hata vardı…
Siz de vazgeçin.. 1400 yıllık deneylerin sonuncusu IŞİD… Israr ettiniz ve bakınız.. gelinen yer IŞİD..
Yeter…
25 TEMMUZ – YORUM NO 8
“Kapitalizm devletsiz olamayacağına göre kapitalizmi yıkmak için önce devleti yıkmak gerekmez mi?”
Gerçek, saf Kapitalizm devletsiz var olabilir! Oldu da! MÖ 4-7 bin yıllarında devletsiz Kapitalizm vardı!
Devleti Kapitalizm kurdu!
Artık ürün devlet kurdurdu… İlk devlet Sümer .. Bu sebeple oldu.. Artık ürün sömürü ve devleti oldurdu…
Modern Kapitalizm bu arkaik Kapitalizm’in üst versiyonudur.
Ve Kapitalizm-bencillik-yaşama savaşı sonunda uygarlıklar kurdurdu…
1750 sonrası insan “türünün” artış oranları Modern Kapitalizmin “iyi” olduğunu kanıtlar!
Gezegene verdiği zarar, öngörülen insan hayatına dair felaket senaryoları da Kapitalizmin artık “kötü” olduğunu kanıtlar…
Osmanlı’yı yüzlerce yıl ayakta tutan Din temeli yağmacılık “iyi” bir şeydi! 19. yy. a dek! Sonra “kötü” oldu!
Ve bunu bile anlayamayan bir iktidarın cehalet dünyasında yaşıyoruz..
Diyalektik…
İyi ya da kötü sonsuza dek “iyi” ya da “kötü” değildir.. Birbirlerine dönüşür…
25 TEMMUZ – YORUM NO 10
9 a .. bunlar klasik bilgiler.. Bu konuları yazdığım yazılarda dipnotlarda var. C. Ponting..Dünya Tarihi..G. Childe..
Toprakta özel mülkiyet.. hayvan evcilleştirme.. artık ürünler.. takas.. ticaret… Daha devlet yok…
Ekonominin belli bir evresinden, artık ürün ile Devlet başlıyor.. MÖ 3000 yıllarında ilk devletler ortaya çıktı. Sümer Mısır.. bu bir anlamda 3-4 bin yıllık Neolitik Devrim sürecidir… Bu 3-4 bin yılda … üretimdeki gelişmeler..
Özel mülkiyet, ticaret… ve sonra Devlet…
Karartmaya Karşı…
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
24 TEMMUZ – YORUM NO 11
devrimciler………
Sorun şu..
ne’yi devirmeleri gerektiğini, yerine ne koyabileceklerini biliyorlar mı?
Yerine koyabileceklerini bilmedikleri gibi, nasıl ve kimle bu işi kotarabileceklerinin hesabı var mı?
Darbe ile Devrim arasındaki farkı görüyorlar mı?
Devrim kitlelerle yapılır…
Kitlesiz devrim kitleleri katlederek yol alır… Alamaz.. Kan içinde boğulur…
19 yaş zekası ile devrim yapılmaz…
Günümüzün “gerçek dışı” devrim hayallerinin 100 katı “somut” olasılıkla yaşandığı 1960-70 lerin insanlarına karşı ileri-geri konuşanlar muhtemeldir, çoğu, bir kaç yıl sonra “düşmanının” eteğine tutunacak..
Bunlar yaşandı… Ve “mangalda kül bırakmayanlar” o mangalın etlerini “o adamlara” serviste yarışacak…
*
Kuşkusuz Devrim olacak… Ama bu bir kaç ömür sürecek… Şahsen nema beklemeyenlerin bu umuru değil ama diğerlerinin haberi olsun!
ŞİMDİ O KAPİTALİST DÜŞÜNÜRÜN KİTABINDAN ALINTI:
GELECEĞİN KISA TARİHİ
Asya, insanı arzularından kurtarmayı düşünürken; Batı alemi, arzuları gerçekleştirme özgürlüğünü insana sağlamak dileğindedir.
Evrensel 3 ders:
1. Bir süper güç bir rakibin saldırısına uğradığı zaman, kazanan çoğu kez bir üçüncü güçtür.
2. Yenen çoğu kez yenilenin kültürünü benimser.
3. Belli başlı varsıllıklar halâ “doğu” da kalsa da, yeryüzündeki iktidar “batı”ya doğru yer değiştirmeye devam etmektedir.
12. yy’da Avrupa’nın en büyük kenti ve Hilafetin başkenti “Cordoba”dır; orada Arapça konuşulur, Yunanca düşünülür ve Latince, Arapça ya da İbranice dua edilir.
Cordoba’ya dünyanın dört bir yanından varsıllıklar akar: Afrika’nın altını, Asya’nın baharatı, Avrupa’nın buğdayı.
Halifenin kitaplığındaki kitapların sayısı, Avrupa’nın tüm kitaplıklarındaki toplam kitap sayısından fazladır.
Cordoba’da; Ömer Hayyam’dan Maimonides’e (İbn-i Meymun), İbn-i Rüşt’e (Averroes) kadar, sıradışı, yaratıcı bir seçkinler kitlesiyle karşılaşılmaktadır.
Cordoba’nın bu en güçlü kent konumu; 1148’de Fas’tan gelerek bölgeyi ele geçiren “Muvahhidler”in emirlerinin, katı din inanışıyla, Yunan düşüncesinin araştırılmasını yasaklamasına ve Yahudilerle Hristiyanları kovmasına kadar sürer.
“Bilim kapılarını kapatmak” sonucuyla ticari düzenin yönetimini elde tutma imkânını da yitirerek inişe geçer.
BİR “ODAK”TAN ÖTEKİNE
Ticari düzen; “paranın dili”ni konuşur.
Bu düzen; “yeni” olan her şeye duyduğu zevk ve “keşfetmek” tutkusuyla kimlikleşen bir yaratıcı sınıfın (armatörler, üreticiler, tacirler, teknisyenler, finansçılar) toplandığı bir tek merkez, bir tek “odak” etrafında örgütlenmekte ve rekabet etmektedir. Taklit, katılık, kuvvet, yönlendirmecilik, korumacılık, kambiyo denetimi onların silahlarıdır; bir “kriz” veya “savaş”, bir “odağın” yerine bir başkasını geçirene kadar.
Bugüne dek “Ticari düzen” dokuz ardışık biçim geçirdi:
1. Brugge (1200-1350) Ticari Düzenin Öncülleri (Kıç Dümeni),
2. Venedik (1350-1500) Doğu’nun Fethi (Karavel Gemisi),
3. Anvers (1500-1560) Matbaanın Zamanı (Basım),
4. Cenova (1560-1620) Vurgun Sanatı (Muhasebe),
5. Amsterdam (1620-1788) Filinta Tekne Sanatı (Filinta Gemisi),
6. Londra (1788-1890) Buharın Gücü (Buharlı Makine),
7. Boston (1890-1929) Makinelerin İstilası (Pistonlu Makine),
8. New York (1929-1980) Elektriğin Zaferi (Elektrikli Makine),
9. Los Angeles (1980-?) Kaliforniya Göçerkonarlığı (Mikroçip)
1. BRUGGE (1200-1350) TİCARİ DÜZENİN ÖNCÜLLERİ (KIÇ DÜMENİ)
12. yy sonunda; mola veren tacirler, başkaldırmış köleler ve topraklarından kovulmuş serfler, kıtanın en mükemmel tarım arazilerine sahip olan bu yörede toplanır.
Feodalizmin dışında kalan bu bölgede;
Üretim fazlasına el koyan bir “monark” yoktur,
Kölelik, emek gücünün tamamını eline almamıştır,
Yeni bir yaratıcı sınıf, burjuvazi; kârları sahiplenmek üzere, emekten tasarruf eden yeni bir bilinci ve tekniği hayata geçirir.
Topraktan birden fazla ürün almak, yük hayvanlarını omuzdan koşumlamak, su değirmeni, çamaşır tokaçlamayı mekanikleştirmek gibi teknik gelişmeler; gıda üretiminin yavaş yavaş sanayileşmeye başlamasına imkân verir.
“Dolaplı kıç dümeni” buluşu, gemilerin kolay yönlendirilmesini sağlar.
“Gücün” yerini “para”,
“Köleliğin” yerini “ücret”,
“Anıtsal inşaatların” yerini “yatırımlar”,
“Zabıtanın” yerini “ticaret” alır.
Dokuma makineleri,
Kentli nüfusun artışı,
Kredi ihtiyacı,
Ve bankacılık sistemleri ortaya çıkar.
Brugge; 35.000 nüfusuna rağmen, en dinamik liman ve “kapitalizmin ilk biçiminin odağı” hâline gelir. Veba salgınının (1348) Avrupa’nın 1/3′ünü yok etmesi ve Brugge’ün kumlar tarafından istilası, odağın Venedik’e geçmesinin yolunu açar.
2. VENEDİK (1350-1500) DOĞU’NUN FETHİ (KARAVEL GEMİSİ)
Brugge gibi Venedik’in gücü de “yokluk”tan doğar. İtibarını meydan okuyuşundan sağlar; şatafatı küstâhlığından peydahlanır.
Haçlı seferleri sırasında (11. yy) çaldığı Yahudi paraları ve Almanya’da çıkarılan gümüşün gelişini kolaylaştıran bir yol, 300 tonluk son derece güvenilir gemilerini (Karavel) inşa etmesini ve silahlandırmasını sağlar.
Avrupa’nın yüzyıl savaşlarıyla ve veba ile tükenmesi sırasında ticaret, sanat ve eğlence merkezi olmaya başlar; Venedik’teki yaşam düzeyi Paris ve Londra’dakinin 15 katıdır.
Avrupa’nın ticaretine ve parasına hakim olan kentin hizmetindeki “kılıcın ucundaki uygarlaştırıcılar” addedilen denizciler, kaşifler, araştırmacılar için dünya; bir serüven alanı hâline gelir.
Diğer odaklar gibi Venedik de teknolojik yeniliklerin merkezi değildir. “-Odak-; icat etmez, saptama yapar, kopya eder, başkalarının fikirlerini hayata geçirir.” (Teknolojiyi kullanırken “bilim”den uzaktır.)
1450 sonrasında, nüfusu kalabalıklaşan, fazlasıyla zenginleşen, eğlenceye düşüp hantallaşan Venedik; gümüşün azalması ve Türk baskısı altında bunalmaya başlar.
“Sevilla” 3. odak olmaya aday durumda olmasına rağmen, Amerika’dan çaldıklarını tembelce tüketmesi, daha da beteri; Yahudileri ve Kuzey Afrikalıları, yani yaratıcı sınıflarını kovması nedeniyle bu fırsatı kaçırmıştır.
GELECEK İÇİN DERS #1: Yabancı seçkinlere açılmak, başarının koşullarından biridir.
3. ANVERS (ANTWERPEN) (1500-1560) MATBAANIN ZAMANI (BASIM):
Anvers, 1450 sonrasında, “doğu”dan gelen baharat ve Avrupa malları ticaretinin en önemli limanlardan biridir; borsa, sigorta, finans alt yapısı bulunmaktadır.
GELECEK İÇİN DERS #2: Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan finans ve sigortacılık, ticari gücün başlıca boyutunu oluşturur.
Aynı zamanda Almanya 1455’de yeniden keşfedilen (ilki Çin’de) “hareketli matbaa harflerinin” ilk sınai kullanıcısıdır.
“Kitap”; seri hâlde üretilen “ilk gezgin nesne” hâline gelir.
Yeni yönetici sınıflar bu keşfin kolaylaştırdığı; ifade özgürlüğüne, bireyciliğin ve aklın gelişimine, Yahudi-Yunan idealinin yaygınlaşmasına ihtiyaç duyduğu ölçüde, matbaa da baş döndürücü bir başarıya ulaşır (1500’de Avrupa’da 20 milyon basım yapılmıştır.)
Bu gelişme;
Kilise tarafından sansürlenen “Yahudi-Yunan-Arap mirası”nın öğrenilmesini,
Rahiplerin söylediklerini Kutsal Kitap’ın tastamam içermediğinin anlaşılmasını,
“Bilgi”nin o güne kadar halklardan özenle gizlendiğinin ortaya çıkmasını sağlar.
Kutsal Kitap’ın yerel dillere çevirileri ile kilisenin “Latince hegemonyası” yıkılır.
GELECEK İÇİN DERS #3: Merkezileştirici olduğu zannedilen yeni bir iletişim teknolojisi, yerleşik iktidarların acımasız düşmanı olarak belirir.
Luther:
Kutsal Kitap çevirisini kendi çevresine okutur,
Papalığın yozlaşmışlığına başkaldırır ve Kilise & Roma-Cermen imparatoruna karşı Alman prenslerle ittifak kurar;
Protestanlık böylece milliyetçiliğin hizmetine girerek “ulusların çağı”nı başlatır.
Başlıca Alman bankerlerin “Anvers”e yerleşmesi, Amerika’dan gemiler dolusu gümüşün gelmesi; kentin “odak” hâline evrilmesinde önemli etkenlerdir.
Zamanla gümüşün aşırı bollaşmasıyla değerinin azalması ve Hollanda ile İspanya arasında vuku bulan din savaşları, deniz ticaretini sekteye uğratarak kentin önemini azaltır; daha pahalı ve çekici hâle gelen “altın ticareti”nin ve finansın merkezi “Cenova” bir sonraki “odak” olur.
4. CENOVA (1560-1620) VURGUN SANATI (MUHASEBE)
Anvers için “matbaa”,
Venedik için “gemiler” ne idiyse,
Cenova için de “muhasebe” odur.
Ekonomi düzeni için bir devrim olan “kâr-zarar muhasebesi”ni icat ederler ve güçleri buradan kaynaklanır.
Floransa’nın ticaret ve dokumasını finanse eden ve bir kısmı Yahudi kökenli olan Cenovalı bankerler, altın piyasasının efendileridir ve Avrupa krallarının & prenslerinin askeri operasyonları için borç kaynağıdır.
Atlantik’i kontrol eden İspanya’nın büyük armadasının yenilmesi ve Amerika’dan gelen altın yollarını yeniden Hollandalıların kontrollerine almasıyla; “odak” bir daha geri dönmemek üzere Akdeniz’den uzaklaşır ve Atlantik’e, ilk önce de “Amsterdam”a geçer.
Bu dönemde müthiş ilerleme kaydetmiş olan Hollanda’nın elindeki “Birleşik Eyaletler kentleri”ndeki yaşam düzeyi artık Fransa, İspanya ve İngiltere’dekinin 5 katına ulaşmıştır.
5. AMSTERDAM (1620-1788) FİLİNTA TEKNE SANATI (FİLİNTA GEMİSİ)
Avrupa giysi imâlâtı ve kumaş boyamacılığının merkezi durumuna yükselmiş olan kentte icat edilen, seri imâlâtla üretilmeye başlanan ve beşte bir mürettebatla idare edilebilen “filinta gemisi”; Amsterdam’ı “beşinci odak” hâline getirir.
Son derece iyi silahlandırılmış gemiler, deniz kuvvetlerini diğer ülkelerle kıyaslanamayacak bir boyuta ulaştırır; filo, Avrupa’nın tamamından 6 kat büyük yük taşıyarak Baltık’tan Latin Amerika’ya kadar, denizlerdeki denetimi ele alır.
Sonrasında geliştirilen “Hindistan Kumpanyası”, “borsa” ve “Amsterdam Bankası”; deniz gücünü mali, ticari ve sınai hakimiyete dönüştürür.
İspanya’dan kovulan Yahudiler gibi çok sayıda yabancıya kucak açılarak “entelektüel ve kamusal yaşam” geliştirilir; 300.000 nüfusa ulaşan bölgede kişi başı gelir Paris’in 4 katı iken, Fransa’daki kıyım sonrası kaçıp gelen “Protestan Huguenot”lar ile bu fark daha da büyür.
Protestanlığın özgür düşüncesi,
“Desiderius Erasmus”,
Ve “Baruch Spinoza”; dönemin sembolleridir.
Gelişen Fransız donanması, gemi inşasında kullanılan ağacın tükenmesi, pahalılık nedeniyle ücretlerin yükselmesi toplumsal çatışmaları büyütür; armatörlerin ve finansçıların daha dinamik ve güvenli hâle gelen “Londra”ya geçmesine neden olur.
GELECEK İÇİN DERS #4: Hiçbir imparatorluk, ebedi gibi görünse de, sonsuza kadar süremez.
6. LONDRA (1788-1890) BUHARIN GÜCÜ (BUHARLI MAKİNE)
İlk deniz kronometresini icat edip, gemilerinin okyanuslarda konumlarını daha iyi belirleyebilen, yolculuk süresini kısaltan ve deniz hakimiyetini artıran İngiliz donanmasının başta “Doğu Hindistan Kumpanyası” olmak üzere sömürgelerinden elde ettiği çok ucuz hammaddeleri (Hindistan’da yeni bulunan pamuk en önemlisi) işleyip pahalı ürün olarak satması, Londra’nın “6. Odak” olmasının ana nedenidir.
Avrupa’nın savaşlarla kan ve ateş içine düşmesi, oradan kaçanların “Adam Smith” ve “John Locke”un piyasa demokrasisinin temellerini attığı Londra’ya gelmesi; bu kentin iktidarı ele almasına yol açar.
Yeni enerji arayışında, topraktan henüz azadeleşip ticarete atılmış olan yeni İngiliz burjuvazisi Fransız “Denis Papin”in icat ettiği buhar makinesine yönelir ve bu makineyi daha da geliştiren “James Watt”, kömürün bu makine ile çıkarılmasına ve sonrasında pamuk ipliği üretiminin 10 kat artmasına öncülük eder.
Deniz gücüyle gelişen ülke, “George Stephenson”un icat ettiği “buharlı lokomotif” ile kara taşımacılığında da devrim yapar.
Fransa bu dönemde dünyaya özgürlüklerden söz ederken; etkili bir deniz gücüne, önemli bir limana, yabancı seçkinlere karşı açlığa ve sanayi makinelerine yönelik bir meraka sahip değildir.
GELECEK İÇİN DERS #5: Yeni varsıllık aramaya zorlayan şey “yokluk”tur. Az bulunurluk, hırslı kişiler için bir lütuftur.
GELECEK İÇİN DERS #6: Bir teknolojinin kimin tarafından icat edildiği önemli değildir. Önemli olan onu işler hâle getirecek “kültürel ve siyasi” konumda bulunmaktır.
İngiltere’de 1825’de tarım katma değerini aşan sınai üretim, aynı niteliğe;
Prusya’da 1865’de,
A.B.D.’de 1869’da,
Fransa’da ise 1895’de ulaşabilecektir.
İngiltere’nin demokrasisi de piyasası ile birlikte gelişir: Oy verme hakkına sahip olan burjuvaların sayısı yavaş yavaş artar.
İlk kez bir ticari odağın imparatorluğun odağı hâline gelmesi,
“Dickens”,
“Marx”,
“Darwin”,
Ve “Turner”; dönemin sembolleridir.
GELECEK İÇİN DERS #7: Yetkeci devlet piyasayı yaratır, piyasa da demokrasiyi.
Prusya, Fransa ve A.B.D.’nin rekabetinin baskısı ve borsa vurgunu (şişme-balon) banka iflaslarına yol açar.
Londra odak olma vasfını; tamamen tacirlerin belirlediği bir piyasa olan, milyonlarca belleksiz mülteciye kapılarını açan ve Kaliforniya altınlarıyla zenginleşen A.B.D.’ye devreder.
GELECEK İÇİN DERS #8: Bir kez daha, egemen finans merkezinin iflası bir “odak”ın sonunu onaylar.
7. BOSTON (1890-1929) MAKİNELERİN İSTİLASI (PİSTONLU MAKİNE)
Yeni enerji kaynağı “petrol” ve “pistonlu-patlamalı motor” temelinde üretilen otomobil, odak hakimiyetini Boston’a verir.
Yine bu icadı yapan Fransızlar (A.B. de Roshas), tren ulaşımına geçmiş olmalarının yavaşlığı içinde, trenden uzak A.B.D.’nin otomobile açlığının yol açtığı üretim talebinin ve “Ford”un geliştirdiği seri üretim sisteminin gerisinde kalırlar.
Avrupa’nın üçte birinin (özellikle Püriten protestanların) göçüyle Boston’da oluşmuş olan süratli ticaret ve rekabet ortamı, burayı A.B.D.’nin ilk önemli ihracat limanı hâline getirmiştir.
1928 yılında, “yedi kız kardeş” diye anılan petrol şirketlerinin oluşturdukları kartelin benzin fiyatlarını artırması, otomobil üretimini çökertir; 1929 “büyük kriz”ini başlatır ve yükselişe geçmiş olan “8. Odak”ın yolunu açar.
Yedi kız kardeş:
Anglo-Persian Oil Company (günümüzde “BP”) – İngiltere
Gulf Oil (günümüzde “Chevron”) – A.B.D.
Royal Dutch Shell – Hollanda & İngiltere
Standard Oil of California (SoCal) (günümüzde “Chevron”) – A.B.D.
Standard Oil of New Jersey (Esso) (sonra “Exxon”, günümüzde “ExxonMobil”) – A.B.D.
Standard Oil Co. of New York (Socony) (sonra “Mobil”, günümüzde “ExxonMobil”) – A.B.D.
Texaco (günümüzde “Chevron”) – A.B.D.
8. NEW YORK (1929-1980) ELEKTRİĞİN ZAFERİ (ELEKTRİKLİ MAKİNE)
Yaklaşık elli yıldır gelişmekte olan elektrik motoru (1889-Nikola Tesla-Avrupa) ve elektrikli ev araçları üretimlerinin patlaması New York’un öncü olmasını başlatır; seri üretim herkesin satın alabileceği bir ticareti hayata geçirir (1930’da Amerikan konutlarının %80’inde elektrik vardır.)
GELECEK İÇİN DERS #9: Toplumsal açıdan zorunlu bile olsa, bir yeniliği genelleşmesinden ayıran süreç her zaman yarım yüzyıl çevresinde dolaşmaktadır.
Elektrikli araçların gelişmesi bir çok alanda çalışan insanların yerini almaya başlar ve işsizlerin sayısı artar. Bu yeni üretim sistemi Avrupa’ya geçerek, rekabeti artırarak yayılır.
Faşizmin yükseldiği dönemde sanayi üretiminde A.B.D., İngiltere ve Fransa’dan belirgin şekilde önde olan Almanya emek gücüne, hammadde, petrol ve toprağa her zamankinden daha fazla gereksinim duymakta ve Kafkasya’daki petrol kaynaklarına ulaşmak için savaşı kaçınılmaz olarak görmektedir.
2. Dünya Savaşı; A.B.D.’nin üretim ve teknolojiye hakim olmasının önünü açar.
Savaş sonrasında gelişen “radyo” ve “taşınabilir müzik aletleri”, gençlere ebeveynlerinden uzakta eğlenme ve cinsel özgürleşme şansı sağlar; bu bir devrimdir: “Rock” ve “Caz”, genç insanların; tüketim, arzu ve başkaldırı evrenine girişlerinin haberini verir.
GELECEK İÇİN DERS #10: Teknoloji ve cinsellik arasındaki bağ, ticari düzenin dinamizmini yapılandırır.
Tüketime yönelik kurumların (banka, sigorta, reklam, pazarlama) sayısı hızla artar ve 20 yıl (1954-73) içinde alınan krediler 5 katına çıkar.
Üstünlüğü korumak için askeri, gettolarla baş etmek için polisiye harcamalar çok yükselir; sermayenin verimliliği azalmaya başlar ve üretim öncülüğü yitirilir.
Üretimde öncü duruma gelen Tokyo’nun odak olması, dünya seçkinlerini kendisine çekememesi ve bireyciliği desteklememesi nedeniyle gerçekleşmez.
Kaliforniya’da yükselen yeni teknolojik dalga (Silikon Vadisi: Mikroçip), kitlesel otomatikleşmenin ve “Los Angeles”in önünü açar.
9. LOS ANGELES (1980-?) KALİFORNİYA GÖÇERKONARLIĞI (MİKROÇİP)
Yeni odak; “Los Angeles” ile “San Francisco” arasında uzanan, 35 milyon kişinin yaşadığı, mikroçip, cep telefonu, bilgisayar, otomatizasyon, yazılım ve enformasyonun, yani göçerkonar nesne ve insanların merkezi “Kaliforniya”dır (bağımsız devlet olsaydı dünya ekonomisinin 6. ülkesi olacaktı.)
A.B.D.’de bilim ve mühendislik alanında diploma sahibi olanların 2/3’ü Asya kökenli kişilerdir ve Asya odak olmaya yaklaşmaktadır.
SONUN BAŞLANGIÇLARI
9. Odak’ın sonu şimdiden görülmektedir:
Çok daha az kişisel tasarruf yapılabilmekte (1980’de %10, 2006’da %0.2),
Ücretliler giderek daha fazla borçlanmakta,
Kredi borcunu ödeyemeyenler artmakta,
Eşitsizlikler derinleşmekte,
Ücretliler Avrupalıların yarısı kadar izin kullanırken yılda 6 hafta fazla çalışmakta,
Beş çocuktan biri yoksulluk sınırı altında yaşamakta,
Milyonlarca insan sigortasız yaşamakta,
Ve üretimlerinin ana eksenini oluşturan “internet ürünleri” giderek daha fazla bedelsiz olarak mübadele edilmektedir.
Çelişkiler dünya ölçeğinde de giderek aşırı düzeylere varmaktadır:
İnsanlığın yarısı yoksul ve günde 2 dolardan az gelirle hayatta kalmaya çalışmakta; temiz içme suyuna, eğitime, krediye ve konuta ulaşamamaktadır.
Kalkınma hızıyla dikkatleri çeken Çin’in 500 büyük kentinin yarısında ne temiz içme suyu ne de kanalizasyon vardır ve Çinlilerin %90’ının emeklilik geliri ve sağlık sigortası yoktur.
Etiyopya’da %99.4 insan barakalarda yaşamakta; dünyada 200.000’den fazla gecekondu kenti vardır.
250 milyon çocuk (1/4’ü 10 yaşın altında) yasadışı olarak çalıştırılarak sömürülmekte, 10 milyonuna fahişelik-kölelik yaptırılmaktadır.
Kadınların durumu da çoğu yerde sefalet boyutundadır.
“Halk hareketleri”, “büyük ölçekli protesto akımları” ve “göçler” hızlanmaktadır.
Dinsel düşmanlıklar, milliyetçi motivasyonlar ve güvenlik harcamaları artmaktadır.
Yeni “odak”, sarsıntılar sonrasında ortaya çıkabilir; bu kısa tarih, geleceğin çerçevesini çizmeye ve olası felaketlere karşı alınabilecek önlemleri saptamaya yardım edecektir.
Ortada öylesine besbelli bir istikrarsızlık, öylesine aşırı bir karşılıklı bağımlılık var ki her başkaldırı, her yeni fikir, her türlü teknik gelişme, her bilimsel keşif DÜNYANIN YÖNÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR; sorunlar öylesine öngörülemezdir ki MÜMKÜN olan GELECEKLERİN SAYISI neredeyse SONSUZDUR.
Demokrasi ile piyasanın ortaya çıkmasından beri, GELİŞME BİR TEK YÖNDE İLERLEMEKTEDİR:
Yüzyıldan yüzyıla;
Siyasi özgürlük yaygınlaşmakta,
Arzular ticari ifadelerin mecrasına sokulmakta,
Köylüler kentlere yönelmekte,
Ve piyasa demokrasilerinin tamamı, geçici bir “odak” etrafında giderek genişleyen, iç-içe geçen, bütünleşen bir pazar hâline evrilmektedir.
YAKIN GELECEKTE;
İş bulmada ve iş yapmada rekabet çok daha sertleşecek,
İnsanlar kendilerini sürekli yenilemek ve yer değiştirmek zorunda kalacak,
Orta sınıf yeniden “proletarya kırılganlığı”na ulaşacak ve örgütlenecek,
“Daha iyi yaşama sanayisi” başlıca sanayi hâline gelecek,
“Çalışmak-Tüketmek-Eğlenmek” arasında ayrım yapabilmek zorlaşacak,
Tüketici borçlanmaları artacak,
“Kent merkezlerinden uzaklaşarak yaşama zorunluluğu” artacak,
“Geçici eş” ve “yalnızlaşma” konumları artacak,
Kentin tamamı “internet alanı” hâline gelecek,
Kitaplar üç boyutlu görüntülerle anlatılacak-dinlenebilecek,
Müzik giderek daha fazla teselli aracı hâline gelecek,
Uzaktan üç boyutlu konuşulacak,
“Hizmetçi robotlar” yaygınlaşacak,
Başka kıtadan sağlık, eğitim ve eğlence hizmetleri alınabilecek,
“Göçerkonarlık-Heryerdelik-Sanal Cemaatleşme” hâlleri yaygınlaşacak,
Yaşlanma, zorunlu ve gönüllü göçler artacak (25 yılda 1 milyar insan),
Mega kentler artacak ve belirleyici hâle gelecek,
Sürücüsüz ve kolektif mülkiyetli taşıtlar yaygınlaşacak,
Çok ucuz ürünler üretilerek en yoksul kesimler de piyasa ekonomisine sokulacak,
Ve tüm ticari sektörler koruma ve eğlendirme çevresinde örgütlenecektir.
Bugün İngilizce konuşulan ve bir Amerikan sömürgesi olan “7. Kıta: İnternet”, bir gün meydan okuyarak özerkliğine kavuşacaktır.
BU HIZLA TÜKETMEMİZ HÂLİNDE 40 YIL SONRA;
Avrupa ve Kuzey Amerika dışında ORMAN KALMAYACAK,
2030’da bile bugünün 2 katı karbon solunacak olması ve buna paralel; “küresel ısınma” ve “buzulların erimesi” insanlığı bekleyen EN BÜYÜK TEHLİKEDİR.
Aynı sürede KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SU MİKTARI YARIYA İNECEKTİR.
230 yıllık kömür, 70 yıllık doğalgaz ve 50 yıllık petrol rezervi bulunmaktadır.
Yakın gelecekte (2025), Washington siyasi başkent, New York finansal metropol olmayı sürdürürken, Kaliforniya da ülkenin “kültürel-teknolojik-sınai” merkezi, “odak” olmayı sürdürecek ve sonrasında belki de “odak” gerekliliği ortadan kalkacak; ve ticaret “odak”sız işleyecektir.
İLK GELECEK DALGASI: “HİPER-İMPARATORLUK”
2025’lerde çok merkezli ticaretin sürdüğü, görece güçlü bir kaç devlet tarafından belli-belirsiz eşgüdüm içerisinde tutulan ve efendisiz dünyanın yerini 2050’lerde DEMOKRASİSİZ BİR PİYASA alacaktır.
Yeni teknolojilerin sunduğu imkânlar sayesinde “devletsiz bir piyasa” çevresinde HİPER-İMPARATORLUK diye adlandırdığım şey başlayacak; “kamu hizmetlerini”, ardından “demokrasiyi”, sonra da “devletleri” ve hatta “ulusları” dağıtacaktır.
Tüketim nesneleri yine “göçerkonar nesneler”in uzantısı olacaktır:
Tıpkı;
Kültürü melezleşmiş,
Yaşam tarzı geçici,
Değerleri bireyci,
Ve
İdeali narsisist gibi.
Eğer SİGORTA ŞİRKETLERİ büyük şirketlerin kontrolünü ele geçirmeyi ve kendi normlarını devletlere dayatmayı başarırsa,
Eğer (ÖZEL) PARALI ASKERLER orduların yerini alırsa,
Eğer ŞİRKETLERİN BASTIĞI PARALAR başlıca dövizlerin yerini alırsa;
O zaman HİPER-İMPARATORLUK ZAFERE ULAŞMIŞ DEMEKTİR.
Futbol; hiper-imparatorluğa özgü “toplu yönetme biçimi”nin yarın nasıl olacağına, daha bugünden eksiksiz bir örnek oluşturmaktadır.
Gerçekten de, hiçbir uluslararası merci, “Uluslararası Futbol Federasyonu” kadar güçlü değildir. Muazzam gelirleri kontrol etmekte, kaynakları kullanma biçimi denetlenememektedir. Zürih’ten ilân ettiği en küçük bir kural değişikliğine, dünyanın öteki ucundaki en küçük kulüp bile uymak zorundadır. “Göçerkonar ve evrensel iş hukuku”, burada ulusal hukukların çok ilerisindedir. Lozan’daki “Uluslararası Olimpiyat Komitesi” için de aynı şey geçerlidir.
Hiper-imparatorluk, sonraları AŞIRI DENGESİZLİKLER ve BÜYÜK ÇELİŞKİLER içinde debelenen bir alem olacaktır.
Şeffaflık EŞİTSİZLİKLERİ daha görünür ve daha hoşgörülmez kılarken, sigortacıların baskısı altındaki sınai işletmeler, bir yandan azami verimlilik isterken, gitgide daha az risk alacaklar, ücretliler de beyhude yere gelir paylarının azalmamasını talep edeceklerdir.
Tüketiciler ve elbette seçmenler, fiyatların düşürülmesini isteyeceklerdir.
Kısa vadeye, dolayımsıza, eğreti olana, sadakatsizliğe giderek daha fazla öncelik tanınması, araştırmaların finansmanını ve vergi tahsilatını gitgide zorlaştıracaktır.
PARANIN ŞİDDETİNDEN SONRA, SİLAHLARINKİ GELECEKTİR.
İKİNCİ GELECEK DALGASI: “HİPER-ÇATIŞMA”
Piyasa yaygınlaştığı, farklılıklar eşitlendiği, bireyler özgürleştiği zaman, HERKES HERKESİN RAKİBİ hâline gelir.
Devlet zayıfladığında, şiddeti sınırlama ve gemleme imkânı da ortadan kalkar. Yerel çatışmalar çoğalır, kimlik/özdeşlikler sertleşir, tutkular çarpışır, yaşamların değeri kalmaz.
Bölgesel yeni güçler ve askeri ittifaklar ortaya çıkacaktır. Korsan ordular ve haydut orduları oluşacak ve kentlerin-ülkelerin kontrolünü ellerine geçirecek, birlikte yolculuk etmekten başkaca ortak yanları bulunmayan alt-göçerkonar kitleler tehditkâr hâle gelecek ve bu yapıların bazıları, devletlere, özellikle de demokrasilere karşı ittifaka girecektir.
Bu tehdit ve saldırılar karşısında, uluslar giderek daha çok sayıda, yaşamlarını tehlikeye atabilecek asker ve polise ihtiyaç duyacak (şimdiden A.B.D. ordusunun %5’i, vatandaşı olmayan göçmenlerden oluşmaktadır), paralı askerlik hizmeti veren işletmeler yaygınlaşacaktır (hâlen Afrika’da, hükümetlere ve işletmelere hizmet veren 100’e yakın askeri şirket vardır.)
Bu düzeni daha en az 20 yıl daha yönetecek olan A.B.D.’ye karşı her yerde halkların öfkesi yükselecektir; bir “odak”a duyulan nefret, odak gücünün doruğundayken değil, inişe geçmeye başladığı an zincirlerinden boşalır.
A.B.D.’ye ve ticari düzene karşı bir eleştirel koalisyon oluşacak, fakat bunların eleştirdikleri şeyin karşısına çıkaracakları bir önerileri olmayacaktır; yalnızca bazıları, teokrasiye dönülmesini önereceklerdir. Dinler arası gerginlikler artacak, çatışmalara öncülük edecektir.
Savaşlarda robotlar, kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılacak; “gri jöle” denilen ve bir toz zerresi boyutundaki nano-robotlar, kaçak denetim görevleri gerçekleştirecek ve düşmanların hücrelerine saldıracak, genetik silahlar bazı etnik gruplara yöneltilecektir.
Bir hedefin saptanmasıyla tahribi arasında geçen süre hiç mertebesine inecektir (bu süre 1990 Körfez Savaşı’nda 3 gün, 2003 Irak Savaşı’nda 5 dakikaydı.)
Bir yandan da piyasa demokrasileri (özellikle Avrupa) savaştan kaçınmak için, özgürlüğün alanını kendilerine düşman olabilecek kişilere de yaymayı deneyecek, “Jürgen Habermas”ın düşünü kurduğu; o barışçı ve itaatkâr, nükleer güçten arındırılmış “ulus-sonrası devletleri” yaratmaya çalışacaklardır.
Hiper-çatışmadan önce 4 tür çatışma patlak verecektir:
Kıtlık (petrol ve su) savaşları,
Sınır savaşları (özellikle Ortadoğu ve Afrika),
Nüfuz savaşları (ticari),
Korsanlar ve yerleşikler arasındaki savaşlar.
Hiper-çatışma sırasında her türlü silah hiç bir kural tanımaksızın kullanılacak ve TARİHİ YAZACAK HİÇ KİMSE KALMAYACAKTIR.
En azından ben buna inanmak istiyorum ki;
Hiper-çatışmanın oluşturduğu tehdit karşısında, demokrasiler, korsanları ve diktatörlükleri yenmek üzere yapabileceklerini son noktada yerine getirecek, DAHA ŞİMDİDEN İŞ BAŞINDA OLAN YENİ GÜÇLER; adil, dingin, birleşik ve kardeş bir dünya yaratmak üzere iktidarı ele geçirecektir.
ÜÇÜNCÜ GELECEK DALGASI: “HİPER-DEMOKRASİ”
Bu bilgilerden AKILCI olarak çıkarsanabilecek maddeler::
İklim istikrara kavuşturulabilir,
Su ve enerji kaynakları çoğaltılabilir,
Aşırı şişmanlık ve sefalet yok edilebilir,
Şiddete başvurmamak mümkündür,
“Herkes için refah” gerçekçi bir olasılıktır,
Demokrasi evrensel hâle getirilebilir,
İşletmeler ortak çıkara hizmet edebilir.
Hatta tüm farklılıkları korumak ve daha başkalarını yaratmak da düşünülebilir.
İnsan, iyi haberler üzerinde asla hiçbir şey inşa etmemiştir; hiper-çatışmayı önlemeye de bu düşünceler yetmeyecektir.
Fakat felaketler kapıdadır ve günün birinde, en derin biçimde uyumakta olanları uyandıracak kadar çoğalmaktadır. Felaketler, bir kez daha, değişimin en iyi avukatları olacaktır.
Ortaya çıkacak olan yeni uyumlu dünyada “hiper-demokrasi”; “piyasa” ve “demokrasinin” gezegensel ölçekte birlikte yaşamasından ibaret olacaktır.
Bunun başlıca aktörlüğünü ise İNSAN-AŞIRILAR ve İLİŞKİSEL İŞLETMELER üstlenecektir.
“Yardım etmek”, “anlamak” ve “arkalarında daha iyi bir dünya bırakmak” kaygısına sahip insan-aşırılar;
Yerleşiklerin erdemlerini de (dikkat, konukseverlik ve uzun vade duygusu),
Göçerkonarların erdemlerini de (dikbaşlılık, bellek ve sezgi) uygulamaya hazır olacaklardır.
Kadınlar, erkeklerden daha kolayca insan-aşırı olacaklardır. İnsan-aşırılar; bedelsiz hizmetin, karşılıklı vermenin, kamusal hizmetin ve genel çıkarın ekonomisini kuracaklardır. Bu tarz çalışma sürecinde, vermekten sevinç duymayı, gülümsetmeyi, aktarmayı, rahatlatmayı ve teselli etmeyi öne çıkaran yeni bir tavır gelişmektedir; ÇALIŞMAK, ZORLAMADAN KURTARILMIŞ BİR ZEVK HÂLİNDEDİR.
“İlişkisel İşletmeler” diye adlandırdığım yapı aslında bugün; “Sınır Tanımayan Doktorlar”, “Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)” ve “Greenpeace” gibi örgütlerde yaşatılmaktadır.
Şimdiden bu örgütlerin üretimleri dünya gayrisafi hasılasının %10’unu oluşturmaktadır ve payları çok büyük bir gelişme göstermektedir. Gezegen yurttaşları bu örgütleri, her bireyin refahı için, temel ihtiyaçları (en önemlisi “iyi zaman”) ve herkesin refahı için ortak iyiyi (başlıca boyutu “kolektif zeka”) geliştirecektir.
Avrupa Birliği’nde olduğu gibi, sınırlar ortadan kalkacak, kıtasal ölçekli parlamentolar ve hükümetler gelişecektir; Avrupa Birliği hiç şüphesiz Rusya ve Türkiye’yi de içine alarak yeni bir yapı oluşturacaktır.
HİPER-DEMOKRASİ, AVRUPA’DA BAŞLAYACAKTIR.
Türkiye, bu muhteşem ülke, Avrupa tarihinin tam ve asli üyesi olabilmesi için, demokrasisini geliştirmek, kadının ve azınlıkların konumunu yükseltmek, bürokratik yavaşlıkla ve eşitsizliklerle (%20 insan yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır) mücadele konusundaki çabalarını yoğunlaştırmak zorundadır.
http://www.kitabinomurgasi.com/2014/10/jacques-attali-gelecegin-kisa-tarihi.html
“Geleceğin Kısa Tarihi”
Jacques Attali
İmge Kitabevi Yayınları, 2008
Çev.: Turan Ilgaz
Jacques Attali: PhD, Prof, Ekonomist, “Ecole Polytechnique” ve “Paris XI” Üniversiteleri, Fransız Bilimler Akademisi Üyesi, Cumhurbaşkanı Mitterand’ın Özel Danışmanı, Devlet Onursal Danışmanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Danışmanı, Avrupa Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası Kurucu Başkanı, MP3’ün yaratıcısı EUREKA programının başlatıcısı, 100 Global Düşünür’den biri.
***
Ogürsel’in cevabı
(Yorum No 30
27 Temmuz)
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
Anonim 24′e kafanız çok karışık.. Anlattıklarınız bilinmeyenler değil…
Zavallılığa gelince… Bu laf yerine oturmuyorsa itham eden bir zavallı haline geliverir.
A. Tocqueville’nin “Eski Rejim Devrim” kitabını okuyorum. Bu adam iyi kavransaydı 1960-70 ler böyle yaşanmazdı diyorum! Zavallı, Tarihi anlayamayan, insan denilen varlığın yüzlerce yıldır ne çok benzer hatalarla yinelendiğini…
Ve Stalin elbette yaşıyor.. O Sosyalist Faşizan, Milliyetçi sol Faşizan ideolojilerin idolüdür o!
Hala “Devrim” söylemiyle Darbe yaparak bizi “cennetlerinde döve döve” götürecek adamları görmeyecek kadar kör olan mı akıllıymış?
Siz Hayatın-Toplumsal ve insanî diyalektiğin özünü kaçırmışsınız; işiniz zor; 30 yıl önce başladığınız yere yeniden dönmeniz gerekecek…
(Not .. Ben o andığınız akıllı -cesur insanları sevsem, saysam da dediğinizi yapmadım; onların “ayetleri” içinde gezmedim…Okuduğunu anlayamayanın tüm iddiaları çöküverir; dikkatli olun lütfen) )
***
Ogürsel’e cevabım
(Yorum No 35
28 Temmuz)
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
Sayın Ogürsel’e (Yorum No 30′a cevaben),
Dikkat buyurursanız; “kimin kafası karışık, kimin kafası karışık değil” ayrımını ortaya koymak için yazmadım.
Attali’nin kitabından aktardıklarımın bilinen şeyler olduğunu en başta belirtmiştim.
Sorun yine aynı yerde başlıyor:
“…!Tekrar!…!Tekrar!…!Tekrar!…” bu girdaptan kurtulamıyorsunuz, kurtulamıyoruz!
Tocqueville’nin “Eski Rejim Devrim” eserini herkes okudu! Devrimcisi de, anarşisti de, İslamcısı da, mütedeyyini de, azınlıkçısı da, çoğunlukçusu da, liberali de, oklokrasi savunucuları da, Kemalisti de, “fokocu”su da…herkes okudu!
Peki günümüze gelelim artık! 2015’e gelelim artık bir zahmet:
Bugünkü “sol kesim”e odaklanacak olursak; kapitalizme karşı (yukarıda aktarıldığı üzere “Attali” gibilerin tarih okumalarına karşı) sol kesim dişe dokunur bir tez veya bir “karşı çıkış” geliştirebiliyor mu?! Lütfen hemen; “Ama kapitalistler buna izin vermiyor ki!” savunma mekanizmasının içinde kaybolmayınız!
Size, sizin gibilere; “ne kadar çok kitap okuduğunuz veya okumadığınız” farkı minvalinde eleştirimi yöneltmiyorum!
Hayatın, toplumsal ve insanî diyalektiğin özünü sizlerden daha net gözlemleyebildiğim için, 30 yılın üzerinden “30 yıl geçtiğini !!!” bas bas bağırdığım için; size, sizin gibilere; “Peki günümüze gelelim artık! 2015’e gelelim artık bir zahmet!” diye bir uyarıda bulunuyorum! Hâlâ “tekrar!”a düşüp, bizlere; “Tocqueville’i sen de oku, sen de öğren!” diye, bir otokrat öğretmen misali davranıyorsunuz!
Yukarıda aktardıklarım arasında ne 1980 öncesi “acilciler”i gibi bir “devrim”; ne de “darbe” kelimesi geçiyor! Özellikle bu iki kelimeyle savunma pozisyonuna geçmeniz; 30 yıl öncesinin konseptinden sizin, sizin gibilerin kurtulamadığının göstergesidir! Ne yazık ki; bu özeleştiriyi yapacak cesaretiniz yok!
Attali (ve onun gibi kan emici yüzbinlerce “kapitalist iktisatçı!”) bütün tarihi (ve “gelecek okumaları!”nı) kendi kapitalist çemberi içinde değerlendirip; üniversitelerin İ.İ.B.F.’nde okuyan gençlerin beyinlerini tüm hızıyla zehirlemeye devam ediyor! Siz hâlâ “darbe!” kelimesi ve/veya “devrim!” kelimesinde pinekliyorsanız; ölmüşüz de ağlayanımız yok!
En azından bir üst paragrafta bahsi geçen gençleri “bir nebze kurtarabilmek!” için; anarşistlerin, Marksist-Leninistlerin, genel manâda “sol kesim”in söyleyecek hiç mi sözü yok?!
İlk olarak; “kendimizi eleştirmekle” başlar her şey!
İlk olarak “sol kesim”in kendisine sormasıyla başlar her şey; “2015’e geldik! Ve kapitalizme karşı adam akıllı yol niçin alamamışız?!” diye!
Umarım “tekrar!”a düşmeden, sayın Zileli’nin de içinde sancıdan kıvrım kıvrım kıvrandığı gibi (örneğin “Stalin’i hâlâ yaşıyor sanışı!”) bir girdaba kapılmadan, dingin bir kafayla yanıtlarınızı yazarsınız!
Saygılarımla,
***
Ogürsel, işaret ettiğim hususlara yaklaşmadan geçiştirmiş:
(Yorum No 36
29 Temmuz)
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
Sn 35..
Farkında mısınız.. Kirov aranıyor..
Binbaşı Kulaksız yetmezse başka Kirov.. Yapmayın.. Akıllı bir insan olduğunuza eminim..
Bu sitede sohbet ediyoruz yalnızca.. Yanlışı görmeyin.. Doğruyu besleyin.. Doğru büyürse yanlış küçülür.. Bunu yapabilirsiniz…
***
“özgürlükçü” mahlası ile bir görüş bildiren de olmuş:
(Yorum No 37
29 Temmuz)
http://www.gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/
24 de katılmakla birlikte zilelideki olumlu gelişmeyi eski halini bilmeyenlerin anlaması zor olabilir yakında zileli yorum 24 gibi anarşist özgürlükçü gibi HDP olabilir
***
“özgürlükçü”ye cevabım:
Bir anarşist olduğumu en başta belirttim. Hiçbir partiyle bağım olmadığı gibi HDP ile de bağım yok.
***
Şimdi bütün bu yazılanları, arzu ederseniz siz de değerlendirebilirsiniz sayın Stendhal!
Gün Bey’e ve Ogürsel Bey’e,
Aşağıdaki sorumu polemik yaratmak için değil; bazı kafa karışıklıklarını bir nebze giderebilmek için soruyorum.
(Not: Aktroll, MHP’li, liberal, ulusalcı, İslamcı, Stalinist vb. değilim.)
Binbaşı Kulaksız’ın öldürülmesi, astsubay, uzman jandarma, uzman çavuş, uzman onbaşı gibi kişilerin, polislerin öldürülmesi ile;
Kanun gereği mecburen askere alınan (“mehmetçik” kelimesiyle nitelenen) kişilerin, sivillerin öldürülmesi arasında fark var mıdır? Böyle bir farkın olup-olmadığını sormak meşru mudur?
Bu sorumu; öldüren tarafın özellikleri bağlamında sormuyorum. Örneğin; “Kürtlerin ve barışın hakkını arayan, gerçek PKK” mı öldürdü? Yoksa “MİT güdümlü PKK işbirlikçileri” mi öldürdü? ayrımını YAPMADAN soruyorum. Zaten öldüren tarafın kim olup-olmadığı ile ilgili günde onlarca yazı okuyor, saptama dinliyoruz.
(Hatırlatma: Polemik yaratmak için sormadığımı tekrar ederim.)
Net cevaplarınızı sabırla bekliyorum…
Saygılarımla
Gün Hocam, PKK ile devlet arasında işbirliği olduğu varsayımınız hatalı değil mi? PKK, uzun bir süredir türk devletinin savaş hazırlığı yaptığını söylüyordu. Ve bu son saldırılardan(Suruç ve bombardıman) sonra, cevap vermesi savaşın doğasında yok mudur? KCK’nin barışın kalıcı hale getirilmesini dile getirdiği açıklaması bu yanıyla dikkate alınmalıdır. Bunların dışında önerdiğiniz taktikleri değerli ve doğru buluyorum. Öcalan’ın, devlete önerdiği Türk-Kürt gerici bağlaşmasını zaten Demirtaş’ta dillendiriyor.(Örneğin son konuşmasında vatan savunması söylemi) O yüzden Demirtaş’ın hedefte olduğu doğru ama bunun Öcalan-Demirtaş arası bir çelişki olduğundan değil, böyle bir çelişki yaratarak bundan faydalanma siyasetinden geliyor.
1. pkk tum etki ve yetkilerini derhal hdp, ye devretmelidir..
2. hdp nin karar mekanizmalari, kesinlikle, arkaik kucuk burjuva devrimci tarzdan arindirilmali, yasayan tu 68 lilerin anlayislari hdp ye hakim kilinmalidir(ocalan bu kesimin lideridir eli ayagi sozu rahatlatilmalidir)
3. terorizm siddetle kinanmali, yasal planda Politika yapmak isteyen tum sol kesimlerin bir dedigi iki edilmemelidir.
4.ydg abd ve erdoganin ongördügü uzre esada karsi savasmali, tövbe kürdistan ozerk bolgesinden bahsetmemelidir..
yasal mucadele alani olarak, hdp disinda hic bir mucadele tarzi mesru degildir, mit tarzidir..hdp nin mucadele tarzida secimden secime Propaganda ve secim olmalidir. bumudur budur. gerisi mitciliktir trolluktur…
ben saka yapiyor sanmistim Demirtas ve APO nun ayri politikalari oldugu konusunda, Demirtas bir saklabandan ibarettir, sirrinin oynayamadigi rolu oynuyor, Politik gorus ayriligi Demirtas APO cizgisi ile kandil arasindadir, reformizm 100 yil yaslansada gercekci olamiyor gormek istedigini görüyor, akp ye ocalan sizi sopayla kovalardi lafini alintiliyor nasil yorumluyor, artik ne diyeyim, rahat Politika yapmak istenci ile satilmayacak deger carpitilmayacak olgu yoktur, kandil orgutun sinir sisteminin basindadir, ve kurt halkinin baris surecine tepkisine dayanamamaistir. budur. APO Demirtas ayni seydir, fark Demirtas sevimlidir, halk ve kandil yani pkk direniyor.zileli APO nun tarafinda
dhkpc nin kime nasil nereden mesafe koydugunun aciklamasidir. hala dhkpc nin ds nin devami olduguna inanalara duyurulur. ahlaki olarak bile sorgulanmalidir
Tarih: 30 Temmuz 2015 / Açıklama: 454
Emperyalizme Uşaklığınızı Yalanlarla, Terör Demagojileri İle, Pisliklerinizi Üzerimize Atarak Meşrulaştıramazsınız
“Teröre Karşi Mücadele” Demagojisi İle Amerikan İşbirlikçiliğinin Ve Halka Karşi Uygulanan Faşist Terörün Üstünü Örtemezsiniz!
Başbakan Ahmet Davutoğlu 25 Temmuz’da basına yaptığı bir açıklamada “Biz DHKP-C’nin Kandil’de PKK ile birlikte ne yaptığını çok iyi biliyoruz” dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu alçakça yalan söylüyor, hareketimize iftira atıyor; DHKP-C’nin ne Kandil’de, ne de başka bir yerde PKK ile birlikte yaptığı hiçbir işi yoktur. Tam aksine DHKP-C’nin PKK’ye yönelik emperyalizm ve oligarşiyle girdiği uzlaşmacı, teslimiyetçi çizgisinden dolayı çok ciddi eleştirileri vardır.
AKP yalanlarla, iftiralarla dışta Amerikan uşaklığını, içte faşist terörünü meşrulaştırmaya çalışıyor… Bunu da IŞİD, PKK gibi örgütlerle partimizi aynı torbaya koyup “terörle mücadele” demagıjisi ile yapıyor…
24 Temmuz sabaha karşı 34 ilde 5 bin polis ile IŞİD, PKK ve DHKP-C’ye yönelik “terör operasyonu” adı altında faşist terör saldırıları düzenledi. Bu saldırılarda devrimci Günay Özarslan’ı katletti… Bir haftadır sürmekte olan operasyonlarda 34 ilde toplam 1100 civarında kişiyi gözaltına aldı…
Günay Özarslan’ın katledilmesi Amerika ve işbirlikçi AKP tarafından Temuz ayının başından beri parlamentodan dahi gizli yapılan görüşmelerde hareketimiz hakkında aldıkları “İMHA” kararının sonucudur. Günay Özarslan’ın “İMHA” talimatını bizzat Tayyip Erdoğan vermiştir. Katliam Günay Özarslan’ın “canlı bomba” olduğu demagojisiyle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Bir devrimciyi katletmenin hesabını Amerika başta olmak üzere Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve tüm AKP’lilerden ve AKP’nin katil polislerinden soracağız.
“TERÖRE KARŞI MÜCADELE” DEMAGOJİSİ İLE AMERİKAN İŞBİRLİKÇİLİĞİNİN VE HALKA KARŞI UYGULANAN FAŞİST TERÖRÜN ÜSTÜNÜ ÖRTEMEZSİNİZ!
AKP, “teröre karşı mücadele” adı altında halka karşı her türlü kontra faşist terör yöntemlerini kapsayan bir savaş açmıştır.
– Suruç katliamı bu savaşın bir parçasıdır.
– 34 İlde, 5 bin polis ile IŞİD, PKK ve DHKP-C’yi “terörle mücadele” adı altında saldırması bu savaşın bir parçasıdır.
– Günay Özarslan’ın “canlı bomba” diyerek katledilmesi bu savaşın bir parçasıdır…
– Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Biz DHKP-C’nin Kandil’de PKK ile birlikte ne yaptığını çok iyi biliyoruz” diye yaptığı açıklama bu savşın bir parçasıdır.
ÇÜNKÜ AKP, ABD’YE TAM UŞAKLIKTA ANLAŞMIŞTIR!
AKP, EMPERYALİZMİN ORTADOĞU POLİTİKALARI KARŞISINDA AMERİKA’YA TAM OLARAK DİZ ÇÖKMÜŞ, İNCİRLİK’TEN DİYARBAKIR’A KADAR TÜM ÜSLERİ AMERİKAN HİZMETİNE AÇARAK PARLAMENTODAN BİLE GİZLEDİKLERİ TAM BİR UŞAKLIK ANLAŞMASI YAPMIŞTIR!
HAREKETİMİZE YÖNELİK İNFAZ, İMHA VE KATLİAM TEMELLİ SALDIRILAR DA UŞAKLIK ANLAŞMASININ BİR PARÇASIDIR!..
Amerika’nın Suriye’yi bölüp parçalama politikalarının sonucunda Türkiye’nin güney sınırında oluşan Kürt bölgesi AKP’nin Suriye’de emperyalistlerle temel çelişkisi olmuştur. Amerika Esad iktidarını yıkmak için besleyip büyüttükleri IŞİD, EL NUSRA, ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) gibi işbirlikçi örgütler ile sonuç alamayınca kontrolden çıkan IŞİD’e desteğini çekerek Ortadoğu politikalarını PYD üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Amerika öncülüğünde IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyon güçleri arasında hem PYD, hem de AKP vardır. Ancak AKP güney sınırında Suriye Kürtleri’nden bir bölge oluşturulmasına karşı IŞİD’i desteklemeye devam etti, IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyon içinde etkin rol almadı.
Suriye’de Kürt bölgesinin oluşumunu öngellemek için bir süre “direnen” AKP Temuz ayının başından beri ABD ile yapılan “gizli” görüşmeler sonucunda Amerikan politikalarına tam olarak teslim olmuştur.
AMERİKA 7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE AKP’NİN ALTERNATİFİ BİR PARTİYİ YARATAMAMIŞTIR. ŞİMDİ AKP’Yİ HİZAYA ÇEKEREK YOLA DEVAM DEMİŞTİR!
AKP, Amerika’nın tam desteğini arkasına alarak halka karşı savaş açmıştır. Suruç’ta olduğu gibi her türlü kontra yöntemlerle pervasızca saldırmaktadır.
Çünkü AKP halka karşı savaş açmadan ABD’ye tam uşaklığını sürdüremez.
Tam uşaklığın anlamı; halk çocuklarının Ortadoğu’da Amerikan çıkarları için katledilmesidir.
Tam uşaklığın anlamı; topraklarımızın emperyalizmin savaş karargahı olarak kullanılması demektir.
Tam uşaklığın anlamı; ülkemizdeki üslerden kalkan savaş uçaklarıyla Ortadoğu halklarının kanının akıtılması demektir.
Tam uşaklığın anlamı; Amerikan çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Türkiye’nin maşa olarak kullanılması demektir.
Tam uşaklığın anlamı; ülkemizin yağma ve talanının pervasızca sürdürülmesi demektir…
Tam uşaklığın anlamı; bütün bunların yapılması için her türlü kontra yöntemlerle, faşist terörle halkımızın sindirilmek istenmesi demektir…
SURUÇ’TA 32 KİŞİNİN KATLEDİLMESİ TAM UŞAKLIK POLİTİKALARININ SONUCUDUR!
AKP, faşist terör olmadan halka rağmen iktidarını sürdüremez…
Halka savaş açmadan tam uşaklık politikalarını hayata geçiremez…
Emperyalistlerin tam desteğini alan AKP iktidarını sürdürebilmek için Suruç’ta 32 kişiyi katletmiştir. IŞİD, AKP’nin kontra faşist terörünü meşrulaştırmak için kullandığı bir araçtır. Amerika Ortadoğu’ya müdehale için nasıl IŞİD’i kullanıyorsa, AKP de halka karşı savaşta IŞİD’i araç olarak kullanıyor.
Oligarşi halka karşı mücadelede IŞİD gibi örgütleri her zaman kullanmıştır. 1970’li yıllarda bunu bizzat ABD’nin komando kamplarında yetiştirdiği MHP’liler ile yaptı. 1 Mayıs’tan, 16 Mart’a, Maraş’tan Çorum’a bütün kitle katliamları bizzat Amerika ile devlet tarafından planlanıp hayata geçirilmiştir.
90’larda ise özellikle Kürdistan’da devlet kendi kontra çetelerinin yanında Hizbullah’ı kullanmıştır. Yarın ihtiyaç duyduğunda IŞİD ya da başka bir kontra örgütü kullanacaktır. Devletin katliamları ile teşhir olduğu yerde bu tür kontra örgütler her zaman halkı ve devrimcileri sindirmek için kullandıkları araçlardır.
Suruç’ta da AKP 32 kişiyi katlederek halka saldırılar konusunda neleri yapabileceğini göstermiştir…
5 BİN POLİS İLE 34 İLDE IŞİD, PKK, DHKP-C OPERASYONU İLE AKP AMERİKAN UŞAKLIĞININ ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İSTEMEKTEDİR!
Çumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Suruç katliamının arkasından yaptığı açıklamada “çok farklı bir mücadele içine giriyoruz” dedi…
Tayyip Erdoğan’ın “çok farklı bir mücadele”den kastı son bir haftadır yaşanan Amerikan uşaklığı çerçevesindeki her türlü kontra terör yöntemleridir.
5 bin polis ile 34 ilde IŞİD, PKK ve DHKP-C’ye ‘terörle mücadele’ adı altında yaptığı “torba” opersyon ile AKP, halkın çeşitli kesimlerini etkisizleştirmek istiyor.
AKP, IŞİD’e karşı sınır önetsi ve yurt içinde yaptığı operasyonlar ile emperyalistlere uşaklık politikasında rüştünü ispatlamak istiyor. Düne kadar TIR’lar dolusu silahlar göndererek beslediği IŞİD’i bugün Amerikan uşaklığının gereği olarak “terör örgütü” ilan etmiştir, Amerikan politikaları doğrultusunda operasyonlar yapmaktadır.
NEDEN TORBA OPERASYON?
IŞİD, PKK ve örgütümüzün ortak hiçir yanları yoktur. Ancak AKP üç örgütü aynı torbaya koyarak birçok amacını gerçekleştirmek istiyor…
Birincisi; İŞİD operasyonu Amerika’nın dayatması bir operasyonudur. Çünkü IŞİD, bugüne kadar besleyip büyüttüğü ve kendi tabanının da sempati duyduğu, AKP anlayışına sahip binlerce kişinin IŞİD saflarında olduğu bilinmektedir… Bugün Amerikan uşaklık politikalarının sonucu olarak IŞİD’i terörist ilan edip göstermelik de olsa operasyonlar yapmayı kendi tabanına ancak PKK, DHKP-C ile birlikte genel bir “teröre karşı mücadele” demagojisi altında meşrulaştırabilirdi…
İkincisi, PKK düne kadar birlikte “çözüm” çerçevesinde oturup kalktığı bir örgüttür. Bugün IŞİD ile aynı torbaya koyarak halkın çeşitli kesimlerine “her türlü teröre karşı mücadele eden bir iktidar” görüntüsü vermek istemektedir…
AKP, Suriye’de Amerikan uşaklı çerçevesinde teslim olduğu konulardan birisi de PYD’nin varlığıdır. Sınırda “güvenlikli bölge” oluşturulması gibi söylemlerin hepsi altı boş olan bir söylemdir. AKP, esas olarak Amerikan politikası ne ise ona boyun eğmiştir. Nitekim Amerikan Dışişleri sözcüleri yaptığı açıklamada “IŞİD ile savaşan PYD’ye askeri desteğimiz sürecektir” demiştir. PYD Suriye’de ABD’nin kara gücü olarak kullanılmaya devam etmektedir… AKP, ABD’nin Kürt politikasına da boyun eğmiştir…
PKK’YE YÖNELİK OPERASYONLARIN AMACI NEDİR?
AKP’nin Kürt milliyetçi harekete yönelik katliamları, Kürt milliyetçi hareketin asker ve polise yönelik eylemleri “çözüm süreci bitti mi”, “ateşkes sona mı erdi?” sorularını birlikte getiriyor.
Öncelikle şunu belirtelim; “çözüm süreci” oligarşi açısında Kürt Silahlı hareketinin tasfiyesidir. AKP süreci başından beri böyle ele almıştır. Kürt milliyetçi hareket ise bir kısım düzen içi haklar kopartarak düzene yerleşmek istemektedir.
Ancak bugün Kürt milliyetçi hareket Suriye’de emperyalistler tarafından kullanılan bir güce dönüşmüştür. Ve emperyalistler bu görçekliği bugün AKP’ye kabul ettirmişlerdir.
AKP suriyede ABD’din Kürt politikalarına teslim olurken kendi topraklarına Kürt silahlı hareketini ezmek için ABD’den tam destek almıştır.
En sonr sınır ötesi PKK kamplarına yönelik hava operasyonu için Beyazsaray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü “NATO müttefikimiz Türkiye’nin kendini savunma hakkına saygı duyuyoruz” açıklaması verdiği desteğin boyutunu göstermektedir.
Tayyip Erdoğan’da PKK kamplarına sınır ötesi operasyonlarda sonda yaptığı açıklamada “ya silah bırakırsınız ya da sonucuna katlanırsınız” dedi.
AKP, Kürt milliyetçi harekete şartsız, koşulsuz ya silah bırakırsınız ya da sonuçlarına katlanırsınız, yakarım, yıkarım, katlederim diyor… En küçük bir hak istiyorsanız, barış istiyorsanız silah bırakın diyor. Aynı şekilde PKK ilişkinizi kesmezseniz HDP’yi de mecliste tanımayacağını söylüyor…
Kürt milliyetçi hareket uzlaşmacı, teslimiyetçi politikalarıyla bugünkü noktaya gelmiştir. Bugün tekrar asker ve polislere yönelik eylemlere başlamış olması bu uzlaşma çizgisinden çıktığı anlamına gelmez. Kürt milliyetçi hareketin silahlı, silahsız tüm politikaları oligarşiyle uçlaşma üzerinedir. Oligarşi ise benimle uzlaşıp düzene yerleşmek istiyorsan önce silah bırak diyor…
Sonuç olarak Kürt milliyetçi hareketin stretejik hedefi oligarşi ile uzlaşıp düzene yerleşmektir… Bu temelde Kürt milliyetçi hareket ile oligarşi arasındaki çelişki uzlaşmaz çelişki değildir.
Üçüncüsü; Örgütümüzün de bu torbaya konulması; AKP’nin yönetememe krizinin derinleşmesi karşısında örgütümüzün büyüyen halkın öfkesini temsil etmesindendir. DHKP-C’yi ucuz terör demagıjileri ile halktan tecrit etmeyi başaramamaktadır AKP. Partimiz halkın düzene karşı büyüyen öfkesine önderlik yapan, çürümüş düzene karşı halkın iradesini oluşturan tek güçtür. DHKP-C, AKP’nin halk korkusunun silahlanmış devrimci iradesidir.
DHKP-C’ye operasyon emperyalizm ve işbirlikçi AKP’nin devrim korkusudur. Emperyalizm de, AKP de DHKP-C’nin politikalarının, siyasi etkisini halk üzerindeki etksini bilmektedir. Her geçen gün yönetememe krizi büyüyen AKP’nin her şeye rağmen sindiremediği, düzen içine çekemedeği büyüyen halkın öfkesidir.
DHKP-C’nin devrim iddiası, silahlı mücadeledeki ısrarı halkın büyüyen öfkesine öncülük edecek tek güçtür. Faşist düzenin tek alternatifidir. Barış adı altında herkes düzenle uzlaşma içine girerken DHKP-C halkı düzene değil, düzenle savaşmaya çağırıyor.
Oligarşi örgütümüz hakkında yıllardır karalama, yalan, iftira dolu propagandalar yaptı ve yapıyor. Ancak bu yalanların halkımız nezdinde bir karşılığı yoktur. Dosta, düşman da neyi DHKP-C’nin yaptığını, neyi DHKP-C’nin yapmayacağını çok iyi bilmektedir. 45 yıllık tarihimiz düşmanın ideolojik, psikolojik tüm saldırılarını boşa çıkartacak kadar saf ve temizdir…
Onun için düşman saldırılarını IŞİD ve PKK ile örgütümüzü yan yana getirerek saldırmaktadır. Tek başına örgütümüze saldırdığında aynı etkiyi yapmayacaktır. Yakaladığı bu fırsatı iyi değerlendirmek istiyor. IŞİD’e karşı yapılan operasyonu onaylayan halkın çeşitli muhalif kesimleri aynı torba içinde DHKP-C’ye de saldırıldığında sessiz kalmalarını sağlamış olacaktır. Nitekim Günay Özarslan’ı “canlı bomba” diyerek kateletmiştir ve katliamını torba operasyon içinde meşrulaştırmak istemektedir.
Yine Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı “kandil” demagojisi… Davutoğlu çok iyi bilmektedir ki örgütümüz bırakın Kandil’i hiçbir platformda PKK ile ortak faaliyet yapmamaktadır. Buna rağmen örgütümüz PKK ile yanyana getirilerek etkileyebildiği çeşitli kesimleri etkilemek istiyor.
Burjuvazi, kendi sınıf çıkarları için olayları özünden saptırmak ister. Halk ile halk düşmanları arasındaki çatışmaları da halkın kendi iç çatışmasıymış gibi gösterir.
Bugün temel çatışma oligarşi ile halk arasındaki çatışmadır. Bu çatışma faşizmin sonunu getirecek emek sermaye, ezenlerle ezilenlerin çatışmasıdır. Bu çatışma asla uzlaşmayacak çatışmatır. Bu çatışmanın bir yanında emperyalizm ve onu işbirlikçisi oligarşi bir tarafında halk ve onun öncü partisi DHKP-C vardır.
Tayyip Erdoğan “ya silah bırakırlar ya da sonucuna katlanırlar” diyerek bize de tehdit savurmaktadır.
Silah bırakmak teslimiyettir. Halkın davasını satmaktır.
Tehditlere asla boyun eğmeyeceğiz. Bu tehditler aynı zamanda direnen teslim olmayan tüm halkımızadır.
AKP’nin tehditlerine karşı biz de halkımızı savaşı büyütmeye çağırıyoruz. Kurtuluşun başka yolu yoktur…
HALKIMIZ;
HALKA KARŞI SAVAŞA HALKIN SAVAŞINI BÜYÜTEREK CEVAP VERELİM…
UZLAŞMA TESLİMİYET DEĞİL, KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ
onerimdir, mhp ve akp secmeni olmayanlar ulkeyi akp mhp secmenine terkedip kacmalidirlar , birakin turkiye afganistan olsun , burjuvaziyi bununla tehdit edin toptan beyin gocu birakin corak anadoluyiu sizi istemiyorlar orlar orda, akp mhp secmenine, goc edin goc edin goc edin…onlarin ulkesi o birakin onlara
umarım.
bence pkk özgür bir kürt devleti kurmak istiyor..Buna ulaşmanın yolunu da federe devlet kurmaktan geçtiğini düşünüyor..Bu barış sürecinde pkk’nın tavrı bunu gösteriyor..benim sorum şu;pkk bölünme talebine gün zileli ne der?
TÜRKÇE’YE “DAS KAPITAL”İ KAZANDIRAN ALAATTİN BİLGİ HAYATINI KAYBETTİ
Kapital’in çevirmeni olarak da tanınan yazar çevirmen Alattin Bilgi 2 Ağustos günü saat 21:00 sularında hayatını kaybetti.
Alaattin Bilgi 1 Temmuz 1925 tarihinde Ankara’da doğdu. Bir Ankaralı olarak Keçiören, Cebeci, Ulus civarında büyüdü. Bir bacağını geçirdiği rahatsızlık sonucu kaybettiği lise hayatını, üniversite ve çalışma hayatı takip etti. 1963 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünden mezun oldu. Devlet dairelerinde çalıştı, yabancı dilini geliştirdi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde geçirdiği çevirmenlik yıllarından sonra emekliye ayrıldı. 1959 yılında başladığı çevirmenlik hayatını kimi takma isimle çevirdiği eserlerle sürdürdü. Marx’ın Kapital’ini 70’lerin başlarında çevirmeye başlayan Bilgi’nin, üç cildin tamamını çevirmeyi tamamlaması yaklaşık on yıl sürdü. Marksist klasikleri Türkçe’ye çevirmedeki inatçı ve programlı çabası uzun yıllar devam etti. Yeditepe, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Yarın, Bilim ve Sanat, Evrensel Kültür dergilerinde yazıları yayınlandı. Kapital’i Okuma Kılavuzu hazırlayan ve bir özetini 1990’ların başında tamamlayan Bilgi’nin izlenimlerini kaleme aldığı “Yine de Aydınlık” kitabı 2007’de Evrensel Basım Yayın tarafından basıldı. Evli ve iki çocuk, iki torun sahibi olan ve bir süredir çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle Gemlik Devlet Hastanesinde bulununan Alaattin Bilgi, 2 Ağustos 2015 tarihinde Umurbey’de hayatını kaybetti.
“ANKARA”, “DAS KAPİTAL” VE “BİLGİ”
1925 yılında Ankara Keçiören bağlarında doğan Alaattin Bilgi’nin doğum günü nüfus kayıtlarına göre 1 Temmuz’dur. Kendisi, kayıtlara geçen doğum günü bilgisine “yarım yüzyılı epeyce geçmiş bir zaman” olduğu için güvenmez, kuşkuyla yaklaşırdı. Maalesef kayıtlarda ölüm tarihi 2 Ağustos 2015 olarak yazacak. Benim de bu tarihe ilişkin kuşkularım var. Bence gerçek öyle değil. O her yaşlı bilge gibi birden bire değil parça parça eksildi. Bir parçasını, istediği kadar okumaya ameliyatlı yorgun gözlerinin feri yetmediği zaman yitirdi. Bir parçasını, “güven ve dostluğunu kazanmakla övündüğü” Halit Çelenk ağabeyi ile beraber kaybetti… Bir parçasını barış ve demokrasi mücadelesinde kaybedilen canlarla yitirdi, bir parçasını mahpus edilenlerle… Küçük bir parçasını bazı konularda kendisine verilen sözler tutulmadığında kaybetti, bir başkasını da beklediği telefonlar gelmediğinde…
Ancak, o da her yaşlı bilge gibi parça parça yaşayacak, çoğalacak. Bir parçası üç cildini de çevirdiği Kapital’i okuyan her insanda yaşayacak, gelişecek, o insanların yaptıklarıyla çoğalacak. Bir parçası “sol bilinç” sahibi kişilerde sürdürecek varlığını, fark etmeseler de. Birer parçası çocukları, torunları özellikle de kıymetlisi “Ayfer Hanım”da devam edecek. Bir parçası nerede “Marx” sözü edilse, nerede barış, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi yapılıyorsa orada olacak.
Ankara kadar sevdiği Umurbey’de doğanın içinde çiçekler, rüzgar ve ağaçların arasında klasik batı müziği dinleyerek, düşünerek ve dinlenerek küçük torunuyla geçirdiği son yıllarında da, daha iyi bir yaşama dair inancını hiç kaybetmeyen Alaattin Bilgi, kendine özgü farklı kişiliğiyle, inanılmaz dil bilgisi, takdir edilegelen azmi ve çalışkanlığı ile, ve de gerek çevirmen olarak gerekse yazar olarak yazın dünyamıza kazandırdıklarıyla anılacak. “Dostlarından başka hiçbir şeyi kaybetmekten korkmadan” sürdürdüğü yaşamında onu yakından tanıma, özellikle 2009’dan sonra çokça birlikte zaman geçirme olanağı bulan birisi olarak “Hocam”ın ardından, yüzüne de söyleme şansı bulduğum şu sözleri söyleyebilirim:
Türkiye bilimsel sosyalizmine yaptığı katkılar tarih tarafından kaydedilmiştir. Varlığı bu mücadeleyi bir adım ileri götürmüştür. Gönlün rahat olsun Hocam. Saygıyla…
Çiğdem Tezel
http://www.evrensel.net/haber/257448/turkceye-kapitali-kazandiran-alaattin-bilgi-hayatini-kaybetti
yaw anonim sen neyin kavgasını yaşıyorsun siteyi işgal etmesene
Bu PKK’nin bileceği iş. Şu an beni ilgilendiren, PKK’nin AKP’ye hizmet eden yanlış silahlı mücadele çizgisini düzeltmesidir.
Abi yarılma kitabını ilk görünce nutkum tutuldu.
bu kadar kalın bir kitap ne zaman bitecek diye homurdanırken bu 600 sayfalık kitabı ilk oturuşta 380 sayfaya kadar devireceğimi ve bunu da kahkahalarla başaracağım hiç aklıma gelmezdi.
Tabi kafamda ki bir çok soruya cevap bulurken bir çok düşüncemde de yanılmadığımı görüyorum.
umarım diğer kitaplarınızda okurken aynı şevki verir..
Gerçekten diliniz sıkmadan okutuyor kendini..
sağol T.D. arkadaşım. Ben de merak ettim gerçekten. Havariler var sırada değil mi?
Sayın ZANA,
Hangi anonimden bahsediyorsunuz?
5 no’ya .. insanları parasızlıktan dolayı aşağılayabildiğinize, suçladığınıza göre, bilin-dışınızın iyi bir temizliğe ihtiyacı var..
*
7 ye..
telaşa gerek yok..
çuvalınızda ne varsa önümüze boşaltamazsınız..
birer, birer çıkarın.. ve yanıtlayayım…
***
8’e
burada seçilmiş cinayetleri konuşuyoruz.. İnsanî yönden bakıldığında “normal” insanların çoğunun güvenlik insanlarından daha “insan” olduğu savına karşı çıkmam!
Arkasından kopartılacak fırtınaya uygun seçilmiş cinayetler olduğu
Katillerin kim olduğu bilinmiyor.. Her şekilde kanıt yok! En çok bağıran iddiasını doğru kabul ettirecek..
ama “rasyonel” bakış bize provakasyon olduğunu düşündürüyor..
http://t24.com.tr/haber/gezici-arastirma-sirketinin-anketine-gore-erken-secim-olursa-hangi-parti-yuzde-kac-oy-aliyor,305062
Kaos operasyonu rıza üretmiyor. Kamuoyunda RTE lehine değişen bir şey yok, tersine problemin kaynağı olarak görülüyor.
Amaç algıyı değiştirmek idiyse işe yaramamış, bunda umut verici bazı kök salmış değişimler seziyorum:
1. Süreç her ne kadar oyalamaca idiyse de halkta “PKK ile müzakere meşru bir şeydir” ve “Müzakere olunca çatışma durabiliyor” fikirlerinin sindirilmesine yol açmış. MHP’yi en çok delirten de bu aslında. RTE’yi de geçmiş stratejisinin laneti kovalıyor.
2. Gezi ve sosyal medya üzerinden politik bir kamusal alan oluşması Batı’da bilinç değişikliği yarattı. Artık hamasi boş milliyetçi gazlamalar karşılığını bulmuyor, muhalif kendini izole hissetmiyor. “PKK’ya lanet” histerisi havuz medyasında ancak “koroya sesleniyo” CHP’li vb. özellikle gençler bu rüzgardan etkilenmiyor, histeri karşısında nötr ve mesafeli duruyor.
3. HDP PKK ile ilişkisine rağmen meşru görünüyor, Demirtaş’ın karizma sermayesi ile durumu idare edebiliyor.
4. RTE’nin güvenilmez bir şer ve kaos unsuru olduğu artık AKP’liler dahil halkın çoğunluğunca görülmüş. RTE’den kaynaklı görülen gelişmelere şüphe ile bakılıyor.
Demek ki RTE kaostan rıza devşirme yolundan gidemiyor. Öyleyse ya geri adım atmak zorunda kalacak, ya da baskı ve zorbalığın dozunu arttırmak, daha da diktatörleşmeye çalışmak. Şu ana kadar hep 2.sine eğilimli olduğunu gösterdi.
OHAL’in yeni ismi “Özel Güvenlik Bölgeleri”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/336757/OHAL_doneminde_bile_bu_kadar_olmadi.html
DGM’lerin yerine de Özel Yetkili Mahkemeler vardı bir ara. Sonra onların da adı değişti.
Türkiye’de demokratikleşme isim değiştirme şeklinde yaşanıyor 🙂
Öyleyse ülkedeki dikta sorununun da çözümü basit aslında, CB ismini mahkeme kararıyla bir günde değiştirebilir. Mesela Fatih Kasım Aksaray yapabilir. Böylece RTE vesayeti sona ermiş olur.
5’e
önemli şeylerden de söz ediyorsunuz.
çok dağınıksınız..
adım, adım gitmeli..
burada, bu ülkede siyasal, ekonomik olarak ilk bir kaç adım ne?
Yazdıklarınızı okudum, önemi açık.. ama bu süreçlerden bu güne aktarılacak dersler ne’ler?
Kendi adıma söylüyorum.. ben araştırmacıyım.. hazır cevaplarım çok sınırlı..
sezgilerimi de kullanıyorum belki..
kimseye düşünce dayatmıyorum..tartışmanın yapılması gerekli odağını arıyorum.
“yazı dizisinde” tarihsel süreçlerin doğasını, doğasını “düşünüyorum”.
*
samimiyetle tartışmaya hazırım..
ama lütfen somut olgular üzerinden ve “kısım-kısım” gidelim.. “yoldaki taşları” teker, teker atalım..
yanılmak ne güzeldir; doğruya bir adım daha yaklaşmak..
Evet hocam kitapta da belirtiğiniz gibi aynı sıralamayla önce anı kitaplarını bitirip anarşizme nasıl bir havada geçiş yaptığınızı da merak ediyorum..Ve önceden okuduğum bazı kitap ve makalelerde İslami anarşizme getirdiğiniz eleştirilerin dayanağı nedir onları öğrenmek istiyorum..
Bir de yarılma da anlattığınız dönemlerde Galiyev’cilik biraz yer bulsaydı nasıl etkileri olurdu?
Halen daha komünizmin başarısızlığını din ve çevrelerine yıkan hatırı sayılır bir kesim var..Burada 68 kuşağı solunun 2015’DE bile eski tutumlarını sürdürmeleri ve hiç bir şekilde öz eleştiri yapmamalarını anlamıyorum..Tabi yapanlarda var ama halen horoz dövüşü ile bir yok etme kültürüyle bir iktidar hayalleri olması çok garibime gidiyor..komünizmin dinsizlik gibi algılanması dincilerin değil komünistlerin ve marksı olduğu kopyalamaya çalışıp bunu da lenin ve stanlinle canlandıran tavrın suçu değilmidir??Hadi bunu o gün göremediler ya bugün neden görmüyorlar.Hata burada AKP bu işi dahada kolaylaştırıyorken…
dedim ya çok iyi niyetlisin. şu yasıyı oku sitede: “Galiyev’in mezarının üstünde el sıkışmak” arama motoruna yaz çıkar.
Kürt sorunu, başlangıcı eskiye giden tarihsel bir Doğu sorununun bugün geldiği aşamadır. Anadolu’daki devletlerin, sırasıyla Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye’nin doğuya yayılmasının direnişle karşılaşmasıdır bu sorun. Bir tek Osmanlı bölgeye otonomi tanıdığı için uzun süre sorunsuz egemen olabilmiş, fakat daha sonra buna son veren Cumhuriyetin merkeziyetçiliğiyle bu sorun tekrar patlak vererek bugüne gelinmiştir.
Bu devletlerin yayılmacılığı, Kürt ve Ermeni gibi ulusal sorunların yanı sıra dinî-mezhebî sorunların da kaynağıdır. Bizans’a direnen Ermeni (Gregoryen) ve Süryani (Nasturi) kiliselerinin Rum (Ortodoks) kilisesinden kopmaları, Bizans ve Osmanlı’nın din sapkını saydığı Paulusçuluk ve Alevilik vs.
Bu sorun aynı zamanda Anadolu ve İran devletleri arasındaki bölgesel nüfuz mücadelesiyle de bağlantılıdır; Roma-Part, Bizans-Sasani, Osmanlı-Safevi savaşları ve günümüzde Türkiye ile İran’ın Ortadoğu üzerindeki nüfuz mücadelesi.
http://www.nasname.com/a/pkk-itleri-mhp-itlerini-aratmiyor
http://apoletlimedya.blogspot.co.uk/2015/07/doksanlara-donmeyiz-donemeyiz.html
http://apoletlimedya.blogspot.co.uk/2015/07/ragp-duran-erdogan-isidten-vazgecmez_29.html
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/t%C3%BCrkiyelile%C5%9Fme-stratejisi-%C3%A7%C3%B6kt%C3%BC/973181462732883
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/se%C3%A7imler-ve-sava%C5%9F/976533665730996
anonim sen gereksiz yere siteyi işgal eden anonimsin kendini biliyorsun bremin
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc145_1.html
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc145_2.html
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc145_5.html
İlkinde trajedi, ikincisinde komedi: v.2 Reis’çi liberaller Oral Çalışlar – Halil Berktay
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral_calislar/savas_ve_bagimsiz_kurdistan_hedefi-1411463
Liberaller-AKP ittifakı yıllarının Radikal’i, Taraf’ından düşe düşe serbestiyet.com ‘da odaklanmışlar, Ceren Kenar gibi diğer yıldız AKP’ci liberaller ile birlikte..
http://serbestiyet.com/Yazarlar
Melih Altınok, Halil Berktay, Etyen Mahçupyan, Ceren Kenar, Markar Esayan, Oral Çalışlar…
Bunlar çakma aydın, satılmış (kariyerist) liberal müsvetteleridir.
Murat Belge gibi gerçek aydın-akademisyenlerin, satılmış değil yanılmış liberallerin bugünkü konumundan farklılar.
Bir de Amerikancılar var RTE’ye ters düştüğü ölçüde gerçekleri dillendirerek Amerikancı büyük burjuvazinin sesi rolünde RTE’ye vurma ihtiyacı hisseden, Cengiz Çandar, Murat Yetkin vb. Bunlara da ne olduklarını bilerek bakmak lazım, bugünlerde dobra olur, yarın ABD ile ilişkiler bir düzelir anında posizyonları değişir.
http://marksist.net/levent-toprak/siyasal-kriz-savas-ve-otoriterlesme.htm
http://marksist.net/serhat-koldas/erdoganin-savas-tezgahi.htm
diktatörün planları…………….
***
ilginç.. savaş tehdidi ve seçimleri 1 yıl erteleme…
mümkün… her şey beklenir
http://www.diken.com.tr/ak-sarayin-ak-tolgali-beylerbeyefendisi-bundan-sonra-ne-yapar/
http://marksist.net/ezgi-sanli/savas-politikalari-milliyetcilik-ve-isci-sinifi.htm
diktatörün planları nasıl bozuldu?
http://www.yurtgazetesi.com.tr/esad-sizi-savundu-makale,10644.html