Gezi Hareketinin parklarda yapılan forumlarında sık sık, bir konuşmacının çıkıp, yaklaşan mahalli seçimlerde bir aday göstermesi gerektiğinden; hareketin bir parti olarak örgütlenmesinden veya belli bir partiyi desteklemesinden söz edildiği görülüyor.
Hatta kimileri adayları bile öneriyor. Örneğin Sırrı Süreyya Önder’in Gezi Hareketinin İstanbul Belediye Başkanı adayı olması en sık rastlanan önerilerden biri.
Bu vesileyle, Gezi Hareketinin Seçimler ve Adaylar konusuna nasıl yaklaşması gerektiği üzerinde biraz duralım.
Önce şunu unutmamak gerekiyor: Gezi Hareketi kendiliğinden ortaya çıkmış, çok farklı ideolojik, siyasi görüşlerden insanları ortak bazı tepkiler ve özlemlertemelinde bir araya getirmiş bir harekettir. Elbette hareketin gidişi içinde birçok insanın şimdiye kadarki görüşlerinde köklü değişmeler de oldu ve oluyor. Ama bu ortak politik ve ideolojik bir noktaya gelindiği anlamına gelmez.
Hareket şimdiye kadar bu çeşitliliğini korumayı başardı ve bunun üzerine titredi diyebiliriz. Hareketin ana destekçisi kitlede Türklerin, Alevilerin ve “Seküler yaşam tarzındakiler”in kültürel ağırlığı zaten çok belirgin olduğundan, özellikle Müslümanlar ve Kürtlere, onları dışlamayan ve davet eden mesajlar vermeye çalıştı. Kandiller, İftarlar, Cuma Namazları; Lice’deki katliama karşı destek mitinglerinin esas yapmaya çalıştığı buydu.
Hareket bütün dinamizmini ve ezberleri bozuş gücünü bu çizgisine ve çabasına borçludur ve bu çizgiyi sürdürmelidir.
Özellikle CHP’liler ve Ulusalcıların, Hareketi bir AKP karşıtlığına çekme denemelerine sık sık başvurduğu görülmektedir. Bu çevreler sık sık anti AKP veya “Hükümet İstifa” gibi sloganlar atarak, hareketi bu mecraya sokma denemelerinde bulunmaktadır. Buna karşılık hareket elindeki kendine özgü yansız sloganları yükselterek (“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”; “Her yer Taksim, her yer direniş” ve Alkış vs.) bu tuzaktan kaçınmaya çalışmaktadır.
*
Bu hareket kendisinin bir AKP veya hükümet karşıtlığına indirgenmesine müsaade ettiği takdirde biter. Var olan politikanın basit bir aracına dönüşür ve olsa olsa var olan partilerden birine birazcık taze kan sağlamaktan öteye gidemez.
Benzer şekilde bir parti kurma veya seçimlerde ayrı aday gösterme önerileri de hareketin ölümü olur.
Bu hareketin özünü iyi anlamak gerekmektedir.
Bu hareket şu veya bu partinin veya hükümetin değil, tüm parti ve kurumlarıyla var olan sistemin, alternatifi ve eleştirisidir.
Var olması, ilerlemesi ve başarısı, onun özündeki bu tohumun yeşerip büyümesine bağlıdır.
Henüz her şey bir embriyon (rüşeym) halindedir; yeni doğmuş bir bebek gibidir. Henüz yürümeyi ve konuşmayı yeni öğrenmektedir. Öneriler hep onun bu yepyeni özünü geliştirecek biçimde olmalıdır. Bizim bütün yazılarımızın ve önerilerimizin ardında bu temel değerlendirme yatmaktadır.
Örneğin bu hareketin Park Forumları, en küçük bir birimin bile kendi yönetimini kendisinin belirlediği; ulusun birliğinin bu birimlerin özgürce birleşmesiyle oluştuğu bir Demokratik Cumhuriyetin tohumlarından başka bir şey değildirler. Bu hareketin örgütlediği toplum veya ulus, Türkiye Cumhuriyeti’nde ve binlerce yıllık şark despotluklarında olduğu gibi merkezden atanan; merkezin bahşettiği ve her an geri alınabilir yetkilerde yönetilmeyecektir ve yönetilmek istememektedir. Aksine, her düzeyde, özgürce birleşmiş birimlerin merkeze bahşettiği ve her an geri alınabilir yetkileriyle kendini yönetmek istemektedir.
Bu hareket fiilen kendini Türklükle veya Kürtlükle; Alevilikle veya Müslümanlıkla veya başka bir şeyle tanımlamayı reddetmekte, bunlar karşısında hepsine eşit muamele eden; bu ayrımların hiçbir politik anlamının olmadığı; devletin bu ayrımlar karşısında kör olduğu bir cumhuriyet özlemini dile getirmektedir. Müslümanlar bu özlemle Cem’e katılmakta; Bu özlemle Cem evi Müslümanlara İftar vermektedir.
Bu hareket belki yarın görevi gerçeği açığa çıkarmak değil örtmek olan bugünkü mahkemelerin karşısına; belki bir yaptırım yetkisi ve gücü olmayan ama vicdanlarda mahkûm ederek en ağır cezaları veren kendi hukukunu kuracaktır.
Bu hareket belki öbür gün, görevi kendi maaşını veren yurttaşların özgürlüklerini kullanmasını engellemek olan bugünkü polis ve ordunun alternatifi olarak; kendi demokratik toplantılarına saldırılar olursa, vatandaşların özgürlüklerini savunacak kendi öz savunma organlar geliştirmek zorunda kalacaktır.
Bu hareket gün gelecek, Devletin ve Sermayenin elindeki medyaya karşı, her eğilimin, dilin, dinin, yaş grubunun, cinsin veya cinsel tercihin kendini ifade olanağı bulabileceği, sermayenin ve devletin kontrolünde olmayan bir medyanın tohumlarını atacaktır.
Bunları yaptığı ölçüde, bu organlarını geliştirdiği ölçüde esas büyük dönüştürücü ve alt üst edeci işlevini kazanabilecektir.
Elbette bu çabalarında yanılgılar, güç ve zaman israfları, Amerika’yı yeniden keşfetmeler kaçınılmazdır. Her kuşak için kaçınılmaz olduğu gibi bu hareket için de kaçınılmazdır. Belli bir dereceye kadar bu zaman ve güç kayıpları ilerde hastalıklara karşı direnci arttıracağı için yararlı bile sayılabilirler.
Ama bunları yaparken her adımda kendisini eski dünyanın içine tıkmaya, oraya çekmeye çalışanlarla giderek daha kesin sınırlar çizmek ve kopuşmalar yaşamak da zorundadır. Zaten bunlarla kopuşmayı göze almadan ileri gidemez ve hatta kopuştuklarını eğitip değiştirme ve tekrar kazanma şansını bile yitirebilir.
*
Seçimler ve adaylar bahsi bu eski dünyadan kopuşun en somut sorunlarından biridir.
Gezi hareketi elbet bu konuyu gündemine almalı, tartışmalıdır.
Hiçbir görüşü bastırmamalıdır.
Ama bu olgunlaşmış tartışma sonunda alacağı tavır veya karar, onun bundan sonraki evrimini belirleyecektir.
Gezi hareketine gücünü veren, bugün var olan bölünmelerle bölünmüş olmasıdır.
Onu var olan sistem içinde bir seçime zorlamak, onu var olan bölünmelerin içine çekmek olur.
Seçimlerde kimin destekleneceği sorunu, soru olarak yanlıştır ve hareketin bu özüyle çelişir ve onu eski bölünmelerin içine çeker.
Gezi hareketi hiçbir şekilde, şu veya bu partiyi desteklemek veya parti kurmak; şu veya bu adayı desteklemek veya aday göstermek gibi bir yola girmemelidir. Sorunun böyle koyuluşunun kendi sonu olduğunu bir an için bile aklından çıkarmamalıdır.
Peki, ne yapabilir Gezi Hareketi?
Gezi hareketi, somut programlar, yapılması gerekenler üzerine yoğunlaşmalı ve bunları tartışmalıdır.
Örneğin tartışmayı bir partiyi destekleme veya parti kurma üzerinden yürütmez; kendisi bir program hazırlar.
Ve “işte bu program yapılması gereken en asgari ve acil tedbirleri içermektedir. Buyurun baylar. Bunu hanginiz kabul ediyorsunuz? Kabul eden varsa ilan etsin; kabul etmiyorsa neden etmediğini söylesin. Elbette gezi hareketini oluşturanlar bunu değerlendirerek bir karar vereceklerdir” demelidir.
Yani sorunu bir parti ve kişi sorunu olmaktan çıkarmalı, programa çekmelidir.
Bu hem hareketin bir bütün olarak kalmasını sağlar; hem sistemin bir unsuruna dönüşmesini engeller; hem var olan sistemin yanlışlığını gözlere batırır; hem de geniş kitlelerin demokratik ve siyasi eğitimini sağlar ve hareketin dayandığı güçleri genişletir.
*
Mahalli Seçimlerde de böyledir.
İstanbul’u ele alalım. CHP’yi veya Sırrı Süreyya’yı destekleme önerileri daha baştan hareketi böler. Var olan sisteme entegre eder. Bu yapı ile bir şeylerin değişebileceği hayalini yayar.
Ama diyelim ki, hareket İstanbul’daki park formlarında, İstanbul için, Belediyelerin bütün kısıtlı imkânları ve yetkilerine rağmen yapılabileceklerine ilişkin bir program çıkarabilir. Örneğin, kamu taşımacılığının ve yayaların ve yeşilin önceliği; Belediyelerin tüm işlerinin, ihalelerinin, tüm kararlarının ve uygulamalarının bütün vatandaşların açık kontrolü altına alınması; tüm gizliliğin kaldırılması tedbirlerine yönelik bunun hangi somut tedbirlerle gerçekleştirileceği üzerine somut bir program çıkarabilir. Bunu tüm İstanbul halkına ilan eder. Bunun için kendisi halk toplantıları düzenleyerek örgütlenmesini ve etkisini genişletir. Bunu uygulayacak aday veya parti olup olmadığını sorar.
Eğer ben buları kabul ediyorum, yapacağım diyen bir aday çıkmazsa, hepsinin ne olduğu ortaya çıkar. Eğer bir aday çıkarsa, o zaman zaten Gezi Hareketinin özlemlerinin ifadesi olduğu için geziyi oluşturanlar elbette kendileri bireysel kararlarıyla oylarını verirler. Gezi Hareketinin bu durumda bile şunu ya da bunu desteklemek gibi bir karar vermesi bile yanlıştır.
Gezi Hareketi sorunu doğru olarak koyup koymama üzerinde yoğunlaşmalı, gerisini tek tek bireylerin takdirine bırakmalıdır. Hoş bırakmasa ne olur ki. Kimin kime oy verdiğini kim bilebilir?
İşte özü itibariyle Gezi Hareketinin ve Park Forumlarının seçimler ve adaşlar konusundaki tavrının ne olması gerektiğine ilişkin görüşlerimiz bunlar.
Bunların gündeme alınmasını, enine boyuna tartışılmasını diliyoruz.
13 Temmuz 2013 Cumartesi
bu görüşlere katılıyorum ve bence önemsenip forumlarda konunun konuşulması, tartışılması gerekiyor.
yalnız, bu kadarıyla kalınmamalı…
yazıda da ifade edildiği gibi, gezi hareketinin (bir proğram değil ama) bir rotaya, bir yol haritasına ya da daha kestirmeden söylersem bir gerisine gitmeyeceği/gidemeyeceği bir çizgi, bir eşik belirlemeye ihtiyacı var; eğer hareket bir tavsama durumu içinde sönümlenmek istemiyorsa… (hatta buna kırmızı çizgiler vb denmesinde de bir sakınca yok)
yazar bir isim üzerinde durulup, onun etrafında adaylık tartışması yürütmenin bölünme ve güç kaybı riski taşıdığını söylemekte de haklı bana göre…
bence yapılması gereken biri yerellere, diğeri genele ilişkin bir kırmızı çizgi ya da eşik belirlemek olmalı.. ki bunlar biribiriyle ilintili ve tamamlayıcı meseleler..
yerel sorunların çözümü için nasıl bir hukuksal çerçeve gerektiği bu hareketin çıkış sebebi olduğu için, “nasıl bir yerel yönetimler düzeni ve yasası istendiği”, öncelikle belirlenmeli…
ikinci olarak bu konu aslında “anayasal da bir mesele olduğu için” , hareketin de anayasa konusunda “olmazsa olmazlarını, kırmızı çizgilerini” ilan etmesi gerelii bence…
nasıl bir dışlayıcı olmayan, kimseyi ötekileştirmeyen, kağıt üstünde kalmayıp uygulamada hak eşitliğini sağlamaya dönük bir anayasa meselesini gündemleştiren…etnik, inanç, cins ve cinsel yönelim eşitliği sağlamaya dönük, emeği, basın-iletişim ve örgütlenme özgürlüğünü içeren bir metin.
hareketin daha kalıcı ve etkili bir hale gelmesi bence böyle iki metnin üzerinde yoğunlaşmaya bağlı olacak, diye düşünüyorum.
Demir Küçükaydın’a bir kez daha katılamıyorum. Çünkü bana kalırsa parlamenter muhalefet ihtimalini bu sefer sol tandansla yeniden üretiyor. Eğer yazısını yalnızca önümüzdeki yerel seçimlerle sınırlasaydı, bir diyeceğim yoktu. Aynı fikirdeyim. Bir program ortaya koyup, desteğin o programa sahip çıkmaya göre belirlenmesini zorlamak. Tabi, seçim anı yaklaştıkça, insanların gözlerini seçime dikip, bu programlar yerine, AKP olmasında kim olursa olsun, mantığıyla alakalı alakasız seçimler yapacaklarını düşünüyorum. Bunu önlemenin yolu ise seçimler için matematiksel hesaplara girmekten, ittifaklar için bin bir türlü pazarlık yapmaktan ya da Aytekin Kotil’in tweeter kampanyalarına iştirak etmekten geçmiyor. Bunlar doğru, yerinde ve yapılması gerekenler olsa bile.
Ama yazı Gezi’nin kaderi üzerine de bir şeyler söylüyor. Dolayısıyla artık parlamenter sisteme, demokrasiye karşı bizim söylememiz gerekenleri söylemenin zamanı geldi. Kimse dinlemezse dinlemesin. Gezi’den önce 1 Mayıs’a katıldık diye dudak bükenlerin, göz ucuyla gördükleri televizyon görüntülerini kafalarının bir yerine yazdıklarını, bizden duydukları ve hafif gülümsemeyle karşıladıkları sloganları Gezi sırasında nasıl hararetle attıklarını gördüğümüz için, biliyoruz ki anlatılanlar havaya gitmiyor. O halde dibine kadar…
Öncelikle çözüm seçimler felan değil. Problem, kim seçilirse seçilsin, iktidar kime geçerse geçsin, AKP’nin yaptıklarını yapabilme gücüne sahip olması. Dolayısıyla sağlıklı düşünen herkes, AKP’nin bu kadar rahat olmasının nedeninin, ideolojisinden vs. kaynaklandığı kadar aynı zamanda karşısında onları pes ettirecek bir gücün olmaması olduğunu görebilir. Gezi bu işin ilk nüvesiydi. Ama Gezi problemin altını çizdi. Probleme çözüm getirmedi. Bu kadar seçim konuşması yapılmasının nedeni de bu.
Çözüm örgütlü toplum olmak, hak kayıplarına, temel hakların ihlaline ani ve doğru tepkileri vermek, hak alabilmek için ileri adımlar atmak. AKP’lileri buna dahil edebilecek potansiyelimiz var. Bütün AKPliler, bugün açıklama yapan köpek balığı sürüsü Taksim hanutçuları gibi “bizim keyfimiz yerindeydi, siz bozuyorsunuz işlerimizi” durumunda değiller ya! http://www.youtube.com/watch?v=WiNsf7XMH9w
Özellikle çalışan sınıfın 2008 global krizinden beri AKP iktidarının sağladığı “özgüven”le bezenen patronlar tarafından ekonomik olarak sıkıştırıldığı malum. Çok yakında mücadele o cephede yoğunlaşacak. Geziye katılan iş arkadaşlarımızın çoğu, esas olarak seçim sistemi böyle mi olsun, şöyle mi olsun tartışmasındalar. Bizim “Buraya bakmayalım, asıl önemli olan örgütlülük. Kendi haklarımız korumaya başlayalım.” dememiz gerekiyor. Biz de bunu diyoruz zaten. Ama ulaşamadığımız milyonlar hala seçim hesapları derdindeler. Ve kendi örgütlülüklerine bakmıyorlar bile. Örgütlenmek onlar için neredeyse forumlara katılmaktan ibaret.
Ancak bu anlaşıldıktan ve işyerlerinde örgütlülük başladıktan sonra seçimlerle ilgili problemleri dert etmeliyiz diye düşünüyorum. Aksi taktirde ehven-i şer’e mahkum olduğumuz demokrasi denen oyunlarında oyunu izlemeye mahkum olacağız. Trene bakar gibi bakacağız. TVdeki dizilere mahkum olanlar gibi olan olaylardan habersiz kalacağız.
Şunu unutmamak gerekir ki, devrim anlarında seçim demek, devrime olan ilginin kaybolması demektir. İçinde yaşadığımız dönem, retorik olarak değil, gerçek anlamıyla bir devrim mi? Bence değil, ama bir devrimin girişi, başlangıcı. Ona orantılayarak da seçimlere ilginin bu kadar yoğun olması, Demir Küçükaydın’ın bile seçimler konusunda öneri yapması beni kıllandırıyor. Bu sebeple, parlamenter taktikleri bu kadar erkenden dile getirenlere böyle bir cevap vermek gerektiğini düşünüyorum. Gözünüzü seçimlere bu kadar erken çevirmeyin, önümüzde yapmamız gereken koca bir iş var: AKP ve burjuvaziye karşı çalışanları ayağa kaldırmak…
çalışanları ayağa kaldırmanın halihazır yöntem ve araçlarla kolay sağlanamayacağı ve gezi hareketinin kitlesiyle kalacağı daha şimdiden belirmeye başlamış görünüyor bana…
katılımın daha genişlemesi için, işin isyan duygusal lığında kalmayıp, hedef ve yön belirleme aşamasına vardırılması gerekmiyor mu?
bu konuda neler önerirsin?
Alişer, zaten AKPli çalışanlara ulaşmak için Gezi ruhu yetersiz. Ama ortak dertler gani.
Bir süredir, Gezi rüzgarını da kullanıp işyerleri forumları yapıyoruz. Başka gruplar da benzer adlı toplantılar düzenliyorlar. Tabi biz işyerlerinin “içindeki” insanların dertlerini açığa çıkarmalarını istiyoruz. Yani kendi gündelik dertleriyle Gezi arasında bir ilişki kursunlar ve Gezi’de olanları, yapmaları gereken diğer işlerin yerine ikame etmesinler istiyoruz.
Beyaz yakalılar için yayınlanan blogda şu memleri yaymaya çalıştık:
https://twitter.com/da_zayn
————————————–
Eli iste, akli direniste olmaz!
Gezi parki direnisi için de illegal diyorlardi. Isyerlerinde örgütlenmek de illegal diyorlar. Bu numarayi yiyecek miyiz?
Devlete yakin isyerlerindeki Gezi direnisçileri, arkadaslarinizin atilmasina, sorusturulmasina evet mi diyeceksiniz?
Gunduz isyerinde kapitalist hiyerarsiye boyun egerken,gece parklardaki ozgurluk alaniyla yetinmek:Clark Kent sizofrendi!
Gezi icin hepbirlikte organize olurken, isyerimizde yine birey birey mi takilacagiz?
Taksim’de barikata beraber tas tasirken, isyerinde kolektif calismak yerine birbirimize is yikmaya devam mi edecegiz?
Gezi’de direnisin bitip bitmemesine biz karar verirken, isyerinde hayatimiza onlarin karar vermesine izin mi verecegiz?
Direnis boyunca temel haklarimizi istedik, simdi hakkimiz olan ucreti mi isteyemeyecegiz?
Aksamlari parklarda istedigimiz ozgurluk ortaminda tartisirken, isyerlerinde politika konusmama “yasagi”na mi uyacagiz?
Gezi’de her isi ortak yaparken, isyerimizde yine birbirimizle rekabet mi edecegiz?
Bir ay boyunca polise direnip, isyerinde performans gorusmelerinde sus pus oturup hukumlerini mi bekleyecegiz?
Gezi’de Tayyip’e “van minut” deyip, isyerinde tavir yapan mudure “evet efendim, tabi efendim” mi diyecegiz?
————————————-
Tabi bunlar lokal ve kısıtlı propagandalar. Esas olarak bu kampanyaları yayıp, özellikle ulaşabildiğimiz her alanda Gezi taraftarı ya da AKPli demeden bu konuları açmayı hedefliyoruz. Yani senin de dediğin gibi isyan duygusallığını bir an için kenara atıp, hayatın gerçeklerinden yola çıkarak ilerlememiz gerekiyor. Ama bunu yaparken bu ruh halini özellikle beyaz yakalılar arasında Gezi’nin patlattığını unutmamamız gerek. Aksi taktirde, klasik ekonomizmin içinde tur atıyor oluruz.
Aslında sol örgütlenmelerle doğru dürüst ilişkilere sahip olmak mükemmel olurdu bizim için. Çünkü özellikle informal sektör çalışanlarını örgütleme ihtimali olanlar onlar. Ve insanları yalnızca kendi kampanyalarına çekiyorlar. Kısır demek istemiyorum, çünkü belli eğitsel yararlılıkları var kampanyalarının. Ama sınıfsal bir canlanma olacaksa, bunun o kampanyalardan geçmeyeceği çok açık. Sonuçta huzursuzluk oralara da sıçrıyor.
Örgütlü mavi yakalılara ise direk ulaşmak olanaksız. Eş dost akraba kim varsa konuşmamız yetmiyor. Ama Gezi eylemleri hala sürerken Çelik-İş bile greve gidiyorsa, üstelik bunu İskenderun’da yapmak zorunda kalıyorsa, toplumsal huzursuzluğun işyerlerinde etkili olmaya başladığını söyleyebiliriz sanırım. Tabi henüz basit anlamsız bir işaret şu an. Gerçekten öyle mi, göreceğiz.
Sonuçta elimizde devasa olasılıklar yok. Ama daha önce günlerimizi gecelerimizi verip, milim oynatamadığımız kaya şimdilerde titremeye başladı. Hangi araçların ortaya çıkacağını, hangi araçların ortadan kalkacağını hep birlikte göreceğiz.
işyerlerinde benzeri ortamlar yaratma çabaları elbette kıymetli; kesinlikle yapılmalı, aynı kanıdayım.
ama bunların lokal kalacağını sen de belirtmişsin…”gezide her işi ortak yaparken, işyerinde rekabet etmeye” devam etmek istemiyorsak, dahası gerekli bence…
bence sorun, genele ilişkin bir (kelime yanlış da olabilir ama), “projeksiyon” ya da tasavvur algısı oluşturma meselesi…
tekrar ettiğim için kusura bakma; anayasa ve yerel yönetimler meselesinde sözümüz olması, bence bu politizasyonu sağlamak için iyi bir fırsat olabilir, hele de bu seçimler arefesinde
üstteki yazı bana ait. ismimi ilave etmeyi unutmuşum…
İşte ben de bu konuda şüpheliyim Alişer. Daha doğrusu, anlattığın şekilde bir ideal, bir ütopya vs. ile senin deyişinle “genele ilişkin bir projeksiyon” oluşturma yoluyla insanların ortak hareket edeceklerini hiç sanmıyorum. George Sorel, bu üst düzey projeksiyonlar yerine, mitlerin kullanılması gerektiğini düşünür. Benim düşüncem de ona paralel. “Üretimin çalışanlarca kontrolü” miti, daha doğrusu “sosyal ve ekonomik hayatın da demokratikleşmesi gerektiği” miti, seçimlerde demokrasiyi kullanarak ya da anayasa hazırlama işine birebir müdahil olarak “demokrasi” ütopyasını desteklemekten çok daha işlevli olacaktır diye düşünüyorum. En azından Gezi sürecinin devamı için.
http://www.radikal.com.tr/hayat/slavoj_iek_turkiyeyi_yazdi_cennette_sikinti-1139685
Buna paralel olarak Baskın Oran’ın bir beyaz Türk olarak Kürt meselesinin çözümsüz kalmasından ürküp, Gezi için abuk sabuk konuşmasını da böyle yorumluyorum. “AKP olmazsa Kürt sorunu çözülmez” düşüncesi, en azından “AKP olursa Kürt sorunu belki çözülebilir” düşüncesini içeriyor. Bense, bunun yalnızca devletin alacağı kararlarla yapılamayacak bir manevra olduğunu düşünüyorum. Biz, nasıl Gezi sürecinde medyanın yaptığı şerefsizliği arkamıza alıp, ulusalcıların en azından bir bölümünün Kürtler konusunda farklı bir konuma gelmesine yardım etmişsek, diğer bölümleri de o noktaya ilerletmek için çabalamamız gerek. Baskın Oran, de Gaulle örneğine fena halde saplanmış durumda. Evet, iki halk arasında görünür hırlaşmalar yok. Ama bu basitleştirme, arada kocaman Akdeniz’in olduğu bir durumla, nüfus yerleşmelerinin iç içe olduğu İstanbul arasında bir özdeşlik kurmak demek. Erdoğan istese de de Gaulle’lük yapamaz. Yapmaya kalkar ve ilk anda başarabilir bile. Ama kimse bunun ardından gelecek öfke patlamalarını, misillemeleri, “Kurden Raus” olasılığını düşünmüyor nedense.
Dolayısıyla “Kürt sorununun çözümsüz kalma olasılığına rağmen Gezi” diyenlere karşı, “Kürt sorununun gerçek çözümü için Gezi” demek gerekiyor. Baskın Oran’ın liberalliğinin sınırı burası işte.
Aynı şekilde, Anayasa ya da seçim barajıyla ilgilenmek isteyen ilgilenebilir tabi ki, onları neden durduralım ki? Ama dönüşümün daha derin olması gerektiğini, “kağıda düzgün dağıtılmış mürekkep parçaları” olacak bir anayasa yerine insanların düşünüş,davranış ve reflekslerinin değiştirilmesi gerektiğini düşünenler, bunun için çabalamalılar diyorum. Seçimler meselesi, anayasa meselesi, işyerleri örgütlenmelerinin, sınıfın huzursuzluğunun organize edilmesi görevinin, şövenistlerin dışlanmaları için gerekli önlemlerin önüne geçmemeli. Diye düşünüyorum. Yoksa Baskın Oran gibi iki cami arası bi-namaz durumuna düşeceğiz.
Kısacası, Kürt sorununda önce “açılım” sonrasında “çözüm” sürecini bir yere varıp varmayacağını ilk elde takmadan, zamanın ruhunu kullanıp, dertlerimizi, Kürtlerin acılarını ve isteklerini rahat rahat anlatabilecek bir konumu dibine kadar zorlayarak Kürt sorununda Batı’nın fikriyatını dönüştürmek için kullanmamız gerekiyordu. Ama ortalama sol, ya bu iş bunlarla olmaz diyerek bu fırsatı kullanmayı reddetti ya da DSİP gibi olacak olacak diye gaza gelip, AKP’yi direk destekledi. Kısacası edilgen bir konumda kalmayı başardı.
Yine anayasa tartışması olsun, seçimler tartışması olsun, edilgen bir konuma hapsolabiliriz. Belki de milletvekilleri arasında halledilecek meselelerle, “Yetmez Ama Evet” ya da “Hayır” konumuna düşebiliriz. Ki bu konumlar Kürt sorununda da, militarist geçmişle hesaplaşma konusunda da edilgen konumlardı. Bunu engellemek için Gezi’nin ruhunu kullanmak, oradaki deneyimleri daha iyi işlemek, insanların tüm hayatına, özellikle de iş yaşamına sokmaya çalışmak gerekiyor diye düşünüyorum.